Etiket: Zeki Rıza Sporel

  • Çamurlu Yuvarlak Bir Şey

    Çamurlu Yuvarlak Bir Şey

    Fenerbahçe ile Altınordu, bir zamanların iki ezeli rakibi, 12 Aralık 1919 Cuma günü karşı karşıya gelmişler. Spor Âlemi dergisinde maçı yazan (muhtemelen Çelebizade Sait Tevfik Bey) topun aldığı hali “çamurlu yuvarlak bir şey” olarak anlatmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Birinci Küme

    12 Kanunievvel 335

    Altınordu 3 – 2 Fenerbahçe

    Bu oyun lig maçlarının en galeyanlısı ve en meraklısıdır. Çünkü birçok seneden beri bu iki rakip kulüp arasındaki oyunlar ya kavga ile neticeleniyor veyahut berabere kalıyorlardı, bugünkü maçta ise Altınordulular lig maçında oynatılmamasına karar verilmiş olan Hasan Bey’i bulundurduklarından bilmem acaba bu oyun da makbul addolunacak mıdır?

    Mahaza maçın tarz-ı cereyanını izah edelim: Hakem Sedat Bey idi. Muvaffakiyeti şayan-ı takdirdir.

    Takımlar hemen her iki kulübün en iyi oyuncularından terekküb ediyorsa da hepsi bir seviyede bulunmuyordu. Bu oyunda Altınordu’nun sağ ve Fenerlilerin de sol tarafı iyi ilerliyordu.

    (Oyun) başlangıcında gevşek olmakla beraber meraklı cereyan etti. Gerek Fenerliler ve gerek Altınordulular birbirlerini epeyce kurcalamaya başladılar. Fakat Altınordu müdafaası topu gayet iyi vurduklarından muhacimlere hemen muavinlerin yardımına ihtiyaç hissettirmeden yolluyorlardı. Tabii buna muavinler de inzimam ederek daha ziyade takviye ediyordu.

    Fenerlilerin müdafaa hattı kuvvetsiz idi. Muavinler çok gayret ediyor, yalnız İsmet Bey pek iyi oyuncu olmakla beraber asabiyeti dolayısıyla ziyade çalım yapıyor ve bundan dolayı bazı mühim sıralarda topu hasmına veriyordu.

    Fenerliler ilk partide sol tarafta verilen iyi bir pas ile kaptan Zeki Bey tarafından ilk sayı yapıldı, fakat Altınordulular da pek az sonra kale önünde karışıklık esnasında Hasan Bey’in kafasıyla topun rüzgar tesiriyle bir kısmı kaleye dâhil olması hakem tarafından gol addedilerek bir sayı mukabil taraf da yaptı. Ve birinci kısım hitam buldu.

    İkinci partide Fenerliler hücuma başladılar ve epeyce oyun şiddetini tezyid etmişti. Bu sırada uzun havaleli bir top ufak bir çalımla müdafileri geçilerek Fenerlilerden Alaaddin Bey tarafından gayet mühim ikinci sayı dahi yapıldı.

    Bundan sonra Altınordulular ziyade gayret etmesine mukabil Fenerliler de müdafaasını kuvvetlendirmek lazım gelirken bilakis daha açarak fazla sayı yapmak hevesine düştü ve zaten uzun vurulamayan top çamurlar arasında sürünmeye başlandı.

    Korner hattından çekilen toplar hep bu karışıklık esnasında içeriye atıldı. Ve şu suretle galibiyet Fener’de iken ikinci ve üçüncü sayıların yapılmasıyla diğer tarafa teveccüh etti.

    Artık hava kararmaya başlamıştı ve her iki taraf da yorgun bacaklarını çamurlu yuvarlak bir şeyin üzerinde hareket ettirmeye çabalıyorlardı.

    Neticede ikiye karşı üç ile oyun neticelendi.

    Bu maçta en iyi oynayan Fener’den Feyzi Bey’le her iki kulüpten Refik Bey’lerdir.

    Spor Âlemi – Numara:4


    Fotoğraflar: Spor Âlemi dergisinde Fenerbahçe’den Refik Kuntol, Altınordu’dan Refik Osman Top, Fenerbahçe’den Baron Feyzi ve Fenerbahçe’den İsmet Uluğ.

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Dört Sene Sonra

    Dört Sene Sonra

    Fenerbahçe, 12 Haziran 1925 tarihinde 1-0 kazandığı derbi maçından sonra, Galatasaray’a karşı 8 maç yapmış ve bunlardan hiçbirini kazanamamıştı. Dört sene sonra 29 Kasım 1929 tarihinde oynanan karşılaşma, Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erince gazetelerde aşağıdaki yazılar çıktı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Galip!

    Fenerbahçe seyircilerin sevinç tezahürleri arasında Galatasaray’ı yendi.

    Tahmin ettiğimiz gibi, binlerce meraklıdan mürekkep kesif bir seyirci kütlesinin sevinç tezahürleri arasında, Fenerbahçe, Galatasaray’ı dün yendi.

    Galip bu galibiyeti, mağlup da bu mağlubiyeti, hakikaten hak etmişlerdi.

    Kabul etmek lazımdır ki son seneler zarfında birçok ecnebi takımları yenerek milli heyecanımızı yüksek bir şekilde temin eden Fenerbahçe, hayrete şayan bir aksilik, bir talihsizlikle bütün o ecnebi takımlara yenilen bir takıma, Galatasaray’a mağlup oluyor, yendiği maçları bile yeniliyordu.

    Fenerbahçe’ye nazaran daha zayıf bir vaziyette olan Vefa, Beykoz gibi takımlar karşısında yakasını güç kurtaran Galatasaray’ın, Fenerbahçe karşısında garip bir istihaleye uğramış gibi, böyle galip çıkagelmesinin yegane hikmeti, Galatasaray’ın “Azmü iman!” namını verdiği ve faul üzerine müesses bir nevi haşin oyun sisteminin bütün bir maçın cereyanına hakim kılınmasından ileri gelmekte idi. “Oyunla yenilmeyeni, zorla yenmek!” işte sistem bu idi ve insaf ile kabul etmek lazımdır ki sistem, meşhur Mehmet Nazif’in ayağı kurban verilinceye kadar da muvaffakiyetle tatbik edildi. Oyun başladıktan beş on dakika sonra asabi bir hava içinde karşı taraf korkutulacak, çarpılacak, devrilecek, yuvarlanacak ve garip bir tempo ile teganni edilen o meşhur:

    “Ha! Ha! Ha!”

    “Hi! Hi! Hi!”

    “Ho! Ho! Ho!”dan mürekkep tribün musikisi arasında, bir nevi heyamola ile galip gelinecekti. Bu sistem, zavallı Mehmet Nazif’in ayağına mal olduktan sonra ve bilhassa arslanlar ihtiyarlayarak şuraya buraya koşmalarının oyun üzerinde artık müessir olmaması üzerine, iflas etti. Fenerlilerin dünkü galebesi bundan ileri gelmiştir.

    Esasen kaç senedir galip gelmesi lazım gelen Fenerbahçe, bu maçı behemehâl kazanmak için, 3 aydan beri çok muntazam bir antrenmana tabi tutulmakta idi. Zeki’nin, Alaaddin’in, Kadri’nin, Sadi’nin, Cevad’ın, Füruzan’ın, bütün Fenerbahçe’nin dünkü hakimane oyunun, bunun eseri ve dünkü büyük maçın her Fenerbahçeliyi candan memnun ve tatmin eden kati bir galibiyetle bitmesi de yine her şeyden evvel bu çalışmanın neticesidir.

    (…) Oyunun bitmesine 13 dakika kalmıştı. “Man dakka, dukka!” kabilinden, Fenerbahçe, bu sefer kör talihi behemehâl patlatmak için vaktiyle Mehmet Nazif’in yaptığı gibi, ayağına geçirdiği toplardan bir kısmını taca havale eyledi. Bu da pek fena bir mukabele değildi. Her halde fazileti terbiyetkarisi muhakkak olmak lazım gelirdi.

    Nihayet çok vakur ve centilmen Fenerbahçe, haklı bir galibiyetin gururu ve neşesi içinde kendisini sevenlerin omuzları üzerinde sahayı zaferle terk etti. Ve “Ha! Ha! Ha!” “Hi! Hi! Hi!” “Ho! Ho! Ho!”cular da sustu. Anlaşılan musiki heyecanı gönüllerinden uçmuştu!

    Sarı kırmızılı arkadaşlara ve bu renge boyananlara Allah başka keder vermesin!

    1 Aralık 1929 – İkdam Gazetesi


    Maçtan Sonra

    Fenerbahçe Galatasaray’ı yendi… Evvelki akşamla dünkü günün her yerde duyulan bahsi, lakırdısı bu idi. Belki bugün de odur. Bizim matbaada bu zafer duyulunca sermürettip muavinlerinden Şahin Hayri Efendi bütün muharrirlere birer çay ısmarladı. Dehşetli sevinç içinde idi. Bahriahmere seyahat yazısında ismi geçen ve bizim patronların hanedanına mensup olan Rasim Daver Bey’e bir taziyet mektubu yazdı; bize de imzalattı. Akşam, vapurda stadyumdan sonra meyhaneye de uğramasını ihmal etmemiş olan iki genç konuşuyordu:

    • Fena yenildik be yahu!
    • Seyircilerin içinde Galatasaraylı bir kız vardı; ikinci haftaymın sonunda, az kaldı, bayılıyordu.

    Hamdolsun gece rüyamda ne maç seyrettim, ne de lakırdısını dinledim. Lakin sabahleyin acısı çıktı. Vapuru dolduran kalabalık içinde galiba benden başka maç lakırdısı etmeyen yoktu.

    • Nasıl çıktığımı bilmiyorum. Yanımda oturan kız Fenerli idi. Bizim taraf mağlup olunca bir daha kendisine görünemedim.

    Bir başka ses:

    • Şu Vakit gazetesi Fenerli galiba. Serlevhalarında kulüplerin renklerini göstermiş. Fener üstte, Galatasaray altta.

    Gazetecileri iyice tanıdığı anlaşılan bir delikanlı:

    • İkdam çıksaydı, Ali Naci Bey bu zaferi nasıl yazardı, görürdünüz! Diyordu.

    Nihayet köprüye geldik. Uğradığım berber dükkânında gene aynı bahis:

    • Kalecinin üzerine bir atılış atıldılar ki çocuk, az kaldı, boğuluyordu.
    • Ayol, futbol oynarken o hırs arasında kim kimi düşünür? Nihat’ın bacağından kanlar sızıyordu da kimse aldırmıyordu.
    • Azizim “Yaşa”, “Bravo!” diye haykırmaktan sesim kısıldı.

    Tramvayda da aynı bahis duyuluyordu. Demek ki yalnız zenginin parası züğürdün çenesini yormuyor. Sporcunun oyunu da sporcu olmayanın çenesini yoruyormuş.

    1 Aralık 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

  • Tarz-ı Teşkil

    Tarz-ı Teşkil

    Bundan tam bir asır önce, Vatan gazetesinin spor köşesinde Slavia Prag karşısına çıkacak İstanbul karmasının nasıl kurulması gerektiği yazılmış. İlk “tarz-ı teşkil” gazetenin hoşuna gitmemiş olacak ki kendi önerilerini yapmışlar. Enteresan bir yazı. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor

    İstanbul Muhtelit Takımının Bugünkü Müsabakası

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul Mıntıkası Futbol Heyeti dünkü nüshamızda intişar eden bir tebliğname ile İstanbul muhtelit futbol takımını, bugün, İngilizlerin kuvvetli bir muhtelit takımıyla müsabaka icra etmek üzere Kadıköyü’ndeki İttihat Spor Meydanı’na davet etti.

    “Roska” kulübünün İstanbul’a geleceği şayi olduğu esnada birkaç talim ve müsabaka yapan İstanbul muhtelit takımının aradan geçen üç ay zarfında tamamen atıl durduktan sonra böyle birdenbire egzersize davet olunması, takımı “Slavya” maçlarına hazırlamak arzusuna müstenid olmak lazımdı. Esasen tebliğnamenin serlevhası İstanbul futbol heyetinin bu endişesine tercüman olmaktadır.

    Binaenaleyh “Slavya”ya karşı hazırlandığı anlaşılan İstanbul muhtelit takımının tarz-ı teşkili hakkında futbol heyetinin nazar-ı dikkatini celb etmek isteriz.

    Davet olunan futbolistler meyanında kaleci Nedim Bey vazifesinin eridir. Yalnız son Altınordu müsabakasında mümaileyhin eli incinmişti. Eski selabetini iktisap etmemiş olan bir el ile kalecilik etmek evvela Nedim Bey’in sıhhati, saniyen muhtelit takımın menfaati namına iyi bir şey olmasa gerektir. Her ihtimale karşı mumaileyhe halef olmak üzere irae edilen Nüzhet Bey’e gelince: Bu zattan daha mahir bir kalecimiz daha vardır ki onun ismini namzetler meyanında görmemekle mütehayyiriz. Şekip Bey her halde tecrübe edilmek lazımdır.

    Müdafi Cafer Bey hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Fakat Şükrü Bey’in müdafi olmasını muvafık bulamadık. Zira mademki muhtelit takım Slavya’ya karşı ihzar edilmektedir, oyuncuların çok koşan ve hiç yorulmayan Slavya muhacimlerini tevkif edebilecek kadar seri ve çevik olması iktiza eder, hâlbuki Şükrü Bey’in sürati azdır. Bizce Şükrü Bey, Zeki ve Bedri Beylerin arasına, sol iç muhacim olarak takıma ithal edilmeli ve müdafi olarak da Hasan Kamil Bey alınmalı idi.

    Muavinlerden Nihat ve İsmet Beyler diğerleriyle esasen kabil-i tebdil değillerdir. Lakin Feyzi Bey’e tercih edilecek birkaç futbolistimiz vardır. Mesela: İbrahim ve Sadi Beyler. Vakıa Feyzi Bey topa hâkimdir. Pas vermek hususunda oldukça melekesi vardır. Fakat Slavya’ya karşı ittihaz edeceğimiz tabiye mutlak tedafi olacağı için muavinler mümkün mertebe fazla koşanlardan ve vücutça kuvvetli olanlardan intihap edilmek muvafıktır. Bu sebeplere binaen biz Sadi ve İbrahim Beyleri namzetler meyanında görmek istedik.

    Muhacim hattı (dediğimiz gibi) Şükrü Bey ilave olunduğu takdirde İstanbul’da teşkili mümkün olan “ideal” muhacim hattı olur.

    Mamafih önümüzde fazla zaman olmadığı için bugün bittabi futbol heyetinin tertip ettiği takım sahaya çıkacaktır. Fakat Salı veya Çarşamba günü ikinci bir talim müsabakası daha tertip edilir ve müdafaaya Hasan Kamil Bey, muavinler hattına İbrahim veya Sadi Beylerden biri getirilir, muhacim hattına da Hasan Bey’in yerine Şükrü Bey geçirilirse, ümit ederiz ki, daha iyi bir netice hâsıl olur.

    8 Temmuz 1923 – Vatan Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXIII

    Canlı Yapraklar – XXIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIII” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXIII

    1925 te Slâvya’ya karşı muzaffer olan Türk futbolu Mısır’da da hayranlık uyandırmış ve bir futbol takımımızın Mısırı ziyareti çok istenmişti.

    İstiklâl savaşımızı takip eden senelerde Mısır zengini ve fakiriyle memleketimize karşı derin sevgiler beslemekte idi. Elçimiz, İstiklâl harbi kolordu kumandanlarından Muhiddin Paşa merhumun da bu sahadaki müspet rolü büyüktü.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti Kahire’nin Kürretülkadem kulübüyle mutabık kalıp Şubat 1926’da Fezara vapuruyla Mısır’a gitti. 4 hafta süren bu seyahatte 6 maç yaptı… İskenderun muhteliti ile (1-1) berabere kalan Kahire muhtelitine 3-0 ve rövanşta İskenderun muhtelitine 2-1 mağlup olan takımımız Kahire muhtelitiyle yaptığı rövanş maçında 2-2 berabere kalmış, son Portsait ve Mısır muhteliti maçlarını da 5-1 ve 2-1 kazanmıştı.

    Görülüyor ki netice iki taraf için müsavidir. Ancak Mısırlılar gençlerimizi üstat birer futbolcu olarak değil, fakat bir husumet cihadını alt etmiş kahraman- bir İslâm milletinin mümessilleri olarak gördüklerinden bağırlarına basmışlardı. Sayısı mahdut olan zengin tabaka hususi otomobillerini gençlerimizin emirlerine tahsis etmeği bir şeref sayar ve bunun için birbirleriyle yarış ederlerken, yüzde 99’u teşkil eden fakir tabaka da onları birer kahraman mücahit gibi elleri üstünde taşımış, her birini “Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kâzım Paşa!…” gibi isimlerle anmış ve alkışlamışlardı Hele 2 Mart 1926 akşamı Mısır futbol federasyonunun verdiği muazzam ziyafette yaşanan o candan sahneleri tasvir güçtür. Birçok Mısırlı hatipler Türk inkılâbı ve Gazi Mustafa Kemal için takdir ve hayranlıklarını pek coşkun şekillerde izhar etmişler, memleketimizin refah ve kudretine dualar ve sporcularımıza da altın madalyalar hediye eylemişlerdi.

    Kahire’deki Rejina Palace otelinin önü günlerce, sabah akşam ve geceleri tezahürat içinde inlemişti. 15 Türk futbolcusu Mısır’ı sanki içeriden fethetmişlerdi.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti bu seyahate yeknesak kıyafetle çıkmıştı. Sarı parlak düğmeli lâcivert renkte ceket ve gri pantolon giymişlerdi. Formaları ise beyazdı. Fakat solda, kalp üzerinde kırmızı yuvarlak içinde beyaz ay – yıldız vardı. Bu kıyafetleriyle de halk üzerinde fevkalâde intiba bırakmışlardı Takım sahalara çıkarken ay – yıldızı gören seyircilerdeki heyecan zapt olunmaz bir hal alırdı.

    Mısırlılarla bu ilk teması diğerleri takip ettiler. Fakat temaslar ilerledikçe esefle göze çarpan nokta Mısır halkında memleketimize olan sevginin yavaş yavaş zeval buluşudur. Bunun ilk sebeplerini Mısır’ın sabık devlet adamlarındaki memleketimize karşı duyulan kıskançlık hisleriyle, meydanı boş bulan Komünizmin fakir halk kitlelerine süratle nüfuz edişinde aramak gerekir. Temennimiz, durumun bugünkü inkılâpçılar elinde salâh bulması ve iki millet arasındaki tarihi ve manevi bunca rabıtaların basit hislere feda edilişine artık son verilmesidir.

    İşte; yukarıdaki resim Mısır’la ilk futbol temasımıza ait olup 19 Şubat 1926 Cuma günü Kahire’de Kahire muhteliti ile karşılaşan Fenerbahçe – Galatasaray muhtelitini maçtan önce gösteriyor.

    Sağdaki 4 fesliden 3’u Mısırlıdır. Öndeki pardösülü fesli ise Mısırlı değildir. Bilâkis, bu seyahatin organizatörü Türk ve Galatasaraylı Vamık (Gezen)dir. Mumaileyh, Mısır ve Mısırlılarla yakın alâkası dolayısıyla, orada fesle gezmeyi ahbaplarına karşı cemile sayıp tercih etmişti.

    Şapkalılardan birincisi sol açık Bedri, ikincisi Fenerbahçeli gazeteci Çelebizade Sait merhum, kasketli de kafile ve Galatasaray antrenörü Billi Hanter’dir. Sonra futbolcuları görüyorsunuz.

    Sıra ile: (Ye Mehmet) lakabıyla maruf Galatasaray müdafii Mehmet Nazif, kaleci Ulvi, müdafi Kadri, kaleci Nedim ve Kemal Faruki. Ortadakiler Hayri, Nihat, Kemal Rıfat. Oturanlar da bu maçtaki forvet hattıdır: Muslih, Sabih, Zeki, Alâeddin; Mehmet…

    Resimde kafileden 3 kişi noksandır. Bunlar futbolcu Cevat’la Fenerbahçeli idareci umumi kâtip Ali Naci (Karacan) ve Galatasaraylı idareci Sedat Rıza merhumdur.

    (Gelecek resim ve yazı; 28 sene evvel Sofya’da oynanan bir Türkiye – Bulgaristan milli maçına aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 21 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Büyük Fikret Bölüm XI

    Büyük Fikret Bölüm XI

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm XI

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm XI

    Takım Kaptanlığındaki En Büyük Sorunum

    Kaleci Bedii takıma yerleştiğinde Hüsamettin ve “Uzun” lakabı ile anılan Necdet aynı seviyede üç kalecimizdi. Tercih çok güçtü. Takımda oynamayan gücenir, burulurdu. Fakat zamanla bu iş de kendiliğinden halloldu.

    Bir ecnebi maçı oynayacaktık. O gün kalede Bedii vardı. Ama kendisinin büyük mazereti olduğundan yerini Uzun Necdet’e bıraktı. Necdet de kadar güzel oynadı ki, maçı seyreden Sayın Orgeneral Fahrettin Altay maçtan sonra Necdet’i tebrik etmekten kendini alamadı. Bu başarı “Kazanan takım değişmez” kaidesine uygun olarak bir süre gitti…

    Bütün üstün vasıflarına rağmen Bedii hastalanmış, ameliyat olmuş, daha sonra babasının ölümüyle takımdan uzak kalarak formdan düşmüştü. Böylece futbolu bırakmak zorunda kaldı. Esasen kendisi yüksek tahsilli bir gençti ve sigortacılık mesleğinde ilerleyerek umum müdürlük seviyesine erişti. Bu durumda futbol oynamıcıak onun için zaten çok zordu.

    Zamanla Uzun Necdet de kulübümüzden ayrıldı. Biz yine fedakâr ve vefakâr kalecimiz Hüsamettin’e kalmıştık. Bu satırları yazarken Hüsamettin’in fedakârlığına değinmek isterim.

    Beşiktaş’la bir şampiyonluk maçı için Kadıköy sahasında karşılaşacaktık. Siyah – Beyazlıların her şeyi sayılan Şeref Bey ölmüştü ve O’nun hatırasına saygı göstermemiz gerekiyordu. Maç başında yapılan bir dakikalık saygı seremonisinin bizim takıma hiç yaramadığı söylenebilir. Neşem yine kaçmıştı. Yapmamak olmazdı. Göğsümüze matem işareti olarak siyah kurdele taktık ve sahaya çıktık. Mağlubiyetimiz halinde Beşiktaş şampiyon olacaktı. Büyük bir mücadele oldu ve Beşiktaş çok baskılı oynadı. Biz beraberliği kurtarmak istiyorduk. O gün Beşiktaş’ın bütün akınlarını Hüsamettin fedakâr biçimde önlüyordu. Ancak maçın son dakikasında elinin parmağı kırılmaz mı? Ben yanına gittiğimde Beşiktaş kaptanı Hakkı’da oradaydı. Elinin orta parmağı ters dönmüştü. Onu düzelttiler ve Hüsamettin elini sardırmadan “Takımı kalecisiz bırakmam. Ben oynayacağım” diye tutturdu ve oynadı. Son dakikada Hakkı’nın gollük bir şutunu kurtardıktan sonra Hakkı bana dönerek, “Herif ölse bugün O’na gol atamayacağız” dedi. Oyun böylece berabere son buldu biz de şampiyon olduk. Hüsamettin’in buna benzer fedakârlıkları çoktur.

    Bu arada emektar Lebib’i de unutmamak gerek. Bir maçta omuzu kırıldı. O da oyunun sonuna kadar devam etti. Bu gibi misaller her Fenerbahçeli sporcu için mümkündür. Sporcularımızın bu gibi fedakârlıkları daima yapacaklarından eminim…

    Çok Sevdiğim Galatasaraylı Suphi Batur ile Aramızda Geçen Bir Olay

    Uzun yıllar Galatasaray’a yenilmiştik. Takımımız o sene büyük bir çalışma devresine girerek liglere hazırlanmıştı. O zaman lig ve şilt şampiyonlukları aynı yıl içinde yapılmaktaydı. Bu iki müsabaka için de Galatasaray’la mücadele ettik. Ligde hedefimize kavuşmuş ve Sarı – Kırmızılıları 3-2 yenmiştik.

    Sıra şilt maçına gelmişti. Solaçık oynadığım için Galatasaray’da sağhaf oynayan Suphi Batur ile mücadele edecektik. Oyun büyük bir hız ve hırs içinde başladı. Galatasaray ligin rövanşını almak isterken biz yılın son meyvesini toplamak istiyorduk. Seyirciler Suphi Batur’a “Kuş” adını takmışlardı. Top bana gelince bir ağızdan “Kuş… Kuş…” diye bağırıyorlardı ve onu sinirlendiriyorlardı… Suphi Batur’un bu tezahürattan bana sert hareketler yapması da seslerin daha çok yükselmesine sebep oluyordu…

    Zeki ikimizin arasına uzun bir top attı. Suphi Batur uzun bacaklarıyla yavaş, bense kısa bacaklarımla hızla koşarak topa yetişmeye çalıştık. Suphi ağabey benden önce yetişti ve topa dokundu. Kaleci Avni de topu almak için çıkmıştı. Falsolanan top Sarı – Kırmızılı filelere gitti. Gençliğimden olacak Suphi ağabeyin yanına yaklaştım, “Eh Suphi ağabey… Şimdi maçtan sonra Fenerbahçeliler seni omuzlarına alacaklar. Herhalde iyi bir şey…” dedim. Bana çok kızdı… Az sonra bir top sürüyordum… Bana bir çelme taktı… Durmadım ve sürmeğe devam ettim. Baktım oyuncularda hiçbir hareket yok… O zaman durdum ve hakem Hamdi Emin Bey’in bir düdük çaldığını işittim… Bana sahadan çıkmamı söylüyordu… Sebebini sordum, “Düdük çaldığım halde durmadın ve seyircileri tahrik ettin, çık dışarı…” dedi. Galatasaray’a da penaltı vermişti. Zeki Bey penaltıyı gole çevirdi maçı 3-1 kazandık fakat çok üzgün izledim maçı saha kenarından… Hamdi Emin Bey’in bu kararı maç yöneten hakemlere ve kendisine hücum eden futbolculara bir ders olmalıdır…

    Zeki Bey’in Beni İlk ve Son Haşlaması

    Ankara’da Ankaragücü ile bir deplasman maçı oynuyorduk. Maça yenik başlamıştık. Çok kötü bir futbol çıkarıyorduk. Devre arasında soyunma odasına geldiğimizde Zeki Bey çatık kaşlarla bütün futbolcuları haşlamaya başladı. Doğrusu ya ben üstüme almamıştım. Sonunda bana döndü ve “Sen ne biçim oynuyorsun? Biraz çalış ve doğru oyna…” dedi. Şaşırmıştım. Ona elimden geleni yaptığımı söyleyecek oldum… Bana ters ters bakarak, “Ben Fikret’ten Fikret gibi oyun beklerim… Fikret’i Fikret’le mukayese ederim. Kendine gel ve çalış…” dedi… Çok utanmıştım. Bu sözlerin ışığı altında sahaya çıktık ve ikinci yarıda fırtına gibi oynayarak maçı 4-1 aldık… Bu sözleri hiç unutmam ve her sporcunun kendisine düstur edinmesini isterim…

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm XI

    Fotoğraf-1) Yabancı takımlardan biriyle yaptığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı.

    Fotoğraf-2) Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası. Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Fikret Arıcan, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik.

    Fotoğraf-3) Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim.

  • Canlı Yapraklar – XXI

    Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXI” : 1925 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe, futbolda ilk taşra temasını 1913’de İstanbul’a gelen İzmir muhtelitiyle yaptı.

    İzmir muhteliti o tarihlerde tatlı su frenklerinden kurulurdu. Aralarında tek bir Müslüman Türk görülmezdi.

    Fenerbahçe: Mateosyan, Şehit Arif, merhum Galip, merhum Süreyya, müteveffa Vilhelm, Kemal Aşkı, merhum Otomobil Nuri, Hasan Kâmil, Nüzhet, Sait Salahaddin ve Topuz Hikmet’ten mürekkep kadrosiyle bu takımı, 42 sene evvel, 7 Haziran 1913 Cuma günü 4-1 yendi. Gollerin ikisini Hasan Kâmil (Sporel), diğerlerini de Topuz Hikmet’le Sait Salâhaddin (Cihanoğlu) atmışlardı.

    Fenerbahçe’nin ilk taşra maçı İzmir’le olduğu gibi, ilk taşra seyahati de yine İzmir’e yapılmıştır. Üçüncü takımın 1924 Eylülünde merhum Doktor Hâmit Hüsnü Kayacan’ın başkanlığında yaptığı 4 maçlık bu seyahat ve sıfıra karşı 29 gol atarak temin ettiği 4 galibiyet İzmir’de unutulmaz hâtıralar bırakmıştır.

    Fenerbahçe üçüncü takımının Türk futbolunun beşiği olan İzmir’de verdiği bu futbol ziyafetinin müspet tesirleri o derece büyük olmuştu ki, 6 ay sonra birinci takım da davet olunuyor ve yaratılan sevgi kat kat yükseliyordu.

    Bu defa, Doktor Hâmit Hüsnü’nün ağabeysi, ilk Türk futbolcusu, Fuat Hüsnü Kayacan’ın riyasetinde İzmir’e giden Fenerbahçe birinci takımı orada 5 maç yaptı ve yine hiç yenilmeden (1)e karşı (25) gol atıp İzmir’i yerinden oynattı.

    İşte, yukarıdaki resim 5 maçlık bu seyahatin 4üncü müsabakası olan Fenerbahçe – İzmir muhteliti maçından önce alınmıştır, 27 Mart 1925 cuma günü yapılan bu müsabakayı 7-0 Fenerbahçe kazanmıştı.

    Kenan, Sezai, Burhan, Vahyi Hamit, Baron Feyzi, Zeki, Ali, Mamako Saim, Necati ve Nebil tertibindeki İzmir muhtelitine karşı; Şekip, Kadri, Cafer, Ulvi, İsmet, Fahir, Alâaddin, Şahap, Zeki, Sabih ve Bedri şeklinde çıkan Fenerbahçe’nin gollerinden dördünü Zeki, ikisini Sabih ve birini de Bedri atmıştır.

    İşte, yukarıdaki resim 30 sene önce, Alsancak Stadı’nda mahşeri bir kalabalık önünde yapılan bu tarihi maçın muzaffer çocuklarını göstermektedir.

    Sağ baştaki iki fesliden öndeki meşhur Çelebizade Sait merhum, gerideki de üçüncü takımdan sol muhacim Seyfi’dir. Sonra sırasıyla Fahir, Doktor İsmet, Saadet, Şahap ve Alâaddin görülüyorlar. Ortadaki fesli kafile başkanı ve müessis aza, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’dır. Onun sağında, o zamanlar pek moda olan, Sarı – Lâcivert çubuklu ceketiyle takım kaptanı Zeki (Sporel) görülmektedir. Diğer futbolcular sıra ile Cafer, Kadri, Ulvi ve Doktor Bedri’dir.

    Yine o zamanlar moda olan beyaz zemin üzerine yakası Sarı lâcivert çubuklu yün süveterli genç aynı zamanda rekortmen atletlerden olan üçüncü takım sağ açığı Haydar (Aşan)dır.

    Elinde fotoğraf makinesi bulunan fesli genç de ikinci takım müdafii Halid’dir.

    Yerdekilere gelince, bunlardan top üzerine oturan Sabih, diğerleri de Şekip ve üçüncü takım haflarından Hayri’dir.

    (Gelecek resim ve yazı; 22 yıl önceki Süleymaniye futbol takımını galip geldiği bir Galatasaray lig maçından önce Taksim stadında canlandırmaktadır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 14 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Üst Üste Beşinci

    Üst Üste Beşinci

    Fenerbahçe 30 Haziran 1922 ile 2 Kasım 1923 tarihleri arasında Galatasaray’a karşı oynadığı beş maçı da (hiç gol yemeden, 15 gol atarak) kazandı. Aşağıdaki yazı, Spor Âlemi dergisinden üst üste beşinci galibiyetin haberi. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 4 – 0 Galatasaray

    Yine karşılaştılar ve yine Fenerbahçe kazandı. Bu galibiyetle Fenerbahçe, rakibini üst üste beş defa yenmiş oluyor. Bu son maç evvelkilere nispetle daha faik bir cereyan takip etmiştir. Çoktan beri kalabalık görmeyen Kadıköy İttihad Spor Sahası, saat üçe doğru, zevalden itibaren başlayıp tedricen artan halk tarafından kuşatılmıştı. Saat üçü çeyrek geçe iki takım karşı karşıya geçtiler.

    Fenerbahçe’yi mağlup edebilmek gayesine varmak üzere her türlü fedakârlığı ihtiyardan çekinmeyen Galatasaray kulübü, bundan iki sene evvel takımdan birkaç maç yapan Macarlı Mösyö (Balaşa)yı bu maç için suret-i hususiyede Viyana’dan celp etmişti. Buna mukabil Fenerbahçe, takımının en değerli bir uzvu olan Bedri Bey’in millî takım müsabakalarında sakatlanması dolayısıyla, yerine ikinci takım oyuncularından Nevzad Bey’i geçirmiş ve takımını başka bir tebdil yapmayarak şu suretle teşkil etmişti:

    Şekip, Cafer, Kamil, Fahir, İsmet, Kadri, Nevzad, Ömer, Zeki, Alaaddin, Sabih Beyler.

    Galatasaray ise, takımı Mösyö Balaşa’nın ilavesiyle şu şekle getirmişti:

    Nüzhet, Ali, Kerim, Edib, Kemal, Hayri, Muslih, Necib, Balaşa, Nihad, Firuz Beyler.

    Üst Üste Beşinci

    Fenerbahçe’nin rakibine nispetle kuvvetli olduğu zahir idi. Nitekim hâkimiyet oyunun bidayetinden sonuna kadar Fener’de kaldı. Hakem, İstanbul mıntıkası futbol reisi Hamdi Bey idi. Kale intihabında Fenerbahçe rüzgâr altına düşmüştü. Herkes vaziyetten Galatasaray’ın az çok istifade edeceğini zannederken hiç de böyle olmadı. Fenerbahçe rakibini kısa ve seri paslarla sıkıştırmaya başladı. Muhacim hatlarını takviye maksadıyla Galatasaray, sağ iç mevkiine Nihad Bey’i getirmişti. Bu tebdilden bir dereceye kadar istifade edilse bile, müdafaadan hâsıl olacak boşluk dolayısıyla hâsıl olacak zarar daha büyüktü. Fener muhacimlerinin düzgün paslarını kesmekte düçar-ı müşkülat olan karşı taraf muavin ve müdafileri, sıkı vuruşlarla topu kale önünden uzaklaştırmakla iktifa ettiler.

    Muhacimleri, muavin hatlarıyla muntazam bir rabıta tesis edemiyordu, çünkü Galatasaray müdafaası mütemadiyen rakip akınlarını tevkife hasr-ı mesai ettiği cihetle kendi muhacim hattını besleyemiyordu. Bu vaziyet karşısında Galatasaray forvetlerinden büyük bir iş beklenemezdi. Yirmi dakika sonra Ömer Bey bir kafa vuruşuyla ilk sayıyı yaptı. Bunun üzerine Galatasaray, takımda ufak bir tebdil icrasıyla Nihad Bey merkez muavin, Kemal Bey sol muavin ve Edib Bey sol iç mevkiine geçtiler. Yekdiğerine müstenit güzel bir tesanüt gösteren Fener müdafi, muavin ve muhacimleri rakiplerini çok uğraştırmakta idiler.

    Üst Üste Beşinci

    Çekilen şut kâh kaleye pek yakın bir mesafeden dışarı gidiyor, kâh direğin biraz üstünden geçiyor. Ve bazen de o gün hakikaten iyi oynayan Nüzhet Bey tarafından iade ediliyordu. Galatasaray muhacimleri de bilhassa sağlarına istinaden birkaç sıkı akın yaptılarsa da hareketleri daha ziyade münferit mahiyette kaldığı cihetle semereli olmadı ve daha haftaym zamanı geldi. İkinci haftaym daha farklı bir cereyan takip etmekte idi. Ayakta ayağa mütemadiyen dolaşan topun seyrini takip etmeye çalışan Galatasaray müdafaa hututunun yorulduğu aşikâr idi. Bu esnada rakip iki oyuncu arasından topu çıkaran Zeki Bey, takriben on beş metrelik bir mesafeden kaleye bir şut çekti. Ve top sağ direğin yanından içeri girdi. Bir müddet sonra Nevzad Bey mükemmel bir şutla üçüncü golü yaptı. Galatasaray müdafileri fütur getirmeyerek imkân dâhilinde çalışmakla beraber iyiden iyiye yorulmuşlardı. Binaenaleyh topa takılmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Bir aralık kale önüne düşen topun iadesini, müşkül bir vaziyette kalan müdafi Ali Bey, itidalini kaybetmeyerek kaleciye bıraktı ve bu suretle gol tehlikesini bertaraf etmiş oldu.

    Müsabaka bitmek üzere idi ki kaleci ile kendisi arasında aynı mesafede bulunan top üzerine Alaaddin Bey süratle yürüdü ve herkes ne olacağını merak ederken yetişerek hafif bir darbe ile dördüncü golü yaptı. Ve biraz sonra müsabaka hitam buldu. Bugünkü oyunda Fener’in on bir oyuncusu bir kişi gibi çalışmış ve muvaffak olmuştur. Elde edilen netice bu muvaffakiyetin ölçüsünü teşkil edemez. Bunun için maçın bütün safahatini dikkat ve alaka ile takip etmiş olmak lazımdır. Galatasaraylılar şayan-ı takdir bir azim ve gayret ile çalışmışlar ve ancak faikıyet karşısında mağlup olmuşlardır. Bilhassa Nüzhet, Nihat, Ali, Firuz Beylerin birçok gayretleri görülmüştür.

    Spor Âlemi – 15 Teşrinisani 1339 (1923)


    Fotoğraf-1) Fenerbahçelilerin attıkları şutlardan biri Galatasaray kalesini sıyırarak uzaklaşırken. Foto: Spor Alemi (Namık)

    Fotoğraf-2) Fenerbahçe kalecisi Şekip Bey’in bir akını iadesi. Şekip (Fenerbahçe), Muslih (Galatasaray), Kadri (Fenerbahçe). Foto: Spor Alemi (Namık)

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe-Galatasaray maçında: İlk anlarda muhacim Nihat Bey’in akını Fenerbahçe müdafaasında tevkif edilirken Cafer (Fenerbahçe), Nihat (Galatasaray), Fahir (Fenerbahçe). Foto: Spor Alemi (Namık)

  • Canlı Yapraklar – XX

    Canlı Yapraklar – XX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XX” : 1933 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XX

    Yukarıdaki fotoğraf Fenerbahçe takımının bir İzmir dönüşü Sirkeci rıhtımında binlerce halk ve otuzu mütecaviz buketle ve muazzam tezahürat arasında karşılanışını görüyorsunuz… Bu fevkalâdelik neden mi? diyorsunuz!

    Bakınız nasıl hak vereceksiniz. Sene 1933’tür. Fenerbahçe, futbolda hem birinci, hem ikinci ve hem de genç takımlarda hiç yenilmeden İstanbul şampiyonudur. Evet; 36 maçta hiç yenilmemiş ve (18) e karşı da (94) gol atmıştır. “Fenerbahçe Türk futbolunun Darülfünunudur!” darbımeseli bütün kudret ve ihtişamiyle dost ve düşmanlarca tasdik olunmaktadır.

    Birinci takım Bursa’daki Türkiye şampiyonası grup birinciliğini 12-0 kazanmış, Ankara’ya gitmiştir. Orada Ankara ve Trabzon grupları şampiyonlarını 4-1 ve 3-0 yendikten sonra, Cumhuriyetin 10uncu yıldönümü şenlikleri arasında İzmir grup şampiyonuyla final oynamağa çıkmıştır. Bu maç (İzmirspor)un bir penaltıya itirazı ve halkın da etrafı açık sahaya dolması yüzünden yarım kaldı ve ihtilâf, uzun müzakerelerden sonra, şu neticeye bağlandı:

    Maç beynelmilel bir ecnebi hakem idaresinde tekrarlanacaktır. Kur’a çekilecek, ya İzmir veya İstanbul’da oynanacaktır. Hasılat kur’ayı kazanan kulübündür.

    Kur’ayı İzmirspor kazanınca müsabakanın 10 Kasım 1933 Cuma günü İzmir’de oynanması emrivaki oldu. İzmir’le Fenerbahçe arasındaki ezeli sevgiyi çekemeyen kundakçılara artık gün doğmuştu. (İzmir’e gelecek veya gidecek Fenerbahçe’nin göreceğinden) dem vurdular ve atıp savurmakta çok ileri gittiler. O kadar ki, hava yalnız İzmir’de değil, yurdun her tarafında elektriklendi ve 10 Kasım eşi görülmemiş bir merak ve heyecanla beklendi.

    Fenerbahçe takımı, İzmir’e Ankara’dan dönen İzmirspor’la beraber aynı vapurla gitti. Fakat iki takım birbirlerine karşı tam bir soğuklukla meşbu idiler. Hatta İzmirliler Ankara’dan aynı trenle geldikleri Fenerbahçeli futbolculardan bir kısmının ceket, pardösü ve paltolarını gizli gizli trenin pencerelerinden atmışlardı.

    Bu hava içinde İzmir’e kadar devam eden seyahatin son perdesi de çok enteresan sahnelerle dolu geçmişti. Rıhtıma çıkan Fenerbahçeliler sessizce, İzmir Palas oteli istikametini tutarlarken binlerce İzmirli kendi şampiyonlarını eller üstünde taşıyor, muazzam tezahürat yapılıyordu. (Fenerbahçe görecek! Yaşayın aslanlar, Cuma günü gösterin kendinizi şu İstanbullulara!) ses ve feryatları pasaport semtini inletiyordu.

    İzmirli futbolcular Konak istikametinde taşınıyorlardı. Sanki 9 Eylül günü idi. Kafile Vilâyet konağı önünde durdu ve futbolcular birer birer içeri alındılar. İzmir Valisi merhum General Kâzım Dirik’in emriyle Vilâyet konağında müstesna bir merasim tertip edilmişti.

    Filhakika; meşhur Rus Mareşali Voroşilof bir kaç gündür İzmir’de idi ve bir gün önce de kendisine büyük merasimle İzmir hemşeriliği unvanı tevcih olunmuştu. İzmirli futbolcular büyük salonda birer birer Mareşale takdim olundular. Voroşilof mütebessim bir çehre ile hepsinin ellerini sıktıktan sonra onlara Rusça olarak şöyle hitap etti:

    “Hemşerisi bulunmakla övündüğüm güzel İzmir şehrinin şampiyon futbolcularını görüp tanımakla çok bahtiyarım… Genç arkadaşlar; sizleri Cuma günkü maçınızda da yeniden muzaffer olarak görmek benim için büyük şeref olacaktır. Bunu daha şimdiden yüzlerinizden, gözlerinizden okumaktayım. Kalbim sizinle beraberdir. Zafer de sizindir.”

    İzmirli futbolcular bu sözleri hararetle ve alkışlarla karşılamışlar ve misafir Mareşal şerefine üç defa bağırmışlardı.

    10 Kasım geldi. 2 hafta önceki Yunanistan – İtalya B milli maçını idare etmiş Viyanalı beynelmilel hakem Mitez de gelmişti. Fenerbahçe takımı, tarihi bir gün yaşayan Alsancak stadının o mahşeri kalabalığı arasından sessizlikler içinde sahaya çıktı. En koyu taraftarlar bile, yaratılan hava dolayısıyla, sevgi hislerini açığa vurmaktan çekinmişlerdi. İzmir şampiyonu ise sahaya çıkarken yer yerinden oynamıştı.

    Hüsameddin, Yaşar, Fazıl, Cevat, Esat, Ziya, Niyazi, Muzaffer, Zeki, Şaban ve Fikret’ten mürekkep namağlup Fenerbahçe on biri bu maçı, tahminleri altüst eder bir netice ile, 3-0 kazandı ve girişinin tamamıyla aksine olarak, coşkun tezahürat arasında eller üstünde sahadan çıktı.

    Bir cuşü huruş içinde ve dalga dalga insan yığınları üzerinde havalara kaldırılan 11 Sarı Lâcivert formalının bu tarihi manzarası Rus Mareşali Voroşilof’un da mahcubiyetini ilân ediyordu.

    İzmir gazeteleri 11 Kasım 1933 Cumartesi günü Viyanalı hakemin şu beyanatını birinci sahifelerinde yazdılar:

    “Fenerbahçe’nin fevkalâde güzel oyunu beni hayretler içinde bıraktı. Avrupa’da olsaydı Viyana, Peşte ve Roma gibi futbol merkezlerinin birinci profesyonel liglerinde ilk 5 takım arasında yer alırdı. Balkanların en teknik ve kuvvetli takımıdır. Maçlarını geçenlerde idare ettiğim Yunan milli ve İtalya B milli takımlarını kolaylıkla mağlup edebilir. Zeki Bey bizim milli santrforumuz Sideler’den çok üstündür”

    İşte; gördüğünüz fotoğraf 1933 senesi Türkiye şampiyonluğunu bu şartlar içinde kazanmış Fenerbahçe takımını 13 Kasım Pazartesi günü saat 11 de, İzmir dönüşü Anafarta vapurundan indikten sonra, Sirkeci rıhtımında karşılanırken gösteriyor. Bu cidden tantanalı merasime şimdi (az bile!) diyorsunuz değil mi?

    Resimde ön plânda kaptan Zeki (Sporel), Âdil Giray, Fazıl (Arzık), Şaban (Topkanlı), Hüsameddin (Böke), Fikret (Arıcan) ve yedeklerden Lebib, Namık, Yusuf ve o zaman denizcilik kaptanı bu satırların muharririni görüyorsunuz.

    Şapkalılar arasındaki Aksaraylı Hafız Yaşar ve Ali San aramızdan ebediyen ayrılmışlardır.

    Şurasını işaretlemek gerekir ki; bu maç İzmir’de 5400 lira gibi o zamanlar için kırılması senelerce mümkün olmamış rekor bir hasılat sallamıştı. İzmirspor kulübü bu para ile bir futbol sahasına yetecek kadar arsa satın aldı.

    Kıymeti bugün bir milyon liradan fazla olan bu saha için İzmirsporlular (Allah Fenerbahçe’den razı olsun. Bize sekiz gol attı ama adını ebediyen hayırla yâda vesile olacak ve sırtımızı yere getirtmeyecek bir stat da kazandırdı!) demektedirler…

    (Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe’nin tam 30 sene evvel yaptıkları ilk İzmir seyahatine aittir)

    Rüştü Dağlaroğlu – 7 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Almanlar ile Son Maç

    Almanlar ile Son Maç

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet’in koleksiyonundan yine müthiş fotoğraflar çıktı. Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan Almanlar ile yapılan son maç haberine Aralık 1918 tarihli gazetelerde rastlamıştık. Fotoğraflar ile bu haberleri bir araya getirdiğimizde, bugüne kadar kayda geçirilmemiş bir Fenerbahçe maçının hikayesi ortaya çıkıyor.

    İşte Kadıköy’deki esir Alman askerleri ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçın haberi ve esirlerin hayatından fotoğraflar…

    Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    12 Kanunievvel 1918 Perşembe – Yeni Gün Gazetesi

    Fenerbahçelilerle Almanlar Arasında

    Bugün öğleden sonra saat ikide Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü meydanında Almanlarla Fenerbahçe kulübü takımları arasında bir futbol müsabakası icra edileceği haber alınmıştır. Verilen malumata nazaran bu müsabaka için fevkalade istihzaratta bulunulmakta, meraklı ve heyecanlı bir şekilde icra olunacağı temin edilmektedir. Tahminimize nazaran bu müsabaka sulhün akdine kadar Almanlarla icra edilecek müsabakaların sonuncusu olacaktır.


    18 Kanunievvel 1918 Çarşamba – Yeni Gün Gazetesi

    Almanlarla Fenerbahçeliler Arasında

    Yarınki Perşembe günü İttihat Spor Kulübü meydanlığında Almanlarla Fenerbahçeliler arasında fevkalade mühim bir futbol müsabakası icra edilecektir. Şehrimizdeki Almanların memleketlerine azîmetleri vesilesiyle vuku bulacak olan bu müsabaka şüphesiz son derece heyecanlı ve meraklı olacaktır. Spor mahfilinde Fenerbahçe’nin bu nokta-i nazardan müsabakanın tamamiyle milli bir şekil ve mahiyette olmasını arzu ettiği ve bunun için de bazı tedarikatta bulunduğu söyleniyor. Ezcümle kayd-ı ihtiyatla telakki ettiğimiz bir habere göre bu müsabakada Fenerbahçe takımı arasında Altınordu kaptanı Bekir Arslan Bey’le Galatasaray kaptanı Necip Bey de bulunacaktır.

    Birkaç gün evvelki nüshamızda Altınordu-Fenerbahçe müsabakasından bahsederken Altınordu takımı kaptanı Bekir Arslan Bey’in ismini eser-i sehv olarak Bekir Sami Bey diye yazılmış olmakla tashih-i keyfiyet olunur.


    20 Kanunievvel 1918 Cuma – Yeni Gün Gazetesi

    Fenerbahçeliler ile Almanlar Arasında

    Fenerbahçelilerle arasında mukarrer müsabaka dün öğleden sonra Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü meydanlığında icra edilmiştir.

    Müsabakada tarafeynin takımları fevkalade iyi tertip edilmişti. Almanlar şehrimizde bulunan efraddan en iyilerini seçerek pek kuvvetli bir takım teşkil etmişlerdi. Fenerbahçe kulübü ise evvelce yazdığımız veçhile Altınordu kulübü kaptanı Bekir Arslan Bey’i muhacim hattına dahil etmiş ve bu suretle timini takviye eylemiştir.

    Dünkü müsabakada hakemlik vazifesi bir Alman tarafından ifa edilmiştir. Bu zat maalesef tarafgirlik yapıyordu.

    Müsabakanın birinci haftaymında Fenerbahçeliler pek güzel oynamışlar ve Almanlara iki gol atmaya atmaya muvaffak olmuşlardır. Gollerin her ikisini de Altınordu kaptanı Bekir Arslan Bey mahirane bir tarzda atmıştır.

    Buna mukabil Alman muhacimleri o anda asabi, fakat muntazam oynamışlar ve Fenerbahçe’ye bir gol atmışlardır.

    Müsabakanın ikinci haftaymında Fenerbahçe kulübü kaptanı Zeki Bey gol yapacağı esnada Almanlar tarafından şiddetli bir tekme yemiş ve bu suretle oyundan harice çıkmaya mecbur olmuştur. Bu hal Fenerbahçe takımının zayıflamasına ve on bir kişilik takımdan on kişi kalmasına sebebiyet vermiştir. İkinci haftaymda her iki tarafın müdafaa hatları yorgun bulunuyordu. Almanlar bu sırada Türk timinin zaafiyetinden istifade ederek bir gol atmaya muvaffak oldular. Müteakiben Fenerbahçe üçüncü golü yuvarladı. Bu golü de Bekir Arslan Bey atmaya muvaffak olmuştu.

    Miktarı beş altı bin tahmin olunan temaşakaran Bekir Arslan Bey’i şiddetle alkışladılar.

    Nihayet Almanlar da üçüncü bir gol atmaya muvaffak oldular. Nihayete kadar tarafeynden başka gol atılmadı. Bu suretle üçe karşı üç gol ile Almanlarla Türkler berabere kaldılar. Halbuki hakikatte Türkler dört gol atmışlardı. Hakem vazifesini ifa eden Almanın tarafgirliği bu golü saymadı.