Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu X

Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu I

Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu X.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


2.250 Liradan 14.000 Liraya

Takımımız günden güne toparlanıyordu. Fakat kulüp içindeki tartışma “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar?” misali sürüp gitmekteydi. Yönetim Kurulu’nda hâkim olan zihniyet, basketbol şubesinin özellikle Galatasaray’ın ekmeğine yağ süren bir faaliyet gösterdiği yolundaydı. Kısacası Fenerbahçe basketbolu, Galatasaray’a galibiyetler sunmaktan başka bir işe yaramıyordu.

Bizler ise “Ne veriyorsunuz ki, ne bekliyorsunuz?” diyorduk. Ve bu şubenin üvey evlat muamelesi gördüğü müddetçe bundan fazlasını beklemenin kimsenin hakkı olamayacağını savunmaya çalışıyorduk. Ve bu münakaşa yıllardır sürüp gidiyordu.

“Bir kez deneyin, biraz ilgi gösterin, biraz yatırım yapın. Bir sonuç alamazsak o zaman biz de bu işin ucunu bırakırız” demekten dilimiz aşınmıştı.

1944 yılından 1954 yılına kadar işte böylece gelindi. Tam 10 yıl Fenerbahçe basketbolu her türlü ilgiden ve destekten uzakta, büyük fedakârlıklar pahasına ayakta kaldı. Nihayet o yıl, 1954’te, yani basketbol şubesinin kuruluşundan tam 10 yıl sonra, bir defaya mahsus olmak kayıt ve şartıyla basketbol şubesinin tahsisatı yılda 2250 liradan 14.000 liraya çıkarıldı.

Vefa’dan Altan Dinçer’i kadromuza alırken, 110 metre engelli koşucumuz milli atlet Erdoğan Karabelen’i de “Bir atlet için kış aylarında basketbol çalışması şarttır. Bunun yararlarını yazın pistte görüp bana hak vereceksin” diyerek potalara çekmiştim.

Sacit Seldüz’e eklenen Altan Dinçer ve Erdoğan Karabelen ile uzun boylu üç basketbolcuya birden sahip oluyorduk. Nice yıllardır rüyalarımızda dolaşan “Üç uzun ve iki kısa” dan oluşacak bir “beş”e nihayet sahip olabilmenin verdiği hudutsuz ve tarifsiz bir sevincin içindeydik. Artık böyle bir kadroyla çok büyük işler başarabileceğimize inanıyorduk.

10 yıldan beri peşimizi bırakmayan aksiliklerden, şanssızlıklardan nihayet kurtuluyor muyduk? Zaman zaman büyük umutlara kapılmaktan korktuğumuz da oluyordu. Çünkü şu on yıllık mücadelemiz içinde o kadar çok aksiliklerle karşılaşmıştık ki, her an yenisini bekler hale gelmiştik sevgili Muhtar Sencer ile. Fakat her şeye rağmen yine de umudumuz büyüktü.

Yolumuza Bir Taş Daha

Korktuğumuz başımıza gelmekte fazla gecikmedi. Altan Dinçer’in transferinde ortaya çıkan bir pürüz, tüm işleri de, düşleri de alt üst ediverdi birden.

Bir sabah Cağaloğlu’ndaki evime gelen Muhtar Sencer o telaşlı haliyle, “Mahvolduk… Mahvolduk…” diye içeri dalmıştı. Ve kendini holdeki koltuğun üzerine külçe gibi bırakırken “Altan’ın lisansını alamıyoruz. Mahvolduk” diye inlemişti.

Sevgili dostumun tarifsiz bir heyecan içinde anlattığına göre, Altan Dinçer, Teşvik Turnuvası’nın bir maçında Vefa takımında oynadığı için Beden Terbiyesi Bölgesi bu sporcunun transferine izin vermiyordu. Bir sporcunun, bir sezon içinde iki takımda yer alamayacağı yolundaki genel prensip, Altan Dinçer’in Vefa’dan Fenerbahçe’ye transferini engelliyordu.

Ben de şok olmuştum. Kafamı toparlamaya çalıştım zorlukla. Sonra çalışma odama geçip, oradaki yönetmeliklere sarıldım. Bildiğime inandığım bir hususu bir kez de gözlerimle görüp kendi kendime kanıtlamaya çalıştım. İncelediğim yönetmelikler beni rahatlatmıştı. Salonda döndüğümde Muhtar bir yandan kahvesini içiyor, bir yandan da karşısına oturttuğu rahmetli anneme olup bitenleri anlatmaya çalışıyordu.

“Kahveni iç, gidelim” diye konuştum.

Muhtar’cık şaşırmıştı. Fakat yine de iki yudumda kahvesini içti: “Nereye gideceğiz?” diye sormaktan da kendini alamadı.

“Nereye olacak?” dedim sakin bir sesle “Bölge’ye, Altan’ın lisansını almaya gideceğiz”

Asla inanmamıştı, daha doğrusu inanamamıştı bir türlü. Nitekim yolda durmadan aynı konuyu tekrarlıyordu: “Vefalılar, Teşvik Turnuvası’nın maç kağıdını getirip Bölge’ye vermişler. Altan oynamış bu maçta. Nasıl faka bastık yahu?” diyordu durmadan.

“Üzme kendiniii” diyordum ona “Bir de ben konuşayım bakalım”

“Konuşmasına konuş ama bitti bu iş artık” diye söyleniyordu arkadaşım.

Muhtarcığım alabildiğine büyük bir karamsarlığın içindeydi. Onu gayet iyi tanırdım. Ne söylesem onu feraha çıkaramazdım. Bu konuda onu bu büyük karamsarlıktan ancak Altan’ın lisansını kurtarabilirdi.

O zamanlar Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün Sicil ve Lisans Servisi Şefi, Sorbon Üniversitesi’nin Yüksek Matematik bölümünden mezun olmuş rahmetli Raşit Bey’di. Cin gibi zeki, yönetmelikleri ezbere bilen, son derece dürüst, fakat asık suratlı bir insandı rahmetli. Hayli de sertti. Muhtar’ı koridorda bıraktım, odasına tek başıma girdim. Reşit bey, beni karşısında görünce, gözlüklerinin üzerinden baktı her zamanki gibi donuk sesiyle; “Hoş geldin.” Dedi ve hemen arkasından sordu “Hayrola bir şey mi var?”

“Altan’ın lisansını almaya geldim Reşit Bey” deyiverdim.

Gözlüklerinin üzerinden attığı bakışları birden sertleşiverdi: “Muhtar’a söyledim” diye homurdandı. “Altan, Teşvik Turnuvası’nda Vefa’da oynamış. Resmi maçta oynamış bir oyuncunun aynı sene içinde başka bir kulübe transferi yapılamaz. Bilmiyor musun? Seneye alabilirsin ancak”

Sakince sordum kendisine: “Teşvik Turnuvası resmi maç mıdır Raşit Bey?”

Bakışları alabildiğine alevlenmişti o anda: “Bölge tarafından düzenlenen Teşvik Turnuvası’nın resmi maç olduğunu bilmiyor musun sen?” diye homurdandı.

Yine masum bir tavır takınmaya çalıştım: “Kabul Reşit bey. Fakat hangi kitabın hangi maddesine göre?” diye konuştum. “Bunu bana gösterirseniz, bir daha böyle hataya düşmem”

Rahmetli Reşit Bey, bana bir şey öğretmek hevesiyle işin üzerine eğildi. Çekmecesinden “Basketbol Müsabaka Yönetmeliği”ni çıkardı. Sayfalarını birkaç kez baştan sona karıştırdıktan sonra: “Buraya alınmamış ama resmi maçtır Teşvik Turnuvası” diye söylendi.

Cüretimi birden arttırıverdim: “Fakat bu söylediğiniz, Basketbol Müsabaka Yönetmeliğinin son maddesine biraz ters düşmüyor mu Reşit Bey?” diyiverdim.

Adamakıllı öfkelenmişti. Bu öfkeyle yönetmeliğin son sayfasını açtı ve son maddeye baktı. Bu son maddede “Bu yönetmelikte yer almayan hususlar için Futbol Müsabaka Yönetmeliği esas alınır” diyordu. O bu maddeyi okurken, cebimden çıkardığım Futbol Müsabaka Yönetmeliği’ni usulca masası üzerine bıraktım. Bu yönetmelikte “Resmi Müsabakalar”ın ne olduğu açıkça izah eden bir madde vardı. Onu gösterdim. Okudu. Bu maddede Teşvik Müsabakaları diye bir kayıt yoktu. Olamazdı da zaten Teşvik Turnuvaları yalnız basketbol ve voleybolda vardı. Ve takımları liglere hazırlamak amacıyla düzenlenirdi. Reşit Bey fena halde öfkelenmiş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Üst üste belki üç dört defa okudu maddeleri. Sonra yine gözlükleri üzerinden baktı bana yine: “Sen de biliyorsun ya Teşvik Turnuvaları’nın resmi maç olduğunu” diye homurdandı.

Boynumu büküp öfkeli gözlerine baktım: “Kara kaplı kitabın söyledikleri yanında benim bildiklerimin ne değeri olabilir ki Raşit Bey?” diye konuştum.

Durdu, uzun uzun düşündü. Kara kaplı kitap, onun pek büyük bir sadakatle bağlı olduğu şeydi. Birden çekmecesini çekti, bir lisans çıkardı. Bana uzatırken yüzünde ve bakışlarında hafif bir tebessümün bir an için belirip uçtuğunu fark ettim. “Maddelerdeki açıklardan faydalandın” diye söylendi.

“Vazifemiz de bu Reşat Bey” diyiverdim gayriihtiyari.

Bu kez yüzünde, bir an için de olsa açık ve seçik bir tebessüm belirmişti: “Hak ettin” diye söylendi “Al Altan’ın lisansını, git”

Lisansı kapmamla teşekkürü basıp odasından fırlamam bir oldu. Kapının önünde tarifsiz heyecanlar içinde, piposunu kemire kemire volta atmakta olan Muhtar’a elimdeki lisansı uzattım. “Al bakalım Altan’ın lisansını” diye söylendim.

Muhtarcık, elinde tuttuğu lisansa hayretler içinde bakıyor, gözlerine inanamıyordu sanki. Sonra birden boynuna sarılıp “Allah Allah” nidalarını atmaya başlamıştı.

İşte koca Altan Dinçer, yönetmeliklerdeki küçücük bir madde açıklığı sayesinde resmen Fenerbahçeli oluvermişti böylece.

Elbette ki Fenerbahçeli milli futbolcu Yaşar Alpaslan’ın özbeöz yeğeni olan Altan Dinçer de “Oğlan çocuk dayıya çeker” sözünü boşa çıkarmayıp Fenerbahçeli olacaktı. Seneler sonra Altan, yine Fenerbahçeli bir bayan voleybolcu olan Seçkin ile evlenecek ve yıllar sonra da bu Fenerbahçeli çiftin çocukları Kemal Dinçer, Sarı-Lacivert’li forma altında basketbol oynayacak, takım kaptanlığı yapacak ve sonunda takımın menajeri olarak başa geçecekti. Bunları yaşamak, görmek dahi bana nasıl büyük bir haz ve mutluluk veriyor.

Hey gidi yıllar hey… Biz, 1990’ları bir yana bırakalım, tekrar 1954’e dönelim isterseniz.

Cem ATABEYOĞLU

(DEVAM EDECEK)

Yorumlar

Yorum bırakın