Etiket: Şükrü Saracoğlu

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır.” Bu satırlarla başlayan Fenerbahçe’nin Kuruluş yıllarına ait araştırmalarımızın bugünkü konusu Ziya Songülen. Nasıl ilk başkan oldu? Fenerbahçe’nin temelini atanlardan olmasına rağmen neden kulüpten ayrıldı? Union Club’ın kuruluşunda rolü neydi? Milli Mücadele’ye katkısı ne oldu? İşte Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Bir Devlette İki Kuvvet Olur”

    Nurizade Ziya Bey hakkında sıraladığımız soruları cevaplamadan önce, Fenerbahçe’nin Kuruluş hikayesine doğrudan etki ettiğini her fırsatta dile getirdiğimiz, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar geçen yıllar ile ilgili değerlendirmeler yapmamın konunun bütünlüğünü sağlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz.

    Osmanlı Devleti için 1839 yılında başlayan Tanzimat; 1908’de Meşrutiyet’e, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede belirleyici bir dönemi ifade eder. Bu yıllarda zayıflayan devlet, ardı ardına tavizler vererek, Batı’nın isteklerine boyun eğmiş ve bir anlamda değişim sürecine girmişti. Tanzimat ile başlayan Batı etkisi, Enver Hoca yazımızda sözü edildiği üzere, yeni okulların açılmasına sebep oldu.  Bu okullarda batı felsefesi ile verilen eğitim sonucunda yeni tip bir “Osmanlı Aydın” zümresi meydana geldi. Ve bu zümre kısa sürede toplumun önemli bir parçası oldu. Aldıkları eğitimle “aydınlanma” yaşayan bu kişiler zayıflayan devlet mekanizması içerisinde yer bulmaya ve zamanla Padişah otoritesine karşı bir tehdit unsuru olmaya başladılar. Padişah ile aydınların arasında adeta bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelede Osmanlı aydınlarının en büyük destekçisi gördükleri eğitim felsefesinin kaynağı olan “Batı” oldu. Tanzimat döneminde sadrazamlık yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın aşağıda yer alan ifadeleri gerek dönemi, gerekse Batı’nın, Osmanlı aydını için ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.

    “Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet oluşturmak imkansızdır. Bunun için bir destek kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir

    Fuad Paşa’nın kastettiği yukarıdan gelen kuvvet Padişah, ona karşı gelinecek destek kuvvet ise Batılı devletlerin elçilikleriydi. Osmanlı aydını 1839-1908’e hatta 1918’e kadar süren dönemde, ülkelerinde yapmak istedikleri iyi niyetli değişimler için Batı’nın desteğini almaya çalışmışlardır. Batılı devletler ise elçilikleri aracılığı ile “aynı dili konuştukları” bu kişilerle ilişkide olmayı tercih etmişlerdir. Bu dönem Osmanlı aydınları arasında “Batılı güçlerden hangisinin desteğini alalım?” sorusunun hayli popüler olduğunu söyleyebiliriz. Padişahlık kurumu ise bir yandan aydınların yapmak istedikleri değişimi kontrol altında tutmaya çalışırken, diğer yandan da Batılı devletlerden sürekli borç almış, böylece devletin ekonomik bağımsızlığı da büyük ölçüde tehlikeye girmişti. 1881 yılına gelindiğinde borçlarını tahsil edemeyen Batılı devletler, Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşuna ön ayak olmuşlardı. Bu kurumun, devletin borçlarının denetlenmesi ve tahsil edilmesi gibi işlevleri vardı. Kısacası artık Osmanlı Devleti bir yarı-sömürge devletti.

    Mehmed Ziya

    Mehmed Ziya Bey, Osmanlı Devleti bu şartlar altında çözülmeye doğru giderken 1886 yılında İstanbul’da doğdu. Anne tarafından Osmanlı hanedanına mensup zengin ve köklü bir aileye sahipti. Aile üyeleri yüzyılı aşkın süredir devlet yönetiminde Sadrazam, Kaptan Paşa, Vali, Belediye Başkanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Büyükelçilik gibi önemli görevleri yürütmüşlerdi. Ziya Bey’in soyadı kanununa kadar isminin önünde kullandığı “Nurizade” sıfatı ise Tanzimat’ın Dışişleri Bakanlarından Mehmed Nuri Paşa’ya dayanmaktaydı. Ziya Bey’in dedesinin babası olan Mehmed Nuri Paşa, Dışişleri Bakanlığından sonra Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini yürütmüştü. Ziya Bey’in ailesi, giriş kısmında sözü edilen Osmanlı aydınların yetiştiği bir aileydi. Bu bilgilere dayanarak ailenin batı felsefesini benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2008 yılında verdiği röportajda Nazan Songülen Karakaş, dedesi Ziya Bey’in Osmanlı kimliğinden kopmadan ancak “İngiliz mürebbiyelerden Avrupai bir eğitim” aldığını da belirtmiştir.

    Saint Joseph’ten Londra’ya

    Nurizade Ziya’nın liseye kadar hangi okullarda okuduğunu bilmiyoruz. Torununun anlattıkları dikkate alındığında evde ailesinin tuttuğu öğretmenlerden eğitim almış olması da muhtemel. Liseyi ise Saint Joseph’te okuduğundan eminiz. Yine torununun anlattıklarından okulda kendisine uzun boyundan dolayı “Fil Ziya” lakabının takılmış olduğundan da haberdarız. Bu bilgi ışığında okulda popüler bir öğrenci olduğunu söyleyebiliriz. Ziya Bey 1903’te 17 yaşındayken okuldan mezun olup İngiltere’ye gitmiş, İngiltere’de İnşaat Mühendisliği eğitimi aldıktan sonra muhtemelen 1906 yılında ülkeye dönüp Duyun-u Umumiye’de memur olarak iş hayatına girmiştir. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’yi kuran kadronun başında yer alacağı süreci anlatmaya başlamadan önce buraya kadar yazılanları maddeler halinde özetlemenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

    • Nurizade Ziya Bey, Tanzimat dönemi ile toplumun etkin zümresi olan Osmanlı aydınlarını yetiştiren zengin ve köklü ailelerden birinin üyesiydi.
    • Nuri Paşa ile beraber aile Batı felsefesi ile tanışmış, diğer Tanzimat dönemi aydınları gibi devletin geleceğinin kurtulmasını batı felsefesinin geçerli kılınmasında görmüştü.
    • Ziya Bey, İngilizceyi liseye başlamadan aile evinde, Fransızcayı ise Saint Joseph lisesinde “ana dili” seviyesinde öğrenmişti.
    • Üniversite eğitimini Londra’da almış, yurda döndükten sonra da Batı etkisinin en çok hissedildiği kurum olan Duyun-u Umumiye’de çalışmaya başlamıştı.

    Jön Türkler

    Nurizade Ziya Bey’in futbola olan ilgisini Moda’da büyümesi ile ilişkilendirebiliriz. O dönem futbolun doğduğu topraklarda büyüyen her çocuk gibi bu spora merak sarmış, yapılan maçların izleyicisi olmuştu. Çoğunluğu gayrimüslim olan sınıf arkadaşları ile okul ortamında yaşanan olası sportif rekabet ve sonrasında oluşan hırsı, ilk gençlik yıllarına etki eden olaylardı. Fenerbahçe’nin kuruluşunda yer almış diğer Saint Joseph Liseli öğrencilerde de aynı duyguların oluştuğunu biliyoruz. Nurizade Ziya Bey’in, Londra’da futbolun nasıl bir spor olduğunu ve gerçek anlamda nasıl oynanması gerektiğini gördüğünü de söyleyebiliriz.

    Fenerbahçe’nin doğuşunun anlık alınmış basit bir karar olmadığı, bir felsefeye dayandığı üzerinde ısrarla durduğumuz noktalardan bir tanesi. Bu aşamada 1900’lerin başından itibaren etkinliğini arttıran Jön Türkler hareketi ile ilgili kısa bir bilgilendirme yapmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz. Tanzimat’ta batı etkisi ile başlayan aydınlanma sonrasında oluşan Osmanlı aydınları, devlet yıkılmaya doğru gittikçe aralarında organize olmaya, Keçecizade Fuad Paşa’nın yazımızın başında aktardığımız sözlerine atıfla halkı da alttan gelen bir kuvvet olarak organize etmeye çalıştılar. Jön Türkler gerek yaptıkları yayınlarla gerekse yurt içi ve yurt dışı temaslarla Padişah Abdülhamit’in en büyük muhalifi oldular.

    Fener’in Bahçesi’ndeki Koalisyon

    Jön Türk hareketi zamanla İttihat ve Terakki Partisi’ne evrilecek, 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in de mimarı olacaktı. Devlet kadrolarında çok sayıda destekçileri vardı. Bunlardan bazıları zamanla yurtdışına kaçtı, sürgün edildi veya tutuklandı. Bu hareketin Fenerbahçe ve Nurizade Ziya Bey ile ilişkisi Jön Türklerin kendi aralarında yaşadıkları fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Jön Türkler’in devletin kurtuluşu için öne sürdükleri fikirlerden ikisi Batıcılık ve Türkçülük’tü. Bu iki fikir, aynı amaca hizmet etmek için doğmuş ve Jön Türk hareketinin içindeki dinamizmi sağlamıştı. Zamanla ise bir koalisyona dönüşmüştür. İttihat ve Terakki ile başlayan bu koalisyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da etki etmiş, “Türk kimliğine sahip ancak Batı felsefesini de benimsemiş bir devlet anlayışı” genç Türkiye’nin rehberi olmuştu.

    Peki bu koalisyonun Fenerbahçe’nin kuruluşu ile ilgisi neydi? Enver Hoca araştırmasında ortaya koyduğumuz bilgileri tazeleyerek soruyu cevaplamaya başlayalım. Ortaya attığımız tezde “Saint Joseph Lisesi’nin Türk ve Müslüman öğrencilerinin, yabancı bir misyonun üyesi olan okulda, devlet tarafından görevlendirilen bir öğretmen tarafından bir araya getirilerek Fenerbahçe’ye insan kaynağı sağlandığını” söylemiştik. Bu öğretmen Enver Hoca’ydı. Enver Hoca zamanın ruhuna uygun fikirlere sahipti. Nitekim, yarı sömürgelikten, sömürge olmaya giden ve parçalanan devletin kurtuluşu için okulda öğrencilerine “Türklük ve Müslümanlık” paydasından çıkmadan “hürriyet” duygusunu aşılamaya çalışmıştı. Öğrenciler okulda bu fikirle donanırken, dışarıda ise okuldan mezun ağabeyleri  Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları bir futbol kulübü kurmaya hazırlanıyorlardı. İşte Fenerbahçe, Enver Hoca’nın “Türkçü” söyleminin, Nurizade Ziya Bey’in “Batıcı” fikirlerle şekillenen felsefesinin birleşmesinden doğdu.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı

    Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Ayetullah, Necip ve Asaf Beylerin ortak özellikleri sadece yaşadıkları semt değildi. Bu dört arkadaş da yabancı dil bilen, batı felsefesini benimsemiş kişilerdi. Asaf Bey tıpkı Nurizade Ziya Bey gibi İngiltere’de eğitim alıp İstanbul’a dönmüştü. Ayetullah Bey, Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nde okumuş bir Osmanlı aydınıydı. (Daha önceden Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi’ne dayanarak Ayetullah Bey’in Saint Joseph mezunu olduğunu kabul ediyorduk. Ancak Araştırmacı Cem Argun’un Saint Joseph öğrenci listelerinde Ayetullah Bey’in kaydına rastlamadığını bize iletmesinden sonra bu bilgiyi güncellemiş bulunmaktayız.) İlerleyen yıllarda kulübün düştüğü sıkıntılı dönemde Üsküdar ile yapılan birleşme toplantısında sinirlendiği anda “Fenerbahçe benim” cümlesini Fransızca söyleyecek kadar da bu dile hakimdi. Fenerbahçe’nin kurulduğu yıl 16 yaşında olan Necip Bey ise Osmanlı modernleşmesinin başladığı okullardan biri olan Deniz Harp Okulu’nda öğrenciydi.

    Nurizade Ziya Bey bu kadronun lideri konumundaydı. Rüştü Dağlaroğlu’nun onun için yazdığı şu tanımlama, bu liderliğin kaynağını açıklamakla birlikte, yukarıda yaptığımız “Batı” vurgusunu da destekler niteliktedir. “Mükemmel mali durumu ve İngiltere’de tahsil etmiş olmasının verdiği görgü ve spor aşkıyla dört başı mamur bir hüviyetteydi”

    “Işık Saçan Fener”

    Klasik Fenerbahçe tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’nin kurucuları arasından sıyrılıp liderliği ele almasının sebebi olarak mali durumundan dolayı takımın ilk formalarını alıp, masrafları üstlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bu durum göreceli olarak doğru olmakla birlikte, Nurizade Ziya Bey’in kulübün insan kaynağını sağlayan Saint Joseph Lisesi’nin bir mezunu olarak okul kadrosu ile ilişkileri yürütmesi de bu liderlikte etkilidir. Nitekim, futbolcu Hasan Basri’yi Fenerbahçe’de oynamaya ikna etmeye giden heyette o ve Enver Hoca vardır.

    Fenerbahçe’nin ilk amblemi olarak ‘Işık saçan Fener’in seçilmesi dönemin ruhunu yansıtan bir başka öğedir. Enver Hoca’nın yönlendirdiği öğrencilerle birlikte Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinin yakınlarında antrenman yapmaya başladıklarını biliyoruz. Nurizade Ziya Bey ve arkadaşlarından hangisinin feneri amblem olarak önerdiğini bilmesek de, Jön Türklerin benimsediği ‘Pozitivizm’ akımına gönderme yaptığı açıktır. Kulübün ambleminden sonra ismi de ilk antrenmanların yapıldığı yere atıfla “Fenerbahçe” olarak seçilecektir. Liderliği ile arkadaşları arasından sıyrılıp Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in kulübün liglere katılması için ilk temasına da öncülük etmiştir.  Rüştü Dağlaroğlu’nun anlatımıyla forma ve malzeme satın aldıktan sonra ligi organize eden James LaFontaine ile karşılaşan Fenerbahçe heyeti, ondan lige katılım sözü almıştır. Bu hikayenin iki aktörünün hayatı yakın gelecekte bir kere daha kesişecek ve kuruluş yıllarının bir başka meselesinde karşımıza çıkacaktır.

    Görevi Bırakış

    Nurizade Ziya Bey’in bir yılı biraz aşkın başkanlık döneminde Fenerbahçe, ilk kez katıldığı ligde başarılı olamadı. Takım futbolcu bulmakta zorlanıyor, Fuat Hüsnü gibi başarılı oyuncular futbol takımının zayıf olmasından dolayı Fenerbahçe’ye katılmak istemiyorlardı. Bu durum kulüpte moralleri bozuyor, başarısız saha sonuçlarını tersine çevirecek motivasyonun sağlanmasını engelliyordu. Nurizade Ziya Bey, ilk takımın savunmasında forma giyiyordu. Kaynaklarda başarılı bir futbolcu olduğuna dair kayıtlara rastlamıyoruz. Ancak, Rüştü Dağlaroğlu, sert şut çektiğine dair bir bilgi aktarmaktadır. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe forması ile günümüze ulaşmış tek fotoğraf var. 1908 yılının son günü yayınlanan Musavver Muhit dergisinde yer alan bu fotoğraf, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bıraktığı günlere rastlıyor.

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkilerini kesmesi aşamalı olarak gerçekleşmiştir. 1909 yılı içerisinde başkanlık görevini bırakmış, 1910 yılında ise kulüpten istifa ederek ayrılmıştır. Öncelikle bilinmesi gereken, o dönem kulübü kuran gençlerin aslında birer sporcu olmasıdır. Hepsi, günümüzün “amatörlük” tanımı içerisinde değerlendirmelidirler. Günümüzün aidiyet anlayışını temel alarak o dönem insanlarını eleştirmek şüphesiz haksızlık olacaktır. Sürekli alınan yenilgilerin, kulüp için yaptığı maddi fedakarlıklar ile birleşmesiyle Nurizade Ziya Bey’in başkanlığı bırakmasının iki nedeni ortaya çıkmıştır. Bu noktada karşımıza bir başka neden olarak değerlendirilebilecek “Union Club” meselesi çıkmaktadır. Bu mesele, Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuşundaki etkisi diğer iki nedenin de çok ötesinde anlamlar içermektedir. 

    Bir Türk – İngiliz Kulübü: Union / İttihat

    Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı bırakmasının Union Club’ın kuruluşunda yer almak istemesi ile yakından ilgisi vardır. Fenerbahçe’ye yaptığı maddi desteğinin karşılığını sahada alamayan Nurizade Ziya Bey, spor yöneticiliği kimliğini, siyasi kimliği ile birleştireceği bu kuruluşta yer almak için Fenerbahçe başkanlığını bırakmış ve dönem tanıklarının aktardığı üzere kulübü ihmal etmeye başlamıştı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın kurucuları arasında yer alması onun “büyük davalara girişmek istemesi” ile ilgiliydi. Dağlaroğlu’nun bu muhteşem tespitini ilerleyen satırlarda açıklayacak ve bir anlamda ileriye taşımış olacağız. Belirtmekte yarar olan bir diğer husus da Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bırakmasının Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart Vakası” diye anılan olaylar sonrasında gerçekleşmesidir. 31 Mart Vakası’nın en önemli sonucu Ülkede 30 yıldır süren istibdat rejiminin hükümdarı İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesidir. Bu tarihten sonra Meşrutiyet’in mimari İttihatçılık hareketi, ülkedeki etkisini arttırmaya başlamıştır.

    Öncelikle Kadıköy’ün İstanbul’da futbolun doğduğu topraklar olduğunu yinelemekte yarar vardır. Kadıköy’ün en popüler futbol alanı ise bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerdi. Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı ile birlikte bu alan futbol oynamak ve izlemek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biriydi. Burhan Felek’in anlatımına göre 1906 yılında Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde manzara şöyleydi:

    “Birkaç bin izleyici var. Ne giriş parası var ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiş.”

    Lig maçları bu amatör koşullarda oynanırken, Nurizade Ziya Bey, beş kişi ile beraber, İstanbul’da futbol organizasyonunun profesyonelleşmesi için ilk adımı attılar. Bu o dönem için gerçekten de büyük bir davaydı. Union Club, dönemin ruhuna uygun olan ismiyle 1908 yılının son günlerinde kuruldu. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan bu kulüp İttihat ve Terakki Partisinin “İttihat” ismini kendisine isim olarak seçmişti. Şimdi bu kulübün diğer  kurucularından kısaca bahsedelim.

    Whittal ve LaFontaine

    Osmanlı arşivine baktığımızda futbol ile ilgili olan belgelerin tarihi 1890’lere kadar iner. Bu tarihlerde, dönemin zabıtaları tarafından futbol oynandığına dair yazılan raporlarda dikkat çeken bir isim vardır: Bay Whittal. “Kadıköy Moda’da ikamet eden Mösyö Whittal’in oğullarının öncülüğünde İstanbul’da oturan 25 kadar genç Kuşdili Çayırında toplanarak her Cumartesi top oynamaktadırlar.” İstanbul’da futbolun öncülerinden olan Bay Whittal, Union Club’ın kuruluşunda yer alan iki İngiliz’den biridir. Diğeri ise İstanbul futbolunun erken dönemi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı James LaFontaine’dir. Fenerbahçe kurucu heyetinin kuruluştan hemen sonra liglere katılmak için söz aldıklarını yukarıda belirttiğimiz, İstanbul Futbol Ligi’ni yöneten kişi olarak Bay James LaFontaine, Bay Whittal ile birlikte Union Club’ın kurucuları olmuşlardır.

    “İngiliz” Mehmed Rıfat

    Kulübün, dört Türk kurucusundan ikincisi Mehmed Rıfat Bey’dir. “İngiliz” lakabıyla tanınan Mehmet Rıfat Bey, o tarihlerde Londra Büyükelçiliği görevini tamamlayıp İstanbul’a dönmüştü. Meşrutiyetten sonra devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İttihat ve Terakki Partisi, kendisini Dışişleri Bakanı olarak görevlendirmek istiyor ancak o bunu kabul etmemekte direniyordu. İttihat ve Terakki’nin bu görevlendirmede ısrar etmesinin nedeni, parti için oluşan “İngiliz Karşıtı” algısının önüne geçmekti. Nitekim Mehmed Rıfat, ısrarlara dayanamayacak ve 1909 yılının Şubat ayında Dışişleri Bakanı olacaktır. Bir İttihatçı olduğunu bildiğimiz Nurizade Ziya Bey’in ikna aşamasının bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dağlaroğlu’nun kastettiği ‘büyük davalar’dan biri de şüphesiz budur.

    Mareşal Cemil Topuzlu

    Günümüzde Mareşal olarak bilinen “Müşirlik” rütbesi ile Padişah Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Cemil Topuzlu Paşa, anılarında bize Union Club’ın kuruluşu hakkında en net bilgileri veren kişidir. Union Club’ın dört Türk kurucusundan biri olan Cemil Paşa, İttihatçı kadroya katılmasından sonra 1909 yılında çıkan tasfiye kanunu ile askerlikten ayrılmıştır. Union Club’ın kuruluş dönemi bu kanunun çıktığı günlere denk gelmektedir. Cemil Topuzlu anılarında Union Club’ın kuruluşunda maddi destek verenlerden biri olarak Arif Hikmet Paşa ismini yazar. Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazırı olan Arif Hikmet Paşa, 31 Mart Olayı’ndan sonra Abdülhamit’e tahttan indirildiğini söylemeye giden heyetin üyelerinden biridir. Union Club’ın, sadece adıyla değil Türk kurucuları ve maddi destekçileri ile birlikte bir “İttihatçı” kulüp olduğunu söyleyebiliriz.

    Union Club Nasıl Bir Kulüptü?

    Nurizade Ziya Bey’den başlayarak kurucularının siyasi ve toplumsal rollerini açıkladığımız Union Club, takımlar kurup, diğer kulüpler ile mücadele eden bir spor kulübü kimliğine sahip değildi. Ticari ve özel bir işletmeydi. Detaylarını belgeleriyle aşağıda aktaracağımız bu oluşum aynı zamanda İstanbul’da futbolun profesyonelleşmesi için atılan en büyük adımdı. Kulübün faaliyete geçmesiyle, bir anlamda spor kulüplerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasının da provası yapılmış oluyordu. Union Club’ın kurulma fikri Cemil Topuzlu’nun daha önceden sitemizde detaylarıyla yayınladığımız anılarına göre Bay Whittal’den çıktı. Bay Whittal, Cemil Paşa’nın evinde verdiği davette kendisine şunları söylemişti:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz”

    Görüldüğü üzere yukarıda yaptığımız “profesyonelleşme” ve “ticari işletme” vurgusu bu satırlarla doğrulanmaktadır. Bay Whittal ile Cemil Paşa’nın bu sohbetine tanıklık eden; Nurizade Ziya Bey, Arif Hikmet Paşa, Mehmed Rıfat Bey ve James LaFontaine, davetin ertesi günü tekrar bir araya gelip kulübün kuruluşunun maddi esaslarını görüştüler.

    1908’de Osmanlı Para Sistemi

    Union Club kurucularının karara bağladıkları maddi esaslara geçmeden önce dönemin Osmanlı Para Sistemi hakkında genel bilgilere yer vereceğiz. Şüphesiz bu bilgileri vermekteki amacımız, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasını sağlamak olduğu kadar, genel tarih yazıcılığında yer alan sebepsiz yüceltme ve alçaltmalara da karşı çıkmak olacak. 1900’lerin başında Osmanlı’da kullanılan paralar ve birbirine oranları şöyleydi. Temel birim olan 1 lira; 5 mecidiye / 100 kuruş / 4000 paraya eşitti. Union Club’ın kurulduğu yıl Cemil Topuzlu’nun maaşı 250 – 500 lira arasındaydı. Cemil Topuzlu’nun maddi kazançları üzerinden örnek vermek gerekirse, Osmanlı arşivinde karşımıza çıkan bir belgede 1903 yılında devletin Cemil Paşa’ya ait bir maden arazisini 3.500 lira bedelle satın aldığını biliyoruz. 

    Union Club Kuruluyor

    Cemil Paşa anılarında, kurucular toplantısında kulübü kuracakları yer olarak bugünkü Fenerbahçe Stadının olduğu yeri belirlediklerini ve Ülkedeki diğer tüm araziler gibi Padişaha ait olan bu arazinin alınması için bizzat devreye girdiğini söyler. Aynı toplantıda kulübü kurmak için 3000 liraya ihtiyaç olduğunu da belirlediklerini söyler. Bu rakamı kendi aralarında toplamışlardır. Kendisinin ve Arif Hikmet Paşa’nın 250’şer lira verdiğini, Nurizade Ziya Bey ve Mehmed Rıfat Bey’in ne kadar verdiğini hatırlamadığını, geri kalan paranın da iki İngiliz üye tarafından tamamlandığını belirtir. Bu “tamamlama” ifadesinden İngilizlerin Türklerden daha fazla para verdiklerini anlıyoruz.

    Cemil Paşa ertesi gün sarayın kapısını çalmıştır. Kendi deyimiyle  “O sıralarda Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi kabul ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim.” Ancak işler planlandığı gibi yürümemiştir. Cemil Paşa gibi düşünen çok kişi olduğundan bu dönemde kendisine gelen devlet arazilerinin satın alınmasına yönelik istekler karşısında bir denge sağlamaya çalışan Padişah stat arazisini vermek yerine uzun süreli  kiralanmasına izin vermiştir. Hatırlanacağı üzere, Fenerbahçe Tarihi’nde bu olaya ait belgeler ilk kez sitemizde yayınlanmıştı. Padişah Abdülhamit ile Cemil Paşa,  arazinin yıllık kiralama bedeli olarak 30 altın üzerinde anlaşmışlardı. Böylece, kulüp için gerekli arazi ve inşaat için gereken para temin edilmiş oluyordu. Union Club Kuruluş Nizamnamesi 7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nde yayınlandı. Bu belge ile kulübün yapısı ve üyelik sistemi ile ilgili detaylara ulaşmış oluyoruz.


    Union Club Kuruluş Nizamnamesi

    UNION CLUB
    Tesis tarihi: 1908
    Komite:
    Başkan: Mr.Whittal
    Kasadar: James LaFontaine
    İdare heyeti: Nurizade Ziya, Cemil Paşa, Rıfat Bey, James LaFontaine

    Union Club, atletik ve spor oyunlarının bütün çeşitlerinin gelişimi ve tanıtımı için ve bu sportif cereyanları icra etmek için uygun bir mecra sağlamak üzere Türk ve İngiliz centilmenleri tarafından tesis edilmiştir. Kulüp saha bina ve müştemilatı, Kadıköy Papaz Bahçesi’ne yerleştirilmiştir ve şunları içerir:

    1) 500 metrelik At yarışı ve Bisiklet parkuru
    2) Kriket, Futbol, Rugby, Hokey ve diğer sporlar için çim saha
    3) 1000 kişilik tribün
    4) Resepsiyon, özel balkonlar, restoran, bar, kart oyunları odası, özel soyunma odaları ve kulüp binası
    5) Tenis kortu
    6) Patenli hokey pisti
    7) Güreş platformu

    Kulüp, Eylül ayında bütün eksik işleri tamamlanarak kesin olarak açılacaktır. Şu anda devam eden çalışmalar açılış tarihine kadar bitirilecektir.

    Üyelik:
    A) Tam Üyelik: 2 lira giriş (ilk yıl için), 4 lira üyelik sözleşmesi – kulüp evi, tribünler ve saha kenarı için
    B) Normal Üyelik: 1 lira (ilk yıl için), 2 lira üyelik sözleşmesi – tribünler ve saha kenarı için
    C) Saha kenarı üyeliği sadece 1 lira

    Bütün sorularınız için icra ve idare komitesi sekreteri James LaFontaine’e başvurunuz.

    Görüldüğü üzere Union Club, sadece futbola değil, tüm spor dallarında faaliyet göstermek için kurulan ticari bir işletmeydi. Kulübe üç tip üyelikle giriş yapılabiliyordu.  Günümüzün sağlık ve sosyal kulüplerinin üyelik sistemine çok benzeyen bu sistem, Union Club’ı dönemin diğer kulüplerinden ayıran en önemli unsurdur.

    7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald and Eastern Express gazetesinden

    Saha Kiralanıyor

    Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuş süreci ikiye ayrılır.

    İlkinde, yaptığı maddi katkının karşılığını sahada başarı olarak alamaması belirlemiş, Başkanlığı bırakmış ve Union Club’ın kuruluşunda mesai harcamaya başlamıştır. Bu süreç 1910 yılına kadar devam etmiştir.

    Peki 1910 yılına kadar geçen sürede Başkan olmadığı yıllarda Nurizade Ziya Bey ile Fenerbahçe Kulübü arasındaki ilişki nasıldı?

    Bu süreçte Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkisini kesmediğinden eminiz. Ancak kulüp içerisinde aktif görev almadığı da bir gerçektir. Kendisinin başkanlığı bırakmasından sonra antrenman yapacak yer bulmakta zorlanan takımın, malzeme ve ekipman tedarikinde de sıkıntı çektiği kaynaklara yansımıştır.

    Kulüp üyeleri, Fenerbahçe’deki üyeliği devam eden Nurizade Ziya Bey’den yardım talep etmişlerdir. Bu yardım talebini karşılıksız bırakmayan Nurizade Ziya Bey, oyuncuların Union Club sahasında antrenman yapmaları için gereken meblağı, kurucusu olduğu Union Club’a ödemiştir. Bu meblağ Dağlaroğlu’na göre 17 lira, Nurizade Ziya Bey’in torunu Nazan Songülen Karakaş’a göre 20 liradır. Esat Nasuhi Baydar’ın 1913 yılındaki ifadesine göre, Fenerbahçe takımı bu sahada idman yapmaya başladıktan sonra İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştır.

    Fenerbahçe’den İstifa

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den istifa tarihi olarak Dağlaroğlu, 1910 yılını verir. Bu tarih Fenerbahçe’nin katıldığı İstanbul Futbol Ligi’ndeki 2. sezonuna işaret etmektedir. İlk sezonda aldığı 5.likten sonra, bu sezonda da takım başarısızlığını sürdürmiş, kötüleşen durum ile birlikte de Nurizade Ziya Bey, kulüpten istifa etmiştir.

    “Kötüleşen durum” ifadesinin altında yatan nedenleri maddiyata bağlamanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. Union Club’ın kurucularından biri ve aktif yöneticisi olarak Nurizade Ziya Bey’in bu dönemde Fenerbahçe’deki arkadaşlarının taleplerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim Nazan Songülen Karakaş’ın, “Ziya Bey’i darıltıyorlar ve Ziya Bey kulüpten ayrılıyor” ifadesi bu yargımızı desteklemektedir.

    İstifa edip kulüple ilişkisi kesildikten sonra kulübün içine düştüğü maddi sıkıntılar,  Nasuhi Esat Baydar’ın anılarında yer verdiği şu satırlarda gizlidir:

    “Fenerbahçe Spor Kulübü birkaç sene, yersiz ve yurtsuz kaldı. Beş kuruş aylık taahhütlerimiz ile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da (evlerimizin) misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız haline gelen bir semaverimiz vardı. Şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık.”

    Nurizade Ziya Bey’in başkanlıktan istifa etmesinden sonra Fenerbahçe, Ayetullah Bey başkanlığı altında yönetilmeye başlandı. Ayetullah Bey’in kulübü ayakta tutmak için gösterdiği çaba, Üsküdar Kulübü ile birleşme görüşmeleri; Kuruluş araştırmalarımızın sonraki bölümlerinde ele alınacak konulardır.

    Şimdi Nurizade Ziya Bey’in hayatının sonraki yıllarına göz atalım. Bu yıllar, siyasi kimliği ve sosyal statüsü hakkındaki önermelerimizi desteklemesi açısından gayet önemlidir.

    Yeni Belgeler

    Fenerbahçe Tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın açılışından bir kaç yıl sonra Fenerbahçe’ye döndüğü ancak herhangi bir görev almadığı yazılmaktadır. Cemil Paşa’nın Union Club’ın beklenen geliri getirmemesi ve Balkan Savaşı’nın ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kulübün el değiştirmesine yönelik ifadeleri bu bilgiyi desteklemektedir. Nitekim Fenerbahçe 1912 yılında ilk şampiyonluğunu almış, ayakları üstünde duran bir kulüp haline gelmişti. Döneme ait herhangi bir kaynakta Nurizade Ziya isminin geçmemesi, 1910 yılında yaşanan kırgınlığın izlerinin sürdüğünün bir göstergesidir.

    Nurizade Ziya Bey’in ismine 1910 yılından sonra ilk kez 1918 tarihli bir belgede rastladık. Bu belgede Nurizade Ziya Bey, Almanya’nın Frankfurt şehrine eğitim almak için gittiği belirtiliyordu. Belgede dikkat çekici nokta, Duyun-u Umumiye idaresinde memur olarak göreve başlayan Nurizade Ziya Bey’in artık “müfettiş” olduğuydu.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    9 Mart 1921 tarihli Evening Mail gazetesinden

    Londra Konferansı’nda

    Almanya’dan yurda ne zaman döndüğünü bilmesek de Dağlaroğlu’nun dile getirdiği 1921 yılında gerçekleşen Londra Konferansı’na katıldığı bilgisine sahiptik. Yukarıda göreceğiniz belge ile hem bu bilgiyi doğrulamış, hem de Nurizade Ziya Bey’in birkaç faaliyetini daha gün yüzüne çıkarmış oluyoruz. Evening Mail Gazetesi arşivinden elde ettiğimiz bu belgede, Kurtuluş Savaşı sürerken Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti adına katılan heyette yer alan Nurizade Ziya Bey’in bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamada Nurizade Ziya Bey, konferansa gelmeden önce üzerinde tartışma yaşanan bir mesele için Samsun ve Trabzon’a seyahatler yaptığını dile getiriyor. Açıklamasının altındaki imzadan heyetteki görevinin “Secretary” yani “Katiplik” olduğunu anlıyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    Suna ve İnan Kıraç Vakfı (İstanbul Araştırmaları Enstitüsü) arşivinden.

    Fenerbahçe’deki Son İki Fotoğrafı

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe Kulübü ile olan ilişkilerinin 1910’dan sonra mesafeli olduğunu ve kulüpte herhangi bir görev almadığını biliyoruz. Bugüne kadar yaptığımız kaynak taramalarında kendisine ait iki fotoğrafa rastladık. İlki Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde adı İttihat Spor olarak değişen Union Club Sahasında yaptığı konuşma sırasında çekilen (yukarıdaki) fotoğrafı. Bu fotoğrafın hikayesini geçtiğimiz hafta yayınladığımız Refet Paşa’nın Fenerbahçe’yi Ziyaretiyazısında yayınlamıştık.

    Son olarak 1923 yılındaki Fenerbahçe – Slavya maçı öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşarak araştırmamızın sonuç kısmına geçiyoruz. Bu fotoğrafta “Fenerbahçe Kurucusu” olarak tanımlanan Nurizade Ziya Bey, dönemin Fahri Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile görülmektedir.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    24 Temmuz 1339 (1923) tarihli Spor Âlemi dergisinden.

    Sonuç

    Türk Spor Tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalarımızı bu eksikliği gidermek üzerine yoğunlaştırmamızın nedeni de erken dönem futbolun siyasetle olan ilişkisinin yadsınamaz boyutta oluşudur. Cumhuriyet döneminde ise bu ilişkinin, kulüpler ve siyasi iktidarlar için, karşılıklı fayda sağlama gibi amaçlar güttüğü ortadadır.

    Ancak Fenerbahçe Tarihi özelinde yapılan “Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki Partisi’ne dayanarak var olduğu” yargısı dayanaksızdır. Çünkü Fenerbahçe’yi kuran kadro, İttihat ve Terakki’yi meydana getiren  felsefeden gelmiştir. Araştırmalarımızı Tanzimat dönemine  dayandırmamızın sebebi de budur. Zira kurucular yalnızca dönemin şartları gereği bu ilişkiyi kurup, geliştirmemişlerdir. Felsefeleri, Jön Türk hareketinin yarım yüzyıl içerisinde gelişen düşünüşleri ile paraleldir.

    Nurizade Ziya Bey’in Batıcılığı ile Enver Hoca’nın Türkçülüğünün, “Jön Türk” ve devamında “İttihatçı” hareket içerisinde karşılığı vardır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki döneminde desteklenmesinin nedeni, kurucularının felsefesinden kaynaklanmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu bu önermemize net bir örnektir. İngiltere ile ilişki kurmak isteyen parti yönetimi Nurizade Ziya Bey aracılığı ile bunu gerçekleştirmeyi amaçlamış, Mehmed Rıfat Bey örneğinde de görüldüğü gibi başarılı da olmuştur. Selim Sırrı Tarcan da Nurizade Ziya Bey’in aktif bir İttihatçı olduğunu söylemektedir. Bu yargılarımız, Nurizade Ziya Bey’in Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara Hükümeti’ne verdiği diplomatik katkıyla da desteklenmektedir. Henüz belge ve kaynaklar ile doğrulanmasa da; Nurizade Ziya Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ankara’da oturduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile yakın ilişkide olduğuna dair ortaya atılan tezler de bulunmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu, eksikliğini vurguladığımız tarih yazıcılığının içerisinde değerlendirilebilecek meselelerden birisidir. Genellikle “Nurizade Ziya Bey ve birkaç İngiliz arkadaşı tarafından kurulduğu” yazılan bu işletmenin, ortaya çıkan belgeler ve yeniden değerlendirilen kaynaklardan sonra Türklerin çoğunlukta olduğu bir heyet tarafından kurulup, yönetildiğini bugün ortaya koymuş bulunuyoruz. Sermayesinde Türklerin ve Fenerbahçe kurucularından Nurizade Ziya Bey’in payı olan bu kulübün inşa ettiği stadın, Şükrü Saracoğlu döneminde Fenerbahçe’ye verilmesi, sadece Saraçoğlu’nun Fenerbahçeliliği ya da İttihatçı gelenekten gelmesi ile açıklanamaz.

    Fenerbahçe Stadı’nın temelinde kurucusunun sermayesi vardır.

    Barış KENAROĞLU

  • Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-V

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-V

    “Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları” serisinde beşinci bölümdeyiz. 1940’lı yıllar, Fenerbahçe’nin Milli Küme şampiyonluğu ile başladı ve öylece devam etti. Tabii birbirinden ilginç olaylar yaşanmaya devam ediyordu..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları; önceki bölümler

    Birinci Bölüm
    İkinci Bölüm
    Üçüncü Bölüm
    Dördüncü Bölüm


    Haydarpaşa Lisesi Sahaya İniyor

    1938 senesinde İstanbul’da Liseler Arası Şampiyonası tertip edildi. Çünkü talebelerin kulüplerde oynamaları yasaklanıyordu. Nihayet Haydarpaşa Lisesi bu ligin en kuvvetli takımı olarak finale doğru gidiyordu. Takımda 5 adet Fenerbahçe’li futbolcu vardı. Taksim’deki maça Haydarpaşa Lisesi talebeleri tam kadro gitmiştik.

    Maçın ikinci devresinde Küçük Fikret o zaman Galatasaray’da oynayan Bek Salim’i bir çalımla geçti ve golü attı. Hakem Ahmet Adem golü vermedi ve “orada golden evvel faul var” dedi. Tam o sırada Salim’le Fikret el kol hareketiyle takışıyorlardı. İşte o anda Çamur Şevket lakaplı bir talebe “Haydarpaşa Lisesi sahaya” diye bağırdı ve bütün talebe hakemin üstüne yürüdü. Hakem Ahmet Adem belki 100 kilo gayet mukavim yapılı biri idi. Fakat on dakika içinde hastanelik oldu. Tabi Salim de biraz nasibini aldı.

    Fakat 3 gün sonra müfettişler gazete resimlerinden ve bazı Işık Liselilerin çektiği fotoğraflardan tespit ettikleri talebeleri disiplin kuruluna verdiler. Kavgaya girenlerin pozisyonlarına göre ve hakem ve rakip oyunculara tekme veya yumruk atma şekillerine göre 15 gün ile 3 gün arasında değişen tardı muvakkat ile cezalandırıldılar.

    Benim iki yerde resmim olduğu için bir hafta tardı muvakkat aldım. Fakat hala Küçük Fikret’e “Sen nasıl ceza almadın?” diye sorar dururum.

    Tabi Fikret’in arkasında Haydarpaşa Lisesi Müdürü Saffet Şavlı vardı. Sonradan talebelerini kulüplerde oynama yasağı olan yüzkarası karar kalktı ve Haydarpaşa Lisesinden Fikret Kırcan, Sabri, Tarık, Kuş İrfan gibi talebeler Fenerbahçe kulübünde top oynadılar.

    Saracoğlu’nun İstifası

    1939 yılının Fenerbahçe için çetin hadisesi Kulüp Reisi olan Sayın Şükrü Saracoğlu’nun istifa etmesi olayıdır. O zaman bizim içimizde burnundan kıl aldırmayan ikinci bir Melih daha vardı. Babası Bal Mahmut hem Saracoğlu’nun hem de Celal Bayar’ın çok yakını idi. Kulüp başkanının istifa ettiğini öğrenmiştik. Sonra ne oldu ise Şükrü Saracoğlu tekrar başkan olmuş ve bizim Melih’in babası Mahmut Baler idare heyetine girmişti.

    1939 senesi sonunda kongre olmuş. O zaman evlere mektup falan yazılmazdı. Gazetede kongre ilanı yazısı çıkar ve kulübün ahşap binasının kapısına da ilan asılırdı.

    Kongre olmuş ve yeni idare heyeti seçilmişti. Ama Fenerbahçe ligde 5. olmuştu. Yalnız bizi teselli eden Ankara Demirspor’un şampiyon olması sebebiyle kahvede ve vapurda Galatasaraylıların seslerinin kısılması idi. Hele Kova Osman’a Demirspor’u biz şampiyon yaptık. Siz olamayasınız diye takıldıkça küfürleri bize iltifat gibi gelirdi.

    O sene kadar kötü bir yılı hatırlamıyorum. Talebelerin spor kulüplerinde oynama yasağı Kaleci Hüsam’ın futbolu bıraktı zannettiğimiz 1 aylık boykot cezası. Bek Muzaffer ağabeyimin kaleci oynayarak her maçta gol yemesi, idare heyetinin ikiye bölünmesi yani bir kısmı eski kurucular veya eski ağabeyler bir kısmı da futbolcuları tutanlar.

    Fakat hatırladığıma göre o sıralarda Güneş Kulübü kapandı ve bize Cihat, Boncuk Ömer, Melih Kotanca, Adnan, Rebii gibi yıldızlar transfer oldu. Adnan maalesef çok talihsiz bir şekilde hastalandı. Zannederim ayağı kangren oldu ve vefat etti.

    1940’lı Yıllar Gelip Çattı

    İşte 1940 yılında yepyeni bir Fenerbahçe sahaya çıkıyordu.

    Ayrıca Fenerbahçe atletizmde de harikalar yaratıyordu. Haydarpaşa Lisesi Müdürü Saffet Şavlı’nın fevkalade sportmen birisi olması Türkiye’ye pek çok yıldız futbolcu ve yıldız atletler hatta voleybolcular yetişmesine vesile olmuştur.

    Bir gün okulun dahili radyosunun mikrofonlarından Atletizm yapmak isteyen talebelerin Muallim Muavini Nazmi Tüfekçi’ye isimlerini kaydettirmeleri suretiyle antrenman gün ve saatlerinde izinli sayılacakları ve bu atletlerin Fenerbahçe Spor Kulübü ile yapılan anlaşma gereğince kulübün Atletizm pistinden ve antrenörlerin den yararlanacakları anons edildi. İşte o sene 100 ve 200 metre Türkiye ve Balkan şampiyonu olan Muzaffer Baloğlu ile beraber bir çok şampiyon atletler Türkiye’ye kazanıldı. Tabi bu arada ben de dahil olmak üzere pek çok talebe atletizm yapmak üzere isimlerimizi yazdırıp Fenerbahçe Stadı’na gittik. Ben 1500 metre koşmak istediğimi söyledim ve beni Rıza Maksut’un gurubuna verdiler. Antrenmana başladık. Bu 1500 metre denen mesafe üç gün koşsan bitmeyecek kadar uzun geldi. Sonra 800 derken biz bu işi erbabına bırakarak gene mektebe Fizikçi Sarı Kenan’ın kucağına düştük.

    Şampiyon Fenerbahçe ve Bir Boykot

    Fenerbahçe’ye gelince, 1940 yılı milli lig şampiyonu olduk. Hele her takımın baş belası olan Vefa’yı kavga dövüş 4-3 yendiğimiz maç başımıza büyük bir dert açtı.

    Maçın başında iki sıfır galip durumda iken Vefa’lı bir bek Melih’i öyle bir biçti ki Melih 5 dakika dışarıda tedavi oldu ve sahaya kafası sargılar içinde döndü. Ve bir ara Melih o sargılı kafası ile bir kafa topunda iki Vefalı beki birden sedyelik etti. Maç durdu. Melih maçtan atıldı ama biz dördüncü golü atınca havalara uçtuk.

    Sonra öğrendik ki Melih’e 9 ay boykot vermişler. Biz de Acem’in kahvesinde Boncuk Ömer, Taka Naci, Melih Kotanca karesinde pişpirik çalımlarını ilerletmeye koyulduk. Ancak Melih bütün gücü ile atletizme yöneldi. 100 metreci, 400 metreci, ciritçi derken Dekatloncu bir şampiyon Melih oldu. Dünya 400 metre üçüncüsü Mandikas’ı geçti. Bir günde 5 müsabaka kazanan bir rekortmen oldu.

    Her ne olursa olsun Melih Kotanca’nın yokluğu her maçta belli oluyordu. Aynı zamanda hem asker futbolcular hem talebe olanlar kulüplerde oynayamadıkları için Fenerbahçe’nin kadrosu 22 kişiye düştü ve neticede averajımızın çok iyi olmasına rağmen 1 puan farkla şampiyonluğu Beşiktaş’a kaptırmıştık.

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları / Devam Edecek

  • Bir Çağın Kapanışı

    Bir Çağın Kapanışı

    16 Mart 1934 tarihinde başlayan Şükrü Saracoğlu’nun Fenerbahçe başkanlığı, tam 16 yıl sonra 15 Ekim 1950’de sona erdi. Her ne kadar Şükrü Saracoğlu, 1953 yılı sonundaki vefatına kadar “Fahrî Başkan” olarak kaldıysa da Ekim 1950 kongresi, Fenerbahçe’de bir çağın kapanışı oldu. Aşağıdaki yazı Dr. Rüştü Dağlaroğlu tarafından, bu kongreden hemen sonra Öz Fenerbahçe dergisinde kaleme alınmıştı. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Çağın Kapanışı

    Fenerbahçe Kulübü geçen Pazar fevkalade bir kongre aktetti. İdare heyetine sunulmuş bir takrir neticesi kulübe çağırılan Fenerbahçeliler, tarihimizde rekor teşkil edecek bir kalabalıkla, bu davete koştular. Dört ay önce yapılan senelik kongreden tam üç misli bir aza kitlesinin katıldığı bu topluluğun hafızalarımızda da, bir çok hususiyetlerle dolu, unutulmaz ve mesut bir hatıra olarak kalacağı şüphesizdir.

    Fenerbahçe Kulübü, derece derece, her Fenerlinin emeğini taşıyan, onların gönüllerinden birer parça bulmuş medarı iftihar bir varlığımızdır. Onu korumak, yükselmesine mani engelleri bertaraf etmek, şikayet ve ıstırap mevzularını silip atmak, her Fenerbahçeli için bir hak olduğu kadar vazife ve vecibedir de… İşte, bu aziz yuvanın son toplantısında görülen ve yaşanan manzara ve hadiseler kulübümüz muhitinin bu vazife ve vecibeyi bihakkın kavramış ve onun icaplarına uymaya kitle halinde hazır olduğunu, en gencinden en yaşlısına kadar ispat etmiştir.

    Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi Enver Bey’den, en yaşlı azamız 84’lük doktor Hamit Hüsnü’den ve en emektar idarecimiz meşhur Elkatipzade Mustafa Bey’den tutun da, 5 yıllık üye şartını henüz iktisap etmiş gençlere kadar, geçen Pazar lokalimizde yaşanan 6 saatlik toplantı, sarsılmaz Fenerbahçe birlik ve bağlılığının en son ve kuvvetli bir tezahürü olarak karşımıza çıkmış bulunuyor.

    Ulvî Dava Fenerbahçe

    Ben, çok uzun yıllardan beri bu derece muazzam ve heyecanlı bir Fenerbahçe topluluğunu 15 Ekim 1950 Pazar günü gördüm. Enver ve Mustafa Beyleri bir Fenerbahçe kongresinde, hiç değilse son 20 yıldan beri, ilk defa o gün hazır buldum. Camiamızın birliğimize karşı harareti gittikte artan bu muhabbeti karşısında sevinmek hepimiz için bir hak olmuştur. Övünelim ve yarına emniyetle bakalım.

    Bu emniyeti kuvvetlendirici diğer bir nokta da, Fenerbahçe muhitinin gençliğe karşı gösterdiği çok yerinde ve yüksek güvendir. O gün seçilen 7 kişilik yeni heyetten 5’ini, kulüp mukadderatına ilk defa olarak el koymuş, gençler teşkil etmesi bu itimadın en kuvvetli bir örneği oldu.

    Yaratılan bu büyük inkilâp karşısında her Fenerbahçe mensubuna bir vazife düşüyor: Faye aynı vicdan da bir olduktan sonra, davayı el birliği ile ve gayretle hedefe doğru ilerletmek noktasında temerküz edecek edecek bu vazifeden tek bir Fenerlinin uzak kalacağını akla getirmek hata olur.

    Hepimiz için tek huzur imkanı, bu ulvî davada hedefimizin böylece yalnız ve yalnız (Fenerbahçe’nin menfaati) olduğunu idrak ve kabul etmektir. Bunda ise müttefik bulunduğumuza göre, istikbal elbette Fenerbahçelilerin olacaktır.

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu


    Bilgi Notu :

    Bir çağın kapanışı olan 15 Ekim 1950 kongresinde seçilen idare heyeti şu isimlerden oluşuyordu :

    Rüştü Dağlaroğlu, Kamuran Tekil, Cihat Arman, Osman Kavrakoğlu, Muhtar Sencer, Ethem Şahinoğlu, Hayrullah Güvenir

  • İbrahim İskeçe

    İbrahim İskeçe

    Fenerbahçe’nin dört sene üst üste Türkiye Şampiyonu olan efsane kadrosunun golcülerinden biriydi, İbrahim İskeçe… 1997 yılında vefat ettikten iki gün sonra, 23 Temmuz 1997’de takım arkadaşı Halit Deringör, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde onu yazdı. İkisi de nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İbrahim İskeçe

    1941 yıllarının Fenerbahçe’sinden sağ açık Küçük Fikret, saç iç İbrahim İskeçe ve ben kaldım… O yılların tüm yıldızları, teker teker sönüp kaydılar… Evvelsi gün de sağ iç İbrahim İskeçe de onlara katıldı… Küçük Fikret ile ben kaldım.. Hangimiz perdeyi kapatacak bilemiyorum.

    Hepsinin arkasından da yazmak bana düşüyor. Sonuçta; herhalde bizim için de yazacak biri olacak!

    İskeçe, 1938 yıllarında, Yunanistan’da sınav kazanıp değiştirme usulü ile Haydarpaşa Lisesi’ne gelmişti. Gerçekten, çok zeki ve çalışkandı. Her zaman okulda derece alır ve bu suretle de yatılı okuma hakkını elde ederdi.

    Liseyi bitirdiği günlerde bir Fenerbahçe-Beyoğluspor takımı ile özel bir maç sırasında İskeçe’yi izleyen rahmetli Başbakan Saracoğlu çok beğenmişti. Ancak İskeçe’nin lisanslı olması için Türk vatandaşlığına geçmesi gerekiyordu. Ertesi gün rahmetli Başbakan Saracoğlu yarım saat içinde Bakanlar Kurulu kararı ile İskeçe’yi Türk vatandaşlığına geçiriyor. İskeçe de lisanslı olarak ilk adımını atıyor.

    İskeçe’nin, Fenerbahçe’deki futbol yaşamı 1941’den 1948 yılına kadar devam ediyor. Bu süre içinde 124 maç oynuyor ve de 61 gol atıyor. İnce, zarif, titiz ve teknik bir futbolcuydu. Futbol için estetik bir fiziği vardı.

    Futboldan daha önemlisi de bu süre içinde okuyup tıp doktoru olmasıdır. Ankara Numune ve Şişli Etfal Hastanesi’nde hocalık yaparak da ülkemize birçok doktorun yetişmesine neden olmuştur. Şişli Etfal Hastanesi’nde bir kliniğe İbrahim İskeçe ismi de verilmiştir.

    Federasyon Başkanlığı

    İskeçe, 1980 önceleri iki kez Federasyon Başkanlığı yaptı. Birincisinde ben de onun danışmanı olmuştum. Birlikte çalışmıştık. Bir Altay-Fenerbahçe tartışmalı maçı sonrası, Fenerbahçe’ye 2 maç saha kapatma cezası vermiştik de İbrahim, karar sonrası, yandaki odaya girip gözyaşlarını tutamayıp ağlamıştı. Bunu hiç unutmam.

    İskeçe daha sonraları, birkaç kez de Fenerbahçe Başkanlığı’na aday gösterilmişse de kendi arzusuyla adaylıktan çekilmişti. Fenerbahçe Divan Kurulu ve Onur Kurulu üyesiydi.

    Son günlerde, gücü kaybolmuş ve omuzları düşmüş, konuşmakta zorluk çekiyor. “Neyin var?” diye sorduğumda “Hastayım” demişti. “O halde kendini bir hekime göster” deyince güldü. “Gösterdim, hiçbir şey yok. ‘Beyninde ufak bir noktacık var’ dediler”

    “Görkemli İbrahim’e ne olur ki bu noktacık” deyip, moralini düzeltmek istedim.

    İşte İbrahim İskeçe’den geride kalan onurlu bir yaşam… Ne yazık ki okul ve takım arkadaşımın son yolculuğunda bulunamadım ve bu acı haberi seyahat dönüşü okuduğum bir gazeteden öğrendim. Ruhu şad olsun.

    Halit Deringör / 23 Temmuz 1997 – Cumhuriyet Gazetesi (İbrahim İskeçe)

  • Ali Muhiddin Hacı Bekir

    Ali Muhiddin Hacı Bekir

    1934-1950 yılları arasında Şükrü Saracoğlu’nun başkanlığı altında kurulan Fenerbahçe yönetim kurullarında görev alan Ali Muhiddin Hacı Bekir, 28 Aralık 1950 tarihinde Fenerbahçe Başkanı oldu ve tam 2 sene boyunca bu görevi yürüttü. Aşağıda başkanlığa gelişinin hemen ardından Halit Kıvanç‘ın kendisiyle yaptığı röportaj var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ali Muhiddin Hacı Bekir

    • Evet, insan bazen çok sevdiği, hayranı olduğu sevgilisinden bucak bucak kaçmak ister. Kaçar kaçar, çünkü korkusu büyüktür. Tekrar tutulmak, daha derin bir aşka müptela olmak…

    Şu anda o sevgilinin kolları içinde bulunan Ali Muhiddin Hacı Bekir’in sözünü keserek:

    • Fakat, diyorum, siz kaçmak istedikçe o sizi kovaladı. İşte nihayet iki aşıkın kucaklaşma sahnesini büyük sevinçle seyrediyoruz.

    “Fenerbahçe” ve “Ali Muhiddin…”

    Bu iki ismin birbirinden ayrılmasına, bu iki sevgilinin Kadıköy’ün şirin bir köşesinde saadet içinde yaşamaktan uzaklaşmasına imkan var mı?

    Sarı-Lacivertlilere zevkli bir bayram yaratan, 1951’in ilk uğur ışığı olan haber hepimizin malûmuydu artık :

    Ali Muhiddin Hacı Bekir, Fenerbahçe Kulübü reisi oldu. O’nu takdik ve tarif mi? Bunu başarabilecek bir edip, yazacak bir kalem her şeyi ifade edebilir mi acaba?

    “Fenerbahçe’nin Ali Muhiddin’i” İşte!

    Taksim’deki evinde samimi bir hasbihaldeyiz. Cihat Arman’la ikimize:

    • Bendeki kulüp hastalığı gene nüksetti. Fakat itiraf da edeyim ki, Fenerbahçe’nin hizmetinde tekrar vazife almaktan dolayı duyduğum memnunluk sonsuz. Çünkü bu öyle büyük bir şereftir ki…

    Sualli cevaplı klasik röportaja kaçmaya zaten imkan kalmıyor. Muhterem reisimiz;

    • Uzun zamandır maça gitmiyorum, diye anlatıyor… Çünkü sarı-lacivertli formayı sahada görür görmez yeniden hastalanacağımı gayet iyi biliyordum. Buna rağmen gazeteler ve radyo da beni her an sevgili Fenerbahçeme ulaştırıyordu. Fenerbahçe’nin sıcak, samimi, temiz havası, asil ruhu insanı içine aldı mıydı, hiç farkında bile olmazsınız.

    İdare vazifesinden uzak kaldığı sıralarda da her an kulübünü düşündüğünü ifadeye çalışan Ali Muhiddin:

    • Artık, diyor, kulüpler eski zihniyet ve metodlarla idare edilemez. Reform lazımdır, reform. Mesela Fenerbahçe’nin muazzam bir güreş şubesi niçin olmasın? Boksta sarı-lâcivert renkleri taşıyarak dövüşen şampiyonlarımız niçin bulunmasın? Herhalde kulüpte bazı yenilikler yapmak şarttır.
    • Ümidiniz?
    • Büyük
    • Gayeniz?
    • Fenerbahçe…

    Hoş Geldin

    Birden Cihat’a dönerek;

    • Bir futbolcunun, daha doğrusu bir sporcunun muvaffakiyeti, diyor, idari mülahazalardan uzak kaldığı derecede artar. Sen eski bir futbolcusun, bunu daha iyi takdir edersin. İdari samimiyet, spor sahası dışındaki dostane hava tam olunca takım da zaferden zafere koşar. Benim tek gayem, Fenerbahçe camiasının bölünmesi imkansız bir bütün olduğunu herkese ispat etmek…

    Bu sırada kızı Alye Hacı Bekir’in elinde bir fotoğrafla geldiğini görüyoruz. Senelerce evvel Ali Muhiddin’in idareci olarak sahada göründüğü bir resim bu! Hepimizden önce kendisi alıp uzun uzun ve zevkle seyrediyor. Sarı-Lâcivert renklerle gene yan yana bulunacağını düşünmek, Ali Muhiddin’i mesut ediyor şimdi. Duyduğu memnunluk yüzünden okunuyor. Resmi bize uzatırken:

    • Ne güzel günlerdi onlar, diyor ve hemen arkasından da ilave etmeyi unutmuyor: İnşallah bundan sonra daha güzellerini de göreceğiz. Hepimiz bir tek kafa gibi düşündükçe, bir tek vücut gibi hareket ettikçe zafer de, kupa da, şampiyonluk da bizimdir evvel Allah.

    Şerefli Fenerbahçemiz yirminci asrın ikinci yarısına “bölünmez bir kale” olarak giriyor. Civarına yağmur yağabilir, etrafında şimşekler çakabilir, fakat sarı-lâcivertli yuva her zaman genç ve dinç olarak ayakta duracaktır.

    1951’in hepimiz için hayırlı olmasını dilerken sevgili reisimiz Ali Muhiddin Hacı Bekir’e “Hoş geldin” diyoruz. Mamafih bu “hoş geldin” biraz da fuzuli ya… Çünkü o idarede olmadığı zamanlarda bile her an içimizde bulunuyordu.

    Halit Kıvanç – Öz Fenerbahçe

  • Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-IV

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-IV

    “Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları” serisinde dördüncü bölümdeyiz. Süreç 1938’e doğru ilerliyor. O sene Fenerbahçe, Türkiye Futbol Federasyonu ile büyük bir anlaşmazlığa düşüyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Naci Barlas’ın Hatıraları-I
    Naci Barlas’ın Hatıraları-II
    Naci Barlas’ın Hatıraları-III


    Kulübe Üye Oluyorum

    Nihayet Fenerbahçe’de top oynama çağına gelmiştim. Eminönü’nde bir mağazadan top ayakkabısı satın aldım ve aile dostumuz olan Arif Sporel’in yardımı ile Fenerbahçe yıldız takımına alındım. Antrenörümüz o tarihte Fenerbahçe takımında sağ iç oynayan Esat Kaner’di. Haftada bir de Herr Schveng gelir ve antrenmanı durdurur bize çift kale yaptırırdı.

    Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bir gün gene Herr Schveng’in gelip çift kale yaptırdığı bir antrenmanda maçı durdurdu beni yanına çağırarak “Yok çocuğum top oynamak. Var sen dans yapmak” dedi. Ve beni takımdan çıkarıp soyunma odasına gönderdi. O zaman malzemeci Cemil efendiyi bularak soyunma odasını açtırdım. O zamanlarda antrenmanlarda formaları kulüp verirdi. Ben o formayı Cemil efendiye vermeyip aldım, eve getirdim.

    Birkaç gün sonra mahalle arkadaşım olan Melih’le (Galatasaray Sultani’sinde okuyordu fakat Fenerbahçeli idi. Sonraları Fenerbahçe kulübünde tenis şampiyonu oldu) kulübe gittik. O tarihte kulüpte 2 adet tenis kortu vardı. Zaten Melih tenis meraklısı idi. Ben de bizim yıldızlar takımını seyretmedim. Tenis oynayanları seyrettim. O sırada Arif Sporel tenis oynuyordu. Beni gördü ve niçin burada olduğumu sordu. Ben de durumu söyledim. İsmi Lambo olan stad bakıcısına, şimdi ismini hatırlayamadığım, zannederim ismi Suat olan ağabeyimizi çağırdı ve kulübe kaydımın yapılmasını söyledi. Zaten yıldız takıma kaydolurken Resim ve Nüfus Kağıdı ve ikamet teskeresi vermiştik. Ben bu suretle 1938 senesinde Fenerbahçe Kulübü üyesi oldum.

    Bunları şunun için söylüyorum. Bu anıları anlatan kimsenin nasıl ve ne zaman Fenerbahçeli olduğunu bilmenizi istediğim içindir. Düşünün 17 yaşında kulüp üyesi oluyorum ve 18 yaşında kongreye girme hakkı kazanıyorum ve 18 yaşında ilk defa kulüp başkanı ile bir salonda (salon dediğimiz yer en çok 40 kişi alan kulübün altındaki yerdi) arkalarda bir yerde Abdülhamit Şinasi ve ağabeyi Haldunla oturuyorduk.

    Kongreler

    Kongredeki bütün dikkatimle ve hayranlığımla Fenerbahçelileri seyrediyordum. Evde “Kongrede ne oldu” diye soranlara çok büyük adamlar geldi. Hepsi çok şık ve gravatlı idi. Fenerbahçe’yi konuştular ama ben onları seyretmek ne konuştuklarını anlamadım. Yalnız bir defasında Haldun elini kaldır diye dürttü. Sonra da bir defa daha ellerimizi kaldırılmasını istediler ( o zaman bu oylamanın adı iş’ari rey idi) sonunda Atatürk Mustafa Kemal Paşamızın da adı geçti ve kongre bitti. Dışarıda (sonra adı Saatçi Melih olarak bilinen) Melih ne oldu dedi. Ben de Şükrü Saracoğlu başkan oldu dedim.

    1938 senesi Fenerbahçe için en enteresan hadiselerle geçen bir yıldır. Şöyle ki o yıl adı Milli Küme olan bir organizasyon kuruldu. Milli Küme kurulunca maçlar daha enteresan hale geldi. Çünkü Milli Küme Ankara ve İzmir takımlarının da iştirakiyle oynanıyordu. Fenerbahçe her hafta cumartesi ve Pazar gününe rastlayan Fenerbahçe maçlarını kendi sahasında oynamak istedi. Zira Kadıköy’de hiç maç oynanmıyor ve Fenerbahçe hep deplasmanda oynuyordu. Biz bir Pazar günü stada gittik. Takım sahada bekliyordu. Karşı takımdan hiç kimse gelmeyince maç tatil edildi zannettik. Meğerse maç Taksim’de imiş ve biz hükmen mağlup sayılmışız. Müteakip haftalarda da bu şekilde bir takım karışıklıklar oldu. Yani sizin anlayacağınız biz maç seyredemez olduk. Daha sonra daha fecisi oldu. Fenerbahçe milli kümeden ihraç edildi. Hatta Fenerbahçe’nin hiçbir kulüple özel maçlar yapması da yasaklanmıştı.

    Büyük Anlaşmazlık

    Bunun üzerine Fenerbahçe kulübü futbol şubesini kapattı. Komşunuz olan Bek Fazıl kulübe küstü. Bir gün Niyazi Sel ağabeyimiz gelip Fazıl’ı evden götürdü. Niyazi Sel’e itiraz edilemezdi çünkü hem takımın en yaşlısı hem de çok ciddi hali olan birisiydi. Meğerse Federasyon (o zamanki adını bilmiyorum) bizi tekrar kümeye almış ve maçların Fenerbahçe Stadı’nda oynanmasını kabul etmiş. Ancak yönetim kurulu futbol şubesini kaptığı için takımın lisanslarını vermiyormuş.

    Biz ilk maçımızın bizim sahada Vefa ile oynanacağını malzemecimiz Cemil Efendinden öğrenince hemen Altıyol ağzında meskenimiz olan Gülüm’ün Kahvesi’ne koştuk. Orada Kamalı Nazif, Şinasi, Bodur Ahmet, Kafa Kemal pişpirik oynuyorlardı. Maç bizim sahada Vefa ile oynanacak diyince o zaman Fenerbahçe Genç veya ikinci takımında oynayan Şinasi ve Kamalı Nazif itiraz ettiler. Lisanslar yok ve kulüp futbolu kaldırdı dediler. Aradan bir müddet geçti. Fatin Soydaner kahveye geldi “Ne oturuyorsunuz aptallar sahada maç var. Herkes maça gidiyor” dedi. Nazif hemen karşıdaki Eczacı Namık’a koştu ve öğrendi ki Necdet maçı oynuyoruz demiş ve maça gitmiş. İşin garibi bize bu haberi veren Fatin hariç hepimiz dünya sürat rekoru kırarak stada koştuk. Maça nasıl girdiğimizi bile hatırlamıyorum.

    Maça girdik fakat maç bir türlü başlamıyordu. Bir aralık Büyük Fikret gitti geldi. Vefalılar kendi aralarında antrenman yapıyorlardı. Bizim futbolular bir köşede toplu olarak oturmuşlar bekliyordu. Nihayet maç başladı ve yüreklerimiz ağzımızda zar zor güç bela maçı 1-0 kazandık. Akşam Naci Bostancı kahveye geldi. Meğerse maçı lisanssız oynamışız ve Ankara kabul etmiş. Ertesi gün daha feci bir durum oldu. Necdet abi Vefa maçına çıkan futbolcuların kulüpten ihraç edildiklerini söyledi. Kulüp dağılıyor zannettik. Zaten Pazartesi mektep başladı. Ben o zaman Haydarpaşa Lisesi 1. sınıfta idim. Küçük Fikret benden bir yaş büyüktü ve 11-C’de oynuyordu. Fikret aynı zamanda Haydarpaşa Lise Takımı’nda oynuyordu. O devrin futbol tarihine geçen bir Işık Lisesi maçını hatırlayan pek az insan kalmıştır.

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları / Devam Edecek

  • Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-III

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-III

    “Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları” başlığında ilk iki bölümü yayınlanmıştık. Sıra üçüncü bölümde… 1930’lu yıllarda ilerliyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Naci Barlas’ın Hatıraları-I
    Naci Barlas’ın Hatıraları-II


    Fenerbahçe’nin Yeni Futbol Sahası

    Bir müddet sonra zannederim bir sene sonra ki ben ortaokula gidiyordum. Fenerbahçe yeni bir futbol sahasına taşındı.

    Yeni stada taşındıktan sonra antrenör Schveng’in antrenmanları bizim bazen mektebi bile asmamıza neden oluyordu.

    Nitekim bizim Kadıköy İskelesi’ne koşmamız ve maçları kazanmamız da bütün şiddetiyle devam ediyordu.

    Hatta bir Beşiktaş maçını kazandığımız haberi gelmişti. Hemen vapur iskelesine koştuk. Fakat takım bir türlü gelmiyordu. Üçüncü vapur gelince öğrendik ki maçtan sonra taraftar takımı omuzlara almış ve iskeleye kadar omuzlarda taşımışlar. Yapılan bu tezahürat yüzünden gelememişler.

    Atatürk Büstü Fenerbahçe Stadı’nda

    Bir müddet sonra bizim stada Atatürk büstünün konması merasimi oldu ve beni kulübe o zaman Bahriye Subayı olan halamın oğlu Kazım ağabeyim götürdü. Beni ilgilendiren merasim falan değil, futbolculardı. Bir aralık Kazım ağabeyin elinden kaçıp futbolcuların tarafına gidince hayaları şişmiş yusyuvarlak bir adam beni kulağımdan tuttuğu gibi tahta duvarın dışına attı.

    Biraz sonra Bahriye Bandosu geldi. Kapıları açtılar. Bando içeri girerken ben de onların arasından tekrar piste çıkarak futbolcuları yakından görmek şansına kavuştum.

    Hatta o gün Fenerbahçe’nin yeni reisi olan Şükrü Saracoğlu’nu da görmek şerefine kavuştum.

    Güneş Kuruluyor

    Benim hatırladığım kadarıyla 1934 yılında Ateş Güneş diye bir kulüp kuruldu ve antrenmanlarını da bizim sahamızda yapmaya başladı. Sonraları da bizim başımıza bela olan bu kulüp önüne geleni yenmeye başladı. Yalnız bir gün Güneş’le yapılan bir maçta Güneş’i 5-0 yenmiştik. O maçtan sonra sesim kısıldığı için gene Fenerbahçe maçı yasağı konmuştu.

    Bu yüzden Fenerbahçe’nin Kadıköy’de Galatasaray’ı 6-1 yendiği maçı görememiştim. Seneler sonra 6-0 yendiğimiz maç bana bir teselli oldu.

    Biz o zaman maçlara kapıda Zeki Rıza’yı veya Büyük Fikret’i bekleyerek girerdik. Onlar gelince o esnada boynu bükük bekleyen 5-10 çocuğu da maça sokarlardı. Hayatımda hiç unutmadığım maç ilk defa 10 kuruş vererek gittiğim Beşiktaş maçıdır. Beşiktaş sahayı terk etti ve maç yarıda kaldı. Bizim 10 kuruşta boşa gitti. Sonraları tahta perdeden atlama modası başladı. Çünkü biraz daha büyümüştük. Öyle kapı önünde bedava girecek yaşı geçmiştik.

    Atletizm Pistimiz

    Fenerbahçe Spor Kulübü artık o kadar büyüyordu ki eğri büğrü tahta tribünler mütemadiyen yenileniyor ve futbol sahasının etrafına bir atletizm pisti yapılıyordu.

    Bütün atletizmle ilgilenen kulüplerin atletleri bizim pistimizde antrenman yaparlardı. Bilhassa Galatasaray atletleri bizim pistte çalışırlar ve bizi geçseler de biz Türk atletizmi için buna müsaade ederdik. O tarihte İstanbul’da Bebek’teki Arnavutköy Amerikan Koleji’nin pistinden başka nizami pist yalnız Fenerbahçe kulübünde vardı.

    Hatta atletizm Balkan Şampiyonası Fenerbahçe Stadı’nda yapılmıştır. Galatasaray kulübü’nün 100 metrecisi Semih ve şimdi isimlerini unuttuğum bir çok Galatasaraylı atlet bu pistte yetişmişlerdir.

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları / Devam Edecek

  • Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    17 Mayıs 1942 tarihli “Vatan” gazetesinde, “Bir Fenerbahçeli” imzasıyla 35. yılında Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesi yer almış… Böyle yazılar, unuttuğumuz insanları hatırlamak açısından önemli. Her bulduğumuza burada yer vereceğiz. Huzurlarınızda, Bir Fenerbahçeliden kuruluş hikayesi. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadıköy’den Doğan Güneş

    1907 yılında idi. Türk spor semasında bir güneş doğdu. Kadıköy gençliği başlarında Ziya Nuri, Ayetullah, Enver, Asaf, Yahya olduğu halde Türk spor tarihinde şerefli sayfalar açan, bugün başlı başına bir tarihi olan Fenerbahçe’nin temelini attılar. Bu temiz yuvayı kurdular.

    Fenerbahçe’nin ilk kuruluş günlerinde büyük zorluklara rağmen yılmadan çalışan gençler, her türlü müşkülatı yendiler ve memleket sporuna bu eşsiz denecek yuvayı sarsılmaz bir cemiyet haline getirdiler.

    Fenerbahçe ismini Kadıköyü’nün, o tabiatın bütün güzelliklerini bir araya getirmiş Fenerbahçe’den, renklerini de o zümrüt çayırları süsleyen baharın ilk çiçeği papatyanın sarı-beyaz renginden aldılar.

    İşte bu arada merhum Galip’i, Fuat Hüsnü’yü, meşhur Hasan’ı, Hamit Hüsnü’yü, Tevfik Haccar’ı, Hasan Kamil’i, Kemal Aşki’yi, Mustafa Elkatib’i, Sait Selahattin’i, Yahya’yı Fenerbahçeliler arasına karışmış görüyoruz.

    Birinci Dünya Savaşı

    Fenerbahçe Umumi Harp’ten evvel çok sıkıntı geçirdi. Fakat azimkar gençlerin çalışmasıyla bu buhranlara göğüs gerildi. Kemal Aşkı’nın verdiği bir tek kulübede çalışmalarına devam etti. Ve Moda, Kadıköy, Strugglers’ın yanında yer aldı.

    Fenerbahçe her gün daha kuvvetli bir hale geliyor ve yeni elamanları arasına alıyordu. Elkatip Mustafa’nın geceli gündüzlü çalışmasıyla Türk futbol tarihinde birer yıldız olarak parlayan Zeki’ler, Bekir’ler, Sabih’ler, İsmet’ler, Arif’ler, merhum Sırrı’lar, Ragıp’lar, Fenerbahçe kadrosunda yer aldılar.

    Biz yine Fenerbahçe’nin o şerefli tarihine geçelim : Fenerbahçe bu sırada bir buhran devresi geçirdi. Bekir ve Otomobil Nuri de dahil olduğu halde birinci takımın sekiz dokuz kişisi ayrılarak diğer bir kulübü tesis ettiler. Fakat bu buhran Fenerbahçe’yi sarsmadı. Bilakis daha ziyade çalışamaya sevk etti. İşte bu aradadır ki Fenerbahçe takımında yeni yıldızlar parladı.

    Umumi harp sıralarında idi, gençler memleket müdafaası için vatan sınırlarına koştular. Spor faaliyeti sekteye uğradı. İşte bu buhranlı devrede merhum Sabri Toprak‘ı Fenerbahçe’nin başında görüyoruz. Bu büyük insanın himmeti ile Fenerbahçe bu arada yeni bir binaya da sahip oldu ve Kuşdili’ndeki yanan binaya yerleşti.

    Fenerbahçe asıl tarihini, o ölmez sevgisini mütareke yıllarındaki galibiyetleriyle yaptı. Sevgisini bir mezhep haline getirdi. Her önüne gelen ecnebi takımını yenerek spor tarihimizde şerefli sayfalar açtı.

    Fenerbahçe tarihinde Mustafa Elkatip’ten sonra merhum Mocuğu da unutmamak icap eder. Mocuk zamanın Mustafa’sı olmuştu. Onun çalışmasıdır ki Büyük Fikret, Muzaffer, Niyazi, Mehmet Reşat gibi futbol yıldızları parladı.

    Bütün Sporlarda Fenerbahçe

    Fenerbahçe futbolda olduğu gibi diğer spor sahalarında da başta yer aldı. Bilhassa teniste memlekete, merhum Galipleri, Suatları, Sedatları, Zekileri, Saitleri, Tevfikleri kazandırdı.

    Denizde, atletizmde de büyük muvaffakiyetler gösterdi. Fenerbahçe’ye hizmet edenler arasında merhum Sabri Toprak, sporcu Hariciye vekilimiz Şükrü Saracoğlu, eşsiz sporcu Galip, Ali Muhiddin Hacıbekir, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil, Fuat Hüsnü, Hamit Hüsnü, Tevfik Taşçı, Hayri Celal, Muvaffak Menemencioğlu’nun isimlerini zikredebiliriz.

    Fenerbahçe tarihinde açılmış bir şerefli yaprak daha var. O da Ebedi Şef Atatürk’ün kulübü ziyaretinde hatıra defterine kaydettiği birkaç satırdır. Büyük kurtarıcı ihtisaslarını şöyle ifade ediyor:

    “Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan asarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim”

    Fenerbahçe tarihini süsleyen şerefli sayfalar arasında Slavya, El-İttihad galibiyetleri ve daha bunun yüzlerca açılmış zafer sayfaları da vardır.

    Fenerbahçe’nin ölmez bir tarihi, şerefli bir mazisi var ve bundan sonra da daha bir çok sayfalar açılacaktır.

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

  • Bir Varmış, Bir Yokmuş, Futbol Türkiye’ye 1959’da Gelmiş! Ondan Öncekiler Hep Nazi imiş! Yerseniz…

    Bir Varmış, Bir Yokmuş, Futbol Türkiye’ye 1959’da Gelmiş! Ondan Öncekiler Hep Nazi imiş! Yerseniz…

    Hatırlarsınız, başkanımız sayın Ali Koç, Ekim 2019 tarihinde 1959 öncesi şampiyonluklar için şöyle bir beyanat vermişti :

    “Bizim argümanımız çok basit. TFF nezdinde oynatılan tüm şampiyonluklar sayılmalı diyoruz. İşin boyutunu çok mantıklı bir boyutta incelediğiniz zaman, tarafsız bakan herkesin hakkımızı vereceğini düşünüyorum.”

    Hemen arkasından, “bu konuda hiç söylenmemiş şeyler söylüyormuş gibi yapıp, aslında bin kere tekrar edilenleri biraz süsleyerek yazan” bir beyefendi ise şöyle buyurmuştu :

    “Futbol Birinciliği’ni  Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı düzenliyor. TİCİ’nin yerini 1936’da doğrudan dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na bağlı olan Türk Spor Kurumu alıyor. Milli Küme’yi işte bu spor kurumu düzenliyor. İki yıl sonra da yerini, Nazi Almanya’sındaki Hitlerjugend (Hitler Gençliği) ve faşist İtalya’daki Opera Nazionale Ballila örnekleri dikkate alınarak kurulan Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü’ne bırakıyor. Bu kurum dönemin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için, “Milli Küme” adı 1940’lı yıllarda ilk olarak “Maarif Mükâfatı”, sonra da “Milli Eğitim Kupası” oluyor. Dolayısıyla her iki turnuvanın düzenlenmesinde Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde devrede değildi”

    Ali Sami Yen’in meşruiyetinde en ufak bir sorun görmediği (hatta bizzat içinde yer aldığı) ve Abidin Daver’in Galatasaray’a stadyum hediye edecekleri için öve öve bitiremediği teşkilatı Hitlerjugend’e benzetme garabeti bir yana, acaba gerçekler beyefendinin yazdığı gibi miydi? Elbette hayır! Şimdi yukarıdaki yazılara bir yenisini ekleyelim ve “1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda Galatasaraylıların yarattığı sunî sis bulutunu biraz daha ortadan kaldıralım. Bu kez başrollerden biri, Galatasaray’ın 17 Mayıs’ta 40. ölüm yıldönümünde andığı sembol oyuncularından biri; Gündüz Kılıç.


    25 Mayıs 1947 Pazar günü Ulus gazetesinin birinci sayfasında şöyle bir haber vardı:

    Milli Eğitim Bakanı Dün Sporculara Bir Ziyafet Verdi

    1946-1947 mevsimi futbol birinciliği müsabakalarına katılan futbolcular şerefine Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer tarafından dün saat 21’de Mutlu salonunda bir akşam yemeği verilmiştir. Bu yemekte C.H.P. Başkan Vekili Şükrü Saracoğlu, Çalışma Bakanı Sadi Irmak, Başbakanlık Müsteşarı Cemal Yeşil, Vali ve Belediye Başkanı İzzettin Çağpar, Beden Terbiyesi Genel Müdürü Vildan Savaşır, spor federasyonları erkânı ve sporcular hazır bulunmuşlardır.

    Aynı gazetenin on birinci sayfasında ise tek devreli lig usulü oynanacak olan 1947 Türkiye Futbol Şampiyonluğu maçlarından ilkinin haberi görülüyordu.

    24 Mayıs 1947 tarihinde oynanan maçta, Hüsnü Teoman, Murat Alyüz, Necati Köksal, Selahattin Torkal, Samim Var, Müzdat Yetkiner, “Küçük” Fikret Kırcan, Erol Keskin, “Lawton” Suphi Ural, Halil Özyazıcı ve Halit Deringör ilk on biriyle sahaya çıkan Fenerbahçe, Ferit, Kemal, Oğuz, Mecit, Muharrem, Lütfi, İhsan, Halil, Mahmut, Bedri ve Rıza’dan oluşan Adana Demirspor’u “Lawton” Suphi Ural (2), Halil Özyazıcı (2), “Küçük” Fikret Kırcan ve Halit Deringör’ün golleriyle 6-0 yendi.

    25 Mayıs 1947’de oynanan ikinci maçta bizim için işler pek de iyi gitmedi. Ulus gazetesi karşılaşmayı şöyle anlatıyordu :

    Türkiye Futbol Birinciliği için dün yapılan karşılaşmada Ankara Demirspor takımı Fenerbahçe takımını 3-0 yenmeye muvaffak olmuştur. Bu müsabaka, kalabalık bir seyirci kütlesi tarafından takip edilmiştir. Türkiye Futbol Birinciliği’in son karşılaşması bugün şehrimizde Ankara ve Adana Demirspor takımları arasında yapılacaktır.

    Demirsporlular dün bu mevsim içinde çıkardıkları en başarılı oyunlarından birini Fenerbahçe’ye karşı oynayarak haklı bir galibiyete ulaştılar.

    Takımlar aşağıdaki kadroları ile sahada yer aldılar.

    Demirspor : Nevzat, İskender, Şevket, Mehmet, Naci, Mustafa, K.İsmail, Kadri, Gündüz, Rıdvan, Hamdi.

    Fenerbahçe : Hüsnü, Murat, Necati, Selahattin, Samim, Ömer, “Küçük” Fikret, Erol, Suphi, Melih, Halit

    Oyuna İzmirli ile hakem Fethi Turgay’ın idaresinde başlandı, iki tarafta seri bir oyun tutturdular, yerden ve kısa paslarla, birbirlerinin zayıf taraflarını yokladılar, Gündüz’ün dördüncü dakikada Fener kalecisine yaptığı hafif bir şarjdan sonra oyunun temposu bir parça daha hızlandı, fakat iki taraf da kendi aralarında anlaşamadıkları için bir müddet sallapati bir oyun izledik.

    On dokuzuncu dakikaya kadar devam eden bu hesapsız ve ahenksiz oyun arasında, Halit’in yaptığı münferit bir hücumdan sonra topu kapan Demirsporlular soldan yaptıkları bir hücumda, Gündüz’ün şimşek gibi bir şutuyla ilk sayılarını çıkardılar : 1-0. Bu gol Demirsporluları da Fenerlileri de canlandırdı. Demirspor sağ açığı İsmail güzel bir sürüşten sonra kaleci ile başbaşa kaldığı halde attığı şut boşa gitti.

    Fenerbahçe en seri oyuncuları olan Fikret’le, Suphi’yi besleyemiyor, buna inzimamen Demirspor müdafaası da yerinde müdahalelerle bu iki tehlikeli oyuncuya adım attırmıyorlardı.

    Otuz beşinci dakikaya kadar devam eden karşılıklı bir çekişme arasında zaman zaman iki taraf kalesi de sıkıştı, fakat ele geçen fırsatlardan iki taraf da istifade edemedikleri gibi, Demirsporlular sık sık ofsayta düştükleri için oyun hakem tarafından durduruldu.

    Devre sonlarına doğru Fener kalesine tekrar yüklenen Demirsporlular topu sağa geçirdiler, sağ açık İsmail son müdafi Necati’yi de atlatarak topu Gündüz’e verdi ve Gündüz kısa mesafeden bu pası Fener kalesine soktu, bu suretle Demirsporlular birinci devreyi 2-0 galip bitirdiler.

    İkinci devre başında Fenerlilerin yaptığı ilk akın boşa gittikten sonra, Demirsporlular da üst üste iki hücum yaptılarsa da, Fenerliler bunları kornere atarak durdurdular ve atılan kornerden Demirsporlular faydalanamadılar. Birinci devrede sakatlandığı için sol tarafı büsbütün muattal kalan Fenerbahçeliler, Fikret’i de işletemediklerinden topu ortadan söküp götürmek gibi güç bir usulü tatbik etmek zorunda kaldıklarından çok zorluk çekiyorlardı. Fenerbahçeliler bir ara kısa paslarla Demirspor kalesine abandılarsa da, Şevket’le İskender emsalsiz bir müdafaa yaparak Naci’nin de yardımıyla Fenerbahçe’nin bu hızını durdurduktan sonra yirmi altıncı dakikada topu birdenbire sağa geçirdiler, İsmail Fener’in hemen hemen bütün müdafaasını teker teker atlatıp topu Rıdvan’a geçirdi. Rıdvan da sağ ayağı ile vuracakmış gibi yaparak, topa sol vurarak kaleci şaşırtıp, Demirspor’un üçüncü golünü de çıkarınca Fener’in durumu bütün çıkmaza girdi : 3-0.

    Fenerliler buna rağmen topu ayaklarında çok tutup, fazla paslaştıkları yetişmiyormuş gibi, uzaktan şut çektikleri için Demirspor kalesine yaptıkları tesir de zayıf oluyordu

    Otuzuncu dakikadan sonra sertleşmeye yüz tutmasına rağmen iki tarafın oyunu tavsadı, bu arada bir müddet çelmeler, takışmalar da oldu ise de hakem kesin kararlarla bunları önledi, devrenin geri kalan dakikalarında Fenerliler bütün oyuncuları ile Demirspor yarı sahasına yerleştilerse de Demirsporlular da bütün oyuncularını geri çekerek sıkışık bir müdafaaya koyulduklarından bu vaziyet de Fenerbahçe’nin büsbütün aleyhine oldu.

    Demirsporlular da 3-0’lık galibiyeti kafi görerek dakikaları öldürdüklerinden Fenerbahçe sahadan mağlup çıktı.

    Dünkü oyunda Fenerbahçe şöhretine layık bir oyun çıkaramadığı gibi Demirsporlular da çok enerjik hareketlerle Fener’in oyununu bozduklarından bu netice hasıl oldu. Demirspor’dan Gündüz, küçük İsmail, İskender, Şevket, Naci, Fenerbahçe’den Samim, Selahattin, Boncuk Ömer çok güzel bir oyun çıkardılar. Hakemin idaresi iyiydi

    Bugün saat 17.30’da Adana Demirspor ile Ankara Demirspor takımları karşılaşacak ve Türkiye futbol birincisi bundan sonra belli olacaktır.

    Türkiye Futbol Birinciliği maçında Fenerbahçe’ye iki gol atan Ankara Demirsporlu Gündüz, Galatasaray’ın meşhur futbolcusu Gündüz Kılıç idi.

    Bu arada konumuzla biraz uzak, sevimli bir parantez açalım. Maç haberiyle aynı sayfada 1914 yılında Fenerbahçe’nin meşhur Kuşdili Lokali açılırken henüz 9 yaşında olan (ve kim bilir, belki de dedesi Ahmet Rasim Bey ile beraber orada bulunan) Osman Nihat Akın da maça dair bir makale yazıyor ve şunları söylüyordu:

    Fenerbahçe hiç şüphe yoktur ki memleketin her tarafında sevilmiş, milyonları bulan taraftar kazanmış bir kulüptür. Şimdiye kadar yaptığı maçlardan başka bilhassa yabancı karşılaşmalarda yalnız kendi mazisine değil, Türk Milletinin de spor tarihine şerefli yapraklar eklemiş bulunan bu kulüp, son zamanlarda nedense bir türlü istikrar tesis edemiyor. Bu kararsızlığın sebep ve âmillerini kurcalamak bizden ziyade Fener idarecilerini ilgilendiren bir konudur. Ancak futbol kalitesinin ibresi haline gelmiş bulunan bir kulübün her seferinde başka bir manzara arz etmesi, Fenerbahçe’yi sevenlerin kalplerini üzdüğü kadar, Fenerbahçe’ye rakip olanlara dahi azap vermektedir.

    27 Mayıs 1947 tarihli Ulus gazetesi birinci sayfada ve spor haberlerinde aynı büyük başlıkla çıktı:

    “Ankara Demirspor Türkiye Birincisi”

    Yine İzmirli Fethi Turgay’ın yönettiği maçta takımlar aşağıdaki şekilde dizilmiş; Demirsporlardan Ankara, Adana’yı Fenerbahçe maçındaki akıbete yeniden uğratarak 6-0 yenmiş ve Türkiye Şampiyonu olmuştu.

    Ankara Demirspor : Nevzat, İskender, Şevket, Ç.İsmail, Naci, Mustafa, K.İsmail, Kadri, Celal, Hakkı, Rıdvan

    Adana Demirspor : Ferit, Kemal, Ali, Mecit, Muharrem, Lütfi, İhsan, Halil, Akif, Bedri, Rıza

    Ulus gazetesi haberi şöyle bitiriyordu :

    Türkiye Birinciliğini Kazanan Ankara Demirspor takımı kendini yormadan rahat bir oyunla bu galibiyeti elde etti. Buna mukabil Adanalılar ellerinden geldiği kadar çalıştılar ve arada yaptıkları kombineli hücumlarla şut atabilselerdi belki bir iki sayı çıkartabilirlerdi. Hakem maçı güzel idare etti.

    Türkiye Futbol Birinciliğini kazanan Ankara Demirspor Kulübü ve idarecilerini tebrik eder. Başbakanlık Kupası’nda başarılar dileriz.

    28 Mayıs 1947 tarihli Ulus gazetesinin beşinci sayfasında “Bu organizasyonların Türkiye Futbol Federasyonu ile ilgisi yok” diyenleri utandıracak iki tebliğ alt alta yayınlandı. “Beden Terbiyesi Futbol Federasyonu Başkanlığı’ndan”

    Birincisinde “Beşiktaş Millî Eğitim Mükafatı Birincisi Oldu” diyor.

    İkincide ise “26 Mayıs 1947’de sona eren Türkiye Futbol Müsabakaları Birinciliği’ni Ankara’dan Demirspor takımı 946-947 yılı Türkiye Futbol Birinciliği’ni kazanmıştır” yazıyordu.

    1959 Öncesi Şampiyonluklar’a canla başla karşı çıkanlara yönelteceğimiz sorulara geçmeden evvel, son olarak şu haberi de verelim. Milli Küme şampiyonu Beşiktaş ile Türkiye Futbol Birinciliği Şampiyonu Ankara Demirspor, 31 Mayıs 1947’de “Başbakanlık Kupası” için karşı karşıya geldiler. Beşiktaş maçı 4-0 kazandı ve kupayı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Peker’in elinden aldı. Ulus’un haberine göre törende, yaptığı konuşmaya “Yiğit Beşiktaşlılar…” diye başlayan Başbakan Recep Peker’den başka, C.H.P. Genel Başkan Vekili Şükrü Saracoğlu, generaller ve birçok zatlar da hazır bulunmuşlardı.

    Şimdi gelelim, 1959 öncesinin Türk futboluna adeta düşman olanlara sorularak sorulara…

    Senede bir gün yere göye koyamadığınız rahmetli Gündüz Kılıç’ı yılın geri kalan 364 gününde nasıl unuttuğunuzu sormayacağız. Onun cevabı herkesin malûmu…

    1. Sayın Ali Koç’un bu konuda söyledikleri belgelerle kanıtlanmışken, siz “Her iki turnuvanın düzenlenmesinde Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde devrede değildi” diyerek neden gerçekleri saptırıyorsunuz?
    2. Hiç sıkılmadan “Nazi Almanya’sındaki Hitlerjugend (Hitler Gençliği) ve faşist İtalya’daki Opera Nazionale Ballila gibi” dediğiniz teşkilatın “Başbakanlık Kupası” organizasyonu kulübünüzün resmî sitesinde (gayet doğal olarak) yer alırken, siz nasıl oluyor da Milli Küme ve Türkiye Futbol Birinciliği’ne böyle bir iftira atıyorsunuz?

    Her zamanki gibi bitirelim…

    1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR

  • Sarmaşık

    Sarmaşık

    Yazılarını okumayanın çok şey kaybedeceği Alican Küçükcan, Fenerbahçe’nin 19. Türkiye şampiyonluğunu, 1982-1983 sezonunu anlatıyor. Sarmaşık kelimesi ancak bu kadar güzel hisler uyandırabilir.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin 1982-1983 Sezonu

    Salkım saçak futbolsever dolu Avni Aker tribünlerinden çıt çıkmayacaktı saniyeler sonra.  Sağ açıktan akan Osman Denizci ortalayacak, deplasmanlardaki tabelacımız Selçuk Yula ayağının içiyle topu Şenol Güneş’in koruduğu kaleye yerden, iki yan direğinin tam ortasına gönderecekti. Ancak, o da ne! Kale içinde olması gereken meşin yuvarlak, fileyle onu tutan demir profil arasından bir delik bulmuş, zıplaya zıplaya açık tribünlere doğru yol alırken, top toplayıcılar da şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı.

    Topun kale içine girdiğini adı gibi bilen, kendisini, hakemi, acaba herkesi kandırabilir miyim diye düşünen ve bu kandırma içgüdüsünü geliştirip yıllar sonra Şükrü Saracoğlu Stadı’nda nirvanaya ulaştıracak Şenol Güneş, tartan pistten gelen topu aut çizgisine koymaya çalışırken Fenerbahçeli futbolcular çoktan sevinç yumağı olmuşlardı bile. Puan sıralamasının en tepesinde boncuk gibi dizili olan Fenerbahçe-Trabzonspor- Galatasaray triosunun assolisti Fenerbahçe, ikinci yarının en kritik döneminde direkt rakibini, evinden uzakta 1-0 yenerek, sezon boyunun kısalmaya başladığı günlerde psikolojik üstünlüğü ele geçiriyordu. (7 Mayıs 1983)

    Ali Şen’in Yaratıcılığı

    Başkan Ali Şen’in önümüzdeki yıllarda da şahit olacağımız cin fikirleri, futbolcuların maç sabahına dinç kalkmalarını sağlamıştı. Senelerdir Trabzon’da meydana bakan Özgür ya da Usta Otel’de kalan Fenerbahçe kafilesi, sabaha kadar süren tezahürat, bağırış/çağırıştan uyuyamaz, güne pestil gibi uyanırdı. Ali Şen’in devreye girmesiyle lokasyonu daha bilinmezde kalan bir otel ayarlanmıştı. Uzun yıllar sonra futbolcular, ara sokaktaki Horon Otel’de bebekler gibi uyumuş, sabah zımba gibi kalkmışlardı yataklarından.

    Avni Aker Stadı’nın deplasman takımı soyunma odasında Fenerbahçe A takım formasını o sezon giymeye başlayan bir futbolcu oturuyordu: Önder Çakar. O gün maça yedek başlayan Önder, şampiyonluğumuzla sonlanacak sezonda takımın çok önemli dişlilerinden biri oluyordu.

    1981-82 sezonunun transfer hovardası, her bölgeyi neredeyse 3 futbolcuyla şişiren Fenerbahçe’nin yeni hocası Branko Stankoviç, bir sene önce doldurulmuş futbolcu havuzunu yeterli görmüştü. Hatta iki sene önce büyük umutlarla Zonguldakspor’dan transfer edilen, sarı lacivertli forma adına Dünya Karması’nda yer almış İsa Ertürk takımdan ayrılmıştı.

    Stankoviç, kabul edelim ki, sonu temmuz ayına dayanacak maratonda, futbolcuları fizik ve mental olarak hep hazır tutarak, mutlu sonla bitecek filmin yönetmeni koltuğunda en büyük övgüyü hakediyordu. Stankoviç, orta sahadaki dinamizmi arttırmak, sol kanadı daha işler hale getirmek için,  Osman Denizci, Arif Kocabıyık, Özcan Kızıltan gibi hücumseven orta saha oyuncuları arasında Müjdat Yetkiner ve Bulgar Mehmet’le birlikte oyunun iki yönünde de başarılı olması nedeniyle, genç takım menşeili Önder Çakar’ı takıma korkusuzca monte etmişti. Ve Yugoslav Hoca, bu genç sol ayağı ilk kez yine bir Trabzonspor maçında, 27 Kasım 1982’de oynanan ligin ilk yarısındaki müsabakada takımla beraber seremoniye çıkartmıştı…

    Hat-Trick

    İlk yarıdaki Trabzonspor maçı, ölümü göze alıp tribüne korkusuzca tırmanan, binlerle telaffuz edilen taraftarın, ‘sarmaşıklar arasında Maraton tribünü’  tablosu yarattıkları gündü. O gün, 1975 yılından beri süregelen, bir sene önce ofsayttan yediğimiz golle biraz ertelenen bir seri sonuydu. O gün, Rize’de oynarken Fenerbahçe’nin teklifini duyunca ‘’ya ben ya İstanbul’’  diye rest çeken nişanlısına, ‘’tabii ki Fenerbahçe’’ diyen ve kramponlarındaki hünerlerin hepsini Özcan’a attırdığı golden önce gösteren Arif Kocabıyık’ın, o gün, bir seri duvarını attığı üç golle yıkan Selçuk Yula’nın günüydü: 4-2

    Arif Kocabıyık futbol sahnesinin gördüğü en ince, en yapılamaz denilen çalım figürlerini kolayca çimene dökebilen bir ayak topu sanatçısıdır. Arif, belkıran çalımlarını dünya gözüyle görmek isteyen binlere  becerilerini mütevazılık yapmadan sundu. Taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin imrenerek izlediği çim saha baletiydi Arif. AKM Büyük Salonundan fırlama gösterilerinden birini İnönü Stadı’nda Beşiktaş karşısında sergilemiş ve 6 saniyelik sanat kokan dönüş, ayak içi plase hareketiyle takımının başından aşağı iki puanlık altın yaldız dökmüştü. Sahanın herhangi bir noktasından, yüksek şiddetle gelen topu, meşin yuvarlak yerde oynanır dercesine göğsünde yumuşatır, zemine indirir ve arkadaşlarının hizmetine sunardı. 1983 Şampiyonluğunda neşrettiğimiz sanat dergisinin baş editörü Arif Kocabıyık’tı. Arif gündüzlere sığmayan yaşantısının o yıl düzen içinde seyretmesini ilk bölgede oynayan abilerine borçluydu. Başta da Alparslan Eradlı’ya…

    Son Bir Kez Alpaslan

    Formasını asmaya, kolundaki şerefli pazubantı sezon sonunda çıkartmaya karar veren Alparslan Eradlı’nın penaltı noktası aboneliği ligin henüz başındaki Adanaspor maçıyla son buluyordu. Keşke o penaltıda top dağlara taşlara gitmeseydi de, kaptan devam etseydi sol ayağının içiyle yaptığı vuruşlara. Alparslan, İstanbulspor’dan şehrin karşı yakasına 1973 yılında, 25 yaşındayken geçti. Futbol formasyonu Didi’yle iyice şekillenen Alparslan, Fenerbahçe’nin unutulmazları arasına girmeyi başardı. 1977 yılındaki diz sakatlığı sonrası, ‘’artık futbola dönemez’’ sesleri arasında menisküs illetini yenmiş, mola verdiği yeşil sahalara dizliğiyle beraber 1980 yılında net olarak dönmüştü . Bu beyefendi, kalbimizde sızı, dimağmızda hoş bir tat bırakarak çekildi sahalardan. Alparslan’ın, sarı lacivertli formayla attığı son golü Sakaryaspor ağları tatmıştı. Büyük isim, takım arkadaşlarıyla yumak olmuşken, yıllar sonra bu şanlı formanın kaptanı olacak Oğuz Çetin, imrenilesi sevinç görüntüsünü rakip yedek kulübesinden takip ediyor, ilerde Fenerbahçe tribünlerine böyle mutluluklar yaşatmanın hayallerini kuruyordu.

    Selçuk Yula

    Yeni stadımızdaki yeni penaltı imparatoru Altay maçıyla beraber Selçuk Yula’ydı artık. Baygol, penaltı noktasında kireçlenmiş topa yavaş yavaş gelir, kalecinin yaptığı hamleden sonra atacağı köşeyi belirlerdi. Topa hoyrat davranmazdı Selçuk. Derisine, dikişlerine zarar vermeden yapardı vuruşlarını. Foto muhabirleri, Selçuk’un penaltılarında kalecileri hep ters tarafa meyletmiş olarak dondururlardı. Köşe seçmeyip de son ana kadar sabit duran kalecilerle Selçuk arasındaki saniye savaşlarını hep atan kazanmıştır. Özellikle Fenerbahçe Stadı’nın kale çizgileri uzun seneler, üzerinde umutsuzca bekleyen kalecilerin, çubuklu formanın penaltıcısı karşısındaki çaresizliğine şahit olmuştur. Bir sezon önce olduğu gibi, Selçuk Yula o sezonu da gol kralı olarak ama bu kez şampiyon takımın gol kralı olarak kapattı.

    Ligin ortaları zor geçti bizim için. Kış geldi. Zeminler ağırlaştı, sakatlıklar bel bükmeye başladı. Begoviçli, kiralık Zeyneloviçli, Mahmutlu, Sertaçlı ilk dem kadromuz değişmiş, rengini bulan takım rayına tam oturmuşken, ligin ikinci yarısı üst üste gelen puan kayıplarıyla başladı. Selçuk’un sesi, Altay ve Milli maçta gördüğü iki kırmızı kartla kesildi. Bahtiyar hep, aksi bile aynaya zor vuran, silik futbol figürü olarak dolaştı sahada, hiç hayrı yoktu takıma. Takım silkinmeliydi.

    Baba-Oğul

    13 yaşında bir çocuk, yani ben tam da o günlerde babamla birlikte dikildim stat gişenin önünde. Babam, hiçbir gücün beni denizden çıkartamayacağını düşündüğüm çok sıcak bir yaz gününde, balkondan gösterdiği gıcır gıcır Fenerbahçe forması, konç ve bembeyaz bir şortla 5 yaşını süren Can’ı sudan çıkartmış, bu renklere bağlamış, uslanmaz, uslanmasını da istemediğim bir Fenerbahçelidir.

    O öğlen ise hava buz gibiydi. Ali Esin, 6 Mart 1983 tarihli gazetenin meteoroloji köşesinde kar ihtimalinden bahsetmişti. Merhum Esin’in haklılığı hakemin ilk düdüğüyle tescillendi, Fenerbahçe-Samsunspor maç biletine kar taneleri iniyordu. Ara ara hırslanan tipi, zeminin yeşiliyle öyle güzel kontrast oluşturuyordu ki, Fenerbahçeli futbolcuları sahada görmenin mutluluğuyla daha da anlamlanan bu manzaraya şahit olduğum andaki heyecanımı, yıllar sonra aynı tazeliğini koruyan duygularla yazabileceğim hiç aklıma gelmezdi. Şampiyonluk yolu defans oyuncularının dizdiği taşlarla örülüdür. Cem Pamiroğlu, bu formanın içindeki en genç kaptanlardan biri oldu. Hayata gözlerini Dereağzı’nda açmıştı Cem Sultan. Dereağzı’na çok da uzak olmayan bir noktadan frikik kazandığımız anda zaman adeta yeniden başlayan tipiyle donmuştu. Cem, benim de hayran olduğum, topa vurduktan sonra diğer ayağın da yerden kaldırılarak vuruşa estetik kazandırma hareketini yapmış, Tango markalı topu alt doksana göndermişti: 1-0

    Onur Kayador

    Takımın sol bek/sol stoperinin iki gole katkı vermesi, sezonda atılan toplam golün 40/50 arasında seyrettiği o zamanların ligi için artı ötesi puan olarak görülüyordu. Cem o sezon görevini her yönüyle layıkıyla yapmış bir Fenerbahçeliydi. Defans bloğunun içinde hatta tam göbeğinde, askerlik celbi sezon sonunda gelecek bir efendilik abidesi daha vardı: Onur Kayador.

    Onur, bugün dahi Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin müstesna yerinde duran, penaltısız 4-4 lük maçın kahramanlarından biridir. O maç Türk futbol tarihinin unutulmaz geri dönüşler şarkısının en çok mırıldanılan kuplesi olmuştur. Bu şarkıya en gür sesiyle eşlik eden Onur’un 59.dakikada attığı gol, soyunma odasında, ‘’Galatasaray forvetleriyle adam adama oynayın’’  komutu veren Stankoviç’in taktiğini kırkbeş dakikalığına rafa kaldıran Alparslan’ın ‘’ Adam markajını bırakalım, bildiğimiz gibi oynayalım;  biz Fenerbahçeyiz, ’’ düsturunun ürünüdür. Onur’un rakip kaleye 25 metre uzaktan gönderdiği füze, sadece sağ direk içine vurup kaleye girmemiş, aynı zamanda dirilişin meşalesini yakmıştır. Özcan Kızıltan ve Bulgar Mehmet’in çerçevelenip duvara asılacak güzellikteki golleri, Bursa deplasmanı öncesi camiayı iyice şampiyonluk havasına sokuyordu.

    Özcan Kızıltan

    Özcan, Kocamustafapaşa’da futbol topuyla tanıştı. Çukurbostan’ın tozu toprağı içinde bu spora âşık oldu. İstanbulspor, Mersinidmanyurdu derken, 1981 yılında sarı lacivert formayı sırtına geçirdi. Özcan, güzel goller sergisi açacak kadar spektaküler gole imza attı bu forma altında. Ama bu usta ayak, sadece golleriyle değil, kulübe bağlılığı, kalbinde ve röportajlarında duran ‘’Fenerbahçe benim her şeyim’’ cümlesiyle de taraftarın çok sevdiği futbolculardan biri olmuştur.

    Ancak, Uludağ’ın eteklerinde kurulu şehre yapılacak yolculuk öncesi kulübün halletmesi gereken iç transfer sorunu bırakın erimeyi, daha da buzlanmıştı. Dev bir iç transfer aysbergi Dereağzı’nın kapısında durmaktaydı. Federasyon iç transfer sürecini 4-10 Haziran aralığı olarak belirlemişti. 8 Haziran gününe gazetelerin son sayfalarıyla başlayanlar gözlerine inanamadılar. Haftalardır Trabzonspor’un, ‘’Selçuk ve Osman’a açık çek veriyoruz’’ teklifi demoklesin kılıcı gibi kulübün üzerinde sallanmış. Ama kimse Osman Denizci’nin rekor bir ücret de teklif edilse Kadıköy’den ayrılacağına ihtimal vermemişti. Korkulan oluyor;  Osman, tam da Bursa deplasmanı öncesi, Fenerbahçe’nin ensesinde şampiyonluk kovalayan takıma satılıyordu.

    Osman Denizci

    Osman Denizci, Rize’nin ligin tozunu attığı bir sezonun sonunda Zafer ve Arif’le beraber Fenerbahçe Burnu’yla tanıştı. Yumuşak bilekleri, defansı çaresiz bırakan ara pasları. Forvet oyuncularını üçüncü bölgede yalnız bırakmayan ofansif kafa yapısıyla hemen sivrildi. Kritik gollerin ayağı olarak hatırladığım Osman’ın ilk yarıdaki Sarıyer maçı biterken attığı gol liderliği getirmişti:2-1

    Osman’ın, 1982-83 sezonunun en güzel frikik golü yarışmasında kürsünün tepesine çıkabilecek vuruşunu Gaziantep maçında tribünden an be an takip etmiştim:

    Top, kıyıya paralel uzanan dağ sırası gören bulut gibi yükselmiş, barajı geçtikten sonra, sonbaharın son günlerini hisseden yaprak misali kalenin içine düşmüştü.  Antep kalecisinin çaresizliği, beni olduğu gibi, güz mevsiminin kımıltısız bir saatinde toplanmış 30 bin kişiyi de sarmış olmalıydı: 1-0

    Osman Denizci kariyerinin en anlamlı golünü Bursa Atatürk Stadı’nda kaydetti. 1-1 devam eden maçın 86.dakikasında attığı gol, Fenerbahçe’ye şampiyonluk kupasını getirdi. Sağ kanattan Selçuk’un getirip, ortaladığı topa arka direkte yaptığı vuruş, ‘’aklı karışık, oynamasın Bursa’da’’ tereddütlerine verilmiş en güzel cevaptı: 2-1

    Sarmaşığa Tırmananlar

    1965 yılında temeline harç konulduktan aşağı/yukarı 17 yıl sonra tamamlanan ‘Yeni’ Fenerbahçe Stadı 18 Haziran 1983 günü gelin gibi süslendi. Fenerbahçe’nin adına yakışır bu törende Şampiyonluk kupası, onu en çok hakedenlerin ellerinde yükseldi. Ezeli rakipleri ve Trabzonspor ile yaptığı 6 maçta 3 galibiyet 3 beraberlik alan Fenerbahçe’nin istikrar abidesi, bütün müsabakalarda oynayan Cem Pamiroğlu oldu. Yaz sıcağında kan ter içinde kazanılan TSYD Kupası, 18 Haziran’da Mersin’de kavuşulan Federasyon Kupası, kısa ama yorucu bir kış döneminde kulbundan tutulan Donanma Kupası ve tartışmasız en emek verileni Lig Kupası olmak üzere, 1982-83 yılı almanağına not düşülen, sonrasında da müzedeki yerlerini alan bu 4 kupa, Fenerbahçe Tarihindeki sayfalara futbolcuların kramponlarıyla yazılmış uzun bir güzelleme olarak geçmiştir…

    Kar ne kadar da çok yağsa, yaza kalmaz denir; doğrudur belki ama;

    Dereağzı’ndaki sezon açılışında, ‘otoritelerin’ şans vermediği takımlarını desteklemeye gelen beş bin kişinin, ölümle alay edercesine maraton tribününe tırmanıp, Fenerbahçe aşkının neler yaptırabileceğini sporseverlerinin aklına çizen binlerin, gidemedikleri deplasmanları radyonun içindeki spikerin sesinde hayal eden on binlerin, kalbi sarı lacivert çarpan milyonların üzerine lapa lapa kupa yağıyordu haziran ayında, hiç erimemecesine…

    Alican Küçükcan