Etiket: Tahtaperde Aleko

  • Tahtaperde

    Tahtaperde

    1962 yılı Akşam gazetesi spor sayfalarında göze çarpan kısacık bir röportaj… Türk futbolunun başlangıç yıllarının meşhur siması Tahtaperde Aleko’ya rastlıyoruz… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tahtaperde Aleko

    Türkiye’nin en yaşlı futbolcularından Tahtaperde konuştu

    “Ne kadın… Ne para… Topu hiç birine değişmem…”

    Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, Akşam’ın spor servisi kapısında dev gibi iri yapılı bir adam göründü. Bir yandan buram buram ter döküyor, bir yandan da elindeki sigara paketinin arkasına adını yazdığı bizim Mahmut Küçük’ü soruyordu. Beni görünce “Aaaa! Sen da burda misin?” dedi. Sevindi. Çünkü kendisini yakinen tanıyan bir kimse ile karşılaşmıştı.

    Onu şöyle böyle otuz yıldan bu yana tanırım. Yüzünde, vücut yapısında değişen hiç bir tarafı yoktu. Türkçeyi de Rumca şivesiyle konuşuyordu. Yaşı doksanına yaklaşan bu zatın devrinden hayatta kalan tek tük isim var. Adı Aleko lâkabı ise Tahtaperde.

    Tahtaperde lâkabının kendisine hangi maçta takıldığını sordum.

    “Bundan 60 sene önce bir İngiliz filosu İstanbul’a geldi. O vakitler biz Kadıköyspor kulübünde oynuyorduk. İdarecilere rica ettik. Misafir takımla bir maç aldılar. Ben sağ bek oynuyordum.

    Rakip solaçık da ben yapıda, süratli, üstelik çok müthiş şut atan bir adamdı. O gün onu o kadar iyi marke ettim ki tribünlerden bir Musevi vatandaş ‘Şu tahtaperde orada iken İngilizler gol atamaz’ demiş. Bu söz o günden bu yana benimle beraber yaşadı…”

    Genç ihtiyar sigarasını tellendirip kahvesini höpürdetirken sanki eski günlerin heyecanını yaşar gibi oluyordu. Bir ara “Kadın mı, futbol mu?” sualinin şemasını çizdi…

    “Ayda on altın kazanırdım. Fakat top oynarken aldığım zevki ne parada ne kadında buldum. Hele şimdi üstüne para da veriyorlar. Bu iş çifte kavrulmuş olmuş… Bu ara nazlanan gençlere acıyorum. Bir de benim yaşıma gelip futboldan uzak kalsınlar görürüm hallerini…” dedi ve Fenerbahçe ile Galatasaray kulüplerinin cemile olarak kendisine hediye ettikleri iki madalyayı gösterdi…

    İkisi İngiltere’de, biri Yunanistan’da ve biri de Türkiye’de… O devirden dört kişi kalmışlar… Buna rağmen Tahtaperde halâ “Futbol” diyor.

    Orhan Menemencioğlu – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Ali Sami Yen, Nasuhi Baydar ve Burhan Felek… Bu üçlü olmasa bizler için Türk futbolunun bazı ilkleri hep gölgeler arasında kalacaktı. Bu sefer mikrofonlarımız Burhan Felek’te. Milliyet gazetesindeki köşesinde, tanıdığı eski sporcuları anlatıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tanıdığım Eski Sporcular

    Bu tanımak sözünden iki türlü mana çıkaracaksınız. Birisi gördüğüm sporcular, ötekisi görüştüğüm, tanıştığım kimseler. Bunların birincisi azdır. İkinci kısmı hayli dolgundur. Şimdi bu eski amatörleri sayıp dökmeye başlamadan evvel bizdeki eski sporlar bahsini burada kapatmak isterim.

    Sanırım bundan evvelki yazımda bazı eski sporlardan bahsetmiştim. Bunlar arasında kayık yarışlarını yazdığımı hatırlamıyorum. Kayık yarışları programlı, tertipli olmakla beraber ara sıra yapılırdı. Bu ekseriya Donanma Cemiyeti menfaatine tertiplenen deniz bayramlarında yapılırdı. Bugün olimpik sporlar arasına girmiş ve beynelmilel nizamlara bağlanmış olan kürek yarışlarına benzemezdi. Mesela alamana kayıkları yarışı, piyade dediğimiz iki ucu sivri, şimdi tarihe karışmış kayık yarışları ve bildiğimiz sandal yarışları olduğu gibi yazın nadiren de futa denilen ince uzun sandal yarışları da olurdu. Bugünkü yarış teknelerinin hiçbirisi o zaman mevcut değildi.

    Yüzme sporu da pek başıbozuk olarak yapılırdı. Devirde denize girmek için deniz hamamlarına gidilirdi. Bu hamamlar sahilden 5-10 metre uzakta, denize çakılmış direkler üzerine inşa edilmiş tahta salaş deniz hamamlarıydı. Etrafı tahtadan bir dolanma yeri, üstü kısmen kapalı, etrafı kapalı, deniz kısmi da kısmen kapalı birer havuz gibiydiler. İstanbul’un birçok sahillerine kurulurdu Bugünkü plaj hayatı çok yenidir ve o devirde âdeta ayıp sayılacak bir şeydi. Evinin önünden denize girenler bile bir küçük kulübe yaptırırlardı.

    Şimdi mevcudu kalmamış sporlardan biri de çayır hokeyi idi. Hokey, bildiğiniz gibi buz üzerinde veya tekerlekli patenlerle skating dediğimiz kapalı salonlarda, bir de çayırda oynanan üç çeşittir. Bizde bunun ikisi yapılırdı. Çayırda[BE1]  hokey, bir de salonda hokey.

    Bilhassa İkinci Meşrutiyet’ten sonra Galatasaray, Anadoluhisarı, İdmanyurdu gibi Büyük kulüplerin hokey takımları vardı, Hokey, futbol sabasına yakın bir saha üzerinde ucu eğilmiş sopalarla oynanır ve oldukça sert bir Topa bu sopalarla vurarak futbol kalesinin yarısı kadar bir kaleye topu sokmaktan ibaret bir oyundu. Sopalar ve sert top bakımından oldukça tehlikeliydi. Bu sporun en meşhur simalarından birisi Galatasaraylı Rıza idi.

    Bu sporun oynandığı İstanbul’da birkaç salon vardı. Bunlara skating adı verilirdi. Birisi Taksim’de eski Taksim Kışlası’nın şimdi yeri meydana gitmiş olan köşesinde büyük ve zemini çimentodan yapılmış bir salondu.

    Hiç unutmam, biz o salonda Kazım Karabekir Paşa’nın himayesinde bir spor müsamere gecesi tertiplemiştik. Gecenin en mühim müsabakası, o devirde parlamış olan iki genç güreşçiyi karşılaştırmaktı. Bunlar birisi Haliç’ten veya Fatih Güreş Kulübü’nden Vehbi, diğeri Anadolu Kulübü’nden Enver ismindeki genç amatör pehlivanlardı. Hatırımda kaldığına göre Enver daha teknik, Vehbi daha kuvvetliydi. Güreş ne netice verdi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey, gecenin geç saatlerine kadar süren o müsamere sebebiyle Üsküdar’a geçemeyip Beyoğlu’nda bir otelde kaldık. Gece sabaha karşı top atışlarıyla uyandık. Ne olduğunu anlayamadık. Fakat sabah gazetelerde bunun Cumhuriyet ilanı için atılmış toplar olduğunu öğrendik. Günlerden 29 Ekim 1923’tü,

    Bu iki pehlivandan Enver bir bağırsak düğümlenmesi sonucu o müsabakadan biraz sonra hayatını kaybetti. Spor âlemini ve Anadolu Kulübü’nü mateme boğdu. Çünkü çok sevilen, nazik, terbiyeli, malumatlı ve aslan gibi güzel bir delikanlıydı. Rakibi Vehbi ise bildiğimiz arkadaşımız Vehbi Emre’dir. Uzun müddet, Türk güreşine ve beynelmilel federasyona hizmetten sonra sanırım şimdi emekli olmuştur. Allah uzun ömür versin.

    Gelelim tanıdığım eski sporculara…

    Bunların başında adını işittiğiniz ve Kadıköylü futbolcuların tanıdığı “Tahtaperde Aleko” gelir. Tahtaperde Aleko, sanırım Kadıköy Futbol Kulübü’nün sağbekiydi. Ben onu bir kere Kuşdili’nde Galatasaray’a karşı oynarken görmüştüm. O devirde futbol müsabakaları herkese açık çayırlarda oynanır, yalnız etrafına çelik tel halattan bir korkuluk gerilirdi. Biz de, oyunu bu telin dışından seyrederdik. Bir Galatasaray-Kadıköy maçında Galatasaray’da solaçık oynayan meşhur Emin Bülent Bey’di. (Merhumun Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın torunu olduğu söylenirdi).

    O zaman da hücumlar kanatlardan yapılırdı. Bir gün Emin Bülent, topu sürüyor, sürüyor, tam ortalayacağı sırada Aleko ayak koyup topu alıyor yahut çeliyordu. Bu iki defa tekerrür etti. Üçüncüsünde Emin içerledi:

    “Herif! Seninle karakola gideceğiz galiba! Ne çelme takıyorsun?” diyecek oldu.

    Aleko şakacı, yumuşak, terbiyeli bir sporcu idi. Rum şivesiyle:

    “Neden karakola gidelim beyim? Birahaneye gideriz!” cevabını vermişti. Bunlar birbirinin arkadaşıydılar.

    O devirdeki Türk takımında oynamayan ve önde gelen Türk futbolcularını yazmıştım. Bir daha sempati ve rahmetle hatırlayalım: Hasan, Hüseyin ve Fuat Bey.

    Hasan ile Hüseyin Kadıköy takımında, Bahriyeli Fuat Bey Moda Kulübü’nde oynardı. Bunların içinde Hasan adındaki oyuncu bugün futbolun sihirbazı sayılan Pele ayarında bir oyuncuydu. Topa hâkimiyeti cambazlık derecesine varmıştı. İyi zamanında haf bek oynardı. Son zamanlarda bek oynamaya başlamıştı. Futbol hayatında Hasan’ın bizim Anadolu Kulübü de dâhil girmediği kulüp kalmamıştı. Maalesef, futboldaki büyük yeteneğine mukabil, hususi hayatı son derece intizamsız geçti ve genç yaşında hastanede öldü.

    Hüseyin’in adı Dalaklı idi. Çünkü Hüseyin şişman ve kuvvetli bir futbolcu idi. Attığı şutu tutacak kaleci nadir bulunurdu. Ama kondisyonu yoktu. Daha ilk yarıda şişerdi. Onu için adına “Dalaklı” demişlerdir.

    Fuat Bey de sağ veya solaçık oynardı. İyi İngilizce bilmesi sebebiyle futbolun bütün nazariyatına vâkıftı. Lakin oyuncu olarak orta halli bir açık forvetti.

    Dediğim gibi Türkiye’de ilk Türk takımı Galatasaray’dır. Fenerbahçe ondan sonra gelir

    Türk olmayan takımlara gelince…

    Bunların hemen hemen hepsi Kadıköy ve Moda’da kurulmuş Rum, İngiliz veya karma takımlarıydı. Başlıcaları Kadıköy, (Rum, İngiliz ve Türk), Moda (İngiliz ve Türk), Strugglers Rum, Helis Rum kulüpleriydi. Sonra Progre adıyla bir kulüp kuruldu. Bu kulüp sonradan Altınordu oldu. Anadolu, Süleymaniye, Şehremini, Türkgücü, Vefa, Nişantaşı, Hilal, Beşiktaş, Anadoluhisarı, İdmanyurdu, Beylerbeyi, Beykoz hep sonradan kurulan Türk kulüpleridir.

    Galatasaray takımı futbol sahasına girdiği zaman, belli başlı oyuncuları başta Emin Bülent ve Ali Sami gelir, Ali Sami az oynamıştır. Sonra Bekir gelir, Bekir, beş-on sene evveline kadar İngiliz Mektebi Türk müdürü idi. Ben Emin Bülent’i oynarken gördüm, Bekir’i ve Ali Sami’yi hatırlamıyorum.

    Ama Galatasaray’ın meşhur beki Adnan’ı herkes tanır. Adnan, kuvvetli bir bekti. Fakat her kuvvetli bek gibi bazen ıska geçerdi. Adnan, İttihatçıların Adliye Nâzırı merhum Müsahipzade Müsahip Molla’nın oğlu İbrahim Hakkı Bey’in oğlu idi. Bunu da yazıyorum ki, o zamanın sporcu neslinin hangi sınıftan geldiğini göresiniz diye!

    İngilizlerden tanıdıklarımı değil de, oyununu gördüklerimi de sayayım.

    Başta o zaman bizim Komber diye telaffuz ettiğimiz Cumber adındaki İngiliz ile onun soliçi Haytung dediğimiz arkadaşıydı. Bunlar, bize dripling, şut ve pasın ne olduğunu öğretmişlerdi. İngilizlerin bir de Jim Lafonten adında sonradan idareci olan birisi vardı. Daha sonra Novil ailesi katıldı. Bu İngilizler içinde uzun boylu, esmer, iriyarı bir bek vardı ki, Türkler adını Karamanlı koymuşlardı.

    Galatasaray’ın ilk takımında ün yapmış oyuncuların başında Kürt Celal dediğimiz genç gelirdi. Celâl, aslında Kürt mü idi, yoksa karayağız ve çetin bir çocuk olduğundan mı öyle denirdi, bilemem. Ama şimdiye kadar gördüğüm santrhafların en kuvvetli ve yorulmayanı idi. Bugünkü futbol, artık oyuncuları oyuna başlarken diziliş tertibine göre adlandırıyorlar. Bizim anlatmaya çalıştığımız o devirde santrhaf takımın en mühim mevkii ve haf hattı belkemiği idi.

    Kalecilere gelince… O devirde neden bilmem, iyi kaleci yok gibiydi, Bugün kalecilerin gösterdikleri tehlikeli ve fedakâr müdafaa oyunu hemen hemen yok gibiydi. Galatasaray’ın kalecisi Ahmet Robenson adında Güney Afrikalı bir mühtedi (sonradan Müslüman olmuş) İngiliz ailesinin çocuklarından en büyüğü idi sanırım. Hiçbir kuvvetli şutu tuttuğunu görmedim. Golü yedikten sonra topun nereden girdiğini, kendisinin nerede kaldığını uzun uzadı etüt ederdi. Ve bu hareketiyle şöhret bulmuştu. Bu Robenson ailesinin Abdurrahman Robenson adında pekiyi bir cimnastik hocası oğulları daha vardı. Bir de oldukça safdil Yakup Robenson vardı ki, herkesle dost, her yere girer çıkar, safsaf laflar ederdi. Birinci Cihan Harbi’nde casusluk suçuyla biçarenin kurşuna dizildiğini söylemişlerdi.

    Kadıköylülerin kalecileri biri lokumcu, bir diğeri demirciydi, hatırımda öyle kalmış. Bunların hiçbirisi bugünkü gibi bir kaleci şöhreti yapmamışlardı. Aslına bakarsanız kaleci, o devirde futbola meraklı, fakat iyi oynayamayan çocuklardan seçilirdi. Size Anadolu Kulübü’nün birisi topal, diğerinin bir gözü sakat iki kaleciyle senelerce lig maçlarına iştirak ettiğini söylersem şaşar mısınız? İlk şöhretli kaleci Fenerbahçe’nin Arslanyan adındaki Ermeni kalecisi olmuştur. Tıknaz bir çocuktu. Bütün meziyeti çevik ve refleksinin süratli oluşundan ibaretti.

    Burhan Felek (Geçmiş Zaman Olur ki – Tanıdığım Eski Sporcular)

  • Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Türkiye’de futbolun kuruluş yıllarından meşhur bir ismi konuk ediyoruz bu kez… Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, sağ olsun, Tahtaperde Aleko’nun bir söyleşisini göndermiş. Bize de aktarmak kaldı. İçindeki güzel hatıralar bir yana, meğerse (Midilli eşrafının aile tanışıklığından ötürü olacak) Aleko, Fenerbahçe’nin efsane ismi Galip Kulaksızoğlu ile çok iyi arkadaşmış ve hatta Galip Bey ölmeden önceki gece birlikte bir-iki kadeh bir şeyler içmişler… Huzurlarınızda Tahtaperde Aleko ve Galip’in son gecesi. Her ikisi de nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tahtaperde Aleko

    – Kafa koçanı mı, dedi. Geçenlerde kömür kağıdı ile birlikte kaybettim! Bir bakarsan iyi oldu! Artık benim ne işime yarayacak! 1905 yıllarında ilk takım arkadaşlarım 27 kişi idi. Bugün onlardan yaşayan üç kişi var : Biri ben, Tahtaperde Aleko, diğeri, İngiltere’de Toto, Yunanistan’da Kimon. Eh üçümüz de artık antika sayılırız. Yaşımı vallahi billahi bilemeyeceğim.

    Bir süre parmaklarıyla hesaplar gibi yaptı. O sırada, kızı Panayota hemen söze karıştı :

    – Baba, 84 yaşındasın şimdi!

    Aleko gülerek, sakin bir sesle devam etti :

    – Biliyorum. 1296 yılında (1880) Midilli’de doğdum, diyeceksin. Biliyorum be, ama hatırlamak işime gelmiyor…

    – Bu Tahtaperde adını nasıl aldınız?

    – Bir futbol hastası Musevî gencinin azizliği oldu. Gene o tarihlerde, İngilizlerin bir küçük harp gemisi gelirdi buralara… Bahriyeliler ilk defa meşin topu getirdikleri için, bizimle eni konu ahbaptırlar. Her gelişlerinde hemen takımlarını getirirler, çıkardık Fenerbahçe çayırına… İngilizlerin zehir gibi bir sol açıkları vardı. Fakat, bütün akınları gelip, benim önüme kesilirdi. Bir türlü geçemezdi beni! Gene bir maçta idi. Akınlar kesilince, sol açık çılgına dönmüş, tepinip duruyordu. Bu sırada, sahanın kenarında bir Musevî genci birden bağırdı : “Geçemezsin onu, bak çekmiş tahta perdesini… Tahtaperde Aleko… Tahtaperde Aleko…”

    İşte o günden sonra bu isim, yafta gibi yapıştı bize. Bir daha da çıkmadı. Elli yıldır yukarı gitsem, Tahtaperde Aleko, aşağı gitsem, Tahtaperde Aleko, diye çağırırlar beni…

    Türkiye’nin İlk Futbolcuları

    – Futbolu kaç yıl oynadınız? İlk golünüzü hatırlar mısınız?

    – İlk zamanlarda Moda Kulübü, Elpis takımları vardı. Sonra bunlar çoğaldı. Ben, Moda Kulübü’nde sağ bek oynuyordum. Hatırımda kaldığına göre, yukarıda soyadı aldığım maçtı. İngilizlerin o su gibi akan sarı delikanlısı, gelip gelip şutları çekiyor ama bir türlü gol olmuyordu. Maç sonlarına doğru, bir ara bizimkilerin bir akını oldu. Ben, santra yerine kadar gelmiştim. Birden, top bizim akıncının ayağından alındı. Bir şutla bana kadar geldi. Biraz sürüp körlemeden bir vurdum. Nasıl vurdum, ben de bilmiyorum. Ama, birden seyirciler tarafından bir “Goooolll!” sesidir geldi. Bir de baktım, fesler havada uçuyordu. Bu, benim bek olduğum halde, attığım ilk golüm oldu. 40 yıl var, oynadım bu mereti… Günde 10 altın kazandığım olurdu.

    “Tahtaperde, maç var, gel!” diye bir haber saldılar mı, ne altın, ne iş, soluğu sahada alırdım. Böylesine severdim meşin topu… Futbolu bizler getirdik ama, şimdi başkaları parsayı topluyor. Biz para almadık, üstelik para verdik!… Ömür verdik ve oğlum!… Ben, bek yerinden vurduğum zaman top, sahayı aşar, Papazın Bağı’na düşerdi (tahminen 100-110 metre). Böyle oynardık. Futbolda marifet, müdafaa oyuncusunun, rakip forların ayağından, zekasını ve hünerini kullanıp, topu çalabilmesidir!

    Maçlara hazırlanışlarını şöylece anlattı :

    – Bu sıralarda bekardım. Takım arkadaşlarımdan Hasan, Hüseyin adında iki kıymetli for vardı. Onları daha bazılarını alıp, eve getirir, çilingir sofrasını kurar, hem tek tek atar, hem de ertesi günü birlikte çıkacağımız maç için, İngilizlere karşı oyun şekli hazırladık!

    Hey gidi Galip!

    – Oyun arkadaşlarınızdan en çok kimi severdiniz?

    Gözleri birden perdelendi. 84 yaşına basmış bu koca ihtiyar, anlatılması güç bir dostluğa bağlılıkla, bir yandan ağlıyor, bir yandan anlatıyordu :

    – Bir Galip beyimiz vardı. Senelerce Fenerbahçe’ye takım kaptanlığı yapmıştır. Mertti, cömertti, Her şeyini kulübüne verenlerdendi. Son akşamı, onunla bir-iki çakıştırmıştık. Sonra gitti. O gidiş! Ölüm haberini aldığım zaman, bana bıçak soksalardı, kan çıkmazdı…

    Bundan 20 yıl evvel, onu son defa bir oyuna çağırmışlar. Fenerbahçe Stadı’na gitmiş. Kendisine forma ve futbol donu vermişler. “Yok” demiş. “Bu yaştan sonra bacaklarımı gösterip, meşin topla aramı bozamam! Şöyle bir-iki vurup, kurdumu dökeyim yeter!…”

    Baldızı İzmaro, Tahtaperde Aleko’nun sevdiği yemekler için bakınız ne diyor:

    – Ah efendim, hâlâ ete, pilava bayılıyor. Sebzeyi yediği zaman, kendimi doymuş saymıyor. 4 yumurtayı bir akşam yemeğinde yer. Bir bir yumurta yesek, ancak setliçle kendimizi kurtarıyoruz!…

    Onun, spor hayatı dışında avcılığı, balıkçılığı vardı. Onun sepetinde İstanbul’un en nadide ıstakozları bulunurdu. Bir avcılık hikayesini anlatırlar. Meşhur Avcı Sait, Fenerbahçeli Galip, Aleko ava giderler. Bir sülün çıkar. Aleko ateşler. Sülün tepeaşağı gelir. Galip bağırır : “Yaşa Sait!”. Aleko kızar, göğsüne vura vura : “Ne Said’i be! Aleko yok mu burada!…”

    Tahtaperde Aleko’nun yanlış teşhis yüzünden 19 yaşında ölen bir oğlunun yası ona hayatı zehir etmiş. Bu konuda şöyle diyor :

    – Onun ölümünden sonra neşem gitti. Hayatı bıraktım. Ne yapalım ki, hayat hâlâ bizi bırakmadı. Bakalım, sevdiklerimize ne zaman kavuşacağız.


    Yazıya Dair

    Röportaj : Necdet Erdem – T.E.
    Fotoğraflar : Tamer Güvenç

    En Üstte : Aleko’nun da aralarında bek oynadığı 1905’deki Elpis Kulübü’nün futbol takımını gösteriyor. Takım durumuna göre kaleci Yorgo, sağ bek Aleko (Tahtaperde), sol bek Mihal, İdareci Yorgo (giyimli), saf haf Kiryako, santrhaf Papazınoğlu, sol haf Boyacı Niko, sağ açık İstefo, saç iç Todori, santrfor Yorgo, sol iç Vasil (sağ ve Yunanistan’da), sağ açık Yorgi Lagopolos’u göstermektedir.

    Küçük Fotoğraf : Tahtaperde Aleko

    Sol Altta : Aleko 84’lük ama, gönlü taptazedir. Bütün ev halkı hizmetinde vazife alır. Baldızı kravatını düzeltirse, kızı kol düğmelerini takar. Onu, ömründe bir kere olsun traşsız gören olmamış!…

    Sağ Altta : Zaman olur, yaş ilerler, top oynanmaz, maça gidilmez olur!… İşte, o devir için, Aleko : “Benim gibi yapınız, diyor. Radyonun başına oturun. Dinler, bağırır, kurdunuzu dökersiniz…”

  • Papazın Çayırı Nerede?

    Papazın Çayırı Nerede?

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı‘nda, Antoine Hekime imzalı, “Plan de Cadikeuy cote d’Asie” isimli bir harita var. Fahrettin Türkkan Paşa arşivinden çıkan haritanın tarihi 1900. Yani Fenerbahçe’nin kuruluşundan 7 sene önce… Bu haritada bize “Papazın Çayırı Nerede?” sorusunun cevabını verecek detaylar var.

    Biz şu anda Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yere “Papazın Çayırı” diyoruz ama çayır aslında stadyumun tam karşısında. Sonraki bir asıra sportif olarak damgasını vuracak olan alan o zamanlar “Prairie Imperiale” olarak gözüküyor. Yani Saray’a ait bir kırlık alan…

    Nereden Biliyoruz?

    Kıymetli tarihçimiz Barış Kenaroğlu tarafından Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri‘nden bulunup “Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri” yazısına konu olan bu çayırın ismi, padişah II. Abdülhamit tarafından verilen izinde geçmiyordu. Hatırlayalım…

    “İttihad kulübü  ünvanıyla Kadıköy’ünde tesis edilen kulübe tahsisi ve tevdii hal-i pa-i hümayun-ı cenab-ı hilafetpenahiden istida olunan bazı arazi hakkında Operatör Müşir devletlu Cemil Paşa hazretleriyle Mirliva Faik Bey tarafından arz ve takdim kılınıp emr-ü ferman mülükane-i mabeyn hümayun baş kitabet-i alisinden irsal olunan arizanın sureti leffen savb-ı alilerine tesyar kılındı. Ariza-i mezkurede bahs olunan araziden Uzunçayır’ın umuma mahsus olması cihetle kulübe tahsisi haiz olamayıp ancak kulübe mahsus olmadan inşa olunacak bina için tasarruf edilen mahallin karşısında bulunan ve on on beş dönümden ibaret olduğu beyan edilen çayır yerinin hazine-i hassa-i şahanece kulüp idaresine icarı münasib görülmüş olmağla icarı icabına himmet buyurulması siyakında tezkere-i penaveri terkim olundu efendim.”

    Türkiye’nin ilk futbolcularından olan, meşhur Tahtaperde Aleko’nun (sitemizde yer verdiğimiz röportajında) dediklerine şöyle bir göz atacak olursak, “Papazın Çayırı Nerede?” sualinin cevabı gün gibi ortada.

    “… Futbolu bizler getirdik ama, şimdi başkaları parsayı topluyor. Biz para almadık, üstelik para verdik!… Ömür verdik ve oğlum!… Ben, bek yerinden vurduğum zaman top, sahayı aşar, Papazın Bağı’na düşerdi (tahminen 100-110 metre). Böyle oynardık. Futbolda marifet, müdafaa oyuncusunun, rakip forların ayağından, zekasını ve hünerini kullanıp, topu çalabilmesidir!”

    Belli ki sonraları bu tabir, yalnızca çayırı değil, bütün bir araziyi anlatmak için kullanılmış ama asıl yer tam karşısı…

    Bu güzel haritanın tamamını merak edenleri şöyle alalım.