Etiket: Süleyman Nazif

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – II

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – II”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    SPORDA İLK FİİLİ ADIM [1]

    Beyoğlu Fırka Binası Federasyon’a Verildi

    Avrupa’da kış spor hayatının büyük heyecanlarla beklendiği bir mevsimdir. Bilhassa futbol bu mevsimde en büyük maçlar hazırlar.

    Bizde ise iş berakistir; kış gelince koca bir çamur deryası halini alan “stadium” kapısına koca bir kilit asılır ve diğer sporlardan sarfı nazar en emektar olan futbol cephesi bile aylarca iyi hava, kuru toprak beklemeye mecbur kalır.

    Bu şerait dâhilinde futbolumuzun gittikçe kuvvetsiz kalmasını teaccüple karşılamamalıyız.

    Biz her şeyden evvel artık bu hale bir çare bulmanın zamanı geldiğine kaniyiz. Aksi halde futbol tedennisini her türlü tarizden muaf tutmak en samimi bir hareket olacaktır.

    Bu bahis etrafındaki mütalaaları düşünürken, futbol rüesasından birini pek haklı olarak işaret ettiği bir noktanın da hakkını vermeliyiz; futbol tarzı değişmiş ve her sahada olduğu gibi orada da tabii ve sıhhi şartlar altında aramaya başlanmıştır.

    Mazide olduğu gibi körü körüne maç yapan, terini, çamurunu giderecek imkânları temin etmeden maç yapmak isteyen sporcu kalmamıştır. Mesela Beykoz’dan ta Taksim’e gelen bir sporcu evvela bir duş ve maçtan sonra titremeyecek bir yer aramaya başlamıştır.

    Bunu bir “modernite” değil hayat kıymetinin manasının daha iyi anlaşılmış olmasında aramalıyız.

    Bunun içindir ki emanet tahsisat mı verecek, yardım mı edecek, Stadyum Çukurbostan’da mı yapılacak her ne olacaksa bir an evvel olmalıdır. Sporda aşağı yukarı 30 senelik bir mazisi olan şehrin bir stadyum istemeye hakkı vardır.

    Büyük bir memnuniyetle haber aldık; Cumhuriyet Halk Fırkası spor için azami teshilat ve yardımda bulunmaya karar vermiştir. Bunun ilk nişanesi Beyoğlu fırka binasının federasyona tahsisi suretinde tecelli edecektir.

    Binanın büyük bir kısmından istifade edecek olan İdman İttifakı burada güreş, boks, eskrim, voleybol salonları tesis edecek, bu hususta fırka tarafından yardım görecek ve bu suretle sporun bu şubeleri ve sporcular sıhhi ve tabii şerait altında çalışacak bir mekân bulmuş olacaklardır.

    BUGÜNKÜ FAALİYET [2]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda Galatasaray ve İstanbulspor takımlarının bir maç yapması mukarrerdi. Fakat İstanbulspor kulübünün bugün senelik kongresi aktedileceğinden bu maçın taliki muhtemeldir.

    Kadıköy sahasında Fenerbahçeli küçükler Musevi Lisesi takımıyla karşılaşacaktır. Musevi takımı oldukça kuvvetli bir rakip olduğu için, yapılacak maç ehemmiyete maliktir.

    Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde yapılmakta olan voleybol şampiyonası maçlarına bugün de devam edilecektir.

    Bugün icrası mukarrer maçlar şunlardır:

    1. Fenerbahçe-Taksim Yeni Yıldız. Saat 13.30’da.
    2. Vefa-Nişantaşı. Saat 14.30’da.
    3. Beşiktaş-Galatasaray. Saat 15.30’da.

    Hakemler sırasıyla Necmi, Bedi Beylerdir.

    Bu müsabakalar içinde şampiyonanın en kuvvetli namzedi olan Fenerbahçe’nin yapacağı maçla kuvvet itibariyle yekdiğerinin dengi olan Beşiktaş-Galatasaray’ın yapacağı maç şayanı dikkat olacaktır.

    Voleybol şampiyonasına iştirak eden takımların adedi, bugüne kadar asla vasıl olamadığı bir dereceye kadar yükselmiştir.

    Bu cihet, voleybolun İstanbul’da cidden taammüm etmekte olduğuna delil sayılabilir. Bu şayanı memnuniyet neticenin elde edilebilmesi her şeyden evvel mekteplerin voleybola ehemmiyet vermeleri ve alakadar teşkilatın sessiz, fakat muvaffak mesaisi sayesindedir.

    MARUF BEY’İN VEFATI [3]

    Gazetecilerin maruf dostu Maruf Bey ölmüş.

    Onu ilk defa bundan 10 sene evvel tanımış, görüşmüştüm. O zaman Meclis-i Mebusan’da Zabıt Kameli Müdürü idim. Kalemde münhal iki kâtiplik için müsabaka imtihanı açmıştık. Taliplerin iktidar derecelerini anlamak üzere yazdırılan tahrir mevzuuna ait imtihan evrakını okurken bunların arasında bir tanesinin verilen mevzu ile hiç alakası olmayarak “Erkan-ı Harbiye-i Umumiyenin ıslahından ve vilayetlerin, hatta Meclis-i Mebusan ile Meclis-i Ayan’ın da kolordularla beraber Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetinin idaresine verilmesinden” bahsediliyordu. Bu garip layihanın altındaki imza “Maruf”du.

    Müsabaka imtihanına girdiği günden beri kendini Meclis’e memur olmuş farz ederek dairenin misafir salonundan çıkmayan Maruf Bey ile şöyle bir konuşmak için Kalem odasına çağırttım. Yarım saat kadar görüştük. Bu esnada hiçbir hezeyanda bulunmadığına bakarak, akıllı mı, deli mi diye tereddüde düştüm. Biraz sonra Meclis toplandı. İçtima salonuna gittim, üç saat süren içtimayı müteakip kaleme geldiğim zaman Maruf Bey’i mümmeyizin masasına oturmuş harıl harıl yazı yazmakla meşgul buldum. Yazdıklarını bana uzattı:

    • Meclis-i Mebusan’ın ıslahı için layiha, dedi, lütfen emrediniz de bizim maaşı versinler!

    Zavallı Maruf Bey, kapıcılara, odacılara vaki olan sıkı tenbihlere rağmen mutlaka bir kolayını bulup hemen her gün Zabıt kalemine giriyor, saatlerce yazılar yazıyor, sonra da bana verip,

    • İdarei vilayata dair layihadır, diyor ve ilave ediyordu.
    • Lütfen muhasebeci beye emrediniz de bizim maaşı versin.

    Biçareyi atlatıp da işimize bakıncaya kadar akla karayı seçerdik.

    Nihayet İngilizler 16 Mart’tan sonra Damat Ferit hainine Meclis’i kapattırdılar, biz de Maruf Bey de Meclis’e giremez olduk.

    Ondan sonra Maruf Bey’i Gazete idarehanelerine dadandığı zaman tekrar gördüm. Gelir, Tahrir Müdürlerinin karşısında saatlerce, sessiz sadasız durur, gitmek bilmez, nihayet cebinden bir kâğıt çıkarıp uzatır,

    • Matbuatın ıslahı için baş makaledir. Lütfen dercediniz. Gazetenizin satışı dehşetli artar, kariler de siz de biz de müstefit oluruz. İdare müdürüne söyleyiniz de bize beş on lira versin, derdi.

    Hindi yumurtasına benzeyen çil dolu yüzüne dikkatle bakardım. Solgun çehresinde hepimizle alay ediyormuş gibi hafif müstehzi bir tebessüm dolaşırdı. Anut ve saburdu, bir kere geldi mi gitmek bilmezdi, geveze değildi ama iş arasında matbuatın ıslahından bahsederek zihninizi perişan ettiği için fazla işimiz olduğu vakit atlatır, başka bir arkadaşa, ekseriya İdare Müdürlerine musallat ederdik. Eline “Maruf Bey’e istediği kadar para veriniz” diye bir kâğıt tutuşturarak başımızdan savardık. Bazen haftalarca görünmez, bazen de günlerce matbaadan eksik olmazdı.

    Maruf Bey, gazetecilere dost bir meczup olduğu için meşhur ve maruf oldu. Bu itibarla gene talihi açık bir deli imiş. Biçare yalnız hayatını vakfettiği o büyük emeline nail olmadan, matbuatı ıslah edemeden matbaalardan da dünyadan da elini eteğini çekti. Allah rahmet eylesin.

    VEFA KULÜBÜ’NÜN KAR KOŞUSU [4]

    Koşucular Fatih’ten Ortaköy’e Kadar 45 Dakikada Koştular

    Vefa İdman Kulübü tarafından tertip edilen kar koşusu dün sabah icra edilmiştir. Koşuya üç kişi iştirak etmiştir. Koşucular Fatih Parkı önünde toplanmışlar ve saat 9.30’da hareket etmişlerdir. Koşucular bir heyet tarafından otomobil ise takip edilmiştir.

    Koşucular Fatih’ten hareket ettikten sonra Tramvay Caddesi’ni takiben Beyazıt, Sultanahmet, Eminönü, Karaköy, Fındıklı tarihiyle Beşiktaş’a kadar gelmişlerdir.

    Sabahki şiddetli fırtına ve kar ve yerlerin buzlu olması koşucuların tam süratle koşmalarına mani olmuştur. Bunlardan bir tanesi Beşiktaş’ta koşuyu terk etmiştir. Diğer koşucular koşuya devam etmişler ve Ortaköy’e kadar gitmişlerdir.

    Fatih’ten Ortaköy’e kadar olan mesafe 45 dakikada koşulmuştur. Koşuda Vefa kulübünden Süleyman Bey birinci gelmiştir.

    Vefalıların bu suretle bir kar koşusu tertip etmeleri kış sporu için şayanı tebriktir.

    Spor faaliyetinin bizim için ölü olan bu mevsimde diğer kulüplerimizin de bu gibi koşular tertip etmesi çok şayan-ı arzudur.

    KAR FIRTINASI [5]

    Müthiş kar fırtınası, karada ve denizde insan hayatını birde felce uğrattı. Vapurlar, tramvaylar, otomobiller işleyemez oldu ve bütün bu medeni vesaitin icadından evvelki zamanlarda olduğu gibi, insan hareket ermek için yalnız iki bacağından istianeye mecbur kaldı.

    Münakalatsız şehrin her mıntıkası, muhasım tabiatın muhasarası altında; sebzeciler kırdan sebze getiremediler, balıkçılar denizden balık çıkaramadılar, sucular suyu dağdan indiremediler.

    Bu satırları yazarken, birden matbaadaki elektrikler söndü. Şirkete telefon ettiler. Şu acayip cevap alındı:

    • Bir şey yapmayınız. Bu işe ancak Fatin Hoca karışır.

    Beş on dakika sonra bütün şehrin ışıkları da söndü. Kar fırtınası, kapkaranlık ve tenha sokaklar içinde haileengiz beyaz kasırgalarını raksettirmeye başladı, odalarda çoktan terk edilmiş gaz lambalarının cehennemi bir karanfili andıran kırmızı alevi duvarlarda korkunç gölgeler resmetti.

    Hâsılı bir saat içinde, tabiat koskoca medeniyeti iflas ettirdi.

    Meğer insan zekâsının ibda ettiği şu mağrur âlem (Japon evlikleri gibi!) bir kağıt köşkten başka bir şey değilmiş!

    VOLEYBOL TURNUVASI [6]

    Beyoğlu Amerikan Kulübü’nün geçenlerde tertip ettiği turnuvayı, malum olduğu üzere Fenerbahçe takımı kazanmıştı. Dün bu turnuvanın galiplerine kupa ve madalya tevzii merasimi, Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde icra edilmiştir.

    Matbuat erkânı ve Voleybol Federasyonu azalarının huzuruyla yapılan bu raşime pek parlak olmuş ve spor muhibbi olarak tanınmış Türk, ecnebi birçok zevat da bu merasime iştirak etmişlerdir.

    Eski ve muhterem sporcu Mazhar Bey, bu merasimi idare etmiş ve Fenerbahçeli gençlere galibiyet kupasını ve madalyaları vererek beyanı tebrikat etmiştir.

    İkinciliği kazanan Kabataş takımına da kupa ve madalya tevzi edilmiş, bilahare bir çay ziyafeti verilmiştir.

    MUZİRDİR [7]

    Halk Fırkası sporculara meşkûr bir muavenet olmak üzere İstanbul ve Beyoğlu fırka binalarını spor teşkilatına tahsis etti. Söylendiğine göre heyeti müttehideler İstanbul’daki fırka binasına, mıntıka merkezi de Beyoğlu’ndakine yerleşecektir.

    Bizce bunun kadar manasız ve hatta muzir bir şey olmaz. Filhakika İstanbul’un spordaki vaziyeti dolayısıyla mıntıka merkezinin her an heyeti müttehidelerle temas etmesi lazımdır. Bilhassa lisans işleri gibi şeylerde bu temasların lüzumu pek kuvvetlidir.

    Bizim fikrimizce İstanbul’daki bütün spor teşkilatı aynı bina altında toplanmalıdır. Aksi takdirde mesela Adana mıntıkası heyeti müttehidelerle temasta bulunmak için nasıl fazla külfete giriyorsa bu külfete hiç lüzum yok iken İstanbul mıntıkasına da terettüp edecektir.

    Ümit ve temenni edelim ki bu yanlış ve hatta müzir adım atılmasın.

    ARTIK YETER! [8]

    Kış, kıyamet, kar, üçü de (k) harfiyle başlayan bu afetler devam ettikçe ediyor.

    Dün beni arabasına bin türlü naz ve niyaz ile alan bir şoförün, yağan kara bakıp da bağırdığı gibi, insanın:

    • Allah baba, artık yeter! Diyeceği geliyor.

    Koskoca bir şehrin manzarası değişti. Meydanlarda rüzgârın yığdığı karlar birer ufak tepeyi andırıyor. Sokaklar oldukça tenhalaştı. Birçok mağaza camakanları kepenk altındadır.

    Yalnız kömürcüler açık, yalnız kömürcüler dükkânlarının önünü ferahlı ferahlı süpürüyorlar. Bu kara kışın bembeyaz günlerinde İstanbul sokaklarında göze çarpan bir kafile de kukuleteli muşambalarla ellerinde kürek dolaşan (Ku-Kluks-Klan) cemiyeti azasını andıran süprüntücülerdir. Gök yağdırıyor, onlar kürümeye uğraşıyorlar.

    Allah kuvvet versin.

    VEHAMET YOK! [9]

    Milliyet arkadaşımızın ilk sayfasında, İstanbul’u alt üst eden kışa dair, kocaman harflerle şu sakin serlevha vardı:

    “Vaziyette hiçbir vehamet yoktur!”

    Bu serlevhanın altında da şu korkunç haberler vardı:

    “İstanbul mahsur bir şehir vaziyetinde…”

    “Trenler işlemiyor…”

    “Muhabere munkati…”

    “Daireler; mektepler boş…”

    “Kar altında kalan üç trenden birinin yolcuları kurtarıldı…”

    “Feneryolu ve Göztepe arasındaki mahalleler dün sabahtan itibaren müteaddit yerlerden (Ekmeksiz kaldık) diye istimdat etmişlerdir. Bunun üzerine hemen bu civara amele kolları sevkedilmiş fakat mütemadi bir surette çalışılmasına rağmen yolları açarak bu kar mahsurlarına ekmek sevkine imkân bulunamamıştır…”

    Refikimizin bu hali, bana şu fıkrayı hatırlattı:

    Vaizin biri camide vazederken:

    • Ey cemaat, demiş, enfiye çekmek günahı kebairdendir…

    Cemaat arasında bulunan bir Bektaşi, vaizin burun deliklerini enfiye ile tıkalı görünce:

    “Aman erenler” demiş, “Burnun ağzını tekzip ediyor!”

    Refikimizin de o serlevhasıyla bu tafsilatı tıpkı vaizin ağzıyla burnu gibi. Altı üstünü tekzip ediyor!

    İŞGAL FACİALARI [10]

    Süleyman Nazif ile Franşe Despre Karşı Karşıya Geldi

    (…) Franko Paşa’nın bu sözleri Franşe d’Espre’nin üzerinde yavaş yavaş yavaş iyi bir tesir bırakmıştı.

    • Onunla konuşabilir miyim? Dedi. Mademki bu zat sizin anlatığınız gibidir. Ben verdiğim emri geri alıyorum. Fakat bu ihtiyar vatanperver ile yakından temasa gelmek istiyorum.
    • Hay hay…

    Hemen o gün Nazif, Franşe d’Espre ile görüştü.

    Üstat kendine has vakarı ile ceneralın şahsı hakkında hiçbir husumet beslemediğini fakat İstanbul’a bu tarzda girişten müteessir olduğunu anlattı ve şöyle dedi:

    “Yine söylüyorum general. Bir Fransız generali olarak İstanbul’u böyle görmeyecektiniz.

    Sizi Beyoğlu sokaklarında gezdiren beyaz at, Fransa’ya karşı muhabbet dolu Türk kalplerinde unutulmaz yaralar açmıştır.

    Siz Fransa’yı kendi vahşi gayelerine alet etmek isteyen bir sürü Rum ve Ermeni yardakçılarının alkışlarına kapıldınız.

    Mazlumu ezmek için kendisine masum tavrı veren zalime el uzattınız.

    Hâlbuki asıl mazlum Türk milleti idi. Biz ikinci vatan dediğimiz Fransa’nın bir generalini büyük ümitle ve dört gözle bekliyorduk. O general sizdiniz.

    Geldiniz, gelişinizi gördük. Tafsilata hacet yok.

    İşte bu vaziyetin tesir ve teessürüdür ki o bana o makaleyi yazdırdı. Ben bu yazımdan dolayı sizden af istemiyorum. Çünkü vazifemi yaptım.

    Fakat siz bir Fransız generali sıfatı ile vazifenizi yapmadınız. Fransa’nın ve tarihin sizi affetmesini arzu ederim.”

    EMDEN İKİ GÜN SONRA ŞEHRİMİZDE [11]

    Alman talebesini hamilen limanımızı ziyaret edecek olan Emden zırhlısı Pazartesi günü saat 8’de gelecektir. Alman zırhlısı evvela Selimiye kışlasını selamlayacak, bundan sonra Boğaz’da bir cevelan yapacak ve Dolmabahçe önünde demirleyecektir. Bunu müteakip ziyaret kısmı başlayacaktır.

    Gemi süvarisi, valiyi, şehriminini, kolordu kumandanını, donanma kumandanını ziyaret edecek ve öğleden sonra kendisine ziyaretleri iade edilecektir.

    Dün akşam hariciye murahhaslığından, Alman sefaretinden ve bahriyeden intihap edilen zevat geminin limanımızda kalacağı günlere ait programı tespit etmişlerdir.

    Alman talebesi Bahriye mektebini ve diğer bazı mahalleri ziyaret edecekler, Zırhlı da Erkânı harbiye ve Bahriye mekteplerimiz tarafından gezilecektir.

    Emden futbol takımının şehrimizde Totonya Alman takımı ve İstanbul muhteliti ile birer maç yapması muhtemeldir.

    BASKETBOL MAÇLARI [12]

    Dün Beyoğlu Amerikan kulübünde Turnuva şampiyonası serisine devam olunmuştur. En mühim maç, Robert Kolej’in Yeni Yıldız takımı arasında yapılmıştır.

    Maç çok zevkli ve heyecanlı olmuş, neticede Robert Kolej takımı ufak bir farkla galip gelmiştir.

    Amerikan Mektebi – Saint Benoit maçında Saint Benoit takımı galip gelmiştir.

    ADALET TECELLİ ETTİ [13]

    Bursa’daki Mevkuflardan Beşi İdam Cezasına Mahkûm Edilmiştir

    Diğer Maznunlar Hakkındaki Karar Nedir?

    Bursa, 9 (Milliyet) – Bursa Ağır Ceza Mahkemesi taklibi hükümet maznunları hakkında kararını bugün tefhim etti.

    Havanın pek soğuk olmasına rağmen Adliye binası önünde toplanan kesif bir halk kitlesi maznunların getirilmesini bekliyordu. Maznunlar kamyonlarla getirildi. Meyus ve heyecanlı idiler. Zabıta tertibatı lazımeyi almıştı. Salon hınca hınç doluydu.

    Yarım saatlik bir intizardan sonra Heyeti Hâkime salona dâhil oldu. Mustantik kararnamesiyle muhakeme safahatını ihtiva eden rapor okundu. Bundan hükümeti devirmek maksadıyla teşkil edilen cemiyet faaliyetinin delail ve itirafat ile sübut bulduğu bertafsil izah ediliyordu.

    Raporun kıraatini müteakip bu ef’alde iştirakleri Sabri’nin ifadesinden başka bir delile istinat etmediği için masumiyetlerine vicdani kanaat hâsıl olan maznunlardan Mustafa, Hakkı çavuş, İsmail, Mustafa Rasim, Kocabaş İsmail, Ali Rıza, kapıcı Eşref, Selami, Hamit, İmam Halil, Hilmi, Laz Hüseyin, Uncu Ziya’nın beraatleri tefhim edilmiş ve salondan çıkarılmışlardır.

    Diğer maznunlardan Yetim, Laz Ali, Evliya Hocanın da cemiyete dâhil oldukları sübut bulduğundan Ceza kanununun 171inci maddesinin ikinci fıkrası mucibince tecziyeleriyle hidematı ammeden mahrumiyetleri tefhim edildikten sonra İbo, Kocabaş Hasan, Mustafa, Osman’ın, firari Ali’nin, Seyfi ile Hidayet, Batakçı’nın Mehmet’in de teşkilattan haberleri olduğu halde sui niyetle hükümete ihbar etmediklerinden haklarında ceza kanununun 151inci maddesinin 2nci fıkrasının tatbik edildiği gıyaben ve vicahen tebliğ edilmiş, bunlardan Kocabaş Hasan’ın 21 yaşını ikmal etmemesinden cezası altı aya indirilmiştir.

    Bu teşkilatın müessis ve mürettiplerinden olan Gökbayrakçı Dağıstanlı Cemal, Çerkeslerden Sabri, Kadem ile Gürcü Dikici, İsmail ve Tatar gardiyan Kamil’in de Ceza kanununun 146ncı maddesi mucibince idamlarına hükmedilmiştir.

    Kararın tefhimini müteakip Cemal ayağa kalkarak kararını haksız bulduğundan, adaletin tatbik edilmediğinden, hâkimlerin Allah’tan korkmaları icap ettiğinden bahsiyle bir takım hezeyanlarda bulunmuş, Mahkum Sabri de ayağa kalkarak Cemal gibi açmalamış, samiini güldürmüştür.

    Reis Bey bunlara şu müskit ve haklı mukabelede bulunmuştur:

    • Sen Allah’tan korkaydın, bu cürmü yapar mıydın? Muvaffak olaydın ne olacaktı?

    LİG MAÇLARI [14]

    İstanbul mıntıkası lig maçları ikinci devre müsabakalarına nihayet bir ay sonra başlanacaktır. Havaların açılmasını müteakip birinci küme takımları idmanlarına başlayacaklardır. Bu suretle yakın bir atide futbol faaliyetine şahit olacağız demektir.

    NÜMAYİŞ [15]

    Eski ramazanların kaba sofuları vardı. Ramazanda, arkada şamhırkası, elde teşbih, kaşları çatık, cehennem meydancıı gibi dolaşırlar, azarlayacak çocuk, paylayacak kadın, tahkir edecek fakir, kavga edecek insan ararlar. Onların bu halini görenler, sanki kıldıkları namazın, tuttukları orucun sevabı kendilerine değil de başkalarına imiş sanırdı.

    Bir gün bunlardan biri, iftar topuna yakın, pencerenin önüne oturuş, kemali azametle sokağı temaşa ederken, fakirin biri:

    • Efendi, Allah rızası için birkaç para himmet eyle!

    Diyince, zengin ve mağrur sofu, yüksek sesle içeriye bağırır.

    • Mehmet! Git, Ali’ye sule! Ali, vekilharca söylesin, ayvaz da uşağa söylesin, uşak da gitsin şu dilenciye: “İnayet ola!” desin…

    Bu sözü işiten fakir, ellerini açarak:

    • Yarabbi, der, Cebrail’e söyle, Cebrail Mikail’e söylesin, İsrafil Ezrail’ e söylesin, Ezrail de gelsin, şu herifin canını alsın!

    Çok şükür, ağzından söz çıkmayan, “İnayet ola!” demeye bile tenezzül etmeyen çatık suratlı evelzaman sofuları artık yok oldular ve gene çok şükür, din ile dünya işi birbirinden ayrıldıktan sonradır ki ibadet nümayiş olmaktan kurtuldu.

    STADYUM İÇİN MÜRACAAT [16]

    İstanbul mıntıkası Futbol Heyeti Cuma günü top oynanacağı cihetle Stadyum’un derhal tathirini istemiştir. Emanet bütün mevcut vesaiti ile ancak ana caddeleri temizlemekle meşgul olduğundan bu hafta için buna imkân olmadığını cevaben bildirmiştir.

    İLK TAYYARE [17]

    Milli mücadelenin ilk zamanları idi. O zaman maden kanatlı tayyarelerimiz yoktu. Birkaç bez kanatlı, kullanılmış tayyaremiz vardı.

    Bez kanatlı tayyareler gergin dursun diye bezlerinin üstüne bir ilaç sürerlerdi. Bu ilaç düşmanların memleketinde vardı. Bizim tedarik etmemiz kabil değildi.

    Kumandanlar, ustalar, tayyareciler düşünmeye vardılar. Ne yapalım ki tayyarelerin gevşeyen bez kanatlarına bir şey sürelim de o madde gibi gergin tutsun. Yoksa başka türlü uçmak kabil olmayacak.

    Hâlbuki düşman tayyareleri vızır vızır üstümüzde işliyor ve zararlar veriyordu.

    Bir genç tayyareci atıldı, dedi ki:

    • Ben bir çare biliyorum, onu yapalım.
    • O çare nedir? Diye sordular.
    • Çok, pek çok kaynatılmış patates suyu, o madde gibi yapışkanlık peyda ediyor. Patatesi kaynatalım ve tayyarenin kanatlarına onu sürelim.

    Herkes birbirine bakıştı ve silah arkadaşlarından birisi dedi ki:

    • Yahu uçarken yağmur yağarsa ne olur?
    • Kanatlar gevşer biz de ineriz.
    • Tehlikeli bir iş.
    • İstiklali, vatanı için uğraşan bir millet için tehlike, korku, kaza, ölüm yoktur.

    Bu söz üzerine koca bir kazan patates kaynattılar ve ilk tayyarenin kanadına sürdüler. Kurudu. Kanatlar gerildi. Genç tayyareci uçtu ve ilk uçuşta bir tayyareci düşürdü.

    Ondan sonra patates suyu ile çalıştılar. Ta çelik, maden tayyare filolarımız oluncaya kadar, bunlarla kahramanca uçtular ve zaferle dövüştüler.

    Bunu dünyada yalnız ve yalnız Türk tayyarecisi yapar.

    GÜZELLİK MÜSABAKAMIZ [18]

    Müsabakamıza iştirak etmek isteyen müteaddit hanım kızlardan dün de resimler aldık. Bu resimlerin sahipleri içinde küçük hanımlar ve muhtelif ırklardan matmazeller vardır.

    Hafta içinde aldığımız fotoğrafları derce başlayacağız.

    M.H. isimli kariimize:

    Fikirleriniz çok doğrudur. Hepsini nazarı dikkate aldık, teşekkür ederiz.

    Birinciliği tabii hakem heyeti ekseriyeti ara ile tayin edecektir. Mayo ile müsabakaya çıkmak mevzu bahis değildir. Endam tenasübü sade bir tuvaletle pek ala anlaşılabilir. Hakem heyeti en ciddi ve en salahiyettar zevattan mürekkep muhterem bir heyet olacaktır.

    Erkeklerin kıskançlığı meselesine gelince, müsabakamız gayet ciddi ve bedii bir gaye takip etmektedir. Fazla kıskanç olanlar kızlarına müsabakaya iştirake müsaade etmezlerse, buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Fakat memleketin en güzide ve namuslu şahsiyetlerinden mürekkep bir heyeti mümeyyize, adeta mekteplerdeki imtihan heyetleri gibi olacaktır.

    GALATASARAY ATLETLERİNİN DÜNKÜ KAR KOŞUSU [19]

    Galatasaray kulübü atletleri tarafından dün büyük bir kar koşusu yapılmıştır. Bu koşu şimdiye kadar yapılan kar koşularının en mükemmeli olmuştur. Şimdiye kadar yapılan koşulara azami 10-12 atlet iştirak ettiği halde dünkü koşuya tam 40 atlet girmiştir. Koşuya sabahleyin saat 10’da Şişli tramvay garajı önünden başlanmıştır. Koşucular beşer kişiden mürekkep 8 takım halinde hareket etmişlerdir. Mesela Şişli-Hürriyet tepesi arasında gidip gelme olarak 3500 metre idi.

    Galatasaray kulübünün en iyi koşucuları ayrı ayrı takımlara taksim edildiklerinden takımlar arasında tam bir muvazene temin edilmiş, kuvvetli bir mücadele sahnesi vücuda getirilmiştir.

    Şişli-Hürriyet tepesi yolu tamamen karla örtülü olduğundan koşucular büyük müşkülat ile ilerlemeye mecbur olmuşlardır.

    Koşucular arasındaki rekabet bütün müşkülatı bertaraf etmiş, koşu muvaffakiyetle ikmal edilmiştir.

    Bir metreden fazla kar ile örtülü olan 3500 metrelik bu mesafe 16.25 dakikada Behzat Bey tarafından kazanılmıştır.

    Vasıf Bey ikinci, Memduh Bey de üçüncü olarak gelmişlerdir.

    Koşuyu takımlar arasında sayı hesabıyla Behzat, Nejat, Adil ve Haldun Beylerin dahil olduğu takım kazanmıştır. Galatasaraylı atletlerin dün tespit ettikleri rekor çok mucibi memnuniyettir.

    Kar koşusuna 40 kişilik bir atlet kafilesi çıkaran Galatasaray kulübünü tebrik ederiz.

    GALATASARAYLILAR ANTRENMANLARA BAŞLIYOR [20]

    Galatasaray kulübünün fahri reisi Mehmet Necati Bey’in vefatı üzerine Galatasaray idmancıları spor faaliyetini tevkif etmişti.

    Galatasaraylılar önümüzdeki Pazar gününden itibaren yeniden antrenmanlarına başlayacaklardır.

    TÜRK MARŞI [21]

    Evvelki gece “Emden” mürettebatı şerefine Alman sefarethanesinde verilen baloya Mösyö ve Madam Nadolni cenapları beni de davet etmek nezaketinde bulunmuşlardı.

    Balo alelade bir şekilde değil, bazı merasimle nihayet buldu. “Emden” kruvazörünün muzıkası evvela İstiklal Marşını çaldı. Hazır bulunan Türklerin çoğu da diğer ecnebiler gibi çalınan marşın Milli Türk Marşı olduğunu bilmiyorlardı. Neden sonra sefirin Türk zabitleriyle Alman Bahriyelilerin selam vaziyeti aldıklarını görünce onlar da çalınan havanın milli bir marş olduğunu anladılar ve ihtiram vaziyeti aldılar.

    İstiklal Marşını ben pek iyi tanırım. Çünkü onu öyle bir gün, öyle bir yerde dinledim ki artık unutmamın imkanı yoktur. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’u tahliye ettikleri gün Dolmabahçe meydanında bütün o mağrur ve mütahakkim İtilaf jeneralleri ve askerleri selam durmuş, Müttefikin bayrakları hürmetle eğilmiş oldukları halde Türk istiklal marşını dinlemişlerdi… İşte ben o günden beri İstiklal Marşını bilirim, fakat benim veya birkaç yüz, birkaç bin kişinin bilmesi kafi mi? Milli Marşı bütün millet bilmelidir. Nitekim evvelki gece İstiklal Marşı bitip de arkasından Almanların “Almanya, Almanya, her şeyin fevkinde!”

    Milli Marşı çalınmaya başlar başlamaz, koca salonu dolduran bütün Almanlar, kadın ve erkek, muzıkayla beraber bu marşı taganni ettiler. Heyecan ve teessür içinde kaldım; biraz evvel bizim marşımızın öksüz öksüz yalnız muzıka tarafından çalındığını hatırlayarak üzüldüm ve müteessir oldum.

    Neden bizim de bütün milletin sevdiği ve bildiği bir Milli Marşımız olmasın? Neden bu Milli Marşı mektep çocuklarından itibaren büyük küçük, kadın ve erkek her Türk bilmesin ve söylemesin?

    Çarliston havalarını bilip, söyleyip de kendi Milli Marşını bilmemek ve söyleyememek ne elim şey! Alman sefarethanesinin muhteşem salonu, Doyçlant, Doyçlant, über alles nağmeleriyle inlerken kalbimin ta içinde bu elemi duydum.

    MİLLİYET’İN DÖRTLER KUPASI [22]

    Geçen spor sahifelerimizden birinde lig maçlarının birinci devresinde en başta gelen dört futbol takımı arasında bayram günlerinde bir turnuva tertip edilmesi fikrinin mevcudiyetinden bahsetmiştik.

    Spor ve bilhassa başta gelen futbol faaliyetinin hemen hemen sıfıra müncer olduğu bu sıralarda verdiğimiz bu haber, öğrendiğimize göre, spor meraklıları arasında büyük bir memnuniyet uyandırmıştır.

    En son haber aldığımıza göre bu turnuvaya dahil olacak dört kulüpten Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş müsabakalara girmeyi prensip itibariyle kabul etmişlerdir. Geriye kalan Vefa kulübünün de turnuvayı memnuniyetle kabul edileceğine şüphe edilmez. Esasen dört kulüp murahhaslarının şu bir iki gün zarfında bir araya gelerek kati kararlarını vermeleri ve turnuvanın bütün teferruatını tespit etmeleri mukarrerdir.

    Her fırsatta spor ve sporcuları teşvikten geri kalmayan “Milliyet” mevkii fiile çıkmak üzere olan bu turnuvayı gene bir teşvik vesilesi ittihaz etmek fikriyle ortaya bir kupa koymaktadır. “Milliyet” kupasını turnuvayı kazanacak olan Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe, Vefa takımlarından biri alacaktır.

    “Milliyet” verdiği ve bundan sonra da vereceği spor mükafatlarının kulüplerin tarihlerinde yekdiğerine karışmamasını temin için kendine izafe edilişinden maada ayırıcı bir isimler de tevsimini muvafık görmektedir.

    Geçen sene üçüncü takımlar arasındaki turnuva galibine verdiğimiz kupaya “Milliyet’in Küçükler Kupası” dediğimiz gibi bayramda vereceğimiz kupaya da “Milliyet’in Dörtler Kupası” namını veriyoruz.

    Turnuvanın bütün teferruatının tespiti dört kulüp murahhaslarıyla Stadyum idaresine ait olacaktır. Gazetemiz bu hususta karışmayarak isimleri bidayette taayyün edecek olan bu murahhasların nihai kararına göre kupayı galibine tevdi edecektir.

    Diğer taraftan öğrendiğimize göre turnuvanın şu şekilde tertip edilmesi düşünülmektedir. Bayramın ilk günü Fenerbahçe ile Beşiktaş ve Galatasaray’la Vefa takımlarının, üçüncü günü de iki galibin karşılaşması.

    Filhakika bu turnuvanın alabileceği en cazip şekildir. Zira malumdur ki lig maçlarının birinci devresinde Fenerbahçe Beşiktaş’a mağlup olmuş, Galatasaray da Vefa ile berabere kalmıştı. Bu şekilde yapılacak maçlar o beklenmemiş netayici yer alan müsabakaların birer rövanşı mahiyetinde olacaktır.

    Bakalım “Milliyet’in Dörtler Kupası”nı dört kuvvetli takımdan hangisi alacak?

    ASLAN AVI! [23]

    Dikkat ettiniz mi? Yevmi arkadaşlarımdan birinde yeniden bir aslan avı hikayesi çıktı. İşin garibi bundan bir iki sene evvel bizim avcı Said’in aslan avı menakibini yzmış olan gazetenin eski şeriklerinden birinin şimdi müstakilen sahip olduğu sabah gazetesinde yine bu nevi avcılıktan bahsetmesidir. A.N. Bey ismindeki bu arkadaşa dün sorduk:

    • Yahu! Sen hangi gazetede çalışsan bir “aslan avı” açarsın, bu nedendir?
    • Aslan payını severim de ondan!

    BEYNELMİLEL FUTBOL [24]

    Federasyon Reisimiz Madrid’deki Kongreye Davet Edildi

    Beynelmilel Futbol Federasyonu teessüsünün 25inci devri senevisi dolayısıyla Madrid’de bir kongre aktedecektir. Bu kongreye iştirak için Beynelmilel Futbol Federasyonu reisi M.Rimmer, Türkiye Futbol Federasyonu reisi Muvaffak Bey’i şahsen davet etmiştir.

    BALIKÇILIK SPORU [25]

    Moda deniz kulübünde yeni bir balıkçılık şubesi açılmıştır. Kulüp azaları yakında Adalar’da balık avına çıkacaklardır.

    NİÇİN? [26]

    Yunan ordusunu dört senede denize döktük. Mübadele meselesini beş senedir halledemiyoruz.

    Fesleri bir günde attık. Başörtülerini hala çıkaramıyoruz.

    Halifeyi bir günde def ettik. Kafesleri asırlardır kaldıramıyoruz.

    Medreseleri bir anda kapadık. Kanalizasyon çukurları hala açık duruyor.

    Yeni harf meselesi diye bir mesele yok. Darülbedayi meselesi diye bir mesele var.

    Hâsılı, bir asırda yapılabilecek işleri bir anda yapmak mucizesini göstermişiz. Bir anda yapılabilecek işleri ise senelerdir yapamıyoruz.

    Sebep ne?

    Sebep şu ki büyük işleri başarabilecek büyük bir adamımız var. Küçük işleri yapacak mekanizma ise baştanbaşa bozuktur.

    VOLEYBOL MAÇLARI [27]

    Dün, Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde İstanbul mıntıkası voleybol birincilik maçları turnuvasına devam edilecekti. Fakat gene rakiplerden bazılarının sahada ispatı vücut etmemesi dolayısıyla maçlar çok tatsız bir hava içinde cereyan etti.

    Günün en mühim maçını Fenerbahçe takımıyla Nişantaşı arasında yapılacak müsabaka teşkil ediyordu. Nişantaşı takımının gelmemesi, Fenerlilerin hükmen galebesini intaç etti.

    Geçenlerde söylediğimiz üzere voleybol, memlekette henüz taammüm etmeye başlayan bir spordur. Her yeni spor gibi, daha bidayette aşkla karşılanması icap eden voleybol, maalesef İstanbul’da layık olduğu ciddiyetle karşılanmamaktadır.

    Bunun en bariz misali İstanbul voleybol şampiyonasının şimdye kadar intaç edilen bütün maçlarının hemen hemen kâmilen hükmen kazanılmış olmasıdır.

    Alakadar kulüpler ve teşkilatın bu hususta dikkatli davranması lazımdır.

    BAYRAMDA YAPILACAK FUTBOL MAÇLARI [28]

    İstanbul muhtelitinin bayramda İzmir’e giderek İzmir muhteliti ile bir maç yapılması için görüşülmüştü. Dün gelen İzmir gazetelerinin bu hususta verdikleri malumata göre, İstanbul futbolcuları şayet İzmir’e gitmezlerse, İzmir muhteliti İstanbul veya Ankara’dan başka bir kuvvetli takım celbedecek, bu suretle bayramı müsabakasız geçirmeyecektir.

    Diğer taraftan bizim haber aldığımıza göre bayramda şehrimizde Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Vefa kulüpleri arasında bir futbol turnuvasının yapılması muhtemeldir.

    Bunun takarrürü halinde, bayramın birinci ve üçüncü günleri Galatasaray-Vefa, Fener-Beşiktaş müsabakası yapılacaktır.

    Bu vaziyete göre İzmir’e İstanbul’dan kuvvetli bir futbol takımının gitmesi de mümkün olmayacak demektir.

    VASIF BEY MAARİF VEKİLİ OLDU [29]

    Ankara, 23 (Vakit) – Bugün Büyük Millet Meclisi’nde İzmir mebusu Vasıf Bey’in intihap mazbatası okunarak kabul edildi ve arkasından da tahlifi yapıldı.

    Vasıf Bey’in Maarif Vekaleti’ne tayin edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu husustaki kararname Başvekilimiz tarafından imzalanarak Reisicumhur hazretlerinin tasdikine arz olunmuştur.

    FUTBOL HEYETİ TOPLANDI [30]

    İstanbul A Takımı İdmansız Olduğu için İzmir’e Gidilemiyor

    İzmir mıntıkasının daveti üzerine İstanbul “A” muhtelitinin üç maç yapmak üzere bayramda İzmir’e gitmesi mevzuubahis olunmakta idi. İzmir mıntıkasının bundan bir ay evvel yaptığı bu teklif, mıntıka Futbol Heyetinin bir türlü toplanamaması yüzünden şimdiye kadar cevap verilememişti.

    Nihayet İzmir mıntıkasının gazetemiz vasıtasıyla mıntıka Futbol Heyetine vaki olan sonuncu müracaatından sonra Futbol Heyeti Perşembe akşamı toplandı ve bu hususta son kararını verdi.

    Verilen bu karara göre, İzmir mıntıkasının teklifi kabul olunmamaktadır.

    Futbol Heyeti bu kararı verirken “A” muhtelitine mensup oyuncuların lig maçlarının tatilinden beri idmanlarını terk etmiş bir halde olduklarını nazarı dikkate almıştır.

    Bir noktai nazara göre mıntıka bu kararında haklıdır. İdmansız bir takımı, böyle temsili bir maça çıkarmak, şehirler arsında bir rekabetin tebarüz etmeye başladığı bu günlerde hiç de musip olmayacaktı.

    Yalnız gönül isterdi ki İzmirli sporcu arkadaşlarımızın, makul bir fikre istinaden bu talepleri büsbütün ret edilmeyerek bir sureti tesviyeye rapt edildin. Bütün sporcuların birbirine hizmet etmesi icap ettiğine göre, İstanbul sporcularının İzmir seyahatini icra etmeleri bir vecibedir.

    Memnuniyetle haber aldığımıza göre, mıntıka Futbol Heyetinde de ilk fırsatta bir İzmir seyahati yapmak konusunda bir temayül mevcuttur. Mesela kurban bayramına kadar “A” takımını hazırlamak ve bir İstanbul-İzmir maçı yapmak mümkün olacaktır.

    BAYRAMA DOĞRU [31]

    Bayramda muhtelif şehirler arasında futbol temasları yapma mutattır. Bu cümleden olmak üzere İstanbul takımlarından bazılarının Edirne, Kocaeli, Tekirdağ, Bandırma gibi yakın merkezlere seyahat etmeleri takarrür etmiştir. Bazı şehir takımlarının da İstanbul’a gelmek hususunda kulüpler nezdinde münferit teşebbüslerde bulundukları temin edilmektedir.

    HOKEY FAALİYETİ [32]

    Bu sene ilkbaharda çoktan beri terk edilen hokey faaliyetinin canlanacağı söylenmektedir. Osman Hakkı Bey’in himmetiyle dolaplarda çürüyen stiklerin çıkarılacağı ve kulüpler arasında hususi temaslar yapılacağı temin edilmektedir. Yaptığımız tahkikata nazaran filhakika böyle bir tasavvur mevcut bulunmaktadır. Yalnız bu tasavvurun proje halinde kalan diğer emsaline benzememesi şayanı temennidir.

    DARÜLACEZE VE ARTİSTLER! [33]

    Bir garip ve acıklı şey öğrendim. Darülbedayi artistleri, Darülaceze müdürüne müracaat ederek artistlerden aciz ve muhtaç düşenlerin Darülaceze’ye kabulünü rica etmişler.

    Evvela bu müracaat fecidir. Sanat namına faciadır. Fakat ne çare ki her yerde olduğu gibi bizde de sanat sahibini pek nadir olarak zengin eder, bazen geçindirir, ekseri sefil eder ve muhakkak ihtiyarlıkta aç bırakır. Bunu gördükten sonra hala bu malihülyai mesleke sülük edenlere aşıkışûride diye acınmaktan başka ne yapılır?

    Şimdi bu tıraşlar bertaraf, Darülaceze müdürü aciz kalan artistleri kabul edemeyeceğini söylemiş. İşte bu hepsinden fecidir. Çünkü o müessesenin irat menbalarından biri de “Temaşalar”dır. Sağ ve sağlam iken yardım ettiği hayır müessessesinden de hayır görmezlerse bu biçareler nereye giderler?

    İki gün evvel sokaklardaki dilenciler toplanıp kamyonlarla Darülaceze’ye naklediliyordu. Oraya girebilmek için mutlaka sokakta avuç açmak mı lazım?

    MÜNEVVERLERİN TENVİRİ İÇİN [34]

    (…) Dün akşam Fransız tiyatrosunda Phedre’i seyretmeye gitmiştim; gözlerim her tarafta bizim genç şairlerimizi, genç ediplerimizi, genç sanatkârlarımızı arıyordu; lakin maatteessüf salonun her yerinde Galata halkından başka kimselere rastgelmiyordu! Türkiye’den başka herhangi bir memlekette Racine’in oynanması, başlı başına bir hadise teşkil eder. Bizde ise bu büyük, bu layemut sanat nefhası hiçbir kılı kıpırdatmadan esip geçiyor.

    Bir zamanlar Galatasaray Lisesi talebeleri, bir “Sara Bernar”ı, bir “Rejan”ı, bir “Mune Sulli”yi görebilmek için, Tepebaşı Kışlık tiyatrosuna adeta bir kale zapteder gibi hücum ederlerdi. Şimdi bunları, futbol kalesinden başka bir şey alakadar etmiyor. Bu da fikri ve hissi bir inhitat alameti değil midir?

    Müddeamızı ispat için bundan bin kere daha kuvvetli alametler sayıp dökebiliriz. Fakat neye yarar; dert ortadadır ve buna çare bulmak lazımdır.

    Maarif Vekâleti münevverler için umumi kütüphaneler mi açacak, vasi mikyasta tercüme ve telif kitaplar bastırıp gayet ucuz fiyatlarla mı dağıtacak; fikir ve edebiyata dair müsabakalar, anketler mi tertip edecek, senenin en güzel kitaplarını yazana veyahut herhangi bir şubede olursa olsun en güzel sanat eserini vücuda getireceklere yüksek mükâfatlar mı verecek; her ne yapacaksa yapmalı, bu düşen kafaları doğrultmaya gayret etmelidir.

    NEVESER! [35]

    Bu ismi tanıdınız mı? Bu Seyrisefain’in emektar ve eski bir vapurudur. Rivayete nazaran vapur üç dört gün evvel iskele vazifesini görmek üzere bağlı olduğu Kınalıada iskelesinden nabedit olmuş ve uzun taharriyattan sonra Çanakkale’ye doğru giderken Marmara’da yakalanmış. Ne yalan söyleyeyim, vapurun bu hareketi hoşuma gitti. Senelerce hizmetten sonra böyle iskele yapılınca haysiyetine dokunmuş ve kaçmıştır. Çoğumuz Neveser kadar olamayız.

    FUTBOL FAALİYETİ [36]

    Havaların ortada mevcut manileri bertaraf edecek bir şekil alması dolayısıyla çoktan beri tatil edilen futbol faaliyetine bu haftadan itibaren başlanacaktır. Eğer hava bugünkü müsait şekilde devam ederse gerek stadyum, gerek Kadıköy sahası tamamen futbol oynamaya müsait bir hale gelecektir. Önümüzdeki Cuma günü için bazı maçlar hazırlanmıştır.


    [1] 1 Şubat 1929 – Son Saat Gazetesi (A.S.)

    [2] 1 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [3] 2 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [4] 2 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [5] 3 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [6] 3 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [7] 4 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [8] 5 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [9] 6 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [10] 7 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Kemalettin Şükrü)

    [11] 8 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [12] 9 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [13] 10 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [14] 11 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [15] 12 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [16] 13 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [17] 14 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [18] 15 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 16 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [20] 16 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [21] 17 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [22] 18 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [23] 19 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [24] 20 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [25] 21 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [26] 21 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [27] 22 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 23 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [29] 24 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [30] 25 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 25 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 25 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [33] 25 Şubat 1919 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [34] 26 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi (Yakup Kadri)

    [35] 27 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [36] 28 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – I

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – I”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    MİLLET MEKTEPLERİ BUGÜN MERASİMLE AÇILACAK [1]

    Millet mektepleri bu akşam açılıyor… Bu mekteplere ait bütün ihrazat dün ikmal edilmiştir. Her mektep birbiriyle rekabet edercesine süslenmiştir. Birçok mekteplerde elektrik tesisatı harici cephelerine kadar teşmil edilmiştir. Bu akşam mektepler baştan aşağı tenvir edilecektir. Maarif Müdüriyeti’nin tamimi üzerine dün mekteplerde tedrisat icra edilmeyerek çocuklar tezyinat ve müsamere hazırlıklarıyla meşgul edilmiştir.

    Halkın kaydolunmak üzere mekteplere müracaatı son dereceyi bulmuştur. Yalnız dün akşama kadar İstanbul tarafındaki mekteplere müracaat edenler on bini mütecavizdir. Kadıköy mıntıkası müfettişi İzzet Bey, Kadıköyü’nde açılan 73 dershaneye yazılanların üç bini tecavüz ettiğini bildirmiştir.

    Kadıköy’de her mektepte bugün beşten sekize kadar muntazam bir program tahtında müsamereler verilecektir. Bu müsamerelere erkân-ı hükümet, mebuslar ve diğer zevat ve çocuk velileri davet edilmiştir. Üsküdar Askeri Fırka Kumandanlığı da bu merasime mızıka gönderecektir. Resmi küşadı müteakip haziruna muallimler, cazip bir numune dersi vereceklerdir.

    Elektrik alamayan mekteplerin tenvir vasıtaları da Üsküdar Kaza Heyeti tarafından temin edilmiştir. Bu heyet Üsküdar Kaymakamı’nın riyasetinde bu sabah da toplanacak, bir noksan olup olmadığını kontrol edecektir.

    Vali Vekili ve Maarif Emini ve Müdür Beyler ve diğer Vilayet Heyeti azası mekteplerin resmi küşadında bulunacaklardır. Bugün Taksim Meydanı’nda bulunacak olan bilumum yatılı mektepleriyle lise izcileri ve ilk mektepler talebesi Vali Bey’le Maarif Müdürü Bey’in nezareti altında, ellerinde Devlet Matbaası’nda bastırılan afişler olduğu halde mekteplere tamim edilen Türk harfleri marşını söyleyerek Bayezid’e kadar gelecekler ve muhtelif tezahürat yapacaklardır. (…)

    TESELLİ KABUL ETMEZ BİR ACI [2]

    Maarif Vekili Necati Bey’i Kaybettik

    Karilerimize bir matem haberi vermekle müteellimiz!

    Sevgili Necati’nin ansızın hastalandığını, kendisine apandisit ameliyatı yapıldığını dün yazmıştık. Maalesef hastalığın teşhis edilmemesi genç ve değerli bir inkılap uzvundan memleketi mahrum etmiş, zavallı Necati dün öğleye doğru hayata gözlerini yummuştur.

    Cumhuriyet hükümetine, Büyük Meclis’e, Cumhuriyet Halk Fırkası’na, irfan ve gençlik âlemine, bütün kan ve fikir ailesinin efradına taziyetler arz ederiz.

    MERHUM NECATİ BEY’İN TERCÜME-İ HALİ [3]

    Mustafa Necati Bey 1894 senesinde İzmir’de doğmuştu. Tali tahsilini İzmir İdadisi’nde bitirdikten sonra İstanbul’a hukuk mektebine girmiş, buradan çıktıktan sonra da İzmir’de Darülmuallimin ve Darülmuallimat’ta muallimlik almak suretiyle maarife intisap etmişti.

    1915’den 1918 senesine kadar İzmir’de hususi Şark Mektebi müdürlüğünde bulunmuş, burada şimdi Moskova elçimiz olan Vasıf Bey’le beraber çalışmıştır. Bu arada İzmir-Aydın demir yolları hukuk müşavirliğinde çalışmış, dava vekâleti yapmıştır. 1919’da İzmir’in işgali üzerine milli mücadele teşkiline dâhil olarak İstanbul’da (şimdi Büyük Millet Meclisi Reisi) Kazım Paşa hazretlerinin kumandan olduğu mıntıkada kuvayı milliye müfrezeleri kumandanlığında bulundu ve Anzavur takibatına iştirak etti. 1920’de Saruhan mebusu olarak Büyük Millet Meclisi’ne geldi ve bir müddet sonra Kastamonu İstiklal Mahkemesi’ne reis olarak Samsun-İzmir arasındaki sahada milli mücadelenin muvaffak olmasında kıymetli hizmetler etti. 1923’te İmar ve İskân ve Mübadele Vekâleti’nin teessüsünde hem amil, hem bu vekâletin ilk vekili oldu ve bilahare İsmet Paşa kabinesinde Adliye Vekâleti’ne geçti ve kabine çekilirken Necati Bey de istifa etti. Bir müddet sonra Hamdullah Suphi Bey’in yerine Maarif Vekili oldu.

    NECATİ! [4]

    İnkılap neslinin kulaktozuna bir hançer saplandı. İstiklalin müebbet temelini kurmaya çalışan irfan amelesinin neşeden ve feragattan kalbine ilk matem çöktü. En büyüğümüzün yüreğinden en küçük bana kadar şu hudutların içinde dışında ürpermeyen benlik kalmadı. Çünkü ziftten zifirden bir haber patladı: Maarif Vekili’nden evvel büyük ve civanmert olan Necati öldü!

    Büyük ve civanmert insanlara karşı ecelin ne sefil ne korkak ne kelbi olduğunu bilirdim ama bu kadar kahpeliğini hiç işitmemiş, görmemiştim.

    Necati o gönül mânialarından idi ki her kımıldanışında etrafında ve arkasında binlerce taze ve temiz kalp harekete gelirdi. Akdenizin bu tatlı esmer evladına yalnız İzmir, sade Ankara değil fakat bütün inkılap tarihi ağlayacaktır.

    Ameliyat muvaffakıyetle neticelendi. Fakat yüksük kadar küçük bir kör olası kör bağırsak bir cihandan büyük ve Türk adı kadar sağlam Necati’yi aldı götürdü. İnsan hayatın bu anlaşılmaz sırları önünde ve kulaktozuna yediği hançerin acısı altında kızamıyor, ağlayamıyor, inanamıyor… Demek bu ölüm sahidir.

    Necati! Uzun senelerimin en has, en mahrem, en mert dostu!

    Necati! Demek sahi öldün. Vah bize! Vah bize.

    ZAVALLI NECATİ [5]

    Elime kalemi aldım. Fakat ne yazacağımı bilmiyorum. Maarif Vekili Necati Bey’in bütün arkadaşlarını şaşırtan nagihani ölümünü “Vakit” karilerine nasıl anlatabileceğimi bir türlü tayin edemiyorum.

    Evet, henüz otuz dört yaşında aslan gibi kuvvetli bir genç aramızdan çekilip gitti. Daha cumartesi günü Maarif Vekâleti’ne gidenler Necati Bey’i Vekâlet masası başında 1 Kanunisani için büyük bir şevk ve heyecan ile çalıştığını görmüşlerdi. Çünkü 1 Kanunisani günü her tarafta olduğu gibi Ankara’da da Millet Mektepleri’nin resmi küşadı yapılacaktı.

    Necati Bey aylardan beri yaptığı hazırlıkların mesut neticesini o gün alacaktı. Maalesef talih en büyük milli bir bayramı teside hazırlanır gibi aylardan beri Millet Mektepleri’nin küşadını temin için çalışan Necati’ye bu emelinde yar olmadı.

    Millet Mektepleri’ni 1 Kanunisani’de açmaya hazırlanan Necati, bugün vakitsiz bir ölümün bedbaht darbesine uğradı.

    Necati Bey belki ideal bir Maarif Vekili olmak için icap eden teknik bilgilere tamamen sahip değildi; fakat mektepçiliğin bir ihtisas işi olduğuna, her işi ehline vermek lazım geldiğine samimi olarak kani idi. Bu kanaat üzerinden yorulmak bilmeyen bir gayret ile çalışmayı kendisine şiar edinmişti.

    Fazla olarak İzmir’in Yunan işgaline geçtiği günlerde anayurdundan ayrılarak milli harekâta iştirak etmiş, mücahede-i milliyenin her safhasında fedakarane bir gayretle çalışmış, uzak ve yakın bütün arkadaşlarının hürmet ve muhabbetini kazanmıştı.

    Bu itibarla memleket ve millet Necati’nin istikbalinden daha çok hizmetler bekleyebiliyordu. Yazık ki insafsız ölüm bu ümitleri kırdı.

    Dün Millet Meclisi koridorlarında Necati Bey’e tehlikeli bir apandisit ameliyatı yapıldığı şüyu bulunca herkeste derin bir teessür uyanmıştı. Bütün arkadaşlar sıhhi vaziyeti hakkında malumat almak için birbirine soruşturuyordu.

    En doğru haber olarak yirmi dört saatlik bir tehlike devri bulunduğu anlaşılıyordu. Ameliyattan sonra yirmi dört saat iyi geçerse ölüm tehlikesinin bertaraf olacağı söyleniyordu. Fakat çok yazık ki bu son ümit boşa çıktı. Aradan yirmi dört saat geçmeden Necati kayboldu.

    Zavallı Necati ölümüne takaddüm eden bütün geceyi Millet Mektepleri’ne ait tertibat ve teşkilattan bahsederek geçirmiştir.

    Son nefesinde de “1 Kanunisani, 1 Kanunisani!” diyerek gözlerini kapamıştır.

    Bu hal Necati’nin ruhunda vatan ve vazife aşkının ne kadar derin bir surette kökleşmiş olduğunu göstermeye kâfi geliyor.

    NECATİ’NİN ÖLÜMÜ KARŞISINDA [6]

    Hayatımda, bu kadar umulmayan bir felaketle karşılaştığımı bilmiyorum!

    Telefonda onun ölümü haberini alınca ellerim titredi, boğazım kurudu; boğuk bir sesle tekrar tekrar sordum. Kalbim bu zalim habere bir türlü inanmak istemedi.

    Fakat matemli bir sesle inildeyen kısık, muttarit telefon darbeleri bu acı hakikati bütün çıplaklığıyla haykırıyordu:

    “Necati’yi kaybettik! Necati’yi!”

    Her kara haber gibi bu felaket haberi de doğru çıkmıştı…

    Evet, bu bir hakikat idi…

    Daima hayat ve ümit dolu gür sesinin akisleri daha kulaklarımızda titrerken, bu zalim hakikatle karşılaşıyorduk! O kadar genç, o kadar dinç, adeta bir hayat kaynağı gibi taşkın bir insanı birdenbire aramızdan eksilmiş görmek, umulmaz bir faciadır, yarabbi…

    Bu ani felaket darbesi altında dimağım hala uyuşuk duruyor… Bu dost ölümünün kalbimde açtığı yara, sanıyorum ki ilelebet kanayacak!

    Şu perişan satırları yazarken, Ankara’da onun taze mezarı başında samimiyetle ağlayan sesleri duyuyorum…

    İnkılabın zaferi için onunla aynı safta çalışan insanların, en büyüğünden en küçüğüne kadar, ne derin bir matemle sarsıldıklarını çok yakından hissediyorum…

    Milletin gözyaşlarıyla ıslanan bu muazzez mezar üstündeki çiçekler, altında yatan ölünün temiz, asil ruhu gibi, henüz terütaze duruyor…

    Eğer şu dakikada Ankara’da olsaydım, mezarının başında diz çöker ve kalbimin hıçkıran sesi ile ona derdim ki:

    “Necati, sevgili dost, inkılabın aziz çocuğu!

    Asil ruhunla, açık alnın ve temiz vicdanınla, milletinin ve yüksek, ne muhterem bir mevki kazandığını görüyor musun?

    Mertliğine, insanlığına hayran olarak sana candan bağlanan dostlarının kalbinde daima yaşayacağını anlıyor musun?

    Daha hayattan nasibini almadan, inkılabın kuvvetli omuzlarına yüklettiği mukaddes vazifeleri tamamlamak saadetini daha görmeden, zalim ecel seni kara topraklara çekti götürdü!

    Orada sevgili ananın kolları arasında sakin ve müsterih uyu. Türk gençliği ölümünle saflarında açılan boşluğu doldurmak için daima senin bu aziz hatırandan kuvvet alacak…”

    ONUN ÖLÜMÜ [7]

    Bir yanar dağ, ansızın söndü…

    Aylardan beri hazırlandığı bayram, meğer onun son günü imiş…

    Bir Kanunisani’yi tesit için toplanan taburlar, onun tabutu arkasına dizildi.

    Necati Bey’in ölümü kadar hiçbir ölüm, bana ölümü bu kadar korkunç göstermemiştir. Bu zeybek huylu ve zeybek boylu vatan çocuğunu toprağa düşüren pençenin rüzgarı, bütün Türk elinin bağrından geçti.

    Onu bir kere, heyecanla bir nutuk söylerken dinlemiştim:

    Dağ dağa vuruyor sandımdı!

    Bu genç ölünün matemi karşısında acı acı düşünüyorum: Aylardan beri, tababet, Londra’da bir ölüyü yaşatırken, Ankara’da bir diriyi öldürüyor!

    İşte matemimizin asıl teselli bulmayan tarafı!

    GALATASARAYLILARIN TAZİYETİ [8]

    Galatasaray terbiye-i bedeniye Kulübü riyasetinden:

    “Ani vefatı devlet ve millet için bir zıya olan, bütün maarif erbabını derin hüzünlere düşüren Kulübümüzün Fahri Reisi Necati Bey’in ebedi gaybubeti, Galatasaraylılar için büyük bir matem teşkil ediyor.

    Galatasaray Kulübü, kıymetli reisinin vefatından dolayı samimi teessürlerini ilan ederken, merhumun ailesi efradına, hükümet ve mesai arkadaşlarına da taziyetlerini arz eder.

    Galatasaray Kulübü bu matemini izhar için bir ay müddetle bütün spor faaliyetini tatil etmiştir.”

    BUGÜNKÜ SPOR FAALİYETİ [9]

    Bugün şehrin muhtelif mahallerinde spor müsabakaları yapılacaktır. Evvelce tafsilat verdiğimiz bu müsabakaları sporcu karilerimize bir defa daha hatırlatalım.

    Kadıköyü’nde Fenerbahçe üçüncü takımı, Bahriye futbol takımı ile Fenerbahçe birinci takımı, Süleymaniye birinci futbol takımı ile.

    Taksim Stadyumu’nda Beşiktaş birinci takımı, Bursa muhtelit takımı ile.

    Eskrim salonunda Vılıç maçlarının finali, flöre maçlarının iptidası.

    REİSİCUMHUR HAZRETLERİNİN TEŞEKKÜRLERİ [10]

    Ankara, 4 (A.A.) – Riyaseticumhur kâtibi umumiliğinden:

    Reisicumhur hazretleri, Maarif Vekili Necati Bey’in vefatı münasebetiyle taziyet telgrafnameleri göndermek suretiyle derin teessürlerine iştirak buyuran zevatı kirama, ilim müesseselerine, sair memleket teşkilatına bu hazin vesile ile izhar buyurdukları yüksek hissiyattan, büyük bir vatansevere karşı beslenilen samimi muhabbet nişanesinden dolayı teşekkürlerinin iblağına Anadolu Ajansı’nı tavsit buyurmuşlardır.

    BEŞİKTAŞ 6 – 3 BURSALILAR [11]

    Dün İstanbul oldukça kesif bir spor faaliyetine şahit oldu.

    Taksim, Kadıköy ve Eskrim salonunda yapılan müsabakalar oldukça hararetli bir alaka uyandırmıştır.

    Her tarafta kalabalık bir halk kitlesi tarafından seyredilen bu maçlar İstanbul’un spor meraklılarına zevkli bir gün yaşattı.

    Taksim’de

    Taksim’de Beşiktaş birinci futbol takımı Bursa muhtelitiyle karşılaştı. Şüphe yok ki ehemmiyetli bir temas teşkil eden bu maç ciddi bir alaka ile karşılanıyordu. Çünkü kalabalık bir seyirci kümesi sahanın etrafını kuşattı.

    Oyun heyeti umumiyesiyle cazip, ahenktar ve tam manasıyla zevkli oldu. Her iki taraf da güzel oynadılar. Beşiktaş oyuncularından ekserisinin idmandan mahrumiyetine mukabil Bursa oyuncularının antrenman üzerinde olduğu göze çarpıyordu.

    Netice itibarıyla Beşiktaş 6-3 Bursa takımına galip geldi.

    Kadıköyü’nde

    Fenerbahçe-Süleymaniye maçı heyecanlı oldu.

    Tarafeyn şu teşkilatla sahaya çıkmışlardı.

    Fenerbahçe:

    Hüsnü, Nejat, Füruzan, Kadri, Sadi, Reşat, Alâ, Muzaffer, Zeki, Fikret, Refik

    Süleymaniye:

    Mansur, Necdet, Sadi, Vecihi, Selahattin, Yusuf, Sabri, Sadi, İhsan, Necati, Halit.

    Oyun heyeti umumiyesiyle Fenerbahçe’nin hakimiyeti altında oynandı ve Sarı-Lacivert takım 10-0 galip geldi.

    SÜLEYMAN NAZİF’İN MEZARINDA [12]

    Dün büyük şair üstat Süleyman Nazif merhumun aramızdan müebbeden ayrıldığı günün üçüncü yıl dönümüne müsadifti. Nazif merhumun Edirnekapı şehitliği karşısındaki mezarı, dün bazı dostları ve irfanına müştak mektepliler tarafından gözyaşlarıyla ziyaret edilmiştir.

    “Dinim kinimdir” ve “Ruhum, benim oldukça bu imanla beraber üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler” şaheserlerinin kaili olan büyük ölünün mezarı başında toplananlar arasında Filorinalı Nazım Bey’le birkaç muhibbinden başka ne yazık ki kendi hemneslinden kimseler yoktu. Bu unutkanlıktan şüphesiz Nazif’in duyduğu teessürü, ihtifale gözyaşlarını tutamayarak iştirak eden birçok gençlerin, Darüşşafaka ve Kuleli Askerli Lisesi talebesinden birçoklarının huzuru tadil etmiş olacaktır.

    İhtifalde Fatihalar okunduktan sonra, Filorinalı Nazım Bey, derdesti intişar bulunan 200 sahifeye yakın yeni bir eserini hemen tamamen okumuştur. Bu meyanda dahi Abdülhak Hamit, Sami Paşa zade Sezai ve Cenap Şehabettin Beylerin merhum hakkında, vefatını müteakip yazdıkları evvelce intişar etmiş çok müheyyiç parçalar da vardı.

    Filorinalı Nazim Bey’i müteakip Kuleli Lisesi talebesinden Şükrü Kaya Efendi tarafından merhumun hayatına dair bazı parçalar anlatılmış ve bütün hazirunun bir an evvel Şehremaneti’nce kabrin inşa ettirilmesi temennileri arasında ihtifale nihayet vermişlerdir.

    GEÇMİŞ OLSUN! [13]

    Üstadı tıraş Filorinalı Nazım Bey, Tevfik Fikret ihtifalleri kâfi gelmediği için şimdi bir de Süleyman Nazif ihtifalleri tertibine başladı. Dün sine sine yağmaya başlayan bir yağmurun altında üstat, tam 200 sahifelik matbu bir kitap teşkil eden bir nutuk okuyarak ihtifale iştirak edenleri de Süleyman Nazif merhumun ruhunu da doya doya tıraş ve perdah etmiş.

    200 sahifelik tıraş, haddi marufu geçtiği için Süleyman Nazif’in ateşin ruhu tahammül edememiş ve mezarında feryada, şikâyete başlamış: “Sükûtu bir mezarın bir derin feryattır müthiş”

    Bu müthiş feryadı, şikâyeti göklerde Mikail aleyhisselam duymuş ve şiddetli bir yağmur yağdırmaya başlamış… Süleyman Nazif’in gözyaşları böyle kızgın bir yağmur halinde dökülmeye başlayınca hatip de tıraşı kısa kesmeye mecbur olmuş… Süleyman Nazif merhuma geçmiş olsun!

    Bu nutkun içinde benim de ismimi zikretmek lütfunda bulunduğu için ben de makamı teşekkürde şu satırları yazdım.

    CUMA GÜNKÜ MAÇLAR [14]

    Fenerbahçe birinci ve ikinci takımları Robert Kolej’de maç yapacaklardır. Robert Kolej yalnız atletizmde değil, futbolda da ehemmiyetli bir rakiptir. Bu itibarla Fenerlilerin elde edecekleri netice şayanı dikkat olacaktır. Galatasaraylılar da Taksim Stadyumu’nda bir Rum takımıyla karşılaşacaktır.

    Voleybol

    Beyoğlu Amerikan Kulübünde voleybol turnuvasının final maçı, Fenerbahçe ve Kabataş takımları arasında yapılacaktır. Galip takım turnuva şampiyonu olacaktır.

    Fenerbahçe Müessisleri

    Fenerbahçe müessisleri geçen Cuma, Kulübün Kadıköyü’ndeki merkezinde toplanmışlardır. Çok samimi geçen içtimada Kulübün mali vaziyeti tetkik ve şayanı takdir görülmüştü. Eski idare heyetine teşekkür edilmiş ve vazifesine devam etmesi rica edilmiştir.

    LİG MAÇLARININ İKİNCİ DEVRESİ MART’A KALDI [15]

    (Birinci devrede) Galatasaray mağlup olmamış, Vefa galibiyet almamış, Süleymaniye en fazla yenilmiştir. Fenerbahçe ile Beykoz’un galibi ve mağlubiyetleri makusen mütenasiptir. Galibiyet, mağlubiyet ve beraberliği nefsinde cem eden Beşiktaş olmuştur.

    Futbol Heyeti hafta içinde bir karar verdi: Lig maçlarının birinci devresi bitmiştir, ikinci devreye de Mart’ta devam edilecektir. Biz münasip zamanlarda maçların icrasını daha doğru bulmakla beraber, rastgele tehirler yüzünde kulüplerin yekdiğerini gafil avlamamaları için Futbol Heyetinin kati bir karar vermiş olmasını kulüplerimiz ve futbolcularımız hesabına memnuniyetle karşılıyoruz. Bu suretle hiç olmazsa kulüpler hattıhareketlerini tayin edecekleri gibi iyi havalarda hususi maçlar yapılabilecektir.

    Birinci devrenin hitamında birinci kümeye mensup sivil ve askeri takımların vaziyetlerini aşağıya dercettiğimiz şekillerle karilerimize arz ediyoruz. Soldaki şekil sivil kümeye, sağdaki ise askeri kümeye aittir.

    Her iki şeklin solundaki cetvellerde birinci devre zarfında her takımın attığı ve yediği gollerini adedini bulmak kabildir. Siyah hatların yükseldiği son numara atılan gol adedini, mürabbalı hatların yükseldiği son numaralar da aksini göstermektedir. Mesela Beşiktaş en fazla sayı yapan (18 gol), Süleymaniye de en az sayı yapan (4 gol) takımdır. En fazla gol yiyen Süleymaniye (17 gol), en az gol yiyen de Galatasaray (6 gol) takımıdır.

    Her iki şeklin sağındaki cetveller galibiyet, mağlubiyet, beraberlik, puan adetleriyle soldan sağa olmak üzere takımların elde ettikleri dereceleri göstermektedir. Sivil kümede Galatasaray, askeri kümede Kuleli birincidirler.

    Siyahlar galibiyet, ufki çizgiler beraberlik, mail çizgiler de mağlubiyet adetlerine işaret etmektedir.

    Karilerimiz bu şekilleri bir tarafta saklarlarsa Mart’ta ikinci devre başladığı zaman her takımın vaziyetini kolayca hatırlayabilirler.

    Maçların netayicini de ayrıca kaydediyoruz.

    AĞA, EFENDİ, BEY, PAŞA [16]

    Monsieur (müsyü)nün Türkçesi var mı? Olmasa gerek.

    Ağa, sırf Türkçedir. Okuması olmayanlarla taşralarda ileri gelenlere verilen unvandır.

    Efendi, halis, muhlis, Yunanca bir kelimedir. “Afthendis” manası asil, necip demek olup Fransızca “Authentique” aynı cezirden geliyor. Bir Osmanlı unvanı olan Efendi, okuryazarlara verilir.

    Bey, öz Türkçedir. Vaktiyle hükümdar, emir, prens demekti. O derece müptezel oldu ki zamanımızda aşçı çırağı, seyis yamağı, şoför muavini, hatta külhanbeyi de Bey, belki de beyefendidir.

    İngilizce “Sir”, “Gentleman” lakapları da böyle iptizale uğramıştı. “Gentleman” mukabili Fransızca “Gentilhomme” asilzade manasına gelir. “Sir” ise “Sire” şeklinde hükümdar anlamında kullanılır. Demek ki Britanya adalarında herkes kibarlaştı, avam kalmadı. Bizdeki beyler gibi.

    Evvelce Bey unvanı resmen tevcih olunurdu; şimdi Paşa’dan başka resmi unvan kalmadı. Bu da jeneral demektir. Sivil paşalar ölünce bu tabir liva, ferik ve müşire muhtas olacak. Eskiden “Çelebi” gibi bazı unvanlar daha vardı. Bunlar unutuldu.

    Bu unvan bolluğu arasında “Monsieur”, “Herr”, “Mister”, “Signor” mukabili istisnasız herkese verilen bir kelimemizin bulunmaması gariptir. “Bey” kelimesinde Derebeyliğinden kalma bir şemme var! “Efendi” hem Rumluğu, hem softalığı andırıyor. (Ağa) azıcık cehalet kokusu veriyor. (Müsyü) ise Frenk’i Türkten ayırmaktadır.

    Dil kendi haline kalsa Türkiye’de sakin 6 milyon 584 bin 474 erkeğin hepsi (Beyefendi) 7 milyon 75 bin 801 kadının cümlesi (Hanımefendi) olacak. Çamaşırcı Fatma Hanımefendi, ölü yıkayıcı Ayşe Hanımefendi.

    Tunalı Hilmi merhum herkese seviyen (Ağa) denilmesi hakkında yedi kanun layıhası vermişti, yedisi de sürekli kahkahalar ve alkışlar arasında reddedildi. Sonra düşündü: Erkeklere (Er) hatunlara (Kadın) deyelim, dedi. Mesela Ahmet Er, Cemile Kadın. Çok şükür kü (Madame) mukabili Türkçede bir kelime mevcuttur: Hanım.

    Avrupa’da ileri fikirliler, feministler evli kadınlarla evlenmemişlere ayrı ayrı unvanlar verilmesini, Madam, Matmazel denilmesini kadınlık namına doğru bulmuyorlar ve her ikisine de şamil bizim (hanım) kelimesini pek beğeniyorlar.

    Eğer bir kanun bu meseleyi halletmezse ihtiva ettiği kurun vusta kokusuna rağmen (Bey) lakabının umumileşeceğine ihtimal veriyorum. Tunus beyi, Susam bey,, Eflak beyi, Saman pazarında nalbant Ali Bey?

    BALO VERECEKLER [17]

    Galatasaray Spor Kulübü ile Kadınlar Birliği balo için Vilayet’e müracaat etmişlerdir.

    KILIÇLA MÜBAREZE [18]

    İstanbul mıntıkası Eskrim ve Boks Heyeti’nden:

    28 Aralık 928 tarihinde başlamış olan Eskrim müsabakalarından kılıçla mübareze kısmı itmam edilmiş ve atideki netayici vermiştir:

    Beşiktaş’tan Enver Bey 15 müsabakada 75 vuruş vurmuş, 15 vuruş almış, bütün mübarezelerde de galip geldiğinden birinciliği kazanmıştır.

    Harbiye’den Kemal Bey 14 müsabakada 8 galibiyet kazanmış, 6 mağlubiyete uğramış, 57 vuruşa mukabil 44 vuruş almış ve ikinci addedilmiştir.

    Galatasaray’dan Kamil Bey ise 15 müsabakadan 11’ini kazanmış, 4’ünü kaybetmiş, aldığı 39 vuruşa mukabil 64 vuruş vurmuş ve üçüncü sayılmıştır.

    İhtar: Robert Kolej’den Lavrof Efendi bu müsabakalarda 45 vuruşa mukabil 60 vuruş ve 10 galibiyet 4 mağlubiyet ile ikincilik derecesine vasıl olmuş ise de ittifak nizamname-i mucibince derecesi muteber addedilmemiştir.

    Cetvelde ikinci Kemal ve üçüncü Kamil Bey’lerin aldıkları dereceler arasındaki fark birinin ayıklama grubuna nispeten zayıf müsabıklar isabet ettiği halde final müsabakalarında Kemal Bey baladaki dereceye liyakat kesbetmiştir.

    Netice: Enver Bey (Beşiktaş) 1928 İstanbul mıntıkası kılıçla mübareze şampiyonu, Kemal Bey (Harbiye) İstanbul ikincisi ve Kamil Bey (Galatasaray) İstanbul üçüncüsü derecelerini ihraz etmişlerdir.

    Flore müsabakaları 11 Ocak 1929 Cuma günü saat 15’de Beyoğlu Cumhuriyet Halk Fırkası binasının üst kat salonunda intaç edilecektir.

    İSTANBUL SPORUNDA GÖRÜLEN HAREKETSİZLİK [19]

    Spor hayatımızda umumi bir hareketsizlik müşahede edilmektedir. Her sene bu mevsimde azami faaliyet haddine varan futbol bile, bu sene felce uğramış bir vaziyettedir. Bu ataletin yegâne sebebi olmak üzere elde saha mevcut olmadığını söyleyenlerin nazariyesini tamamen doğru olarak kabul etmek makul olamaz çünkü her sene, gene aynı sahasızlık derdi içinde ve gene bugünkü sahalarda faaliyet gösterildi. Şurası muhakkaktır ki spor, bilhassa futbol İstanbul’da inhitata doğru gidiyor. Memleket sporculuğu için hiç de şayanı arzu olmayan bu hale mani olmak için lazım gelen tedbirin ittihazı lazımdır.

    BEYKOZ KULÜBÜ’NDE [20]

    Kendi muhitinin menbalarından başka hiçbir istinatgâha malik olmadığı halde azimkârane mesaisiyle memlekette spor noktayı nazarından kıymetli bir mevki kazanan Beykozluların kulüp idare tarzlarında bazı tebeddülat yapacaklarını yazmıştık. Ahiren aldığımız malumata nazaran bu tasavvur mevkii fiile çıkarılmıştır. Kulübün fenni idare şekli, badema selahiyeti vasiayı haiz bir heyet tarafından tespit edilecektir. Bu heyet, fenni hususatta umumi kapitenin de fevkinde olacak ve sporun bilumum şubelerindeki faaliyete müdahale edilecektir. Beykozluları bu heyeti teşkile sevk eden sebep teknik mesailde görülen idaresizlikti.

    FENA MI ETMİŞ? [21]

    İlk hanım avukatımız Beyhan Hanım bir talâk davasında kocanın vekâletini deruhte etmiş, gazeteci arkadaşlarımızdan biri bunu erkeklik gururuna yedirememiş olacak ki Beyhan Hanım’a hücum ediyor.

    Benim fikrimce avukat hanım hiç de fena bir şey yapmamıştır. Evvela kendine şöhret temini için bu en muvafık bir harekettir. Sonra bu talak davasında Beyhan Hanım talak temin ederse hemcinslerinden birini geçinemediği bir erkekle beraber yaşamak gibi bir felaketten kurtarmış olmuyor mu?

    Avukat demek bir cincin müdafii demek değil; herhangi bir davada tarafeynden birinin müdafii demektir. Hem, senelerden beri kadınların hukukunu erkeklere karşı gene erkek avukatlar müdafaa ettiler; bundan sonra da kadınlara karşı erkeklerin hakkını biraz da kadın avukatlar müdafaa ederlerse kıyamet kopmaz ya!

    Bu hadisenin manası şudur: Beyhan Hanım kadınların elinden erkeklerin çok zahmet çektiklerine kail olan çok munsif bir hanım olduğu için kadına karşı erkeği müdafaa ediyor. Allah böyle avukat hanımların adedini arttırsın.

    MİLLET MEKTEPLERİNDE DERS GÖRENLER [22]

    İstanbul Vilayeti’nde evvelki gün akşamına kadar açılmış olan Millet Mektepleri dershanesi 2.197 tanedir.

    Bu dershanelere devam eden kadınlar “48.453”, erkekler ise “39.442” kişidir.

    Millet mekteplerinde yeniden açılmakta olan dershanelerin levazımatını temin için Maarif İdaresi azami faaliyet göstermektedir. Maarif mıntıka müfettişleri; millet mektepleri hakkındaki haftalık raporlarını Maarif idaresine tevdi etmişlerdir. Bu raporda muallimlerin mefkurevi bir aşk ile halkın muhtelif seviyesini daima nazarı dikkate alarak çalıştıklarını ve halkın da heves ve iştiyakla derse koştuklarını beyan etmektedirler.

    KULÜPLER ARASINDA BİR TURNUVA YAPILACAKTIR [23]

    Lig maçlarının tatilinden sonra İstanbul futbolculuğunda bariz bir hareketsizlik görülmeye başladı. Her memlekette futbol noktayı nazarından azami faaliyet gösterilirken bizde müşahede edilen bu atalet artık nazarı dikkate çarpacak bir hal aldı. Mıntıka Futbol Heyetinin, bu hareketsizliğe mani olmak için, birinci kümeye mensup kulüplerin iştirak edeceği bir turnuva tertip etmek tasavvurunda olduğunu haber aldık. Bu turnuva önümüzdeki bir aylık müddet zarfında yapılacak ve kabil olursa bir günde itmam ve intaç edilecektir.

    Galatasaray Kulübü Maarif Vekili Necati Bey merhumun hatırasına hürmeten bir ay tatili faaliyet ettiği için bu turnuvaya iştirak etmeyeceğinden, turnuva Fenerbahçe, Beşiktaş, Süleymaniye, Beykoz, Vefa kulüpleri arasında yapılacaktır. Mıntıka Futbol Heyeti bu turnuva teşebbüsünü ilk içtimaında bir karara raptedecektir.

    Bugünkü Maçlar

    (…) Bugünkü futbol maçlarının en mühimini Fenerbahçe birinci takımının Robert Kolej’de yapacağı maç teşkil eder. Son haftalar içinde mütemadiyen maç yapmak suretiyle bir eseri faaliyet gösteren Fenerlilerin Amerikan mektebi takımıyla yapacağı maç, her halde zevkli olacaktır.

    Kadıköyü’ndeki sahada da Fenerbahçe’nin küçükleri Beyoğlu muhitinde teknik kıymetleriyle temeyyüz eden “Yeniyıldız” takımı ile karşılaşacaktır.

    Taksim Stadyumu’nda da Beşiktaş küçüklerinin Vefalı küçüklerle maç yapmaları mukarrerdir.

    Voleybol turnuvasının final maçı, bu akşam Beyoğlu Amerikan Kulübünün salonlarında yapılacaktır. Final maçı Fenerbahçe-Kabataş takımları arasında icra edilecektir.

    BOKS BİRİNCİLİKLERİ [24]

    Sporcuların Gelmemesi Dolayısıyla Yapılamadı

    Dün Galatasaray Kulübünün üst salonunda İstanbul Boks Birinciliklerine başlanması mukarrerdi. Boksörlerimizin Rusya’da yaptıkları beynelmilel temaslardan ne gibi istifadeler temin ettiklerini ve memlekette tamimine çalışılan bu sporla uğraşanları görmek emeliyle muayyen saatte Galatasaray Kulübünde birçok meraklılar toplanmıştı. Üst salona kurulan mükemmel bir “Ring” İstanbul birincilikleri maçlarına ehemmiyet verildiğini ve hazırlıkların itmam edildiğini gösteriyordu.

    Fakat muayyen saat geldi, geçti, akşam oldu. Ve Galatasaray Kulübünün kapısına dikilen gözler bir boksör kafası göremediler.

    Sporcu beylerin toptan mazeretlerinin ne olduğu meçhuldür. Fakat malum olan bir nokta vardır: Galatasaray Kulübünün üst salonunda dövüşmenin Rusya seyahati kadar cazip olduğu, Rusya’ya habersizce ne için gittikleri sualine maruz kalan boksörlerden ekserisi, Federasyon reisinin sözleriyle hareket ettiklerini söylemişlerdi.

    Bu efendilerin federasyon reisinin sözlerini ne kadar dinlediklerini, bu zatı beş ring karşısında elleri böğründe bırakmaları, kâfi derecede ispat eder.

    Birde “Boks neden sönüyor?” diyoruz. Zavallı boks… Sönmesin de ne yapsın?

    (Futbolda) Fenerbahçe birinci takımı Robert Kolej takımını mağlup ettiği gibi üçüncü takım da “Yeni Yıldız” takımını 5-2 yenmiştir.

    DARÜLBEDAYİ’DE [25]

    İstanbul şehrinin bazı müzmin dertleri vardır: Terkos suyu derdi, ekmek derdi, mezbaha, hal, süt derdi… Fakat dertler bunlarla bitmez. Şehrin mühim dertleri arasında bir de Darülbedayi vardır.

    Hafta, hatta gün geçmez ki darülbedayide bir mesele çıkmasın.

    Kâh rejisör isyan bayrağını çeker, dünyaya meydan okur. Kâh artistler birbirine geçer. Şehir halkı ikide bir can sıkıcı bir dedikodu karşısında bırakılır.

    Ekmek, su ve süt derdine katlanmaya mecburuz. Çünkü bunlar birer ihtiyaçtır. Fakat tiyatro derdine neden katlanalım? Şehir halkı Darülbedayi’ye bedava tiyatro binası verdi. Tahsisat veriyor. Her türlü yardımı yapıyor. Niçin? Şehir halkının tiyatro ihtiyacını tatmin etmek, terbiyei fikriyesine hizmet ve onu eğlendirmek için… Yoksa şehrin başına dert olmak için değil…

    Sanat için olsa, bu derde katlanalım. Fakat son piyesler göstermiştir ki işin içinde sanat da yoktur. O halde kendi paramızla neden başımıza bir dert alalım?

    BETERİN BETERİ [26]

    Dün akşam, bir dostumla beraber Kadıköyü’ne gidecektik. Yağışlı bir kış havası içinde, iskeleye geldiğimiz zaman, yolcuların, ip merdivenden karanlık bir kuyuya iner gibi vapura aktıklarını hayret ve dehşetle gördüm…

    Bir an durakladım. Vapurla iskele arasından, çırpıntılı, hırçın bir deniz parçası görünüyordu. Bir yanlış adımla, bu kır saçlı, yeşil gözlü canavarın vahşi ağzına düşmek pek mümkündü…

    Tüylerim diken diken oldu, elimi arkadaşıma uzattım, gözlerimi yumdum ve titreyerek yürüdüm. Loş, rutubetli, soğuk bir salon. Yolcular, paltoları arkalarında, şapkaları başlarında, eldivenleri ellerinde, yakaları kalkık, sımsıkı dizilmişler. Biz de küçük bir yer bulup, iliştik.

    Vakit geldi. Düdükler imdat ister gibi acı acı öttü. Çarklar, vahşi bir denizaygırı gibi esnedi, gerindi, kımıldandı. Gemi, sarsak bir ihtiyar gibi bir ileri gitti, bir geri geldi. Kalktı. Ve dura kalka, kalka dura, biraz da dalgaların ve rüzgârın yardımıyla, neden sonra Kadıköyü’ne geldi.

    Meğer vapurdan çıkmak, vapura girmekten daha güçmüş. Köprüde indiğim yokuş, şimdi tersine dönmüştü.

    Bu seyahat bana anlattı ki Seyrisefainin yolcuları için yalnız bilet parasına malik olmak kâfi değildir. Biraz canbaz, biraz perendebaz, biraz sihirbaz olmak da lazımdır.

    Yolda arkadaşım sordu:

    • Nasıl, sizin Boğaziçi vapurlarıyla bizim Kadıköy vapırları arasında fark var mı?

    Ona şu fıkrayı anlattım:

    “Bir zenginin, çok çirkin bir dalkavuğu varmış. Bir gün bu dalkavuk, Efendisinin huzuruna birini çıkarıp:

    • Bu zatın bana pek büyük iyiliği vardır, demiş, kendisine yüz lira ihsan buyurmanızı rica ederim.

    Efendi:

    • “Nasıl bir iyilik?” diye sorunca,

    Dalkavuk:

    • “Ah velinimetim” demiş “Bu adamı gördükten sonra, meğer benden de çirkin olanlar varmış, diye teselli buldum!”

    Onun gibi, ben de Kadıköyü vapuruna bindikten sonradır ki biraz teselli buldum.

    Boğaziçililer… Halimize şükredelim. Beterin beteri varmış!

    SPORDA BUHRAN [27]

    Memleket sporculuğunun en şayanı dikkat faaliyet merkezi İstanbul’dur. Bugün Ankara ve İzmir’in spor noktayı nazarından İstanbul’a karşı rakip bir vaziyette oldukları kabul edilse bile, bu rekabetin yakın atilerde büyük bir kıymet kazanması muhtemel değildir. İstanbul sporunun memleket sporculuğunun merkezi sıkletini teşkil etmesine nazaran İstanbul sporunun vaziyetini tetkik etmek, umumi vaziyet hakkında hakikata karip bir fikir verebilir.

    İstanbul sporunun vaziyeti umumiyesi şudur:

    Futbol

    İstanbul’da en sevilen spor hiç şüphe yok ki futboldur. Kısa bir müddet içinde halkın azami rağbetiyle karşılaşan futbol, gene bu kısa müddet içinde beynelmilel bir mevki de kazanmıştı. Arkası arkasına kazanılan muvaffakiyetler, atılan iri terakki hatveleri muhitte bariz bir alaka uyandırmıştı. Bu alaka zamanla kuvvet buldu ve öyle bir zaman geldi ki futbol bir nevi milli spor oldu.

    Son iki sene içinde İstanbul sporunun gözle görülür bir buhran ve inhitat içinde bulunduğu muhakkaktır. Neşesizlik ve isteksizlik evvela sporculardan başladı ve süratle teşkilata, halka sirayet etti. Bu isteksizliğin esbabı muhteliftir. Fakat bunların e mühimlerini hülasa edelim:

    1. Şurası muhakkaktır ki futbol, eski samimi ve spora aşkla merbut müntesiplere malik değildir. Bundan 10-15 sene evvelki, umumi harbe ve teşkilatın teessüsüne tekaddüm eden zamanı idrak edenler çok iyi bilirler ki o zaman ve o devirde futbolcular temiz ve menfaatsiz bir hevesle çalışırlardı. Ne bir bankaya kayırılmak emeli ve ne de bedava bir seyahat gayesi, sporcunun kalbine giremezdi. Hâlbuki bugün vaziyet maalesef böyle değildir. Ayağına topu alan, temiz bir sporcu olmaktan ziyade, sivrilmiş bir futbolcu olmak ve bu suretle hayatını kazanabileceği bir yere sahip olmak arzusundadır. Spor, maişet derdiyle karışırsa, sporcu aykırı emeller peşinde koşarsa bundan tevellüt edecek mahzurlar sayılamayacak derecede çok olur. Fakat bunların birleşeceği netice şudur: memleket sporculuğu mahvolur.
    2. Sayılamayacak kadar muhtelif sebepler dolayısıyla bugünkü sporcu nesilde, matlup azimkarlığa tesadüf edemiyoruz. Son seneler içinde birdenbire parlayan ve sonra anlaşılmayan bahanelerle istidatlarını körleterek futbolu terk eden futbolcuların adedi pek çoktur.
    3. Saha derdi, kulüp derdi, hakem derdi, velhasıl sporculuğa musallat olan birçok püsküllü belalar sporcunun hevesini ifna ediyor.

    İşte İstanbul futbolunu buhran içinde bulunduran sebepler ve işte netayici:

    Uzun seneler içinde bir Alaattin, bir Zeki, bir Bekir yetiştiremedik. Öyle ki şu artık ihtiyarladı diye beğenmemeye kalktığımız bu oyuncuları milli takıma koymazsak, onların yarı değerinde adam bulup yerlerine ikame edemeyiz.

    Atletizm

    Galatasaray, Beşiktaş gibi sivil, Harbiye, Kuleli gibi askeri teşekküllerin himmetiyle bugün atletizmde oldukça canlı bir varlık gösterilmektedir. Bu mesai bugünkü şekliyle devam ederse yakın bir atide memleket bir Atletizm kazanmış olur.

    Güreş

    Hali hazırda vücuduyla iftihar edeceğimiz sporların başına güreş bulunmaktadır. Yavaş yavaş, fakat emin adımlarla ilerleyen güreşçiler her türlü takdirin fevkindedirler.

    Denizcilik

    Mergup bir spor olan denizcilik, gayretle çalışan denizcilerin elinde mütemadiyen ilerliyor.

    Diğer Sporlar

    Eskrim, Voleybol, Boks henüz iptida halindedir. Vaziyetin ıslahı için teşkilat kadar kulüpler ve şahıslara teveccüh eden vazifeler vardır.

    BİLDİKLERİM (5) [28]

    Evet; daima ileri sürülen bir isim vardı: Fikret…

    Bu çocuğun çok genç olduğu halde Muvaffak Bey tarafından iltizam edilmekte olduğu ve bunun federasyon için bir ayıp teşkil edeceği söylenip duruyordu. Hâlbuki biz neleri gönderdik de ne ayıp ettiğimizin farkına varmadık. Benim takririmi Muvaffak Bey hoş görmedi.

    Bütün bu hengâmede nazarı dikkatimi celbeden şey “Gol” gazetesinin sahibi Refik Bey’in Beşiktaş takımındaki faal vaziyeti idi. Bu çocuk kâh gençlik, kâh sporun eski başıbozukluk devrinden kalma namüstakir bir itiyat tesiriyle bir iki sene evvel teşkilata karşı isyan etmiş ve ağır yazılar yazmıştı. O zaman bu hareketinden dolayı teşkilatla alakasını kesmişti.

    Şimdi iadei alakaya çalışıyor ve bunu da en ziyade Muvaffak Bey istiyordu. O kadar ki bir müracaatı tetkik olunduğu sırada Divanı Temyiz’de azadan Taip Servet’le münakaşa etmişler ve Taip o zaman Muvaffak Bey’i “Refik’i iltizam ediyor” diye itham ederek istifa eylemişti.

    Refik’in o zamanki teşebbüsü müsmir olamayacağını anladım. Merkezi umumi reisi Ali Sami Bey de ilelebet bir gencin uzakta kalmasını istemediği için bana mülayim gelen bu mülahazaya binaen o zaman reisi olduğum İstanbul mıntıkası merkezinde Refik Bey’in cezası refedilmişti. Ben Refik’in futbol kabiliyetinin mürtefi olduğundan o kadar emin idim ki bu iadei münasebet kararından hiçbir tehlike sezmedik.

    Bu ufak istitrattan sonra hikâyeme devam ediyorum.

    Şeref Bey milli takımın teşkili sırasında bizim antrenörden başka sabık milli takım ve halen Galatasaray antrenörü Mister Bill Hanter’in de dinlenilmesini teklif etti. Söz dinlemeyi daima faideli bir şey addettiğim için kabul ettim.

    Mart’ın son haftasında bir gün Mister Hanter geldi, biz de elimizdeki futbolcuları yazdık. Birer birer sorduk, mütalaasını beyan etti. Bu meyanda üç şey hatırımdadır.

    1. Alaattin iyi vaziyette değildir.
    2. Mehmet Nazif idmansızdır. Bundan sonra yetiştirilemez.
    3. Refik’ten istifade edilebilir, gidebilir.

    Ertesi gün Tot Bela’yı dineldik. Bu adamın etrafındaki şayia Fenerbahçe Kulübünün tamamen nüfuzu altında Zeki’nin emrine tabi olduğu merkezinde idi. Hâlbuki federasyonda söylediği mülahazalar, bilhassa hatırımda kalan bir iki şey bunun tamamen yalan olduğunu gösteriyordu:

    1. Bedri ihtiyat olarak götürülebilir. Muslih gitmelidir.
    2. Ulvi, Fehmi’den iyidir. Fehmi üçüncü bir kaleci olarak gitmelidir.
    3. Ankara’dan Şevki ve Ali gitmelidir.

    Bu mülahazaların diğerlerine ne tesir yaptığını bilmem, beni az çok tenvir etti. Yalnız Refik bahsi müstesna… Bu çocuğun eski kabiliyeti gayri kabili inkâr olmasına rağmen artık kendisi futbolda bir “sahifei tarih” olmuştu: Parlak veya sönük!

    Bundan sonra reyi hafi ile yirmi üç kişi intihabına karar verildi ve intihaba geçtik… Beş kişinin rey vermesi kadar kolay ne olabilir?

    Rey pusulalarını açtık. Ben ârayı tasnif ediyordum. Gördüm ki içimizde üç zat tesadüfen (!) aynı adamlara rey vermişlerdir ve daha garip bir tesadüf olarak bu üç rey Mister Bill Hanter’in reyi idi.

    Ben reyler toplanırken bu tesadüfe nazarı dikkati celbettim. Doğrusunu söylemek lazım gelirse tecrübedide bir adama yakışmayacak bir safdillikle ben bunu bir tesadüfe hamlediyordum. Tesadüfen beraber rey verenler Şeref, Orhan ve Abdullah Beylerdi.

    Reylerde 18 kişide ittifak etmiştik.

    Bu ittifak edilenler: Ulvi, Fehmi, Osman, Galatasaraylı Burhan, Kadri. Beşiktaşlı Hüsnü, Vahyi, Nihat, İsmet. Fener’den Cevat, Galatasaray’dan Suphi, Leblebi Mehmet. Alaattin, Zeki, Kemal Faruki, Muslih, Bedri, Şükrü Beylerdi.

    Dörder rey alanlar: Ankara’dan Talat, Selahattin, Galatasaray’dan Latif, Beşiktaş’tan Hayati Beylerdi.

    Refik Bey de yalnız üç rey almıştı. Yani dört rey alanlardan bir kısmına ben, bir kısmına Muvaffak Bey iltihak ettiği için bir eksik reyleri vardı.

    Muvaffak Bey bu takımın şekli itibariyle noksan olduğunu ve bunun yegâne mesuliyeti reyi hafi teklif eden bana raci bulunduğunu söyledi.

    HAVADİS HASRETİ [29]

    İstanbul’dan ayrılalı kaç gün oldu bilmiyorum, belki on gün, belki on sene, belki on asır… O kadar uzun geldi ki.

    Bahusus mesleği gazetecilik, yani fassallık olanların normal hayata hiç tahammülleri yoktur. Daima hareket, daima hadise ve havadis isterler. Havadis olsun da isterse mübadele işleri düzelecek, düzeliyor gibi sade suya kaynayan havadislerden olsun, ister Çin jenerali Hankkong birbiri üstüne iki çay içti kabilinden gayet mühim havadis olsun, olsun da ne olursa olsun.

    Hâlbuki Ankara’da bunlar yok. Herkes işinde gücünde, akşamları dost içtimaları, sonra gene iş. Havadis hasreti kaç gündür içimi yakıyor, ben bir şey yazamadım, bari siz bana bildiriniz, siz ki yüz bin türlü haberin, havadisin ortasındasınız, mesela bana lütfen söyleyiniz:

    • Süt işleri ne oldu? Yeni şirket de süt güğümlerini kediye yükletti mi?
    • Baytar beyle sıhhat müdürü bey hala halkın kuş sütü içtiğine kani midirler?
    • Çeşmelerden hala balık, deve, fil, gergedan, devanası falan çıkıyor mu?
    • Kömürcü develeri, kamyonlar gene kanalizasyon çukurlarına batıp boğuluyor mu?
    • Otomobiller hala adam doğruyor ve tramvaylar çarpışıyor mu?
    • Kadıköy vapurlarının dümenleri gene kopuyor mu?
    • İnhisarcılar gene berayı tetkik Avrupa sehayatine çıkıyorlar mı?
    • Cabi sokağına asfalt döşendi mi?
    • Belediyenin hakkı huzur işi tatlıya bağlandı mı?
    • Raşit Rıza “Bizim lokanta” için sabaha kadar izin alabildi mi?
    • Köprüden hala para ile mi geçiliyor?
    • Tenkihat ve tensikata uğrayan muharrirler Çakır’ın kahvesinde mi pinekliyorlar?

    İstanbul’un belli başlı yedek havadislerinden birkaçını sümmettedarik yazdım işte. Zannediyorum ki bu meselelerin halledilmesi İstanbul’un matbuata karşı beslediği teveccühten ileri geliyor, eğer bunlar kati surette halledilmiş olsa gazetelere yazacak havadis kalmayacak. Ve ümit ediyorum ki torunlarımızın torunları yüzer sahifeli ve milyon tirajlı gazetelerini son sistem rotatiflerde çıkarmaya başladıkları vakit bu meseleler gene gazetelerinin en başında bulunacaktır.

    Bu noktai nazardan matbuatımız cidden bahtiyardır, nasıl olmasın ki İzmir’de incir, üzüm, elektrik; Zonguldak’ta kömür; Samsun’da fındık; Seyhan Ceyhan, Sakarya boylarında susuzluk; Ankara’da mesken pahalılığı gibi bitip tükenmez, artar eksilmez havadis depoları vardır.

    Meksika’da fırkacılık, Çinde jeneral, Balkanlarda komita, Fransa’da skandal, Türkiye’de belediye işleri ve meseleleri varken gazeteciler zeval mi bulur?

    VOLEYBOL TURNUVASI [30]

    Bu Cuma Ateş-Kabataş Final Maçı Yapılacak

    Geçen hafta tehir edilen voleybol turnuvasının final maçı, bu Cuma günü Beyoğlu Amerikan Kulübünün salonunda yapılacaktır.

    Final maçı, Fenerbahçe oyuncularından müteşekkil Ateş takımıyla Kabataş takımı arasında yapılacaktır. Müsabaka, İstanbul’un en kuvvetli iki voleybol takımını karşılaştırdığı için çok şayanı dikkat olacaktır.

    Ateş takımı, şimdiye kadar yaptığı bütün maçları kazanmıştır. Kabataş takımının Galatasaray’a karşı bir mağlubiyeti olduğu için, Cuma günü yapılacak maçı kazansa bile turnuvanın galibi olmak için Ateş takımını bir defa daha yenmesi lazım gelmektedir. Mamafih “Ateş” takımının çok kuvvetli olması, galebesi ihtimalini çok artırmaktadır.

    HAZIRLANAN FİLM [31]

    İstanbulumuzun Emsalsiz Güzelliğini Tanıtmaktan Çok Uzaktır

    Filmi Satın Almamak Kâfi Değildir. Hariçte Gösterilmemesi için İmha Etmek İcap Eder

    Uzun zamandan beri bir Alman operatör tarafından İstanbul menazırını göstermek üzere hazırlanan film nihayet ikmal edilmiştir. Film dün öğleden sonra Ekler sinemasında gazetecilere emanet erkânı, Cemiyeti belediye azasından birçok zevatın huzurunda gösterildi.

    Fakat evvelce de yazdığımız gibi ne mükemmel vesait ve ihtisasa, ne de memleket hakkında cüzi bir vukufa sahip olmayan müteşebbisler, muvaffakiyetten çok uzak kalmışlardır.

    Emanet namına filmi tetkik eden Hamit Bey ne münferit manzaralar ne de panorama halinde bir şey ifade edemeyen bu kurdelanın satın alınamayacağını bildirmiştir. Esasen operatör mukavele şeraitine riayet ve filmi vaktinde teslim etmediği için mukavele feshedilecektir.

    Fakat bu kâfi değildir. Sinemacılığın harikalar yarattığı bu devirde bu film İstanbul manzarasıdır diye gösterilemez. Bu suretle şehrimize gelmek isteyen seyyahları da caydırır.

    Şehrin güzelliklerini dünyaya tanıtmak için iyi bir şey yapamıyorsak, bari onun efsanevi şöhretini kırmaktan, hülyavi tasvirini bozmaktan içtinap edelim.

    Şehremaneti bu filmi reddetmemeli, satın almalı, fakat imza etmelidir.

    BİR GÖÇ [32]

    Kar yağıyor ve hava pek kıyasıya soğudu.

    Bu mevsim vakıa göç mevsimi değildir.

    Fakat buna rağmen dostum “Yusuf Ziya”nın “İkdam”dan “Cumhuriyet”e göç ettiğini gördük. Bu naklin sebebini sorduk.

    Ziya dedi ki:

    “Malum ya son günlerde fazlaca şişmanladım. İkdam’da her tarafları Celal Nuri Bey kapladı. Sıkıştık, çıktım”

    BEDEN TERBİYESİ MEKTEBİNDE [33]

    Dün Mükemmel Bir Müsamere Verildi

    Çapa’daki Beden Terbiyesi Mektebi’nin birinci sömestrin hitam bulması münasebetiyle dün parlak bir müsamere verilmiştir.

    Müsamereye ortaya getirilen Türk bayrağına karşı selam vaziyeti alınarak kaimen dinlenilen İstiklal marşıyla başlandı.

    Bundan sonra kız talebeye Matmazel Nerman bir numune dersi tatbikatı yaptırdı.

    Memleketimizin her tarafındaki Orta mekteplere dağılarak kendileri gibi cevval ve ateşli vatan anaları yetiştirecek bu hanımlar şiddetle alkışlandılar.

    Muallim hanımların orkestra refakatiyle ve cazip figürlerden mürekkep bedii raksları çok beğenildi.

    Müteakiben salona erkek talebe geldiler.

    Muallim Yanson talebesini bir işaretiyle en hassas bir makine gibi idare ediyordu. On birer kişiden mürekkep iki grup arasında heyecanlı bir futbol maçı icra edildi ve müsamereye nihayet verildi.

    Bilahare yemek salonuna geçilerek davetlilere çay ikram edildi.

    Müsamereden sonra Beden Terbiyesi Müfettişi Umumisi Selim Sırrı Bey bir muharririmize demiştir ki:

    “Şu yaratıcı kabiliyet; bize bir kere daha ispat etmiştir ki Türk nesli bozulmamıştır, iyi idare edilir, iyi yol gösterilirse dünyanın en müterakki milletleriyle atbaşı beraber gidebilir.

    Bu sene yerimi Nizamettin Bey’e terk etmekle müftehirim. Gördüm ki İsveç’te üç sene fevkalade bir emek sarf etmiş ve her manasıyla mükemmel yetişmiştir.”

    BİRAZ İNSAF [34]

    Bakırköy yangını yalnız dört beş evin yanmasıyla neticelendiyse ve yüzlerce vatandaş, bu karda kışta sokak ortasında kalmaktan kurtulduysa bunu, o günkü lodos fırtınasına değil, itfaiye kumandan ve efradının fedakârlığına medyunuz.

    Onlar kendilerini alev saçan binaların içine, kızgın duvarların altına atmasalardı ve içlerinden dört beş tanesinin kafası gözü patlamasaydı Bakırköyü’nde yalnız dört beş değil, dört beş yüz ev yanardı.

    Bakırköy yangınında enkaz altında kalarak yaralanan itfaiye efrat ve zabitleri harp meydanında yaralanan kahramanlardan farksızdırlar. Her ikisi de vatanı ve vatandaşları muhafaza için kendilerini tehlikeye atan fedakârlardır.

    Hâlbuki bu fedakârlığın resmi kıymeti beş liradan ibaretmiş. Çünkü bu insanlara yalnız beşer lira mükâfat verildi. Yanmış bir vücudun, ezilmiş bir bacağın, kırılmış bir kolun kıymeti beş lira öyle mi?

    Beş yüz evi yanmaktan, beş yüz aileyi sefaletten, beş yüz bin liralık serveti mahvolmaktan kurtaran bu fedakârlığa beş lira kıymet takdir eden kıymet bilmezlere sesimiz çıktığı kadar haykıralım: Biraz insaf!

    VOLEYBOL TURNUVASI [35]

    Ateş Takımı Hiç Mağlup Olmadan Turnuva Birincisi Oldu

    Beyoğlu Amerikan Kulübü tarafından tertip edilen voleybol müsabakaları, dün aynı kulüp salonunda Ateş ve Kabataş takımları arasında yapılan final maçıyla neticelenmiş oldu. Müsabakalar, baştanbaşa heyecan ve alaka ile takip olunuyordu. Bilhassa final yaklaştıkça ve netice tebellür etmeye başlayınca, maçların etrafında biriken hararet ve alaka da tekâsüf etmeye başlamıştı. Mamafih müsabakaların tarzı cereyanını dikkatle takip edenler, turnuvada şehrimizin en kuvvetli teşekküllerini temsil eden ekipler içinde bilhassa “Ateş” namı altında turnuvaya giren Fenerbahçe oyuncularının neticeye en kuvvetli namzet olduklarını görüyorlardı.

    Üç-dört senedir yapılan bütün resmi ve gayri resmi müsabakalarda temayüz eden Fenerbahçeli voleybolcular, Ateş namı altında girdikleri bu turnuvada da hakikaten ateş gibi oynayarak nazarı dikkati celbe muvaffak oldular. Ateş takımının bütün rakipleri yenmek suretiyle finale yaklaştığı sırada karşısında iki kuvvetli rakip vardı: Kabataş, Galatasaray…

    Kabataş takımı, Beşiktaş kulübünün voleybolcularını ihtiva eden kuvvetli bir teşekküldür. Galatasaray’a gelince, Kabataş’ı mağlup etmek suretiyle Ateş’in karşısında dömi finale kalmıştı. Ateş-Galatasaray maçında Galatasaray abandone ederek mağlup oldu. Finale Ateş-Kabataş kalmışlardı. Mamafih bütün maçlarını kazanan Ateş’in vaziyeti, Galatasaray’a bir mağlubiyeti olan Kabataş’a nazaran daha çok emindi.

    Dün Amerikan Kulübü’nde hakem M. Grodetski’nin idaresinde, bu çok ehemmiyetli maçı yapmak için karşılaşan iki rakibin takımları şöyle idi:

    Ateş – Bedi (Kaptan), Yusuf, İsmet, Sadi, Aziz, Lütfi.

    Kabataş – İbrahim (Kaptan), Sadi, Edip, İhsan, Vildan, Osman.

    İlk devre Ateş’in mahsus faikiyeti altında 12-15 bitti. İkinci devrede Ateş’in tefevvuku daha kuvvetle hissolunuyordu. Nitekim bu devrede Ateş takımının 15 puanına karşı, Kabataşlılar ancak 4 puan yapabildiler.

    Ateş takımı bu suretle hakkı olan birinciliği almış oldu. Tebrik ederiz. Yapılan tasnife nazaran Kabataş ikinci ve Galatasaray da üçüncüdür.

    FİL VE KADIN [36]

    Ayazda, poyrazda çıplak bacak ve açık göğüsle dolaşan, ince bir kombinezonla bütün kış hastalıklarına meydan okuyan şu kadınların mukavemeti şayanı hayret değil midir? Kuvvetli ve dayanıklı olmak şöhretini haksız yere taşıyan erkek, kadına nazaran hakikatte sinekten bile daha zayıftır. Erkek kışa karşı koymak için, vücudunu kalın elbiseyle bir müstahkem kale haline getirmeye mecburdur.

    Palto kolları olan bir yorgan ve iç fanilalar vücuda intibak edecek hale getirilmiş birer battaniyeden başka nedir?

    Erkek adeta yatağını sırtında taşıyarak yaşayan iki ayaklı bir kaplumbağadır.

    Onu giyindirmek için altı yedi koyunun yünü kifayet etmez. Hâlbuki en karışık bir kadın kıyafeti için bir düzine ipek böceğinin salyası çoktur bile!

    Erkekler arasında bazı kuvvetli numuneler yok değil. Fakat bunlar o kadar nadir ki kendilerine hususi bir isim verilir: Sporcu!

    Sporcu nedir?

    “Bir genç kadın gibi, romatizma olmadan veya satlıcana tutulmadan, kış yaz hafif giyinebilen bir erkektir.”

    Bütün kıllı ve tüylü hayvanlar ancak tabiatın kendilerine verdiği kalın kürkler sayesinde kış mevsiminin şiddetlerine dayanabilirler. Gerçi fil gibi tüysüz hayvanlar da var. Fakat fil ancak sıcak iklimlerde yaşar ve esasen derisi vücudu etrafında üç dört parmak kalınlığında bir zırh teşkil eder. Bütün canlı mahlûkat içinde ince, pembe, yumuşak derisiyle yaşayabilen insanın dişisi, kadındır.

    Netice: Kadın filden bile mukavemetlidir.

    ÜÇ SPORCUNUN MACERASI [37]

    Dün sabah Adalar ile Kartal arasında garip bir deniz kazası olmuştur.

    Dün sabah sporcu gençlerden üçü lodosun şiddetle devam ettiği esnada bir yarış kotrası ile Kartal’dan Heybeliada’ya geçmeye karar vermiş ve denize açılmışlardır.

    Sporcu gençler fırtına ve tipinin şiddetine rağmen Heybeliada’ya kadar gelmişler ve bundan sonra tekrar adadan Kartal’a doğru açılmışlardır.

    Yolun yarısında kotranın ince direği kırılmış ve kotra tehlikeli bir vaziyette dalgalar arasında kalarak etraftan istimdada başlamıştır.

    Bunun üzerine Maltepe ile Adalar’dan motorlar ile imdada gidilerek sporcu gençler kotraları ile birlikte kurtarılmışlardır.

    FUTBOL KURBANI [38]

    Bir futbol maçı esnasında tekme vurarak sporcu Adil Bey’in vefatına sebebiyet vermekle maznun Askeri Sanayi Mektebi’nden Hüsamettin efendinin muhakemesine dün 3. Ceza Mahkemesi’nde devam edilmiştir.

    Mahkeme maç esnasında tekme atanın baiz olup olmadığını tetkik için bir ehli vukuf henüz teşekkül etmemiştir. Ehli vukufun teşkili için muhakeme başka bir güne kalmıştır.

    ANKARA’DA 5000 METRELİK MÜSABAKAYI KİM KAZANDI? [39]

    Ankara Atletizm Heyeti tarafından, uzun mesafeli bir bayrak koşusu tertip edilmiş ve bu koşuya iki kulüp atletleri iştirak etmiştir.

    Havanın fırtınalı olmasına rağmen büyük bir muvaffakiyetle cereyan eden yarış Gazi Çiftliği’nden başlamış, 5000 metre üzerinde cereyan etmiş Gençlerbirliği 32 dakika 30 saniyede birinci, Çankaya 34 dakikada ikinci gelmişlerdir.

    ATEŞ! [40]

    Akif ile beraber dün tekrar ettim:

    “Nur istiyoruz sen bize ateş veriyorsun”

    İşte Tatavla yangını! Yine beş altı yüz aile açıkta kaldı.

    Şair Eşref merhum bundan yirmi, yirmi beş sene evvel:

    “Beladır yangını İstanbul’un nisbet olundukta kalır yanında ehven ateşi Nemrudu nadanın!” beytini söylemiş.

    O zamandan beri kim bilir İstanbul kaç defa yandı ve Eşref’in bu sözünün ihtiva ettiği hakikat değişmedi.

    Dün Tatavla’da 500 ev yandığını öğrenince düşündüm: İstanbul’da ateş deymemiş mahalle kalmadı ve ateşin bu seyrine nazaran İstanbul birkaç sene sonra artık yepyeni bir şehir olmaya başlayacaktır.

    Yazın yangın olduğu zaman: “Efendim üç aydır yağmur yağmadı, ortalık pek kurumuş idi, patlıcan mevsimi de! Onun için ateş çokmuş ve büyümüş!” denirdi.

    Son yangında yerde ve damlarda iki karış kar vardı, tahta binalar ateşe karşı en az müteessir bir şekilde ıslak idi, etfaiyemiz yeni vasaitle mücehhez bulunuyordu.

    Bütün bunlara rağmen 500 ev yandı. Buna karşı şu cevap verileceği muhakkaktır: “Efendim! Evler ahşap ve sık idi!”

    Doğru söz. Lakin oradaki hüner yangını söndürmektir, değil mi?

    SEVİLEN SPOR [41]

    Yarın, Beyoğlu’ndaki Amerikan Kulübü’nde voleybol ve basketbol maçlarına başlanacaktır.

    Memleketimizde henüz taammüm etmeye başlayan bu iki sporun kısa bir müddet zarfında kazandığı alaka çok şayanı dikkat bir dereceyi bulmuş ve hatta geçmiştir.

    Hemen hemen bütün erkek ve kız mekteplerinde kabul ve tatbik edilen bu iki spor filhakika karşılaştığı rağbete layık zarafettedirler.

    Bilhassa voleybol, yeni yetişen sporcu neslin çok sevdiği bir spordur.

    Amerikan Kulübü’nün salonunda başlayan müsabakalar resmi mahiyeti haiz olacak ve İstanbul birincilikleri mevzubahis olacaktır.

    Bu sporları idare eden federasyon Türkiye birincilikleri yapıldığı sıralarda bu iki sporun da programa ithali için çalışmaktadır.

    KADIN SPORCULAR [42]

    Denizcilik ve atletizmle meşgul ve sırf kadınlara ait olmak üzere bir kulüp açılacaktır. Kadınların sporla alakası günden güne arttığı için bu kulübün birçok müntesip kazanacağı şüphesizdir.

    VOLEYBOL BİRİNCİLİK MAÇLARI DÜN BAŞLADI [43]

    İstanbul mıntıkası resmi voleybol birinciliği müsabakalarına dün başlanmış ve ilk üç müsabakanın neticesi alınmıştır.

    Vefa ile Taksim Yeni Yıldız müsabakası 17’ye karşı 30 puanla Vefa takımı tarafından kazanılmıştır.

    Fenerbahçe ile Kasımpaşa arasındaki ikinci maçta Fenerbahçe 24’e karşı 37 puanla galip gelmiştir.

    Müteakiben Hilal takımı gelmediği için İstanbulspor hükmen galip ilan edilmiştir.

    İZMİR FUTBOLCULARI [44]

    İstanbul Futbol Takımını Davet Ediyorlar

    İzmir Futbol Heyeti, İstanbul muhtelit futbol takımını iki müsabaka yapmak üzere İzmir’e davet etmiştir. Eğer işin mali cihetleri halledilebilirse bu müsabakalar için bayram içinde 13 ve 15 Mart günleri tespit edilmek istenmektedir.

    NE ÇABUK! [45]

    İşgal senelerinde İstanbul sokaklarını köpürmüş bir deniz gibi kaplayan mavi-beyaz, günün birinde İzmit sırtlarından yükselen binlerce şehit kanıyla yoğurulmuş zafer güneşinin akisleriyle derhal kızarıvermişti.

    Zitoların, yaşasınlara kalbolduğu o sevinç hengâmesinden, maalesef unuttuğumuz eski acıların üstünden henüz çok zaman geçmedi. Dünkü gazetelerde hayretle okuduk ki Tatavla’da evleri yanan Rumlara yardım için İngiliz sefiri gelmiş ve Patrikhane de meşhur Yunan milyoneri Zaharof’a telgraf çekmiş.

    İbadette Yunanistan’ı, siyasette Yunanistan’ı, ticarette Yunanistan’ı düşünen vatandaşlarımızın, felakette de Yunanistan’ hatırlamaları aklıma şu fıkrayı getirdi.

    Nasrettin Hoca bir gün kendi önde, eşeği arkada yolda giderken, külhanbeyinin biri, yavaşçacık merkebin yularını çözüp kendi boynuna takmış.

    Biraz sonra başını çeviren hoca bir de ne görsün? Eşeği yerinde bir insan var!

    • Ayol, demiş, sen kimsin?

    Külhanbeyi cevap vermiş:

    • Ah, Hoca efendiciğim, hiç sorma… Ben vaktiyle sizin gibi bir adam oğlu idim. Bir gün nasılsa şeytana uydum. Anama, babama karşı geldim. Velinimetlerimin sözlerini dinlemedim. Onlar da bana beddua ettiler, insanken eşek oldum! Beni affetmişler ki sayelerinde tekrar insan oldum.

    Nasrettin Hoca:

    • Pek ala, demiş, öyle ise haydi git ama artık edebinle otur.

    Ve külhanbeyinin boynundaki yuları çözüp, herifi serbest bırakmış. Biraz sonra çarşıdan geçen hoca, bir kenarda eşeğinin anırdığını görünce, hemen kulağına eğilip:

    • Ulan, demiş, ne çabuk anana, babana karşı geldin de, gene eşek oldun?

    Bu kıssadan hisseyi patrik efendi çıkarsın.

    DÜN MAÇ YAPILMADI [46]

    Dünkü güzel hava, spor noktai nazarından heder oldu ve şehrin kupkuru iki sahası tamamen bomboş durdu.

    Yalnız her hafta yaptıkları maçlarla günün yegâne hareketini temin eden Fenerbahçeliler, Kadıköy sahasında hususi mahiyette bir maç icra ettiler. Küçüklerden mürekkep Fenerbahçe takımı, Moda Rum kulübüne karşı oynadığı bu maçı 10-6 kazandı. Bu müsabaka istisna edilirse dün İstanbul futbolcuları için her halde takdire layık olmayan bir atalet günü olarak kabul edilmelidir.

    Çok güzel bir hava, azami derecede futbola müsait bir saha. İşte hakiki ve sportmen ruhlu futbolcunun beklediği ve ikisinin nadiren bir araya geldiği bu iki fırsat böylece kaçırıldı. Dün her iki sahanın bomboş manzarası karşısında bizi en ziyade müteessir eden nokta, sahalarda hiç de olmazsa egzersiz yapan iki gence tesadüf edemeyişimizdir. Haydi, maç takarrür etmedi, ya neden egzersiz yapmak bile hiç kimsenin aklına gelmiyor?

    Futbolculuğun atisinden herkesin ümidini kesen cihet de bu ya!

    KUMKAPI TERBİYEİ BEDENİYE KULÜBÜ’NDE [47]

    Kumkapı Terbiyei Bedeniye Kulübü senelik kongresini Kumkapı’da Cumhuriyet Halk Fırkası Kumkapı nahiye merkezi binasında dün akdetmiştir.

    Kongreye Cumhuriyet Halk Fırkası Vilayet idare heyetinden Cevdet Bey ve Şehremaneti umumi müfettişi Tevfik Bey ve daha birçok zevat iştirak etmiş ve Cevdet Kerim Bey gençlik ve spor hakkında heyecanlı bir hitabede bulunmuştur. Müteakiben mümaileyh kulübün reisi fahriliğini kabul etmiştir.

    Heyeti idare intihabatından sonra 928 senesi güreş birincilik müsabakalarında ibrazı ehliyet eden güreşçiler madalya tevzii suretiyle taltif edilmişlerdir. Kulübün bu seneki müntahap idare heyeti azası berveçhiatidir:

    Reis: Muallim İsmail Hakkı Bey

    İkinci Reis: Ömer Faruk Bey

    Kâtip: İhsan Tacettin Bey

    Mühasip ve Veznedar: Raşit Bey

    BASKETBOL [48]

    Tatavla kulübünün yanması dolayısıyla basketbol maçlarının talik edilmesi zarureti hasıl olduğunu yazmıştık. Bu maçlar için müsait bir yer aranmakta idi. Haber aldığımıza göre basketbol maçlarının Galatasaray kulübünde yapılması takarrür etmiştir.

    GELECEK MEVSİM İÇİN [49]

    Önümüzdeki mevsim için vasi bir faaliyet programı hazırlayan denizcilerimiz, deniz mevsiminden azami fayda temini için kayık yarışlarının gerek idari ve gerek fenni noksanlarını ikmak için bir proje hazırlamaktadırlar. Tasavvur edildiğine göre:

    1. İstanbul birincilik yarışlarının herhangi bir menfaat temini kaygısından ziyade, sporcuların ihtiyaçlarını düşünecek ve ona cevap verecek bir teşebbüs haline ifrağı daha muvafık görülmektedir. Eğer icap ederse, gene emri hayra muavenet zamında ayrı bir yarış icrası mukarrerdir.
    2. Yarışların daha salim bir surette icrası için, hakem heyetinin teşkil tarzını ıslah etmek lazım gelmektedir. Bu heyete ecnebiler de ithal edilecektir.
    3. Yarışçılara en ziyade müşkülat gösteren ve hakem heyetini mütemadi itirazlarla işgal eden nokta şamandırayı dönmek cihetidir. Bu mahzuru kaldırmak için yarışın düz bir sahada icrası muvafık addolunmaktadır.

    REFİK OSMAN BEY’E BİR TAVZİH [50]

    Yazılarım hakkındaki cevabınızı “Gol”de okudum. Futbol Federasyonu’na girmiş olmamdan dolayı beni tahtiede tamamen haklısınız.

    Eğer Futbol Federasyonu’nun sizi olimpiyatlara götüreceğini evvelden tahmin edebilseydim oradan bucak bucak kaçardım. Lakin bunu kim zannederdi!

    VEKÂLETEN [51]

    Heyeti müttehidelerden bir kısmının reis ve azalarının istifa etmiş olması spor işlerimizin layıkıyla tedvirine mani teşkil etmektedir.

    Beynelmilel federasyonlara dâhil olan bu heyetlerin bu vaziyeti merkezi umuminin de nazarı dikkatini celbetmiştir.

    Sporla alakadar mesul ve gayrı mesul bazı zevat bu vaziyete nihayet vermek çarelerini derpiş için hususi bir surette toplanmışlardır.

    Neticede istifa edenlerin yerini dolduracak mükemmel aza mevcut olduğundan umumi kongrenin akdi imkânı da şimdilik bulunmadığından bu heyetlerin vekâleten idaresinden başka çare bulunamamıştır.

    HATIRALAR [52]

    Üzeri siyah tülle örtülmüş kırık tepeli abidenin önünde, heyecan ve kudreti birbiriyle bağdaştırarak söz söyleyen genç zabitin karşısındayım.

    Onu dinliyorum. Ve Amman sırtlarında aylarca beraber yaşadığımız iki tayyare bölüğünü hatırlıyorum.

    Daha Türk tayyareciliğinin bugünkü kadar ilerlemediği o günlerde kırık bir tayyareyi kendi eliyle çölün vasıtasız bir noktasında tamir ederek düşman hatlarının üzerinden uçan bir arkadaşım çehresini gözümün önün getirdim. Semanın haşmetini gösteren bulut yığınları acaba bu silah arkadaşlarının tunç yüzlerine çerçeve olmak için yaratılmamış mıdır?

    Fethi’nin, Sadık’ın, Nuri’nin mezarlarını ziyaret hatırası daha kalbimde yepyeni ve sımsıcaktır. Selahattini Eyyubi’nin yattığı türbenin bahçesinde onlar yan yana, üzerinde birer ay yıldız taşıyan üç mezar taşının altında uyuyorlar. O kardeş ve kahraman mezarlarının üzerinden beş ay evvel kopardığım bir çiçeğin kökü belki hala büsbütün kaybolmamıştır.

    Bugün, bu hava şehitlerinin hatırasını andığımız günde o üç mezarın gözümden silinmeyen hayali önünde de eğildim.

    Sonra zavallı Arif, yiğit ve civanmert kardeşim, senin bir his ve gönül meselesinden bahseden mektubuna cevap yazmak üzere iken gazetede senin için okunacak mevlüt haberini okumuştum.

    Genç silah arkadaşım abidenin önünde heyecanlarını bana dinletirken seni de anıp ağladım Arif, öldüğüne inanamayarak…

    Zaten siz, hanginiz öldünüz, mukaddes kartallarımız…

    VOLEYBOL BİRİNCİLİĞİ [53]

    Şampiyona Maçlarında da Fenerbahçelilerin Kazanması Kuvvetle Muhtemeldir.

    İstanbul mıntıkası voleybol şampiyonası maçlarına bu Cuma günü Beyoğlu Amerikan Kulübü salonunda devam edilecektir.

    İlk maç Fenerbahçe-Taksim Yeni Yıldız takımları arasındadır. Fenerbahçe takımı, geçen turnuvaya “Ateş” namı altında iştirak ederek bütün rakiplerini büyük farklarla yenen oyunculardan müteşekkil olduğu için, birincilik maçlarında da şampiyonanın en kuvvetli namzetlerindendir.

    Fenerbahçe takımının hususiyetlerinden biri de oyuncuları arasında Sabiha Rıfat Hanım’ın bulunmasıdır. Sabiha Hanım, erkeklerle birlikte cemi ve resmi sporlara iştirak eden ilk hanım olduğu için, Fenerbahçe’nin bu yeniliği, spor tarihimizde başlı başına bir inkılap teşkil etmektedir. Sabiha Hanım, şampiyon arkadaşları arasında oynamaya layık olduğunu gösteren bir nüfuzu nazar göstermektedir.

    Günün mühim maçlarından biri de kırmızı kümenin en kuvvetli iki rakibi olan Beşiktaş-Galatasaray arasındadır. Amerikan Kulübü turnuvasında, finale kalan Kabataş oyuncuları (ki Beşiktaş voleybol takımı onlardan mürekkeptir) Galatasaray’a mağlup olmuşlardı.

    Onun içindir ki bu maçın vereceği netice merak edilmektedir. Mamafih Galatasaray’ın, turnuvadaki neticeyi elde edebilmesi için çok çalışması lazım gelmektedir.

    BİR ALMAN TAKIMI [54]

    “Emden” Takımı Şubat’ın On Beşinde İstanbul’da Maç Yapacak

    Yaptığı büyük bir seyahat dolayısıyla İstanbul’a da uğraması mukarrer olan Almanya’nın “Emden” kruvazörü, Şubat’ın on beşinde limanımızda bulunacak.

    İstanbul’daki Almanların ekseriyetle toplandığı “Totonya” kulübü, Alman kruvazörünün şehrimizde bulunacağı müddet zarfında bir futbol maçı yapmak istediğini mıntıka Futbol Heyetine bildirmiştir.

    “Totonya” kulübünün mıntıka Futbol Heyetine bildirdiğine göre, “Emden” takımının Taksim Stadyumu’nda yapacağı maç, fevkalade merasimle icra olunacaktır.

    “Totonya” kulübünün mektubuna nazaran, “Emden” çok mükemmel bir bandoya malik bulunmaktadır. Bando, maç günü merasime iştirak edecek ve muntazam yürüyüşle Taksim’deki abidenin önüne gelerek orada Türk milli marşını çalmak suretiyle abideyi selamlayacaktır. Sonra Taksim Stadyumu’na gidecek ve maçın imtidadınca konser verecektir.

    Emden’in İstanbul’da bir maç yapması şüphe yok ki çok şayanı arzudur.

    Mütarekeyi takip eden senelerden sonra Türk futbolcuları Alaman arkadaşlarıyla karşılaşmak fırsatına çok defa malik oldular. Fakat bu maçların hiçbiri burada yapılmadığı için, şehrimizde yapılacak bir temas oldukça alaka uyandıracaktır.

    Emden’in karşısına bir İstanbul muhteliti çıkarılması çok muhtemeldir. Fakat Emden takımının kuvveti hakkında malumat mevcut olmadığı için bu muhtelitin şekli ve tarzı tertibi şimdilik tayin edilmemiştir.

    Eğer kruvazörün takımı kuvvetli ise karşısına tam bir muhtelit çıkarılacak, kuvvetli değilse ikinci sınıf bir muhtelit teşkil olunacaktır.

    Mamafih Almanların herhangi bir takımla maç yapmak arzusunu serdetmeleri ve bir kulüp takımıyla karşılaşmaları da muhtemeldir.


    [1] 1 Ocak 1929 – Cumhuriyet

    [2] 2 Ocak 1929 – Vakit

    [3] 2 Ocak 1929 – Vakit

    [4] 2 Ocak 1929 – Cumhuriyet (Aka Gündüz)

    [5] 2 Ocak 1929 – Vakit (Mehmet Asım)

    [6] 3 Ocak 1929 – Cumhuriyet (Köprülüzade Mehmet Fuat)

    [7] 3 Ocak 1929 – İkdam (Yusuf Ziya)

    [8] 3 Ocak 1929 – İkdam

    [9] 4 Ocak 1929 – ikdam

    [10] 5 Ocak 1929 – İkdam

    [11] 5 Ocak 1929 – İkdam

    [12] 6 Ocak 1929 – Cumhuriyet

    [13] 6 Ocak 1929 –Cumhuriyet (Abidin Daver)

    [14] 7 Ocak 1929 – İkdam

    [15] 7 Ocak 1929 – Milliyet

    [16] 8 Ocak 1929 – İkdam (Celal Nuri)

    [17] 8 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [18] 8 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [19] 9 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 9 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [21] 10 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [22] 11 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [23] 11 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [24] 12 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [25] 13 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [26] 14 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [27] 14 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 14 Ocak 1929 – Milliyet (Burhan Felek)

    [29] 15 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Aka Gündüz)

    [30] 16 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 16 Ocak 1929 – Son Posta Gazetesi

    [32] 17 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [33] 18 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [34] 18 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [35] 19 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [36] 20 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [37] 21 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [38] 22 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [39] 22 Ocak 1929 – Son Saat Gazetesi

    [40] 23 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [41] 24 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [42] 24 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 25 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi

    [44] 25 Ocak 1929 – Son Posta Gazetesi

    [45] 26 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [46] 26 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [47] 27 Ocak 1929 – Son Saat Gazetesi

    [48] 28 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [49] 28 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [50] 28 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [51] 28 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [52] 29 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [53] 30 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [54] 31 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

  • Süleyman Nazif’in Eli

    Süleyman Nazif’in Eli

    Yahya Kemal Beyatlı birbirinden ilginç portrelerle dolu “Siyâsî ve Edebî Portreler” kitabında biri Fenerbahçeli, diğeri Galatasaraylı iki tarihî figür arasında geçen bir soğuk savaşı ve bunun Yahya Kemal Bey’e dokunan ucunu hikaye etmiş. Süleyman Nazif‘in eli, bir Fenerbahçe-Galatasaray temasında değil ama bir fikir mücadelesinde ciddi bir mesele yaratmış. Keyifli okumalar :)

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yahya Kemal ve Tevfik Fikret

    Tevfik Fikret’le çabuk dost olduk. Gariptir ki dostluğumuz şiir aşinalığıyla olmadı. Benim kendime göre bir şiirim olduğunu Tevfik Fikret, muarefemizden iki sene sonra öğrendi. Sırf şahsi bir his sıcaklığıyla anlaştık. Arada sırada Aşiyan’a giderdim. Edebiyata ve politikaya dair saatlerce konuşurduk. İttihat ve Terakki’nin zehirnak bir muhalifiydi. İttihat ve Terakki’ye uzaktan ve yakından temas edenlere karşı hırsını yenemezdi.

    O zaman en ateşin bahisler bu zemin üzerinde yürürdü. Babıali vak’asından birkaç gün evvel (Cenyo)da o, Satı Bey ve ben kahve içiyorduk. Bir aralık önümüzden Süleyman Nazif geçti; beni selamladı, ben de onu selamladım. Fikret’in beti benzi birdenbire değişti, bana karşı bir anda bigane oluverdi, konuştuğumuz bahsi kesti, yutkundu, şaşırmış bir haldeydi; sinirinin galeyanına dayanamadı, acı ve yabancı bir bakışla bana döndü:

    “Bu adamı tanır mısınız?” dedi.

    Tevfik Fikret’in bu halinden muzdarip ve bu cüretinden biraz da münfaildim. Soğuk bir cevap verdim:

    “Evet tanırım” dedim.

    Taarruzkar lisanını arttırarak:

    “Bu adamın elini sıkar mısınız?” dedi.

    Artık izzet-i nefsim yaralanmıştı:

    “Evet, elini sıkarım; geçen gün elini sıkarken dikkat ettim, temizdi; zannederim elleri pis değil, sabunla yıkanıyor” dedim.

    Durup dururken bir kavga sahasına girmiştik, Satı Bey muzdarip ve şaşkın bir halde bu mübahaseyi dinliyor ve müdahale edemiyordu.

    Tevfik Fikret dedi ki:

    “Demek zat-ı alinizce böyle bir adamın elleri maddeten temiz olunca sıkılır!”

    “Evet bence öyledir… Bence el sıkmak sırf surî bir nezâket meselesidir. Nâgehanî olarak takdim olunduğumuz insanların elini, nezâket mecburiyeti ile derhâl sıkarız çünkü ahlâkları hakkında tetkikatta bulunmaya vaktimiz yoktur. Mâmâfih ben ahlâkını beğenmediğim adamların da elini sıkarım çünkü ahlâksızlığın elden sirâyet edeceğine itikât etmem, sâniyen ahlâk ceası verecek kadar sert değilim” dedim.

    Bu son sözden Tevfik Fikret fevkalade alındı. Kahvelerimizi ödedik. Soğuk bir ayrılışla ayrıldık. Tevfik Fikret’le son görüşüşümüz olduğuna kanaat hâsıl etmiştim. O ve Satı Bey, bu hadiseden sonra yolda Yakup Kadri’ye tesadüf etmişler. Tevfik Fikret hadisenin elim tesiri ile ona da SÜleyman Nazif’e dair sert şeyler söylemiş ve gitmiş.

    Cenyo’daki selamlaşmadan sonra Tevfik Fikret’le benim aramda geçen bu mübâhesenin Süleyman Nazif farkına varmış. Ondan sonra bana ne geçtiğini kerrat ile mussırâne sordu. Söylemedim. Senelerden sonra Süleyman Nazif’le bir akşam Yani Birahanesi’nde bira içiyorduk, tekrar ısrar etti, söylemeye mecbur oldum; merakı geçti lâkin Tevfik Fikret’e karşı kini de geçmişti.

    Cenyo hadisesiuyle Tevfik Fikret’i bir daha görmeyeceğimi zannediyordum. Bir iki arkadaş söylediler ki hadiseye rağmen, lehimde teveccühkârmış. Kendisini tekrar görmeye gittim. Aramızda daha sıkı bir dostluk başladı.

    Yahya Kemal Beyatlı | Siyâsî ve Edebî Portreler (Süleyman Nazif’in Eli)

  • Übeydullah Efendi

    Übeydullah Efendi

    Taha Toros’un Çelebizade Sait Tevfik Bey’i anlattığı yazıda, nikahını Übeydullah Efendi’nin (Mehmet Übeydullah Hatipoğlu) kıldığını öğrenmiştik. Mithat Cemal Kuntay’ın muhteşem romanı “Üç İstanbul”da Habibullah Efendi olarak karşımıza çıkan devrinin bu muhteşem karakterinin vefatından sonra Hasan Ali Yücel’in kaleme aldığı yazı ile karşınızdayız. Acaba Übeydullah Efendi hiç Fenerbahçe Kulübü’ne geldi mi? Kim bilir, belki de Salah Cimcoz merhum vesile olmuştur da bir gün bir fotoğrafta karşımıza çıkıverir. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Übeydullah (Efendi)

    Midhat paşanın Suriye’de vali iken kaymakamı ve mutemedi, Namık Kemal’in Rodos’ta mutasarrıf iken Maarif müdürü ve dostu, Abdülhak Hâmid’in yarım asırdan fazla muhibbi ve arkadaşı Übeydullah efendiyi de dün gömdük. Şimdi o, Şişli dışında ve asfalt caddenin üstündeki geniş ve boş mezarlıkta, edebiyatımızda yeni bir vadinin ilki olduğu gibi cesedinin gömüldüğü yerde de birinci olarak yatan aziz şairimiz Abdülhak Hâmid’in yanındadır.

    Abdülhak Hâmid, çok sevdiği Übeydullah’tan bahsederken: «O benden bir yaş küçüktür» derdi. Doğuşları arasındaki bu tek yılı dahi doldurmadan büyük kardeşinin yanına can atan ve bu anda onun yakınında ve hizasında, ölülere has bir şekildeki secde halinde yatan Übeydullah ta Hâmid gibi yaşadığı ve yaşattığı devri beraberinde götürenlerden biridir.

    Übeydullah, arkasında iz bırakarak göçüp giden faniler arasındadır. Geçmişte ve halde benzersiz, nevi şahsına münhasır bir adamdı. Onu yakından ve uzaktan tanıyanların hepsi, hayatının, bir tek siyah kılı kalmıyan ak sakalından daha beyaz, daha temiz olduğunu söylerler. Bir gün toprak olacak varlıklar için bu ne büyük bir mazhariyettir? Übeydullah efendi, bu mazhariyete hakkile erenlerdendir.

    Ben onu ilk defa mütareke yılları içinde, Darülfünun konferans salonunda, hitabet kürsüsünde gördüm ve tanıdımdı. Azerbaycan için yapılmış bir gündü. Hatipler heyecanlı nutuklar söylüyorlardı. Salon hıncahınç doluydu. Süleyman Nazif’i yükselten ve hâlâ düşmesine mani olan Pierre Loti gününe benziyen bir gün. Bir veya iki hatipten sonra kürsüye, arkasında bir deve tüyü maşlah, başında acayip bir serpuş, akı çok kır sakallı, gözlerinde simsiyah bir alev parlıyan bir adam çıktı. Ağır, tok sesile söze başladı. Belki onun giyinişindeki gariplik, belki söyleyişindeki zarif nükteler, dinliyenlerin bir kısmını güldürmüştü. Bu acayip adam kızdı ve köpürdü. Yatağından taşan bir nehrin azametli hiddetile gülenleri tekdir etti. Ne halde bulunduğumuzu, ağlanacak günlerde gülmenin ayıp okluğunu söyliyerek namuslu bir millet için istiklâlin mahzı hayat olduğunu, onsuz yaşanmıyacağını öyle ilâhî bir eda ile anlattı ki bu satırları yazarken onu hâlâ dinliyormuş gibi içimde acıklı ve acı bir heyecan duyuyorum. Ben bu genç ruhlu, dinç vücutlu ihtiyarı o zaman sevdim.

    Onunla dostluğum yoktu ve buna fırsat olmadı. Fakat onu yakın tanıyanları tanıdım. Bilhassa Übeydullah’ın, ölüm döşeğinde adını anacak kadar sevdiği, vefatından iki gün önce bitab yatarken bile yüzünü, göz kapaklarının arasından görünce gülümsediği dostu Salâh Cimcoz, bana onun bütün hayatını teferrüatile tanıttı.

    Yirmi seneden fazla bir zaman Önce gördüğüm bu acayip kıyafetli ve tunç ruhlu adam, bunun için benim ruh akrabalarımdan biridir ve ondan bahsederken hürmetle, muhabbetle kendisini anlatıyorum.

    Übeydullah, ilk istibdad düşmanlığını, bir ilim ve hürriyet ocağı olan Tıbbiyede duydu. Meşrutiyet mübeşşiri Midhat paşa ile hürriyet ve vatan kelimelerinin yeni mânada mübdii Namık Kemal, onun bu yolda izlerini takib ettiği birer Havariler oldu. Genç Übeydullah, İzmir’in ceyyid havasından ilk yiğitlik hızını alarak İstanbul’un o devirdeki kötü muhiti içerisinde birer yıldız gibi parlıyan ve istibdadın Yıldızına birer belâ yıldırımı halinde görünen büyük insanların fikirlerde beslendi. Bu yiğit ruhlu İzmir efesi, hürriyetperverlik hayatına istibdadın kızıl remzi olan Abdülhamid’e isyanla başladı.

    Hürriyetperverliği ile hapisler, nefiler ve yoksulluklar da beraber başlamıştı. Übeydullah böyle şeylerden yılmaz bir insandı. Nitekim onun hür ruhu, istibdad ile inliyen memleketinde yaşamağa müsaade etmedi, kaçtı. Kendi tabirde Kübadan Bakü’ya kadar, fakat doğru olarak söylersek cenup ve şimal Amerikası, Afrika, Asya ve Avrupa’da dolaştı ve böyle seneler senesi gezdi. Hayatını daima kendi emeğile kazandı, keten helvacılığı, kuyumculuk ve daha bilmem ne işler yaparak yaşadı.

    908 meşrutiyeti ilân edilince memlekete döndü ve Meclisi mebusana İzmir mebusu olarak girdi. Meclisin en aranan, en hür fikirleri ileri süren, karışık unsurlardan mürekkep muhalif zümreye en biaman saldıran âzalârından biri oldu. Harbi umumîde fevkalâde sefir olarak Afganistana gidecekti. Yaşının altmış beş olmasına rağmen muhtemel zahmetleri göze alarak yola çıktı. İran’a geldi. Bahtiyarîlerin arasından geçip Afganistan’a gidemedi, orada kaldı. İngilizler onu yakaladılar. Irak’a götürdüler ve hapsettiler. Mütareke olunca İstanbula döndü. Bu sefer de Ferid paşa hükümeti yakalayıp Malta’ya gönderdi. Dostlan çok çalıştılar, bir müddet sonra onu Malta’dan kurtardılar. Fakat iki, üç ay kadar geçmişti ki yurd ve istiklâl meselelerinde hiçbir şeyden çekinmiyen Übeydullah, dili durmadığı için tekrar yakalandı ve Malta’ya ikinci defa yollandı.

    Übeydullah, Malta’da da rahat durmuyordu. Ferd olarak takdir ettiği İngilizlere müthiş kızıyor ve ateş püskürüyordu. Hadidîler diye bir zümre yapmıştı. Hallerinden şikâyet maksadile İngilizlere karşı protestonameler yazılıyordu. Übeydullah, yazılanları hafif buluyor ve istediği şiddette olmadığı için bu kâğıtlara imza koymuyordu. Übeydullah’a arkadaşlarından biri, lâtife olarak, şöyle demişti:

    — Galiba sen, bunlar hafif yazılmış diye imzanı atmıyorsun, böylece başımıza bir belâ gelecek olursa yakanı kurtarmış olacaksın!..

    Böyle şeylerin şakasına bile tahammül etmiyen Übeydullah, işin hiç te öyle olmadığını fiilî olarak isbat etmişti. İngilizler tarafından Malta’da iyice tanınmış ve mimlenmiş olan Übeydullah’a onlar Abadallah derler ve kendisinden çekinirlerdi. Uzun zaman İngiltere’de yaşadığı için mizaçlarını iyi bildiği İngilizler hakkında şöyle dermiş:

    — Onlara yaltaklanmağa gelmez. Bu herif esasen hizmetçi ruhlu, esir yaratılışlı derler ve tepesine binerler. Onlara kafa tutmalı. Hür doğmuş ve hür yaşamış adam olduğunu isbat etmeli. O zaman hürmete lâyık olduğunu anlarlar ve müsavi muamele ederler.

    Nitekim ilk Maltaya ayak bastıkları gün bir askerî kıta, bunların karşısında tüfeklerine korkutucu şakırtılarla fişek doldurduğu zaman, Übeydullah, bu kıtanın İngiliz kumandanına fasih, fakat sert bir İngilizce ile şöyle demişti:

    — Siz böyle tüfek şakırtılarile bizi korkutmak mı istiyorsunuz? Biz o adamlardan değiliz. İyi bilin, biz sizden korkmayız. Biz Çanakkale’de ne adamlar olduğumuzu size gösterdik. Siz de bize kimler olduğunuzu orada anlattınız…

    Übeydullah, böyle cesur ve müstakil ruhlu bir adamdı. Siyasî hayatında da fırkalara intisab etmiş değildi. İttihad ve Terakki’ye taraftar olmakla beraber Cemiyet’e bir türlü girmemişti. Onun girdiği ilk ve son siyasî teşekkül, Cumhuriyet Halk Partisidir. Fırkaya kaydolunduktan sonra bu ciheti kendisine hatırlatan Salâh Cimcoz’a Übeydullah’ın verdiği cevab şu olmuştur :

    — Ben 1900’lerin bile değil, 2000’lerin adamıyım. Yıllarca hasretini çektiğim istiklâl ve hürriyet gibi yüksek ideallerimin tahakkukunu onda ve onu yaratan Büyük İnsanın mukaddes varlığında gördüğüm için, bütün ruhumla duyduğum minnetlerimi göstermek üzere Halk Fırkasına girdim.

    Ne yazık ki onun Partimiz içinde bulunuşu ve Büyük Meclise girişi, çok ilerilemiş bir ihtiyarlığın son demlerine rastladı. Cevval ruhunun çalışmalarına artık kudretsiz vücudu yardım edemiyordu. Bu asırdide hürriyet ve vatan âşığını cumhuriyet, kıymetli bir hatıra gibi maziden devir alarak taziz ve çok sevdiği vatanın kutsal göğsüne onu hürmetle teslim etti.

    Abdülhak Hâmid, Übeydullahtan âlim diye bahseden bir dostuna:

    — O, Âlim değil, âlemdir!…demişti.

    Şimdi bu iki âlem, bizimkinden başka ve bizim de bir gün karışacağımız ayrı bir fezada mukadderlerinin ebedî yolculuğunu yapmaktadırlar.

    Hasan Âli YÜCEL