Etiket: Zeki Rıza Sporel

  • Namık Sevik

    Namık Sevik

    Pazar gününü buram buram hüzün kokan bir yazıyla geçirmek istemeyebilirsiniz ama o yazıyı İslam Çupi yazdıysa başka olur… Namık Sevik 21 Ağustos 1986 tarihinde bu dünyadan ayrıldı. Arkasında muhteşem bir gazetecilik kariyeri ve bir o kadar muazzam bir özlem bıraktı. İşte İslam Çupi, onun ölümünden 8 sene sonra bu özlemi anlatıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sazlar Çalınır Çamlıca’nın Bahçelerinde

    Üsküdar Kısıklı’dan Çamlıca tepesine doğru kıvrıla kıvrıla çıkan eski İstanbul yeşillikleri, yine aynı güzargahta, bu kentin efendilik, çelebilik imbiğinden geçmiş bir yığın renkli hayatlarına, sofa ve oda kapılarını gıcırtılarla açan, bahçeli, ahşap binalar ve köşkler, dükalığa kurulmuş bir cinayet şantiyesinin dev palet bıçaklarına, adı her gün “Doğa” olan çocuğunu, bu dişlilerin iştahına doğru fırlatıyor.

    Kısıklı’da bir nihaventin tanbur sesi olan, eski İstanbul akşamları, İcadiye’de flurya, saka, ispinoz ve de bülbül olan Türk sanat müziği seansları, en tepelerde “sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde” diye anlık enstrümanların sesleri, grayder ve loderlerin mekanik naraları altında, gittikçe etkisini kaybetmekte ve duyulmaz bir çığlık olmaktadır, sonunda…

    Kısıklı, İcadiye ve Çamlıca, yeşile düşman olmuş, para karşısında, tüm güzel eski yapraklarını dökerken, devlet köstebeği karayolları da, TEM’in asfalt damarlarını bu emsalsiz tabiatın en ücra köşelerine sokmamak için, yüzeyi çelik ve betondan bir viyadük ve tünel bombardımanına tutmaktadır.

    Çamlıca tepelerinin az düşmüş metreli eteklerinde eski İstanbul’u, o tabiat harikası İstanbul’un en güzel günlerini yaşamış insanlarına, uzunluğu hiç kesilmeyecek bir uyku için, topraktan yatak olan Çakaldağı mezarlığı, ölüler rahmetine kurulmuş bu yörenin son yeşilliğidir belki de, artık…

    Namık Abi’nin Evi

    Boğazdan kopup gelen her tür isim ve hızdaki rüzgarlara karşı, seksen yıllık yeşil bağrını olanca korumasızlığı içinde açan Çakaldağı mezarlığı, etrafını çepeçevre dolanmaya hazırlanan TEM’in tali yollarının karşısına, iri çamların, iğne yapraklarını teker teker sivrilterek, çoktan kaybedilmiş bir İstanbul savaşının son cephesini oluşturmaktadır, güya…

    Çakaldağı mezarlığının alçak taşlı girişine varıp, adeta betonlaşan toprak yokuşun sağına kaykılıp, 50 metre yürürseniz, yine yönü sağa rastlayan, damı selvili, çevresi yabani otlu, betonarmesi beyaz mermerli, küçük ve şirin, adresi dünyevi değil, uhrevi bir eve rastlarsınız.

    Bu evde 8 yıldan beri, Türk basınının saygın isimlerinden ne kadar insan olunabilecekse o denli insan, ahlakta, beyefendilikte, çelebilikte, güzellikte bir doruk oturmaktadır ; Namık Sevik.

    Bu kentin ve eski Bab-ı Ali’nin son İstanbullularından biri olan Namık Abi, tüm mekan ve insan kavramları, yeni terzi ve mimarlarca ters yüz edilip tanınmaz hale getirildikten sonra, bu dükalığın adam prototipi ile birlikte, bir mezbele konumundaki yerlerini de terk ederek Çakaldağı’ndaki küçük evine sığınmıştır, ebediyyen…

    Yeldeğirmeni’nden Kaçanlar

    Yeldeğirmeni, ne Namık Abi’nin doğumundaki çocuklukta olduğu kadar yeşil ve gürültüsüzdür şimdi, ne de oyun alanları ve çeşitli ağaç tepeleri ile o dönemlerde bulunduğu kadar yaramaz…

    Ağaç doruklarından oksijen oksijen bakılan o alçak evli semt, katları göğe doğru yapılmış yüksek apartmanları, asfaltlanmış caddeleri, otomobil sirenlerince bir İsrafil borusuna çevrilmiş gürültüsü ile, Sevik’in çocukluğundaki asudeliğin çok uzağındadır şimdi…

    Semih Bayülken de kaçmıştır Yeldeğirmeni’nden, Memduh Eren de, hatta hatta, semtin sembollerinden hırsız Semai de terki diyar edip başka bir adrese sığınmıştır, Kadıköy’de…

    Yeldeğirmeni’ndeki bütün Ermeni ve Rum meyhanelerinin kadehleri kırılmıştır.

    Sırtındaki omuzluğu ile Silivri’nin en kaymaklı yoğurdunu bağırarak mahalle arasında satan Mestan Ağa, yaptığı sakız gibi dondurmayı, bakır bakracını, dut ağacından olma tahta korunağına sardığı kar beyazı havlularla örtüp satan esnaf, eski İstanbul kartpostallarında kalmış anı insanlardır, artık…

    O yaz bayramlarında, semtin güneşi çabuk inen yerlerinde kurulan açık hava cambazhanesi, palyaçosu, çığırtkanı, telde ürkek ürkek hava adımı atan cambazı, etrafında çeşitten birbirine vuran kalabalığı ile, eski takvim yapraklarına sarılmış bir yalancı dolmadır, artık Namık Abi…

    Süreyya Sineması ötesi bir yeşiller ülkesi olan Moda ve burnu, o İtalyan ve Rum azınlıkların oturduğu aşı boyalı, geniş bahçeli, tahta köşkler, sahipleri ile birlikte tepeden Marmara’ya “denize inen sokak” çaresizliği içinde yuvarlanıp kaybolmuşlardır, İstanbul ve senin için…

    Moda’dan Fenerbahçe’ye… Gidenler…

    Basının fıkra devi Falih Rıfkı Atay, Türk hikayeciliğini köyden alıp içine İstanbul sokan Haldun Taner, futbolumuzun ilk esatiri kahramanı Zeki Rıza artık ne Moda’nın aristokrasisini selamlayabilmekte ne de mağrur adımları ile yaşadıkları semte bir kundura şerefi verebilmektedir.

    Fenerbahçe burnunun orta kuzeyinde en güzel kumunu yığan aynı isimli plaj, kendisine bir 50 yıl yelpaze zerafetinde vuran dalgaların efendiliğinden pek sıkılmış olacak ki, tahta kabinleri, trampleni, küçük şarpileri, kum şemsiyeleri ve gişesi ile birlikte o kıyıdan koparak, başka bir dünyaya göçmüşlerdir.

    Senin, bana, İstanbul’a ve sevdiklerine yaptığın gibi, Namık Abi…

    Todori meyhanesinin bir masasında Selahattin Pınar’ın mızrabında bir İstanbul nihavendi olup, etrafı helezon helezon esir alan deruni musiki bugünlerde susmuş, rakı hayalhanesinde tiyatro oyunculuğunu bir mizah mitralyözü yapan Vahdi Ersin ve Salih Tozan gibi komedi sanatçıları, repliklerini bitirip bir dönülmez yolculuğa çıkmışlardır, belki de…

    Bab-ı Âli de Bitti

    O eski Kadıköy vapur iskelesi de, o kadar sıcak insan ve terbiye kokmaz artık, Namık Abi…

    Vapurlar ne gelin duvağı beyazlığında ne de Marmara İstanbul’un en mavisi değildir. O lüks mevki, o güzel insanlarla birlikte Kadıköy’ün hayatının içinden çıkmışlardır, şimdi.

    O Karaköy meydanının sağından, insanları Cağaloğlu’na bırakan, ne tarihi Amerikan arabaları kalmıştır yollarda, ne de şöförlerin adam başına istedikleri 25 kuruşluk ücret…

    Bab-ı Ali de bitmiştir şimdilerde. Ne üçüncü hamur kağıtlı bir bobin ne yuvarlanır dar sokaklarında, ne de bodrumda dev bir rotatif bütün Türkiye’yi merdanesine alıp çevirir.

    Çıkacaksan eğer Cağaloğlu’na Namık Abi, bundan sonra zahmet etme…

    Yalnızlığı seyredersin sadece…

    Çakaldağı Mezarlığı’ndaki Ev

    21 Ağustos’ta birlikte geleceğiz Çakaldağı mezarlığındaki sizin eve Namık Abi…

    Bizi nasıl karşılayacaksın, bilmiyoruz…

    Belki öfkeli, belki biraz kırık ya sevecen ya da okyanus suları kadar çok hoşgörüyü üstümüze dökerek, kirlenmiş vücutlarımızı bir güzel yıkayarak…

    Şikayet edeceksin bizi… Belki tanrıya, belki ondan öte bir makama…

    Ne yaptınız İstanbul’a” diyeceksin. Oradan atlayacaksın basına.

    Bu kadar yalan dolan, bu kadar mübalağa ve tevzirat, hocanız kim oldu ki, evladım.” Cevap veremeyeceğiz, yüzümüze mahcubiyet denen kırmızının en belirgin tonu oturacak, sana değil, toprağa bakacağız, birlikte…

    Bu bir kucaklama, algılama, bu dünyayı sıfır meridyenden ufuk ucuna kadar kavrama becerisidir.

    Kimse senin kadar büyük olamadı Namık Abi… Ne İstanbul için, ne Bab-ı Ali için…

    İkisi de üzerimize yıkıldı. Esas toprağın altına giren siz değil, bizleriz…

    Hem de hala canlı imişcesine roller yaparak…

    İslam Çupi – 31 Temmuz 1994 / Milliyet Fiesta


    Not : IslamCupi.org adresini ziyaret etmeyi unutmayın. Üstadın birbirinden leziz yazılarını toplu halde orada bulabilirsiniz.

  • Bedri Gürsoy

    Bedri Gürsoy

    “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy, Fenerbahçe’nin işgal yıllarındaki müthiş takımında senelerce forma giymesi bir yana, tarihimize müthiş yazılar armağan etti. Bu defa onun portresini, Muvakkar Ekrem Talu kaleme almış. Tuncay Yavuz‘un aktardığı yazıyı keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Milli Takımın İtila Devrine Kıvrak Bir Sol Açık

    Her milletin futbolünde bir yükselme devri – tabir caizse – bir Vundertim sıralayabilecekleri parlak günler vardır. Bizim bu zamanımız 1924 Paris olimpiyatları sonralarına raslar. Şimal milletlerini, Slavyaları, daha birçok ünlü rakipleri haki mağlubiyete serdiğimiz yaman silsile.

    Bu altın maçların üstad muzafferleri arasında, muvaffakiyetlerin biraz da esaslı amili sayılan hücum hattında, hepsi de ayrı ayrı birer “fevkalade” içinde L. Mehmet, Alaeddin, Zeki, Sabih, Bekir’den başka da bir yıldız vardı ki bu, sol açık Bedri idi.

    Birinci takıma girer girmez muvaffak olup tutunan pek az futbolcu vardır. Bunlardan biri de Bedri’dir.

    1922 senesinde Fenerbahçe birinci takımında oynamaya başlayan bu kıvrak futbolcu senelerce yerini muhafaza edebildi. Hem de şöyle aklıma gelebilen Nevzat, Seyfi gibi bugün mumla değil projektörle arayacağımız elemanlarına rekabetina rağmen… Ve nasıl bir Fenerbahçe kadrosu içinde.

    Fenerbahçe’nin mütemadiyen şampiyon çıkan takımlarında büyük bir muvaffakiyetle oynarken sırası ile Romanya, Çekoslovakya, Estonya, Litvanya, Polonya, Bulgaristan, Yugoslavya milli takımlarına karşı oynayarak 12 defa beynelmilel olmuştur.

    Meziyetler, Oyun Tarzı ve Hususiyetleri

    Bedri’de fizik karakterlerinin panoraması şöyledir: Zamanın modasına göre alabros taranmış kumral saçların çevrelediği yüz altın sarısıdır. Yakışıklıdan ileri bir güzelliktedir. Gök rengindeki gözlerinden her an müstesna zeka kıvılcımları taşımaktadır. Boy kısa, bünye zayıftır. Formayı o zamanın teamülü aksine pantolonun içine koyar. Kalın yün çorapların örttüğü ince bacaklarında tekmelik hiç yok, dizlik arada, bileklik daima mevcuttur.

    İlk maçlarında beyaz, sonraları sarı kunduraları meşhurdur.

    Bedri’nin o tarihin mizahına mevzu olan “limon yerken” çıkarttığı resim pek meşhur olduğu gibi asıl şöhretine sebep teşkil eden iki hususiyeti, süratli ve kendi icadı bir vuruştur. Bu öyle nev’i şahsına mahsus bir icattır ki satırlarda tarifi biraz güçtür.

    Sürer veya dururken topun önünde bacaklarını geride çaprazlayıp çengel halinde öyle bir vurur ki darbenin isabeti ve şiddetine şaşmamak mümkün değildir. Bugün biraz Küçük Fikret’te gördüğümüz müthiş bir eşapeli süratinden ötürü de halk kendisine “Ceylan” lakabını takmıştır.

    Bedri’nin çabukluğundan başka vücut ve bilek çalımı mükemmeldir. Sağının da solu kadar olduğu muhakkaktır. Bir tarihte gerek muhtelitte, gerek kendi takımında “sağ açık” olarak tecrübe edilmiştir. Sade Türkiye’ye gelenler arasında değil, dünyanın en iyi antrenörlerinden Billy Hunter, Bedri’yi pek beğenirdi. Zira bu müstesna futbolcu yüksek oyunu kadar disipline olan bağlılığı ile de idarecilerini memnun etmiştir.

    “Ceylan” Bedri Gürsoy

    Kendisiyle kulüp ve antrenman arkadaşlığı ettim. Bugün hiçbir futbolcumuzun çalışmak tenezzülünde (!) bulunmadığı bazı faydalı sistemler arasında bir direkler pasajı talimi vardı ki Bedri bunda pek usta idi. Zaten meşhur çalakisini biraz da buna medyundur sanırım.

    Bu derece yükselmiş, enternasyonel, birinci sınıf bir elemanda mutlaka kusur, kusur değil de zaaf aramak lazımsa işaret etmek isterim ki Bedri’de demirden şütler, çivi nevinden kafalar, tank gibi ezip biçmeler yoktu. Bir de – kendi bu tabiyeyi hala beğeniyor ama – daima çizgi imtidadınca sürüşler yapıp korner köşesinden ortalamaları doğru bulmasını ben doğru bulmam. Fakat onun zamanında bu bir meziyetti.

    Bedri’nin en beğendiğim tarafı da ahlak dürüstlüğü, centilmenliği, renklerini hayatı kadar sevdiği halde “kulüpçü” görünmemesidir. Bu son saydığım sporcu karakterindeki asaleti ne yazık ki bazı müfrit muhitlerde suizanla karşılanmış ve – burada tekrarından yüzüm kızarıyor – bütün bir gençliğini vakfettiği kulübünden, sarı laciverdinden uzaklaştırılmak istenmişti.

    Bugün mümtaz bir diş tabibi olan Bedri’nin içtimai olgunluğuna en bariz misal de “gavura kızıp oruç bozmamak”, yani muhatap tutulduğu menfi ve acaip mülahazaya rağmen “Fenerbahçeli” kalışıdır.

    Muvakkar Ekrem Talu / Bedri Gürsoy

  • Ayetullah Bey’in Ailesini Bulduk

    Ayetullah Bey’in Ailesini Bulduk

    Ayetullah Bey, Fenerbahçe tarihinin en ilginç figürlerinden biri… Kuruluş döneminde Fenerbahçe’yi yok olmaktan kurtaran (*) bu müstesna insan, ne yazık ki 1920’yi bile göremeden, bir salgın hastalık sebebiyle hayatını kaybetti. Ve yine ne yazık ki uzunca bir zaman boyunca Ayetullah Bey’e dair (Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1957 tarihli kitabında yazdıklarından başka) bir şey öğrenme şansımız olmadı. 2007’de basılan ve henüz halka satışa sunulmayan Asr-ı Fener de (bildiğimiz kadarıyla) ailesi özelinde yeni bir şey söylemiyordu… Fakat talih! Ağustos ayında Necip Okaner hakkında araştırma yaparken, hiç beklemediğimiz bir anda Ayetullah Bey’in ailesini bulduk.

    Kitaplar Ne Diyordu?

    Önce yukarıda ismini zikrettiğimiz kitaplarda yazılanları bir araya getirelim… İki kitap da Ayetullah Bey’in Hareket Ordusu erkânından Piyade Feriki Şevki Paşa’nın oğlu olduğunu yazarken, okuduğu okullar hususunda birbirlerinden ayrılmışlar. Rüştü Dağlaroğlu, Ayetullah Bey’in St. Joseph Lisesi’ni bitirdiğini söylüyor fakat Asr-ı Fener’in görüşü Galatasaray Lisesi’nde başlayıp Y.Faure Fransız Lisesi’ni bitirdiği yönünde! Ailesi hakkında ise herhangi bir bilgi yok.

    Biz Ne Bulduk?

    28 Mayıs 1983 tarihli Milliyet gazetesinde bir ölüm ilanına rastladık. Nilüfer Lüy’ün 26 Mayıs 1983’de vefat ettiğini bildiren bu yeni bilgi, Fenerbahçe tarihi için çok önemli soruların cevaplarını beraberinde getirdi ve heyecan veren yeni suallere yol açtı. İlanda şöyle yazıyordu:

    “Merhum Korgeneral Şevki ve Müveddet Arz’ın kızı, merhum Yüzbaşı Raşit ve İsmet Loğa’nın gelini, Fenerbahçe Kulübü kurucularından Ayetullah’ın kardeşi, Necip Okaner’in yeğeni, merhum Reşat ve Abdi Loğa’nın yengesi, Maskat Sultanı Tarık Alsait’in teyzesi, Celasin-Fahriye Lüy’ün annesi, merhum süvari Rıdvan Lüy’ün eşi, Lüy, Zembilci, Atman, Çakır, Akkeskin, İncesu, Ersev, Oçbe, Big ailelerinin teyzesi, yengesi, halası Nilüfer Lüy, 26 Mayıs 1983 günü vefat etmiştir. 28 Mayıs 1983 günü ikinci namazından sonra Kanlıca Camii’nden ebedi istirahatgahına defnedilecektir”

    Lale Atman Anlatıyor

    İlanda Atman soyadını görünce aklımıza (Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel‘in yakın arkadaşı) merhum Ahmet Atman ve onun torunu, sayın Lale Atman geldi. Belki sorularımıza bir yanıtı olur ümidiyle kendisine yazdık. Sağ olsun, çok yardımcı olacak şu yanıtları verdi.

    “Nilüfer Lüy, Rıdvan Lüy ile evliydi. Tek çocukları olmuştu, adı Celasin. O da tenisçiydi ve Fenerbahçe’de oynardı. Hatta 1945 senesinde olaylı bir Fenerbahçe-Galatasaray tenis turnuvası olmuş. Nilüfer teyze’nin ailesi Maşukiye civarındandı ve Çerkes olduklarını biliyoruz. Dedesi Osmanlı’da katipmiş. Ahmet Atman ve Necmiye Atman’ın (dedemiz ve babaannemiz) çok yakın dostlarıydı. Öyle ki eşi Rıdvan Lüy vefat ettikten sonra gelip birkaç sene bizimle kalmıştı. Sonra halam Esin Zembilci’nin kızı Ela doğunca halamlarda, babaannem ile birlikte kaldı. Vefat edene kadar orada kaldı ve Kanlıca mezarlığında gömülüdür. Fransız okulunda okumuş, son derece kibar, görgü kurallarına riayet eden, disiplinli, ufak tefek, zayıf ve çok hoş bir insandı. Hepimizde emeği çoktur. Babam ona Neylüfer teyze derdi. Ve dediğiniz gibi hepimizin çok sevip saydığı aile büyüğümüzdü. Eşi Rıdvan Lüy TJK’da bir dönem yanlış hatırlamıyorsak saha komiserliği yapmıştı.”

    Fenerbahçe’nin Kurucu Yeğenleri

    Nilüfer Hanım’ın vefat ilanından ve Lale Hanım’ın anlattıklarından anladıklarımız şimdilik şunlar:

    • Ayetullah Bey’in babasının adını ve rütbesini biliyoruz ama hangi Şevki Paşa olduğunu bilmiyoruz.
    • Eğer bir “üvey kardeşlik” durumu yoksa, Ayetullah Bey’in annesinin adı Müveddet.
    • Fenerbahçe tüzüğünde ismi geçen beş kurucudan ikisi, Ayetullah Bey ile Necip Okaner “bir şekilde, büyük olasılıkla anneleri tarafından” yeğen.
    • Fenerbahçe’nin ünlü tenisçilerinden Celasin Lüy, Ayetullah Bey’in kız kardeşinin oğlu. (**)

    Hazır belgelerden konu açılmışken, Necip Okaner konusunda da birkaç şey söylemek istiyoruz.

    Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Maarif (Milli Eğitim) Bakanı Abdurrahman Sami Paşa idi.

    İşte onun çocuklarından biri olan Hüdai Bey, Necip Okaner’in babasıydı.

    Yine Abdurrahman Sami Paşa’nın bir diğer torunu (Basra Valisi Hasan Bey’in oğlu) Hassan Sami Kocamemi de Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında “Fenerbahçe’nin ilk 6 kurucusundan biri ve ilk kadrosunun müdafi oyuncusu” şeklinde nitelendirilmişti.

    Bununla beraber, Abdurrahman Sami Paşa ailesinin Fenerbahçe ile üst düzey ilişkisi sadece kuruluş dönemiyle sınırlı değil. 1935 Türkiye Şampiyonluğu maçlarında kadromuzda bulunan ve 28 Haziran 1953 – 18 Temmuz 1954 tarihleri arasında Fenerbahçe Başkanlığı görevini yürüten Bedii Yazıcı da paşanın büyük torunlarından birisiydi.

    Sonuç

    Anlaşılan o ki bugüne kadar kimse bu bağlantıları araştırma ihtiyacı hissetmemiş veyahut da araştırsa bile bilgilerin nereden ve kimden alındığını belgeleyip paylaşmamış. Bu sebeple de Fenerbahçe camiası olarak belli kalıpların (hatta bazen yanlış bilgilerin arasında) sıkışıp kalmışız.

    Ayetullah Bey ve diğer kurucularımız ile ilgili araştırmalarımız olanca hızıyla devam ederken, biz bu yazıyı “Tarihçi” çalışma arkadaşımız Barış Kenaroğlu‘nun cümleleriyle bitirelim…

    Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yapmaya çalışıyoruz. Tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için emek veren tüm tarih meraklılarının da katkılarını beklediğimizi belirtmek istiyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    (En baştaki Ayetullah Bey fotoğrafı Salt Araştırma arşivinden temin edilmiştir)


    Müthiş Bir Keşif

    Yazı yayınlandıktan sonra, Bozkurt K. Yılmaz‘ın aracılığı ile Fenerbahçe camiasını kurucusuna, kurtarıcısına ve başkanına kavuşturan Mehmet Auf’a ve eşi Ebru İpek Auf’a sonsuz teşekkürlerimizle.Fenerbahçe’nin, dolayısıyla İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihî simaları olan Ayetullah Bey’i, babası Piyade Feriki Şevki Paşa’yı, kız kardeşi Nilüfer Lüy’ü, kız kardeşinin eşi Rıdvan Lüy’ü ve yeğeni Fenerbahçeli tenisçi Celasin Lüy’ü saygıyla anıyoruz. Huzurlarınızda Ayetullah Bey’in ve ailesinin tarihî fotoğrafları.

    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk

    Notlar

    (*) Ayetullah Bey Fenerbahçe’yi Nasıl Kurtardı?
    (*) Ben Fenerbahçe’yim!
    (**) Bir bilgi daha var ama bu yalnızca bir çıkarımdan ibaret… Vefatlarimiz.com internet sitesinde şöyle bir ilan var. Celasin Lüy’ün eşinin vefat ilanı olabilir. Zira isimler tutuyor ama tabii araştırmaya ve teyide muhtaç : “Acı Kaybımız : Celasin Timur Lüy’ün eşi, Ahmet Auf’un ablası FAHRİYE LÜY’ü kaybettik. Cenazesi 17 Ağustos 2006 tarihinde Ankara Kocatepe Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilecektir.”


    Fotoğraflar

    Ayetullah Bey'in ailesini bulduk.
    İlk resimde, Necip Okaner’in babası Sami Paşazade Hüdai Bey çocukluk yıllarında kardeşleriyle beraber. İkinci resimde Hassan Sami Kocamemi’nin babası Sami Paşazade Hasan Bey… (Şehir Üniversitesi arşivinden)
    Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    Abdurrahman Sami Paşa’nın soy ağacında Necip Okaner’i ve Hassan Sami Kocamemi’yi gösteren kısım (Şehir Üniversitesi arşivinden)
    Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    Abdurrahman Sami Paşa’nın soy ağacında Bedii Yazıcı’yı gösteren kısım (Şehir Üniversitesi arşivinden)
  • Fenerbahçe’nin İlk Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin İlk Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe, 2 Aralık 1932 tarihinde başlayıp 16 Haziran 1933’de biten İstanbul Ligi’ni 12 maçta 10 galibiyet ve 2 beraberlikle şampiyon olarak tamamladı. Böylelikle Türkiye Futbol Şampiyonluğu maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, Bursa’da oynanan grup birinciliklerinden sonra Ankara’da finalleri oynadı ve (ilk maç yarıda kaldığı için) 10 Kasım’da İzmir Alsancak Stadı’nda İzmirspor’u 8-0 yenerek Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu. Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel de kadrodaydı. Sezonu gol kralı olarak bitirdi… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin ilk Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İstanbul Ligi Maçları

    02.12.1932 / Fenerbahçe 5 – 1 Beykoz

    23.12.1932 / Fenerbahçe 2 – 1 Beşiktaş

    06.01.1933 / Fenerbahçe 4 – 0 Süleymaniye

    20.01.1933 / Fenerbahçe 4 – 1 Vefa

    03.02.1933 / Fenerbahçe 1 – 1 İstanbulspor

    10.02.1933 / Fenerbahçe 5 – 1 Galatasaray

    10.03.1933 / Fenerbahçe 2 – 1 Beykoz

    21.04.1933 / Fenerbahçe 3 – 1 Süleymaniye

    12.05.1933 / Fenerbahçe 2 – 1 Vefa

    19.05.1933 / Fenerbahçe 2 – 0 İstanbulspor

    02.06.1933 / Fenerbahçe 2 – 0 Galatasaray

    16.06.1933 / Fenerbahçe 0 – 0 Beşiktaş


    Türkiye Futbol Birinciliği Maçları

    20.10.1933 / Fenerbahçe 12 – 0 Adapazarı Gençlerbirliği

    22.10.1933 / Fenerbahçe – Bursa Sanatkaran Gücü (Hükmen)

    24.10.1933 / Fenerbahçe 4 – 1 Gençlerbirliği

    27.10. 1933 / Fenerbahçe 3 – 0 Trabzon İdman Ocağı

    29.10.1933 / Fenerbahçe 0 – 1 İzmirspor (Tatil Edildi)

    10.11.1933 / Fenerbahçe 8 – 0 İzmirspor


    En Çok Forma Giyenler

    17 Maç : Fikret Arıcan, Muzaffer Çizer, Niyazi Sel, Şaban Topkanlı, Zeki Rıza Sporel

    16 Maç : Cevat Sayit, Hüsamettin Böke

    15 Maç : Esat Kaner, Yaşar Alpaslan

    14 Maç : Mehmet Reşat Nayır

    9 Maç : Fazıl Arzık

    5 Maç : Füruzan Şansal

    4 Maç : Hadi Tarlan

    3 Maç : Ziya Atamer

    1 Maç : Lütfi Boyer, Sadi Çoban, Safa Özyurt, Süleyman Tekil, Yorgo Angelidis


    En Çok Gol Atanlar

    17 Gol : Zeki Rıza Sporel

    9 Gol : Fikret Arıcan, Muzaffer Çizer

    8 Gol : Niyazi Sel, Şaban Topkanlı

    6 Gol : Mehmet Reşat Nayır

    1 Gol : Esat Kaner


    Fenerbahçe'nin İlk Türkiye Şampiyonluğu
    Fenerbahçe’nin İlk Türkiye Şampiyonluğu Kadrosu
  • Vecihe Taşçı

    Vecihe Taşçı

    Vecihe Taşçı (Gökçen), İstanbul’un tanınmış tüccarlarından Haccarzade Hacı Ömer Efendi ve Haccarzade Hasna Hanımefendi’nin tek kızıydı. Diğer ağabeylerinin Fenerbahçe ile ilgisi var mıydı, henüz bilemiyoruz ama bir ağabeyi, Tevfik Haccar Taşçı, Fenerbahçe için çok önemli bir isimdi.

    28 Ekim 2000 tarihli Milliyet gazetesinde, Yusuf Kobal imzalı bir haber, o gün yapılacak Divan Kurulu’nda Fenerbahçe’nin en yaşlı üyesi sıfatıyla Vecihe Hanım’a bir ödül verileceğini duyuruyordu. Aşağıda sizlere bu haberi aktarmak istedik.

    Geçmiş, mütemadiyen bize ders vermeye devam ediyor. Bugün Fenerbahçe’nin en yaşlı üyesi kimdir? Fenerbahçeliler onun (veya akranları) için ne yapıyor? Daha doğrusu, “Mazinde Bir Tarih Yatar” sözünün gereğini yapıp onları dinliyor, söylediklerini kaydediyor muyuz? Bu sorunun cevabı acıdır… Sizi haberle baş başa bırakalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Vecihe Taşçı Gökçen

    Fenerbahçe’nin yaşayan en eski sporcusu ve üyesi, 95 yaşındaki, 77 yıllık Fenerbahçeli Vecihe Gökçen, kulüpte amatör ruh kalmadığı için eskisi kadar ilgili olmadığını söyledi.

    Gökçen, “Fenerbahçeli sporcular başarılı olsunlar diye dua ediyorum. Artık Fenerbahçe’de her şey çok fazla paraya bağlandı. Eski hava kalmadı. Şimdi çocukları oraya, buraya satıyorlar, yadırgıyorum” dedi.

    Bugün düzenlenecek divan kurulu toplantısında yaşayan en eski üye olduğu için ödüllendirilecek olan Vecihe Gökçen, Fenerbahçe’nin rozetini Londra’da yaptıran Tevfik Haccar’ın kız kardeşi olduğunu belirtip, “1929’dan 1940’lara kadar beş yıl kürekte şampiyon oldum. Fenerbahçeliler çok vefakardır. Ancak daha önce bana bir nedenle verilen plaketim, yanlış yazılan soyadım nedeniyle geri götürüldü ve bir daha bana gelmedi” diye konuştu.

    Hamurum Fenerbahçeli

    En eski Fenerbahçeli, “Biz öyle amatördük ki, Sait Selahattin’ler, Zeki Rıza’lar kulübe candan bağlıydılar. Bizim evde toplanıp, duvar yapmak için para toplarlardı. Ben Fenerbahçe’nin bugünkü başkanını tanımıyorum. Futbol takımının ligdeki durumlarını da bilmiyorum. Ama bu benim amatör olan ruhumdan kaynaklanıyor. Kalbim Fenerbahçeli. Onu her şeyden üstün görürüm, tercih ederim, çünkü hamurum Fenerbahçeli. İşin paraya dökülmesine kızıyorum. Bunun yanı sıra bugünkü Fenerbahçeliler çok nazik insanlar. Beni hiç unutmuyorlar. Ama Zeki Rıza ve çalımıyla Alaaddin Baydar gibi sporcu görmedim. Faruk Ilgaz’dan başkasını da tanımam” ifadelerini kullandı.

    Yusuf Kobal – 28 Ekim 2000 – Milliyet Gazetesi

    Vecihe Taşçı
  • Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    1994 senesinde Birleşik Vakıf’ın bir dergisinde Dr. Rüştü Dağlaroğlu röportajı yayınlanmış. Bildiğimiz kadarıyla, şimdiye kadar bu kıymetli Fenerbahçeli ile gerçekleştirilen ve kayıt altına alınan tek sohbet bu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beş Senelik Bekleme Süresi

    Kitabınızda kongrelerde yanlış seçim taktiği dolayısıyla yönetim kadrolarına ehil olmayan kişiler geldi diyorsunuz. Bu seçim usulünde bir yanlışlık olduğu herkesçe malum. Acaba buna ilave olarak Birleşik Grup’un çok önemle ve ısrarla üzerinde durduğu yeni insanların ve beyinlerin Fenerbahçe’ye hizmet vermesini engelleyen beş sene bekleme süresinin ivedilikle iptali konusuna ne diyorsunuz?

    Ekmek elden gidecek diye bu beş seneyi kaldırmıyorlar.

    Biliyorsunuz biz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Bucuoğlu’nu bu konuda konuşmacı olarak davet ettik ve Kasım 1993 bültenimizde tüzüğün bu maddesinin ne kadar antidemokratik ve ilgili hiçbir yasa ile uyum sağlamadığı konusunda uzman kişilerin görüşlerini aktardık. Demokratik bir koşul değildir, kaldırılması gereklidir. Bir de üstelik yaptırımları vardır. Birleşik Grup bu konu üzerinde çok önemli çalışmalar yapmaktadır.

    Ben bu çalışmaları bilmiyordum. Çok güzel, bravo. Ben de bunun kaldırılmasına öteden beri taraftarım. Zaten Fenerbahçe bir halk kulübüdür. Prensip olarak bunu kabul etmek gereklidir. Çünkü bakın bizle mukayese edebileceğimiz iki kulüp var. Beşiktaş ve Galatasaray. Bunların menbaına bakınız; Beşiktaş’ın Saray’dı, Galatasaray’ın da Galatasaray Mektebi Sultanisiydi. Fenerbahçe’nin de halktır ve halka açılmalıdır. Bu beş senein kaldırılma nedeni ekmek elden gidecek diye, o kongrelere hakim olamayız korkularıdır.

    Bakın ben şimdi sizden Birleşik Grup’un bu konudaki çalışmalarını duydum, pek memnun oldum.

    Şimdi efendim, kulübe üye kaydederken tabiidir ki bazı vasıfları aramak gereklidir. Açıkçası sizden bunu duymak beni çok memnun etti.

    Tarih Saptırılıyor

    Sizden bir şeyler öğrenmek bizim için çok önemli. Bu konuda en detaylı bilgileri siz verebilirsiniz.

    Kulüp maalesef çok uzun yıllar yarını düşünmeyen kişilerin eline kaldı. Bakın ben gidemedim ama arkadaşların söylemesi ile muttali oldum konuya. Bu, Atatürk’ün Beşiktaşlı olduğu ile ilgili Ateş Hattı’nda bir Fenerbahçeli spor yazarına “Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye sormuşlar. O da “Diyebiliriz” demiş!…

    Ben de dışarıdaydım. Kulüp beni davet etti. İki arkadaş daha çağırmışlar, bizlerden bilgi aldılar. Konu ile ilgili cevap hazırladık. Fakat hâlâ neşredilmedi. TRT nedense bidayetten beri Fenerbahçe’ye muarız. Yahut bu intibayı veren davranışlar içinde. Sporla ilgililer içinde birkaçının Fenerbahçe’ye karşı olmalarından herhalde. Bu çok kötü bir şey. Tarafsızlık gerekir.

    Çok gaflar yapılıyor. Kanallar çoğalınca! Evvelki akşam Slavya Prag maçı dolayısıyla Ümit Aktan, biliyorsunuz hasta bir Galatasaraylı olduğunu. Dün akşam da Slavya’nın Türkiye’ye gelişini dün gibi hatırlıyorum. Belki de diyorum ben, bunu benim kadar hatırlayan bir sol açık Bedri vardır. İşte tafsilat veriyorlar: 1923’de ilk gelişinde Fenerbahçe’ye 10 gol attı, Galatasaray’dan 4 gol yedi vs. 4 defa geldi 2’şer defa yenildi! Yanlış bu! 3 defa geldi. Bir tek mağlubiyeti var, o da Fenerbahçe’ye karşı, Bekir’in attığı golle! 4-0 Galatasaray galip gelmiş! İmkanı mı vardı o zaman? Merkezi Avrupa Şampiyonu bir takıma 4 gol atabilmenin. Aslında şimdi bunlar mevzumuzun dışında.

    Slavya Maçları

    Rica ederiz efendim, sizinle sohbet ediyoruz. Biz mutluyuz sizin anlattıklarınızdan.

    Şimdi hiç unutmam. Fenerbahçe’den önce Galatasaray’la Altay epey gol yediler Çeklerden. Artık İstanbul’daki halkla o kadar iddialı konuşuyorlar ki Çekler o zaman “Biz Türkiye’den gol yemeden gideriz” diyorlar! Şimdi Fenerbahçe maçı Salı günü, maçtan önce bunlara çay veriliyor. Bizim kulübün Fahri Başkanı o zaman Şehzade Ömer Faruk Efendi. Allah rahmet eylesin.

    Orada elit bir davetli grubu var. Ben de futbolcularla birlikteyim. Anya çıkardı portföyünü, “Bunda az çok bir şeyler var” dedi. O zaman bize tercüme ettiler Fransızca’dan. “Bunu, bize gol atacak Türk futbolcusuna vereceğim” dedi. Hakikaten ertesi gün bizimkiler gol attılar! Ömer attı. 10 gol yedik ama bakın ne oldu biz gol atınca! Bu Fenerbahçe’nin tarihinde en ağır mağlubiyettir. Bunu hatırınızda tutmanızı rica edeceğim. Fakat böyle bir netice bugün ne olurdu? Fenerbahçe’yi üzüntüye gark ederdi! Hayır, sadece Fenerbahçe’yi değil, herkesi sevince boğdu! Çünkü Fenerbahçe böyle bir takıma gol attı. Namus kurtuldu. Ve omuzlarda taşındı. Böylesine bir iddiaya karşı. Tarihteki bakın 90 senede Fenerbahçe’nin en ağır mağlubiyetinde, namusumuzu kurtaran Fenerbahçe omuzlarda taşındı! Yine namusumuzu kurtarırsa Fenerbahçe kurtarıyor!

    Nasıl Fenerbahçeli Oldum?

    Şimdi Rüştü Bey, nasıl Fenerbahçeli oldunuz, nasıl bu tarihçeyi yazdınız? Nasıl doneleri topladınız? Bu çok önemli ve detaylı kitabı yazmaya nasıl adım attınız?

    Bakınız, ben Fenerbahçe’nin mütareke yıllarında İngiliz takımlarını yenmesi sevinçleri arasında Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe’nin en büyük şansı şu; Fenerbahçe’nin en kuvvetli olduğu devrini Türk milletinin en gamlı, en kederli bir devrinde yaşamış olmasıdır. Ve o devirde de karşısında en amansız hasımlar vardı. Düşünün, o 1. Dünya Savaşı’nı. Kaç cephede İngilizler karşımızda. Bir veya birkaç evladını veya yakınını şehit vermemiş tek bir aile gösteremezdiniz. Bunun için onlara karşı büyük bir kin vardı. Bu haleti ruhiye ile gazetelerde okuyorsunuz. “Fenerbahçe İngilizleri yendi” Kim o İngilizler? Benim kardeşimi, amcamın oğlunu öldürenler! Bir çok Türk genci gibi ben de bu duygularla Fenerbahçeli oldum. Kulübe kaydın 1921. 1921’de yaşım küçüktü. Hüviyetimi ancak 1924’de alabildim.

    Şimdi bu kitabı nasıl yazdım. Ben Fenerbahçeli olurken bu maçları büyüklere sorarak, gazetelerden okuyarak not defterime kayıt ederek işe başladım. Beni esasen harekete geçiren sebep de bir Fenerbahçe kongresidir. Ben İsviçre’deydim o yıllarda. Doktora yapıyordum. Bu kongrede Fenerbahçe tarihinin yayılmasına karar veriliyor. Fakat hiçbir harekette bulunmuyorlar! Ben bunu duydum. İstanbul’a geldiğimde bizim santrfor ve sol iç oynayan ve aynı zamanda gazetecilik yapan bir spor dergisi çıkaran Sedat ve birkaç gazeteci bana “Yahu bize arasıra yazı yazar mısın” diyorlardı. Ben de işte işgal yıllarında çoğuna şahit olduğum maçları yazınca, büyük alaka gördüm. Aman beni göklere çıkardılar ve bu şekilde yazmaya tahrik ettiler.

    Şimdi bakınız bazı şeyler çok değişiyor. Eskiden Fenerbahçe Kulübü’nün bir kongre kararının yerine getirilmemesi çok büyük bir ayıptı, adeta suçtu. Şimdi ben komiteyi hep suçluyordum ve madem ki onlar yapmadılar bari ben elimden geldiği kadar bu işi yapayım dedim ve 1957’deki ilk yayını hazırladım. Şimdi size bir şey göstereceğim, bakalım ne diyeceksiniz? Bu işin alfabesi, yahut başlangıcı.

    Atatürk ve Fenerbahçe

    Eski kırmızı bir defter! Okuyucularımıza kapağındaki yazıyı okuyorum : “1918-1926 yılları arası Fenerbahçe maçları” ve eski Türkçe yazılmış bir defter. 80 senelik bir defter. Yani siz bunu yaklaşık 10 yaşında yazmaya başlamışsınız. İçinde skorlar cetveller de var. Çok ilginç, tarihçenin ilk menşei bu demek ki.

    Şimdi biraz önce size Atatürk ile ilgili bir şeyden bahsettim. Ergun Hiçyılmaz biliyorsunuz Fenerbahçelidir. Kendisine “Ateş Hattı” programından bir sual tevcih ediyorlar. “Efendim Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye. O da sanki sarhoşmuş gibi “Diyebiliriz” diyor!…

    Eğer Beşiktaş Kulübü böyle bir şey söylese idi, ben buna derhal müdahale ederdim. Ama bu bir şahıs. Beşiktaş saygıdeğer bir kulüptür. Böyle bir iddiada bulunmaz! Bizimle röportaj istediler. Bize şöyle dediler “Biz soracağız siz cevap vereceksiniz!” Bizi niye tahdit ediyorsunuz? dedik. Bu soruların dışına çıkmayacaksınız. “Efendim Atatürk tarafsız kişiliğini korumak için kulüplerin hepsine teveccühte bulunmuştur” falan denildi. Derken, ben hazırlıklı gitmiştim, Atatürk’ün Fenerbahçe’ye müteallik davranışlarını not almıştım. Mesela bizim stada büstünün konulması; Türkiye hudutları dahilinde Atatürk’ün bizzat büstünün konuşmasına müsaade ettiği tek staddır. Şimdi bakın bu kadar önemli bir olay o yıllarda normal bir olay imiş.

    Bakın kulübe gelen telgrafı görüyorum ve kulübün 26. sene-i devriyesinde geliyor bu telgraf ve ben not almışım. O gün program yapılıyor. Daha önce Atatürk’e müracaat ediliyor. “Kulübümüzün 26. sene-i devriyesi 1 Haziran’dır. O gün aynı zamanda stadımıza Muhterem Reis-i Cumhurumuz, ulu zatlarının bir büstünü koymak istiyoruz. Müsaade buyurulur mu?” diye bir yazı gönderiliyor yaklaşık bir ay önceden; “Memnuniyetle” diye bir cevap alınıyor. Büst hazırlanıyor. Bir hafta evvel de Atatürk ve İsmet Paşa davet ediliyor. Bakınız bu 26. sene-i devriyede programda neler var:

    Program

    1. Gazi Büstü’nün açılış töreni.
    2. Bir ecnebi futbol maçı
    3. Zeki Sporel’in futbola vdası
    4. Yunanlı atletin katıldığı müsabaka
    5. 120 Fenerbahçeli sporcunun geçit töreni

    Atatürk’ten bu 26. sene-i devriye davetine gelen cevabı okuyorum.

    “Fenerbahçelilerin gösterdikleri temiz duygulara teşekkürler ederim efendim”
    Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal

    Ben bunu okurken ağlıyorum! İsmet Paşa’dan gelen cevap :

    “Ulu Gazi’nin heykeliyle süslenen stadınızın kulübümüzün şerefli muvaffakiyetlerine sahne olmasını dilerim”
    Başveki

    Bunlar çerçevelenecek şeyler. Ben bunu yaptıracağım ama bundan on binlerce yaptırıp dağıtmak isterdim. Herkes bu yazıları görsün efendim. Duymak başka görmek başka!

    Projeler, Gruplar ve Gelecek

    Bakınız geçen dönemde Fenerbahçe Hastanesi, Fenerbahçe Koleji gibi projeler hazırlanmış, devletten teşvikleri alınmış. Bunların bir bitiş tarihi var ve Birleşik Grup mevcut yönetime bu projelerin yapılması konusunda yardım teklif etmiş. Nitekim geçen haftalarda kulübe bir mektupla bu projeleri uygulamalarını şayet düşünmüyorlarsa, grup olarak bu göreve talip olduklarını ve müsaade istediklerini bildirdiler. Henüz cevap alınmadı zannederim. Bugün bunlar gerçekten iyi para ve alt yapı sağlayacak projeler.

    Fenerbahçe Kulübü’ne hizmet için idare heyetinde olmak gerekli değildir. Dışarıdan çalışmaya imkan verilmelidir. Duyduğuma memnun oldum.

    Kadıköy Grubu ile Birleşik Grup Derneği’nin birleşmesine ne diyorsunuz?

    Bakın ben gruplara karşıyım. Birleşip birleşmediklerini bilmem.

    Birleşik Grup bunu birleşme olarak düşünmüyor. Ancak tüm gruplar feshedilerek bir araya gelirlerse bu birleşme gerçek birleşme olur. Buna varız diyorlar.

    Evet. Esas olan bu. Çok güzel bir görüş. Fenerbahçe’nin yükselmesi için birleşme ama gerçek birleşme olmalıdır.

    Siz bilmezsiniz. Grupçuluk benim için doğdu. Onun için bu konuda konuşmak istemiyorum. Fenerbahçe Kulübü gül gibi idare ediliyordu ve 20-30 sene öncesinden 60 bin kişilik stada sahip olacaktı. Bu grupçuluk başladı ve her şey elden çıktı. Bu konuda konuşursam çok kişiyi kırarım!

    Ama Fenerbahçe Kulübü’nün idare heyeti seçilmiş insana, görevi devam ettiği müddetçe saygı duyarım. Bilhassa Başkan’a. En sevmediğim dahi olsa saygı gösteririm, yardım ederim. Ama zararı hususları tenkit ederim daha sonra.

    1907 Grubu

    Demek ki Fenerbahçe’ye layık iyi yönetimler için beş sene bekleme süresini aşıp, kapıları delege sayısını yükseltmek ve grupları birleştirmek gerekli diyorsunuz. Bu beş sene süreyi kaldırma çalışmalarımıza destek veriyorsunuz.

    Ben bunu bizzat yaşadığım için fevkalade destekliyorum. Çok sevdiğim saydığım Fenerbahçe sempatizanları maalesef bundan dolayı kulüpten uzaklaştılar. Hizmet veremediler. Ben taraftarım ve desteklerim bunu. Mesela bir 1907’ler Grubu var. Biri bendeniz, biri de Bedri Gürsoy. Orada o kadar kıymetli gençler var ki hepsi gerçek Fenerbahçeli. Daha bizim bilmediğimiz ne Fenerbahçe potansiyeli varmış. Bunlara karşı bigane durmak büyük bir gaflet hatta ihanet açıklaması.

    Yaklaşımları güzel ve çağdaş arkadaşlar, çok çok dikkate alınması ve benimsenmesi gerekli bir Fenerbahçeli grup.

    Amatör Şubeler

    Efendim siz yönetim kadrolarında uzun yıllar görev yapmışsınız, eski kürekçisiniz, Fenerbahçe’nin amatör şubelere yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

    Yerden göğe kadar haklısınız. Ben bu acıyı 40 sene evvel tattım. Ve bu acıyı sildim. Bakın size o kadar cesurane konuşuyorum. Galatasaray Atletizm Şubesi bizi silip süpürürken “Bunları yeneceğiz” dedim ve yendik! Kararlı olunca Türk Atletizmine hükümran olduk. Şunu da söyleyeyim size ben bu şubelere önem verdiğim için en sevdiğim bir Fenerbahçelinin bana sempatisini kaybettim. Zeki Sporel beni çok severdi ama “Eh yeter artık” demiştir. Bakın 1907’liler Allah razı olsun Basketbol şubesine katkıları çok büyük.

    Rakip kulüplerle mücadele için, dağılmamak gerekli, gücünüzü mutlaka memleketteki en popüler spor futbola teklif edeceksiniz ama amatör şubeleri de Fenerbahçe’nin şanına layık bir şekle getirmek için çalışacaksınız.

    Bizim bir radyo kurduğumuzu biliyor musunuz?

    Duydum ama detaylı bilmiyorum.

    Deneme yayınlarında olan bu radyoyu, seçimlerden sonra kulübe devretmeyi düşünüyor Birleşik Grup. Sayın Dağlaroğlu, siz Fenerbahçe tarihinin yazarı olarak, Fenerbahçe’nin dünü ve bugünü arasındaki yapısal ve kültürel bağı en detaylı bilen kişilerden birisiniz. Bu açıdan bakıldığında Fenerbahçe’nin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

    Öncelikle gerçek anlamda grupların samimi olarak, ancak kendi gruplarını lağvederek bir araya gelmeleri gereklidir. Bütün heveslerini, heyecanlarını kulübe teksif ederlerse bu düzelir. İhya olunur. Bu arada görüştüğümüz gibi bu beş sene bekleme süresinin de kalkması ve tüm Fenerbahçelilere görev yapabilme imkanı tanınmalıdır. Fenerbahçemiz fevkaladedir. Bugün Galatasaray’ın son beş senede gösterdiği atılım ve başarı dolayısıyla küçük çocukların artık Galatasaraylı olma hevesinden bahsediliyor. Bakınız, Fenerbahçe’nin güzel bir başarısı tekrar hakiki durumu ve halkımızın Fenerbahçe’ye sevgisini gösterir.

    Takımdan umutlu musunuz?

    Biraz sabırlı olmak gereklidir. Fenerbahçe geçen sene yıkılmadı. Senelerdir bozukluklar var. Çabucak netice beklemek yanlıştır.

    Rıdvan için ne düşünüyorsunuz?

    Vallahi, hocamızın kararı böyle, uyacağız.

    En Unutamadığım Anı

    Anılarınız çoktur. Bunlar arasında sizi en çok etkileyen anınızı okurlarımıza aktarır mısınız?

    Beni en çok onurlandıran bir tanesini aktarayım; 1951 senesinde Türk atletizm tarihinde yurt dışına çıkan ilk kulüp takımı olarak Fenerbahçe Yunanistan’a gitti. Kadroda 16 enternasyonel atlet vardı. Nisan ayı Türk atletleri için iyi bir ay değildir. Hazırlık dönemidir. Yaz ayları bizim için önemlidir. Bu bakımdan Yunan atletleri bizden avantajlı idiler. Buna rağmen bu bir fırsattı ve ertelenemezdi. Yunan Milli Bayramında oluyordu bu karşılaşma. Ben de kulübün Genel Sekreteriyim ve organizasyonu da ben yapmıştım. Karşı taraftaki kulüplerin başkanları da ahbaplarım. Onlar bizi davet ettiler. Bir de Karabakis diye Yunanistan’ın o dönemler en büyük spor mağazasına sahip organizatör bir arkadaş var.

    Müsabakalar 60.000 kişinin önünde 12 gün devam etti ve Fenerbahçe’nin puantaj durumu şöyleydi : 66 puanla Fenerbahçe birinci, 39 puanla Panathinaikos (Yunanistan’ın en eski kulübü) ikinci. Büyük bir sevinç yaşadık. Seyirciler arasında birçok da yabancı misyon var. Bizim büyükelçimiz de orada. Mükafat tevzi var ve biz 10 kupa kazanmıştık. Bizi kokteyle davet ettiler. Daha evvel de Panathinaikos futbol kulübü bize ziyafet verdi ve kulübün reisi Atletizm Federasyonu Başkanı zat bizi gayet kibar ve sportmence tebrik etti ve “Bizi Milli bayramımızda yenen takım Fenerbahçe olduğu için üzülmüyorum. Ayrıca altını çizen başka bir şey söyleyeceğim size. Ben yalnız Panathinaikos taraftarı değilim. Ben yalnız Yunan Atletizm Federasyonu Başkanı değilim. Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli formasını üç sene sırtında taşımış bir futbolcu ağabeyinizim!” dedi. Meğerse 1915-1916 yıllarında Robert Kolej öğrencisi iken Fenerbahçe’de futbol oynamış. Bunları unutmak mümkün mü? Bakınız kokteylde de Ruşen Eşref Ünaydın Allah rahmet eylesin, “Atatürk’ün ruhunu da şad ettiniz sadece başarı kazanmadınız” dedi.

    Yani Atamız boşuna Fenerbahçeli olmamış. Çok teşekkür ederiz, sayın Dağlaroğlu.

    Rüştü Dağlaroğlu’nun 28 Mayıs 1926 tarihinde, henüz 18 yaşında iken, Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ne yazdığı yazı: “Ne mutlu Fenerbahçeliyim diyene!…”

  • Zeki Fenerbahçe İçin Hayatını Feda Ederdi

    Zeki Fenerbahçe İçin Hayatını Feda Ederdi

    Bedri Gürsoy yazmaya, Tuncay Yavuz da onun yazdıklarını aktarmaya devam ediyor. Bu kıymetli yazı koleksiyonunda sıra Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’de. Yazısının sonunda Bedri Bey takım arkadaşı için “Zeki Fenerbahçe için hayatını feda ederdi” demiş. Evet, öyle bir kadroydu ki şüphesiz hepsi aynısını yapardı. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türkiye’de Futbolun İlerlemesinde Mühim Rolü Olan Zeki

    Ben, bu cidden kıymetli futbolcumuzun spor hayatını ikiye bölmek mecburiyetindeyim. Hatta ismini bile. Birincisi sadece futbolcu Zeki. İkincisi hem futbolcu hem de Milli Spor Mağazası sahibi tüccar Bay Zeki Rıza. Ben burada hem futbolcu, hem de Milli Spor Mağazası sahibi Bay Zeki Rıza’dan pek az bahsettikten sonra asıl Zeki’yi, benim çok takdir ettiğim Fenerbahçe’nin gözbebeği Zeki’yi anlatacağım.

    Milli Spor mağazası sahibi ve futbolcu Bay Zeki Rıza. Yaşını başını almış, olgun bir sporcu. İhtimal ticarete fazla ehemmiyet verip, o yolda çok didişip yorulduğundan olacak, eski oyununu kaybediyor. Yaşlanıyor, ağırlaşıyor. Bir buçuk saatlik oyunda nefesi zor yetişiyor. Buna rağmen futbolu bir türlü bırakmıyor. O tam bir sporcu, spora aşık tecrübeli bir kurt olmuştur. Nasıl bırakabilir ki? Artık tekniği çok kuvvetlidir. Onun o müstesna oyunlarına şimdi bir de uzun tecrübelerden doğan idare ve bilgi kabiliyeti katılıyor. Sahada binbir düşünceyle hesaplı bir şekilde oyun oynayan bir futbol kralı oluyor.

    Sporda terbiye, tahsil, seciye, irade kudreti, metanet, hatta asalet bile aranılır. Zeka ise en başta lazımdır. İşte Bay Zeki Rıza çok zekidir. İşini iyi bilir. Ne zaman paslaşacağını ve kime şut çekeceğini, nasıl kombinezon kuracağını, ne yolda çarpacağını, ani olarak estirip plan çizmek ancak bu kıymetli ve tecrübeli oyuncuya mahsustur.

    Bay Zeki Rıza’nın çok ince oyunları vardır. Maçlarda mühim rol oynar, kurnazlığı ile müdafileri atlatmasını yerinde ve zamanında yapar.

    Yanındaki oyuncıların inkar kabul etmez yardımları ile merkez muhacimden birden ileri, seri bir atılganlıkla fırlamak, sonra birden arkasına hiç bakmadan arkadaşlarına (tayın) vurmak, geri pası vermek ve belli bile etmeden sıyrılıp kaleye doğru tam bir çalımla koşmak, her babayiğitin harcı da değildir.

    Gelelim Tam Zeki’ye.

    Zeki. Türkiye’de futbolun ilerlemesinde mühim rolü vardır. Senelerce Fenerbahçe’nin ve Milli Takım’ımızın kaptalığını yapmıştır. Yirmiye yakın enternasyonel maçlarda oynamıştır. Küçük yaştan beri Fenerbahçe’nin aşığıdır. Sarı Lacivert için sahada canla başla oyun oynar, ince ve nazik bir oyuncudur. Hasım oyuncusuna kasten bir defa bile vurduğu görülmemiştir. Çok seri koşar, teknik oyunu ile meşhurdur. Çok çeviktir. Pasları – Sabih ve Refik müstesna – hiçbir oyuncumuzda yoktur. Hesaplı, ölçülü değildir. Yanındaki oyuncuların ve oyun tarzının esasını çabuk kavrar. Oyunun cerayanını iyi görür. Yanındaki oyuncuların hangisine ne zaman pas vereceğini ani olarak tayin eder, emin bir şekilde ve ileri paslar yapar.

    Teknik şutlar hem çok sıkıdır hem de çok hesaplıdır. O kadar ki oyununu bildiği kalecilerin şutu tutmak noktasından kuvvetsiz yerlerini bulup bilerek şutlar çeker. Mesela bir kaleci, hasım kalecisi sağ plonjonları mı zayıf? Şutu ekseriya o tarafa nişanlar. Havadan tutması mı zayıf? Topu havadan sokar. Velhasıl Zeki şutlarında köşe ve zaviyeler buluşları şayanı hayrettir.

    Demarke olması zayıftır. Deplasmanı azdır. Oyunlarda maneviyatı pek kuvvetli değildir.

    Zeki gol fırsatlarını ekseriyetle kaçırmaz. Bundan dolayı Türkiye’de gol rekoru yapmıştır. Sağ ve sol ayaklarını istediği gibi mükemmel kullanır. Yanındaki oyuncuyu iyii oynatır. En münasip zamanda  gol yaptırıcı paslar verir.

    Zeki’nin topa havaya sıçrayışları, kornerden gelen topla beraber kaleye atılması, kafa vuruşları mükemmeldir. Yerinde ve zamanında maçına göre çalım yapar. Zeki’nin açıklara pasları meşhurdur.

    Bu kadar sene sol açık oynadım, hiçbir merkez muhacim görmedim ki Zeki gibi temiz pas yollasın.  Açıkların süratleri ile topun avut çizgisini geçmek ihtimalini o kadar ince hesaplayıp dikine pas verir ki! Çok defa seyirciler açığın boş yere koştuğuna kanidirler. Ve pas kaçtı diye “ah!” diye bağırırlar. Halbuki bir pası veren Zeki, bir de koşan açık o topu çizgi üstünde yakalanacağını hesaplamıştır.

    Şutları

    Zeki’nin (vole) top yere inmeden şutları harikadır. Bu şekilde kalenin köşeelerini çok az merkez muhacimlere nasip olan bir muvaffakiyetle bulur. Sağdan soldan gelen pasları iyi kullanır. Haf beklerle paslaşır, vücut çalımı yapar. Zeki’nin uzak ceza vuruşları cidden çok tehlikelidir. Bu şekilde parmağımızı ağzımızda bırakan enfes goller atmıştır. Hiç unutmam, Finlandiya’da ta uzaktan, kırk yardadan, bu şekilde bir gol sokmuştur. Zavallı Finlandiya kalecisi yere çöküp ağzı açık, afal afal topun köşeden girişini seyretmiştir. Çok ince, çok görüşlü bir futbolcudur. Bu gözbebeği kıymetli futbolcumuzun yeri ticaret hayatına atıldıktan sonra tamamiyle boş kalmıştır. Maateessüf Bay Zeki Rıza, bu kulübü için hayatını feda etmeye amade tam amatör Zeki’nin yerini dolduramamıştır.

    Türkiye’de Zeki gibi bir merkez muhacim yetişmemiştir. Daha senelerce yetişemez bu gidişle.

    Bedri Gürsoy / Zeki Fenerbahçe İçin Hayatını Feda Ederdi – 22 Ağustos 1940 – Haber – Akşam Postası Gazetesi

  • Ahalinin Göz Bebeği Fenerbahçe ve Koyunlar

    Ahalinin Göz Bebeği Fenerbahçe ve Koyunlar

    1932 yılında Yunanistan’dan bir “Selanik Karması” Türkiye’ye geldi. İzmir’de ve İstanbul’da iki haftadan kısa bir süre içinde altı maç yaptıktan sonra geri dönen bu karma takımı, Türk spor camiası hiç beğenmedi ve “sokaktan toplama” buldu ama ittifakla üzerinde durdukları nokta, bu takımın “atlet” olduğuydu. Kuşdili yangını felaketinden yalnızca 11 gün sonra, 17 Haziran 1932’de yapılan “Fenerbahçe-Galatasaray karması, Selanik Karması’na Karşı” maçı 2-1 bitmiş, Türk basını ve seyirciler “Yok artık! Sadece 2-1 mi?” şeklinde tepki göstermişlerdi. 28 Haziran 1932’de Fenerbahçe, bu defa Galatasaray’dan sadece Nihat Bekdik takviyeli bir kadroyla maça çıktı ve (Yunanlılar trene yetişeceği için 30 dakikalık devrelerle oynanan müsabakayı) 4-0 kazandı. Fikret Arıcan, Lütfü Boyer, Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar’ın golleri, seyirciye “İşte şimdi oldu!” dedirtmişti. “Peki ahalinin göz bebeği Fenerbahçe ve koyunlar ilişkisi nedir?” diye soracaksınız. İlki 1932 yılında Fenerbahçe’nin yerini belirtmesi açısından muhteşem bir tamlama olduğu için başlıkta, ikinciyi de yazının sonunda görürsünüz artık. Doyulmaz üslubuyla dönem gazetelerinden… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Akşam Gazetesi’nden

    Dün İzmir’den avdet eden Selanik muhteliti ile Fenerbahçeliler son bir veda maçı yaptılar.

    İstanbul fukaraları menfaatine yapılan maçı Selaniklilerle beraber Fenerbahçeliler hiç para almadan oynadılar.

    Bilinemez; menfaatlerine dünkü maç için İstanbul fukaralarının yaptığı duadan mıdır, yoksa, kısa bir müddet zarfında beş sıkı maç oynayan Selanik oyuncularının yorgunluğundan mıdır, Fenerbahçe’nin dünkü oyunu ilk birinci oyununun fena tesirini izale etmiş oldu.

    Ahalinin gözbebeği olan Fenerbahçe ilk oyunda aldığı netice ile taraftarlarını bile ümitsizliğe düşürmüştü. Fazla gol çıkardıları için sevilmiş Fenerlilerin Selanik takımı gibi binnisbe acemi bir kadro karşısında bir gol farkla galip gelmesini kimse hazmedemedi. Dünkü maçta 4 gol çıkarak Fener biraz yürekten oynadıkları zaman hâlâ bir şeyler yapabilecek kudrette bulunduklarını ispat etmiş oldular. Esasen halk da gollerin adedi ikiyi geçtikten sonra Fener takımını daha sıkı alkışlamaya başladı.

    Cumhuriyet Gazetesi’nden

    Selanikli futbolcular Cuma sabahı şehrimize gelmiş olduklarına nazaran geçen on iki gün zarfında şehrimizde ve İzmir’de altı müsabaka yapmışlardır. Yani bu hesaba göre iki günde bir maç yapmış oluyorlar. Buna seyahat yorgunlukları da ilave edilirse, Selanik takımının her şeyden sarfınazar iyi bir atletik mezayaya sahip oldukları anlaşılır.

    On iki günde ve muhtelif sahalarda altı maç yapmanın ne demek olduğunu tahmin etmek güç bir şey değildir.

    Selanik takımı dün Türk bayrağını ellerinde taşıyarak sahaya gelmişlerdir. Pera takımından Velastros Efendi ile takviye edilmişlerdi Fenerbahçe takımı da Galatasaray’dan Nihat Bey’i alarak sahaya çıkmıştı.

    Misafirler, sahadan çıkar çıkmaz otomobillerle istasyona gitmişler ve Selanik’e hareket etmişlerdir.

    Vakit Gazetesi’nden

    Dünkü maç maalesef emsaline nispetle çok az bir seyirci kitlesi önünde oynandı. Bunun tabii başta gün meselesi olmak üzere muhtelif sebepleri vardı. Gelenlerden mühim bir kısmını da maçın bir saat oynanması hiç memnun etmemiştir.

    • Bir daha fakirler menfaatine bir maç yapılırsa galiba “Maç eksik oynanmayacaktır” şeklinde teminat vermeye lüzum hasıl olacak… diyenler çoktu.

    Maçta görülen garip manzaralardan birisi de iki koyunun oyun sahasında keyfi mayeşa dolaşmaları idi. Koyunların, müdafiler, haflar ve muhacimler arasında tam bir huzur içinde aşağı yukarı gezinmeleri seyrine doyulamayacak kadar ömür oluyordu!

    Süphane men tahayyere…

  • Zeki Rıza Sporel ve Milli Küme

    Zeki Rıza Sporel ve Milli Küme

    Bugün 1959 öncesi şampiyonluklar konusuna geri dönüyoruz. Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü ve öncü futbolcusu Zeki Rıza Sporel, futbolu bıraktıktan sonra, uzun seneler boyunca Türk spor teşkilatının içinde çalıştı. 1950’li yıllarda Öz Fenerbahçe dergisinde yazdığı bu yazıda büyük futbolcumuz, Milli Küme şampiyonasının kaldırılmasını eleştiriyor. Biliyorsunuz, en sonuncusu 1950 yılında yapılan Milli Küme’yi, yine üç şehrin katılımıyla 1959’da başlayan günümüz Süper Lig takip etmişti. İşte karşınızda, Zeki Rıza Sporel ve Milli Küme hakkında düşündükleri…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şarkî Akdeniz Kupası ve Milli Küme

    Bir “Şarkî Akdeniz Kupası” için Atina’da bir toplantı yapılmış, bu şampiyonaya Türkiye, İtalya, Mısır, Yunanistan iştiraki kabul etmiş, nihayet İtalya’nın teklifi ile bu deplasmanlı maçların yirmi dört yaşına kadar olan gençlerin iştiraki ile oynanması esas kabul edilmiş.

    Bence bu hareket kadar güzel bir şey tasavvur edilemez. Nitekim biz bunu daha bundan yıllarca evvel yapmak istemiş fakat işi sonuna vardıramamıştık. Bunun tahakkukunu görmekle en büyük sevinci duymalıyız.

    Bu organizasyon vesilesiyle ben yine şu milli küme şampiyonasından bahsedeceğim. Biz düşünerek, taşınarak gerek memleket futbolu ve gerekse malî bakımdan en büyük faydalar sağlayan milli kümeyi ortaya attık. Milli küme şampiyonası bu milletlerarası hareketin şehirler arası şekli idi.

    Yapmak güç, yıkmak kolaydır derler.

    Bundan yıllarca evvel ortaya atılan, her türlü maniaları aşarak, güçlüklere göğüs gererek yapılan ve iyi neticeler vererek yürüyen bir şampiyonayı her nedense bir dudak büküşü ile sormadan, fikir almadan ortadan kaldırdılar, bu suretle İstanbul futboluna o kadar değilse de Ankara ve İzmir futbolunu felce uğrattılar. Zavallı kulüplerin aynı zamanda bir varidat menbaını da kuruttular.

    Bence milli kümeyi ortadan kaldırmak değil bilakis genişletmek yoluna gitmeli idik. Bunu daha organize bir hale sokmalı idik. Bugün İstanbul kulüpleri ellerindeki sahaları, birkaçının malî vüs’atleri ile hariçten takım getirebiliyorlar. Bir hareket yapabiliyorlar. Fakat Ankara’nın ve İzmir’in o fakir kulüpleri bundan mahrumdurlar. Bir takım getirtmek imkanına malik değildirler. Bu vaziyet dahilinde iş birkaç lig maçına kalıyor. Bu şehirlerde lig maçları ile futbolcu yetişmesine, futbolun kalkınmasına imkan yoktur. İşte bunun için değil midir ki milli takımın yirmi-otuz kişilik kadrosu içine bir Ankaralı, biz İzmirli giremiyor. Halbuki milli küme şampiyonasının başladığı, hararetle devam ettiği devirleri şöyle bir gözümüz önüne getirirsek bu iki baş şehrin bir futbolcu kaynağı haline geldiğini, İstanbul’a kafa tutacak bir kuvvet iktisap ettiklerini derhal hatırlarız.

    Görülüyor ki spor teşkilatı milli küme şampiyonasını ortadan kaldırmakla memleket futboluna büyük bir darbe indirmiş ve fenalık etmiştir. Bu işlenen hata büyüktür.

    Şarkî Akdeniz Kupası muhakkak ki güzel bir şey, fakat bizim milli küme bunun temeli idi. Temeli yıktık ve yıkık bir temel üzerinde bina kurmaya çalışıyoruz.

    Zeki Rıza Sporel ve Milli Küme

  • Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    16 Haziran 1935 tarihinde Fenerbahçe kuruluş yıldönümünü kutladı. Günün en güzel etkinliklerinden biri Fenerbahçe ve Güneş tekaütleri arasında yapılacak olan gösteri maçıydı. Maçtan bir gün önce Tan gazetesi, spor sayfasında “Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe” başlıklı bir görsel ile beraber, aşağıdaki ilk yazıyı yayınladı. Ertesi gün, yine Tan gazetesi, 1-1 biten emekliler maçıyla ilgili en güzel detayları veren gazete olmuştu. O yazı da hemen ilkinin altında. Keyifli okumalar…


    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    Bugünkü en enteresan numaralardan biri de mütekaitler maçıdır. Mütekaitler maçı! Mütekaitlerin gazetelerdeki isimlerini gördükçe onlara mütekait demeye insanın dili varmıyor ve daha dün sahalarımızda göklere çıkaracak kadar alkışladığımız bu gençlerin mütekaidin sınıfına girmiş olmaları insanın yüreğini sızlatıyor. Düşünün; Zeki mütekait, Cafer mütekait, Sabih mütekait, Sadi mütekait, Kemal Rıfat mütekait, Ulvi mütekait, hepsi mütekait!

    Daha dün, şu Zeki, şu Ulvi’nin kalesine boyuna gol tıkar, Ulvi Zeki’nin arka arkaya ağlarına taktığı gollerini yememek için kendisini o köşeden bu köşeye, bu köşeden o köşeye atardı! Bunlar daha dün, daha dün denecek kadar yakın zamanın herkesin bildiği, canlı, hakiki hatıraları değil mi? Düşünün aynı oyuncular, bugün yine karşı karşıya oynuyorlar. Bunların mütekait olduklarına bin şahit lazım!

    Ya o Kemal Rıfat’la Bedri’nin dünkü karşılaşmalarından sonra bugün mütekait olan çatışmalarına ne dersiniz, ne buyurursunuz? Yine pek iyi hatırlarsınız ki, eski Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında Kemal Rıfat, Bedri’yi boyuna kızdırırdı. Bedri, Kemal Rıfat’ı geçebildiği zaman ise, yavaşçacık : “Resmî olsun!” diye latife eder, bunun üzerine Kemal Rıfat arkasına dönüp top arar ve o topu ararken Bedri tâ korner köşesine kadar akıttığı topu oradan Galatasaray kalesine şandelleyerek şutunu çakardı.

    Hey gidi günler hey! Bizim o günlerden hatırımızda kalan bu çeşit manzaralardır ki, bugünkü tekaütler maçına, büyük değer verdiriyor, içimizde merak uyandırıyor. Mütekaitler maçı diyerek geçmeyin; bu oyun hakikatte dört beş sene evvelki o meşhur, o hararetli Fenerbahçe-Galatasaray maçlarının biraz nefesi eksin bir tekrarı, eski Fener-Galatasaray oyuncularının yeniden sahneye çıkması demek olacaktır.

    16 Haziran 1935 – Tan Gazetesi – Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe


    Fenerbahçe-Güneş Mütekaitleri Yenişemediler

    Tekaütler maçı şöyle oldu:

    Aralarında şişmanlamış veya şişmanlamaya yüz tutmuşlar da bulunan mütekait futbolcuların topa vuruşlarından başlayarak sahada yer alıncaya kadar geçen zaman içinde herkes eski futbolcuları görmekten bir haz duyuyor, bir kısmı da tanıyamadıkları futbolcuların kim olduklarını birbirinden sorarak anlamaya çalışıyordu :

    • Şu kim yahu?
    • Tanımıyor musun? Necip Şahin. Meşhur Şişyanak… Dur, sana onun kendi anlattığı bir vak’asını söyleyeyim. Bir gün Karaköy’deki poğaçacıya gitmiş, yiyeceğini yemiş, tam çıkarken çırak tezgahtakine seslenmiş : “Yanağı şişten yüz dirhem al!”. Sohbeti de, oyunu da eğlencelidir ha!
    • Ya şu şişmancası…
    • Onu ben de bilmiyorum.

    Başka birisi atılıyor.

    • Galatasaray’ın eski merkez muavini Sabit…

    Birisi adeta keyifle bağırıyor:

    • Aman üstada bak, bayağı göbeklenmiş…
    • Sen ona bakma, bu kadar adam içinde en iyi şut atacak yine odur.

    Başka tarafta başka bir muvahere:

    • Cafer acaba yine eskisi gibi ortalığı biçecek mi dersiniz?
    • Bacaklarında derman kalmışsa huylu huyundan geçmez.

    İki bayan konuşuyor:

    • İçlerinde en değişmeyen yine Bedri…
    • Sanki ötekilerin hepsini tanıyormuş gibi konuşuyorsun…

    Kısacası eski futbolcular arasındaki bir maçın bu kadar neş’e ve bu kadar ilgi uyandıracağı umulmazdı.

    Hakem Komitesi Reisi Nüzhet’in düdüğü öttü. Fenerbahçe ve Güneş mütekaitleri şu şekilde sıralandılar:

    Fenerbahçe : Nedim Kaleci, Cafer Çağatay, Hasan Kamil Sporel, Süreyya Mithat, Sait Selahattin Cihanoğlu, Kadri Göktulga, Sabih Arca, Suat Subay, Zeki Rıza Sporel, Hikmet Topuzer, Bedri Gürsoy

    Güneş : Ulvi, Hüseyin (Hayati), Mehmet Nazif, Ahmet Arif, Kemal Rıfat, Hayri, Sabit, Yusuf Ziya, Necip Şahin, Latif, Müfid

    Maç Başlarken

    Fenerbahçe kapı tarafındaki kaleyi aldı. Güneş Papazın Bahçesi’ndeki kalede.

    Bir tarafın kaptanı Hasan Kamil, öbür tarafın Papaz Kemal.

    Hakem Baba Nüzhet.

    Kur’ayı Güneş kazandı.

    Oyun başlamak üzere. Herkeste bir heyecan. Bütün oyuncular yerlerinde. Bunları seyretmek için çocukları, çolukları, kayın valideleri, kayın pederleri sıralanmışlar, merakla seyre hazırlanıyorlar.

    Fenerbahçeliler ileri akına başladı. Kemal Rıfat ilk akını kesiyor. Suat ortalıyor. Zeki alamadı. Kadri akınları kesiyor ve Papaz Kemal canla çalışıyor. Ziya dehşet! Gülmemek için insan kendini zor tutmalı. Halk kahkahadan kırılıyor.

    Fenerbahçe mühim bir tehlike atlattı.

    Oyun başlayalı bir iki dakika oldu. Top Dalgakıran Hasan Kamil’de. Aptal Mehmet yaman oynuyor. İki dakika sonra; Nedim kalenin direğine yanaşmış, Sabit’i atacağı korneri bekliyor. Korner çekildi. Yusuf Ziya, Necip Şahin kalenin önünden ayrılmıyorlar!

    Çocuklar boyuna annelerine:

    • Babama bak! Babama bak! Ne güzel koşuyor! diye heyecanla bağırıyorlar.

    Oyun tam ortada. Şişme alaimi kendini gösteriyor. Top Ziya’da. Şutu çekti ama kenardan auta gitti.

    Gülen gülene. Halk kırılıyor.

    Fener Rüzgar Altında

    Oyun oynanıyor ama rüzgar şiddetli. Topu Zeki aldı, Bedri’ye verdi, Aptal Mehmet kesti. Hikmet bir şut çekti, Ulvi kurtardı.

    Mukabil akın : Hasan Kamil, Necip’i geçti, Hayri kurtardı. Yere düşüp kalkanları görmeyin! Fakat hacıyatmaz gibi bir düşen beş dakika sonra kalkıyor. Hele doksan ile yüz kilo arasındakiler, görülecek şey…

    Top ortada dolaşıyor ve her iki takım bütün kuvvetlerini sarf ediyorlar. Bu maç, en mühim maç kadar herkesi alakadar ediyor.

    Bir zamanlar memleket futbolunun en yüksek şahsiyetlerini görmeyin… Hepsi göbeklenmişler!

    Güneş kalesine doğru akın. Kemal Rıfat kurtardı. Sadi karşıladı. Topu tutmak için vaziyet alanlar, ayaklarının arasında resmi geçit yapan topa seyirci kalıyorlar. Belli ki şişkinlik başladı.

    Fener kalesine gelen topu Kadri kurtardı, sağdan Sabih’e verdi, tenisçi Suat aldı, Kemal Rıfat yine kurtardı. Allah Allah! Çalım da yapıyorlar. Zeki aldı, ateş gibi gidiyor. Fakat Hayri kurtardı.

    Yusuf Ziya güzel bir pas kaçırdı.

    Ortada pürheyecan iki taraf çalışıyor. Cafer görülmemiş bir kurtarış yaptı. Ziya ve Necip’in kombine akınını kırdı. Fakat Ziya aldı, sürüyor. Bizim esrarengiz bugün ömür! Fakat bir türlü gol yapamıyor!

    Sağdan Sabih ile Güneş kalesine akın başladı. Karşısında Usturumcalı Hüseyin. Fakat Hüseyin biraz sonra şişti, yerine Hayati girdi. Aman ne zevkli futbol! Düşen ve kalkandan topun ilerlemesine imkan yok!

    Aptal Mehmet alelûsul gözü kapalı hücum ediyor. Ne olur ne olmaz, herkes ihtiyatlı. Kimse, bu tekaüt maçında ayağını kırdırmak istemiyor. Hakikaten ne zevkli oyun!

    Fenerbahçe kalesinin önü görülecek şey: Hasan Kamil topu kurtardı ama az kalsın kendi kalesine gol de yapacaktı, fakat kornerle kurtardı.

    Necip Şahin bir gol yapmak için, kale önünde, delik arıyor. Korner çekildi. Kale önüne düştü… Derken penaltı!

    Fenere Penaltı

    Nedim vaziyetini aldı. Top çizgide. Ziya çekiyor. “Plase atayım!.” derken top dışarı gidiyor ve Necip de “Keşke ben atsaydım!” diyor.

    Ziya elleriyle : “Ne yapayım kaçtı!” demek istiyor.

    Fakat hakikaten bu takımda iyi oynayanlar var. Biraz antrenman yapsalar, belli ki oynayabilecekler! Güneş’e bir akın olup da neticelenmeyince Fenerliler : “Vah, vah!” diye bağırıyorlar, Güneşliler ise : “Çok şükür kurtulduk!” diye seviniyorlar.

    Zeki, eskisi gibi bir takım vücut hareketleriyle topu alıyor, sürüyor!

    Fakat herkes öyle şişmiştir ki sahayı terk eden edene ve bu esnada hakem imdada yetişti, düdüğü çaldı.

    Oyuncular kan ter içinde, yavrularının, hatta torunlarının yanlarına dönüyorlar. Çocuklar, babalarına limon yetiştirmekle meşgul :

    Nedim meşhur cakasında berdevam.

    Bu komedinin birinci devresi böylece sıfır sıfıra bitti.

    Fenere Gol

    Aynı oyu devam ediyor, derken beşinci dakikada Fenerbahçe’ye bir penaltı verildi ve bu penaltıyı Ziya çekerek topu Fenerbahçe ağlarına takmaz mı?!

    Güneş : 1, Fenerbahçe : Sıfır.

    Bundan sonra Fenerbahçe’nin akınları başlıyor ama tesirsiz. Kornerler, şutlar, driblingler gırla gidiyor. Fakat birdenbire Fenerbahçe, Güneş kalesi önündeki kargaşalıktan istifade ederek bir gol yaptı, şiddetle alkışlandı ama, ne yazık ki, bu gol sayılmadı. Ofsayt sayıldı.

    Güneşe Gol

    Ama çok geçmeden, hak yerini buldu ve bir akın neticesinde Güneş’e ilk gol oldu. Bu gol, sanki eski Fener-Galatasaray oynuyormuş gibi dakikalarca alkışlandı.

    Kaleye doğru verilen pası Suat tam kale önünde yakaladı ve müdafii çalımla geçerek golü tıkadı.

    Şimdi iki tarafta büyük canlılık var. Belli ki iki taraftan biri galibiyet golünü yapmak istiyor.

    Fenerbahçeliler boyuna akın yapıyor, fakat Ulvi de boyuna kurtarıyor.

    Oyunun bitmesine pek az var. Fakat buna rağmen ikide bir saat soranlar çok. Ve nihayet çok geçmedi. İki takım, berabere kalarak, mütekaitler maçı bitti.

    17 Haziran 1935 – Tan Gazetesi

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe