Etiket: Sümerbank

  • Çanakkale Abide Kupası

    Çanakkale Abide Kupası

    1953 yılında düzenlenen maçlar sonunda “Çanakkale Abide Kupası” Fenerbahçe’nin oldu. Müzemizin bu müstesna parçasına giden yolda, final mahiyetindeki Beşiktaş maçından evvel Galatasaray ile karşılaşmıştık. Maçı 3-1 kaybetmemize rağmen, Galatasaray (iki lisanssız oyuncu oynattığı için) hükmen galip sayıldık.

    Aşağıdaki yazı, Abide Kupası organizatörü olan Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanlığı’nın İstanbul Temsil Bürosu Müdür Vekili Kd. Yzb. Esat Tanrıöven tarafından kaleme alınmış. Galatasaraylı Kadri Dağ ismine bir kez daha rastlıyoruz… Meğerse ne hadiseler olmuş…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İstanbul Temsil Bürosunun Bir Tavzihi

    Muhterem gazetenizin 29 Nisan 1953 günlü nüshasında; Abide Kupası maçları hakkında Galatasaray kulübü umumi kaptanı Kadri Dağ’ın beyanatı dolayısıyla aşağıdaki hususları tavzih ederiz:

    Çanakkale Şehitleri Abidesi inşasına yardım maksadıyla tertip edilen futbol turnuvası maçlarından Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri karşılaşması Galatasaray kulübünün, evvelce kabul ettiği protokola muhalefet ederek iki lisanssız oyuncu oynatması sebebiyle hükmen mağlubiyetiyle neticelenmiştir.

    Galatasaray’ın hükmen mağlubiyetine karar veren Abide Kupası maçları tertip heyetidir. Galatasaray kulübü murahhasının dâhil olduğu tertip komitesinin karan mucibince Beşiktaş kulübüne galip gelen Fenerbahçe’ye Abide Kupası’nın verilmesi protokola göre zaruri bulunmaktaydı. Bu sebeple maç saatine kadar federasyondan ve adli mercilerden kupanın verilmemesi hakkında bir karar komiteye tebliğ edilmediği için 26 Nisan 1953 Pazar günü oynanan maç ile turnuva şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe’ye Abide Kupası teslim edilmiştir.

    Vaziyet bu kadar açık iken Galatasaray umumi kaptanı Kadri Dağ en basit nezaket kaidelerinden uzak bir üslupla tamamen hakikate aykırı bir şekilde Türk Haberler Ajansı’na gazetenizden neşredilen bir beyanatta bulunmuştur.

    Abide kupasının, maç günü Sümerbank’ın Beyoğlu satış şubesinden zorla alındığı iddiası yalandır. Esasen bu kupa Milli Savunma Vekâleti İstanbul Temsil Bürosu’nda bulunmaktaydı. Sümerbank mağazasının vitrinine teşhir edilmek üzere Temsil Bürosu tarafından muvakkaten bırakılmış ve Fenerbahçe – Beşiktaş maçından bir gün evvel tertip komitesinin talebi üzerine Temsil Bürosu subaylarından Asteğmen İlhan Bilgesu tarafından saat 12.00’de mağazadan alınarak büroya getirilmiştir. Kupa, Temsil Bürosu tarafından mağazaya teslim edildiğine göre zor kullanılarak alınması bahis mevzuu olamaz, izah edildiği veçhile mağazadan kupayı alan da yüzbaşı değil onun memur ettiği bir asteğmendir.

    Galatasaray kulübünün kaptanlığını yapan zat gazetelerde neşredilmeyen fakat Türk Haberler Ajansı’nın esas bülteninde mevcut olan beyanatının bir kısmında kullandığı kelimelerle sadece vazifesini ifa eden ordu mensuplarını ağır şekilde tahkir etmiştir. Kadri Dağ hakaretinin hesabını mahkemede verecektir İşbu cevabımızın gazetenizde neşrini saygı ile rica ederim.

    Milli Savunma Vekaleti İstanbul Temsil Bürosu Müdür Vekili Kd. Yzb. Esat Tanrıöven

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Büyük Fikret Bölüm VIII

    Büyük Fikret Bölüm VIII

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm VIII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm VIII

    Eski Disiplin, Kardeşlik ve Ağabeylik

    Eskiden oynanan futbolun bugünkünden üstün olduğunu söyleyemem. Beraber oynadığım arkadaşlarımın bazıları bunu tartışıyorlar. Ben bu kanıda değilim. Ama daha iyi taraflarımız vardı. Takım arkadaşlığı, kaptanlara saygı ve sevgi… Bugün bile ilerlemiş yaşlarına rağmen bana ve Hakkı Yeten’e “Kaptan’ diye hitap eden arkadaşlarımızın gösterdikleri saygı ve sevgi ile fikirlerimizi itirazsız kabul etmeleri bunun en canlı misalidir.

    Bugün takımların idare şekline göre, kaptanlık müessesi kaybolmuştur. Kaptan sahada kale veya topu seçen oyuncudur. Bunun için takımlar, saha kenarlarına yaptırılan kulübelerden, antrenörler ve yöneticiler tarafından saha içindeki kaptanın yerine yönetilmeye başlamıştır. Bundan dolayı saha içindeki futbolculara söylenecek şeyler acayip bağrışıp, çağırmalar halini alarak manzarayı çirkinleştirmiştir.

    Hâlbuki bizim devrimizde antrenörler soyunma odasında bütün taktiklerini verir, takımların saha içi idarelerini kaptanlara bırakırlardı. Böylece kaptanın diğer oyuncular arasında itibarı artardı. Bunun diğer bir faydalı tarafı da kaptanlar daha iyi yetişirler, futbolu bıraktıktan sonra kulüplerinin futbolla ilgili yöneticilik mesuliyetini ele alırlardı.

    Rusya Seyahati

    Ruslar benim oynadığım yıllarda henüz Uluslararası Futbol Federasyonu’na dâhil edilmemişlerdi. Kendileriyle olan temaslarımızı Halkevleri Karması namıyla yapardık. Karşılıklı, bir yıl biz giderdik, bir yıl onlar gelirlerdi.

    1932 yılında İstanbul’da oynanan maçımızı Başvekil İsmet İnönü de izlemişti. 1933 yılında rövanş için Rusya’ya gitmemiz gerekiyordu. Ben o tarihte Sümerbank’ın bir müessesesine memur olarak yeni atanmıştım. Göreve başladığım ilk günlerin birinde müessese müdürü beni yanına çağırttı ve asık bir suratla, “Ankara’dan izin geldi. Rusya’ya gidecekmişsiniz. Bir ay izinlisiniz…” dedi. Tereddüt içinde teşekkür ettim. Fakat müessese müdürünün olaydan memnun kalmadığını anlamıştım.

    Düşündüm, kararımı verdim. Seyahate gitmeyecektim. Öyle de yaptım. O kafilenin başkanı parti ileri gelenlerinden Cevdet Kerim İncedayı idi. Yollarda ve maç sonuçlarından sonra yapılan tartışmalarda, benim gitmeyişim O’na abartmalı şekilde anlatılmış. O da bana adeta düşman olmuştu.

    Müessese müdürü, takım gittikten sonra beni çalışır görünce, nedenini sordu. Babamın hasta olduğunu söyledim. İşimden atılırsam yüksekokul mezunu olmadığım için zor durumlarda kalacağımı düşünüyordum. Müdüre de “Futbol bana hayatımı kazandırmaz. Yeni başladığım işte çalışıp yükselmek istiyorum…”‘ dile ilave ettim. Müdürle konuştuğum ilk gün suratı ne kadar asılmışsa bu kez o kadar memnun olduğunu anladım. “Sorarlarsa ne diyeyim?” dedi bana… “Babası hastaydı gidemedi” сеvabını tekrarladım.

    Takım seyahatten döndüğünde başıma çok iş geldi. Cevdet Kerim İncedayı, ben

    i spor teşkilatından ihraç talebiyle ceza kuruluna vermiş. Bir gün tebligat alarak ceza kuruluna gittim. Bu kurulda İbrahim Kemal Baybora, Sait Selahattin Cihanoğlu ve Abdullah Fethi beyler vardı. İçeri girdiğimde, başkan yanındakilere “Bey kimdir?”‘ diye sordu. Benim sinirlerim iyice bozulmuştu. Biraz ayıp oldu ama “Madem beni tanımıyorsunuz ne ceza vereceksiniz?” dedim. Dışarı çıkmak istedim. Sait Selahattin Bey, beni geri çağırdı. Büyüğümdü kırmadım, döndüm. Müdafaamı yaptım. Uzun seyahatlerin çalışan kişilere zararını anlattım. Amirlerimizin bizden soğuduklarını, iyi işler vermediklerini söyledim. Dönüşümüzde işten ayırmak için neden aradıklarını ekledim. Sonra da, “Bana aslında Halkevleri Yönetim Kurulları ceza verebilir. İsterlerse beni bir daha takımlarına almazlar. Ruslar da Beynelmilel Federasyon’a dâhil olmadıkları için bana ceza veremezsiniz’ dedim. Başkan Baybora Elektrik Şirketi Genel Müdürü’ydü. Savunmamı kabul ederek bana ceza vermedi. Fakat kurulda söylediklerimden dolayı kendimi daima ayıplamışımdır.

    Büyük Fikret Bölüm VIII

    Bu seyahati böylece atlattıktan sonra 1934 yılı geldi. Yeni bir seyahat vardı. Ben yıllık iznimi almadan hazırlanmıştım, seyahate katıldım. Takım kaptanı olduğum için Cevdet Kerim Bey’le sık sık temas ediyordum. Derdimi ona kolay anlattım ve dost olduk.

    Çok iyi geçen seyahatte güreşçilerle fazla şaka etmemek gerektiğini, anladım. Harkov’da birkaç gün dinlenme izni verilmişti. Netur kenarındaki bir plajda eğleniyorduk. Aramızda güreşçiler de vardı. Laf olsun diye, “Futbolcular sizden iyi güreşir…” diyecek oldum. Hemen üzerime atladılar. “Haydi, bakalım Kenan Olcay’la güreşeceksin’ dediler. Olcay namlı bir güreşçi… “Sen biraz ağırsın ama zararı yok” diye yakama yapıştılar. Müsabaka yapacak kadar olmasa bile biraz güreş bilirdim.

    Olcay grekoromenciydi. Ben “Serbest güreş yapacağız” dedim. Bundan yararlanmak istedim. Kenan’ın kafa kolu çok meşhurdu. Kaptırmamak için ellerimi arkada tutuyordum. Birkaç elense çekti, elimi uzatır gibi oldum, kolumu kaptı. Kilom biraz ağır olduğundan beni hemen düşüremedi. Bende ona bir çalım attım, kumlara yuvarlandık. Olcay mühimsemeyince O’nu köprüye getirdim. Futbolcular bağırış, çağırış benim tarafımı tutuyorlardı. Güreşçiler ayağımdan çektiler ve oyunu bıraktık, fakat beş dakika süren mücadele kolumu, kanadımı kırmıştı.

    Ayağa kalkınca Büyük Mustafa ve Mersinli Ahmet’e, “Ben sizi bile yenerim…” dediğimde ortalık karıştı. Bileklerimden yakalandılar. Baktım iş ciddi ellerinden zor kurtulup, kaçtım. Bir bidonun içine saklanıp onlardan kurtuldum. Akşamki ziyafette Sait Altınordu bir peçete alıp Mersinli ile Büyük Mustafa’nın önünde boğa gibi tutunca kıyamet yeniden koptu, ancak masada büyüklerimiz vardı, bize bir şey yapamadılar.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) 1934’de Ukrayna muhteliti Fenerbahçe’nin yaptığı maçta Famin ve Ben maç öncesinde birbirimize başarılar diliyoruz.

    Fotoğraf-2) 1934’de Leningrad’da Sovyet Milli Takımı ile yaptığımız maçta iki takım kaptanları Ben ve Botosov seremoni sırasında hakemlerle birlikte görülüyoruz.

    Fotoğraf-3) Sovyet takımı kaptanı Botosov o zaman Rusya’nın en iyi futbolcusu idi… Yıllar sonra 1946’da Botosov da teknik direktör olarak karşı karşıya geldik. Ve uzun süre eski hatıraları yad ettik..

  • Şükrü Saracoğlu

    Şükrü Saracoğlu

    Aşağıdaki uzunca metinde, “Şükrü Saracoğlu ve Dönemi” başlıklı bir kitap serisi derleyen (Şükrü Bey’in oğlu) Yılmaz Saracoğlu’nun kitabından bir aktarımı göreceksiniz.

    16 Mart 1950 tarihinden, 15 Ekim 1950’ye kadar, tam 6.057 gün Fenerbahçe Başkanlığı yapan Şükrü Saracoğlu ve onun dönemindeki belli başlı Fenerbahçeliler, Yalçın Doğan’ın meşhur Fenerbahçe Cumhuriyeti kitabında (her ne kadar bazı maddi hatalar bulunsa da) aşağıdaki şekilde anlatılmıştı. İşte o bölüm… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Cumhuriyeti’nden

    Ebedi Şef, Milli Şef, Değişmez Gözde

    Top korner noktasına dikildi Taksim Stadı’nda, İstanbul’da.

    Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu önündeki kağıtlara son bir kez daha göz attı Ankara’da ve kendi kendine “Tamam bu iş” diye düşündü.

    İstanbul Taksim Stadı’nda kornere dikilen topa üç-dört Fenerbahçeli birden koştu vuruşu yapmak için.

    Ankara’da Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu koltuğunda şöyle bir geriye doğru yaslandı. Stadı önce “İttihat Spor”dan almak ve Milli Emlak İdaresi’ne vermek gerekiyordu ki, stad önce devletin eline geçsin. Ama Milli Emlak İdaresi’ne devretmek için de herhalde bir önkoşul bulmak zorunluydu.

    Fenerbahçe-İstanbulspor maçının sok dakikaları oynanıyordu Fenerbahçe korneri kazandığında. Topa koşan üç-dört Fenerbahçeli futbolcu arasından Büyük Fikret atıldı, arkadaşlarına “Bana bırakın” diye bağırdı. Taksim Stadı’nda korner noktasına gitti. Topu düzeltti. Vurmak için gerildi.

    “Tek maddelik bir yasa çıkartırım, olur biter” diyerek kendi kafasından geçen düşünceyi yeniden kağıda döktü Maliye Vekili Saracoğlu. Kabinede kısa bir sunuşla sorunu çözeceğine yüzde yüz inanıyordu. Sonra da Meclis’ten rahatlıkla geçirebilirdi tek maddelik yasayı. Zaten, o tarihte ne muhalefet vardı, ne de alınan kararlara karşı çıkabilecek bir başka güç.

    Fenerbahçe eğer bu son fırsattan yararlanamazsa, artık son dakikaları oynanmakta olan maç 1-1 berabere bitecek, şampiyonluk da elden kaçacaktı. Büyük Fikret geldi ve vurdu. Taksim Stadı’nda bir gürültü koptu. Kornerden gelen top doğrudan doğruya İstanbulspor ağlarına takılmış, Fenerbahçe Büyük Fikret’in vuruşuyla 2-1 öne geçmişti. Hakem maçın bitiş düdüğünü çaldığında, Fenerbahçe’nin de şampiyonluğunu ilan ediyordu İstanbul’da.

    Ankara’da Maliye Vekili Saracoğlu için tek maddelik yasayı meclisten geçirmek hiç de güç olmadı. İlk bakışta çok masum görünen bir yasaydı zaten :

    “Aynı semtte kurulmuş olan ve faaliyet gösteren spor kulüplerinin sayısı birden fazlaysa o semtte üye sayısı daha fazla olan kulüp faaliyetine devam eder.”

    Rövanş

    Tek bir madde ile Fenerbahçe yaklaşık on beş yıl sonra Altınordu’dan rövanşı acımasız bir biçimde alıyordu. Fenerbahçe yıllar önce en güç günlerinde Altınordu’ya kaptırdığı futbolcularının ve kaçan iki şampiyonluğunun acısını hiçbir zaman unutmamıştı. Biriktirmişti. İşte, şimdi tam sırasıydı. Bu karar Fenerbahçeliliği ile ünlü Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu’nun, daha sonra aralıksız on altı yıl başkanlığını sürdüreceği Fenerbahçe’ye önemli bir armağandı. Tek maddelik karar, sadece Fenerbahçe için yürürlüğe girmişti. Cumhuriyet kurulup ülkede yeni bir devletin temelleri atıldığında, İttihat ve Terakki Fırkası çoktan tarihe karışmıştı. Ama, İttihat ve Terakki’nin kulübü Altınordu’nun izlerine hala rastlamak mümkündü. Raşit Aydınoğlu Bey Altınordu’yu 1921 yılında “İttihat Spor” adı altında yeniden kurmuş ve kulüp faaliyete geçmişti. Gerçi, İttihat Spor’un artık pek gücü kalmamıştı. Ne var ki önemli bir varlığa sahipti : Union Club Sahası… Yani, bugünkü Fenerbahçe Stadı…

    Fenerbahçeliler ikide bir Raşit Bey’e gidip “Şu stadı Fenerbahçe’ye sat” önerisinde bulunuyor, Raşit Bey de eski yılların unutturamadığı rekabet içinde “Olmaz” diye direniyordu. Fenerbahçeliler ısrar ediyor, İttihat Spor geri çeviriyordu. Bir, iki, üç… Eeee, artık bu İttihat Spor da fazla olmaya başlamıştı.

    Vekiller Heyeti’nde o tarihte Maliye Vekili olarak görev yapan Şükrü Saracoğlu Fenerbahçeliliği ile ünlüydü. Belki o bu işe bir çare bulabilir, İttihat Spor’dan İttihat Spor Sahası’nı satın alabilirdi. Ancak, satın almak için karşı tarafın onayı gerekiyordu. Gelin görün ki, karşı taraf böyle bir onaya hiç de yatkın değildi. Sorunu kestirmek ve çözmekten başka çare kalmıyordu.

    Maliye Vekili Saracoğlu formülü bulmuştu. “Aynı semtte faaliyet gösteren” iki kulüp vardı Kadıköy’de. Biri İttihat Spor, diğeri Fenerbahçe. Açıktı ki, Fenerbahçe’nin üye sayısı İttihat Spor’a göre çok fazlaydı. Demek ki, faaliyetini sürdürecek olan Fenerbahçe idi. Demek ki, diğeri, yani, İttihat Spor bu yasadan sonra artık faaliyetini sürdüremezdi.

    Nitekim sürdüremedi. İttihat Spor Sahası önce Milli Emlak İdaresi’nin yönetimine bağlandı. 1923 yılında Fenerbahçe Milli Emlak İdaresi’nden sahayı önce kiraladı. Hemen birden olmaz, adım adım ilerlemek gerekiyordu. Kiraladıktan sonra da adını değiştirerek, İttihat Spor Sahası, Fenerbahçe Stadı oldu.

    Bu arada Saracoğlu Maliye Vekilliği’nden ayrılıp ekonomik konularda araştırma ve temaslarda bulunmak üzere Amerika’ya gönderilmişti. Türkiye’ye döndükten sonra, önce Osmanlı borçlarının tasfiyesiyle ilgili taksit sorunlarını çözmek üzere kurulan bir komisyonun başkanlığına getirilmiş, kısa süre sonra da, bu kez Adliye Vekili olarak yeniden kabineye girmişti. Kendisi Adliye Vekili iken, Maliye Vekaleti’nden gelen 6 Temmuz 1932 tarih ve 1213 sayılı öneriyle Fenerbahçe Stadı’nın Milli Emlak İdaresi’nden alınıp Fenerbahçe Kulübü’ne satılması bakanlar kurulu tarafından karara bağlandı. Satış işlemleri yaklaşık on ay sürdü.

    1933 Mayıs’ında çok eskiden “Silahtar Ağa Sahası”, sonraları bir ara “Papazın Çayırı”, derken “Union Club Sahası” Cumhuriyetten önce “İttihat Spor Sahası”, 1929’da “Fenerbahçe Stadı” artık Fenerbahçe Kulübü’nün malı oldu.

    Tam bir Türk Lirası’na… Evet, Fenerbahçe bugünkü stadın mülkiyetini elde ederken Saracoğlu’un araya girmesiyle, Milli Emlak İdaresi’ne, yani devlete sadece bir lira ödedi.

    Yan Hakemin Lisansını İptal Etti

    Adliye Vekili olarak Fenerbahçe’nin bir maçını izlemek üzere Fenerbahçe Stadı’na geldiğinde Saracoğlu sade bir cümle söylemekle yetinecek ve Fenerbahçeliliğini vurgulayacaktı :

    “Bir haftalık yorgunluğumu Fenerbahçe’yi seyrederken unutuyorum.”

    Sol açık Halit orta sahadan kaptığı topla hızla Harbiye ceza sahasına indi. Önüne gelen birkaç kişiyi çalımladı ve sert bir şutla Fenerbahçe’nin ilk golünü attı. Hayır, hayır, yan hakem bayrak kaldırıyor, golü ofsayt gerekçesiyle iptal ediyordu.

    Ankara’da oynanan maçı izleyen Başbakan Şükrü Saracoğlu ertesi gün golü iptal eden yan hakemin lisansını iptal etti.

    Galatasaray’a karşı oynanan maçın son dakikalarında Taka Naci kornerden gelen topa kafayı vurunca Fenerbahçe 2-1 öne geçti ve maç da biraz sonra bu skorla sona erdi. Saracoğlu ile birlikte maçı izleyen Hacı Bekir Ali Muhiddin doğru soyunma odasına yöneldi. Cebinden çıkardığı cüzdanı olduğu gibi, Fenerbahçe kaptanı Cihat’a verdi. Tüm futbolcuların cüzdandaki parayı paylaşmalarını isteyerek. Cüzdandan çıkan para on bir futbolcu arasında pay edildi. Memur aylığının on sekiz liraya ancak ulaştığı bir dönemde, futbolcu başına o gün 25 lira “prim” düşmüştü.

    Aslında gerek Saracoğlu’nun bu davranışı, gerekse ünlü tatlıcı Hacı Bekir’in futbolculara prim dağıtması, yaklaşık on altı-on yedi yıl Fenerbahçe’nin yaşadığı sıradan olaylardandı. Devlette sırtını Başbakan’a dayayan Fenerbahçe, maddi sorunlarını da Hacı Bekir ile çözüyordu.

    Büyük Kavga

    Taksim Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının ikinci yarısında Galatasaray beki Ayı Tevfik bir omuz darbesiyle Fenerbahçeli Leblebi Mehmet’i yere indirince kıyamet koptu. Saha bir anda arenaya döndü. Yumruklar, tekmeler birbirine giriyor, tribünler ayaklanıyor, polis güçlükle daha büyük bir olayı önlemeye çabalıyordu. Fenerbahçe’den dokuz, Galatasaray’dan sekiz futbolcu ceza kuruluna verildi. Fenerbahçe ceza yağdıran kurul kararına itiraz etti. Hatta, bir açıklama yaparak “mahkemeye giderek, tashih-i karara gideceğini” bildirdi. Türk Spor Kurumu Başkanı Beyazıt Milletvekili Halit Bayrak bu açıklamaya şiddetle tepki göstererek “Fenerbahçe Stadı’nı elinden alır, kulübü belli bir süre kapatarak, onlara hadlerini bildiririz” deyince, Fenerbahçeliler önce bir durdu.

    Sonra da soluğu Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu’nda aldı. Kamuoyunu yakından ilgilendiren, gazetelerin her gün olayla ilgili haberleri birinci sayfaya çıkardığı bir sırada, Adliye Vekili Saracoğlu’nu ziyaret eden Con Kemal başkanlığındaki Fenerbahçe heyeti Şükrü Bey’e “Fenerbahçe üyeliğini” önerdi. Fenerbahçeliliğini zaten stad sorununu çözerken kanıtlamış olan Saracoğlu’na “mutlaka aralarında görmek istediklerini” bildirdi Fenerbahçe yöneticileri.

    İstanbul’da Fenerbahçe Kurucular Kurulu toplandı, üç kişiden oluşan yönetim kurulu üye sayısı yediye çıkartılarak bir de “Reislik” makamı kuruldu. Tüzük değişikliği kurucular kurulundan benimsendiği anda, Fenerbahçe Başkanlığına da Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu seçildi.

    Saracoğlu hemen ilk demecini verdi : “Fenerbahçe gibi memleketin medarı iftiharı, övündüğümüz bir kulübü korumayı en büyük şeref sayarım.”

    Saracoğlu ve Hacı Bekir

    1934 yılında başlayan Saracoğlu’nun başkanlığı dönemi aralıksız on altı yıl sürdü. 1950 Ekim’inde Saracoğlu kısa bir süre için Ali Muhiddin Hacı Bekir’e bırakarak, sonra da “yeni dönemin yeni kralları” başkanlığa soyunacaktı. Türkiye siyasal yaşamında “Tek Parti” dönemini Fenerbahçe, o dönemin en güçlü adamlarından Şükrü Saracoğlu’nun başkanlık dönemi ile geçirecekti.

    Adliye Vekilliği’nden sonra bir ara Dışişleri Vekilliği’ne atanan Saracoğlu 1942’de Başbakan oldu. 1946’ya kadar süren Başbakanlığını 1948’de Meclis Başkanlığı izledi. 1950’den sonra da politikayı bıraktı.

    Yıllar yılı büyük bir dayanışma ile Fenerbahçe’yi birlikte yürüten Saracoğlu ile Ali Muhiddin Hacı Bekir arasında nezaket sınırları hiçbir zaman aşılmadı. Hacı Bekir bugün de hala ününü koruyan en önemli şekercilik firmalarının başında geliyordu. İstanbul’un çeşitli semtlerinde, Ankara’da, İzmir’de ve hatta yurt dışında Kahire ve Londra’da şekerci dükkanları açan Hacı Bekir hem iş dünyasında titizliği ile tanınıyor, hem halk arasında “Hacı Bekir” denildiğinde akla nefis lokumlar, tatlılar, çifte kavrulmuşlar geliyordu. Dolayısıyla bir yandan “halkın içinden biri”, öte yandan zengin bir Fenerbahçe tutkunu ve dönemin ince siyasetinden anlayan bir “partili” idi. Hacı Bekir aslında Fenerbahçe için kolay bulunmaz bir kişiliğe sahipti. Fenerbahçe ne zaman maddi sıkıntıya düşse, elini ilk uzatan Hacı Bekir’di. Futbolcular ne zaman para sıkıntısı çekse, Hacı Bekir onları hiç üzmez, hemen yardımı esirgemezdi.

    Fenerbahçe maçlarından sonra, eğer galibiyet gelmişse, Fenerbahçeli futbolcular bilirdi ki, biraz sonra kapı açılacak ve Hacı Bekir soyunma odasında görünecekti. Sadece galibiyetler değil, Fenerbahçe’nin antrenmanları da Hacı Bekir’le renklenirdi futbolcular için. Futbolcular antrenmana çıkınca, Hacı Bekir soyunma odasına girer, hepsinin cebine teker teker zarf içinde on beşer lira bırakırdı. Aydın Bakanoğlu ile Lebip Elmas’ın zarflarından bir gün 17.5 lira çıktığında, her ikisi de anlamıştı ki, eskiyen bornozlarını bu ek iki buçuk lira ile yenileyecekler. Zamanla zarf içindeki on beş liralar, yirmi, otuz liraya yükseldi. Ama, zarflar hiçbir zaman eksilmedi.

    Rekor

    Hacı Bekir futbolculara ödediği para rekorunu 1941 yılında kırdı. Fenerbahçe 1941’de Başbakanlık Kupası’nı kazanınca, futbolcular şampiyon takımın fotoğrafını çektirerek, büyüttüler fotoğrafı. Fotoğrafın üst köşesine de Hacı Bekir’in resmini monte ettiler. Kaptan Cihat’ın öncülüğünde ellerinde fotoğraf doğru Hacı Bekir’in evine gittiler. On sekiz futbolcu adına kaptan Cihat söz alarak “Efendim, şampiyon biz değiliz, sizsiniz. Siz olmasaydınız, biz şampiyon olamazdık” deyince, Hacı Bekir’in cebinden on sekiz tane yüz liralık çıktı. Futbolcu başına yüz lira!.. Yıl 1941… Yani, o tarihte bir evin yaklaşık bir yıllık kirası…

    Hacı Bekir sanki “Noel Baba” idi Fenerbahçeli futbolcular için. Evlerine odun, kömür gönderir, elini öpeni para vermeden yanından ayırmazdı. Fenerbahçe maç için ne zaman Ankara’ya gitse, futbolcuların başına geçer, mutlaka Başbakan Saracoğlu’nu ziyaret ederdi.

    Başbakan Saracoğlu, Bakanlar Kurulu’nu bir saat erteledi. Çünkü, maç için Ankara’ya gelmiş olan Fenerbahçe takımını kabul edecekti. Kabul yerinin Meclis binası olduğu duyuruldu Fenerbahçelilere. Otelden yürüyerek meclise doğru giden Fenerbahçeli futbolculardan birisi gömleğinin yakasını ceketinin üstüne çıkarmıştı. Yani, kravatı yoktu. Durumu gören Hacı Bekir hiçbir şey söylemedi. Bir gömlekçi, kravatçı dükkanının önünden geçerken futbolculara dönerek “Haydi size birer kravat alalım” deyip hepsini dükkana soktu. Hepsine birer kravat armağan etti.

    Dükkandan çıkarken kravatını takmayan futbolcu yoktu.

    Hacı Bekir’in bu bonkörlüğü kendisi aleyhinde Fenerbahçe camiasında söz çıkıncaya dek sürdü. “Kendisini parayla sevdiriyor” dediklerini duyduğunda, bir daha Fenerbahçe’ye adımını atmadı.

    Hür Fenerbahçeliler

    Rüştü Dağlaroğlu cebinden Yenice sigarasını çıkardı ve sigara paketinin arkasına eski yazıyla o gün sahaya çıkacak on bir Fenerbahçeli futbolcunun adını yazdı. “Yağcı Ali” bir, iki futbolcuya itiraz etti, ama takımın iskeleti yine de bozulmadı. “Kuşçu Ali” de katıldı bu on bire ve takım sahaya öyle çıktı.

    1940’larda yine her zaman yaşanan olağan olaylardan biriydi bu. Yağ satan Ali’nin dükkanı Bahçekapı’daydı. Kuşçulukla uğraşan Ali’nin dükkanı da onun biraz ilerisinde. Zaten Hacı Bekir’in de Bahçekapı’da dükkanı vardı. Hacı Bekir Ali Muhiddin’in yanı sıra “Kuşçu Ali” ile “Yağcı Ali” de dışarıdan kulübe uzun süre destek verdi. Dönem bir anlamda “Üç Ali” dönemiydi. Başta üstlendiği göreve göre, ya Adliye Vekili, ya Başvekil ya da Meclis Başkanı olarak Şükrü Saracoğlu, İstanbul’da da “Üç Ali”.

    Özellikle Yağcı Ali’nin dükkanı tüm Fenerbahçelilerin uğrak yeriydi. Maçlar bu dükkanda tartışılır, takım bu dükkanda sıralanır, asıl önemlisi Fenerbahçe Kongreleri hazırlığı bu dükkanda yürütülürdü. Hem “Kuşçu Ali”, hem de “Yağcı Ali” kulübü destekler, maddi yardımda bulunur, ama kongrelerde de kendi sözlerinin geçmesini beklerdi.

    İşte, bugüne dek sürüp gelen ve hala ister kongre zamanı, ister kongre sonrası Fenerbahçe’yi her zaman çalkalayan “grupçuluk” ilk tohumlarını “Yağcı Ali”nin dükkanında attı. Fenerbahçe’de grupların doğuşu, birbirleriyle kıyasıya mücadele, kavgalar, küfürler, mahkemeler, Bahçekapı’da bu gösterişsiz dükkana kadar iner.

    Vatan Gazetesi Yazı İşleri Müdürü eski futbolcu Con Kemal, gümrük komisyoncusu Müslim Bağcılar, Yavuz İzmir Nakliyat’ın sahibi David Nevon, Şark Nakliyat sahibi Ethem Şahinoğlu, “Yağcı Ali”nin dükkanının sürekli müşterileriydi. Onlar da Fenerbahçe yöneticileri arasında yer alır ve Fenerbahçe’yi yönetmek, takım kurmak ateşiyle yanardı. Ama, onların üstünde, yıllar yılı Fenerbahçe kongrelerine egemen üç kişi vardı : Rüştü Dağlaroğlu, Yağcı Ali ve Hayrullah Güvenir. Anılan üçlü 1942’lerden 1950’lerin sonlarına dek, Süreyya Sineması’ndaki kavgalı kongreye dek, Fenerbahçe’ye perde gerisinden dediğini hep yaptırmayı bildi.

    Kendilerine bir isim de buldu bu üçlü : “Hür Fenerbahçeliler”

    Devir Değişiyor

    Rüştü Dağlaroğlu Fenerbahçe’de su sporlarıyla ilgilenen bir sporcuydu. Kürek çekti, su topu takımında yer aldı, yüzme dalıyla ilgilendi. 1944-1974 arasında zaman zaman Fenerbahçe yönetiminde yer aldı. Sonra da Fenerbahçe tarihi ile ilgili derli, toplu ilk kitabı yazdı.

    Hayrullah Güvenir, Sümerbank’ta müfettişlik yaptı. Sümerbank 1940’lı yıllarda hep Fenerbahçelilerle doluydu. Örneğin, Büyük Fikret bir ara Sümerbank’ın Eyüp’teki fabrikasında ambar müdürlüğünde bulundu.

    Laleli’de makasdarlık yaparken Sümerbank’tan iplik satın alıp piyasaya iplik satan Raif Dinçkök de koyu bir Fenerbahçeliydi. Daha sonra oğlu Ali Dinçkök de birkaç kez Fenerbahçe yönetiminde görev alacaktı. Eyüp’teki fabrika müdürü Ömer Sugan ile o fabrikadan iplik satın alan Raif Dinçkök daha sonraları bugün de kumaş üretimiyle tanınan “Aksu” fabrikasını kuracak, Ömer Sugan, Raif Dinçkök’e ortak olacaktı. Hayrullah Güvenir işte bu sıralarda fabrikayı teftiş etti. Yazdığı temiz rapora rağmen bir süre sonra Ömer Sugan müdürlükten ayrıldı ve Dinçköklerin ortağı oldu.

    1940’lara gelindiğinde Fenerbahçe’de gerçi “Noel Baba”lar vardı. Ama, artık yavaş yavaş iş dünyasına da kapılarını açmaya aday görünüyordu. Yavaş yavaş iş dünyasıyla bağlantılarını arttıran Fenerbahçe, kendi içinde de yeni yeni gruplaşmalara yöneliyordu.

    Cihat mı, yoksa Esat mı kaptan olacaktı?.. İşte, bu tartışma takımı ikiye böldü. Kongre gruplarının da fiilen doğuşu bu olayla başladı. Zaten var olan gruplaşma takım kaptanlığı tartışmasıyla iyice su yüzüne çıktı.

    Sıradan Bir Vatandaş

    Elindeki bastonuyla ayağını neredeyse sürüyerek Fenerbahçe Stadı’nın giriş turnikelerine yaklaşan ihtiyar, eli titreyerek biletini uzattı. Başındaki fötr şapkasını hafifçe düzeltti, turnikeyi itmeye gücü ancak yetti, yetmedi. Hem yaşlı, hem de belli ki hastaydı. Arkada biriken birkaç kişi, “Haydi baba, yürüsene ya… Biz de geçelim” diye ihtiyarı şöyle bir omuzladı.

    Fenerbahçe Başkanı Faruk Ilgaz önce gözlerine inanamadı. Turnikeyi zorla evirmeye çalışan, ama arkadan birkaç gencin itmesine maruz kalan ihtiyarı tanıyacak gibiydi… Evet, evet, o idi, ta kendisi… Yerinden fırladığı gibi doğru ihtiyarın yanına koşarken, bir yandan da ceketini iliklemeye çabalıyordu.

    Elinde biletiyle Fenerbahçe maçını izlemeye gelen ihtiyar, Fenerbahçe’ye stadı kazandıran, ülkenin bakanlık ve başbakanlık koltuklarında oturmuş, Fenerbahçe’ye tam on yedi yıl başkanlık yapmış Şükrü Saracoğlu’ydu. Şimdi “sıradan bir vatandaş” olarak maça geliyordu.

    Faruk Ilgaz kolundan tutup, ona merdivenleri çıkması için yardım etti. On yedi yıllık başkanını Şeref Tribünü’ne oturttuğunda, ihtiyarın gözlerinden akan iki damla yaşı görmemek için, başını çevirdi.

    Demirkırat Dönemi

    Artık, dönem değişmiş, CHP iktidarı kaybetmiş, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte iktidara Demokrat Parti gelmişti. Saracoğlu’nu artık kim tanıyabilir ki, birkaç vefa duygusuna sahip Fenerbahçelinin dışında?..

    Gerçi, aradan yıllar geçtikten sonra, Saracoğlu’nun Fenerbahçe’ye hizmetleri hep “şükranla” yad edilecek, Fenerbahçeliler kendisinden söz ederken, asla saygıda kusur etmeyeceklerdi. Ancak, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği bir sırada, ülkedeki moda spora da yansıyacaktı. Bu moda Fenerbahçe’ye iki türlü yansıyordu.

    Cihat’ın uzun degajını yakalayan Küçük Fikret aradan Lefter’e bir pas çıkardı. Önündeki iki Göztepeliyi çalımlayan Lefter kaleciyi de geçerek topu Göztepe ağlarına bıraktı. Yirmi altıncı dakikada atılan bu gole Göztepe ikinci yarının ortalarında karşılık verince, maç uzatıldı. Uzatmanın ikinci devresinde bu kez Halit (Deringör) ortasını iyi izleyen Erol kafayla Fenerbahçe’yi 2-1 öne geçirdi.

    Ankara’da oynanan Başbakanlık Kupası final maçından sonra Başbakan Adnan Menderes sahaya inerek, büyük tezahürat altında Başbakanlık Kupası’nı Fenerbahçe’ye verdi.

    Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin bir ayı daha yeni dolmuştu. Göztepe ile oynayacağı final maçı için Ankara’ya gelen Fenerbahçe, doğrı Anıtkabir’e giderek çelenk koydu. Ardından da Çankaya’nın yolunu tuttu. Çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı makamında kutlamak için Fenerbahçeli yöneticiler ve futbolcular Çankaya Köşkü’nde sıraya girdiler. Cumhurbaşkanını kutlayan Fenerbahçe, Göztepe maçına çıkmadan önce Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı ve Fenerbahçeliliği ile tanınan Korgenerel Fevzi Uçaner’e de bir nezaket ziyaretinde bulundu.

    Fiilen Başkan

    Bu arada Fenerbahçeli yöneticilerden Rüştü Dağlaroğlu’nun aklına, o sırada fiilen Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’nı yürüten Şükrü Saracoğlu geldi. İktidarın adresi artık değişmişti, ama ortada da bir kulüp başkanı vardı. Dağlaroğlu telefonda “Sizi ziyarete gelmek istiyoruz” deyince, Saracoğlu “Artık ben sizleri ziyaret etmeliyim” demekle yetindi. Göztepe maçına gelmeyen Saracoğlu, aynı akşam Fenerbahçe’nin kaldığı Belvü Palas’a gelerek Başbakanlık Kupası’nı yeni Başbakan Adnan Menderes’in elinden alan Fenerbahçelileri kutladı.

    14 Mayıs 1950 seçimlerine Fenerbahçe Yönetim Kurulu üç üye ile katılmıştı. Yedi kişilik yönetim kurulundan Zeki Rıza Sporel ile Osman Kavrakoğlu Rize, Firüzan Tekil de İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e girmişti. Tabii ki, üçü de Demokrat Parti listesinden!..

    Kavrakoğlu seçimlere giderken Fenerbahçe’deki arkadaşlarını uyarmaya çalışıyor, “Haydi siz de gelin Demokrat Parti’ye girin. Nasıl olsa mebus olacağız, kulübü de böylece daha iyi yönetiriz” diyordu. Yeni siyasal dönem, yeni iktidarını yaratıyor, spor kulüplerinde de buna ayak uyduran olaylar yaşanıyordu.

    Demokrat Partili olduğu bilinen Kavrakoğlu 1943 yılından sonra Fenerbahçe’nin yönetimine seçilmiş, yönetimde çeşitli görevler üstlenmişti. Çeşitli il ve ilçelerde yargıçlık ve savcılık, savcı yardımcılıklarında bulunan Kavrakoğlu Rizeliydi. Fenerbahçe’nin popüler adı, bir zamanların gol kıralı Zeki Rıza’yı da Demokrat Parti’den milletvekili seçtirmek istiyordu. Adnan Menderes bu isteği yerinde görmüş ve Zeki Rıza için “Madem o Rizeli, sizin ikinizi Rize’den aday yapalım” demişti. Menderes seçim için Rize’ye geldiğinde, Kavrakoğlu halka dönmüş, “İşte, size ahir zaman peygamberini tanıtıyorum” demişti. Kendi deyimiyle “hayatta Demokrat Parti ile Fenerbahçe’yi sevmiş” olan Kavrakoğlu yeni, dönemde en güçlü başkan adaylarından biriydi Fenerbahçe’ye.

    Beni Hatırlamanız Yeter

    1950 seçimlerinden sonra “bir Fenerbahçeli olarak” Saracoğlu’nu ziyaret ettiğinde ve kulüp başkanlığı için onun düşüncesini almak istediğinde, Saracoğlu nezaketi elden bırakmamış, “Beni hatırlamanız yeter, artık siz başkan olun Osman Bey” diyerek, yeni iktidar dönemini Fenerbahçe dına da tescil etmişti.

    Yalçın Doğan / Fenerbahçe Cumhuriyeti

  • Caddebostan

    Caddebostan

    Sitemizde bir Caddebostan yazısı daha olmasın mı? Caddebostanı’nı bir de İslam Çupi‘den okumayalım mı? Yazıda adı geçenlerin hepsi nur içinde yatsın. Çok keyif alacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Caddebostan

    1960 yılına kadar Kadıköy ve deniz hinterlandı, İstanbul sayfiye anlayışı içinde önemli bir yere sahipti.

    Taşra istilası, kamyon ve vagon dolusu araç kalabalığının “İstanbul’a boca” şeklindeki kesafetine ulaşmamış, Kadıköy ve yöreleri bahçe içindeki ahşap evleri ve köşkleri ile her mevsimin dolu dolu yaşandığı bir doğa laboratuvarı görünümünü muhafaza ederdi.

    İstanbul yakası ile Anadolu yakasını biribirine ilikleyen bembeyaz vapurlar, Karaköy’den Kadıköy’e hareket ettiği zaman, sanki içine rafine edilmiş bir İstanbul kalabalığını alır, “deniz maviliği iyod ve yolculuk” bir su ressamının, nezih ve kibar çizgilerinde bütünleşen bir peyzajın sanatsal malzemesi olurdu.

    Kadıköy ve semtlerini bağlayan tramvaylar her keseden insanın dolduğu mütevazi araçlar olur, bisikletler varlıklı ailelerin çocuklarına verdikleri iki tekerlekli bir imtiyaza dönüşür, çok toplum dışı zenginler ise, az sayıdaki özel otomobili ve tıkır tıkır ağır aksak giden paytonu kullanırlardı, bir yerlerden bir yerlere varırken…

    Çocukluğumun ve ilk gençliğimin mekanı deniz aşırı bir uzaklık gösterse bile, Kadıköy ve ona bitişik semtler, değişiklik ve Fenerbahçelilik aşkına, seyyah kılıklı adımlarımın tabanlarını kaşımıştır, hep…

    Etyemez, Samatya, Narlıkapı ve Yedikule’de, mayom aynı tuzlu suya girmekten bıktığında, yaz çıkınını toplar değişik olsun diye, uzun bir Kadıköy yolculuğuna çıkardım.

    Haziran ve Temmuz’un sıcak buğusu Marmara’nın üstüne düşünce, denizin yüzeyi tost makinasının arasında kalan sun’i bir ekmek gibi buram buram tüter, vapur yolculuğu insana elbise ile, bu engin su kitlesine kafa üstü dikilmek hazzı verirdi.
    Kadıköy vapur iskelesinden sonra, seri adımlara binen gençliğim beni bilemedin, 20 dakika yarım saat sonra bu beldenin “Riviera”sına götürür, Moda, Kalamış koyu Onsekiz Mart Suadiye ve Caddebostan, olanca güzelliği ve çekiciliği ile bedava keyif günlerimin çarmıhına gerilirdi.

    Kadıköy’e baharın gelişi, mis gibi kokan hanımeli ve manolya pülverizasyonunda belli olur, tertemiz oksijen doğanın ve insanların zindeliğini sağlıklı bir çizgiye çıkarırdı.


    Bahçeli ahşap evler ve konaklarda, bir şehir ve iskan özgürlüğünü çıkaran az sayıdaki İstanbullular, denize daha yaklaştıkça, önü sandal ve motor bağlı geniş rıhtımlı yalılara kayar, yaz bu imtiyazlılar için, “denizde yıkanan mevsim” çekiciliğine bürünürdü.

    İstanbul kıyılarındaki denizler, o zaman fakirliğin simgesi olan Sümerbank patiskasından mayo yapma gibi bir mal beyanını sürdürürken, Kadıköy kumlukları karaborsa zenginlerinin “zade” ve “kerime”leri ile bir defile podyumuna döner, şaibeli aristokrasi karşı kıyılarda kurulurdu, hep…

    Yalı rıhtımlarında sırt ve göğüslerini, üstlerine epey inmiş İstanbul güneşinin kızgınlığına veren babası pahalı kızlar, Menderes liberalizminin ilk ithal “koka kolalarını içer, “Dual” marka pikabın üstüne konan Avrupa menşeli 33’lük bakalit plaklardan Nat King Cole, Frank Sinatra, Louis Armstrong ve Dean Martin dinlerlerdi.

    “Arrow” marka döpiyes ve bikini mayolarla Kadıköy sosyetesinin genç bireyleri o zaman tanışıyor, demokrasi koyulaştıkça koyulaşacak “servet düşmanlığı” kini, bu sahillerde tohumlarını atıyordu, belki de…

    “Fiber Glas” teknelerinin küçük ve azman modelleri, az sürat yapan kıç motorları ile daha 1940’larda Marmara denizine indiriliyor, az sayıda su kayağı meraklısı da maviliğin üstünü, bir buz pistinin helezonlu baş dönmelerine çeviriyordu.

    O zamanlar Kadıköy eğlence hayatının favori yeri Caddebostanı gazinosu ve aynı adı taşıyan plajı idi.

    Asırlık çınarların gökyüzünü ve güneşi bloke ettiği geniş bahçe, çardak ve kamelyaları ile yer yer localaşır, gün boyu çay kahve gazoz içilen ve ailelerin yağlı gevrek küçük halkalarla 5 kahvaltısı yaptıkları bir mekana dönüşür, gece ise çehre değiştirerek, ya Mualla Gökçay ve Hacer Buluş’un alaturka ve türkülerine mikrofonluk eder, ya Erdoğan Çaplı’nın piyanosu ile deruni bir sukuta bürünür, ya da cambaz truplarından heyecan, alafranga gruplardan tango ve fokstrot için figürler alırlardı.


    O tarihlerde Caddebostanı plajı ve gazinosunun kralı, beyaz perdemizin en çarpıcı jönü Turan Seyfioğlu idi.

    Melankolik gözleri ve bakışları, kendinden perma yapmış dalgalı saçları, yanaklarından 1 milim çıkmış siyah sakalları, uzun ince boylu ve biçimli vücudu ile Turan Seyfioğlu, kapıdan içeri girdiği andan itibaren kız ve kadınların “dikiz tacizi”ne maruz kalır, mekan “film kahramanı ve figüranlar” denen bir platoya dönerdi.

    Fransız lejyonunda paralı askerlik yaptığı söylenirdi, Turan Seyfioğlu’nun…

    Yazın üstüne giydiği safari benzeri Mısır ipeği ve keteninden yapılı bol gömlekler, sonbahar geldiğinde kirli yeşil Cezayir parkaları ile yer değiştirir, yakın arkadaşı prens Vedat, hep aynı esprilerle saldırırdı, bu lejyon butiğine…

    “Bu kıyafetler, Turan’ın Cezayir’de vatanı bilinmeyen öldürdüğü düşmanlarının üzerinden çıkarıp aldığı, savaş kreasyonlarıdır, beyler…”

    Turan Seyfioğlu plaja gelir gelmez, “sarı çakar”a kadar giden ve uzun süren iki üç yüzme maratonu yapar, sonra badem yağı tendürdiyot karışımı, kendi yapımı güneş losyonunu sürer, güneş göğün tavan ortasına gelinceye kadar “çekek”in betonunda, boydan boya vücudunu uzatırdı. Saat 12.00 oldu mu Turan Seyfioğlu’nun kararma ve bronzlaşma seansı biter bol buzlu bir bira bardağına koyduğu renksiz maiyi etrafına doluşan arkadaş grubu ile şakalaşarak rahat bir tempoda içerdi.

    Bazı günler Turan Seyfioğlu’nun yaz keyfine kendi meslek klanının hatunlarından Neriman Köksal, Şadıman Aşın ve Pola Morelli gelir, suda ağır şakalar yaptığını bildikleri için, bu melül bakışlı, fakat özel hayatında devi- rici yumruklan olan bu romantik jönle, denize girmezlerdi kesinlikle.

    Turan Seyfioğlu “Yeşilçam’ın hurileri gelmiş” diye onların karşısında aşırı bir nezaket cimnastiğine girmez, bir salon ve fırsat erkeği gibi yılışmaz, yakası zor açılan konuşmalarla, kendi uslubunu hayat umursamazlığını ve derbederliğini sürdürürdü, olanca frensizliği ile…

    Herkesin “buzlu su” diye baktığı büyük bardak Turan Seyfioğlu’nun ellerinde saatler boyu kalınca, plaj cemaati olanca saflığını sürdürse bile, alkolün iç monoloğu gerçeği söylerdi, kısık kısık…

    “Turan’ın elindeki bardak sek votka ve buzdur. Sallanmadığına, etrafa dokunaklı laf göndermediğine bakıp bu çocuğu evliya sanmayın. O buzla karışık iki büyük votkayı bu sahilde içer bitirir, sonra akşam rakısına başlamak için, ağzını bir iki el perdahı ile ütüleyip, buradan çeker gider.”

    Turan Seyfioğlu kendi zamanı ne kadar büyükse, o çapta büyük bir aktördü.

    Yüreği büyüktü, arkadaşlığı içtenliği insanlığı yaşamı paylaşışı ve kadehi büyüktü.

    Onun için erken öldü, ya…

    İslam Çupi / Taha Toros Arşivi