Etiket: Union Club

  • Şükrü Saracoğlu

    Şükrü Saracoğlu

    Aşağıdaki uzunca metinde, “Şükrü Saracoğlu ve Dönemi” başlıklı bir kitap serisi derleyen (Şükrü Bey’in oğlu) Yılmaz Saracoğlu’nun kitabından bir aktarımı göreceksiniz.

    16 Mart 1950 tarihinden, 15 Ekim 1950’ye kadar, tam 6.057 gün Fenerbahçe Başkanlığı yapan Şükrü Saracoğlu ve onun dönemindeki belli başlı Fenerbahçeliler, Yalçın Doğan’ın meşhur Fenerbahçe Cumhuriyeti kitabında (her ne kadar bazı maddi hatalar bulunsa da) aşağıdaki şekilde anlatılmıştı. İşte o bölüm… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Cumhuriyeti’nden

    Ebedi Şef, Milli Şef, Değişmez Gözde

    Top korner noktasına dikildi Taksim Stadı’nda, İstanbul’da.

    Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu önündeki kağıtlara son bir kez daha göz attı Ankara’da ve kendi kendine “Tamam bu iş” diye düşündü.

    İstanbul Taksim Stadı’nda kornere dikilen topa üç-dört Fenerbahçeli birden koştu vuruşu yapmak için.

    Ankara’da Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu koltuğunda şöyle bir geriye doğru yaslandı. Stadı önce “İttihat Spor”dan almak ve Milli Emlak İdaresi’ne vermek gerekiyordu ki, stad önce devletin eline geçsin. Ama Milli Emlak İdaresi’ne devretmek için de herhalde bir önkoşul bulmak zorunluydu.

    Fenerbahçe-İstanbulspor maçının sok dakikaları oynanıyordu Fenerbahçe korneri kazandığında. Topa koşan üç-dört Fenerbahçeli futbolcu arasından Büyük Fikret atıldı, arkadaşlarına “Bana bırakın” diye bağırdı. Taksim Stadı’nda korner noktasına gitti. Topu düzeltti. Vurmak için gerildi.

    “Tek maddelik bir yasa çıkartırım, olur biter” diyerek kendi kafasından geçen düşünceyi yeniden kağıda döktü Maliye Vekili Saracoğlu. Kabinede kısa bir sunuşla sorunu çözeceğine yüzde yüz inanıyordu. Sonra da Meclis’ten rahatlıkla geçirebilirdi tek maddelik yasayı. Zaten, o tarihte ne muhalefet vardı, ne de alınan kararlara karşı çıkabilecek bir başka güç.

    Fenerbahçe eğer bu son fırsattan yararlanamazsa, artık son dakikaları oynanmakta olan maç 1-1 berabere bitecek, şampiyonluk da elden kaçacaktı. Büyük Fikret geldi ve vurdu. Taksim Stadı’nda bir gürültü koptu. Kornerden gelen top doğrudan doğruya İstanbulspor ağlarına takılmış, Fenerbahçe Büyük Fikret’in vuruşuyla 2-1 öne geçmişti. Hakem maçın bitiş düdüğünü çaldığında, Fenerbahçe’nin de şampiyonluğunu ilan ediyordu İstanbul’da.

    Ankara’da Maliye Vekili Saracoğlu için tek maddelik yasayı meclisten geçirmek hiç de güç olmadı. İlk bakışta çok masum görünen bir yasaydı zaten :

    “Aynı semtte kurulmuş olan ve faaliyet gösteren spor kulüplerinin sayısı birden fazlaysa o semtte üye sayısı daha fazla olan kulüp faaliyetine devam eder.”

    Rövanş

    Tek bir madde ile Fenerbahçe yaklaşık on beş yıl sonra Altınordu’dan rövanşı acımasız bir biçimde alıyordu. Fenerbahçe yıllar önce en güç günlerinde Altınordu’ya kaptırdığı futbolcularının ve kaçan iki şampiyonluğunun acısını hiçbir zaman unutmamıştı. Biriktirmişti. İşte, şimdi tam sırasıydı. Bu karar Fenerbahçeliliği ile ünlü Maliye Vekili Şükrü Saracoğlu’nun, daha sonra aralıksız on altı yıl başkanlığını sürdüreceği Fenerbahçe’ye önemli bir armağandı. Tek maddelik karar, sadece Fenerbahçe için yürürlüğe girmişti. Cumhuriyet kurulup ülkede yeni bir devletin temelleri atıldığında, İttihat ve Terakki Fırkası çoktan tarihe karışmıştı. Ama, İttihat ve Terakki’nin kulübü Altınordu’nun izlerine hala rastlamak mümkündü. Raşit Aydınoğlu Bey Altınordu’yu 1921 yılında “İttihat Spor” adı altında yeniden kurmuş ve kulüp faaliyete geçmişti. Gerçi, İttihat Spor’un artık pek gücü kalmamıştı. Ne var ki önemli bir varlığa sahipti : Union Club Sahası… Yani, bugünkü Fenerbahçe Stadı…

    Fenerbahçeliler ikide bir Raşit Bey’e gidip “Şu stadı Fenerbahçe’ye sat” önerisinde bulunuyor, Raşit Bey de eski yılların unutturamadığı rekabet içinde “Olmaz” diye direniyordu. Fenerbahçeliler ısrar ediyor, İttihat Spor geri çeviriyordu. Bir, iki, üç… Eeee, artık bu İttihat Spor da fazla olmaya başlamıştı.

    Vekiller Heyeti’nde o tarihte Maliye Vekili olarak görev yapan Şükrü Saracoğlu Fenerbahçeliliği ile ünlüydü. Belki o bu işe bir çare bulabilir, İttihat Spor’dan İttihat Spor Sahası’nı satın alabilirdi. Ancak, satın almak için karşı tarafın onayı gerekiyordu. Gelin görün ki, karşı taraf böyle bir onaya hiç de yatkın değildi. Sorunu kestirmek ve çözmekten başka çare kalmıyordu.

    Maliye Vekili Saracoğlu formülü bulmuştu. “Aynı semtte faaliyet gösteren” iki kulüp vardı Kadıköy’de. Biri İttihat Spor, diğeri Fenerbahçe. Açıktı ki, Fenerbahçe’nin üye sayısı İttihat Spor’a göre çok fazlaydı. Demek ki, faaliyetini sürdürecek olan Fenerbahçe idi. Demek ki, diğeri, yani, İttihat Spor bu yasadan sonra artık faaliyetini sürdüremezdi.

    Nitekim sürdüremedi. İttihat Spor Sahası önce Milli Emlak İdaresi’nin yönetimine bağlandı. 1923 yılında Fenerbahçe Milli Emlak İdaresi’nden sahayı önce kiraladı. Hemen birden olmaz, adım adım ilerlemek gerekiyordu. Kiraladıktan sonra da adını değiştirerek, İttihat Spor Sahası, Fenerbahçe Stadı oldu.

    Bu arada Saracoğlu Maliye Vekilliği’nden ayrılıp ekonomik konularda araştırma ve temaslarda bulunmak üzere Amerika’ya gönderilmişti. Türkiye’ye döndükten sonra, önce Osmanlı borçlarının tasfiyesiyle ilgili taksit sorunlarını çözmek üzere kurulan bir komisyonun başkanlığına getirilmiş, kısa süre sonra da, bu kez Adliye Vekili olarak yeniden kabineye girmişti. Kendisi Adliye Vekili iken, Maliye Vekaleti’nden gelen 6 Temmuz 1932 tarih ve 1213 sayılı öneriyle Fenerbahçe Stadı’nın Milli Emlak İdaresi’nden alınıp Fenerbahçe Kulübü’ne satılması bakanlar kurulu tarafından karara bağlandı. Satış işlemleri yaklaşık on ay sürdü.

    1933 Mayıs’ında çok eskiden “Silahtar Ağa Sahası”, sonraları bir ara “Papazın Çayırı”, derken “Union Club Sahası” Cumhuriyetten önce “İttihat Spor Sahası”, 1929’da “Fenerbahçe Stadı” artık Fenerbahçe Kulübü’nün malı oldu.

    Tam bir Türk Lirası’na… Evet, Fenerbahçe bugünkü stadın mülkiyetini elde ederken Saracoğlu’un araya girmesiyle, Milli Emlak İdaresi’ne, yani devlete sadece bir lira ödedi.

    Yan Hakemin Lisansını İptal Etti

    Adliye Vekili olarak Fenerbahçe’nin bir maçını izlemek üzere Fenerbahçe Stadı’na geldiğinde Saracoğlu sade bir cümle söylemekle yetinecek ve Fenerbahçeliliğini vurgulayacaktı :

    “Bir haftalık yorgunluğumu Fenerbahçe’yi seyrederken unutuyorum.”

    Sol açık Halit orta sahadan kaptığı topla hızla Harbiye ceza sahasına indi. Önüne gelen birkaç kişiyi çalımladı ve sert bir şutla Fenerbahçe’nin ilk golünü attı. Hayır, hayır, yan hakem bayrak kaldırıyor, golü ofsayt gerekçesiyle iptal ediyordu.

    Ankara’da oynanan maçı izleyen Başbakan Şükrü Saracoğlu ertesi gün golü iptal eden yan hakemin lisansını iptal etti.

    Galatasaray’a karşı oynanan maçın son dakikalarında Taka Naci kornerden gelen topa kafayı vurunca Fenerbahçe 2-1 öne geçti ve maç da biraz sonra bu skorla sona erdi. Saracoğlu ile birlikte maçı izleyen Hacı Bekir Ali Muhiddin doğru soyunma odasına yöneldi. Cebinden çıkardığı cüzdanı olduğu gibi, Fenerbahçe kaptanı Cihat’a verdi. Tüm futbolcuların cüzdandaki parayı paylaşmalarını isteyerek. Cüzdandan çıkan para on bir futbolcu arasında pay edildi. Memur aylığının on sekiz liraya ancak ulaştığı bir dönemde, futbolcu başına o gün 25 lira “prim” düşmüştü.

    Aslında gerek Saracoğlu’nun bu davranışı, gerekse ünlü tatlıcı Hacı Bekir’in futbolculara prim dağıtması, yaklaşık on altı-on yedi yıl Fenerbahçe’nin yaşadığı sıradan olaylardandı. Devlette sırtını Başbakan’a dayayan Fenerbahçe, maddi sorunlarını da Hacı Bekir ile çözüyordu.

    Büyük Kavga

    Taksim Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının ikinci yarısında Galatasaray beki Ayı Tevfik bir omuz darbesiyle Fenerbahçeli Leblebi Mehmet’i yere indirince kıyamet koptu. Saha bir anda arenaya döndü. Yumruklar, tekmeler birbirine giriyor, tribünler ayaklanıyor, polis güçlükle daha büyük bir olayı önlemeye çabalıyordu. Fenerbahçe’den dokuz, Galatasaray’dan sekiz futbolcu ceza kuruluna verildi. Fenerbahçe ceza yağdıran kurul kararına itiraz etti. Hatta, bir açıklama yaparak “mahkemeye giderek, tashih-i karara gideceğini” bildirdi. Türk Spor Kurumu Başkanı Beyazıt Milletvekili Halit Bayrak bu açıklamaya şiddetle tepki göstererek “Fenerbahçe Stadı’nı elinden alır, kulübü belli bir süre kapatarak, onlara hadlerini bildiririz” deyince, Fenerbahçeliler önce bir durdu.

    Sonra da soluğu Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu’nda aldı. Kamuoyunu yakından ilgilendiren, gazetelerin her gün olayla ilgili haberleri birinci sayfaya çıkardığı bir sırada, Adliye Vekili Saracoğlu’nu ziyaret eden Con Kemal başkanlığındaki Fenerbahçe heyeti Şükrü Bey’e “Fenerbahçe üyeliğini” önerdi. Fenerbahçeliliğini zaten stad sorununu çözerken kanıtlamış olan Saracoğlu’na “mutlaka aralarında görmek istediklerini” bildirdi Fenerbahçe yöneticileri.

    İstanbul’da Fenerbahçe Kurucular Kurulu toplandı, üç kişiden oluşan yönetim kurulu üye sayısı yediye çıkartılarak bir de “Reislik” makamı kuruldu. Tüzük değişikliği kurucular kurulundan benimsendiği anda, Fenerbahçe Başkanlığına da Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu seçildi.

    Saracoğlu hemen ilk demecini verdi : “Fenerbahçe gibi memleketin medarı iftiharı, övündüğümüz bir kulübü korumayı en büyük şeref sayarım.”

    Saracoğlu ve Hacı Bekir

    1934 yılında başlayan Saracoğlu’nun başkanlığı dönemi aralıksız on altı yıl sürdü. 1950 Ekim’inde Saracoğlu kısa bir süre için Ali Muhiddin Hacı Bekir’e bırakarak, sonra da “yeni dönemin yeni kralları” başkanlığa soyunacaktı. Türkiye siyasal yaşamında “Tek Parti” dönemini Fenerbahçe, o dönemin en güçlü adamlarından Şükrü Saracoğlu’nun başkanlık dönemi ile geçirecekti.

    Adliye Vekilliği’nden sonra bir ara Dışişleri Vekilliği’ne atanan Saracoğlu 1942’de Başbakan oldu. 1946’ya kadar süren Başbakanlığını 1948’de Meclis Başkanlığı izledi. 1950’den sonra da politikayı bıraktı.

    Yıllar yılı büyük bir dayanışma ile Fenerbahçe’yi birlikte yürüten Saracoğlu ile Ali Muhiddin Hacı Bekir arasında nezaket sınırları hiçbir zaman aşılmadı. Hacı Bekir bugün de hala ününü koruyan en önemli şekercilik firmalarının başında geliyordu. İstanbul’un çeşitli semtlerinde, Ankara’da, İzmir’de ve hatta yurt dışında Kahire ve Londra’da şekerci dükkanları açan Hacı Bekir hem iş dünyasında titizliği ile tanınıyor, hem halk arasında “Hacı Bekir” denildiğinde akla nefis lokumlar, tatlılar, çifte kavrulmuşlar geliyordu. Dolayısıyla bir yandan “halkın içinden biri”, öte yandan zengin bir Fenerbahçe tutkunu ve dönemin ince siyasetinden anlayan bir “partili” idi. Hacı Bekir aslında Fenerbahçe için kolay bulunmaz bir kişiliğe sahipti. Fenerbahçe ne zaman maddi sıkıntıya düşse, elini ilk uzatan Hacı Bekir’di. Futbolcular ne zaman para sıkıntısı çekse, Hacı Bekir onları hiç üzmez, hemen yardımı esirgemezdi.

    Fenerbahçe maçlarından sonra, eğer galibiyet gelmişse, Fenerbahçeli futbolcular bilirdi ki, biraz sonra kapı açılacak ve Hacı Bekir soyunma odasında görünecekti. Sadece galibiyetler değil, Fenerbahçe’nin antrenmanları da Hacı Bekir’le renklenirdi futbolcular için. Futbolcular antrenmana çıkınca, Hacı Bekir soyunma odasına girer, hepsinin cebine teker teker zarf içinde on beşer lira bırakırdı. Aydın Bakanoğlu ile Lebip Elmas’ın zarflarından bir gün 17.5 lira çıktığında, her ikisi de anlamıştı ki, eskiyen bornozlarını bu ek iki buçuk lira ile yenileyecekler. Zamanla zarf içindeki on beş liralar, yirmi, otuz liraya yükseldi. Ama, zarflar hiçbir zaman eksilmedi.

    Rekor

    Hacı Bekir futbolculara ödediği para rekorunu 1941 yılında kırdı. Fenerbahçe 1941’de Başbakanlık Kupası’nı kazanınca, futbolcular şampiyon takımın fotoğrafını çektirerek, büyüttüler fotoğrafı. Fotoğrafın üst köşesine de Hacı Bekir’in resmini monte ettiler. Kaptan Cihat’ın öncülüğünde ellerinde fotoğraf doğru Hacı Bekir’in evine gittiler. On sekiz futbolcu adına kaptan Cihat söz alarak “Efendim, şampiyon biz değiliz, sizsiniz. Siz olmasaydınız, biz şampiyon olamazdık” deyince, Hacı Bekir’in cebinden on sekiz tane yüz liralık çıktı. Futbolcu başına yüz lira!.. Yıl 1941… Yani, o tarihte bir evin yaklaşık bir yıllık kirası…

    Hacı Bekir sanki “Noel Baba” idi Fenerbahçeli futbolcular için. Evlerine odun, kömür gönderir, elini öpeni para vermeden yanından ayırmazdı. Fenerbahçe maç için ne zaman Ankara’ya gitse, futbolcuların başına geçer, mutlaka Başbakan Saracoğlu’nu ziyaret ederdi.

    Başbakan Saracoğlu, Bakanlar Kurulu’nu bir saat erteledi. Çünkü, maç için Ankara’ya gelmiş olan Fenerbahçe takımını kabul edecekti. Kabul yerinin Meclis binası olduğu duyuruldu Fenerbahçelilere. Otelden yürüyerek meclise doğru giden Fenerbahçeli futbolculardan birisi gömleğinin yakasını ceketinin üstüne çıkarmıştı. Yani, kravatı yoktu. Durumu gören Hacı Bekir hiçbir şey söylemedi. Bir gömlekçi, kravatçı dükkanının önünden geçerken futbolculara dönerek “Haydi size birer kravat alalım” deyip hepsini dükkana soktu. Hepsine birer kravat armağan etti.

    Dükkandan çıkarken kravatını takmayan futbolcu yoktu.

    Hacı Bekir’in bu bonkörlüğü kendisi aleyhinde Fenerbahçe camiasında söz çıkıncaya dek sürdü. “Kendisini parayla sevdiriyor” dediklerini duyduğunda, bir daha Fenerbahçe’ye adımını atmadı.

    Hür Fenerbahçeliler

    Rüştü Dağlaroğlu cebinden Yenice sigarasını çıkardı ve sigara paketinin arkasına eski yazıyla o gün sahaya çıkacak on bir Fenerbahçeli futbolcunun adını yazdı. “Yağcı Ali” bir, iki futbolcuya itiraz etti, ama takımın iskeleti yine de bozulmadı. “Kuşçu Ali” de katıldı bu on bire ve takım sahaya öyle çıktı.

    1940’larda yine her zaman yaşanan olağan olaylardan biriydi bu. Yağ satan Ali’nin dükkanı Bahçekapı’daydı. Kuşçulukla uğraşan Ali’nin dükkanı da onun biraz ilerisinde. Zaten Hacı Bekir’in de Bahçekapı’da dükkanı vardı. Hacı Bekir Ali Muhiddin’in yanı sıra “Kuşçu Ali” ile “Yağcı Ali” de dışarıdan kulübe uzun süre destek verdi. Dönem bir anlamda “Üç Ali” dönemiydi. Başta üstlendiği göreve göre, ya Adliye Vekili, ya Başvekil ya da Meclis Başkanı olarak Şükrü Saracoğlu, İstanbul’da da “Üç Ali”.

    Özellikle Yağcı Ali’nin dükkanı tüm Fenerbahçelilerin uğrak yeriydi. Maçlar bu dükkanda tartışılır, takım bu dükkanda sıralanır, asıl önemlisi Fenerbahçe Kongreleri hazırlığı bu dükkanda yürütülürdü. Hem “Kuşçu Ali”, hem de “Yağcı Ali” kulübü destekler, maddi yardımda bulunur, ama kongrelerde de kendi sözlerinin geçmesini beklerdi.

    İşte, bugüne dek sürüp gelen ve hala ister kongre zamanı, ister kongre sonrası Fenerbahçe’yi her zaman çalkalayan “grupçuluk” ilk tohumlarını “Yağcı Ali”nin dükkanında attı. Fenerbahçe’de grupların doğuşu, birbirleriyle kıyasıya mücadele, kavgalar, küfürler, mahkemeler, Bahçekapı’da bu gösterişsiz dükkana kadar iner.

    Vatan Gazetesi Yazı İşleri Müdürü eski futbolcu Con Kemal, gümrük komisyoncusu Müslim Bağcılar, Yavuz İzmir Nakliyat’ın sahibi David Nevon, Şark Nakliyat sahibi Ethem Şahinoğlu, “Yağcı Ali”nin dükkanının sürekli müşterileriydi. Onlar da Fenerbahçe yöneticileri arasında yer alır ve Fenerbahçe’yi yönetmek, takım kurmak ateşiyle yanardı. Ama, onların üstünde, yıllar yılı Fenerbahçe kongrelerine egemen üç kişi vardı : Rüştü Dağlaroğlu, Yağcı Ali ve Hayrullah Güvenir. Anılan üçlü 1942’lerden 1950’lerin sonlarına dek, Süreyya Sineması’ndaki kavgalı kongreye dek, Fenerbahçe’ye perde gerisinden dediğini hep yaptırmayı bildi.

    Kendilerine bir isim de buldu bu üçlü : “Hür Fenerbahçeliler”

    Devir Değişiyor

    Rüştü Dağlaroğlu Fenerbahçe’de su sporlarıyla ilgilenen bir sporcuydu. Kürek çekti, su topu takımında yer aldı, yüzme dalıyla ilgilendi. 1944-1974 arasında zaman zaman Fenerbahçe yönetiminde yer aldı. Sonra da Fenerbahçe tarihi ile ilgili derli, toplu ilk kitabı yazdı.

    Hayrullah Güvenir, Sümerbank’ta müfettişlik yaptı. Sümerbank 1940’lı yıllarda hep Fenerbahçelilerle doluydu. Örneğin, Büyük Fikret bir ara Sümerbank’ın Eyüp’teki fabrikasında ambar müdürlüğünde bulundu.

    Laleli’de makasdarlık yaparken Sümerbank’tan iplik satın alıp piyasaya iplik satan Raif Dinçkök de koyu bir Fenerbahçeliydi. Daha sonra oğlu Ali Dinçkök de birkaç kez Fenerbahçe yönetiminde görev alacaktı. Eyüp’teki fabrika müdürü Ömer Sugan ile o fabrikadan iplik satın alan Raif Dinçkök daha sonraları bugün de kumaş üretimiyle tanınan “Aksu” fabrikasını kuracak, Ömer Sugan, Raif Dinçkök’e ortak olacaktı. Hayrullah Güvenir işte bu sıralarda fabrikayı teftiş etti. Yazdığı temiz rapora rağmen bir süre sonra Ömer Sugan müdürlükten ayrıldı ve Dinçköklerin ortağı oldu.

    1940’lara gelindiğinde Fenerbahçe’de gerçi “Noel Baba”lar vardı. Ama, artık yavaş yavaş iş dünyasına da kapılarını açmaya aday görünüyordu. Yavaş yavaş iş dünyasıyla bağlantılarını arttıran Fenerbahçe, kendi içinde de yeni yeni gruplaşmalara yöneliyordu.

    Cihat mı, yoksa Esat mı kaptan olacaktı?.. İşte, bu tartışma takımı ikiye böldü. Kongre gruplarının da fiilen doğuşu bu olayla başladı. Zaten var olan gruplaşma takım kaptanlığı tartışmasıyla iyice su yüzüne çıktı.

    Sıradan Bir Vatandaş

    Elindeki bastonuyla ayağını neredeyse sürüyerek Fenerbahçe Stadı’nın giriş turnikelerine yaklaşan ihtiyar, eli titreyerek biletini uzattı. Başındaki fötr şapkasını hafifçe düzeltti, turnikeyi itmeye gücü ancak yetti, yetmedi. Hem yaşlı, hem de belli ki hastaydı. Arkada biriken birkaç kişi, “Haydi baba, yürüsene ya… Biz de geçelim” diye ihtiyarı şöyle bir omuzladı.

    Fenerbahçe Başkanı Faruk Ilgaz önce gözlerine inanamadı. Turnikeyi zorla evirmeye çalışan, ama arkadan birkaç gencin itmesine maruz kalan ihtiyarı tanıyacak gibiydi… Evet, evet, o idi, ta kendisi… Yerinden fırladığı gibi doğru ihtiyarın yanına koşarken, bir yandan da ceketini iliklemeye çabalıyordu.

    Elinde biletiyle Fenerbahçe maçını izlemeye gelen ihtiyar, Fenerbahçe’ye stadı kazandıran, ülkenin bakanlık ve başbakanlık koltuklarında oturmuş, Fenerbahçe’ye tam on yedi yıl başkanlık yapmış Şükrü Saracoğlu’ydu. Şimdi “sıradan bir vatandaş” olarak maça geliyordu.

    Faruk Ilgaz kolundan tutup, ona merdivenleri çıkması için yardım etti. On yedi yıllık başkanını Şeref Tribünü’ne oturttuğunda, ihtiyarın gözlerinden akan iki damla yaşı görmemek için, başını çevirdi.

    Demirkırat Dönemi

    Artık, dönem değişmiş, CHP iktidarı kaybetmiş, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte iktidara Demokrat Parti gelmişti. Saracoğlu’nu artık kim tanıyabilir ki, birkaç vefa duygusuna sahip Fenerbahçelinin dışında?..

    Gerçi, aradan yıllar geçtikten sonra, Saracoğlu’nun Fenerbahçe’ye hizmetleri hep “şükranla” yad edilecek, Fenerbahçeliler kendisinden söz ederken, asla saygıda kusur etmeyeceklerdi. Ancak, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği bir sırada, ülkedeki moda spora da yansıyacaktı. Bu moda Fenerbahçe’ye iki türlü yansıyordu.

    Cihat’ın uzun degajını yakalayan Küçük Fikret aradan Lefter’e bir pas çıkardı. Önündeki iki Göztepeliyi çalımlayan Lefter kaleciyi de geçerek topu Göztepe ağlarına bıraktı. Yirmi altıncı dakikada atılan bu gole Göztepe ikinci yarının ortalarında karşılık verince, maç uzatıldı. Uzatmanın ikinci devresinde bu kez Halit (Deringör) ortasını iyi izleyen Erol kafayla Fenerbahçe’yi 2-1 öne geçirdi.

    Ankara’da oynanan Başbakanlık Kupası final maçından sonra Başbakan Adnan Menderes sahaya inerek, büyük tezahürat altında Başbakanlık Kupası’nı Fenerbahçe’ye verdi.

    Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin bir ayı daha yeni dolmuştu. Göztepe ile oynayacağı final maçı için Ankara’ya gelen Fenerbahçe, doğrı Anıtkabir’e giderek çelenk koydu. Ardından da Çankaya’nın yolunu tuttu. Çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı makamında kutlamak için Fenerbahçeli yöneticiler ve futbolcular Çankaya Köşkü’nde sıraya girdiler. Cumhurbaşkanını kutlayan Fenerbahçe, Göztepe maçına çıkmadan önce Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı ve Fenerbahçeliliği ile tanınan Korgenerel Fevzi Uçaner’e de bir nezaket ziyaretinde bulundu.

    Fiilen Başkan

    Bu arada Fenerbahçeli yöneticilerden Rüştü Dağlaroğlu’nun aklına, o sırada fiilen Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’nı yürüten Şükrü Saracoğlu geldi. İktidarın adresi artık değişmişti, ama ortada da bir kulüp başkanı vardı. Dağlaroğlu telefonda “Sizi ziyarete gelmek istiyoruz” deyince, Saracoğlu “Artık ben sizleri ziyaret etmeliyim” demekle yetindi. Göztepe maçına gelmeyen Saracoğlu, aynı akşam Fenerbahçe’nin kaldığı Belvü Palas’a gelerek Başbakanlık Kupası’nı yeni Başbakan Adnan Menderes’in elinden alan Fenerbahçelileri kutladı.

    14 Mayıs 1950 seçimlerine Fenerbahçe Yönetim Kurulu üç üye ile katılmıştı. Yedi kişilik yönetim kurulundan Zeki Rıza Sporel ile Osman Kavrakoğlu Rize, Firüzan Tekil de İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e girmişti. Tabii ki, üçü de Demokrat Parti listesinden!..

    Kavrakoğlu seçimlere giderken Fenerbahçe’deki arkadaşlarını uyarmaya çalışıyor, “Haydi siz de gelin Demokrat Parti’ye girin. Nasıl olsa mebus olacağız, kulübü de böylece daha iyi yönetiriz” diyordu. Yeni siyasal dönem, yeni iktidarını yaratıyor, spor kulüplerinde de buna ayak uyduran olaylar yaşanıyordu.

    Demokrat Partili olduğu bilinen Kavrakoğlu 1943 yılından sonra Fenerbahçe’nin yönetimine seçilmiş, yönetimde çeşitli görevler üstlenmişti. Çeşitli il ve ilçelerde yargıçlık ve savcılık, savcı yardımcılıklarında bulunan Kavrakoğlu Rizeliydi. Fenerbahçe’nin popüler adı, bir zamanların gol kıralı Zeki Rıza’yı da Demokrat Parti’den milletvekili seçtirmek istiyordu. Adnan Menderes bu isteği yerinde görmüş ve Zeki Rıza için “Madem o Rizeli, sizin ikinizi Rize’den aday yapalım” demişti. Menderes seçim için Rize’ye geldiğinde, Kavrakoğlu halka dönmüş, “İşte, size ahir zaman peygamberini tanıtıyorum” demişti. Kendi deyimiyle “hayatta Demokrat Parti ile Fenerbahçe’yi sevmiş” olan Kavrakoğlu yeni, dönemde en güçlü başkan adaylarından biriydi Fenerbahçe’ye.

    Beni Hatırlamanız Yeter

    1950 seçimlerinden sonra “bir Fenerbahçeli olarak” Saracoğlu’nu ziyaret ettiğinde ve kulüp başkanlığı için onun düşüncesini almak istediğinde, Saracoğlu nezaketi elden bırakmamış, “Beni hatırlamanız yeter, artık siz başkan olun Osman Bey” diyerek, yeni iktidar dönemini Fenerbahçe dına da tescil etmişti.

    Yalçın Doğan / Fenerbahçe Cumhuriyeti

  • 1912 Yılında İstanbul Futbolu

    1912 Yılında İstanbul Futbolu

    Türk futbolunun ilk yıllarına dair kitaplar raflarda gözükmeye devam ederken, dönem gazetelerini kaynak olarak kullanan “özenli” yayınların hâlâ çok az olduğunu görüyoruz. Yazdığı kitabı anlatırken “… bütün külliyatı taradım. Futbolla ilgili Osmanlı’da ne çıktıysa okudum” diyerek, yüksekten uçan yazarlar var. Ama aynı yazarların kitaplara koyduğu gazete kupürlerinde -“İstanbul Şampiyonu Fenerbahçe” tabirini metinden atmak gibi- keyfi temizlikler (!) yaptığı veya önceki kitaplarda yapılan hataları (başka araştırmacılardan intihal yaparak) sonradan ortadan kaldırdıkları göze çarpıyor. Yakın gelecekte bunlarla ilgili detaylı raporlar hazırlanacaktır ümidini sürdürürken, biz Fenerbahçe’nin ilk şampiyonluk kupasını kazandığı 1912 yılında İstanbul futbolu gazetelerde nasıl yer almış, ona bakalım istedik.

    Gerçi fazla bir detay yok… Dönemin Tanin gazetesinde, sadece Cuma ve Pazar liglerinin sıralaması verilmiş ama yazının diğer bölümleri de oldukça ilginç. Türkiye’de futbolun yaygınlaşmasına nasıl bakıldığını okurken sık sık tebessüm edeceksiniz.

    Unutmadan… İki önemli husus var…

    Birincisi, 1912’de İstanbul’da bir Cuma Ligi düzenleniyor olması. Malumunuz, bütün külliyatı tarayanlar (!) her nasılsa bunu gözden kaçırmışlar ve tarihi bambaşka bir şekilde yazmışlardı.

    İkincisi de Korintiya isimli bir kulübün varlığı… Aşağıdaki ilk kupürde bahsi geçen Korintiya ismine, o tarihten bir buçuk sene sonra, yine aynı gazetede, bu defa başka bir kupürde rastlanıyor ve Rumblers’ı oluşturan takımlardan biri olduğu yazılıyordu. Umuyoruz ki ileride karşımıza daha fazla detay çıkar.

    Gazetelerin tarihlerini bilerek yazmadık. Yine malum, bu tip bilgilerin “yürüme” ihtimali var. Ne de olsa arşivler halka açık; “yürüten yazarlar” arayıp bularak yeni kitaplarında düzeltme olarak yayınlayabilirler. Bulamazlarsa bizim kitabı beklesinler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tanin Gazetesinden

    Bütün şarka çökmüş olan bir hastalık vardır : Bataet

    Garp, bütün alem-i medeniyet baş döndürücü bir sürat, şayan-ı hayret bir intizam mihengi ile koşar ve çalışırken bizim vücutlarımız, sanki kımıldadıkça incinecekmiş gibi, hareketten korkar, kaçar. Bunun sebebi nedir? Şüphesiz ki “spor” denilen eğlencelere ehemmiyet vermemektir. At koşuları, velospit müsabakaları, otomobil yarışları bir milli hareket ve faaliyete, gayrete, saiye sevk eden avamilin en mühimlerinden birini teşkil eder. Avrupa’da spora ve bu meyanda “futbol” ve patinaj gibi meraklı ve nafi eğlencelere gayet büyük ehemmiyetler verilir. Bunlar için kulüpler, cemiyetler teşkil edilir, gayet mühim müsabakalar tertip olunur, gazeteler bunları pek büyük bir dikkatle takip ederler. Milletler arasında müsabakalar yapılır. Sporda ve bilhassa futbolda en ileri gidenler İngilizler, en geride kalanlar da Fransızlardır. Salim bir vücutta, salim bir fikir kaidesinin bilhassa asrımızda kesb-i ehemmiyet ettiği için hiçbir millet spora lakayd kalamaz; Fransa da son seneler zarfında bütün gayretini bu tarafa tevcih etmişti. Son spor mevsimi Fransa’da birçok mühim müsabakalarla geçti. Fransızlar İngilizler arasında futbol müsabakaları tertip edildi. Fransa’da spora karşı günden güne bir merak uyandı.

    Halbuki bizler entarimizi giyerek evlerde oturmayı pek seven şarklılar, yakın zamana kadar bu gibi pek nafi eğlencelere lakayd kalıyorduk. Şayan-ı memnuniyettir ki son birkaç sene zarfında bilhassa Türk gençleri spora ehemmiyet vermeye başlamışlardır. Yarın için zinde, kavi, faal bir gençlik yetiştirmekte ne kadar büyük ihtiyaç olduğunu bilenler bundan pek ziyade memnun olacaklardır.

    Haber aldığımıza göre alelade Eylül ile Nisan arasını işgal eden futbol mevsiminde bu sene icra edilen müsabakalara iştirak etmiş olan muhtelif futbol kulüplerinden Cuma ve Pazar günleri oynamak üzere ayrılan iki heyetin müsabakalarının neticesi bervech-i atidir :

    Cuma Günleri Oynayanlar

    1. Anadolu Kulübü – 12 puan kazanmıştır.
    2. Üsküdar İdadisi – 10 puan kazanmıştır.
    3. Mercan İdadisi – 9 puan pazanmıştır.
    4. Şark Kulübü – 8 puan kazanmıştır.
    5. Şehremini Kulübü – 5 puan kazanmıştır.
    6. Vefa İdadisi Kulübü – 2 puan kazanmıştır.
    7. Kabataş Kulübü – 1 puan kazanmıştır.

    Bu Cuma günü oynayanlar meyanına dahil olan Ticaret-i Bahriye Kulübü muhalif nizam-ı hareket ettiğinden bu listeye dahil değildir. Görülüyor ki bu liste Cuma günü oynayanlardan mürekkep olduğu için hemen hemen münhasıran Türklerden mürekkeptir. En başta birinciliği ihraz eden Anadolu Kulübü ise kamilen Türklerden ibarettir. Binaenaleyh futbol müsabakalarının Türkler arasında da müzahir-i rağbet olduğunu görerek memnun olmak icap eder. Pazar günleri oynayanların ihraz ettikleri sıra ise bervech-i atidir :

    Pazar Günleri Oynayanlar

    (İstanbul Şampiyonu) Birinci : Fenerbahçe Kulübü

    İkinci : Strugglers Kulübü

    Üçüncü : Kadıköy Kulübü

    Dördüncü : Korintiya Kulübü

    Cuma günü oynayanlar arasında birinciliği ihraz eden Anadolu Kulübü “Union Kulübü” tarafından mev’ud “şampiyona”yı ahz eylemiştir.

    Geçen futbol mevsimine ait olan şu netayiç gösteriyor ki artık bizde de futbol gibi spor müsabakalarının kıymeti anlaşılmış, yavaş yavaş bu hususta çalışılmaya başlamıştır. Fakat koca İstanbul’da ve Memalik-i Osmaniye içinde müsabakaya girişmiş olduklarını gösterdiğimiz heveskaran miktarı o kadar azdır ki buna bakarak müsterih olamayız. Her tarafta sporun taammüm, müsabakaların tezyid ettiğini görmek en büyük emelimizdir. Bu memleketi kurtaracak şey bünyesi ve ruhu kavi bir gençlik kuvvetidir. Ruh okumakla, ta’biye de spor yapmakla kuvvetlenir. Bunları yapmadıkça istikbali taşımak hiçbir omuzun karı olmayacaktır.

    Tanin Gazetesi / 1912 / 1912 Yılında İstanbul Futbolu


    Tanin Gazetesinden

    Not : Dünkü Pazar günü Kadıköy’de (Union Club)da lig maçına ait (Rumblers) ve (Telefon) kulüpleri arasında bir müsabaka yapıldı. Oyun pek güzel oldu ve neticede herkesin ümidi hilafında, Rumblers bire mukabil iki gol ile Telefonculara galip geldi.

    Karilerimize başka bir nüshamızda (lig maçı) ait uzun malumat vereceğimizi vaat ile bu iki kulüp hakkında şimdi bazı şeyler söyleyelim.

    (Rumblers) : – Bu sene teşekkül etmiş bir kulüptür. Heyet esbak (Moda), sabık (Korintiya) ve (Kadıköy) azalarından mürekkeptir.

    (Telefon)un isminden dahi anlaşılacağı veçhile telefon hududunu tesis eylemek üzere şehrimizde bulunan zanaatkarlardan mürekkep bir İngiliz kulübüdür.

    Tanin Gazetesi / 1913 / 1912 Yılında İstanbul Futbolu

  • 3 Mayıs

    3 Mayıs

    Fenerbahçe’nin kuruluşunun Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen dönem içerisinde özel bir anlamı vardır. Bu anlam, bir avuç gencin, yaşadıkları topraklarda yabancıların hakimiyetinde oynanan futbol oyununa, adeta isyan ederek, dahil olmalarında gizlidir.

    Nurizade Ziya, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Asaf adlı gençler, semtleri Kadıköy’ün en büyük okulu Saint Joseph Lisesi’nin Türkçe öğretmeni Enver Bey ile bir araya gelerek bu isyanı başlatanlardır.

    Çoğunlukla yabancıların yaşadığı Kadıköy’de, yine yabancı çocukların çoğunlukta olduğu bir okulda görev yapan bir Türk öğretmenin sözleriyle filizlenen “bağımsızlık” ve “eşitlik” gibi duygular; Fenerbahçe burnundaki çayırlarda yaptığı antrenmanlarla kendini göstermiş ve Fener’e ışık olmuştur.

    1907 yılının bahar aylarında Fenerbahçe Spor Kulübü’nü meydana getiren gençlerin taşıdığı duygular, kuruluş yıllarında çekilen zorluklara rağmen zayıflamamış; ülkemizin (Mustafa Kemal Paşa tarafından yakılan) bağımsızlık ateşinin etrafında pervane olmuştur.

    Fenerbahçe Spor Kulübü, “kendisine ebedi muvaffakiyetler” dileyen Mustafa Kemal Paşa’nın kulübü ziyaret günü olan 3 Mayıs’ı,  “Kuruluş Günü” olarak kutlamaktadır. İşte bugün 114 yaşına gelen Fenerbahçemizin içinde tarih yatan mazisinden satır başları….

    23 Temmuz 1908’de tekrar ilan edilen Meşrutiyet sonrasında Türkiye toprakları adeta cemiyetler ve kulüplerle dolup taşmıştı.

    Fenerbahçe’nin ismi 1908 yılı başlarından itibaren günlük gazetelerde maç haberleri görülmeye başlanmış, bugüne kadar tespit edilen ilk fotoğrafı ise, 1908’in Aralık ayında Musavver Muhit adlı dergide yayınlanmıştı.

    Bu sırada Padişaha ait olan Papazın Çayırı’nın bir bölümü Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Songülen’in de aralarında bulunduğu girişimciler tarafından kiralanarak “Union Club” kurulmuş, günümüzün Fenerbahçe Stadyumu’nun bir anlamda temeli atılmıştı.

    Bu tarihten kısa bir süre sonra Ayetullah Bey dışında kalan kurucular türlü nedenlerle kulüpten ayrıldılar. O zaman yüzbaşı olan Mustafa Kemal Bey Fransa’da, Picardie manevralarında iken, Fenerbahçe tarihinin ilk buhranını geçiriyordu.

    Sahaya çıkaracak sporcu bulamadığı için Üsküdar Pazaryolu Kulübü ile birleşen Fenerbahçe’nin, yapılan ilk toplantıda bağımsızlığının tehlikeye düşmesi üzerine ayağa kalkan Ayetullah Bey’in kulübü bu badireden nasıl kurtardığını, o gün o toplantıda bulunan Nasuhi Baydar’dan dinleyelim:

    Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di. …. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp…. ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”
    Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi :
    – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır”
    Sonra bir teklif ile geldi:
    – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”

    Ayetullah, birdenbire, köpürdü:
    – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz”
    Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu :
    – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?”
    “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”

    Fenerbahçe, bu tehlikeli dönemeçten iki sene sonra, 1912’de ilk şampiyonluğunu yaşadı.

    Mekteb-i Sultani’den ve Galatasaray takımından ayrılan Hasan Kamil Sporel ile birlikte daha da güçlenen Fenerbahçe’de; Elkatipzade Mustafa Bey, İstanbul çayırlarından topladığı futbolcularla Türkiye’nin ilk altyapı takımlarını oluşturarak, futbol tarihine ve Fenerbahçe’nin sonraki 20 yılına adeta tek başına damgasını vurdu.

    Nasuhi Baydar, bu büyük Fenerbahçeliyi şöyle anlatacaktı:

    “Gündüz mağazaya, gece eve gitmeyip Fenerbahçe’nin istikbal ve hali ile meşgul olduğu günler birbirini takip etti. Mustafa artık kulüpte yatıyor, kulüpte yiyor, yalnız kulübün işleriyle alakalanıyordu. Fenerbahçe’ye maddi veya manevi yardımda bulunabilecek kim varsa, Mustafa bunların hepsiyle dost oluyordu Filan yerde bir sandal, falan yerde iki kale filesi, şu gümrük ambarında birkaç çift spor kundurası, burada bir az tahsisat, hepsini Mustafa öğreniyor, Fenerbahçe’ye temin etmenin yolunu buluyordu. Ve böylece, Fenerbahçe varlıklı bir müessese olurken Mustafa da kendi varlığını kaybetti, babasının mirasını bile… Fenerbahçe Mustafa’ya neler borçlu değildir? Bunun muhasebesini değme mütehassıs tutamaz. Fakat, Mustafa bütün alacaklarını bir iki gole, bir şampiyonluğa çoktan helal etmiştir.”

    Ertesi sene 1913 tarihli tüzüğünü yazan Fenerbahçe, Cemiyetler Kanunu’na göre tescil edilen kulüpler arasına katıldı.

    Nafia Nazırı Mehmet Hulusi Bey’in ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Doktor Hamit Hüsnü Kayacan’ın, sırayla Başkan oldukları 1913-1915 yılları arasında Fenerbahçe başarıdan başarıya koşarken, kulüp tarihini asıl damga vuran isim ise Galip Kulaksızoğlu oldu.

    Seneler boyunca kulübe yeni gelen bütün genç sporcuları Atatürk’ün Fenerbahçe hatıra defterine yazdığı yazının karşısına götürüp onlara bu yazıyı okuyan, bütün çağdaşlarının deyimiyle “en büyük Türk sporcusu” Galip, Fenerbahçe’nin kuruluşundan itibaren bütün branşlarda spor yaptı. Genel kaptanlık, başkanlık, hatta stadyum müdürlüğü bile yaptı. Ölene kadar kulübüne hizmet etti, kulübü için yaşadı.

    1914 yılı, artık bir spor kulübü olan Fenerbahçe için alabildiğine hareketli geçti.

    O sene ilk Galatasaray galibiyeti alındı.

    1932’deki yangın felaketine kadar evimiz olacak ve birbirinden meşhur konukları ağırlayan Kuşdili Lokali açıldı.

    İkinci İstanbul Ligi şampiyonluğu kazanıldı ve Fenerbahçe ilk yurt dışı seyahatine, Rusya’ya gitti.

    Fakat 1914 yılı bitmeden dünya kelimenin tam anlamıyla birbirine girdi.

    Cumhuriyet döneminde bakanlık görevi de yapacak olan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kadıköy sorumlusu Sabri Toprak, savaş yıllarında kulübün başkanlığını yürüttü ve kulüp üyelerinin cepheden cepheye koştuğu seferberlik zamanlarında kulübe muazzam hizmetlerde bulundu. Sabri Toprak, aynı zamanda Fenerbahçe tarihinin en kıymetli misafirini kulübe getiren isim olacaktı.

    Savaş sona ermeden kısa bir süre önce, 3 Mayıs 1918 tarihinde, o dönem adı İttihat Spor Sahası olarak bilinen Kadıköy Fenerbahçe Stadı’nda bir İdman Bayramı yapılacaktı.

    Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, bir önceki geceyi, Fenerbahçe Başkanı olan, arkadaşı Sabri Bey’in evinde misafir olarak geçirdi.

    Öğlen saatlerinde de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kuşdili’ndeki lokalini ziyarete geldi ve burada saatlerce kaldı.

    Son dönemde yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gazete haberleri, Mustafa Kemal Paşa’nın sadece Fenerbahçe kulübü’ne değil, aynı zamanda Fenerbahçe Stadyumu’na da geldiğini böylece kanıtlamış oldu.

    Yalnızca 1 sene sonra millî mücadeleyi başlatmak için Anadolu’ya geçecek olan Atatürk, önce kulüp hatıra defterini imzaladı.

    Günün sonunda Elkatipzade Mustafa Bey’in idaresindeki futaya binip Sabri Bey’in Moda’daki evine geri dönmeden önce iskeleden kendisini uğurlayanlara dönerek “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler dilerim” dedi.

    O gün orada olanlardan biri de Münir Nurettin Selçuk’tu. Seneler sonra bir röportajında o günü anlattı :

    19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarına İstanbul’da destek verenler içinde Fenerbahçe Spor Kulübü de bulunuyordu.

    Mütareke ve işgal yıllarında esir şehrin moral kaynağı olan takım, Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık etmişti.

    Sabri Toprak uzun bir süre, diğer vatanseverlerle birlikte Malta’da sürgündü. Geri döner dönmez, Anadolu’ya geçti.

    1921 senesinde Londra’ya giden Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetinde, Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Bey bulunuyor, kulübün 1 numaralı üyesi Enver Yetiker, İstanbul gümrüğünde Milli Mücadele için çalışıyor, bir diğer kurucumuz Necip Okaner ise deniz subayı olarak çarpışıyordu.

    Fenerbahçeliler sadece sahada değil, Milli Mücadele’nin her cephesinde savaşıyorlardı.

    Teceddüt Fırkası - Malta Sürgünleri > Bilimdili.com

    1922 Türkiye için zaferin yılı oldu.

    Anadolu’da Milli Mücadele’yi kazanan Türk ordusu, aynı yılın Ekim ayında, başlarında Refet Paşa olduğu halde İstanbul’a giriyor, onları karşılayanlar arasında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı heyeti de bulunuyordu.

    Refet Paşa birkaç gün sonra, önce Fenerbahçe Stadyumu’na, sonra da kulübün Kuşdili’ndeki lokaline ziyarete gelecek, orada 4 sene önce Mustafa Kemal Paşa’nın imzaladığı deftere “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçelilere” yazacaktı.

    1923’de Fenerbahçe, artık onlarca şubesi olan çok büyük bir spor kulübü olarak, üçüncü tüzüğünü kaleme aldı.

    Cumhuriyet’in ilanından sonra, Fenerbahçe Atatürk’ün “Yeni Devlet, Yeni Toplum” idealine sıkı sıkı sarılacak, Atatürk’ün gösterdiği yolda, bütün inkılapları canı gönülden destekleyecekti.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında Bursa’da bir Fenerbahçe maçını izledi. Dönemin resmi gazetesi sayılan Hakimiyet-i Milliye’de yer alan habere göre Mustafa Kemal Paşa; Fenerbahçe ile Bursa ve Ankara karmasının karşı karşıya geldiği ve 1-1 sonuçlanan maçı, kendisi için özel olarak hazırlanan tribünde izlemişti.

    1926 Şubat ayında, Fenerbahçe Stadı’nda ilk Türkiye Kadınlar Atletizm müsabakaları yapılacak. Fenerbahçeli Mübeccel Argun da şampiyonlar arasında yerini alacaktı.

    1929 yılında, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendislerinden Sabiha Rıfat Ecebilge Gürayman, Fenerbahçe’nin şampiyon erkek voleybol takımında forma giydi.

    “Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır: “Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur” diyen Atatürk’ün aydınlık toplum ideali, Fenerbahçe’nin ışık saçan feneri oldu.

    1927 senesi, hem Fenerbahçe hem de İstanbul’un tarihi için önemli bir senedir.

    Cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayanlar arasında Fenerbahçe Spor Kulübü de vardır.

    Fenerbahçeli denizcilerin Moda açıklarına gelen Mustafa Kemal Paşa’ya kayıklarıyla yaptıkları karşılama dönem basınınca “emsalsiz” olarak nitelenmiştir. Bu karşılamadan sonra teknesi kıyıya yanaşan Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerden bir dürbün istemiş ve bir süre Fenerbahçe kıyılarını seyrettikten sonra “Şurası ne güzel bir yerdir” demiştir.

    1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından günler boyunca okunan “Nutuk” adlı eserin, seneler sonra Fenerbahçe Başkanlığı da yapacak olan, Fenerbahçeli futbolcu Bedii Yazıcı tarafından günümüz Türkçesine uyarlanması, Fenerbahçe ile Atatürk’ü tekrar bir araya getiren önemli bir olaydır.

    1931 ve 1932 yıllarında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı iki kararname ile Fenerbahçe Stadyumu önce 10 yıllığına Fenerbahçe’ye kiralandı, sonrasında ise Fenerbahçe’nin mülkü oldu.

    1932’nin 5 Haziran gecesini 6 Haziran sabahına bağlayan saatlerde, Fenerbahçe tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı.

    18 sene boyunca Fenerbahçe’nin bütün hatıralarına ev sahipliği yapan Kuşdili Lokali feci bir yangın neticesinde yok oldu. Türkiye’nin dört bir yanından taraftarların, gazetelerin bağış kampanyaları aracılığıyla yardıma koştuğu Fenerbahçe’ye en büyük bağış Mustafa Kemal Atatürk’ten geldi.

    1933 yılında Fenerbahçe, yurtta büyük yankı uyandıran, ilk Türkiye Şampiyonluğu’nu kazandı.

    Fenerbahçe Atatürk’ün sağlığında biri 1935, diğeri 1937 yıllarında olmak üzere iki ulusal şampiyonluk daha kazanacak, 28 şampiyonlukla bugüne kadar en çok Türkiye şampiyonu olan takım unvanını koruyacaktı.

    1934 senesinde, büyük bir törenle Fenerbahçe Stadyumu’na Atatürk’ün bir büstü konuldu.

    Fenerbahçeli sporcular, Atatürk’ün Fenerbahçeli çocukları, yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:

    “Büyük Atatürk, Senin açtığın yolda, senin göstereceğin hedefe yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ve mertliği ile senin peşinden geleceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.…

    Bundan sonra, uzun seneler boyunca ve 1938’de sonra gitgide artan bir özlemle, bütün kuruluş yıl dönümleri o büstün önünde kutlanacaktı.

    1935’de kurucuları arasında Celal Bayar’ın ve Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’in de bulunduğu Moda Deniz Kulübü kuruldu.

    Atatürk, çok sevdiği Kadıköy’e ve Fenerbahçe’ye her sene bir kez geliyordu. Fakat 17 Mayıs 1936’da Mustafa Kemal Atatürk Kadıköy ve Fenerbahçe semtlerine adeta bir güneş gibi doğdu.

    Bu ziyaretin bir fotoğrafı bugün Fenerbahçe Stadı’nı süslüyor. O mutlu günün diğer resimleri ise Suna ve İnan Kıraç Vakfı – İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinde ortaya çıktı.

    Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni iken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün temellerini atan Enver Yetiker, 1937 yılında İstiklal Madalyası aldı. Fenerbahçe’yi beraber kurduğu Nurizade Ziya Songülen, bir sene önce, 1936’da hayata veda etmişti… 1938’in Şubat ayında ise Sabri Toprak vefat etti…

    Birkaç ay sonra, Türkiye en büyük kaybını yaşayacaktı…

    10 Kasım 1938’de, sabah 09:05’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayata gözlerini yumdu. Hatırası sonsuza dek Türk halkının ve “takdirlerine ve tebriklerine mazhar olan” Fenerbahçe camiasının kalbinde yaşayacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Bugün, Türkiye’de futbol teşkilatlanması üzerine yaptığım yayınların sonuncusu olarak; Türkiye’ye futbolun gelişi ve gelişmesini, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) Osmanlı dönemindeki kuruluşu sırasında yaşanan hukuki tartışmaları ve bu teşkilatın yeni Türkiye ile ilk temasını konu edineceğim. Huzurlarınızda “Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması”

    Barış Kenaroğlu


    1890 : “Kuşdili Çayırında Futbol Oynandığı…”

    Türkiye’de futbol İzmir ve İstanbul’da 1870’lerden sonra oynanmaya başladı. Önemli bir liman kenti olan İzmir ve devletin başkenti İstanbul’da futbola yabancılar öncülük ettiler. Abdülhamit döneminde Türkler için sakıncalı olan bu spor, yabancılar içinse serbestti. Osmanlı arşivinde futbol ile ilgili en eski belge 1890 ile tarihlenmekte; içeriğinde ise “Kadıköy’ünde Moda’da oturan Mösyö Whittal ve oğullarının himayesinde Kuşdili Çayırı’nda futbol oynandığı” Zaptiye Nazırı tarafından Yıldız Sarayı’na bildirilmekteydi.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat

    Dönem üzerinde yaptığımız araştırmalarda, 4 Mart 1908 Tarihli Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde yer alan bir yazının altında imzasına rastladığımız Ethem Nejat’ı “İlk Türk Spor Tarihçisi” olarak kaydediyor ve futbolun kısa sürede gösterdiği gelişmeyi anlattığı detaylı yazısının bir kısmını sizlerle buluşturuyoruz. 

     “Memalik’i Şahanede (Osmanlı Ülkesinde) futbol oyununa ilk evvela Dersaadet (İstanbul) ve bahusus (özellikle) Moda’da sakin İngilizler başlamışlar ve Kadıköy, Beykoz çayırları futbol mevkileri olarak ortaya çıkmıştır. Birkaç sene sonra merak diğerlerine de sirayet etmiş, birinci teşkil eden kulüp Moda kulübü olup bilahare sırasıyla Kadıköy, Elpis, Pera, Robert Kolej, Strugglers, asoşiyeysın futbol kulüpleri vücud buldu (kuruldu) ve bir lig tarafından cümlesi idare edildi. Dersaadet Futbol Ligi her sene muntazam program dahilinde oyunlar tertib eder, bütün kulüpler eyyam-ı muayyenesinde (belirli günlerde) maçlar yaparlar, bundan başka Dersaadet kulüplerinin İzmir oyuncuları ile her sene müsabakaları olup bunlar ya Dersaadet’te veya İzmir’de yapılır ki bu münavebeye (dönüşümlü olarak) tabidir.”

    Ethem Nejat’ın sözünü ettiği kulüplerden Pera’nın Galatasaray olduğunu, Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden önce basında bu kulübün başka isimlerle yer aldığını belirtelim. Fenerbahçe ise yeni kurulmuş bir takım olarak o yıl lige katılacak güçte değildi. 1907’in yaz başından, 1908’in ilkbaharına kadar geçen süre bir anlamda Fenerbahçe’nin futbola hazırlık günlerini temsil etmektedir. Daha önce yayınladığımız Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları yazısında bu süre zarfında yapılan maçların detayına ulaşabilirsiniz.

    4 Mart 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat gazetesi

    Sürgündeki Kurucu James La Fontaine

    Ethem Nejat’ın bahsettiği İstanbul Futbol Ligi, Türkiye’de futbolun ilk organize yapısı olma özelliğini taşır. Union Club’ın başındaki James La Fontaine’in idaresinde oynanan bu ligi; İstanbul Futbol Kulüpleri Ligi, Cuma Ligi, Pazar Ligi gibi ligler izlemiştir. Bu noktada James La Fontaine’e bir parantez açmak istiyoruz. Türkiye’de Futbolun kurucusu olan J.L.Fontaine, İngiliz bir tüccar aileye mensuptu. Aile dedesi zamanında İzmir’e yerleşmiş ve kendisi de İzmir’de doğmuştu. İzmir’de spor kulüplerinin kuruluşuna ön ayak olduktan sonra 1899’da İstanbul’a gelmiş ve yerleştiği Moda’da Türk futbolunun temelini atmıştı. Ancak J.L.Fontaine’in kaderi de Osmanlı’nın peşi sıra savaşlara girmesi ve  İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi ile değişti. Futbolu yönetenlerin başında gelen J.L.Fontaine, 1900-1913 yılları arasında İttihat ve Terakki’nin futbolu, genel olarak sporu, paramiliter bir yapılanma aracı olarak görmeye başlaması ile sahneden çekildi. Şurası kesindir ki, La Fontaine, 1910 yılına kadar İstanbul futbolunu idare eden kişiydi.

    J.L.Fontaine, bazı kaynaklara göre (Asr-ı Fener) Dünya Savaşı başlayınca vatandaşı olduğu İngiltere tarafında savaşa katılmış ve tıpkı ailesinin başka üyeleri gibi casuslukla suçlanmıştı. J.L.Fontaine, yukarıdaki kaynağın verdiği bilgiyi doğrularcasına ilk kez 1915’te tutuklandı. Malta’da sürgünde olan İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden Eyüp Sabri Bey’in serbest bırakılması karşılığında serbest bırakıldı. İkinci tutuklanması ise 1917 yılında gerçekleşti.  Bugün Kırşehir sınırlarında olan Mucur’a sürgün edilerek yaklaşık bir yıl burada kaldı. O tarihten sonra ise aşağıda yer alan Osmanlı Arşivi belgesinden anladığımız üzere İzmir’e nakledildi. 1932 Yılındaki ölümüne kadar da orada yaşadı.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    “Mucur’a gönderilen İngiltere Vatandaşı Mösyö La Fontaine daha sonra İzmir’e nakil edilmiştir.”


    Futbol Kurumsallaşıyor

    Futbol 1800’lü yılların sonunda İngiltere’nin Türkiye’ye en büyük ihraç ürünü olarak değerlendirilebilir. İngiltere bir anlamda, İzmir ve İstanbul’da yaşayan yabancıların futbola başlattığı ilgiyi, İstanbul’a gönderdiği kraliyet gemilerinin mürettebatının kurduğu takımların İstanbul Ligi’nde boy göstermesinin ardından sürekli hale getirmek istemiştir. Bu süreklilik; Tanzimat-Meşrutiyet yıllarında Osmanlı toplumunda başlayan Batıcı fikirlerin de etkisiyle, Türk takımlarının yeşil sahalarda boy göstermesine neden olmuştur. Türkler, o dönem “Association/Asosişeysın” diye isimlendirilen modern futbol oyununu (Yazının başında yer verdiğimiz İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat’ın modern futbol kurallarını anlattığı yazısını önümüzdeki günlerde yayınlayacağız) gemilerin İngiliz mürettebatından öğrendikleri gibi; Türk futbol adamları, “Futbol Yönetimi” üzerine ilk deneyimlerini de İngilizlerin idaresindeki lig yönetimlerine katılarak kazanmışlardır.

    Türk futbolunun kurumsallaşmasının ilk adımı Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinin ardından çıkan 1909 yılında çıkan Cemiyetler Kanunu’dur. Cemiyetler kanunu uyarınca spor kulüpleri 1910-1913 yılları arasında kendilerini devlete tescil ettirmişler, dolayısıyla tüzük sahibi birer dernek olarak belirli kurallar çerçevesince yönetilmeye başlamışlardı. Kulüplerin bu yapıya kavuşması spor müsabakalarının da belirli kurallar altında yapılması gerekliliğini doğurmuştur. Her ne kadar 1904’ten itibaren İstanbul’daki futbol ligleri nizamnamelere sahip olsalar da; bu nizamnamelerde kulüplerin katılımı ve yönetimde söz sahibi olmaları gibi konularda yetersizlikler mevcuttu ve dolayısıyla zaman zaman eşitsiz uygulamalar ortaya çıkmaktaydı. Aslında bu durum futbolun kurumsallaşmasına giden süreci hızlandırdı. Keza yukarıda sözünü ettiğimiz İstanbul, İstanbul Futbol Kulüpleri, Cuma, Pazar Ligleri, kulüplerin aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı oluşturulmuş liglerdi. İstanbul’un futbol kulüpleri, kendi aralarında ve lig yönetimleriyle dönem dönem yaşadıkları anlaşmazlıklar sonucunda, yeni organizasyonlar kurmuşlar; bu da futbolda yönetsel bölünmeye ve göreceli bir karışıklığa neden olmuştu.

    Osmanlı’nın politik olarak İngiltere ile karşı saflarda yer alması, dolayısıyla futbol yönetiminde söz sahibi olan başta James La Fontaine gibi kişilerin çeşitli yollarla İstanbul’dan uzaklaşması da Türk futbolunun kurumsallaşmasını hızlandırmıştır. Bu dönemde ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki’nin savaş yıllarında başta Altınordu ve Fenerbahçe olmak üzere spor kulüplerine yakın ilgisi de futbolda kurumsallaşmayı hızlandıran bir diğer etkendir.

    Türk kulüplerinin yöneticileri, sözü edilen şartlar altında, futbolun giderek artan öneminin, kurumsallaşmayı gerektirdiğinin farkına varmışlardır. İstanbul’un işgal altındayken işgal kuvvetlerinin takımları ile yapılan maçlar da halkın uzun zamandır bu spora artan ilgisini iyiden iyiye ortaya koymuştu. Artık bir olgu haline gelen futbol, diğer spor dalları ile beraber, teşkilatlanmalıydı.

    Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti… Maçın Hakemi James La Fontaine!

    Geçici Heyet

    Türk kulüplerinin yöneticileri işgal yıllarında futbolu kurumsallaştırmak için en büyük adımı “İdman İttihadı Heyet-i Muvakkatesi”ni kurarak attılar. Bu oluşum, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) öncülü durumundaydı. Ali Sami Bey, Nasuhi Baydar, Burhaneddin Bey gibi isimlerin yer aldığı heyet, adı üzerinde geçici bir yapıya sahipti. Heyet, Yusuf Ziya Bey’in (Öniş) İsviçre’den getirdiği spor yönetmeliğini temel alarak bir tüzük hazırlamıştı. Futbolun Batılı düşünce tarzı ile olan kuvvetli bağı bir kez daha kendini göstermişti.  1920 ve 1921 Yıllarında görev yapan geçici heyet, 1922’nin ilk günlerinde Dahiliye Nezareti’ne başvurarak resmen bir cemiyet olmak isteğini bildirdi. Kaynaklarda Mayıs 1922’de TİCİ’nin resmen kurulduğu yazıyor olsa da, arada geçen 5 aylık süreçte neler olduğuna dair bugüne kadar bilgimiz yoktu. Devlet Arşivlerinde karşımıza çıkan belgeden, TİCİ için bu sürecin zorlu geçtiği, cemiyetin kuruluş tartışmalarının devletin üst yargı kurumu olan, dönemin Danıştay’ı, Şura-yı Devlet’te tartışıldığı ortaya çıktı.


    T.İ.C.İ. Osmanlı Danıştay’ının Gündeminde

    Belgede, “Altınordu İdman Yurdu, Anadolu İdman Kulübü, İdman Yurdu, Beylerbeyi Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Türk Gücü, Darülşafaka Mezunin Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Süleymaniye Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü, Kumkapı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Nişantaşı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Vefa İdman Yurdu, Hilal Spor Kulübü, namlarındaki cemiyetlerin ittihat ve iştirakiyle (birleşerek katılımı ile) “Türkiye İdman Cemiyetleri ittifakı” ünvanıyla bir cemiyet teşkil olduğuna bahisle, müsaade-i resmiyenin itası (resmi iznin verilmesi) cemiyet-i mezkure tarafından istida olunmuş (sözü edilen cemiyet tarafından talep edilmiş)” deniliyor ve bunun Mülkiye ve Maarif Komisyonları’nda tartışıldığı söyleniyordu. Komisyonlar, 1909 tarihli yürürlükte olan Cemiyetler Kanunu’na göre; cemiyetlerin yalnızca özel kişiler tarafından kurulabileceğini öngördüğünden, tüzel kişilik olan derneklerin birleşip bir dernek kurmasına izin verilemeyeceği yönünde görüş bildirmişlerdi. Konu, Şura-yı Devlet Genel Kurulu’na geldi. Genel kurul, Cemiyetler Kanunu’nun özel kişilere atıf yaptığını ısrarla tekrarladı. “Cemiyetler azasının yirmi yaşından gün alması ve bir cinayetle mahkum veya hukuk-ı medeniyeden mahrum bulunmaması şarttır” hükmünü dernek kurmak isteyen bir derneğe uyarlamanın imkansızlığını söylerken, yabancı ülkelerin ve özellikle Fransa’nın Cemiyetler Kanunu’nda derneklerin birleşip dernek kurabildiğine dair bir hükmün olduğunu da şerh koydu. Bu kararlar ile Dahiliye Nezareti’ne geri gönderilen TİCİ’nin kuruluş talebi, tam 5 ay sonra kabul edildi. Cumhuriyet’in ilanından önce kurulan bu teşkilat, yeni rejimin gereklerini yerine getirerek sporun birçok dalında örgütlenmesini sağlamakla birlikte, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin uluslararası spor teşkilatlarına kabul edilmesine de önemli ölçüde etki etti.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Temas

    TİCİ’nin sancılı geçen kuruluş süreci, Anadolu’da devam eden Kurtuluş Savaşı’nın son günlerine rastlamaktadır. Savaşın 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanması ile imzalanan Mudanya Mütarekesi’nden sonra 19 Ekim 1922’de İstanbul’a gelen Refet Paşa (Bele); TİCİ Heyeti’nin, yakın gelecekte kurulacak yeni devleti temsilen, ilk temas ettiği kişi oldu. Refet Paşa, 1 Kasım’da Saltanatın kaldırılacağının öngörülmesi üzerine İstanbul’a gönderilmiş ve bir anlamda İstanbul’u teslim alma görevini yerine getirmişti. Detaylarını Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti adlı yazımızda okuyabileceğiniz bu ziyaret, TİCİ heyeti için bir fırsata dönüştü. Spor kulübü yöneticileri hem işgalin yakında sona erecek olmasından dolayı sevinçli, hem de yeni oluşturdukları kurumsal yapının yeni düzende olması gerektiği gibi yer almasını sağlama konusunda umutluydular.  TİCİ Heyeti bu motivasyonla Refet Paşa’yı karşılayanlar arasında yer aldı. Bu karşılamadan iki gün sonra da 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulundular. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz. Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı birçok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koymuştur. Refet Paşa’nın“İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları, milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur” ifadesi ile pekiştirdiği bu önem, TİCİ’nin yeni devlet düzeninde kabul göreceğine dair ilk ipucu olarak değerlendirilebilir. Bunun üzerine Heyet Başkanı Ali Sami Bey’in verdiği karşılık ise, sporun gelişmesi için destek istemek olmuştur:

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir) tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinden.

    Süreklilik

    Osmanlı’da Futbol konusu, tarihin sürekliliği için verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Futbol, bu topraklarda siyasal ve sosyal gelişimlere dayalı bir olgu olarak, yukarıda yaptığımız değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, Cumhuriyet öncesinde ortaya çıkmıştır. İngiltere’nin emperyal hedefleri için bir araç olarak kullandığı futbol oyunu, Osmanlı Türkleri tarafından hemen benimsenmiştir. Batı kültürünün bir ürünü olan bu oyunu geliştirmek, geliştirdikten sonra kurumsallaştırmak için yine Batı’nın uygulamaları örnek alınmıştır. Bu anlamda futbol oyunu, Osmanlı Modernleşmesi’nin bir ürünüdür. 1908 Jön Türk Devrimi’nin bu ürünü sahiplenmesi, bu yargıya dayanak olarak gösterilebilir. Anadolu’da verilen Kurtuluş Savaşı esnasında İstanbul’da işgal kuvvetleri askerlerinin oluşturduğu takımlarla maçlar yapan kulüpler, yeni devlet tarafından da kabul edilmiştir. Savaşın muzaffer komutanlarına göre işgal altında verilen sportif mücadeleler, Milli Mücadele’nin bir parçası olarak görülmüştür. Spor kulüplerinin kurumsallaşarak, üst bir teşkilat olan TİCİ’yi kurmaları ise, Cumhuriyet Devrimi’nin amaçları ile bire bir örtüşmektedir. Tanzimat’tan sonra modernleşmeye başlayan meşruti monarşik kurumların sonuncusu TİCİ’dir. Bu özelliği, TİCİ’nin, Cumhuriyet yönetimi tarafından sahiplenilmesini/himaye edilmesini sağlamıştır. 

    Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları

    Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları

    Kuruluş yıllarının, üzerinde neredeyse hiç tartışma yapılmamış meselelerinden birisi de Fenerbahçe’nin ilk maçlarını hangi takımlarla ve hangi tarihlerde yaptığıdır. Süregelen araştırmalarımızda karşımıza çıkan belgelerin yer alacağı yazımızda bu soruyu cevaplamaya çalışacak, Fenerbahçe futbol tarihine 4 yeni maçı kaydedecek ve Kadıköy Kulübü ile yapılan iş birliğinin izlerini süreceğiz. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin belgelenen ilk maçları…


    Kısıtlı Kaynaklar & Yetersizlikler

    Daha önceden önemle vurguladığımız gibi, “Fenerbahçe kulübünün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin iki sebebi var. Bunlardan ilki döneme ilişkin kaynakların kısıtlı olması, ikincisi ise az sayıdaki araştırmacının kulübün resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır.”

    Bu çabaya ilişkin en belirgin kanıt olarak, Rüştü Dağlaroğlu’nun “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi / 1907-1957” adlı muhteşem eserinde yer alan bilgilerin, sonradan yazılan tarih kitaplarında olduğu gibi tekrar edilmesini gösterebiliriz. Fenerbahçe tarihini yazanlar Dağlaroğlu’nu adeta tek kaynak kabul etmişlerdir.

    Bugüne kadar Dağlaroğlu tarafından aktarılan bilgiler, gereken durumlarda, başka kaynaklarla karşılaştırılmadığı, arşiv taramaları ile belgelenmediği, bazen de eleştirilmediği için olması gereken yeterlilikte çalışmalar ortaya çıkmamış, böylece kuruluş yılları ile ilgili bildiklerimiz sınırlı kalmıştır.

    Mühim Maç – Antrenman Maçı

    Kuruluştan 1912’deki ilk şampiyonluğa kadar geçen 5 yıllık dönem için Fenerbahçe’nin bilinen sadece bir adet fotoğrafı olduğu düşünülürse, bu yılları aydınlatmak için tarihleri tespit etmek ya da aktarılan olayları olabildiğince eskiye dayandırmanın önemi ortadadır.

    Bu öneme atfen, o dönem yayınlanan gazeteleri taramanın, Fenerbahçe’nin ilk maçları ile ilgili bildiklerimizi arttıracağını biliyorduk.  Karşımıza çıkan ilk maç haberini Profesör Doktor Vahdettin Engin ile paylaştıktan sonra kendisi (Profesör Doktor Erhan Afyoncu ile birlikte yaptığı çalışmaların eseri olarak) arşivinde bulunan ve şimdiye kadar yayınlanmamış ilk dönem Fenerbahçe maçlarının haberlerini bizimle paylaştı.

    Yaptığımız araştırmalarda bize her zaman yol gösteren değerli hocalarımızın bu katkısıyla, 6 Eylül 1908 ile tarihlenen Fenerbahçe’nin bilinen ilk maçının tarihi, 1 Mayıs 1908 olarak değişmiş oldu.

    Rüştü Dağlaroğlu, eserinde Fenerbahçe’nin ilk maçını 6 Eylül 1908 tarihinde Moda ile yaptığı maç olarak kaydetmiştir. Dağlaroğlu bu tarihlemeyi yaparken sözü geçen maçı “ilk mühim maç” olarak değerlendirmiş ve bu maç öncesinde oynanan maçları “antrenman maçı” olarak nitelemiştir. İlk dönem futbol tarihi için rahatlıkla kabul edilebilecek bu değerlendirmesinde yaptığı ayrım kapsamında Dağlaroğlu; 1930’lu yıllardaki süreli yayınlarda Fenerbahçe’nin ilk maçı olarak sözü edilen 9-0’lık Kadıköy mağlubiyetine yer vermemiştir. Şu an için hangi tarihte oynandığı bilinmeyen ve yukarıda bahsettiğimiz “mühim maç – antrenman maçı” ayrımı sebebiyle kayıtlara geçmeyen bu maç dışında; Fenerbahçe tarih yazımı, ilk maç olarak 6 Eylül 1908 tarihli Moda maçını kabul etmiştir.

    Bu tarihlemeyi yaptıktan sonra Sevgili Melih Şabanoğlu bize ulaştı ve aşağıda detayını göreceğiniz Fenerbahçe’nin bulunmuş ilk maç haberini bizlerle paylaştı. Spor Tarihi üzerine yaptığı araştırmalarını dikkatle takip ettiğimiz Melih Şabanoğlu’nun göndermiş olduğu haberin kupürü ile Fenerbahçe’nin tespit edilmiş ilk maçının tarihi tekrar değişmiş oldu.  (Şabanoğlu’nun 2018’de yayınlanan Kuruluş: Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı (1904-1907) isimli kitabı ve Atlas Tarih Dergisi’nin Temmuz – Ağustos 2020 tarihli 64.sayısında yer alan “Black Stockings Tarihi” başlıklı makalesi, dönemi inceleyen kişiler için okunması gereken çalışmalardır.) 


    1 Mart 1908 / Fenerbahçe 4 – 0 Kumkapı

    The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nin 7 Mart 1908 Cumartesi tarihli sayısında “Geçen Pazar en dikkat çekici maçın Makriköy’de Fenerbahçe ile Kumkapı Futbol Kulüpleri arasında oynandığı ve Fenerbahçe’nin maçı 4-0 kazandığı” haberine yer veriliyordu. Bu haber ile “Fenerbahçe” ismine ilk kez bir yazılı kaynakta rastlanmış, bunun da ötesinde Fenerbahçe’nin belgelenen ilk maçı da 1 Mart 1908 ile  tarihlenmiş oluyor.

    7 Mart 1908 tarihli Levant Herald & Eastern Express haberi.

    1 Mayıs 1908 / Fenerbahçe 5 – 1 Üsküdar

    Tercüman-ı Hakikat Gazetesinin 3 Mayıs 1908 tarihli sayısında yer alan haberin ortaya çıkışıyla birlikte belgelenen ilk Fenerbahçe maçının tarihi de değişmiş oldu. Gazetenin tıpkı Dağlaroğlu gibi antrenman maçı olarak değerlendirdiği bu maç; 1 Mayıs 1908 Cuma günü, Kalamış’ta, yeni kurulmuş bir kulüp olan Üsküdar ile saat 08.30’da oynanmış ve Fenerbahçe’nin 5-1’lik galibiyeti ile sonuçlanmıştı.

    “Evvelki gün Kadıköyü’ndeki Kalamış Çayırı’nda Üsküdar futbol association oyuncuları ile Fenerbahçe futbol oyuncuları arasında saat sekiz buçukta egzersiz nev’inden bir maç yapılmıştır. Üsküdar futbolcuları bir, Fenerbahçe futbolcuları beş gol yapmışlardır”

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    3 Mayıs 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat haberi.

    17 Mayıs 1908 / Fenerbahçe 3 – 3 Kadıköy

    Aynı gazetenin 20 Mayıs 1908 tarihli sayısındaki haberde yer alan maç ise, önceki maçın aksine “antrenman maçı” olarak değerlendirilmemiş; Fenerbahçe; 17 Mayıs 1908 Pazar günü saat 11.00’de Kalamış’ta, İstanbul futbolunun eski kulüplerinden Kadıköy ve Elpis oyuncularından kurulu “Kadıköy” takımı ile karşılaşmıştır. Gerek 3-3’lük sonucu, gerekse rakip takımı oluşturan oyuncuların kulüpleri göz önüne alındığında bu maç, Dağlaroğlu sınıflandırmasına göre “mühim maç” olarak kaydedilebilir.

    “Geçen Pazar günü Kadıköyü’nde Kalamış Çayırı’nda Kadıköy adına Kadıköy ve Elpis oyuncuları ile Fenerbahçe futbolcuları arasında saat onda bir futbol oyunu oynanarak iki tarafın üçer gol yapmasıyla galibiyet hiç bir tarafta kalmamış, pata (berabere) gelmişlerdir.”

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    20 Mayıs 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat haberi.

    5 Temmuz 1908 / Fenerbahçe 8 – 0 Pera

    Mayıs ayında oynanan iki maçın ardından Haziran ayına ait gazetelerde -şimdilik- bir maç kaydına rastlayamadık. 6 Temmuz 1908 tarihli Sabah Gazetesinde ise Fenerbahçe’nin o güne kadar bilinen en farklı galibiyetini aldığı maçın haberi vardı. 5 Temmuz 1908 Pazar günü, saat 09.30’da, Papazın Çayırı’nda Pera ile oynanan maçı Fenerbahçe, 8-0 kazanıyordu.

    “Dünkü Pazar günü Kadıköyü’nde Papazçayırı’nda saat dokuz buçukta, Fenerbahçe Futbol Kulübü ile Pera Kulübü arasında bir müsabaka yapılmıştır. Her iki tarafta on birer oyuncu bulunmakta idi. Müsabaka bir buçuk saat devam etmiş ve sekiz gol yapmaya başaran Fenerbahçe Kulübü’nün galibiyeti ile neticelenmiştir”.

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    6 Temmuz 1908 tarihli Sabah haberi

    8 Kasım 1908 / Kadıköy & Fener 0 – 3 HMS Barham

    İkdam Gazetesinde 9 Kasım 1908 tarihli sayısında yer bulan futbol haberleri yukarıda bahsettiğimiz 3 maç haberinden daha farklı anlamlar içeriyor. Haberin metnini verdikten sonra bu anlamları sırasıyla açıklayacağız.

    “ Lig maçlarına geçen hafta başlanmıştır. Geçen Pazar Moda Kulübü ile Barham Kulübü oynamış ve Barham beş gol ile maçı kazanmıştır. Bu hafta dahi Barham ile Kadıköy-Fener Kulüpleri arasında oynanan maçta ise yine Barham üç gol ile üstünlük sağlamıştır. Barhamlılar topu asker gibi muntazam oynamaktadırlar. Bu maçlar Kadıköyünde evvelce Papaz Bahçesi adı verilen ve şimdi Union Club denilen yerde oynanmıştır. Bütün futbol oyunları adı geçen yerde oynanacaktır.”

    Fenerbahçe Tarihinin İlk Maçı
    9 Kasım 1908 tarihli İkdam haberi

    İşbirliği

    8 Kasım 1908 Pazar günü oynanan maç haberinin Fenerbahçe Tarihi açısından içerdiği ilk anlam, bugüne kadar netleşmemiş olan Kadıköy ile iş birliği meselesini kesinliğe kavuşturmasıdır.

    İlk olarak Nasuhi Esat’ın (Baydar) 1913 yılında kaleme aldığı Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi adlı yazı dizisinde sözü edilen, ancak detaylarına yer verilmeyen bu iş birliği ile ilgili ikinci maddi kanıt da Musavver Muhit Dergisinde “Fenerbahçe’nin İlk Fotoğrafı”nın altındaki yazıydı.

    31 Aralık 1908 tarihli dergide yer alan fotoğrafın resimaltı yazısında “Kadıköy-Fener Kulübü” açıklaması yapılmıştı. Bilindiği üzere kuruluşunun hemen ardından, kurucularından bazılarının ayrılmasıyla, Fenerbahçe için zor bir süreç başlamıştı. Kadıköy ile yapılan ve bazı kaynaklarda “birleşme” şeklinde yansıtılan bu dönemsel işbirliğinin kanıtlanması ile beraber; futbol takımının, bir kısmı ile de olsa, 1908-1909 İstanbul Futbol Ligi’ne katıldığı da kesinleşmiş oldu.

    31 Aralık 1908 tarihli Musavver Muhit dergisinden

    Nurizade Ziya Bey & Union Club

    Ortaya çıkardığımız bu maç haberinin ikinci anlamı ise, Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in görev süresini netleştirmesidir. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey yazısında detaylı olarak bahsettiğimiz üzere Nurizade Ziya Bey, Mayıs 1907’de üstlendiği başkanlık görevinden ayrılmış ve bir Türk&İngiliz ortaklığı olan Union Club’un kuruluşu için mesai harcamaya başlamıştı. Maç haberinin sonunda yer alan “Bu maçlar Kadıköyü’nde evvelce Papaz Bahçesi adı verilen ve şimdi Union Club denilen yerde oynanmıştır. Bütün futbol oyunları adı geçen yerde oynanacaktır.” ifadesinden Union Club’ın Kasım 1908 itibariyle faaliyete geçtiğini ve Nurizade Ziya Bey’in kuruluştan bu tarihe kadar, tam 1,5 sene başkanlık yaptığını anlıyoruz.

    Barış KENAROĞLU

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır.” Bu satırlarla başlayan Fenerbahçe’nin Kuruluş yıllarına ait araştırmalarımızın bugünkü konusu Ziya Songülen. Nasıl ilk başkan oldu? Fenerbahçe’nin temelini atanlardan olmasına rağmen neden kulüpten ayrıldı? Union Club’ın kuruluşunda rolü neydi? Milli Mücadele’ye katkısı ne oldu? İşte Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Bir Devlette İki Kuvvet Olur”

    Nurizade Ziya Bey hakkında sıraladığımız soruları cevaplamadan önce, Fenerbahçe’nin Kuruluş hikayesine doğrudan etki ettiğini her fırsatta dile getirdiğimiz, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar geçen yıllar ile ilgili değerlendirmeler yapmamın konunun bütünlüğünü sağlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz.

    Osmanlı Devleti için 1839 yılında başlayan Tanzimat; 1908’de Meşrutiyet’e, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede belirleyici bir dönemi ifade eder. Bu yıllarda zayıflayan devlet, ardı ardına tavizler vererek, Batı’nın isteklerine boyun eğmiş ve bir anlamda değişim sürecine girmişti. Tanzimat ile başlayan Batı etkisi, Enver Hoca yazımızda sözü edildiği üzere, yeni okulların açılmasına sebep oldu.  Bu okullarda batı felsefesi ile verilen eğitim sonucunda yeni tip bir “Osmanlı Aydın” zümresi meydana geldi. Ve bu zümre kısa sürede toplumun önemli bir parçası oldu. Aldıkları eğitimle “aydınlanma” yaşayan bu kişiler zayıflayan devlet mekanizması içerisinde yer bulmaya ve zamanla Padişah otoritesine karşı bir tehdit unsuru olmaya başladılar. Padişah ile aydınların arasında adeta bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelede Osmanlı aydınlarının en büyük destekçisi gördükleri eğitim felsefesinin kaynağı olan “Batı” oldu. Tanzimat döneminde sadrazamlık yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın aşağıda yer alan ifadeleri gerek dönemi, gerekse Batı’nın, Osmanlı aydını için ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.

    “Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet oluşturmak imkansızdır. Bunun için bir destek kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir

    Fuad Paşa’nın kastettiği yukarıdan gelen kuvvet Padişah, ona karşı gelinecek destek kuvvet ise Batılı devletlerin elçilikleriydi. Osmanlı aydını 1839-1908’e hatta 1918’e kadar süren dönemde, ülkelerinde yapmak istedikleri iyi niyetli değişimler için Batı’nın desteğini almaya çalışmışlardır. Batılı devletler ise elçilikleri aracılığı ile “aynı dili konuştukları” bu kişilerle ilişkide olmayı tercih etmişlerdir. Bu dönem Osmanlı aydınları arasında “Batılı güçlerden hangisinin desteğini alalım?” sorusunun hayli popüler olduğunu söyleyebiliriz. Padişahlık kurumu ise bir yandan aydınların yapmak istedikleri değişimi kontrol altında tutmaya çalışırken, diğer yandan da Batılı devletlerden sürekli borç almış, böylece devletin ekonomik bağımsızlığı da büyük ölçüde tehlikeye girmişti. 1881 yılına gelindiğinde borçlarını tahsil edemeyen Batılı devletler, Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşuna ön ayak olmuşlardı. Bu kurumun, devletin borçlarının denetlenmesi ve tahsil edilmesi gibi işlevleri vardı. Kısacası artık Osmanlı Devleti bir yarı-sömürge devletti.

    Mehmed Ziya

    Mehmed Ziya Bey, Osmanlı Devleti bu şartlar altında çözülmeye doğru giderken 1886 yılında İstanbul’da doğdu. Anne tarafından Osmanlı hanedanına mensup zengin ve köklü bir aileye sahipti. Aile üyeleri yüzyılı aşkın süredir devlet yönetiminde Sadrazam, Kaptan Paşa, Vali, Belediye Başkanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Büyükelçilik gibi önemli görevleri yürütmüşlerdi. Ziya Bey’in soyadı kanununa kadar isminin önünde kullandığı “Nurizade” sıfatı ise Tanzimat’ın Dışişleri Bakanlarından Mehmed Nuri Paşa’ya dayanmaktaydı. Ziya Bey’in dedesinin babası olan Mehmed Nuri Paşa, Dışişleri Bakanlığından sonra Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini yürütmüştü. Ziya Bey’in ailesi, giriş kısmında sözü edilen Osmanlı aydınların yetiştiği bir aileydi. Bu bilgilere dayanarak ailenin batı felsefesini benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2008 yılında verdiği röportajda Nazan Songülen Karakaş, dedesi Ziya Bey’in Osmanlı kimliğinden kopmadan ancak “İngiliz mürebbiyelerden Avrupai bir eğitim” aldığını da belirtmiştir.

    Saint Joseph’ten Londra’ya

    Nurizade Ziya’nın liseye kadar hangi okullarda okuduğunu bilmiyoruz. Torununun anlattıkları dikkate alındığında evde ailesinin tuttuğu öğretmenlerden eğitim almış olması da muhtemel. Liseyi ise Saint Joseph’te okuduğundan eminiz. Yine torununun anlattıklarından okulda kendisine uzun boyundan dolayı “Fil Ziya” lakabının takılmış olduğundan da haberdarız. Bu bilgi ışığında okulda popüler bir öğrenci olduğunu söyleyebiliriz. Ziya Bey 1903’te 17 yaşındayken okuldan mezun olup İngiltere’ye gitmiş, İngiltere’de İnşaat Mühendisliği eğitimi aldıktan sonra muhtemelen 1906 yılında ülkeye dönüp Duyun-u Umumiye’de memur olarak iş hayatına girmiştir. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’yi kuran kadronun başında yer alacağı süreci anlatmaya başlamadan önce buraya kadar yazılanları maddeler halinde özetlemenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

    • Nurizade Ziya Bey, Tanzimat dönemi ile toplumun etkin zümresi olan Osmanlı aydınlarını yetiştiren zengin ve köklü ailelerden birinin üyesiydi.
    • Nuri Paşa ile beraber aile Batı felsefesi ile tanışmış, diğer Tanzimat dönemi aydınları gibi devletin geleceğinin kurtulmasını batı felsefesinin geçerli kılınmasında görmüştü.
    • Ziya Bey, İngilizceyi liseye başlamadan aile evinde, Fransızcayı ise Saint Joseph lisesinde “ana dili” seviyesinde öğrenmişti.
    • Üniversite eğitimini Londra’da almış, yurda döndükten sonra da Batı etkisinin en çok hissedildiği kurum olan Duyun-u Umumiye’de çalışmaya başlamıştı.

    Jön Türkler

    Nurizade Ziya Bey’in futbola olan ilgisini Moda’da büyümesi ile ilişkilendirebiliriz. O dönem futbolun doğduğu topraklarda büyüyen her çocuk gibi bu spora merak sarmış, yapılan maçların izleyicisi olmuştu. Çoğunluğu gayrimüslim olan sınıf arkadaşları ile okul ortamında yaşanan olası sportif rekabet ve sonrasında oluşan hırsı, ilk gençlik yıllarına etki eden olaylardı. Fenerbahçe’nin kuruluşunda yer almış diğer Saint Joseph Liseli öğrencilerde de aynı duyguların oluştuğunu biliyoruz. Nurizade Ziya Bey’in, Londra’da futbolun nasıl bir spor olduğunu ve gerçek anlamda nasıl oynanması gerektiğini gördüğünü de söyleyebiliriz.

    Fenerbahçe’nin doğuşunun anlık alınmış basit bir karar olmadığı, bir felsefeye dayandığı üzerinde ısrarla durduğumuz noktalardan bir tanesi. Bu aşamada 1900’lerin başından itibaren etkinliğini arttıran Jön Türkler hareketi ile ilgili kısa bir bilgilendirme yapmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz. Tanzimat’ta batı etkisi ile başlayan aydınlanma sonrasında oluşan Osmanlı aydınları, devlet yıkılmaya doğru gittikçe aralarında organize olmaya, Keçecizade Fuad Paşa’nın yazımızın başında aktardığımız sözlerine atıfla halkı da alttan gelen bir kuvvet olarak organize etmeye çalıştılar. Jön Türkler gerek yaptıkları yayınlarla gerekse yurt içi ve yurt dışı temaslarla Padişah Abdülhamit’in en büyük muhalifi oldular.

    Fener’in Bahçesi’ndeki Koalisyon

    Jön Türk hareketi zamanla İttihat ve Terakki Partisi’ne evrilecek, 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in de mimarı olacaktı. Devlet kadrolarında çok sayıda destekçileri vardı. Bunlardan bazıları zamanla yurtdışına kaçtı, sürgün edildi veya tutuklandı. Bu hareketin Fenerbahçe ve Nurizade Ziya Bey ile ilişkisi Jön Türklerin kendi aralarında yaşadıkları fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Jön Türkler’in devletin kurtuluşu için öne sürdükleri fikirlerden ikisi Batıcılık ve Türkçülük’tü. Bu iki fikir, aynı amaca hizmet etmek için doğmuş ve Jön Türk hareketinin içindeki dinamizmi sağlamıştı. Zamanla ise bir koalisyona dönüşmüştür. İttihat ve Terakki ile başlayan bu koalisyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da etki etmiş, “Türk kimliğine sahip ancak Batı felsefesini de benimsemiş bir devlet anlayışı” genç Türkiye’nin rehberi olmuştu.

    Peki bu koalisyonun Fenerbahçe’nin kuruluşu ile ilgisi neydi? Enver Hoca araştırmasında ortaya koyduğumuz bilgileri tazeleyerek soruyu cevaplamaya başlayalım. Ortaya attığımız tezde “Saint Joseph Lisesi’nin Türk ve Müslüman öğrencilerinin, yabancı bir misyonun üyesi olan okulda, devlet tarafından görevlendirilen bir öğretmen tarafından bir araya getirilerek Fenerbahçe’ye insan kaynağı sağlandığını” söylemiştik. Bu öğretmen Enver Hoca’ydı. Enver Hoca zamanın ruhuna uygun fikirlere sahipti. Nitekim, yarı sömürgelikten, sömürge olmaya giden ve parçalanan devletin kurtuluşu için okulda öğrencilerine “Türklük ve Müslümanlık” paydasından çıkmadan “hürriyet” duygusunu aşılamaya çalışmıştı. Öğrenciler okulda bu fikirle donanırken, dışarıda ise okuldan mezun ağabeyleri  Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları bir futbol kulübü kurmaya hazırlanıyorlardı. İşte Fenerbahçe, Enver Hoca’nın “Türkçü” söyleminin, Nurizade Ziya Bey’in “Batıcı” fikirlerle şekillenen felsefesinin birleşmesinden doğdu.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı

    Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Ayetullah, Necip ve Asaf Beylerin ortak özellikleri sadece yaşadıkları semt değildi. Bu dört arkadaş da yabancı dil bilen, batı felsefesini benimsemiş kişilerdi. Asaf Bey tıpkı Nurizade Ziya Bey gibi İngiltere’de eğitim alıp İstanbul’a dönmüştü. Ayetullah Bey, Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nde okumuş bir Osmanlı aydınıydı. (Daha önceden Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi’ne dayanarak Ayetullah Bey’in Saint Joseph mezunu olduğunu kabul ediyorduk. Ancak Araştırmacı Cem Argun’un Saint Joseph öğrenci listelerinde Ayetullah Bey’in kaydına rastlamadığını bize iletmesinden sonra bu bilgiyi güncellemiş bulunmaktayız.) İlerleyen yıllarda kulübün düştüğü sıkıntılı dönemde Üsküdar ile yapılan birleşme toplantısında sinirlendiği anda “Fenerbahçe benim” cümlesini Fransızca söyleyecek kadar da bu dile hakimdi. Fenerbahçe’nin kurulduğu yıl 16 yaşında olan Necip Bey ise Osmanlı modernleşmesinin başladığı okullardan biri olan Deniz Harp Okulu’nda öğrenciydi.

    Nurizade Ziya Bey bu kadronun lideri konumundaydı. Rüştü Dağlaroğlu’nun onun için yazdığı şu tanımlama, bu liderliğin kaynağını açıklamakla birlikte, yukarıda yaptığımız “Batı” vurgusunu da destekler niteliktedir. “Mükemmel mali durumu ve İngiltere’de tahsil etmiş olmasının verdiği görgü ve spor aşkıyla dört başı mamur bir hüviyetteydi”

    “Işık Saçan Fener”

    Klasik Fenerbahçe tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’nin kurucuları arasından sıyrılıp liderliği ele almasının sebebi olarak mali durumundan dolayı takımın ilk formalarını alıp, masrafları üstlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bu durum göreceli olarak doğru olmakla birlikte, Nurizade Ziya Bey’in kulübün insan kaynağını sağlayan Saint Joseph Lisesi’nin bir mezunu olarak okul kadrosu ile ilişkileri yürütmesi de bu liderlikte etkilidir. Nitekim, futbolcu Hasan Basri’yi Fenerbahçe’de oynamaya ikna etmeye giden heyette o ve Enver Hoca vardır.

    Fenerbahçe’nin ilk amblemi olarak ‘Işık saçan Fener’in seçilmesi dönemin ruhunu yansıtan bir başka öğedir. Enver Hoca’nın yönlendirdiği öğrencilerle birlikte Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinin yakınlarında antrenman yapmaya başladıklarını biliyoruz. Nurizade Ziya Bey ve arkadaşlarından hangisinin feneri amblem olarak önerdiğini bilmesek de, Jön Türklerin benimsediği ‘Pozitivizm’ akımına gönderme yaptığı açıktır. Kulübün ambleminden sonra ismi de ilk antrenmanların yapıldığı yere atıfla “Fenerbahçe” olarak seçilecektir. Liderliği ile arkadaşları arasından sıyrılıp Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in kulübün liglere katılması için ilk temasına da öncülük etmiştir.  Rüştü Dağlaroğlu’nun anlatımıyla forma ve malzeme satın aldıktan sonra ligi organize eden James LaFontaine ile karşılaşan Fenerbahçe heyeti, ondan lige katılım sözü almıştır. Bu hikayenin iki aktörünün hayatı yakın gelecekte bir kere daha kesişecek ve kuruluş yıllarının bir başka meselesinde karşımıza çıkacaktır.

    Görevi Bırakış

    Nurizade Ziya Bey’in bir yılı biraz aşkın başkanlık döneminde Fenerbahçe, ilk kez katıldığı ligde başarılı olamadı. Takım futbolcu bulmakta zorlanıyor, Fuat Hüsnü gibi başarılı oyuncular futbol takımının zayıf olmasından dolayı Fenerbahçe’ye katılmak istemiyorlardı. Bu durum kulüpte moralleri bozuyor, başarısız saha sonuçlarını tersine çevirecek motivasyonun sağlanmasını engelliyordu. Nurizade Ziya Bey, ilk takımın savunmasında forma giyiyordu. Kaynaklarda başarılı bir futbolcu olduğuna dair kayıtlara rastlamıyoruz. Ancak, Rüştü Dağlaroğlu, sert şut çektiğine dair bir bilgi aktarmaktadır. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe forması ile günümüze ulaşmış tek fotoğraf var. 1908 yılının son günü yayınlanan Musavver Muhit dergisinde yer alan bu fotoğraf, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bıraktığı günlere rastlıyor.

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkilerini kesmesi aşamalı olarak gerçekleşmiştir. 1909 yılı içerisinde başkanlık görevini bırakmış, 1910 yılında ise kulüpten istifa ederek ayrılmıştır. Öncelikle bilinmesi gereken, o dönem kulübü kuran gençlerin aslında birer sporcu olmasıdır. Hepsi, günümüzün “amatörlük” tanımı içerisinde değerlendirmelidirler. Günümüzün aidiyet anlayışını temel alarak o dönem insanlarını eleştirmek şüphesiz haksızlık olacaktır. Sürekli alınan yenilgilerin, kulüp için yaptığı maddi fedakarlıklar ile birleşmesiyle Nurizade Ziya Bey’in başkanlığı bırakmasının iki nedeni ortaya çıkmıştır. Bu noktada karşımıza bir başka neden olarak değerlendirilebilecek “Union Club” meselesi çıkmaktadır. Bu mesele, Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuşundaki etkisi diğer iki nedenin de çok ötesinde anlamlar içermektedir. 

    Bir Türk – İngiliz Kulübü: Union / İttihat

    Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı bırakmasının Union Club’ın kuruluşunda yer almak istemesi ile yakından ilgisi vardır. Fenerbahçe’ye yaptığı maddi desteğinin karşılığını sahada alamayan Nurizade Ziya Bey, spor yöneticiliği kimliğini, siyasi kimliği ile birleştireceği bu kuruluşta yer almak için Fenerbahçe başkanlığını bırakmış ve dönem tanıklarının aktardığı üzere kulübü ihmal etmeye başlamıştı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın kurucuları arasında yer alması onun “büyük davalara girişmek istemesi” ile ilgiliydi. Dağlaroğlu’nun bu muhteşem tespitini ilerleyen satırlarda açıklayacak ve bir anlamda ileriye taşımış olacağız. Belirtmekte yarar olan bir diğer husus da Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bırakmasının Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart Vakası” diye anılan olaylar sonrasında gerçekleşmesidir. 31 Mart Vakası’nın en önemli sonucu Ülkede 30 yıldır süren istibdat rejiminin hükümdarı İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesidir. Bu tarihten sonra Meşrutiyet’in mimari İttihatçılık hareketi, ülkedeki etkisini arttırmaya başlamıştır.

    Öncelikle Kadıköy’ün İstanbul’da futbolun doğduğu topraklar olduğunu yinelemekte yarar vardır. Kadıköy’ün en popüler futbol alanı ise bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerdi. Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı ile birlikte bu alan futbol oynamak ve izlemek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biriydi. Burhan Felek’in anlatımına göre 1906 yılında Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde manzara şöyleydi:

    “Birkaç bin izleyici var. Ne giriş parası var ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiş.”

    Lig maçları bu amatör koşullarda oynanırken, Nurizade Ziya Bey, beş kişi ile beraber, İstanbul’da futbol organizasyonunun profesyonelleşmesi için ilk adımı attılar. Bu o dönem için gerçekten de büyük bir davaydı. Union Club, dönemin ruhuna uygun olan ismiyle 1908 yılının son günlerinde kuruldu. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan bu kulüp İttihat ve Terakki Partisinin “İttihat” ismini kendisine isim olarak seçmişti. Şimdi bu kulübün diğer  kurucularından kısaca bahsedelim.

    Whittal ve LaFontaine

    Osmanlı arşivine baktığımızda futbol ile ilgili olan belgelerin tarihi 1890’lere kadar iner. Bu tarihlerde, dönemin zabıtaları tarafından futbol oynandığına dair yazılan raporlarda dikkat çeken bir isim vardır: Bay Whittal. “Kadıköy Moda’da ikamet eden Mösyö Whittal’in oğullarının öncülüğünde İstanbul’da oturan 25 kadar genç Kuşdili Çayırında toplanarak her Cumartesi top oynamaktadırlar.” İstanbul’da futbolun öncülerinden olan Bay Whittal, Union Club’ın kuruluşunda yer alan iki İngiliz’den biridir. Diğeri ise İstanbul futbolunun erken dönemi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı James LaFontaine’dir. Fenerbahçe kurucu heyetinin kuruluştan hemen sonra liglere katılmak için söz aldıklarını yukarıda belirttiğimiz, İstanbul Futbol Ligi’ni yöneten kişi olarak Bay James LaFontaine, Bay Whittal ile birlikte Union Club’ın kurucuları olmuşlardır.

    “İngiliz” Mehmed Rıfat

    Kulübün, dört Türk kurucusundan ikincisi Mehmed Rıfat Bey’dir. “İngiliz” lakabıyla tanınan Mehmet Rıfat Bey, o tarihlerde Londra Büyükelçiliği görevini tamamlayıp İstanbul’a dönmüştü. Meşrutiyetten sonra devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İttihat ve Terakki Partisi, kendisini Dışişleri Bakanı olarak görevlendirmek istiyor ancak o bunu kabul etmemekte direniyordu. İttihat ve Terakki’nin bu görevlendirmede ısrar etmesinin nedeni, parti için oluşan “İngiliz Karşıtı” algısının önüne geçmekti. Nitekim Mehmed Rıfat, ısrarlara dayanamayacak ve 1909 yılının Şubat ayında Dışişleri Bakanı olacaktır. Bir İttihatçı olduğunu bildiğimiz Nurizade Ziya Bey’in ikna aşamasının bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dağlaroğlu’nun kastettiği ‘büyük davalar’dan biri de şüphesiz budur.

    Mareşal Cemil Topuzlu

    Günümüzde Mareşal olarak bilinen “Müşirlik” rütbesi ile Padişah Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Cemil Topuzlu Paşa, anılarında bize Union Club’ın kuruluşu hakkında en net bilgileri veren kişidir. Union Club’ın dört Türk kurucusundan biri olan Cemil Paşa, İttihatçı kadroya katılmasından sonra 1909 yılında çıkan tasfiye kanunu ile askerlikten ayrılmıştır. Union Club’ın kuruluş dönemi bu kanunun çıktığı günlere denk gelmektedir. Cemil Topuzlu anılarında Union Club’ın kuruluşunda maddi destek verenlerden biri olarak Arif Hikmet Paşa ismini yazar. Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazırı olan Arif Hikmet Paşa, 31 Mart Olayı’ndan sonra Abdülhamit’e tahttan indirildiğini söylemeye giden heyetin üyelerinden biridir. Union Club’ın, sadece adıyla değil Türk kurucuları ve maddi destekçileri ile birlikte bir “İttihatçı” kulüp olduğunu söyleyebiliriz.

    Union Club Nasıl Bir Kulüptü?

    Nurizade Ziya Bey’den başlayarak kurucularının siyasi ve toplumsal rollerini açıkladığımız Union Club, takımlar kurup, diğer kulüpler ile mücadele eden bir spor kulübü kimliğine sahip değildi. Ticari ve özel bir işletmeydi. Detaylarını belgeleriyle aşağıda aktaracağımız bu oluşum aynı zamanda İstanbul’da futbolun profesyonelleşmesi için atılan en büyük adımdı. Kulübün faaliyete geçmesiyle, bir anlamda spor kulüplerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasının da provası yapılmış oluyordu. Union Club’ın kurulma fikri Cemil Topuzlu’nun daha önceden sitemizde detaylarıyla yayınladığımız anılarına göre Bay Whittal’den çıktı. Bay Whittal, Cemil Paşa’nın evinde verdiği davette kendisine şunları söylemişti:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz”

    Görüldüğü üzere yukarıda yaptığımız “profesyonelleşme” ve “ticari işletme” vurgusu bu satırlarla doğrulanmaktadır. Bay Whittal ile Cemil Paşa’nın bu sohbetine tanıklık eden; Nurizade Ziya Bey, Arif Hikmet Paşa, Mehmed Rıfat Bey ve James LaFontaine, davetin ertesi günü tekrar bir araya gelip kulübün kuruluşunun maddi esaslarını görüştüler.

    1908’de Osmanlı Para Sistemi

    Union Club kurucularının karara bağladıkları maddi esaslara geçmeden önce dönemin Osmanlı Para Sistemi hakkında genel bilgilere yer vereceğiz. Şüphesiz bu bilgileri vermekteki amacımız, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasını sağlamak olduğu kadar, genel tarih yazıcılığında yer alan sebepsiz yüceltme ve alçaltmalara da karşı çıkmak olacak. 1900’lerin başında Osmanlı’da kullanılan paralar ve birbirine oranları şöyleydi. Temel birim olan 1 lira; 5 mecidiye / 100 kuruş / 4000 paraya eşitti. Union Club’ın kurulduğu yıl Cemil Topuzlu’nun maaşı 250 – 500 lira arasındaydı. Cemil Topuzlu’nun maddi kazançları üzerinden örnek vermek gerekirse, Osmanlı arşivinde karşımıza çıkan bir belgede 1903 yılında devletin Cemil Paşa’ya ait bir maden arazisini 3.500 lira bedelle satın aldığını biliyoruz. 

    Union Club Kuruluyor

    Cemil Paşa anılarında, kurucular toplantısında kulübü kuracakları yer olarak bugünkü Fenerbahçe Stadının olduğu yeri belirlediklerini ve Ülkedeki diğer tüm araziler gibi Padişaha ait olan bu arazinin alınması için bizzat devreye girdiğini söyler. Aynı toplantıda kulübü kurmak için 3000 liraya ihtiyaç olduğunu da belirlediklerini söyler. Bu rakamı kendi aralarında toplamışlardır. Kendisinin ve Arif Hikmet Paşa’nın 250’şer lira verdiğini, Nurizade Ziya Bey ve Mehmed Rıfat Bey’in ne kadar verdiğini hatırlamadığını, geri kalan paranın da iki İngiliz üye tarafından tamamlandığını belirtir. Bu “tamamlama” ifadesinden İngilizlerin Türklerden daha fazla para verdiklerini anlıyoruz.

    Cemil Paşa ertesi gün sarayın kapısını çalmıştır. Kendi deyimiyle  “O sıralarda Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi kabul ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim.” Ancak işler planlandığı gibi yürümemiştir. Cemil Paşa gibi düşünen çok kişi olduğundan bu dönemde kendisine gelen devlet arazilerinin satın alınmasına yönelik istekler karşısında bir denge sağlamaya çalışan Padişah stat arazisini vermek yerine uzun süreli  kiralanmasına izin vermiştir. Hatırlanacağı üzere, Fenerbahçe Tarihi’nde bu olaya ait belgeler ilk kez sitemizde yayınlanmıştı. Padişah Abdülhamit ile Cemil Paşa,  arazinin yıllık kiralama bedeli olarak 30 altın üzerinde anlaşmışlardı. Böylece, kulüp için gerekli arazi ve inşaat için gereken para temin edilmiş oluyordu. Union Club Kuruluş Nizamnamesi 7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nde yayınlandı. Bu belge ile kulübün yapısı ve üyelik sistemi ile ilgili detaylara ulaşmış oluyoruz.


    Union Club Kuruluş Nizamnamesi

    UNION CLUB
    Tesis tarihi: 1908
    Komite:
    Başkan: Mr.Whittal
    Kasadar: James LaFontaine
    İdare heyeti: Nurizade Ziya, Cemil Paşa, Rıfat Bey, James LaFontaine

    Union Club, atletik ve spor oyunlarının bütün çeşitlerinin gelişimi ve tanıtımı için ve bu sportif cereyanları icra etmek için uygun bir mecra sağlamak üzere Türk ve İngiliz centilmenleri tarafından tesis edilmiştir. Kulüp saha bina ve müştemilatı, Kadıköy Papaz Bahçesi’ne yerleştirilmiştir ve şunları içerir:

    1) 500 metrelik At yarışı ve Bisiklet parkuru
    2) Kriket, Futbol, Rugby, Hokey ve diğer sporlar için çim saha
    3) 1000 kişilik tribün
    4) Resepsiyon, özel balkonlar, restoran, bar, kart oyunları odası, özel soyunma odaları ve kulüp binası
    5) Tenis kortu
    6) Patenli hokey pisti
    7) Güreş platformu

    Kulüp, Eylül ayında bütün eksik işleri tamamlanarak kesin olarak açılacaktır. Şu anda devam eden çalışmalar açılış tarihine kadar bitirilecektir.

    Üyelik:
    A) Tam Üyelik: 2 lira giriş (ilk yıl için), 4 lira üyelik sözleşmesi – kulüp evi, tribünler ve saha kenarı için
    B) Normal Üyelik: 1 lira (ilk yıl için), 2 lira üyelik sözleşmesi – tribünler ve saha kenarı için
    C) Saha kenarı üyeliği sadece 1 lira

    Bütün sorularınız için icra ve idare komitesi sekreteri James LaFontaine’e başvurunuz.

    Görüldüğü üzere Union Club, sadece futbola değil, tüm spor dallarında faaliyet göstermek için kurulan ticari bir işletmeydi. Kulübe üç tip üyelikle giriş yapılabiliyordu.  Günümüzün sağlık ve sosyal kulüplerinin üyelik sistemine çok benzeyen bu sistem, Union Club’ı dönemin diğer kulüplerinden ayıran en önemli unsurdur.

    7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald and Eastern Express gazetesinden

    Saha Kiralanıyor

    Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuş süreci ikiye ayrılır.

    İlkinde, yaptığı maddi katkının karşılığını sahada başarı olarak alamaması belirlemiş, Başkanlığı bırakmış ve Union Club’ın kuruluşunda mesai harcamaya başlamıştır. Bu süreç 1910 yılına kadar devam etmiştir.

    Peki 1910 yılına kadar geçen sürede Başkan olmadığı yıllarda Nurizade Ziya Bey ile Fenerbahçe Kulübü arasındaki ilişki nasıldı?

    Bu süreçte Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkisini kesmediğinden eminiz. Ancak kulüp içerisinde aktif görev almadığı da bir gerçektir. Kendisinin başkanlığı bırakmasından sonra antrenman yapacak yer bulmakta zorlanan takımın, malzeme ve ekipman tedarikinde de sıkıntı çektiği kaynaklara yansımıştır.

    Kulüp üyeleri, Fenerbahçe’deki üyeliği devam eden Nurizade Ziya Bey’den yardım talep etmişlerdir. Bu yardım talebini karşılıksız bırakmayan Nurizade Ziya Bey, oyuncuların Union Club sahasında antrenman yapmaları için gereken meblağı, kurucusu olduğu Union Club’a ödemiştir. Bu meblağ Dağlaroğlu’na göre 17 lira, Nurizade Ziya Bey’in torunu Nazan Songülen Karakaş’a göre 20 liradır. Esat Nasuhi Baydar’ın 1913 yılındaki ifadesine göre, Fenerbahçe takımı bu sahada idman yapmaya başladıktan sonra İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştır.

    Fenerbahçe’den İstifa

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den istifa tarihi olarak Dağlaroğlu, 1910 yılını verir. Bu tarih Fenerbahçe’nin katıldığı İstanbul Futbol Ligi’ndeki 2. sezonuna işaret etmektedir. İlk sezonda aldığı 5.likten sonra, bu sezonda da takım başarısızlığını sürdürmiş, kötüleşen durum ile birlikte de Nurizade Ziya Bey, kulüpten istifa etmiştir.

    “Kötüleşen durum” ifadesinin altında yatan nedenleri maddiyata bağlamanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. Union Club’ın kurucularından biri ve aktif yöneticisi olarak Nurizade Ziya Bey’in bu dönemde Fenerbahçe’deki arkadaşlarının taleplerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim Nazan Songülen Karakaş’ın, “Ziya Bey’i darıltıyorlar ve Ziya Bey kulüpten ayrılıyor” ifadesi bu yargımızı desteklemektedir.

    İstifa edip kulüple ilişkisi kesildikten sonra kulübün içine düştüğü maddi sıkıntılar,  Nasuhi Esat Baydar’ın anılarında yer verdiği şu satırlarda gizlidir:

    “Fenerbahçe Spor Kulübü birkaç sene, yersiz ve yurtsuz kaldı. Beş kuruş aylık taahhütlerimiz ile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da (evlerimizin) misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız haline gelen bir semaverimiz vardı. Şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık.”

    Nurizade Ziya Bey’in başkanlıktan istifa etmesinden sonra Fenerbahçe, Ayetullah Bey başkanlığı altında yönetilmeye başlandı. Ayetullah Bey’in kulübü ayakta tutmak için gösterdiği çaba, Üsküdar Kulübü ile birleşme görüşmeleri; Kuruluş araştırmalarımızın sonraki bölümlerinde ele alınacak konulardır.

    Şimdi Nurizade Ziya Bey’in hayatının sonraki yıllarına göz atalım. Bu yıllar, siyasi kimliği ve sosyal statüsü hakkındaki önermelerimizi desteklemesi açısından gayet önemlidir.

    Yeni Belgeler

    Fenerbahçe Tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın açılışından bir kaç yıl sonra Fenerbahçe’ye döndüğü ancak herhangi bir görev almadığı yazılmaktadır. Cemil Paşa’nın Union Club’ın beklenen geliri getirmemesi ve Balkan Savaşı’nın ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kulübün el değiştirmesine yönelik ifadeleri bu bilgiyi desteklemektedir. Nitekim Fenerbahçe 1912 yılında ilk şampiyonluğunu almış, ayakları üstünde duran bir kulüp haline gelmişti. Döneme ait herhangi bir kaynakta Nurizade Ziya isminin geçmemesi, 1910 yılında yaşanan kırgınlığın izlerinin sürdüğünün bir göstergesidir.

    Nurizade Ziya Bey’in ismine 1910 yılından sonra ilk kez 1918 tarihli bir belgede rastladık. Bu belgede Nurizade Ziya Bey, Almanya’nın Frankfurt şehrine eğitim almak için gittiği belirtiliyordu. Belgede dikkat çekici nokta, Duyun-u Umumiye idaresinde memur olarak göreve başlayan Nurizade Ziya Bey’in artık “müfettiş” olduğuydu.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    9 Mart 1921 tarihli Evening Mail gazetesinden

    Londra Konferansı’nda

    Almanya’dan yurda ne zaman döndüğünü bilmesek de Dağlaroğlu’nun dile getirdiği 1921 yılında gerçekleşen Londra Konferansı’na katıldığı bilgisine sahiptik. Yukarıda göreceğiniz belge ile hem bu bilgiyi doğrulamış, hem de Nurizade Ziya Bey’in birkaç faaliyetini daha gün yüzüne çıkarmış oluyoruz. Evening Mail Gazetesi arşivinden elde ettiğimiz bu belgede, Kurtuluş Savaşı sürerken Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti adına katılan heyette yer alan Nurizade Ziya Bey’in bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamada Nurizade Ziya Bey, konferansa gelmeden önce üzerinde tartışma yaşanan bir mesele için Samsun ve Trabzon’a seyahatler yaptığını dile getiriyor. Açıklamasının altındaki imzadan heyetteki görevinin “Secretary” yani “Katiplik” olduğunu anlıyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    Suna ve İnan Kıraç Vakfı (İstanbul Araştırmaları Enstitüsü) arşivinden.

    Fenerbahçe’deki Son İki Fotoğrafı

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe Kulübü ile olan ilişkilerinin 1910’dan sonra mesafeli olduğunu ve kulüpte herhangi bir görev almadığını biliyoruz. Bugüne kadar yaptığımız kaynak taramalarında kendisine ait iki fotoğrafa rastladık. İlki Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde adı İttihat Spor olarak değişen Union Club Sahasında yaptığı konuşma sırasında çekilen (yukarıdaki) fotoğrafı. Bu fotoğrafın hikayesini geçtiğimiz hafta yayınladığımız Refet Paşa’nın Fenerbahçe’yi Ziyaretiyazısında yayınlamıştık.

    Son olarak 1923 yılındaki Fenerbahçe – Slavya maçı öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşarak araştırmamızın sonuç kısmına geçiyoruz. Bu fotoğrafta “Fenerbahçe Kurucusu” olarak tanımlanan Nurizade Ziya Bey, dönemin Fahri Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile görülmektedir.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    24 Temmuz 1339 (1923) tarihli Spor Âlemi dergisinden.

    Sonuç

    Türk Spor Tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalarımızı bu eksikliği gidermek üzerine yoğunlaştırmamızın nedeni de erken dönem futbolun siyasetle olan ilişkisinin yadsınamaz boyutta oluşudur. Cumhuriyet döneminde ise bu ilişkinin, kulüpler ve siyasi iktidarlar için, karşılıklı fayda sağlama gibi amaçlar güttüğü ortadadır.

    Ancak Fenerbahçe Tarihi özelinde yapılan “Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki Partisi’ne dayanarak var olduğu” yargısı dayanaksızdır. Çünkü Fenerbahçe’yi kuran kadro, İttihat ve Terakki’yi meydana getiren  felsefeden gelmiştir. Araştırmalarımızı Tanzimat dönemine  dayandırmamızın sebebi de budur. Zira kurucular yalnızca dönemin şartları gereği bu ilişkiyi kurup, geliştirmemişlerdir. Felsefeleri, Jön Türk hareketinin yarım yüzyıl içerisinde gelişen düşünüşleri ile paraleldir.

    Nurizade Ziya Bey’in Batıcılığı ile Enver Hoca’nın Türkçülüğünün, “Jön Türk” ve devamında “İttihatçı” hareket içerisinde karşılığı vardır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki döneminde desteklenmesinin nedeni, kurucularının felsefesinden kaynaklanmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu bu önermemize net bir örnektir. İngiltere ile ilişki kurmak isteyen parti yönetimi Nurizade Ziya Bey aracılığı ile bunu gerçekleştirmeyi amaçlamış, Mehmed Rıfat Bey örneğinde de görüldüğü gibi başarılı da olmuştur. Selim Sırrı Tarcan da Nurizade Ziya Bey’in aktif bir İttihatçı olduğunu söylemektedir. Bu yargılarımız, Nurizade Ziya Bey’in Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara Hükümeti’ne verdiği diplomatik katkıyla da desteklenmektedir. Henüz belge ve kaynaklar ile doğrulanmasa da; Nurizade Ziya Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ankara’da oturduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile yakın ilişkide olduğuna dair ortaya atılan tezler de bulunmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu, eksikliğini vurguladığımız tarih yazıcılığının içerisinde değerlendirilebilecek meselelerden birisidir. Genellikle “Nurizade Ziya Bey ve birkaç İngiliz arkadaşı tarafından kurulduğu” yazılan bu işletmenin, ortaya çıkan belgeler ve yeniden değerlendirilen kaynaklardan sonra Türklerin çoğunlukta olduğu bir heyet tarafından kurulup, yönetildiğini bugün ortaya koymuş bulunuyoruz. Sermayesinde Türklerin ve Fenerbahçe kurucularından Nurizade Ziya Bey’in payı olan bu kulübün inşa ettiği stadın, Şükrü Saracoğlu döneminde Fenerbahçe’ye verilmesi, sadece Saraçoğlu’nun Fenerbahçeliliği ya da İttihatçı gelenekten gelmesi ile açıklanamaz.

    Fenerbahçe Stadı’nın temelinde kurucusunun sermayesi vardır.

    Barış KENAROĞLU

  • Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Galatasaray kurucusu Ali Sami Yen’in 1959 öncesi şampiyonluklar konusunda Fenerbahçe’nin tezlerini destekleyen yazısını hatırlarsınız. O belge Şehir Üniversitesi arşivinden çıkmıştı. Yine aynı yerde, bu defa Türk futbolunun meşhur ekibi “Black Stockings” yani Siyah Çoraplılar’a dair bir gazete kupürü bulduk. Fenerbahçe’nin kuruluşunu bu takıma dayandırıp 1899’a çekmeye çalışan bakış açısının ne kadar yanlış olduğunu, burada verilen isimlerden çıkartmak mümkün… Fenerbahçe’nin kuruluş tarihi 1907’dir ve kurucuları da bellidir. Fenerbahçe tarihinin mübalağa ve mugalataya ihtiyacı yok. Posterlerimizden kimseyi çıkartmadığımız gibi, kimseyi eklemiyoruz da… İşte Siyah Çoraplıların hikayesi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Eski futbolcularımızın hepsi bu sporun merakına teşvik edilmeden aşılanmışlardır. Memleketimizde ilk önce futbol Rugby oynanmıştır. Bu spor evvela İzmir’de sonra İstanbul’da mahdut bir zaman için tatbik edilmiştir. Türk müntesipleri pek azdır, hatırlarda kalanı İçerenköylü Osman Pehlivandır (Tamburacı olan değil). Rugby’yi hemen Football Association, yani bugünkü futbol takip etmiştir. Bize ilk defa maç seyretmek fırsatını vermiş olan, oyunlarını gıpta ve hayranlıklarla seyretmiş olduğumuz eski üstatları hatırlamak kadirşinaslığını göstermek zamanı gelmiştir. Futbolcu çağlarının üzerinden yarım asır geçmiş olan bu sporcularımızdan ancak on-on beş kadar mümessil kalmıştır.

    Kendilerinin Sunderland müsabakası münasebetiyle, sporsever halkımıza tanıtılmalarını düşünerek, hissettiğim bu lüzumdan birkaç arkadaşa bahsettim. Bu fikre sarılmaları beni teşvik etti.

    Arkadaşlarımızdan Şevket Davran onlar nezdlerinde bir röportaj yaparak futbolu nerede gördüklerini ve bu spora nasıl başladıklarını tespit etti. Bu suretle futbolumuzun tarihini en salahiyetli ağızlardan öğrenmiş oluyoruz. Diğer bir arkadaşımız, Adnan Fuat Aral bu hatıraları toplayarak bir broşür halinde neşretmek hizmetini üzerine aldı.

    Bu kıymetli müessis futbolcularımızın içinden bilhassa ikisi idari işlerde, çok hizmet etmişlerdir. İlk teşkilatı yapan “League”i (futbol birliğini) kuran, nizamnamesini yapan, İttihad Spor Kulübü’nü (Union Klub) bugünkü Fenerbahçe kulübünü tesis eden ve orada Türklerle İngilizler arasında bir spor bağlılığı vücuda getiren avukat Mister Henry Pears ile, bıkmadan çalışmış olan Mister James LaFontaine’in ve Fuat Bey’den sonra kaptanımız Horace Armitage’ın hatıralarını toplamak ve onları da halkımıza tanıtmak zevkli bir vazife olurdu. Ne yazık ki üçünü de kaybetmiş bulunduğumuzdan onları saygıyla yad etmekle iktifa edeceğiz. Bu kıdemli üstatlarımızın içinde ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü futbol mazimizin kıymetli bir hatırasıdır. Futboldan maada tenis, kriket, avcılık, golfda da temayüz etmiş ve bahriye zabiti olmak dolayısıyla, deniz sporlarıyla da uğraşmıştır.

    Fuat Hüsnü Kayacan ve Arkadaşları

    Fuat Hüsnü’yü takiben, 1901 senesinde başka Türk gençleri de futbol oynamak teşebbüsünde bulunmuştur. Teşkil ettikleri “Black Stocking” (Siyah Çorap) takımının fahrî reisliğine ediplerimizden Ali Ferruh Bey’i ve reisliğine de tanınmış sporcularımızdan Selman ve Melih Açba’nın babaları Dr. Rasim Paşa’yı getirmişlerdir.

    Kırmızı beyaz takımda Hasan Fuat, Şevki (eski bisikletçi ve fabrikatör), Kemani Nuri Duyguer (şimdi konservatuarda), Mehmet, Hanende Hafız Mustafa, Topçu Zabiti Cevdet (1914 Cihan Harbi’nde şehit olmuştur), Osman (Harbiye nezaretinde idi. Şimdi emeklidir. Moda’da oturur), Udi Ali, Muallim Mazhar (Galatasaray’ın ilk takımında müdafii)… İsimlerini saydıklarım takım halinde 08.11 1901’de bir resim çektirmişlerdir (Bu resim Galatasaray Spor müzesindedir)

    Takımın kurucusu, umumi katip ve umumi kaptan Robert Kolej lisan muallimlerinden Reşat Danyal Bey idi. Kendisi zamanının kürek şampiyonu idi. Kulübün katipliğini Hicaz Demiryolu İdaresi mensuplarından Neşet Bey, futbol kaptanlığını Fuat Hüsnü yapıyorlardı.

    Saydığım zevatta maada, takıma: Mehmet Ali, Neşet, Emcet, Filozof Rıza Tevfik, Ercüment, Thalis, Paçko, Marko ve Jan Popoviç de iltihak etmişlerdi.

    İlk ve Tek Maç

    Bu futbol takımı o zamanki bir Rum takımına karşı yaptığı tek maçta 5-1 mağlup oldu. Şeref sayısını Fuat Bey yapmıştı. Bu maç hakkında Fransızca Servet gazetesi takdir edici bir makale yazınca, mevzu üzerinde derhal duruldu. Zaptiye nazırı Şefik Paşa bu genç teşekkülü, ikinci bir maç yapmasına meydan vermeden, Kuşdili karakolu komiser muavini Azmi Efendi delaletiyle dağıttı. Reşat Danyal Bey İran’a gönderildi. Azadan Fuat Kadıköy ve Moda kulüplerinde (Bobi) ismi altında bir müddet oynadıktan sonra merhum Mazhar Hoca ve Nuri Bey ile birlikte 1905’te teşekkür eden Galatasaray’ın idmanlarına katıldılar. Fuat Hüsnü Galatasaray’da kaptanlık ettikten sonra futbolu bıraktı ve Fenerbahçe kurucuları arasında yer aldı.

    Görüyoruz ki bu ilk teşebbüsten sonra maçlara devam ederek kalburun üstünde kalabilen tek oyuncumuz Fuat Hüsnü’dür. Onun için kendisini ilk Türk futbolcusu olarak tanıyoruz.

    Kurulmasıyla dağılması bir olan Black Stockings’ten sonra aynı gayeye sarılan ve zamanının darbelerine dağılmadan dayanan ilk Türk kulübümüz de Galatasaray olmuştur.

    Ali Sami Yen / Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Ali Sami Yen, yazısında 1904 yılındaki Kadıköyspor‘u da saymış.
    Üst Sıra, Soldan Sağa : Grigoriadis, Moiz, Vasilyadis, Daruci, Henry Pears, Yorgo
    Alt Sıra, Soldan Sağa : Todori, Horace Armitage, James LaFontaine, Fuat Hüsnü Kayacan, Toto, Kimon

  • Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?

    Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?

    Bugün konuk bir yazarımız var. Türk sporunun hurafe, mugalata ve mübalağa dolu tarih yazımına “Belgeler konuşur” diyerek özgün ve tutarlı bir bakış açısı getiren Serhan Oytun Eroğlu, harf devriminden önceki kaynakları taramak suretiyle çok ciddi bir veritabanı oluşturdu. Bazı “işime geldiği kadar söylerim” tipi yazarların aksine, eksik gedik bırakmayan yorumuna daha çok mecrada rastlamak ve kitaplarda buluşmak temennisiyle diyelim. Ve “Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?” sorusunun yanıtı için sözü kendisine bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Giriş

    1921 yılının Nisan ayında düzenlenen ikinci Galatasaray Kupası, hatırlarda en çok da oynanamayan Beşiktaş-Fenerbahçe maçı ile kaldı. İki takımın eşleştiği ikinci tur maçlarından hemen önce turnuva nizamnamesinde değişiklik yapılınca, Beşiktaş maç günü turnuvadan çekilmek zorunda kaldı. Fakat konunun bilinmeyen yönleri var. Bunlardan biri de, kupadan sarf-ı nazar eden Beşiktaş’ın Sarı-Lacivertlilerle aynı saatte, -hususi bir maçta da olsa- yine de karşılaşmak istemesi ve bu yönde bir teklifte bulunması..

    İlki 1920 yılında, Galatasaray’ın kuruluşunun 15. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen Galatasaray Kupası’na, 1921’de İstanbul’un resmi mahiyetteki 3 liginden de kulüpler davet edildi. İstanbul Futbol Birliği Ligi’nden Galatasaray dışında Fenerbahçe ve Anadolu; İstanbul Türk İdman Birliği Ligi’nden Vefa, Darüşşafaka, Beylerbeyi ve Hilal, Pazar Birliği’nden Stella, bu sezon hem İstanbul Türk İdman Birliği Ligi’nde hem de Pazar Ligi’nde mücadele eden Beşiktaş, ve son olarak bir Ermeni karma takımı olmak üzere toplam 10 takım kupada boy gösterdiler.

    14 Nisan günü Galatasaray Sultanisi’nde yapılan kur’a çekiminde Stella ile eşleşen Beşiktaş, bu İngiliz-İtalyan-Rum karması takımı 2-0 ile turnuva dışı bıraktı.

    İkinci Turda Fenerbahçe-Beşiktaş Eşleşiyor

    17 Nisan’da oynanan maçlardan sonra..“…Neticede Pazar gününün galipleri Vefa, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray kulüpleridir ki çekilen kurada önümüzdeki Cuma günü kimlerin karşılaşacağı tayin edilip ber vech-i ati tespit edildi: Beşiktaş-Fenerbahçe, Galatasaray-Vefa, Hilal-Ermeni muhtelit takımı karşılaşacaklardır. Fenerbahçe-Beşiktaş müsabakası her halde Cuma gününün en ehemmiyetli ve en heyecanlı bir oyunu olacaktır. Temaşaya pek layık ve hararetli bir suretde cereyan edeceği şimdiden tahmin edilmektedir.” (1)

    “Pek Gülünç Bir Hale Giren Turnuva…”

    İkinci tur kur’alarının çekilmesinin ardından, “..turnuva heyeti, nizamnamenin beşinci maddesinin kendisine bahşettiği salahiyete istinaden (yetkiye dayanarak)” (2), turnuvanın kalan maçlarında her kulübün sadece kendisine kayıtlı oyuncularla sahaya çıkabileceği yönündeki hükmü içeren bir ta’mim hazırlayarak kulüplere gönderdi. Tarih: 18 Nisan 1921

    Kur’aya göre Beşiktaş ve Fenerbahçe 22 Nisan günü karşılaşacaklardı. Ama…

    “Fenerbahçe-Beşiktaş——Çekilen kura mucibince ilk oyun Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında idi. Müsabakaların muntazam bir program tahtında icrası ve karışıklığa meydan vermemek için, Galatasaray Kulübü hafta içinde turnuva müsabakasına iştirak eden kulüplere birer tezkere yazarak her kulübün kendi oyuncularıyla isbat-ı vücud etmelerini bildirmişti. Fakat Beşiktaşlılar Union Kulüp’ten Bekir ve sabık Union Kulüp azasından Refik Beyler’i geçen hafta takımlarına ithal ettiklerinden bittabii Galatasaray Kulübü buna itiraz etmiş ve binnetice Beşiktaşlılar sahadan çekilerek Fenerbahçe galip addedilmiştir.” (3)

    İkdam gazetesinin, Galatasaray’ın tutumu için kullanılan “bittabii” kelimesinin de seçimi ile tamamen bir haber-yorum halini alan bu metnindeki içerik; Türk futbol tarihinin yaygın anlatımında, sanki o günün futbol kamuoyu konuyu ittifakla bu şekilde ele almış gibi bir kesinlik ile aktarılmıştır. Halbuki, tek yönlü olmayan bir beslenme ile, böyle bir fikir ve kanaat birliğinin o günlerde mevcut olmadığını tespit etmek hiç de zor değildir. Zira vakıalar bize meselenin, İkdam’ın aktardığı kadar basit olmadığını gösteriyor.

    Aynı gün yayınlanan Alemdar gazetesi, haberinin merkezine, ”tertip heyetinin bir takım keyfi değerlendirmelerle değiştirmek istediği kararları” koyuyordu:

    “İşte bu senenin turnuvası da garib bir suretde cereyan edip gidiyor. Heyet-i tertibiye ilk kabul ettiği müsabaka şerait ve talimatını ikinci hafta nakz (bir sözleşmeyi yok saymak) ediyor….Beşiktaş Fenerbahçe arasındaki müsabaka da heyet-i tertibiyenin bir takım mülahazat-ı keyfiye (keyfi düşünceler) ile tebdil etmek (başka şekle sokmak, değiştirmek) istediği kararlar üzerine yapılamadı. Beşiktaş da iştirak etmedi..” (4)

    Kural Sonradan mı Değişiyor?

    Hakikaten de, ilk tur maçlarına bakıldığında, takımların sadece kendilerine kayıtlı oyuncularla oynama zorunluluğunun bulunmadığını, bu zorunluluğun Beşiktaş ile Fenerbahçe’nin eşleştiği ikinci tur kuralarının ardından getirildiğini görüyoruz. Bu noktada Beşiktaş’ın, adları geçen iki yıldız oyuncuyu -yine yaygın anlatımın aksine- oynatmakta ısrar etmediğini ve birazdan göreceğimiz gibi, turnuva tertip heyetinin kararını -bütün keyfiliğine rağmen- saygıyla karşılayarak kupadan “sarf-ı nazar” ettiğini de belirtmek gerekiyor.

    Alemdar, 2 gün sonra da, turnuvanın birden fazla nedenle artık “gülünç” hale geldiğini ve Fenerbahçe’nin, Beşiktaş karşısında “garip bir suretde galip addedildiğini” yazacaktı.

    “Fenerbahçe-Ermeni Takımı——Bundan sonra, mevsimsizliği, idaresindeki karışıklığı, keyfi hükümleriyle pek gülünç bir hale giren “turnuva”nın -garip bir suretde son galibler(in)den addedilen- Fenerbahçe ile Ermeni takımı sahaya çıktılar.” (5)

    Tertip heyetinin bu eleştirilere ilk cevabı “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih (Açıklama)” başlığıyla, bunun ardından olacaktır (6). Ben şimdi, Hamza Osman Bey’in “Tavzihi Tavzih” başlığı ile yine Alemdar’da yayınlanan makalesinde (7) problemli olarak gördüğü ve madde madde ele aldığı hususları, ve Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nün bunlara dair yaptığı son izahatı (8) birbirini takip eder şekilde aktarıyorum.

    Burada dikkati çeken bir nokta olarak şunu da söyleyeyim… Hamza Osman Bey’in ilk makalesine karşı taraftan verilen ilk cevaplar “Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi” diye başlarken, üçüncü ve aşağıda naklettiğim cevapların bulunduğu izahata “Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nden” diye başlanmıştır.


    Üç Resmî Ligde Müsabakalar Yapılıyor. Turnuva Zamansızdır.

    Eleştiri:
    “Evvela, turnuva mevsimsiz tertib edilmiştir. Çünkü malum olduğu üzere İstanbul’un futbol ile meşgul olan kulüpleri üç ligde resmi müsabakalarını yapmaktadırlar. Bu maçlar henüz neticelenmemiştir….Kulüplerin muhtelit timlerle iştirak etmeleri esbabını da (sebeplerini de) kısmen bu mevsimsizlik doğurmuştur”

    Açıklama:
    ”Galatasaray Sultanisi’nde vuku bulan murahhaseyn içtimaında (temsilciler toplantısında) heyet-i tertibiye (düzenleme kurulu) turnuva günlerine tesadüf edecek resmi müsabakaların tehiri veyahud turnuvaya adem-i iştirak (katılmama) şıklarından herhangi birisinin kabulünde bütün kulüpleri serbest bırakmıştı. Binaenaleyh turnuvaya iştirake karar verdikten sonra, hiçbir kulüp için ‘turnuva mevsimsiz tertib edilmiş olduğundan bütün oyuncularımızı sahada isbat-ı vücud ettiremedik’’ gibi bir mazeret kabil değildir. Bununla beraber zannediyoruz ki hiçbir kimse veya cemiyet, her kulübün olduğu gibi Galatasaray’ın dahi istediği zaman müsabaka tertib edebileceğine dair olan hakkını teslim etmesin ve ümid ediyoruz ki zat-ı alileri dahi bu hakkı teslim etmek suretiyle itirazınızı bizzat ıskat edersiniz (hükümsüz bırakırsınız)”

    Kulübün bu açıklaması, (ve özellikle “heyet-i tertibiye turnuva günlerine tesadüf edecek resmi müsabakaların tehiri veyahud turnuvaya adem-i iştirak şıklarından herhangi birisinin kabulünde bütün kulüpleri serbest bırakmıştı” ifadesi); samimiyetle ilgili, kamuoyunda mevcut olduğu anlaşılan soru işaretlerinin muhtemel kaynağının ipucunu da veriyor. Anlaşılan o ki; İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve Pazar Ligi kulüplerinin, resmi liglerini tehir etmek (ve belki de bunların yarıda kalmalarına giden yolu açmak) mecburiyeti ile, davet edildikleri (ve 3 İstanbul Futbol Birliği kulübünün de katıldığı) bir turnuvaya katılmamanın yol açacağı (‘çekindiler’ vs. gibi) dedikodulara, ithamlara katlanmak arasında bırakıldıkları düşünülüyordu.

    Alemdar gazetesinin, iki farklı makalede öncelik vererek ve ısrarla bu konu üzerinde durması dikkat çekicidir. Doğrusunu söylemek gerekirse; bu turnuva nedeniyle birer hafta ara verilmesine rağmen, İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve Pazar Ligi maçlarının da, İstanbul Futbol Birliği Ligi maçları gibi, mayısın üçüncü haftası itibarıyle sona ereceği bir takvimde, turnuvanın neden mayısın ikinci yarısına planlanmadığı, sorulması tabii bir sorudur. Nitekim, “Pazar Birliği Turnuvası” da Pazar Ligi’nin sona ermesinin ardından düzenlenmiştir. Galatasaray Kupası da, en nihayetinde, 1 hafta içinde final turunun ilk karşılaşmasının da dahil olduğu 11 maçının başarıyla oynanabilmiş olduğu bir turnuvadır. (Final turu G.Saray, F.Bahçe ve Ermeni karma takımı arasında 24 Nisan, 29 Mayıs ve 2 Haziran tarihlerinde oynandı)

    Neyse ki, bir önceki paragrafta bahsettiğim durumlardan hiçbiri söz konusu olmamıştır. Hem takımlar turnuvaya iştirak etmiş, hem de ligler tamamlanmış ve şampiyonları tayin edilebilmiştir.


    “Heyet Samimi Olsaydı Önceki Seneye Atıfta Bulunmazdı”

    Eleştiri:
    “Saniyen (ikinci olarak), “kulüplerin turnuvaya iştirak etmek zahmetini ihtiyar etmeyen (tercih etmeyen) bazı takımların” oyuncularını almak suretiyle kendilerini takviye etmeleri geçen seneden verilen numuneye imtisal etmekten (numuneyi örnek olarak alıp ona ayak uydurmaktan) ibarettir. Eğer muhterem heyet-i tertibiye bu sene hakikaten “kulüpler arasında caygir (yerleşmiş) olması elzem bulunan revabıtı (bağları) takviye ve teyid etmek” gayesini samimi olarak takib etse idi, sene-i sabıkaya (geçmiş seneye) imtisal etmez ilave edeceği bir madde ile kulüplere ancak “kendilerine mensub anasırla (unsurlarla, oyuncularla)” turnuvaya iştirak edebileceklerini de tefhim ederdi (bildirirdi)…”

    Açıklama:
    “..bir ecnebi takımına karşı Türk sporcularını temsil etmesinden dolayı o zamanki heyet-i tertibiyenin, Altınordu’nun kendisine mensub olmayan anasırla kendi takımını takviye etmesini nazar-ı mümaşatla (yoldaşlık bakışıyla) hatta nazar-ı memnuniyetle görmesi icab ediyordu. Halbuki bu sene müsabakanın şekli büsbütün başkadır. Her kulübe ayrı ayrı gönderilmiş olan davetname, hiç olmazsa zımnen olsun, herkesin ancak kendi anasırıyle iştirak edebileceğini ifham ediyordu (anlatıyordu). “

    Burada doğal olarak akla gelen soru, davetnamede, herkesin turnuvaya ancak kendi oyuncuları ile katılması gerektiği gibi somut bir hükmün açıkça değil de “zımnen” nasıl anlatılabildiğidir. Bahsi geçen davetnamenin metni bu cevabi yazıda paylaşılmadığı için, bunun hangi kelimelerle ve nasıl bir cümle ile yapılabildiğini bilmiyorum.

    Ve tabii neden açıkça değil de, zımnen anlatılmış olduğu da ayrı bir merak konusu olacak türdendir.


    “Hatanın Neresinden Dönsek Kardır Dedik”

    Eleştiri:
    “Salisen :17 Nisan 337’de icra edilen ilk müsabakalara muhtelit takımların iştiraki madem ki kabul edildi, sonuna kadar da devamına çar naçar katlanmak lazım gelirdi. Bu yapılmadan, keşmekeş, keyfi harekatı teyid iden nekatdan (noktalardan) biri de budur.”

    Açıklama:
    “3-‘Hatanın neresinden dönülürse kârdır’. Biz dahi, bilhassa daha ziyade teşevvüşata ve her kulübün son oyunlarda kendisine yabancı anasırla (unsurlarla) isbat-ı vücud etmesine (sahaya çıkmasına) mani olmak için böyle hareket ettik.”

    Bu, yoruma ihtiyaç bırakmayacak derecede zayıf ve düşündürücü bir izahat olsa gerektir.


    Kupadan Çekilen Beşiktaş Fenerbahçe’yle Aynı Saatte Özel Maç Yapmak İstiyor

    Eleştiri:
    “Rabıtan (dördüncü olarak): Beşiktaş-Fenerbahçe müsabakasında Beşiktaş’ın aldığı vaziyet hakkında futbol kapudanı Şeref Bey’den tekrar izahat aldım. Diyorlar ki: Beşiktaş Kulübü müsabakayı yalnız kendi anasırıyle icrayı maalmemnuniye (memnuniyetle) kabul etmiş idi. Yalnız oyun günü iki mühim oyuncu pek meşru mazeretlere müsteniden isbat-ı vücud edemediler. Bittabii biz de “kupa” maçlarına devam etmemekte -maalesef- muztar (çaresiz, mecbur) kaldık. Ve sahanın boş kalmaması için noksanlarımızı Union’dan (İttihat’tan) temin ederek bir egzersiz maçı yapmak teklifinde bulunduk. Galatasaray kapudanı beyefendi “hacet yok!” cevabında bulundular”

    Açıklama:
    “4- …Acaba turnuvanın ilk günü dahi böyle bir mazeretleri olduğundan dolayı mıdır ki, yine İttihatspor Kulübü’nün aynı oyuncularına müracaat lüzumu tahassul etmiş (ortaya çıkmış)! Bir de, madem ki egzersiz yapmak isteniliyordu, natamam her kulübün yapacağı gibi, Beşiktaş Kulübü dahi o sıralarda İttihatspor Kulübü’nde (burada stad kastediliyor) bulunan, kendi ikinci takımının oyuncularını oynatmak istemeyip de İttihatspor Kulübü’nden oyuncu istemeye neden muztar kalmış? Bir de bir egzersiz için neden bir meclis-i alenide (‘herkesin içinde’) İttihatspor Kulübü müdiranından (yöneticilerinden) müsaade istihsali (üretme) külfetine katlanmış? Bunlar hep muhtac-ı tenvir keyfiyetlerdir (aydınlatılmaya muhtac durumlardır). Bununla beraber Galatasaray kapudanının yapmak istenilen egzersize muvafakat göstermemesi mahaza vaktin darlığından. Çünkü saat ikide oyuna başlanılıp üçde hitam (son) verileceği cihetle bu teklif kendisine ancak saat 2.40’da serd edilmiş (ileri sürülmüş) olduğundan beyhude yere iki takımın bir müddet-i kalile (az bir süre) için sahayı işgallerine müsaade edemezdi.”

    Evet; Beşiktaş, sürpriz bir hamle ile, aynı gün için bir özel maç teklifinde bulunmuş fakat bu maçın oynanmasına da fırsat verilmemişti. Bununla ilgili izahatın ilk kısmında, Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü tarafından, Beşiktaş’a, Fenerbahçe ile yapacağı hususi bir maçta, kendisine kayıtlı olmayan iki oyuncuyu oynatmaya neden mecbur kaldığı soruluyor. Bunun, en mesafeli ve renksiz ifadeyle, “tuhaf” olmadığını söylemek mümkün mü?

    Diğer taraftan, hususi maç teklifinin 2.40’da yöneltilmiş olduğu doğru olsa bile (ki vakit azlığı o durumda nisbeten geçerli bir mazeret olarak kabul edilebilirdi. Çünkü biri Galatasaray-Vefa turnuva maçı diğeri de Süleymaniye-Altınordu lig maçı olmak üzere, onun ardından yapılması gereken 2 maç daha vardı). Galatasaray kaptanının cevabı meselenin aslında vakit darlığı değil de, başka bir şey olduğunu gösteriyor: “Hacet yok!”. Anlaşılan o ki, Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü yönetimi; Şeref Bey’in yaptığı özel maç teklifine, kendi genel kaptanının verdiği “Hacet yok!” cevabını “Vakit yoktu” ile revize etmişti.


    “Bu Redden Sonra Kabahat Kime Aittir?”

    Eleştiri:
    “Hamisen (Beşinci olarak): Karışıklığın esbabı meydanda. Bilhassa daima spor aleminde müfid (faydalı) bir yurd olarak tanıdığım ve bunu on-on iki senelik hayatında pek kati bir suretde isbat eden Beşiktaş Kulübü’nü de muaheze etmiş (eleştirmiş) olduğumu zannediyorum…. Bahusus Beşiktaş kapudanının…..turnuva heyetini müşkil bir mevkide bırakmaması için vaki olan, kupadan sarf-ı nazar ederek (vazgeçerek) “egzersiz” maçı yapmak teklifinin reddinden sonraki kabahatin kime aid olduğunu acaba muhterem turnuva heyeti bir lahzacık hayalinden geçirmek tenezzülünde bulındu mu? Tavzihname aksini isbat ediyor.”


    “Kural Hakikaten Uygulanıyor mı?”

    Eleştiri:
    “Sadisen (Altıncı olarak): Hükümler keyfi idi….Bazılarına memnu olan şeyler diğerlerine mübah olduğunu teyid edecek…heyetin tamiminden sonraki Hilal-Ermeni Muhtelit Takımı oyununda Hilal kalesinde bulunan gencin Beşiktaş kalecisi Haki Bey oluşudur. Acaba muhterem heyet-i tertibiye bu zatı Hilal’in malı olarak kabul ediyorlar mı?! Bir de Ermeni muhtelit takımında sağ iç oynayan Noyar Efendi ilk maçda Ermeniler’in de oyunu olduğu halde Stella takımında Beşiktaş’a karşı oynamıştı. Bunun ne suretle tevil edileceğini (çarpıtılacağını) öğrenmek her halde pek merak edilecek bir şeydir.”

    Açıklama:
    ”5- Heyet-i Tertibiye Haki Bey’i tanımadığı cihetle, bu hususta Hilal Spor Kulübü’ne lazım gelen ihtaratı ifa edememiş, ……Noyar Efendi’ye gelince, Noyar Efendi’ye mukabil Hilal Spor Kulübü’nün dahi kimsenin haberi olmaksızın Haki Bey’i oynatmak suretiyle her iki rakib arasında -nizamnameyi ihlal keyfiyetinde- tevazün hasıl olmuş (denklik oluşmuş) oluyor.”

    “Nizamnameyi ihlalde denkliğin” geçerli bir mazeret olarak görülmesi, “nizamnameye riayet arzusunun” bütün bu olan biten içindeki hakiki yeri ile ilgili ilave fikir vermesi açısından kayda değerdir.

    Konuyu, Hamza Osman Bey’in, makalesinin sonunda yaptığı nihai değerlendirme ile kapatalım:

    “Hülasa: Bu ahval gösteriyor ki, ef’al ile akval hiçbir suretle birbirine uymamakta, sözlerin güzelliği işlerin çirkinliği yanında sönüp gitmektedir. Ve yine zannımız da hala sabittir ki, bu haller doğrudan doğruya Beşiktaş’ın kolayca hazmedilecek bir lokma olmadığını görmekten ileri gelmiştir.”


    Fenerbahçe’nin Bu Olayda Rolü Ne?

    Bu, akla gelen en tabii sorudur. Öncelikle, bu maçla ilgili yapılmış haber ve/veya yorumların hiçbirinde -maçın oynanması açısından müspet veya menfi herhangi bir şekilde müdahil sıfatıyla– Fenerbahçe’ye rastlamadım. Öte yandan, bu süreçte hiçbir gazetede Fenerbahçe bağlamında bir “hareketsizlikten” dahi bahsedildiğini de görmedim. Dolayısıyla; Fenerbahçe’nin maçın oynanması yönünde bir irade ortaya koyduğunu söyleyemediğim gibi, maçın oynanmaması konusunda Galatasaray’la -sessiz de olsa- bir ittifak halinde olduğunu da söyleyemem. Hasılı bu nokta, şu an itibarıyle benim için de karanlıkta kalmış olan bir nokta..

    Son olarak, belki birçok kişi için yeni olacak bir bilgi vereyim. 1924 yılının kasım ayında oynanan maç, iki takımın birinci takımları arasındaki ilk maçtı. Ama Siyah-Beyaz ve Sarı-Lacivert formalar ikinci takımlar seviyesinde ondan önce 2 defa karşı karşıya gelmişlerdi.

    Bu karşılaşmaların ilki 1921 yılının haziran ayında oldu. Maçın skorunu bilemesek de, Fenerbahçe ikinci takımının rakibini mağlup ettiğini biliyoruz. İkincisi ise, 1924 yılının Ağustos ayında oynandı ve Fenerbahçe ikinci takımı Beşiktaş ikinci takımını 2-1 yendi.

    Serhan Oytun Eroğlu

    KAYNAKÇA
    (1) “Turnuva Maçları”, Hamza Osman, Alemdar, 19 Nisan 1921
    (2) “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih”, Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi, Alemdar, 28 Nisan
    (3) İkdam, 24 Nisan
    (4) “Turnuvanın İkinci Günü”, Hamza Osman, Alemdar, 24 Nisan
    (5) “Pazar Günkü Futbol Maçları”, Hamza Osman, Alemdar, 26 Nisan
    (6) “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih”, Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi, Alemdar, 28 Nisan
    (7) “Tavzihi Tavzih”, Hamza Osman, Alemdar, 30 Nisan,
    (8) “Sonuncu İzah-Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nden”, Alemdar, 7 Mayıs
    (9) İkdam, 28 Haziran 1921
    (10) Tevhid-i Efkar, 11 Ağustos 1924

  • Papazın Çayırı vs. Union Club

    Daha önce de burada (1) üzerinde konuşmuştuk; Papazın Çayırı denen yer, aslında bizim stadyumun bulunduğu bölge değil. Şu anda Maraton tribünün karşı tarafına denk gelen alanın adı, gel zaman, git zaman stadyumla beraber anılmaya başlamış. Oysa 1908 senesinde padişahtan istenerek (2) Union Club ismi verilen araziye bakınca ayrım daha iyi anlaşılıyor.

    Yukarıdaki görsel 1930 tarihli Jacques Pervititch haritasından bir bölüm. Tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.

    137 numarada bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu araziyi göreceksiniz. Şimdi kale arkasının olduğu yerde, o zamanlar stadyumun tek tribünü, tabiri caizse numaralısı var. Kalelerin biri Bağdat Caddesi’ne bakan kenarda, diğeriyse tabii onun karşısında. Cadde’nin hemen karşısında Papas Baghçesi adıyla bir park var. İşte orası, Papazın Çayırı.

    135 ve 136 numaralarda, bugün hala birer okul arazisi olan mektepler dikkatinizi çekecek.

    145 numara, Fenerbahçe tarihinde bir toplanma yeri olarak ehemmiyetli bir mekan, Hamdi’nin gazinosu görülüyor.

    143 ve 144 numaraların arasından geçen sokak ise, Fenerbahçe’nin 6 Haziran 1932 tarihinde yangında kaybettiği Kuşdili Lokali’nin bulunduğu Misk sokak.

    Farklı tarihlerde yapılan planları buldukça buraya eklemeye devam edeceğiz. Belki sonunda Kadıköy bir açık hava Fenerbahçe Müzesi haline gelir.


    (1) Papazın Çayırı Nerede?
    (2) Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

  • Papazın Çayırı vs Union Club

    Papazın Çayırı vs Union Club

    Daha önce de burada (1) üzerinde konuşmuştuk; Papazın Çayırı denen yer, aslında bizim stadyumun bulunduğu bölge değil. Şu anda Maraton tribünün karşı tarafına denk gelen alanın adı, gel zaman, git zaman stadyumla beraber anılmaya başlamış. Oysa 1908 senesinde padişahtan istenerek (2) Union Club ismi verilen araziye bakınca ayrım daha iyi anlaşılıyor. “Papazın Çayırı vs Union Club” demek, anılara bakılınca belki çok doğru bir tespit değil ama haritalar böyle demiyor.

    Yukarıdaki görsel 1930 tarihli Jacques Pervititch haritasından bir bölüm. Tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.

    137 numarada bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu araziyi göreceksiniz. Şimdi kale arkasının olduğu yerde, o zamanlar stadyumun tek tribünü, tabiri caizse numaralısı var. Kalelerin biri Bağdat Caddesi’ne bakan kenarda, diğeriyse tabii onun karşısında. Cadde’nin hemen karşısında Papas Baghçesi adıyla bir park var. İşte orası, Papazın Çayırı.

    135 ve 136 numaralarda, bugün hala birer okul arazisi olan mektepler dikkatinizi çekecek.

    145 numara, Fenerbahçe tarihinde bir toplanma yeri olarak ehemmiyetli bir mekan, Hamdi’nin gazinosu görülüyor.

    143 ve 144 numaraların arasından geçen sokak ise, Fenerbahçe’nin 6 Haziran 1932 tarihinde yangında kaybettiği Kuşdili Lokali’nin bulunduğu Misk sokak.

    Farklı tarihlerde yapılan planları buldukça buraya eklemeye devam edeceğiz. Belki sonunda Kadıköy bir açık hava Fenerbahçe Müzesi haline gelir.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / Papazın Çayırı vs Union Club


    (1) Papazın Çayırı Nerede?
    (2) Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri