“1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusu her gündeme geldiğinde şöyle bir arşive dalıp çıkıyor ve her defasında daha da fazla şaşırıyoruz… Nedeni belli! Düşünsenize, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti, adı “Türkiye Birinciliği” olan bir organizasyon düzenliyor. Kazanan “Türkiye Şampiyonu Unvanı” ile birlikte “Türkiye Şampiyonluğu Kupası” kazanıyor. Ama on yıllar sonra birileri çıkıyor ve “Bunlar sayılmaz” diyor.
Bir belgeye dayansalar neyse… Tamamen bilgisizce ve art niyetli youmlar…
Bin kere söyledik, tekrar söylüyoruz. Kanun, kararname, nizamname, talimatname, ne varsa Fenerbahçe’den ve 1959 yılından önce şampiyon olan takımlardan yana. 1959 öncesini inkar, devleti inkardır!
11 Eylül 1927 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinden günün maçlarını ve Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı toplantısını anlatan haberin transkripsiyonu ile sizleri başbaşa bırakalım. Keyifli okumalar…
Dün Türkiye Futbol Birincilikleri’ne devam edilmiştir.
Evvela 14.00’de Eskişehir ile Karesi takımları çarpıştı. Bu maçın galibi Türkiye üçüncüsü olacağından maçın oldukça mühim bir kıymeti var idi.
İlk haftaym Eskişehir’in galibiyeti altında devam ve bire karşı iki sayı yapan Eskişehirlilerin galibiyeti ile hitam bulmuş ise de herkes küçük Karesililerin ince ve gayet kibar oyun tarzlarına meftun ve galibiyetlerini temenni etmekte idi.
Hakikat hal tezahüratına ikinci haftaym iptidasında gayet mahirane bir akınla küçük ve mahir Karesililer ikinci ve beraberlik sayılarını kaydettiler.
Bundan sonra Eskişehirliler daha sert oynamakla mukabil tarafın kuvve-i maneviyelerini kırmak istediler ve bu esnada üçüncü sayılarını yaptılarsa da fütur getirmeyen Karesililer üçüncü ve bunu müteakiben dördüncü sayılarını yaparak hakları olan üçüncülüğü aldılar.
Muhafızgücü-Altınordu Şampiyonluk Maçı
Bundan sonra galibine Türkiye Birincisi unvanı mev’ud olan pek mühim maç başlamıştır. Bu maç finale kalan Muhafızgücü ile İzmir Altınordu arasında idi.
İzmirlilerin takımlarını en kuvvetli bir şekilde çıkarmalarına rağmen Muhafız merkez muhacimi ve takımın gözbebeği Kamil Bey’den mahrum idi.
Oyun tam 16.00’da başladı.. İlk dakikalarda Sudi Bey’den inkişafa başlayan hücum Selahaddin Bey’e ve Selahaddin Bey’in güzel bir ortalayışını müteakip Sedat Bey’in nefis bir şutu… Ağlar sallanıyor. Ve herkes bağırıyordu… Gol… Gol…
Şimdi İzmirlilerde aşikar bir faaliyet var… Fakat oyunlarında ahenk yok. İncelik yok. Takım adeta ne yapacağını bilmiyor gibi… Bu esnada Sedat Bey ikinci golü kaydediyordu…
İzmir müdafaasında harikalar yaratan orta muavin Şevki yalnız müdafaada muvaffak olmakla iktifa etmeyip takımına şahane bir şutla ilk ve son sayıyı kaydederken kendisinden çok şeyler ümit edebileceğini gösteriyordu.
Hakimiyet hep küçük tarafta idi. İkinci haftaym esnasında Şekip Bey üçüncü ve Ali Bey’in kaçırdığı bir penaltıyı telafi için de yine Şekip Bey iki sayı yaparak Muhafızgücü 1’e karşı beş sayı ile İzmir’i mağlup ederek Ankara birincisi, Türkiye birincisine verilecek olan kıymetli kupayı Türkiye Birincisi unvanı ile beraber kazanmıştır. Muhafızgücü’nü takdir ve tebrik ederiz.
Merkez-i Umumi İçtimaı
Spor kongresinde intihap edilen merkez-i umumi dün öğleden sonra on dörtte İttifak merkezinde Ali Sami Bey riyasetinde ilk içtimaını akdetti.
İçtimada Katib-i Umumi Kenan, Muhasip Hadi, Aza Muhsin, Münif Kemal, Ekrem, Futbol Federasyonu’ndan Şerafettin, Atletizm’den Burhanettin, Güreş’ten Ahmet Fikri, Bisiklet’ten Muvaffak, Atıcılık’tan Kemal Bey’ler bulunmuşlardır.
Dört saat süren içtimayı müteakip ber-vech-i ati mukarrerat ittihaz edilmiştir:
1 – Gazi ve İsmet Paşa’lar hazeratına kongre kararı mucibince Kongre İkinci Reisi Muvaffak Bey riyasetinde ve merkez-i umumi azasından mürekkep bir heyetle bu hafta zarfında arz-ı tazimata gidilmesine;
2 – Adana ve Mersin’in birbirinden uzaklığı ve ayrı vilayet olması her ikisinin de ayrı ayrı mühim birer spor inkişaf merkezi olmasına binaen iki mıntıka halinde teşkiline;
3 – Divan-ı Temyiz’e taalluk edek nizamname maddesinin tadil ve mevki-i meriyete ve vaz’ına kadar geçen seneki divanın aynen ibkasına.
4 – Olimpiyata gidebilecek idmancıların hazırlanmalarına medar olacak meblağın teşrinlere kadar tedarikine imkan görülemediği takdirde memleketimizin hüsn-i temsiline halel gelmiş olacağı mülahazası ile olimpiyat müsabakalarına adem-i iştirakimize;
5 – Nizamname tadilatına müteallik takrirler madde-i hale konmak ve bir bir buçuk ay zarfında merkez-i umumiye iade edilmek üzere mütehassıslardan mürekkep bir encümene havalesine;
6 – Heyet-i Müttehideler Merkezi Müdürlüğü’ne Şeref Bey’in tayinine karar verilmiştir.
Fenerbahçe’nin kuruluşunun Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen dönem içerisinde özel bir anlamı vardır. Bu anlam, bir avuç gencin, yaşadıkları topraklarda yabancıların hakimiyetinde oynanan futbol oyununa, adeta isyan ederek, dahil olmalarında gizlidir.
Çoğunlukla yabancıların yaşadığı Kadıköy’de, yine yabancı çocukların çoğunlukta olduğu bir okulda görev yapan bir Türk öğretmenin sözleriyle filizlenen “bağımsızlık” ve “eşitlik” gibi duygular; Fenerbahçe burnundaki çayırlarda yaptığı antrenmanlarla kendini göstermiş ve Fener’e ışık olmuştur.
1907 yılının bahar aylarında Fenerbahçe Spor Kulübü’nü meydana getiren gençlerin taşıdığı duygular, kuruluş yıllarında çekilen zorluklara rağmen zayıflamamış; ülkemizin (Mustafa Kemal Paşa tarafından yakılan) bağımsızlık ateşinin etrafında pervane olmuştur.
Fenerbahçe Spor Kulübü, “kendisine ebedi muvaffakiyetler” dileyen Mustafa Kemal Paşa’nın kulübü ziyaret günü olan 3 Mayıs’ı, “Kuruluş Günü” olarak kutlamaktadır. İşte bugün 114 yaşına gelen Fenerbahçemizin içinde tarih yatan mazisinden satır başları….
23 Temmuz 1908’de tekrar ilan edilen Meşrutiyet sonrasında Türkiye toprakları adeta cemiyetler ve kulüplerle dolup taşmıştı.
Fenerbahçe’nin ismi 1908 yılı başlarından itibaren günlük gazetelerde maç haberleri görülmeye başlanmış, bugüne kadar tespit edilen ilk fotoğrafı ise, 1908’in Aralık ayında Musavver Muhit adlı dergide yayınlanmıştı.
Bu sırada Padişaha ait olan Papazın Çayırı’nın bir bölümü Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Songülen’in de aralarında bulunduğu girişimciler tarafından kiralanarak “Union Club” kurulmuş, günümüzün Fenerbahçe Stadyumu’nun bir anlamda temeli atılmıştı.
Bu tarihten kısa bir süre sonra Ayetullah Bey dışında kalan kurucular türlü nedenlerle kulüpten ayrıldılar. O zaman yüzbaşı olan Mustafa Kemal Bey Fransa’da, Picardie manevralarında iken, Fenerbahçe tarihinin ilk buhranını geçiriyordu.
Sahaya çıkaracak sporcu bulamadığı için Üsküdar Pazaryolu Kulübü ile birleşen Fenerbahçe’nin, yapılan ilk toplantıda bağımsızlığının tehlikeye düşmesi üzerine ayağa kalkan Ayetullah Bey’in kulübü bu badireden nasıl kurtardığını, o gün o toplantıda bulunan Nasuhi Baydar’dan dinleyelim:
“Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di. …. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp…. ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!” Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi : – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır” Sonra bir teklif ile geldi: – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)” Ayetullah, birdenbire, köpürdü: – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz” Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu : – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?” “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”
Fenerbahçe, bu tehlikeli dönemeçten iki sene sonra, 1912’de ilk şampiyonluğunu yaşadı.
Mekteb-i Sultani’den ve Galatasaray takımından ayrılan Hasan Kamil Sporel ile birlikte daha da güçlenen Fenerbahçe’de; Elkatipzade Mustafa Bey, İstanbul çayırlarından topladığı futbolcularla Türkiye’nin ilk altyapı takımlarını oluşturarak, futbol tarihine ve Fenerbahçe’nin sonraki 20 yılına adeta tek başına damgasını vurdu.
Nasuhi Baydar, bu büyük Fenerbahçeliyi şöyle anlatacaktı:
“Gündüz mağazaya, gece eve gitmeyip Fenerbahçe’nin istikbal ve hali ile meşgul olduğu günler birbirini takip etti. Mustafa artık kulüpte yatıyor, kulüpte yiyor, yalnız kulübün işleriyle alakalanıyordu. Fenerbahçe’ye maddi veya manevi yardımda bulunabilecek kim varsa, Mustafa bunların hepsiyle dost oluyordu Filan yerde bir sandal, falan yerde iki kale filesi, şu gümrük ambarında birkaç çift spor kundurası, burada bir az tahsisat, hepsini Mustafa öğreniyor, Fenerbahçe’ye temin etmenin yolunu buluyordu. Ve böylece, Fenerbahçe varlıklı bir müessese olurken Mustafa da kendi varlığını kaybetti, babasının mirasını bile… Fenerbahçe Mustafa’ya neler borçlu değildir? Bunun muhasebesini değme mütehassıs tutamaz. Fakat, Mustafa bütün alacaklarını bir iki gole, bir şampiyonluğa çoktan helal etmiştir.”
Ertesi sene 1913 tarihli tüzüğünü yazan Fenerbahçe, Cemiyetler Kanunu’na göre tescil edilen kulüpler arasına katıldı.
Nafia Nazırı Mehmet Hulusi Bey’in ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Doktor Hamit Hüsnü Kayacan’ın, sırayla Başkan oldukları 1913-1915 yılları arasında Fenerbahçe başarıdan başarıya koşarken, kulüp tarihini asıl damga vuran isim ise Galip Kulaksızoğlu oldu.
Seneler boyunca kulübe yeni gelen bütün genç sporcuları Atatürk’ün Fenerbahçe hatıra defterine yazdığı yazının karşısına götürüp onlara bu yazıyı okuyan, bütün çağdaşlarının deyimiyle “en büyük Türk sporcusu” Galip, Fenerbahçe’nin kuruluşundan itibaren bütün branşlarda spor yaptı. Genel kaptanlık, başkanlık, hatta stadyum müdürlüğü bile yaptı. Ölene kadar kulübüne hizmet etti, kulübü için yaşadı.
1914 yılı, artık bir spor kulübü olan Fenerbahçe için alabildiğine hareketli geçti.
O sene ilk Galatasaray galibiyeti alındı.
1932’deki yangın felaketine kadar evimiz olacak ve birbirinden meşhur konukları ağırlayan Kuşdili Lokali açıldı.
İkinci İstanbul Ligi şampiyonluğu kazanıldı ve Fenerbahçe ilk yurt dışı seyahatine, Rusya’ya gitti.
Fakat 1914 yılı bitmeden dünya kelimenin tam anlamıyla birbirine girdi.
Fenerbahçe’nin ilk Galatasaray galibiyeti
Kuşdili Lokali’nin açılışı
1913-1914 şampiyonu Fenerbahçe
Rusya seyahatine çıkan Fenerbahçe futbol takımı ve yöneticileri
Cumhuriyet döneminde bakanlık görevi de yapacak olan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kadıköy sorumlusu Sabri Toprak, savaş yıllarında kulübün başkanlığını yürüttü ve kulüp üyelerinin cepheden cepheye koştuğu seferberlik zamanlarında kulübe muazzam hizmetlerde bulundu. Sabri Toprak, aynı zamanda Fenerbahçe tarihinin en kıymetli misafirini kulübe getiren isim olacaktı.
Savaş sona ermeden kısa bir süre önce, 3 Mayıs 1918 tarihinde, o dönem adı İttihat Spor Sahası olarak bilinen Kadıköy Fenerbahçe Stadı’nda bir İdman Bayramı yapılacaktı.
Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, bir önceki geceyi, Fenerbahçe Başkanı olan, arkadaşı Sabri Bey’in evinde misafir olarak geçirdi.
Öğlen saatlerinde de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kuşdili’ndeki lokalini ziyarete geldi ve burada saatlerce kaldı.
Son dönemde yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gazete haberleri, Mustafa Kemal Paşa’nın sadece Fenerbahçe kulübü’ne değil, aynı zamanda Fenerbahçe Stadyumu’na da geldiğini böylece kanıtlamış oldu.
Yalnızca 1 sene sonra millî mücadeleyi başlatmak için Anadolu’ya geçecek olan Atatürk, önce kulüp hatıra defterini imzaladı.
Günün sonunda Elkatipzade Mustafa Bey’in idaresindeki futaya binip Sabri Bey’in Moda’daki evine geri dönmeden önce iskeleden kendisini uğurlayanlara dönerek “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler dilerim” dedi.
O gün orada olanlardan biri de Münir Nurettin Selçuk’tu. Seneler sonra bir röportajında o günü anlattı :
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarına İstanbul’da destek verenler içinde Fenerbahçe Spor Kulübü de bulunuyordu.
Mütareke ve işgal yıllarında esir şehrin moral kaynağı olan takım, Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık etmişti.
Sabri Toprak uzun bir süre, diğer vatanseverlerle birlikte Malta’da sürgündü. Geri döner dönmez, Anadolu’ya geçti.
1921 senesinde Londra’ya giden Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetinde, Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Bey bulunuyor, kulübün 1 numaralı üyesi Enver Yetiker, İstanbul gümrüğünde Milli Mücadele için çalışıyor, bir diğer kurucumuz Necip Okaner ise deniz subayı olarak çarpışıyordu.
Fenerbahçeliler sadece sahada değil, Milli Mücadele’nin her cephesinde savaşıyorlardı.
1922 Türkiye için zaferin yılı oldu.
Anadolu’da Milli Mücadele’yi kazanan Türk ordusu, aynı yılın Ekim ayında, başlarında Refet Paşa olduğu halde İstanbul’a giriyor, onları karşılayanlar arasında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı heyeti de bulunuyordu.
Refet Paşa birkaç gün sonra, önce Fenerbahçe Stadyumu’na, sonra da kulübün Kuşdili’ndeki lokaline ziyarete gelecek, orada 4 sene önce Mustafa Kemal Paşa’nın imzaladığı deftere “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçelilere” yazacaktı.
1923’de Fenerbahçe, artık onlarca şubesi olan çok büyük bir spor kulübü olarak, üçüncü tüzüğünü kaleme aldı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, Fenerbahçe Atatürk’ün “Yeni Devlet, Yeni Toplum” idealine sıkı sıkı sarılacak, Atatürk’ün gösterdiği yolda, bütün inkılapları canı gönülden destekleyecekti.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında Bursa’da bir Fenerbahçe maçını izledi. Dönemin resmi gazetesi sayılan Hakimiyet-i Milliye’de yer alan habere göre Mustafa Kemal Paşa; Fenerbahçe ile Bursa ve Ankara karmasının karşı karşıya geldiği ve 1-1 sonuçlanan maçı, kendisi için özel olarak hazırlanan tribünde izlemişti.
1926 Şubat ayında, Fenerbahçe Stadı’nda ilk Türkiye Kadınlar Atletizm müsabakaları yapılacak. Fenerbahçeli Mübeccel Argun da şampiyonlar arasında yerini alacaktı.
1929 yılında, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendislerinden Sabiha Rıfat Ecebilge Gürayman, Fenerbahçe’nin şampiyon erkek voleybol takımında forma giydi.
“Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır: “Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur” diyen Atatürk’ün aydınlık toplum ideali, Fenerbahçe’nin ışık saçan feneri oldu.
1927 senesi, hem Fenerbahçe hem de İstanbul’un tarihi için önemli bir senedir.
Cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayanlar arasında Fenerbahçe Spor Kulübü de vardır.
Fenerbahçeli denizcilerin Moda açıklarına gelen Mustafa Kemal Paşa’ya kayıklarıyla yaptıkları karşılama dönem basınınca “emsalsiz” olarak nitelenmiştir. Bu karşılamadan sonra teknesi kıyıya yanaşan Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerden bir dürbün istemiş ve bir süre Fenerbahçe kıyılarını seyrettikten sonra “Şurası ne güzel bir yerdir” demiştir.
1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından günler boyunca okunan “Nutuk” adlı eserin, seneler sonra Fenerbahçe Başkanlığı da yapacak olan, Fenerbahçeli futbolcu Bedii Yazıcı tarafından günümüz Türkçesine uyarlanması, Fenerbahçe ile Atatürk’ü tekrar bir araya getiren önemli bir olaydır.
1931 ve 1932 yıllarında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı iki kararname ile Fenerbahçe Stadyumu önce 10 yıllığına Fenerbahçe’ye kiralandı, sonrasında ise Fenerbahçe’nin mülkü oldu.
1932’nin 5 Haziran gecesini 6 Haziran sabahına bağlayan saatlerde, Fenerbahçe tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı.
18 sene boyunca Fenerbahçe’nin bütün hatıralarına ev sahipliği yapan Kuşdili Lokali feci bir yangın neticesinde yok oldu. Türkiye’nin dört bir yanından taraftarların, gazetelerin bağış kampanyaları aracılığıyla yardıma koştuğu Fenerbahçe’ye en büyük bağış Mustafa Kemal Atatürk’ten geldi.
1933 yılında Fenerbahçe, yurtta büyük yankı uyandıran, ilk Türkiye Şampiyonluğu’nu kazandı.
Fenerbahçe Atatürk’ün sağlığında biri 1935, diğeri 1937 yıllarında olmak üzere iki ulusal şampiyonluk daha kazanacak, 28 şampiyonlukla bugüne kadar en çok Türkiye şampiyonu olan takım unvanını koruyacaktı.
1934 senesinde, büyük bir törenle Fenerbahçe Stadyumu’na Atatürk’ün bir büstü konuldu.
Fenerbahçeli sporcular, Atatürk’ün Fenerbahçeli çocukları, yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:
“Büyük Atatürk, Senin açtığın yolda, senin göstereceğin hedefe yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ve mertliği ile senin peşinden geleceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.…“
Bundan sonra, uzun seneler boyunca ve 1938’de sonra gitgide artan bir özlemle, bütün kuruluş yıl dönümleri o büstün önünde kutlanacaktı.
1935’de kurucuları arasında Celal Bayar’ın ve Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’in de bulunduğu Moda Deniz Kulübü kuruldu.
Atatürk, çok sevdiği Kadıköy’e ve Fenerbahçe’ye her sene bir kez geliyordu. Fakat 17 Mayıs 1936’da Mustafa Kemal Atatürk Kadıköy ve Fenerbahçe semtlerine adeta bir güneş gibi doğdu.
Bu ziyaretin bir fotoğrafı bugün Fenerbahçe Stadı’nı süslüyor. O mutlu günün diğer resimleri ise Suna ve İnan Kıraç Vakfı – İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinde ortaya çıktı.
Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni iken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün temellerini atan Enver Yetiker, 1937 yılında İstiklal Madalyası aldı. Fenerbahçe’yi beraber kurduğu Nurizade Ziya Songülen, bir sene önce, 1936’da hayata veda etmişti… 1938’in Şubat ayında ise Sabri Toprak vefat etti…
Birkaç ay sonra, Türkiye en büyük kaybını yaşayacaktı…
10 Kasım 1938’de, sabah 09:05’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayata gözlerini yumdu. Hatırası sonsuza dek Türk halkının ve “takdirlerine ve tebriklerine mazhar olan” Fenerbahçe camiasının kalbinde yaşayacak.
Fenerbahçe, 19 Ekim 1934 tarihinde başlayıp 15 Mart 1935’de biten İstanbul Ligi’ni 14 maçta 10 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyetle şampiyon olarak tamamladı. Böylelikle Türkiye Futbol Şampiyonluğu maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, Balıkesir’de oynanan grup birinciliklerinden sonra İstanbul’da finalleri oynadı ve ilk şampiyonluğunda olduğu gibi, yine bir İzmir takımını, Altınordu’yu 3-1 yenerek Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun Fenerbahçe adına gol kralı ise bir değil, üç kişiydi. Sonraki yıllarda isminin başına “Büyük” lakabı gelecek olan Fikret Arıcan, Muzaffer Çizer ve Namık Erbay 13’er golle Fenerbahçe’nin en çok gol bulan oyuncuları oldular… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin ikinci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
“1959 Öncesi Türkiye Futbol Şampiyonlukları” konusunda, bunların Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî organizasyonları olduğunu görmezden gelip, alabildiğine saçmalayan bazı insanlar olduğunu biliyoruz. Fakat geçen süreçte bu konuda çok ileri gidenler, çıtayı zirveye taşıyanlar oldu. O yüzden başlığımız, bazı Galatasaraylıların 1959 öncesi yalanları…
Hatırlarsınız, bir tanesi ayrı ayrı Twitter yazılarında şöyle diyordu;
“Türkiye Futbol Birinciliği’ni TFF düzenlemiyor mesela. Bugünkü Kulüpler Birliği tarzı Türk İdman Cemiyetleri Birliği düzenlemiş.”
“Türkiye Futbol Birinciliği’ni Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı düzenliyor. TİCİ’nin yerini 1936’da doğrudan dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na bağlı olan Türk Spor Kurumu alıyor”
“Milli Küme’yi işte bu spor kurumu düzenliyor. İki yıl sonra da yerini, Nazi Almanya’sındaki Hitlerjugend (Hitler Gençliği) ve faşist İtalya’daki Opera Nazionale Ballila örnekleri dikkate alınarak kurulan Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü’ne bırakıyor.”
“Bu kurum dönemin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için, “Milli Küme” adı 1940’lı yıllarda ilk olarak “Maarif Mükâfatı”, sonra da “Milli Eğitim Kupası” oluyor. Dolayısıyla her iki turnuvanın düzenlenmesinde Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde devrede değildi.”
Tarihi Saptırıyorlar
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı‘nın arşivinde 1923 yılında basılan “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Teşkilat ve Nizamat-ı Umumiye” isimli bir resmî belge var. Şuradan erişebileceğiniz bu 94 sayfalık kitapçık, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve dolayısıyla Türkiye Futbol Federasyonu’nun ilk talimatnamesi. Peki neler yazılı burada? Fazla ileri gitmeye gerek yok. Hemen birinci maddede maksat, ikinci maddede ise vazifeler açıklanmış. Şöyle ki:
T.İ.C.İ.’nin Amaç ve Vazifeleri
Maksat
Madde 1 – Türkiye’de idmancılığın (terbiye-i bedeniye ve sporun) fenni esaslar dairesinde tamim ve tekamülüne çalışmak, Türk idmancılığını dahil ve harice karşı temsilde salâhiyeti haiz olmak üzere “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” namıile bir cemiyet tesis edilmiştir. Cemiyetin Türkiye aksamı memalikinde federasyonları ve mıntıkaları vardır. Cemiyetin merkezi Ankara’dadır. Umumi merkez lüzum gördükçe riyaset divanı kararı ile Ankara Haricinde de içtima edebilir.
Vezaif
Madde 2 – Cemiyetin esas vazifeleri aşağıdadır.
“Heveskarlığı” (amatörlük) tergip ve himaye etmek.
Her sene mahalli ve umumi müsabakalar tertip ve Türkiye Milli İdman Birinciliklerini tayin etmek.
Türkiye İdman rekorlarını tescil eylemek.
İdmancılığın inkişaf ve tekamülüne muavenet temin edecek kavaninin neşri için teşebbüsatta bulunmak.
Beynelmilel Olimpiyat Cemiyeti ile tesis-i münasebet etmek ve cihan müsabakalarında Türk idmancılığının hüsnü temsiline çalışmak.
İdmancılığa ait bilcümle idari ve fenni nizamnaleleri tedvin ve tasdik eylemek.
İdman mahallerinin taaddüdü ve nizamını temin etmek.
Türkiye’de milli ve resmi bilcümle idman mükafat ve şehadetnamelerini vermek ve sair tergib ve teşvik vesaitine müracaat eylemek.
Muhtelif idmanların heyet-i müttehidelerini (Federasyonlarını) peyderpey teşkil etmek.
Tedrici surette idman mıntıkaları tesis etmek.
Neşriyat, telifat, tercüme, konferans ve derslerle idmancılığı fennî esasat dairesinde inkişaf ettirmek.
Memalik-i saire-i müessesat mümaselesi ve beynelmilel idman teşkilatı ile tesis-i idare-i münasebat eylemek.
Terbiye-i bedeniyenin fenni usulleriyle neşr ve tamimine çalışmak.
Bir terbiye-i bedeniye mekteb-i âlisinin ve memlekette mütehassıs yetiştirilmesi esbabına tevessül eylemek.
Kulüpler Birliği Değil, Türkiye Cumhuriyeti!
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’na “Bugünkü Kulüpler Birliği tarzı” diyerek 1959 öncesi şampiyonlukları yok sayan zihniyete sormak gerek;
“Böyle Kulüpler Birliği mi olur? Her türlü branşta yerel karşılaşmalar düzenleyen, ulusal şampiyonları belirleyen, rekorları tescil eden, spor kanunları yayınlayan, Uluslararası Olimpiyat Komitesi ile temasa geçen, dünya müsabakalarında Türk sporculuğunu temsil eden (buraya dikkat edin) Federasyonları meydana getiren!
Hayır! Böyle kulüpler birliği olmaz… Bu organizasyon, yani Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, bizzat Türkiye Cumhuriyeti devletidir!
Atatürk döneminde Türkiye’nin en önemli kurumlarından birisi olan spor teşkilatını “Nazi Almanya’sındaki Hitlerjugend (Hitler Gençliği) ve faşist İtalya’daki Opera Nazionale Ballila” örneklerine benzeten yalanlara aşağıdaki yazılarda cevap vermiştik.
Yazının sonunda dönmek üzere, kısa ve önemli bir ara verelim ve diyelim ki…
Bazı Galatasaraylıların 1959 Öncesi Yalanları
Şans, kısmet… Geçen gün, müzayede sitelerinden birinde, bir kitapçık çarptı gözümüze.
Tarih 1933… Yer İstanbul… Bastıran, dikkat buyurun, “Devlet Matbaası”
Kitabın adı : Beynelmilel Futbol Kaideleri
En Üstte Yazan : T.İ.C.İ. (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) Futbol Federasyonu
Demek ki neymiş?
Türkiye Futbol Federasyonu, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’na bağlı imiş.
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, bir Türkiye Cumhuriyeti devleti kurumu imiş.
Türkiye Futbol Birinciliği ve Millî Küme, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’na bağlı olan Türkiye Futbol Federasyonu tarafından düzenlenen, Türkiye Cumhuriyeti devletine ait resmî turnuvalar imiş.
Neden Sürekli Yalan Yazıyorlar?
Yukarıda, tekrar üzerinde duracağımız bir yer olduğunu söylemiştik. Zamanı geldi!
1920’li yılların sonunda Galatasaray’ın fahrî başkanı Mustafa Necati Bey idi. Ölümü Türkiye için öyle büyük bir kayıp oldu ki 1 Ocak 1929’da vefat eden Necati Bey’in kaybından ötürü Galatasaray kulübü bir aylığına spor faaliyetini tatil etti.
Kaderin kötü bir cilvesiyle, ölüm haberi (harf inkılabının hayata geçtiği gün) 1 Ocak 1929’da gazetelere düşen ve başta Atatürk olmak üzere bütün devlet/inkılap erkânının arkasından ağladığı Necati Bey, bugün bazılarının “Nazi-Faşist” dediği teşkilatın bağlı bulunduğu makamın başında, yani Milli Eğitim Bakanı idi.
Sözlerinin nereye gittiğini bilmeden, hatta bu memleketin kurtuluşuna ve kuruluşuna emek vermiş insanları harcamak pahasına yalan yanlış şeyler yazıyorlar. Dürüstçe “Biz Fenerbahçe’nin ve diğer kulüplerin 1920’lerden 1950’lere kadar kazandığı başarıları kıskanıyoruz. Biz yapamadık.” diyemiyorlar.
Bunun yerine;
“1959 öncesi şampiyonlukların hukuki dayanağı yoktur!” demekten utanmıyorlar. “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, bugünün kulüpler birliği gibi bir şey!” yazmaktan sıkılmıyorlar. “Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde işin içinde değil!” yalanını söylemekten bıkmıyorlar. “Milli Eğitim Bakanlığı, Nazi ve Faşist bir spor teşkilatı kurdu!” diye saçmalamaktan çekinmiyorlar.
Ama hiç önemli değil… Bazı Galatasaraylıların 1959 öncesi yalanları için yanıt yine tarihten, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten geliyor.
Bu şampiyonluklar için…
Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimizce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır.
Hatırlarsınız, başkanımız sayın Ali Koç, Ekim 2019 tarihinde 1959 öncesi şampiyonluklar için şöyle bir beyanat vermişti :
“Bizim argümanımız çok basit. TFF nezdinde oynatılan tüm şampiyonluklar sayılmalı diyoruz. İşin boyutunu çok mantıklı bir boyutta incelediğiniz zaman, tarafsız bakan herkesin hakkımızı vereceğini düşünüyorum.”
Hemen arkasından, “bu konuda hiç söylenmemiş şeyler söylüyormuş gibi yapıp, aslında bin kere tekrar edilenleri biraz süsleyerek yazan” bir beyefendi ise şöyle buyurmuştu :
“Futbol Birinciliği’ni Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı düzenliyor. TİCİ’nin yerini 1936’da doğrudan dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na bağlı olan Türk Spor Kurumu alıyor. Milli Küme’yi işte bu spor kurumu düzenliyor. İki yıl sonra da yerini, Nazi Almanya’sındaki Hitlerjugend (Hitler Gençliği) ve faşist İtalya’daki Opera Nazionale Ballila örnekleri dikkate alınarak kurulan Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü’ne bırakıyor. Bu kurum dönemin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için, “Milli Küme” adı 1940’lı yıllarda ilk olarak “Maarif Mükâfatı”, sonra da “Milli Eğitim Kupası” oluyor. Dolayısıyla her iki turnuvanın düzenlenmesinde Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde devrede değildi”
25 Mayıs 1947 Pazar günü Ulus gazetesinin birinci sayfasında şöyle bir haber vardı:
Milli Eğitim Bakanı Dün Sporculara Bir Ziyafet Verdi
1946-1947 mevsimi futbol birinciliği müsabakalarına katılan futbolcular şerefine Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer tarafından dün saat 21’de Mutlu salonunda bir akşam yemeği verilmiştir. Bu yemekte C.H.P. Başkan Vekili Şükrü Saracoğlu, Çalışma Bakanı Sadi Irmak, Başbakanlık Müsteşarı Cemal Yeşil, Vali ve Belediye Başkanı İzzettin Çağpar, Beden Terbiyesi Genel Müdürü Vildan Savaşır, spor federasyonları erkânı ve sporcular hazır bulunmuşlardır.
Aynı gazetenin on birinci sayfasında ise tek devreli lig usulü oynanacak olan 1947 Türkiye Futbol Şampiyonluğu maçlarından ilkinin haberi görülüyordu.
24 Mayıs 1947 tarihinde oynanan maçta, Hüsnü Teoman, Murat Alyüz, Necati Köksal, Selahattin Torkal, Samim Var, Müzdat Yetkiner, “Küçük” Fikret Kırcan, Erol Keskin, “Lawton” Suphi Ural, Halil Özyazıcı ve Halit Deringör ilk on biriyle sahaya çıkan Fenerbahçe, Ferit, Kemal, Oğuz, Mecit, Muharrem, Lütfi, İhsan, Halil, Mahmut, Bedri ve Rıza’dan oluşan Adana Demirspor’u “Lawton” Suphi Ural (2), Halil Özyazıcı (2), “Küçük” Fikret Kırcan ve Halit Deringör’ün golleriyle 6-0 yendi.
25 Mayıs 1947’de oynanan ikinci maçta bizim için işler pek de iyi gitmedi. Ulus gazetesi karşılaşmayı şöyle anlatıyordu :
“Türkiye Futbol Birinciliği için dün yapılan karşılaşmada Ankara Demirspor takımı Fenerbahçe takımını 3-0 yenmeye muvaffak olmuştur. Bu müsabaka, kalabalık bir seyirci kütlesi tarafından takip edilmiştir. Türkiye Futbol Birinciliği’in son karşılaşması bugün şehrimizde Ankara ve Adana Demirspor takımları arasında yapılacaktır.
Demirsporlular dün bu mevsim içinde çıkardıkları en başarılı oyunlarından birini Fenerbahçe’ye karşı oynayarak haklı bir galibiyete ulaştılar.
Takımlar aşağıdaki kadroları ile sahada yer aldılar.
Oyuna İzmirli ile hakem Fethi Turgay’ın idaresinde başlandı, iki tarafta seri bir oyun tutturdular, yerden ve kısa paslarla, birbirlerinin zayıf taraflarını yokladılar, Gündüz’ün dördüncü dakikada Fener kalecisine yaptığı hafif bir şarjdan sonra oyunun temposu bir parça daha hızlandı, fakat iki taraf da kendi aralarında anlaşamadıkları için bir müddet sallapati bir oyun izledik.
On dokuzuncu dakikaya kadar devam eden bu hesapsız ve ahenksiz oyun arasında, Halit’in yaptığı münferit bir hücumdan sonra topu kapan Demirsporlular soldan yaptıkları bir hücumda, Gündüz’ün şimşek gibi bir şutuyla ilk sayılarını çıkardılar : 1-0. Bu gol Demirsporluları da Fenerlileri de canlandırdı. Demirspor sağ açığı İsmail güzel bir sürüşten sonra kaleci ile başbaşa kaldığı halde attığı şut boşa gitti.
Fenerbahçe en seri oyuncuları olan Fikret’le, Suphi’yi besleyemiyor, buna inzimamen Demirspor müdafaası da yerinde müdahalelerle bu iki tehlikeli oyuncuya adım attırmıyorlardı.
Otuz beşinci dakikaya kadar devam eden karşılıklı bir çekişme arasında zaman zaman iki taraf kalesi de sıkıştı, fakat ele geçen fırsatlardan iki taraf da istifade edemedikleri gibi, Demirsporlular sık sık ofsayta düştükleri için oyun hakem tarafından durduruldu.
Devre sonlarına doğru Fener kalesine tekrar yüklenen Demirsporlular topu sağa geçirdiler, sağ açık İsmail son müdafi Necati’yi de atlatarak topu Gündüz’e verdi ve Gündüz kısa mesafeden bu pası Fener kalesine soktu, bu suretle Demirsporlular birinci devreyi 2-0 galip bitirdiler.
İkinci devre başında Fenerlilerin yaptığı ilk akın boşa gittikten sonra, Demirsporlular da üst üste iki hücum yaptılarsa da, Fenerliler bunları kornere atarak durdurdular ve atılan kornerden Demirsporlular faydalanamadılar. Birinci devrede sakatlandığı için sol tarafı büsbütün muattal kalan Fenerbahçeliler, Fikret’i de işletemediklerinden topu ortadan söküp götürmek gibi güç bir usulü tatbik etmek zorunda kaldıklarından çok zorluk çekiyorlardı. Fenerbahçeliler bir ara kısa paslarla Demirspor kalesine abandılarsa da, Şevket’le İskender emsalsiz bir müdafaa yaparak Naci’nin de yardımıyla Fenerbahçe’nin bu hızını durdurduktan sonra yirmi altıncı dakikada topu birdenbire sağa geçirdiler, İsmail Fener’in hemen hemen bütün müdafaasını teker teker atlatıp topu Rıdvan’a geçirdi. Rıdvan da sağ ayağı ile vuracakmış gibi yaparak, topa sol vurarak kaleci şaşırtıp, Demirspor’un üçüncü golünü de çıkarınca Fener’in durumu bütün çıkmaza girdi : 3-0.
Fenerliler buna rağmen topu ayaklarında çok tutup, fazla paslaştıkları yetişmiyormuş gibi, uzaktan şut çektikleri için Demirspor kalesine yaptıkları tesir de zayıf oluyordu
Otuzuncu dakikadan sonra sertleşmeye yüz tutmasına rağmen iki tarafın oyunu tavsadı, bu arada bir müddet çelmeler, takışmalar da oldu ise de hakem kesin kararlarla bunları önledi, devrenin geri kalan dakikalarında Fenerliler bütün oyuncuları ile Demirspor yarı sahasına yerleştilerse de Demirsporlular da bütün oyuncularını geri çekerek sıkışık bir müdafaaya koyulduklarından bu vaziyet de Fenerbahçe’nin büsbütün aleyhine oldu.
Demirsporlular da 3-0’lık galibiyeti kafi görerek dakikaları öldürdüklerinden Fenerbahçe sahadan mağlup çıktı.
Dünkü oyunda Fenerbahçe şöhretine layık bir oyun çıkaramadığı gibi Demirsporlular da çok enerjik hareketlerle Fener’in oyununu bozduklarından bu netice hasıl oldu. Demirspor’dan Gündüz, küçük İsmail, İskender, Şevket, Naci, Fenerbahçe’den Samim, Selahattin, Boncuk Ömer çok güzel bir oyun çıkardılar. Hakemin idaresi iyiydi
Bugün saat 17.30’da Adana Demirspor ile Ankara Demirspor takımları karşılaşacak ve Türkiye futbol birincisi bundan sonra belli olacaktır.
Türkiye Futbol Birinciliği maçında Fenerbahçe’ye iki gol atan Ankara Demirsporlu Gündüz, Galatasaray’ın meşhur futbolcusu Gündüz Kılıç idi.
Bu arada konumuzla biraz uzak, sevimli bir parantez açalım. Maç haberiyle aynı sayfada 1914 yılında Fenerbahçe’nin meşhur Kuşdili Lokali açılırken henüz 9 yaşında olan (ve kim bilir, belki de dedesi Ahmet Rasim Bey ile beraber orada bulunan) Osman Nihat Akın da maça dair bir makale yazıyor ve şunları söylüyordu:
Fenerbahçe hiç şüphe yoktur ki memleketin her tarafında sevilmiş, milyonları bulan taraftar kazanmış bir kulüptür. Şimdiye kadar yaptığı maçlardan başka bilhassa yabancı karşılaşmalarda yalnız kendi mazisine değil, Türk Milletinin de spor tarihine şerefli yapraklar eklemiş bulunan bu kulüp, son zamanlarda nedense bir türlü istikrar tesis edemiyor. Bu kararsızlığın sebep ve âmillerini kurcalamak bizden ziyade Fener idarecilerini ilgilendiren bir konudur. Ancak futbol kalitesinin ibresi haline gelmiş bulunan bir kulübün her seferinde başka bir manzara arz etmesi, Fenerbahçe’yi sevenlerin kalplerini üzdüğü kadar, Fenerbahçe’ye rakip olanlara dahi azap vermektedir.
27 Mayıs 1947 tarihli Ulus gazetesi birinci sayfada ve spor haberlerinde aynı büyük başlıkla çıktı:
“Ankara Demirspor Türkiye Birincisi”
Yine İzmirli Fethi Turgay’ın yönettiği maçta takımlar aşağıdaki şekilde dizilmiş; Demirsporlardan Ankara, Adana’yı Fenerbahçe maçındaki akıbete yeniden uğratarak 6-0 yenmiş ve Türkiye Şampiyonu olmuştu.
Adana Demirspor : Ferit, Kemal, Ali, Mecit, Muharrem, Lütfi, İhsan, Halil, Akif, Bedri, Rıza
Ulus gazetesi haberi şöyle bitiriyordu :
Türkiye Birinciliğini Kazanan Ankara Demirspor takımı kendini yormadan rahat bir oyunla bu galibiyeti elde etti. Buna mukabil Adanalılar ellerinden geldiği kadar çalıştılar ve arada yaptıkları kombineli hücumlarla şut atabilselerdi belki bir iki sayı çıkartabilirlerdi. Hakem maçı güzel idare etti.
Türkiye Futbol Birinciliğini kazanan Ankara Demirspor Kulübü ve idarecilerini tebrik eder. Başbakanlık Kupası’nda başarılar dileriz.
28 Mayıs 1947 tarihli Ulus gazetesinin beşinci sayfasında “Bu organizasyonların Türkiye Futbol Federasyonu ile ilgisi yok” diyenleri utandıracak iki tebliğ alt alta yayınlandı. “Beden Terbiyesi Futbol Federasyonu Başkanlığı’ndan”
Birincisinde “Beşiktaş Millî Eğitim Mükafatı Birincisi Oldu” diyor.
İkincide ise “26 Mayıs 1947’de sona eren Türkiye Futbol Müsabakaları Birinciliği’ni Ankara’dan Demirspor takımı 946-947 yılı Türkiye Futbol Birinciliği’ni kazanmıştır” yazıyordu.
1959 Öncesi Şampiyonluklar’a canla başla karşı çıkanlara yönelteceğimiz sorulara geçmeden evvel, son olarak şu haberi de verelim. Milli Küme şampiyonu Beşiktaş ile Türkiye Futbol Birinciliği Şampiyonu Ankara Demirspor, 31 Mayıs 1947’de “Başbakanlık Kupası” için karşı karşıya geldiler. Beşiktaş maçı 4-0 kazandı ve kupayı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Peker’in elinden aldı. Ulus’un haberine göre törende, yaptığı konuşmaya “Yiğit Beşiktaşlılar…” diye başlayan Başbakan Recep Peker’den başka, C.H.P. Genel Başkan Vekili Şükrü Saracoğlu, generaller ve birçok zatlar da hazır bulunmuşlardı.
Şimdi gelelim, 1959 öncesinin Türk futboluna adeta düşman olanlara sorularak sorulara…
Senede bir gün yere göye koyamadığınız rahmetli Gündüz Kılıç’ı yılın geri kalan 364 gününde nasıl unuttuğunuzu sormayacağız. Onun cevabı herkesin malûmu…
Sayın Ali Koç’un bu konuda söyledikleri belgelerle kanıtlanmışken, siz “Her iki turnuvanın düzenlenmesinde Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde devrede değildi” diyerek neden gerçekleri saptırıyorsunuz?
Okuduktan sonra sizleri “Her zaman olduğu gibi, işlerine gelince öyle gelmeyince böyle” diye düşündürüp, acı acı gülümsetecek yazımıza geçmeden önce, geride kalan bir ay zarfında King Santillana‘nın “1959 Öncesi Şampiyonluklar” hakkında yazdıklarını hatırlayalım.
Anlamak isteyene çok şey anlatan bu metinlerde, tarihi kafasına göre eğip bükenleri okumuştunuz. Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen’in bile “Evet, biz bir kere Türkiye Şampiyonu olduk, Fenerbahçe ise beş kez!” diyerek kabul ettiği organizasyonlar için “Çok az şehir katılıyordu bir kere! Türkiye çapında değildi!” diyenlerin yalanını nasıl ortaya çıkardığımızı da “1959 Öncesini İnkâr, Cumhuriyeti İnkârdır” yazısında görmüştünüz.
Ulu Önder Atatürk’ün Samsun’a çıkışını kutladığımız bu mutlu günün geçmiş yıldönümlerinden biri, aynı zamanda Fenerbahçe’nin de 5. Türkiye şampiyonluğunun tarihi… 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe, Beşiktaş’ı 4-1 yendi ve Maarif Kupası’nı yani Millî Küme şampiyonluğunu kazandı. Yeni yazımızın konusu, işte tam da burada devreye giriyor… Bazı kimselerin “Maarif Kupası nedir ya? Milli Eğitim Kupası ne Allah aşkına? Öyle Türkiye Şampiyonluğu mu olur?” diyerek akıllarınca alaya aldıkları bu organizasyonun aslında ne olduğunu aşağıda göreceksiniz. En sonda da bugün bunu söyleyenlerden çok daha kıdemli bir kulüpçünün yazdıklarını bulacaksınız. Tekrarlıyoruz:
1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR
19 Mayıs 1942 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde bir haber yayınlandı.
Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü Haziran’dan İtibaren Maarif Vekilliğine Bağlanıyor Haber aldığımıza göre, şimdiye kadar Başvekilliğe merbut bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, Haziran’dan itibaren Maarif Vekilliğine bağlanacaktır. Bu değişiklik, Vekilliklerin masraf bütçeleri hazırlanırken kararlaştırılmış olduğundan umum müdürlüğün tahsisatı da ona göre konuşmuştur.
4235 sayılı “Beden Terbiyesi Kanununa Ek Kanun”, 29 Mayıs 1942’de T.B.M.M.’de kabul edildi ve 3 Haziran 1942 tarihli Resmî Gazete’de yayınlandı. Kanunun maddeleri şu şekildeydi.
1. 3530 sayılı kanunun birinci maddesi hükmüne göre Başvekâlete bağlı bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, kanununda Başvekâlete ait olan vazife ve salâhiyetlerle birlikte Maarif Vekilliği’ne bağlanmıştır.
2. Bu Kanun 1 Haziran 1942 tarihinden itibaren mer’idir.
3. Bu Kanunun hükümlerini icraya Maarif Vekili memurdur.
31 Mayıs 1942 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ise teşkilatı denetlemeye başlamıştı bile… Başta Genel Müdür olmak üzere, bütün memurlarla görüşmüş, işler hakkında ilgililerden bilgi almış, çalışma programlarını gözden geçirmişti. O güne kadar beden terbiyesi ve gençlik teşkilatı için yapılmış incelemelere ait bütün raporların yayınlanması da Bakanlık tarafından kararlaştırılmıştı. 1943 yılı, spor müsabakalarında Maarif Kupası olacaktı.
Ulusal Türkiye Ligi’nin Adı Maarif Kupası Oluyor
15 Mart 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
1943 Millî Küme Şampiyonluğu maçları, 14 Mart 1943’de başladı. O gün Beşiktaş, üst üste beşinci kez kazandığı İstanbul Şampiyonluğu Kupası’nı alırken Vefa’yı 5-1 yendi. Turnuva sonunda “yalnızca bir puan farkla” birinci ve ikinci olarak sıralanacak olan, Fenerbahçe ve Galatasaray ise 0-0 berabere kaldılar. Beşiktaş 18’de 18 yaparak şampiyon bitirdiği İstanbul Ligi’nden sonra Millî Küme’de hayal kırıklığı yaşayacak ve 14 maçın 9’unu kazanıp, Fenerbahçe ve Galatasaray’a iki, Altınordu’ya da bir kez yenilerek üçüncü olacaktı.
10 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
Takvimler 9 Mayıs 1943’ü gösterdiğinde Maarif Kupası’nın final niteliğindeki maçı oynandı. Maça gidenlerin tramvayları tıka basa doldurup, neredeyse bunların tepesinde yolculuk ettiği karşılaşma, tıklım tıklım tribünler önünde oynandı. Fenerbahçe, Cihat Arman, Lebip Elmas, Murat Alyüz, Ömer Boncuk, Halil Köksalan, Esat Kaner, “Küçük” Fikret Kırcan, Naci Bastoncu, Melih Kotanca, Müzdat Yetkiner, Halit Deringör on biriyle çıktı ve Naci Bastoncu’nun attığı golle Galatasaray’ı 1-0 yendi.
20 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
10 gün sonra, 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe Stadı’nda bayram gösterileri yapılıyordu. Günün ilerleyen saatlerindeyse, Fenerbahçe ve Beşiktaş Maarif Kupası’nın son maçı için sahaya çıktılar. Eğer Fenerbahçe yenilseydi, kupa Galatasaray’ın olacaktı. Tarık Özerengin’in yönettiği maça Fenerbahçe, Galatasaray maçının kadrosuyla çıktı ve Baba Hakkı’nın tek golüne Müzdat Yetkiner, Naci Bastoncu, “Küçük” Fikret Kırcan ve Melih Kotanca ile cevap vererek 4-1 kazandı ve Maarif Kupası’nın sahibi oldu.
19 Temmuz 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Spor Organizasyonu
Aslında “Maarif Kupası” yalnızca futbol şampiyonluğunun adı değildi. Spor idaresi A’dan Z’ye Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için diğer branşlarda da aynı adla şampiyonalar düzenleniyordu. Örneğin 18 Temmuz 1943 tarihli Atletizm müsabakasını Başbakan başta, neredeyse bütün bakanlar izlemeye gitmişlerdi.
İşin bizim için “asıl eğlenceli” kısmı ise bundan sonra başlıyor…
Galatasaray Spor Kulübü’nün 13 numaralı kurucusu, meşhur gazeteci Abidin Daver 10 Ekim 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Hem Nalına, Hem Mıhına” isimli köşesinde “Galatasaraylılar İşbaşına!” başlıklı bir yazı yayınlıyor ve şöyle diyor :
Yıllar süren çetin gayretlerden sonra, Türkiye’nin en eski spor kulübü olan Galatasaray’ın, nihayet, Mecidiye köyünde bir stadyum yaptırmaya başladığını, bu sahanın ilkbaharda yapılan temel atma töreni münasebetiyle yazmıştım.
Bu stadyumu, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’nün yardımıyla Galatasaraylılar vücuda getirecekler ve 20 yıl sonra, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’ne, yani devlete terk edeceklerdir.
Yapılan keşiflere ve hazırlanan planlara göre, stadyuma 250 bin lira gidecektir. Türk sporuna yeni bir can vermek azmiyle Maarif Vekâleti’ne bağlanmış olan Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü kıymetli Maarif vekilimizin direktifine uyarak Galatasaray stadyumunun inşası için, bu sene 50.000 Lira tahsis etmiş ve bu paranın 25.000 Lirasını vermiştir.
Maarif vekaleti, Galatasaray’a, Mecidiye köyündeki saha için yardımda bulunurken şöyle güzel bir şart koşmuştur. Galatasaraylılar, stadyumlarına, ne kadar para toplarlarsa, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü de o miktar yardımda bulunacaktır ki bu hakikaten çok yerinde bir teşviktir.
Fenerbahçe’nin ve diğer takımların 1959 öncesi şampiyonluklar konusundaki mücadelesine kadim Galatasaraylıların destek vermesi, gerçekten çok anlamlı. Böylelikle safsata dolu bahanelerden birisi daha çürümüş oldu. Gerçi rahmetli Abidin Daver, gayet basit anlatmış ama olur da anlamak istemeyen olursa, özetleyelim:
Maarif Kupası, bizzat devletin verdiği, “resmî” bir kupadır. Çünkü düzenleyen kurum yani Beden Terbiyesi, Milli Eğitim Bakanlığı’na, yani devlete bağlıdır. Senelerce oynadıkları stadyumu (kurucularının açık ve net yazdığı gibi) adı geçen devlet kurumuna borçlu olanlar, bu kurumun düzenlediği kupayı saymamazlık edemezler. Uzun lafın kısası, 1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR…
Türk futbolunun 1959 öncesine dair belgeli dersler devam ediyor. King Santillana‘nın kaleminden yine yalın bir gerçeğin anlatımı… Tarihi görmezden gelebilirsiniz ama değiştiremezsiniz.
Bilenleriniz vardır. Türkiye Futbol Federasyonu’nun bizzat kendisinin yayını olan “Türk Futbol Tarihi” isimli, bir kaç ciltten oluşan bir kitap var. Bu kitaba şöyle bir göz gezdirelim istedik. Bazen fazla lâf kalabalığına, uzun analizlere gerek kalmaz. Hem “Türk Futbol Tarihi”ni yazıp, hem de o tarihin uzunca bir bölümünü görmezden gelenlere bizzat kendi yayınlarından örnekler sunmak, herhalde ârif olanın ziyadesiyle anlayabileceği hususlardır. Bakalım Türkiye Futbol Federasyonu’muz, Türk Futbol Tarihi’nin bazı kesitlerini nasıl sunmuş..
Türkiye Futbol Federasyonu kendi kuruluşunu ve kronolojik olarak yönetiliş biçimlerini yukarıdaki şekilde aktarmış. Çok doğru ve doğal olarak 31 Temmuz 1922’de kurulduğunu aktarıyor. Yani 1959’dan önceki TFF’ler TFF, hatta taa 1922’den bu yana TFF. Ama onların düzenledikleri “Ulusal Futbol Şampiyonlukları”, bugün Ulusal değil! Peki, devam edelim..
1923 Nasıl 1959 Oldu?
Türkiye Futbol Federasyonu, Fifa’ya üye oluşunu yukarıdaki şekilde aktarıyor. 1922’de kurulan, 1 yıl bile dolmadan 1923’te Fifa Üyesi olan bir kurum, 1959’dan (veya 1957’den) önceki futbola ve o dönemdeki ulusal şampiyonluklara bugün “Ulusal” payesi vermekten, bunları şampiyonluk sayısı hesabına dahil etmekten imtina ediyor!
Türkiye Futbol Federasyonu, yukarıda da görüldüğü üzere Türk Milli Futbol Takımı’nın maçları hakkında, çok doğru ve doğal olarak 1923 yılından bu yana istatistik tutuyor, 1923’ten bu yana oynanan tüm Milli Maçları sayıyor. Ama Türkiye Ulusal Futbol Şampiyonlukları’nı ise 1959’dan (veya 1957’den) bu yana!
Türkiye Futbol Federasyonu, Türk Milli Futbol Takımı Antrenörleri hakkında, olması gerektiği gibi 1923 yılından bu yana istatistik tutuyor, 1923 yılından bu yana sayıyor. Fakat Türkiye Ulusal Futbol Şampiyonlukları’nı ne hikmetse 1959’dan (veya 1957’den) bu yana!
Herkes Var Ligler Yok
Türkiye Futbol Federasyonu, bırakınız Federasyon Başkanları’mızı, Federasyon Kurullarında Görev Alan Üyeleri bile 1923 yılından bu yana sayıyor, istatistiğini tutuyor. Ama gelin görün ki, Federasyon Kurullarındaki Yöneticilere verdiği ehemmiyeti, 1959 öncesinde sahalarda ter döken, emek veren futbolculardan esirgiyor olmalı ki, Türkiye Ulusal Futbol Şampiyonlukları’nı 1959’dan (veya 1957’den) bu yana dikkate alıyor!
Türkiye Futbol Federasyonu, 1959’dan (veya 1957’den) önceki Milli Maçları ve zaferleri çok doğru ve doğal olarak övüyor, yere göğe koyamıyor. Ama aynı futbolcuların, aynı dönemde kazandıkları Türkiye Ulusal Futbol Şampiyonlukları’nı ise bugün bir türlü görmüyor!
Türkiye Futbol Federasyonu, Türk Futboluna büyük hizmetler vermiş 30’lu, 40’lı yılların futbol adamlarını, isimlerinin yanına çoğul takısı ekleyerek, çok doğru ve doğal olarak efsaneleştiriyor. Şeref Bey’ler, Muvaffak Menemencioğlu’lar, Hayri Celâl Bey’ler diyor. Ancak aynı insanların dönemindeki Ulusal Futbol Şampiyonlukları’na aynı muameleyi çok görüyor!
Peki, Türkiye Futbol Federasyonu’muz, kendi yayınladığı bu kitapta Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme Organizasyonlarına yer veriyor mu? Veriyor tabi, vermez olur mu. Bakalım nasıl anlatıyor;
Ulusal Lig Nedir? Budur!
Görüldüğü üzere Milli Küme için; “TÜRKİYE LİGİ tesisi konusunda atılan ilk adım” diyor. “Deplasmanlı oynanacak olan bir LİG” ifadesini kullanıyor.
Ayrıca Türkiye Futbol Birincilikleri’ne de şöyle atıfta bulunuyor; “O güne kadar TÜRKİYE ÇAPINDA BİR ORGANİZASYON OLARAK YALNIZ TÜRKİYE BİRİNCİLİKLERİ vardı” yazıyor.
Pardon da, daha ne demesi gerekiyor?
“Ulusal değildi, bölgeseldi” falan diye saçmalayanlar için sadece bu bile yeter de artar ama konumuz onlar değil. Konumuz Türkiye Futbol Federasyonu’muz. Hem kendi yayınında yukarıdakileri yazıp, hem de Ulusal Şampiyonlukları halen 1959’dan (veya 1957’den) bu yana dikkate almak nasıl bir tutarsızlık? Dünyanın hiç bir yerinde örneği olmayan, kendi futbol tarihinin 36 yılını kulüpsel bazda görmezden gelen böyle bir garabeti daha ne kadar içlerine sindirecek acaba Federasyonumuz..
Yukarıda yazılanlar Türk Futbol Tarihi’nin kesitleridir. Yazan da bizzat Türkiye Futbol Federasyonu’dur. 1959 (veya 1957) öncesi için belli konularda methiyeler düzen, pâyeler veren ve o günleri öven, seven, tanıyan bakış açısı, Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme Şampiyonlukları söz konusu olunca yerini inanılmaz bir körlüğe ve inkârcılığa artık bırakmamalıdır.
Türkiye Futbol Federasyonu, futbol tarihimizin uzunca bir dönemini belli açılardan sahiplenip, belli açılardan inkâr etmeye veya yokmuş gibi davranmaya artık bir son vermelidir.
1959 (veya 1957) öncesinde Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme organizasyonlarında kazanılmış “Ulusal Şampiyonluklara” hak ettikleri pâye ivedilikle verilmeli ve bu şampiyonlukları kazanan, babalarımızı, dedelerimizi taraftar yapan o efsane futbolculara yapılan ayıbın, vefasızlığın, hâkir görmelerin artık bir son bulması gerekmektedir. Bu şampiyonlukların, şampiyonluk hesabında dikkate alınması ve bu garabetin Türk Futbolundan kaldırılması elzemdir ve doğrusudur.
Hepsinden öte bir hak’tır ve tarihe saygıdır..
King Santillana / Tarihi Görmezden Gelebilirsiniz ama Değiştiremezsiniz
Türkiye Futbol Federasyonu 1923 yılında kurulduğu halde (mızıkçı bir çocuk gibi) bu tarihten sonraki 40 yılı görmezden gelip, Türk futbolunu 1959’dan başlatmak isteyenler var. Bu zevatın en bariz taktiği, aynı şeyi, ayrı insanların milyonlarca kez söylemesi… Birisi bir saçmalığı yazıyor, ona cevap veriyorsunuz, aynı argümanla bir başkası daha geliyor. Biri daha! Biri daha! Bitmiyorlar… Gerçi siz her türlü zırvayı çürütseniz dahi, bu tiplerin “Vahap Beyaz bir tane bile maç yönetmemiş. Öyle lig mi olur?” bahanesiyle gelmeyeceğinin garantisi yok. Ne de olsa tabiat meselesi…
Biz yalın ve net gerçeklere gelelim. Sıradaki gerçek, yine bir temsil konusu…
Türkiye Futbol Şampiyonası, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk devasa spor organizasyonuydu. 1924 yılından, Millî Küme’nin kurulduğu 1937’ye kadar altı kez düzenlenebilen bu “Devlet” organizasyonunda 1924’de Harbiye, 1927’de Muhafızgücü, 1932’de İstanbulspor, 1933’de ve 1935’de Fenerbahçe, 1934 senesinde ise Beşiktaş şampiyon oldu.
Bir parantez… Neden “Devlet” vurgusunu bu kadar çok yapıyoruz, tahmin etmişsinizdir… Dürüstçe “Koskoca 36 yılda bizim sadece bir tane Türkiye şampiyonluğumuz var, o yüzden bu yılları yok sayıyoruz” diyemeyip, sürüyle bahane uyduran tiplerin en önemli dayanak (!) noktalarından biri de Türkiye Futbol Birinciliği ve Millî Küme organizasyonlarının “özel” olduğu… Hayır efendim, ikisi de buz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî şampiyonalarıdır. Nokta! Kapa parantez…
Yukarıdaki haritada Türkiye Futbol Birinciliklerine katılan takımların şehirlerini görüyorsunuz. Tam 29 şehir… Özetleyecek olursak :
– Ankara, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya ve Trabzon 6 kez,
– Adapazarı, Antalya, Giresun, Samsun ve Uşak 5 kez,
– Kütahya 4 kez,
– Adana, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Isparta, Manisa ve Mersin 3 kez,
– Afyon, Aydın, Edirne ve Muğla 2 kez,
– Amasya, Bilecik, Kocaeli ve Zonguldak ise 1 kez katılmışlar.
Bir de aşağıdaki haritaya bakalım… 1959’dan 1967’ye kadar Türkiye Birinci Futbol Ligi’ne katılan şehirleri gösteriyor. Toplam 9 sezon! Şiir gibi olacak ama… Yedi tanesinde yalnızca üç şehir; Ankara, İstanbul ve İzmir. İki tanesinde dört takım var; Birinde Adana, birinde Eskişehir.
Birkaç kısa bilgiyle bitirelim.
– 1959 sonrası Türkiye 1. Futbol Ligi’nde (günümüzdeki adıyla Süper Lig’de) temsil edilen şehirlerin iki haneli bir rakama ulaşması ancak 1971-1972 sezonunda mümkün oldu.
– 1924 yılında gerçekleşen ve en az sayıda (13) şehrin katıldığı Türkiye Futbol Birinciliği’nin temsil gücüne Süper Lig ancak 1977-1978 sezonunda erişti.
– Süper Lig hiçbir zaman, Türkiye Futbol Birinciliği’nin 1927, 1932, 1933, 1934 ve 1935 yıllarının katılım rakamlarına ulaşamadı. Sırasıyla 17, 19, 18, 21 ve 22 şehrin temsil edildiği bu organizasyonlara karşılık, Süper Lig 1985-1986, 1986-1987 ve 1987-1988 sezonlarında 15 şehirde düzenlenebildi, o kadar…
İnkarcılara son söz… Tarih dediğiniz şey, Cem Yılmaz’ın meşhur “Ne vericeksin bana? Ne veriym abime?” diyaloğunda olduğu gibi yazılmaz, yorumlanmaz… Neredeyse yirmi yıl süren aralıksız savaşlardan çıkmış bir Türkiye’nin, Kurtuluş’tan hemen sonra gösterdiği çabaya ve dünyayı sürüm sürüm süründüren iktisadî buhrana rağmen sportif organizasyonlar düzenleme uğraşına saygısızlık edemezsiniz. O şampiyonluklar sayılacak. Emek verenler unutulmayacak. Çeyrek asırlık beceriksizliğinizin faturasını Türk futbol tarihine kesemeyeceksiniz.
Türkiye Futbol Federasyonu 1923 yılında kurulduğu halde (mızıkçı bir çocuk gibi) bu tarihten sonraki 40 yılı görmezden gelip, Türk futbolunu 1959’dan başlatmak isteyenler var. Bu zevatın en bariz taktiği, aynı şeyi, ayrı insanların milyonlarca kez söylemesi… Birisi bir saçmalığı yazıyor, ona cevap veriyorsunuz, aynı argümanla bir başkası daha geliyor. Biri daha! Biri daha! Bitmiyorlar… Gerçi siz her türlü zırvayı çürütseniz dahi, bu tiplerin “Vahap Beyaz bir tane bile maç yönetmemiş. Öyle lig mi olur?” bahanesiyle gelmeyeceğinin garantisi yok. Ne de olsa tabiat meselesi…
Biz yalın ve net gerçeklere gelelim. Sıradaki gerçek, yine bir temsil konusu…
Türkiye Futbol Şampiyonası, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk devasa spor organizasyonuydu. 1924 yılından, Millî Küme’nin kurulduğu 1937’ye kadar altı kez düzenlenebilen bu “Devlet” organizasyonunda 1924’de Harbiye, 1927’de Muhafızgücü, 1932’de İstanbulspor, 1933’de ve 1935’de Fenerbahçe, 1934 senesinde ise Beşiktaş şampiyon oldu.
Bir parantez… Neden “Devlet” vurgusunu bu kadar çok yapıyoruz, tahmin etmişsinizdir… Dürüstçe “Koskoca 36 yılda bizim sadece bir tane Türkiye şampiyonluğumuz var, o yüzden bu yılları yok sayıyoruz” diyemeyip, sürüyle bahane uyduran tiplerin en önemli dayanak (!) noktalarından biri de Türkiye Futbol Birinciliği ve Millî Küme organizasyonlarının “özel” olduğu… Hayır efendim, ikisi de buz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî şampiyonalarıdır. Nokta! Kapa parantez…
Haritalarla Anlatalım
Yukarıdaki haritada Türkiye Futbol Birinciliklerine katılan takımların şehirlerini görüyorsunuz. Tam 29 şehir… Özetleyecek olursak :
– Ankara, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya ve Trabzon 6 kez,
– Adapazarı, Antalya, Giresun, Samsun ve Uşak 5 kez,
– Kütahya 4 kez,
– Adana, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Isparta, Manisa ve Mersin 3 kez,
– Afyon, Aydın, Edirne ve Muğla 2 kez,
– Amasya, Bilecik, Kocaeli ve Zonguldak ise 1 kez katılmışlar.
Bir de aşağıdaki haritaya bakalım… 1959’dan 1967’ye kadar Türkiye Birinci Futbol Ligi’ne katılan şehirleri gösteriyor. Toplam 9 sezon! Şiir gibi olacak ama… Yedi tanesinde yalnızca üç şehir; Ankara, İstanbul ve İzmir. İki tanesinde dört takım var; Birinde Adana, birinde Eskişehir.
Gerçekler
Birkaç kısa bilgiyle bitirelim.
– 1959 sonrası Türkiye 1. Futbol Ligi’nde (günümüzdeki adıyla Süper Lig’de) temsil edilen şehirlerin iki haneli bir rakama ulaşması ancak 1971-1972 sezonunda mümkün oldu.
– 1924 yılında gerçekleşen ve en az sayıda (13) şehrin katıldığı Türkiye Futbol Birinciliği’nin temsil gücüne Süper Lig ancak 1977-1978 sezonunda erişti.
– Süper Lig hiçbir zaman, Türkiye Futbol Birinciliği’nin 1927, 1932, 1933, 1934 ve 1935 yıllarının katılım rakamlarına ulaşamadı. Sırasıyla 17, 19, 18, 21 ve 22 şehrin temsil edildiği bu organizasyonlara karşılık, Süper Lig 1985-1986, 1986-1987 ve 1987-1988 sezonlarında 15 şehirde düzenlenebildi, o kadar…
İnkarcılara son söz… Tarih dediğiniz şey, Cem Yılmaz’ın meşhur “Ne vericeksin bana? Ne veriym abime?” diyaloğunda olduğu gibi yazılmaz, yorumlanmaz… Neredeyse yirmi yıl süren aralıksız savaşlardan çıkmış bir Türkiye’nin, Kurtuluş’tan hemen sonra gösterdiği çabaya ve dünyayı sürüm sürüm süründüren iktisadî buhrana rağmen sportif organizasyonlar düzenleme uğraşına saygısızlık edemezsiniz. O şampiyonluklar sayılacak. Emek verenler unutulmayacak. Çeyrek asırlık beceriksizliğinizin faturasını Türk futbol tarihine kesemeyeceksiniz.