Etiket: Ziya Ateş

  • 1939’da Ne Oldu?

    1939’da Ne Oldu?

    1939 yılı Milli Küme maçları sonunda Galatasaray, 1959 öncesindeki ilk ve tek ulusal şampiyonluğunu kazandı. Şampiyonun iki maçta belirlenmesi planlanmıştı ama “müessif bir hadise” bunun önüne geçti. Peki 1939’da ne oldu? İşte bu sorunun cevaplarını aşağıdaki gazete haberlerinde bulabiliriz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Olayın kahramanı (!) Necdet Erdem, futbola Fenerbahçe’de başladı. İlginçtir, olaydan seneler sonra Galatasaray’da bıraktı. Hakem Tarık Özerengin ile seneler sonra bir araya geldiler. O günün bilgilerine de “buradan” ulaşabilirsiniz.


    Dün Maçta Müessif Bir Hadise Oldu

    Demirspor kalecisi ve takımın kaptanı Necdet, maçı idare eden hakem Tarık’a hücum ederek gözünden yaraladı. Hakem, maçı tatil ve Demirspor’u mağlup ilan etti.

    Milli küme şampiyonasının günlerden beri dedikodusu devam eden son maçı dün Fenerbahçe stadyumunda Galatasaray’la Demirspor takımları arasında oynanırken, spor tarihimizde şimdiye kadar vukua gelmemiş müessif bir hâdise olmuş ve bu yüzden maç tatil ve Demirspor takımı mağlup addedilmiştir.

    Mevzuubahis hâdise, Demirspor takımı kalecisi ve takımın kaptanı Necdet’in, hakem Tarık’a hücum ederek gözüne yumruk atması ve yüzünde büyük bir yara açmasıdır. Şimdiye kadar spor sahalarımızda oyuncular arasında müteaddit kavgalar olmuş, seyirciler birbirine girmiş, fakat oyunculardan hiçbirisi müsabaka hakemini döğmemişti. Dünkü maçta nihayet hakem de dövülmüştür.

    Fenerbahçe stadyumunda dün on bine yakın seyirci toplanmıştı. Milli küme şampiyonunu tayın edecek olan bu maçı herkes merak ediyordu. Takımlar da bir haftadan beri kampa girmişler, hazırlanmışlardı. Fakat müsabaka, normal bir oyundan ziyade bir sinir işi haline getirildiği için, zevkli bir maç seyretmek pek de mümkün görülmüyordu.

    Takımlar saat beş buçukta kol kola dizilmiş bir halde sahaya çıktılar; halkı selâmladıktan sonra şu şekilde dizildiler:

    Galatasaray: Osman, Faruk, Adnan, Musa, Rıza, Yusuf, Salim, Salâhaddin, Cemil, Boduri, Bedii

    Demirspor: Necdet, Şevket, İbrahim, İbrahim, Şemsi, Salih, Hakkı, Orhan, Orhan. Gazi, Arif.

    Oyunu, hakem Tarık idare ediyor.

    Ankara’dan sureti mahsusada gelen ve Futbol Federasyonu reisinin riyasetinde bulunan bir heyet de maçı, saha kenarından kontrol ediyordu.

    Oyuna, asabi bir hava içinde başlandı.

    İki taraf da bütün enerjisini ortaya koyduğu için ciddi bir mücadele cereyan ediyordu. Fakat bu mücadele yavaş yavaş sportif mahiyetini kaybetmeye, başka bir kalıba gitmeye başladı. Hakem, müsabakaya başlamadan evvel, müsabıklara bazı nesayihte bulunmuş, bu maçın ehemmiyetini izah ederek sert oyuna müsaade etmeyeceğini ve temiz bir müsabaka yapmalarını bildirmişti. Buna rağmen sertlik yüz göstermişti. Hakem, sık sık faul, frikik cezaları vermek mecburiyetini hissediyor, bazı oyunculara da ihtarda bulunuyordu. Verilen cezalar ve yapılan ihtarların yüzde yetmiş beşi Demirsporlulara aitti. Müsabakanın her safhasında müessif bir vaka zuhurundan korkuluyordu. Fakat ilk devre, sıfır sıfıra berabere bitti.

    İkinci devre, birinciye nazaran daha sert ve daha asabi bir tarzda başladı.

    Tekme vurmak, çelme takmak mubah sayılacak bir hale geldi. Hakem, o kadar çok ihtarda bulunuyor ve o kadar ceza vermeğe mecbur kalıyordu ki, inkıtaa uğramadan beş dakika oyun seyretmek kabil olamıyordu. Nihayet Demirspor kalesi önünde yapılan pek bariz bir hata üzerine Galatasaray lehine penaltı verildi. Galatasaraylılar, topu dışarı atarak bu fırsatı kaçırdılar. Bundan bir dakika sonra da Demirspor bir gol kazandı.

    Demirspor’un 1 – 0 galip vaziyete gelmesi, Ankaralılar için bulunmaz bir avantajdı ve oyunu bu vaziyette bitirmeleri de mümkündü. Fakat buna rağmen Demirsporlular sert oyuna bir kat daha germi verdiler; bilhassa bu işte takımın kaptanı ve kalecisi olan Necdet pek ileri gidiyor, kaleye her yaklaşan muhacime tekme vurmak, çelme takmakta tereddüt etmiyordu.

    İkinci devrenin 33üncü dakikasında Galatasaray’ın yaptığı bir hücum esnasında, Necdet, bu defa da Galatasaraylı Cemil’i yere yıktı. Hakem, evvelce müteaddit defalar ihtara maruz bıraktığı Necdet’i oyundan çıkarmak mecburiyetini hissetti ve kararını tebliğ etmek üzere yanına gitti. Hakem Tarık, kararını resmen bildirmesiyle beraber gözünün üstüne kuvvetli birkaç yumruk yemesi bir oldu. Takım kaptanı Necdet, şimdiye kadar hiçbir sporcumuza nasip olmayan bir tarzda, hakeme hücum etmiş ve gözünden yaralamıştı.

    Etraftaki polis kuvvetleri derhal hâdise mahalline koştular. Necdet’i yakaladılar, diğer taraftan da hakem Tarık, yüzünden kanlar aka aka sahadan çıkarıldı. Soyunma odasında tedavi altına alındı. Biraz sonra da oyuncular, müsabaka, hakem tarafından tatil edildiği için sahadan ayrıldılar.

    Hâdisenin hikâye tarafı budur. Vakanın çirkinliğini tavsif etmek için kelimeler ve sıfatlar bulmağa ihtiyaç görmüyoruz. Güzide bir takımın kaptanlığı mevkiinde bulunan bir adamın hakem döğmeğe teşebbüs etmesi, en hafif tabirle iptidailiktir, kabalıktır. Sonra tecavüze uğrayan hakem, öyle bir gençtir ki, bütün sporcularımıza numunevi imtisal olacak temiz bir karaktere, dürüst bir ahlâka ve insanı kendine meclup eden bir nezakete sahiptir. Bu sene yüksek tahsilini bitirmiş, doktor olmuştur, şimdiye kadar en ufak şekilde bile kimseye tek kelime fena bir söz sarf etmemiştir. İdare ettiği bütün maçlarda dürüstlüğü, nezaketi, bitaraflığı ve temiz ahlâkı ile tanınmıştır. O kadar ki, iki takımın bu maç için bir hakem intihap etmelerine karar verildiği vakit, Demirspor takımı Tarık’ın bu maçı idare etmesinde şiddetle ısrar etmiştir.

    Spor, mutlaka bir maçı kazanmak, her ne pahasına olursa olsun galip gelmek demek değildir. Bizim spordan anladığımız ilk mana, temiz ahlâk, dürüstlük ve insanlıktır. Hakemi döğecek kadar terbiye, insanlık ve ahlâk hututlarının haricine çıkan bir insanın spor mefhumile hiçbir alâka ve münasebeti yoktur. Bu vakada, asabına hâkim olamamak, yapılan haksızlıklara tahammül gösterememek gibi bir mazeret dermeyan etmeğe bile imkân tasavvur edilemez. Çünkü Tarık, eğer bu maçta bir haksızlık yapmış ise, Galatasaray’ın aleyhine yapmıştır ve Demirspor’a birçok ahvalde mümaşatkâr davranmıştır, denilebilir.

    Halkın yuhaları, hakaretleri arasında polis nezaretinde sahadan çıkarılan bu adam, derhal tevkif edilerek cürmü meşhud mahkemesine verilmiştir. Hakem Tarık da ayrıca bir dava ikame etmiştir.

    Bu çirkin vak’aya, maalesef büyüklerimiz de şahit olmuşlardır. Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu, eski Milli Müdafaa Vekili General Kâzım Özalp ve diğer devlet erkânından bir kısmı stadda bulunuyorlardı. Federasyon rüesası, İstanbul mıntakası erkân ve azaları da hep beraber orada idiler.

    Bu vak’adan sonra, Necdet, bu memlekette müebbeden spor yapmak hakkını kaybetmiştir. Çünkü kendisine verilecek nizami ceza, müebbed boykottur. Bundan başka, yaptığı tecavüzden dolayı da mahkemenin vereceği cezaî karar da vardır.

    Demirspor takımının vaziyetine gelince; evvelce umumi merkezin yaptığı bir tamimle de sarahat kesbettiği üzere takım diskalifiye edilmiştir. Dünkü maçın nizami galibi Galatasaray’dır. Bu şerait içinde Ankara’da ikinci bir defa daha iki takımın karşılaştırılmasına da imkân görülememektedir.

    Hakem ne diyor?

    Dün akşam geç vakit hakem Tarık’la görüştük.

    Bize şunları söyledi:

    “Demirspor kalecisi Necdet’e, yaptığı müteaddit hatalı hareketlerinden dolayı birkaç defa ihtarda bulundum; fakat bu oyuncu, kasti hareketlerde devam etti. Galatasaray muhacimlerinden Cemile yaptığı son hareketi üzerine müsabakanın selâmeti için kendisini oyundan çıkarmak mecburiyetinde kaldım. Bu kararımı kendisine usulen tebliğ ettim. Fakat Necdet derhal üstüme hücum ederek beni yumruklamaya başladı. Yüzüm, gözüm kan içinde ve polis refakatinde sahadan ayrıldım. Bu vaziyette maçın idaresine imkân göremediğimden oyunu tatil etmek mecburiyetinde kaldım ve bu hâdiseden dolayı da Adliye ve zabıta makamlarına müracaatle cürmü meşhud kanununa göre takibat yapılmasını istedim.”

    Federasyonlar Dairesi Reisinin Beyanatı

    Müessif hadiseden sonra kendisini gördüğümüz federasyonlar dairesi başkanı B. Ziya Ateş şunları söylemiştir:

     “Müsabakanın 33 üncü dakikasında Necdet tarafından hakem Tarığa yapılan fiilî tecavüzle başlıyan hadiseyi müteakip Tarık ve Necdet sahadan ayrılarak polis refakatinde soyunma odasına götürülmüşlerdir. Sahada idaresiz kalan oyun hakkında son kararın ne olduğu sorulmak üzere maçın seyrini takib heyeti bizzat hakeme de kararını sorarak Demirspor kaptanını cürmümeşhud mahkemesine vermiş ve maçı tatil etmek mecburiyetinde kalmıştır.”

    24 Temmuz 1939 – Cumhuriyet Gazetesi


    F.I.F.A.’dan Cevap Geldi

    Galatasaray’ın millî küme şampiyonluğu tasdik edildi

    Galatasaray ile Demirspor kulüpleri arasında milli küme şampiyonluğu için biri Ankara’da diğeri İstanbul’da yapılmak üzere tertip edilen maçlarda birincisinde malûm hâdise çıkmış ve maç yarıda kalmıştı.

    Futbol federasyonu tarafından o zaman bu hâdise beynelmilel futbol federasyonuna sorulmuş ve beklenen cevap dün gelmiştir.

    Alınan cevapta “Demirspor kulübünün 0-1 galip vaziyette olmasına rağmen hâdiseye müsebbip olduğu için hükmen mağlup sayılacağı” bildirilmiştir. Bunun üzerine genel direktörlükte yüksek hakem komitesi ve futbol federasyonu azalarının bulunduğu bir toplantı yapılmış ve Galatasaray kulübünün bu maçta hükmen galibiyetine karar verilmiştir.

    İki maç üzerine tertip edilen bu müsabakaların birincisinde, Demirspor kulübüne hükmen mağlup sayıldığı için puan verilemeyeceği cihetle ikinci maçın yapılmasına lüzum kalmamış ve Galatasaray kulübünün 938-939 milli küme şampiyonluğu tasdik edilmiştir.

    Keyfiyet alâkadar bölge ve kulüplere derhal tebliğ edilecektir. Uzun bir beklemeden sonra hakları teslim edilen sarı kırmızılıları şampiyonluklarından dolayı tebrik ederiz.

    27 Ekim 1939 – Akşam Gazetesi


  • Hodri Meydan

    Hodri Meydan

    15 Mayıs 1950 tarihli Türkspor dergisinde (bir dönem vekaleten Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı da yapan) Ziya Ateş, “Fenerbahçe-Galatasaray Rekabeti” başlıklı bir yazı kaleme almış ve 1950 Türkiye Futbol Şampiyonunu belirleyen averaja dair fikirlerini belirtmiş… Milli Küme ve Milli Eğitim Kupası devamlığı yazıda gayet bariz. Rahmetlinin o zamanlar dediği gibi, 1959 öncesi şampiyonluklar konusunda Fenerbahçe’nin tavrı açık: Hodri meydan!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Hodri Meydan

    Milli Eğitim Kupası maçlarının şampiyonunu tayin edecek olan maç geçen hafta İzmir’de yapıldı ve Fenerbahçe Altay’ı 4-0 yenerek bu şerefi kazandı. Kutlu olsun.

    Bununla Fenerbahçeliler altıncı defadır ki Milli Eğitim Şampiyonu olmaktadır. Tarihini alın teri ve emeği ile yazmış olan Fenerbahçe’nin bu gibi muvaffakiyetleri her zaman kazanmak kudretinde olduğunu söylemekle biz bir hakikati ifade etmiş olacağız.

    Son puvantajları henüz gözlerimizin önünde serili duran Milli Eğitim Kupası maçlarını genel olarak mütelâa ederken görürüz ki, Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti bu defa da bütün şümûliyle kendini hissettirmekten hâli kalmamıştır. Ne tesadüf ve ne de talih eseri olmayarak sadece gayret ve liyakate dayanan gerçek, onları yine bir safta ve bir derecede bulundurmak kadirşinaslığını göstermiştir. Maçları, her ikisi de 35’er puvanla berabere bitirmişlerdir. Yalnız kıl kadar bir fark, averaj hesabında, Fenerbahçe’ye küçük bir üstünlük sağlayarak ona bir şampiyonluk tacı hediye etmiştir.

    Bu kazanç Galatasaraylıları ne kızdırmış ve ne de kıskandırmıştır. Ancak onların rekabet duygularını arttırmış ve bu kaybı telafi için daha ziyade hıza getirmiştir.

    Ortada Fenerlilerin de “Asil bir jest” diye ifade ettikleri bir hakikat vardır ki o da kendilerine ilk tebrik telgrafını çeken Galatasaraylıların oluşudur. Bu hareket cidden, diğer kulüplerimize örnek teşkil edecek asilane bir jesttir.

    Sporda maç kazanmaktan ziyade sevgi kazanmak, kalp kazanmak esastır. Kırılan kalbi tamir, kaybedilen sempatiyi telafi güçtür.

    Fenerle Galatasaray’ın en çok sevilen ve en çok taraftar toplayan kulüp oluşlarının birinci sırrı, sporu spor diye yapışlarıdır.

    Ben şu dakikada çok eminim ki Galatasaraylılar, bıçak sırtı kadar bir farkla kaçırdıkları şampiyonluktan ziyade, kendilerini bu mertebeye ulaştıran maçlarda yüzde yüz gollük fırsatları iyi kullanamıyarak averajı kaybettiklerine hayıflanmaktadırlar.

    Bununla ikinci defa oluyor ki Milli Eğitim maçları şampiyonluğunu averaj tayin etmektedir:

    Bunlardan birisi Galatasaray’ın Demirspor’la puvan ouvana gelerek pek cüz’i bir averaj farkile kazandığı şampiyonluk, diğeri de yine Galatasaray’ın ayni şekilde Fener’e karşı averaj farkile kaybetiği şampiyonluktur. Şu tesadüfün cilvesine bakınız ki bu usülle kazanan da kaybeden de aynı takım, yani Galatasaray takımıdır.

    SOn hadise sporcularımıza ibret verici bir olaydır. Onlar ki idarecilerinin durmadan yaptıkları telkinlere rağmen gol adedinin fazlalığına kıymet vermezler ve sen puvana bak derler. Kimisi laubalidir, işi gevşek tutar, kimisi karşısındakine kıymet vermez, istihfaf eder. Eloğlu bu, hiç senin gözünün yaşına bakar mı? Fırsatı yakaladı mı senin atmadığın golü o atıverir. İşte o bir tek goldür ki koskoca bir şampiyonluğa mal olur.

    Durumla ilgili de onun için söylüyorum; son Fenerbahçe-Galatasaray maçında kaleci ile başbaşa kalan Galatasaraylı milli bir oyuncunun topu iki metreden dikip de dışarı atmasını (tamamen bitaraf olmama rağmen) ben bile unutamıyorum.

    Sağlık olsun; kazananlar da kaybedenler de bu vatanın evlatlarıdır. Gaye; memleket sporunun yükselmesine hizmettir. Esasen ortada kaybedilmiş bir şey de yoktur. Önümüzde namütenahi zaman vardır. Zafer doğrunun, istikbal çalışanındır.

    Hodri meydan…

    Ziya Ateş

  • Şükrü Saracoğlu ile Başbaşa

    Şükrü Saracoğlu ile Başbaşa

    7 Nisan 1947 tarihli Türkspor dergisinde Ziya Ateş, Şükrü Saracoğlu ile başbaşa yaptığı bir spor sohbetini anlatıyor. Dönemin spor ruhunu yansıtması bakımından bu tip kısa hatıraları çok önemsiyoruz… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şükrü Saracoğlu ile Başbaşa

    Alışkanlık bu ya; o bizi, biz onu görmeyince yapamayız. Dün Parti’nin önünden geçiyordum. Zahir alışkanlığın sevkiyle olacak, hatırıma Şükrü Saracoğlu’nu ziyaret geliverdi. Her fırsattan faydalanarak, onun spor işleri üzerinde yaptığı musahebelere ve ince tahlillere esasen susamıştım. Ayaklarım gayri ihtiyari beni o istikamete götürdü. Partinin büyük kapısından girdiğim zaman elime uzatılan matbu kâğıdı hemen oracıkta doldurdum ve (ziyaretin sebebi) hanesine de irice bir yazı ile (spor işleri hakkında) deyiverdim. Aradan çok geçmedi, odacı “Buyurunuz” dedi.

    Sayın Saracoğlu beni her zamanki güler yüzlülüğü ile karşıladı ve kendisine has olan nezaketiyle iltifatlarda bulundu. Ben onunla spordan başka ne konular konuşur veya konuşabilirdim. İlk olarak aklıma; Millî Eğitim mükâfatı maçları için İstanbul’da bulunurken arkadaşlardan birkaçının bana havale ettikleri iş geliverdi. Bu arkadaşlar bana demişlerdi ki:

    “Satranç beden terbiyesi mevzuuna girebilir mi? Girerse bu maksat için bir federasyon teşkili mümkün müdür? Satranççı ve sporcu Saracoğlu bunun için ne düşünürler? Fikirlerini öğrenmek acaba kabil olabilir mi?”

    Suali aynen kendilerine arz ettim. Cevap olarak:

    (Bu mevzuda şahsen mütalaa yürütmeğe lüzum görmeden arkadaşlara şunu tavsiye ederim: Bu iş diğer memleketlerde nasılsa bizde de aynen öyle yapılmalıdır. Yani icada değil taklide yer verilmelidir. Nizamnameleri alınıp aynen kabul ve tatbik edilmelidir. Mevzuatlarında Federasyon teşkilini âmir bir hüküm varsa yapmalı, yoksa yapmamalıdır. Mesela futbolun memleketimizdeki tarihine bir göz atarsak görürüz ki onda da böyle yaptık. Milletler arası nizamnameleri getirdik, okuduk, kabul ve tatbik ettik. Bu itibarla muvaffak olduk. Şayet böyle olmayıp da kendimiz icat etmeğe kalkışsaydık bu derece muvaffak olmamıza imkân olabilir mi idi?) dediler.

    Saracoğlu’nu bugün her zamandan daha neşeli ve zinde görüyordum. Zaten onun bir sporcu ele geçirip de onunla bir akran ve bir arkadaş gibi candan hasbihal etmemesine ve bu durumda neşelenmemesine imkân tasavvur edilebilir mi? Bir evvelki istirhamıma gösterdikleri yakın ilgiden de cesaret alarak izinlerini diledim ve sözü “FUTBOL HAKEMLERİ” meselesine intikal ettirerek bu işin ıslahı hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istedim.

    Yaranın tam üstüne el koyarak dedi ki:

    (Sporu batıracak da, çıkaracak da HAKEMLERDİR. Dürüst hakem hata da yapsa kusur sayılmaz, Eski sporcularımız arasında bu gün; Tüccar, Hâkim, Müdür, Müfettiş gibi her sınıftan yüksek şahsiyetler var. Bunlar gibi kültürü ve sosyal pozisyonu olan insanları ele almalı, onları sahalarımıza hâkim kılmalı ve kendilerini himaye etmelidir.)

    Bütün memleket gençliğinin yakın tanıdığı ve çok sevdiği Sayın Şükrü Saracoğlu’na teşekkür ederek ayrılırken, o; kendisine mahsus tevazuu ile beni kapıya kadar uğurlamayı da ihmal etmedi.

    Not: Ziyaretim esnasında şahsi musahabelerden ibaret olan bu konuşmayı, belki de rızaları hilâfına, kendiliğimden şumullendirerek memleket gençliğinin gözleri önüne sermeyi faideli buldum. Sayın Şükrü Saracoğlu’ndan istirham ediyorum; iyi niyet mahsulü olan bu hareketimi hoş görüversinler.

    Ziya Ateş | Türkspor Dergisi – 7 Nisan 1947 (Şükrü Saracoğlu ile Başbaşa)