Etiket: Vatman Hasan

  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu V

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu V

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu V.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yeni Yeni İsimler

    1949 yılında Fenerbahçe’de genç bir kadro oluşturduk. Silvio Guerson, David Filiba, Mordohay Habib, Erdoğan Yalkın, Reştan Aras, Orhan Zeren, Arşalon Arditti gibi genç isimlerin arasına başka gençleri de katmayı başardık.

    Bu arada İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrenci olan iki genç basketbolcunun üzerinde ısrarla duruyorduk. Bunlardan Ayduk Koray, İstanbulspor’da oynuyordu. Diğeri ise Enis Günşar’dı. O da İstanbul Erkek Lisesi’nden yetişmişti.

    Önce onların transfer işlerini hallettik. Sonra yine Vefa’ya el attık. Yeşil-Beyaz formalı takımda Affan Başak gibi pırıl pırıl bir genç yetenek vardı. Onu da çekip aldık.

    Bu arada Vitali Benazus gibi bir başka genç yeteneğin transfer işini de hallettik. İşler yoluna giriyordu yavaş yavaş. Fakat içimizde telafisi imkansız bir ukde vardı:

    “Ah bir de Sacit olsaydı…” diyorduk sevgili Muhtar’la.

    Bu Gençlere Bir de Antrenör Gerekiyordu

    Bu genç kadronun iyi bir de antrenöre ihtiyacı vardı. Onlara basketbolun inceliklerini en iyi şekilde öğretebilecek ve onları en iyi biçimde değerlendirebilecek bir antrenöre.

    Rahmetli Muhtar Sencer ile kafamızı bu konuya takmıştık artık. Benim aklıma daha ilk andan itibaren, Türkiye basketbolu en iyi bilen ve bu spora inanılmaz hizmetler vermiş olan Feridun Vasfi Koray’a takılmıştı. Beyni de, yüreği de basketbolla dopdolu bulunan sevgili Feridun Koray, Galatasaray kulübünde basketbolun en büyük mimarlarından biri olmuştu. Ancak Feridun, bir Galatasaraylı olarak Fenerbahçe basketboluna hizmete razı olur muydu?

    Feridun Koray’ın adı Muhtar’a da cazip geliyordu. Ancak bu teklifimizi kabul edebileceğine pek ihtimal vermiyordu. Benim ısrarımla bir kez ağzını aramamızı kabul ettiydi rahmetli arkadaşım. Feridun Koray ile bir sohbetimiz sırasında, aramızda kararlaştırdığımız üzere önce ağzını aradık. Sevgili dostumuz tepeden iner gibi konuştu

    “Fenerbahçe’yi çalıştırmamı mı istiyorsunuz?” diyiverdi birden.

    Bu kez ben en kestirme oldan cevapladım:

    “Evet”

    Muhtar, işin en zor ve sıkıntılı yönüne, lafı ağzında geveleyerek girdi: “Yanız Feridun şunu bilmeni isteriz ki…”

    Rahmetli Feridun Koray, cin gibi zeki bir insandı. Sözü nereye getirmek istediğimizi o anda anlamıştı: “Kes sesini, bayramlık ağzımı açtırma” diye tersledi Muhtar’ı, sonra her zamanki o tatlı ve neşeli haliyle bana döndü “Ne zaman çalışmaya başlıyoruz” diye sordu.

    Türk basketboluna unutulmaz hizmetleri olan ve bu sporun Türkiye’deki en büyük mimarlarından biri bulunan Feridun Koray, eski ve köklü bir Galatasaraylı olduğu halde, sanki doğuştan Fenerbahçeliymiş gibi aramıza katıldı. Dört elle işine ve takıma sarıldı, Fenerbahçe basketboluna şevkle hizmet etti. Hem de tamamen fahri olarak bu işi yaptı.

    Rahmetli Feridun Koray’ın Türk basketboluna ve Galatasaray’a olduğu kadar Fenerbahçe basketboluna da hizmetleri asla unutulamayacak kadar büyüktür. Uzun yılların bu sevgili dostunu da burada sevgiyle ve rahmetle anmak isterim. Nur içinde yatsın.

    Ve artık Fenerbahçe basketbol takımı, o yetenekli gençleri ve değerli hocasıyla iyi bir gelecek vaat etmekteydi.

    Artık Seyircimiz de Var

    Basketbol lig maçları İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu’ndaki salonunda oynanıyordu. Ve ilk seyircilerimiz de bu salonda boy gösterdiler. Onlar sadece iki kişide olsalar, bizim ilk vefakar seyircilerimizdiler. Biri İETT idaresinde tramvay vatmanlığı yapan Vatman Hasan, diğeri de aynı zamanda kulüp üyemiz bulunan Mevlüt. Biri Fenerbahçe uğruna tramvay idaresindeki işini, diğeri ise sağlığını kaybetmiş iki büyük Fenerbahçe aşığı.

    Sonra onlara bir üçüncüsü eklenmişti Mustafa Kevkep… Galatasaraylı bir babanın Fenerbahçe hastası oğlu.

    Vatman Hasan, 1958 yılında idaresindeki tramvaya Beyazıt’tan geçerken, kendisi gibi hasta Fenerbahçeli olan bir taksi şoförü arabasıyla tramvaya yaklaşıyor. Bizimki nispet verircesine sesleniyor: “Bizim takım İngiltere’den dönüyor, onları karşılamaya Yeşilköy’e gidiyorum”

    Fenerbahçe futbol takımı turneye çıktığı İngiltere’den dönüyor. Vatman Hasan hiç durur mu? Ani bir frenle tramvayı durduruyor ve bağlıyor: “Bekle ben de geliyorum” diye sesleniyor. Ve tramvaydan atlayıp arkadaşının taksisine biniyor hemen. Ver elini Yeşilköy.

    Koca tramvay Beyazıt meydanında bağlı kalıyor, yol tıkanıyor, ortalık birbirine giriyor tabii. Ve neticede Vatman Hasan da işinden oluyor tabii.

    Mevlüt, Fenerbahçe basketbol takımının hiçbir maçını kaçırmamıştı. Bunların da arasında elbette Galatasaray ile oynanan maçlar da vardı. Fakat sevimli insan hiçbir Fenerbahçe-Galatasaray maçını seyretmemiş, seyredememişti. Ya koridorlarda sigara üzerine sigara içerek volta atmış, ya da soyunma odasına kendini hapsetmişti. Ancak Fenerbahçe’nin galibiyeti garantilediği maçların son bir iki dakikasında salona girebilmişti Mevlüt. Fenerbahçe aşkıyla dopdolu yüreği, ezeli rekabetin potalar altındaki mücadelesinin heyecanını kaldıramamıştı bir türlü. Sonunda kalbinden hastalanmasında ve önemli bir açık kalp ameliyatı geçirmesinde bu heyecanın etkisinin olduğu da muhakkaktı herhalde. Ameliyattan sonra da basketbol maçlarındaydı Mevlüt. Bir maçta onu rengi kireç gibi bembeyaz halde ve her yanı titrer halde görünce hem üzülmüş hem de telaşlanmıştım. “Gelme artık şu maçlara ve Mevlüt” diyecek olmuştum. Acı acı gülümsemişti.

    “Fenerbahçesiz yaşamaya, yaşama der misin hoca?” diye söylenmişti.

    Fenerbahçe basketbolunun ilk seyircileri, Vatman Hasan, Mevlüt ve Mustafa Kevkep bugün aramızda yoklar. İlk sevinçlerimizi, üzüntülerimizi ve heyecanlarımızı paylaştığımız bu üç insanı da Fenerbahçe basketbolunun 50nci yılında sevgiyle, saygıyla ve rahmetle anıyorum.

    Cem ATABEYOĞLU

    (DEVAM EDECEK)

  • Tramvay

    Tramvay

    İslam Çupi, Antikacı Dükkanı başlıklı yazı serisinde İstanbul’un tramvay hikayesini ve efsanevi Fenerbahçe taraftarı Vatman Hasan’ı anlatmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tramvay

    Şimdi Taksim Tünel arasına konan gerçek eskisi, Sirkeci ve Vatan caddesinden çıkıp Zeytinburnu ve Esenler’e kadar giden tren azmanı vagonları ile, İstanbul’a “tramvay dönemi”nin raylarını döşeniyor, tekrardan…

    İstanbul’u eski İstanbul olmaktan çıkarıp, burayı 15 milyonluk bir kocaman “köy çöplüğü” yaptıktan, tarihi kültürü ve görgüsünün üstünden ağır bir “taşra presi” geçirdikten sonra, dükalığın caddelerine tekrar ray döşemek, 50 yıl öncesinin ulaşım zerafetini geri getirebilir mi?

    Yürüme terbiyesi kalmamış, birey ve toplu olarak taşınmanın bilincinde olmayan 15 milyonluk bir iki ayak birikintisine, İstanbul’un minyatür keyfi tramvay yerine, kasa tarafı bir stad genişliğinde oluşmuş, konteynerler imal etmek, daha uygun bir teknolojik üretim biçimi olur.

    1939 tarihinde devlet tarafından İstanbul tramvay şirketinden alınıp İETT’ye devredilen dükalığın bu sevimli ray trafiği, bir sürü romana hikayeye ve tiyatro eserine baş konuluk ettikten sonra, 1960’larda çürüyen diş gibi bu kentin ağızından yavaş yavaş çekilmeye başlanmış, 1965 yılında ise “işlem tamam” denerek, hangarı kapalı bir karanlığın küfünde yok oluşa terk edilmiştir.

    Tramvayla eski İstanbul semtleri biribirine müthiş bir uyum güzelliği içinde olur, sokaklar arasında tur atan sütçü, yoğurtçu, hallaç, bozacı, sakatatçı esnafı nasıl günün vazgeçilmez insan manzaraları ise, bu ray üstünde dolaşan araçlar da, günün başlayıp bittiğini çan sesleri ile haber veren yürüyen birer saat idiler, bu beldede.

    Saat sabah 04.00 veya 05.00’lerde bu şehrin en erkencilerini bir yerden alıp işlerine götüren tramvaylar, sonraki saatlerde talebeyi okula, memuru dairesine bırakır, gündüzleri ise emekliyi kahveye, ev kadınını semt pazarına ulaştırmak gibi, “full time” bir işlevi sürdürürdü. O zaman tek veya iki katlı bahçeli ahşap evler önünden geçen tramvayla bir boy orantısı tutturur, hane halkı ile vagonun içindekiler, başlayan günü birlikte selamlayan bir İstanbul bütünlüğü olur, tramvay durağı ile ev kapıları bazen yolculuk İçin, aynı dakikada açılan bir saatin akrep ve yelkovanına dönüşürdü.

    Eski İstanbul semtleri ile tramvaylar, tüm boğaz iskelelerine uğrayan vapurlar gibi, muhabbetli ve sevda dolu helezonlar çizer, sabahtan gece sonlarına kadar araç ve insanlar, kesintisiz bir dükalık valsi yaparlardı.

    Gökdelensiz İstanbul, tuğlasını göğe yapıştırmamış İstanbul, tramvay alçaklığında adeta kendi fotoğrafını yürürken görür, çalan “çan” bir hicazın veya nihaventin nağmelerini usta bir “ud”tan alıp sokaklara döker, tramvay arşı elektrik tellerinin biribirleri ile teması sonunda etrafa saçan şerareler, bu şehrin karanlığını mor lacivert karışımı bir aydınlığa boğardı.

    Tüm İstanbul’u değişmeyen bir tempoda turlayan tramvay, bir memurun masabaşı durağanlığına gizli şevkler katar, ray nağmeleri ergenlik dışına çok düşmüş ev kızlarına ilk flört için start verir, yaşlı kadın ve erkekler geçen katarlar çok tanıdıksa “bu hınzırla aynı yaştayız” diyerek, bir ömür böbürlenmesi yaparlardı, aracın arkasından.

    “Topkapı Bahçekapı” seferini yapan yıllanmış vatman Ramiz usta, kış bütün karı ve soğuğu ile semtlerin çatısına çökünce, hangi durakta kaç çocuğun hangi evden çıkacaklarını bilir, dört beş çan çalarak molasını uzatır ve tüm talebeleri okullarına ulaştırmak için, bir babacanlık hamiliğine soyunurdu.

    Pire Mustafa benim çocukluğumda “Topkapı Bahçekapı” hattında ençok dayak yemiş ademi idi, semtin…

    Pire Mustafa tramvaya biner binmez, ya bir kıza ya bir genç hanıma ya da evli bir çiftin dişisine, önce omuzlarını oynatarak sonra da kaş göz raksı yaparak, acaip morslar vermeye başlardı.

    Hareketler önce yadırganıp tepki çekmez, fakat tekrarlar çoğalınca, kız genç hatun veya dişinin yanındaki erkek sinirlenir, pire Mustafa’ya pazu ve ellerinde ne kadar delikanlılık varsa girişirlerdi, pata küta.

    Oysa pire Mustafa, hem aşırı derece “tik”li, üstelik had ölçüde kekeme idi, garibim.

    Ne “tik”lerini kontrol altına alma frenine sahipti, ne de bu “tik”leri günümüzde pek moda olan cinsel taciz için kullanmadığını anlatabilecek bir İfade yetisine.

    Hep dayak yedi anlıyacağınız tramvaya binmekten vazgeçinceye kadar…

    Vatman Hasan, 55 yıldır görüp tanıdığım en büyük ve hasta Fenerbahçelilerden biri idi.

    Bir pazar günü Fenerbahçe’nin Şeref Stadı’nda şampiyonluk maçı var, Hasan’ın da aynı saatlerde “Tünel Harbiye” hattında vatmanlık mecburiyeti.

    Hasan Tünel’den bir karış yüzle yolcusunu alır, başlar Harbiye seferine. Hasan mı kullanıyor aracı, yoksa tramvay mı gidiyor kendi kendine belli değil…

    Hasan bu tempoda Galatasaray Lisesi’ni, İstiklal caddesini geçiyor, Taksim anıtını dönüp Harbiye’ye doğru baş çevirirken, tramvayı bağlayıp, Ayazpaşa’dan aşağı vın maça… O zaman İstanbul’da bu günküne benzeyen bir trafik keşmekeşi ve cehennemi yok.

    Ama bağlanan tramvay arkadan gelenlerin yığılması ile, Taksim meydanını bir depo ve müze haline dönüştürüyor.
    Durumdan harekat dairesi başkanı İlter bey haberdar oluyor sonuçta.

    Adamın ilk sözü “Tramvayı bağlayan Hasan mı?” şeklinde başlayıp şöyle tamamlanıyor.

    “Fenerbahçe şampiyon olmasın da görür hergele. Yarın kovacağım görürsünüz.”

    Fenerbahçe şampiyon oluyor o gün ve Hasan kovulmaktan kurtuluyor.

    Tramvay haberlerinin çanları gazetelerde tek sütun çift sütun olarak çaldıkça, uzun bir ray turu yaptık, birlikte sizlerle.

    Nüfusu itibarı ile “medeni sınırı” çok aşmış, yerleşme çılgınlığı İtibarı ile dünyanın en büyük tımarhanesi durumuna gelmiş İstanbul’a, alay eder şekilde ikide bir, “oyuncaklarını teker teker geri vereceğim” demeyin sakın.

    Onlarla eski İstanbullular, anılarda oynasın artık..

    İslam Çupi / Taha Toros Arşivi