Kategori: Anı-Biyografi

  • Fenerbahçe Müzesi

    Fenerbahçe Müzesi

    2000 yılında Neriman Tekil‘in Fenerbahçe Spor Dergisi’nde Hüseyin Denizci beyefendi Fenerbahçe Müzesi ile ilgili kısa fakat mükemmel bir yazı kaleme almış. Artık Fenerbahçe’nin bir müzesi var. Fakat yazıda geçen diğer konulara bakılacak olursa, aradan geçen 22 sene neyi, ne kadar değiştirdi, tartışmak gerekir. Fenerbahçe’nin zafer hatıraları birden çok müzeyi bihakkkın doldurur.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Müzesi

    Fenerbahçe, müzesinden yoksun olarak 93 yılını geçirdi. Yılların birikimi o değerli hatıralar her zaman uygun olmayan yerlerde ve uygun olmayan şartlarda korumasız depolandı. Hepsi spora ait bu kültür eserleri ne müze kurulunun sorumluluğuna terk edildi ve ne de kulüp içinde bu değerli emanetleri zimmetlenen birileri oldu.

    1992-1994 döneminde müze kurulunda görevliydim. Arkadaşlarımla birlikte çok güzel çalışmalar yapıyorduk. Ayrıca “Danışma Komitesi” olarak sınıflandırdığımız çok kıymetli Fenerbahçeliler müze kurulu ile toplanıyor ve çalışmalara renk ve anlam katıyorlardı. Uzun müzakereler sonunda alınan kararlar yönetim kuruluna yazılı olarak iletiliyor ve gelecek yanıt heyecanla bekleniyordu. Fakat ne yazık ki kurumsal bir Fenerbahçe yaratmayı vadedenler bir yasal kurulun yazılı başvurularına hiçbir zaman yanıt vermek gereğini duymadılar.

    1994 yılında eski binanın boşaltılması sırasında müze eşyalarını bir bir paketleyip Dereağzı’nda bize tahsis edilen odaya depolamıştık. Binanın inşaatı bittiğinde sıra müzenin yerleşmesine gelmişti. Bu arada genel kurul olmuş ve biz görevi devretmiştik. Yerleştirme işini müze kurulunun yapamayacağına karar veren yönetim kurulu bir vitrin dekoratörü çağırıp işi hallettiler. Tabii olarak iş erbabının elinden çıkmayınca ne müze müzeye benzedi ve ne de müzenin düzeni. Bir de heykelini diktiler yaptıranın bu tuhaf yapının girişine, iş tamamlandı.

    Fenerbahçe için emek, kafa ve para harcayanlara her zaman teşekkür borcumuz vardır. Ama biz bir asra yaklaşan bir beklentinin mutlu son ile noktalanmasını bekliyorduk. Bu olmadı. Umutlarımız bir başka bahara kaldı.

    Her şey bir uzmanlık işidir. Müzecilik de öyle.

    Yapısı ayrı, işletmesi ayrı bir uzmanlık konusu. Ciddiye alınmazsa bocalamak kaçınılmaz olur.

    Hüseyin Denizci| Fenerbahçe Spor Dergisi – 2000 (Fenerbahçe Müzesi)

  • 40 Yıllık Kavga

    40 Yıllık Kavga

    “Kulis, grupçuluk ve bölümleşme 1952’den bu yana Sarı-Lacivertli kulübün kaderini etkiliyor”Halit Deringör, bundan tam 30 sene önce, 26 Ocak 1992’de Cumhuriyet gazetesine yazdığı yazıya böyle başlamış. Efsanevi futbolcumuzun kimseden çekinmeyen ve kan damlatan kalemiyle o zamanlar 40 yıllık dediği kavga, şimdilerde 70 yaşında! Kulüpçüler için hüzünlü ama gerekli bir okuma…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’de 40 Yıllık Kavga

    Fenerbahçe’de ilk bölünme bundan 40 yıl önce Kadıköy Grubu adlı bir grubun hareketi ile başladı. Merhum Lebib Elmas, merhum Orhan Menemencioğlu, merhum Suphi Ergun, Kemalettin Ererdağ ve Muhittin Bulgurlu tarafından kuruldu. Felsefeleri, “Madem ki Fenerbahçe Kulübü İstanbul’un Kadıköy yakasında kurulmuştur, o halde egemenliği Kadıköylülerde olmalıdır” ilkesine dayanıyordu.

    Bayülken Dönemi

    Bu gruba kısa bir süre sonra Semih Bayülken isminde pratisyen genç bir doktor katıldı. Bayülken, sempatik, hoş sohbet, güleç yüzlü, hiçbir şeye sinirlenmeyen, kapıdan kovulsa bacadan giren, en akıllı insanı bile bir kez değil, on kez ikna edebilecek güçte bir karakter yapısına sahip tam bir zamane adamı idi.

    Ölülere Oy Kullandırttılar

    Önceleri CHP kademelerinde çalışmış, partiye “yanlışlıkla” ölüleri kaydettiği için ihraç edilmişti. Bayülken Fenerbahçe’ye geldikten sonra Muhittin Bulgurlu ile karakterleri birbirine uygun bir ikili oluşturdular. Beraber kader birliği yaptılar. Öyle ki giderek her ikisi de kongreciliği bir meslek haline getirdiler. Bu ikili işe Kadıköy toplumunun alt kademelerinden 250-300 kişiyi Fenerbahçe’ye üye yazdırmakla başladılar. Onları giderek mide yolu ile kendilerine bağladılar. Yönetime girmek isteyenler için Semih ve Muhittin ikilisini memnun etmeden yönetime girebilme olasılığı adeta yoktu. Sonraları bu ikili Fenerbahçe’de daha da etkinlik kazanabilmek için siyasi partilerle de temasa geçtiler.

    Nitekim 1950-60 yıllarında Demokrat Parti iktidarının Meclis Başkanı olan Agâh Erozan, İmar ve İskân Bakanı Medeni Berk, Demokrat Parti Haysiyet Divanı Başkanı Osman Kavrakoğlu gibi isimleri Fenerbahçe yönetimine getirdiler. Fenerbahçe başkanlığını da bu heyet içinden Agâh Erozan’a verdiler. O yıllarda Kadıköy Grubu’nun yandaşlarının isimleri, Vatan Cephesi listelerinde Türkiye radyolarından açıklanıyordu.

    Sonuçta gün geldi, Demokrat Parti göçtü ve bu partililer de Fenerbahçe’den ayrıldılar. Ancak bu insanların Fenerbahçe Kulubü’ndeyken yaptıkları büyük siyasal sömürüye karşın Fenerbahçe’ye bir karış toprak bile kazandıramadan gittiler.

    1960-70 yıllarında bu defa devlet yönetimine askerler egemendi. Böyle bir durumda Kadıköy Grubu’nun bu iki lideri bu defa da askerlere yaranmak politikasını izlediler. Onlar için o atmosfer içinde kulüpteki karşıtlarını yiyebilmek için tam bir fırsat doğmuştu. Nitekim bazı Fenerbahçelileri milli emniyete jurnal ettikleri de o yıllarda ağızdan ağıza dolaşıp durdu.

    1960-70 yılları arasında Fenerbahçe başkanlığını genellikle Fenerbahçe’nin içinden yetişenler yapıyorlardı. Merhum Doktor İsmet Uluğ gibi Faruk Ilgaz gibi… Bunlar aynı zamanda Kadıköy Grubu’nun yandaşları idiler. Hele Faruk Ilgaz bu grubun gözdesiydi. Bu yüzden Fenerbahçe’de en çok başkanlık yapan bir isimdi. Ne var ki her ikisi de paralı başkanlara karşı birer alternatif idiler. Yine bu yıllar arası Kadıköy Grubu Faruk Ilgaz’ın başkanlığında 35 kişinin vermiş olduğu bir kararla tarihsel Fenerbahçe Kulübü’nü Beden Terbiyesi’ne 2,5 milyon liraya satmak suretiyle tarihi bir cinayet işleniyordu. Fenerbahçe’yi topraksız bırakıyorlardı. Aldıkları 2,5 milyon lirayla da Fenerbahçe burnunda belediye arsalarında gecekondu misali sözde bir “sosyal lokal!” yapıyorlardı. Sosyal lokal dedikleri yapıt aslında bir sosyal lokal değil tam bir oyun salonuydu. İşin en ilginç tarafı da günümüzde bununla öğünülmektedir.

    1970-80 arası yıllarda Fenerbahçe’de sanki yeni bir devrim yapılıyor ve Kadıköy Grubu’nun liderleri olan Semih Bayülken ve Muhittin Bulgurlu ikilisi bu defa Fenerbahçe’yi sermaye gruplarının kucağına oturtuyorlar. Arkalarındaki kurşun askerlerin maddi çıkarlarını sağlayabilmeleri için gerekli olan parayı nasıl bulacaklardı ki! Bundan başka seçenekleri yoktu.

    Cankurtaran Dönemi

    Söz konusu bu devir Emin Cankurtaran ile başladı. Toplumun hemen hemen bütün kesimleri ile yakın ilişkisi olan Emin Cankurtaran kısa bir zaman içerisinde bu ikilinin bütün isteklerini yerine getirdi. Hatırlanacağı üzere o yıllar transfer işlerine yeraltı dünyasının adamları bile karışmışlardı. Bu yılların da sonunda devletin başında bu defa MC hükümeti bulunur. Yine Kadıköy Grubu özellikle bu hükümetin vurucu kanadı ile işbirliği içine girer ve de militanlarını kulübün içine sokarak onlara değişik görevler verirler.

    1980-90 arası yıllarda sermayenin Fenerbahçe’nin içinde koltuk kavgalarına başladığı görülür. Bir yandan da Fenerbahçe Kulübü hızla borçlanmaya girer, 1981 ‘de Fenerbahçe Kulübü’ne Ali Şen takımı ile beraber getirilir. “Oysa daha önce Ali Şen, Federasyon Genel Sekreteri iken olaylı bir Fenerbahçe-Altay maçı sonrası Fenerbahçe’ye verilen 2 maç saha kapatma cezasının altında imzası bulunduğu gerekçesi ile kulüpten ihraç edilmişti.”

    Görüldüğü gibi Şen’in başkanlığa getirilmesi ortaya böyle bir çelişkiyi de beraber getiriyordu. Ali Şen ve kabinesi kulübe büyük hava vermişlerdi. Ancak o yıllarda görülen lüzum üzerine Semih Bayülken ile Muhittin Bulgurlu’nun kulübe sokulmamaya kalkışıldığı zaman büyük bir gürültü kopmuştu. Sonunda Semih ve Muhittin ikilisi İkinci Başkan Ali Dinçkök’le flört edip onunla Ali Şen’e sokulmak suretiyle yönetimi dağıtmıştı.

    1987’de Semih Bayülken-Muhittin Bulgurlu ikilisi İstanbul Milletvekili Orhan Ergüder’in “Onu ben buldum, pamuklar içinde sakladım, büyüttüm” dediği Tahsin Kaya’yı başkanlığa getirirler. Kaya, Sahil Gazinosu’nda verilen bir yemekte Fenerbahçe’nin borçlarını ödemeyi kabullenince omuzlar üzerine alınarak otomobiline kadar götürülür. Ne var ki alışılmış olduğu gibi bu ikili giderek dışarıdan Tahsin

    Kaya’ya da birtakım baskılar yapmaya başlarlar. Bu baskılara kulak asmayan Kaya’yı “Diktatör oldu” gerekçesiyle başkanlıktan düşürmek için tezgâhlar kurulmaya başlanır.

    1987-88’de Semih Bayülken artık yaşlanmış ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Ancak yine de 35 yıl devam eden monarşisinin yıkılmaması için çaba gösterir. Ne var ki artık etrafında dostlar kalmamış, herkes kendisini yavaş yavaş terk etmeye başlamıştı. Taraftarlar da ondan bıkmıştı. Bu defa gücünü yine devam ettirmek için parti kuvvetine sığınmaya çalışır. Bu amaçla da Özal’ın önerisi üzerine Kadıköy Belediye Başkanı Osman Hızlan’ı başkan olarak lanse eder. Bu günlerde Kadıköy Grubu’nun dışındaki insanlardan Cihat Arman, Halit Deringör, Aziz Yılmaz, Semih Gölpınar aralarında anlaşarak bir demokratik cephe kurdular. İşin en ilginç yönü de 35 yıldan beri Semih Bayülken’in kanatları altında yaşayan Muhittin Bulgurlu da Kadıköy Grubu’nu terk eder ve demokratik cepheye girer. Görüldüğü üzere bu tam bir vefasızlık örneğidir. Sonuçta kongre kaybedilir. Hem ANAP listesi hem de Semih Bayülken tarihe karışırlar.

    Tahsin Kaya Dönemi

    Birleşik Grup da ikinci kez Tahsin Kaya’yı ekibi ile birlikte başkanlığa getirir. “Ancak kulübü ekonomik özgürlüğe kavuşturmak ve gerekli reformlan yapmak koşulu” ile… Nitekim bu ekip işe başlamadan Fenerbahçe’ye 1 milyar 750 milyon Türk Lirası hibe eder. Ne var ki bu vaatle yönetime gelen Tahsin Kaya ekibi giderek reform yerine kulübü yine aşiret biçimiyle yönetmeye koyulurlar. Onlar böyle iken dışarıdan onları yönetime getiren Birleşik Cephe’yi kuranlar arasında demokrasi açısından anlaşmazlık baş gösterir. Muhittin Bulgurlu’nun Fenerbahçe’nin topluma açılmasını istememesi karşısında demokrasi yanlısı Memduh Eren grubu Birleşik Cephe’den ayrılır.

    Birleşik Grup

    Dağılma üzerine Aziz Yılmaz ve Bulgurlu’nun başkanlık yaptıkları “Birleşik Grup” kurulur. Bu grup da dışarıdan Tahsin Kaya’ya devamlı baskılar yapmaya başlar. Bu baskılara dayanamayan Tahsin Kaya görevinin bitmesine 6 ay kala başkanlıktan istifa eder. Gerekçe olarak “Aziz ve Muhittin ikilisinin baskılarına dayanamadım. Beni yönetime getirirken Fenerbahçe’yi topluma açmama yardımcı olacaklarına söz vermelerine karşı sonradan tamamen ters bir davranış içine girdiler” der.

    1990’da Aziz Yılmaz ve Bulgurlu bu defa da Tahsin Kaya’nın ikinci başkanı Metin Aşık’ı yönetime getirir. Bu ikiliden Aziz Yılmaz da yönetime girer, Bulgurlu ise dışarıda kalır. Muhittin Bulgurlu huylu huyunca yine dışarıdan Metin Aşık’a birtakım baskılar yapmaya çalışır. Oysa Metin Aşık kulübe kendi cebinden 10 milyar liraya yakın para hibe ettiği gibi kulüp için mükemmel modern tesisler de yaptırmıştı. Aziz Yılmaz, Metin Aşık’tan çok memnun görünüyor ve onunla kader birliği yapıyordu. Metin Aşık’ı yemeye kararlı olan Muhittin Bulgurlu’nun bu defa Aziz Yılmaz’la arası bozuldu ve Birleşik Grup da 1. Birleşik Grup, 2. Birleşik Grup diye ikiye ayrıldı.

    Bugün de görüleceği gibi yönetimin bir kesimi Muhittin Bulgurlu’yu bir kesimi de Aziz Yılmaz’ı tutuyor. Özetle Fenerbahçe’nin başına gelen birtakım Humeyni tipi grup liderleri, kulübü, sosyal, siyasal ve koltuk kavgalarının odak noktası haline getirmiştir. Bu yüzden tapulu toprağını satıp çağın gerisine düşüp, üstelik de 30 milyar liralık borç sarmalına girmiştir. Buna karşın kulüp sayesinde ise ülkemizde güçlenmiş, isimleri sınırlarımızı aşmış birtakım kahramanlar oluşmuştur.

    Halit Deringör | 26 Ocak 1992 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Erenköy Kız Lisesi

    Erenköy Kız Lisesi

    15 Mart 1948 tarihli Türk Spor Dergisi’nde Gündüz Aktuğ imzalı yazıda dönemin Erenköy Kız Lisesi tanıtılmış. Sadece 6 sene sonra Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kadın basketbol/voleybol takımlarının en önemli isimlerinden Seta Yağcıoğlu ile Mahiru Akdağ’ı Türk spor tarihine hediye edecek olan liseden çok güzel iki fotoğraf eşliğinde… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kültür Kaynaklarında | Erenköy Kız Lisesi

    Göztepe tramvay durağının yanından ilerilere doğru uzanan asfalt yolda bir hayli yürüdükten sonra sola saptık. Biraz ileride Erenköy Kız Lisesi’nin küçük binası görülüyordu.

    İki sene evvel bir yangın neticesinde kül olan lisenin eski muazzam binasını hatırlayınca müteessir olmamak elde değil doğrusu.

    Bütün Erenköy muhitinin dört gözle beklediği yeni lise binasının bir an evvel bitirilmesi memleket gençliği namına istenilen bir şeydir. Zira şöhretli Erenköy lisesine ne yapılsa azdır.

    Okulun kapısından içeri giriyoruz şimdi. Kapıcı tarafından karşılanarak okulun sayın Müdiresi Rebia Yarkın’ın odasına gidiyoruz… Çok geçmeden lisenin iki beden terbiyesi öğretmeni: Mediha Toprak ile Fahamet Humbaracı da geliyorlar. Birincisi emektar, İkincisi ise daha çok genç bu çalışkan öğretmenlerin. Onlara okulun spor faaliyeti hakkında bir hayli sual soruyorum. Her ikisi de beni bu hususta tenvir ediyorlar.

    Liseler arası voleybol maçlarına Ayşen (kp.), Nurten, Sevim, Türkân. Hamra, Sevim şeklinde bir takımla iştirak eden Erenköylüler Kadıköy’ü (15-2) (15-2); Üsküdar’ı (15-1) (15-13) (15-4) mağlup etmişler; Çamlıca’ya (15-10) (15-5) yenildikleri için gruplarının ikincisi olmuşlar. Takımı teşkil eden oyuncuların hepsi istidatlı, enerjik fakat geçen seneye nazaran takım zayıf bir durumda…

    Spor salonu da yandığından ancak iyi havalarda bahçede çalışmak imkânını bulan sporcu genç kızların bu başarıları doğrusu hiç de yabana atılacak bir şey değil… Hatta bazen Kadıköy Halkevi spor salonuna antrenman yapmaya bile gidiyorlarmış… Çalışma azmi ne kadar da çok…

    Hentbolde Kandilli’yi yenmişler fakat ikinci maçları ancak maçtan bir saat kadar evvel bildirildiğinden hazırlıksız ve oyuncusuz olarak Beyoğlu Kız Lisesi’nin karsısına çıkmışlar, tabiatıyla netice malûm… Hiç yok yere acı bir mağlubiyet… Takımı şu oyuncular teşkil ediyormuş: Aysen, Nurten, Sevim, Türkân, Fatma, Ayten, Türkân, Hamra, Sevim.

    Atletizmde yapılan yegâne koşuda Ergün, Sevim, Aysen, Hamra, Sevinç, Güner, Melâhat ve Feriha’dan müteşekkil olan Erenköy takımı ikinciliği ve üçüncülüğü almış. Ferdî yarışta ise Ergün Acar çok güzel bir koşudan sonra ikinci olmuş. Lisede atletizme çok fazla ehemmiyet veriliyor. Her şevden evvel atletik kızlar yetiştirilmesi elzem…

    Ortaokullar arasında yapılan yakar top maçlarında kuvvetli bir ekip olduklarını ispat eden Erenköylülerin yakan top takımı: Güneş, Nuran, Nurseli, Nurhayat, Yıldız, Hanife, Özcan, Ümran ve Nebahat’ten teşkil edilmektedir.

    İzcilikte ise bu sene toplu faaliyet yapılıyor. Burgaz adasına diğer liselerin de iştiraki ile bir gezi yapılmış. Fakat geçen seneki izci faaliyeti daha fazlaymış… Erenköylülerin dertleri de diğer liselerinkiler ile aynı… Her mektebin izci faaliyetini kendine bırakmak zamanı çoktan gelmiştir artık.

    Öğretmenler derslerinde bilhassa ahlâkı ön plânda nazarı itibara aldıklarını söylediler. Sporcu her şeyden evvel iyi bir ahlâka, temiz bir karaktere sahip olmalıdır… Ancak o takdirdedir ki memleketimiz için faydalı olabilecek genç kızlar yetişir.

    Erenköylülerin hentbolde yenilmeleri doğrusu çok üzücüydü. Ama hakları da yok değil, zira fikstür o kadar saçma ki hiç maç yapmayan bir lise doğrudan doğruya dömifinalde yükselirken diğer bir lise bir hayli uğraşmadan sonra oraya çıkıyor. Sonra fikstürden sarih olarak bir mana çıkarmak da müşkül… Bir saat evvel haber verildiğine göre de varın siz bu mağlûbiyete hak vermeyin. Sonra bence izciliğin bu seneki toplu faaliyeti liselerin çalışmalarını azaltıyor, çünkü toplu olarak yapılan hareketlere her liseden ancak muayyen bir miktar talebe iştirak ediyor, diğerleri bilmecburiye bu haktan mahrum ediliyorlar.

    Konuşmamız bitince bahçeye çıktık, Foto Müeddeb de bir taraftan resim çekerken ben de spor kaptanlarından bazı şeyler soruyordum. Sporcuların ekserisi fen şubesinin çalışkan talebelerinden imiş… Bunlardan bilhassa Ayşen bütün hocalarının takdirini kazanmış… İşte sporculuğun, ideal sporculuğun en büyük vasfına sahip olan Erenköylülerin arasından ayrılırken diğer sporcu talebelerin de Erenköylülerden örnek almalarını arzu etmekten kendimi alamıyordum. Çalışkan Erenköylülere daha çok muvaffak olmalarını temenni etmekten başka elimden bir şey gelmiyor ki…

    Erenköylülerin kıymetli müdürleri Rebia Yarkın ile Beden Eğitimi öğretmenleri Mediha Toprak ve Fahamet Humbaracı’yı çalışmalarından dolayı tebrik eder, sporcu öğrencilere başarılar dileriz.

    Gündüz Aktuğ | 15 Mart 1948 – Türk Spor Dergisi (Erenköy Kız Lisesi)

    Erenköy Kız Lisesi
  • Erkan Yasa’nın Açık Mektubu

    Erkan Yasa’nın Açık Mektubu

    Fenerbahçe voleybol tarihinin önemli isimlerinden biri olan Erkan Yasa, 1983 tarihli mektubunda Fenerbahçe voleybolunun ülke için önemini belirtmiş. Tapfereritter‘in Wikipedia‘da yazdığına göre Erkan Yasa’nın Açık Mektubu başarılı olmuş:

    “Bir sezon önce İstanbul 1. Ligi’ne çıkma şansını yakalayamayan takımın antrenörü Erkan Yasa güçlü bir kadro kurulması için Yönetim Kurulu’na muhatap bir mektup yazdı. Başkan Ali Şen’e kadar ulaşan mektubun olumlu değerlendirilmesiyle sarı-lacivertli takıma gerekli transferler yapıldı. Rakipsiz kalan takım 22 maçta 22 galibiyet ve 66/0’lık set averajıyla şampiyon oldu ve 13 yıl aradan sonra İstanbul 1. Ligi’ne yükseldi. Ligde Fenerbahçe’nin yanı sıra, Sarıyer, Darüşşafaka, Sultantepe, Bağlarbaşı, Yeldeğirmeni, Maltepe, Havagücü, İtfaiye, Pertevniyal, Şişli ve Paşabahçe mücadele verdi. Fenerbahçe’nin ardından ikinci olan Paşabahçe de İstanbul 1. Ligi’ne yükseldi.”

    İşte o mektup aşağıda… Fenerbahçe ve Türk sporu arasındaki temel prensip gerçekleri ifade eden müthiş bir metin.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Spor Kulübü
    Voleybol şube kaptanlığına
    8 Temmuz 1983

    Kulübümüzde 1981 yılından itibaren başlattığımız Voleybol atılımını, 1983-1984 sezonunda bir adım daha ileriye götürmek üzere hedeflerde sizinle mutabık kalmış, erkek A takımımızı bu sezon 2. küme ve gelecek sezon da 1. kümede şampiyon yaparak en kısa sürede milli ligde oynayacak bir ekip yaratma çabasına girişmiştim.

    Bu faaliyet neticesi kulübümüzde gerek teknik açıdan ve gerekse şahsiyetleri yönünden yararlı olacağına inandığım beş sporcuyla transferleri konusunda onayınızı alarak sözlü mutabakata varmıştım.

    Ancak bugüne değil transferleri gerçekleştirecek işlemlerin yapılmasına başlanılmadı. Bu sebeple kulübümüzün voleybol şubesinin hedefleriyle ilgili prensip kararımızda bir sapma olduğu kanaatine vardım.

    Kulübümüz basketbol şubesinde varılan üst seviyedeki kalitenin voleybo şubesine de yansıtılmamasının (2-3 etapta) gerek taraftarlarımızın ve gerekse voleybol camiasının tepkilerine yol açacağına inanıyorum. Bu durumla 1982-1983 sezonunda yüzyüze geldiğimiz hepimizin bilgisi dahilindedir.

    Ayrıca Türkiye’de voleybol sporunun gelişmesi için Fenerbahçe’nin basketbolda olduğu gibi üst seviyedeki ligde oynaması ve gerekli yatırımları yapması şarttır. Birkaç yıldır görüldüğü gibi milli ligin 50-100 seyirciyle oynanması voleybolda kalitenin düşmesine sebep olmuştur.

    MUHTEŞEM FENERBAHÇE SEYİRCİSİ voleybol maçlarına çekildiği takdirde Türk voleybolunda bir canlılık ve heyecan mutlaktır. Bu da peşinden yetişecek genç sporcu kitlelerini ve kaliteyi getirecektir.

    Azası ve antrenörü olmakla onur duyduğum FENERBAHÇE’nin Türk voleyboluna yapacağı en büyük katkının bu olacağına ve bunu temin etmenin de 26 yıldır içinde bulunduğum voleybol sporuna karşı benim bir görevim olduğuna inanıyorum.

    Bizler, kulüp, yöneticiler ve antrenör olarak bu görevi yerine getirmediğimiz takdirde, voleybol şubesindeki görevimin devamında bir yarar görmediğimi bilgilerinize sunarım.

    Erkan Yasa
    Fenerbahçe Spor Kulübü Voleybol A Takım Antrenörü
    (Erkan Yasa’nın Açık Mektubu)

  • Fahir Bey’in Ölümü

    Fahir Bey’in Ölümü

    Mayıs 1988 tarihli Fenerbahçe Spor Dergisi’nde Firüzan Tekil, Fahir Bey’in ölümü ardından kaleme aldığı yazıda, Fenerbahçe’nin en büyük sorunlarından birisine işaret ediyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Profesör Doktor Fahir Yeniçay

    Gönüllerin içindeki spor kulüpleri ile gözlerin önündeki kulüpler arasında hayli fark vardır. Bu fark, giderek büyümekte. Buna paralel, anlayışlar arasındaki farklar da belirgin hale gelmektedir.

    Kimi, eski tertip, kulüplerin insan yetiştirme ocakları olduğunu düşünür ve baş fonksiyonun eğitim olduğuna inanır, kimi de, futbol oyununu bir temaşa işi olarak görür, öyle değerlendirir; adam toplar, güçlü takımı kurar; bunu, bir zafer ve övünç yolu olarak anlar.

    Bir diğer kategori ise, bu ikinci yolu benimsedikten sonra, her işin başının para olduğu inancından yola çıkarak, kesenin ağzını, faizsiz borç verme doğrultusunda açar, iş hayatında, TV’lere milyonlar, yüz milyonlar verse elde edemeyeceği bir reklamın yolundan gidip, meçhul iken meşhurlaşarak, tüm kapıların kendine ardına kadar açılmasını sağlamış olur.

    Futbol ve kulüpçülük, şimdi bunları getiriyor. Kuşkusuz bu kategoriler arasında büyük lisan farkları da belirmiştir. Birbirlerinin dediklerini hayli zor anlıyorlar.

    Türk toplumuna armağan edilen, büyük, değerli isimler arasında tek tük de olsa eski spor anlayışına sahip kişiler çıkmıştır. Bu, daima istenen ve özlenen bir durumdur. Sporcunun, bir yandan da aydın kişi olması hep arzu edilmiştir. Ne var ki, bu gibi insanlara az rastlanıyor. Fahir Emin Yeniçay bu tür isimlerin başında gelir. Fâhir Emin, işgal senelerinin bitimine doğru Kadıköy’deki (Sen Jozef) kolejini bitiriyordu. Bu bitiriş, o zamanlar gerçekten çetin ceviz olan bu koleji, birincilikle bitirme biçimindedir, çok parlak bir sonuçtur. Bundan sonra genç adam kendini, ilme ve fenne verecek, belli süreler geçtikten sonra, Türkiye’nin bir numaralı fizik alimi, Prof. Fahir Yeniçay olarak, İstanbul Üniversitesi’nin yıllar boyu rektörlüğünü yapacaktır.

    Tamamiyle Batı’ya dönük bir üstün kişi olan baba Emin Bey, bu yönünden ötürü, yakın tanıdıklarınca bilinen bir de lâkap taşır. Vazifesi, şimdiki Başbakanlık müsteşarlığının çok daha tantanalı karşılığı olan Sadaret müsteşarlığıdır. Bu yüksek makamdan kimler geçmedi ki? Maruf Halit Ziya Uşaklıgil, Cevat Açıkalın’ın babası, (Löbo Cevat),”Görüp işittiklerim’ müellifi Ali Fuat Türkgeldi gibi…

    O zamanki ev, Sen Jozef’in paralel sokağı olan eski Şekerci Bakkal, Şimdiki Şâir Lâtifi Sokağı ki, 27 numura, oymalı rölyefleriyle hâlâ suskun suskun duruyor.

    Emin Beyefendinin, üçü kız, üçü erkek altı çocuğu olmuştur. En büyükleri Fâhir Bey’dir.

    Aynı Emin Beyefendi, Şâiri Azam Abdülhak Hâmit’in damadıdır, yani Fâhir Bey, büyük şairin torunudur.

    İşte bu Fâhir Bey, Fenerbahçe takımımızın uzun süre sol haf bekidir. Futbolu bırakırken, yerini Büyük Fikret’e devretmiştir. Erkek kardeşlerden biri, Tarık Bey, bir zaman önce vefat etmiş, o da Fenerbahçe’de bir yandan futbol oynamış, bir yandan atletizm yapmıştı. Kariyeri Hariciye olduğundan, son görevi Helsinki B.Elçimiz idi.

    Fâhir Yeniçay, bu Mayıs ayı başında vefat etti, altı kardeş de bu suretle hayata veda etmiş oldu. Profesör Fâhir Yeniçay’ın, Milliyet gazetesinde çıkan vefat haberi, ailenin dikkatli ifadesiyle gerçekten ilginçtir. Belki de rahmetli, öyle yazılmasını istemiştir, mümkündür.

    Bu ilânda Profesör Fâhir Yeniçay nasıl belirtilmiştir, biliyor musunuz? ‘Eski, Fenerbahçe futbolcularından ve eski Üniversite rektörlerinden”

    Böyle bir vetat ilânını, insan okurken, müteveffanın sporu ne kadar önemli gördüğünü heyecanla düşünmeden edemiyor. Profesör Fahir Yeniçay, gerek sporcu olarak, gerek topluma armağan edilmiş büyük ve değerli insan olarak demek ki bu iki niteliği birbiriyle bağdaşır değerde görmektedir. Gerçekten, Fâhir Yeniçay, Türkiyemizin yetiştirdiği en değerli, en üstün insanlardan biri idi. Onun ismi Fenerbahçe kulübü üstünde bir çeşit (heykel-fligran) olarak duruyor şimdi.

    Acaba, Fenerbahçe yönetimi bu değerli ufûl karşısında ne yaptı? Bir kısacık bildiriyi gözleriniz boşuna aramıştır. Teşvikiye Camii’ne acaba bir çelenk gitti mi? Hiçbir şeye hayret etmemek gerekiyor. Yazının başında söyledik ya. Gönüllerin içindeki spor kulüpleri bile gözlerin önündeki kulüpler arasında hayli fark var. Bir kayıtsızlık görülüyorsa, bunu tabii karşılamak, hatta hoş görmek gerekecek.

    Kulüp yöneticileri arasında da fark yok değil. Mesela, kısa bir süre önce vefat eden Prof. Turhan Feyzioğiu, Galatasaray mezunudur, fakat hiç top oynamamış, spor da yapmamıştır, Galatasaray yöneticileri, onun vefatı üzerine, takımlarına sahada saygı duruşu yaptırdılar. Seçkin futbolcu Profesör,eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Fahir Yeniçay’ı ise, sadece yakınları, onu bilenler, tanıyanlar düşündüler, saygı duruşlarını içlerinde yaptılar ve de yutkundular.

    Firüzan Tekil – Mart 1988 – Fenerbahçe Spor Dergisi / Fahir Bey’in Ölümü

  • Aşod’un Hamamı

    Aşod’un Hamamı

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle, yine muhteşem fotoğraflar ve bilgiler ile dolu, müthiş bir Kadıköy (ve Fenerbahçe) yazısı kaleme almış. Biz de müsaadesiyle sitemize taşıdık. Konu Aşod’un Hamamı. Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Aşod'un Hamamı

    Annem devamlı “Kalamış koyunda bütün kadınlar toplanır denize gider ve Aşod’un hamamında yüzerdik. Ben yüzmeyi orada öğrendim” der ve eklerdi: “Ortası boş ve büyük bir yüzme alanı olan, Kalamış koyunun içine konmuş tahta bir barakaydı. Sanki Yeni Zelanda evleri gibi. Altında bez brandalar ile kaplı çıkışları vardı. Aynı küçük boyutlu cami girişleri gibiydiler. O brandaları kaldırıp koya açılır, sonra tekrar kaldırıp geri dönerdik”

    Etrafında devamlı koruma sandalları olur, hanımları kimse rahatsız edemezdi. O zamanlarda modern Avrupai Kalamışlı hanımların gittiği, bugün mütedeyyin kesimin seveceği tipten hamamlardı.

    Sevgili Manuk Ohanoğlu’nun anlattığına göre Aşod’un hamamı Altıyol Kırtasiyeciler sokakta, Kayışdağı çeşmesinin tam karşısındaki iş hanının olduğu yermiş. Aşod bu hamamın içinde Kalamış hamamının tahtalarını saklar, bahar gelince gidip koya monte eder, Ekim’e kadar kullanılır, sonra tekrar söküp Kadıköy’deki hamamına götürüp, gelecek yazı beklermiş.

    Sevgili Müfit Ekdal ağabeyimizin anlattığına göre de Aşod’dan önce aynı yerde Erenköylü Arnavut İsmail’in hamamı varmış. Sonra o hamam işini Aşod’a bırakıp, Fenerbahçe’de gazino işletmeye başlamış.

    Kalamış koyunun ilk hamamı ise Aşod’un ağabeyi Hayik’in açtığı Moda plajının yanındaki hamamdır. Aşod’un Kalamış hamamı 60 ‘lı senelere gelirken bir daha yapılmamak üzere yıkıldı. Moda plajındaki hamam ise 1970’lerin sonuna kadar kaldı.

    Biz İstanbul Yelken’den küçük yelkenlilerimizle çıkınca ilk hedef oraya gidip kızlara hava atardık. Belalı laz bir bekçisi vardı. Bir anda sandalla çıkar ve bizlere “Defolun yelkenciler! Başka antrenman yeri mi kalmadı?” diye bağırıp oradaki kız arkadaşlarımızı güldürürken, bizleri kızdırırdı. Ama ertesi gün yine o namus bekçisine kovulmaya giderdik.

    Mendirekten çıkınca poyraz rüzgarda apaz seyirde Moda hamamına gitmek çok havalı olurdu. Hele FD sınıfı çıkıp, trapez denilen kalçadan direğe bağlanıp bir elinizle flok iskotasını tutup öbür elinizi denize uzatıp giderken dönüş yapmak ve bir anda öbür taraftan tekrar trapeze çıkmak çok havalı olurdu.

    Tavşan Erdoğan abimiz de ismini vermeyeceğim ekibiyle bu gösteriyi yapmış; flokçu arkadaşımız “kızlara hava atacağım” diye trapezini bağlamayı unutarak öbür taraftan uzanmış ve denize düşmüştü. Erdoğan ağabey de sinirlenip ve onu orada bıraktığı gibi kulübe dönmüştü.

    Aşod'un Hamamı

    Arşivimde herkesin kullandığı Aşod Hamamı resmini ve önünde denize giren 4 cumhuriyet kızının fotoğrafını paylaşıyorum. Bu hanımlar Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kadın kürek sporcuları. Hepsi de Ceylan ailesinden! Sağdan itibaren Nebiha, altta Asiye, üstte Ayten ve en solda İhsan Ceylan.

    Bu resmi renklendirip kullananlara bir sözüm var:

    Kalamış benim çocukluğumda o kadar berraktı ki o sığlıkta denize basan insanların ayakları, sanki su yokmuş gibi dipteki kumla beraber görünürdü. Bu renkli resimler güzel ama benim Kalamış koyum değil. Sanki başka, denizi koyu bir kıyı…

    Bu arada dün elime iki resim geçti. Arkalarında “1935 Kalamış” yazıyor. Bunları ilk defa paylaşıyorum.

    Bir tanesinde Aşod’un hamamının tam yeri gözüküyor. Kalamış iskelesinin hemen sağında Rüştiye sokakla iskele arasındaymış.

    Diğeri ise Kalamış iskelesinin doğal taşlara oturan ayağı ve yıpranmış tahtaları… Fakir ama son derece doğal….

    Seyhun Binzet

  • Cihat Arman’ın Gidişi

    Cihat Arman’ın Gidişi

    “Sarı Kanarya” ve “Uçan Kaleci” lakaplarıyla maruf sembol ismin vefatından sonra, Üstün Akmen Cumhuriyet gazetesinde “Cihat Arman‘ın Gidişi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Sizleri bu yazı ile sizleri baş başa bırakıyoruz.

    Bırakıyoruz ama bu olağanüstü güzellikteki duygu seli yazının üzerinden neredeyse 30 sene geçtiği halde, Fenerbahçe’de sevgi, saygı ve tarihe özen konusunda pek de fazla yol alınamadığının hüznünü buraya not etmeden geçemiyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Omuzlarda…

    Cihat Arman gene eller üzerinde ve gene omuzlardaydı. Sanki sıradan olmayan bir galibiyet sonrası soyunma odasına gider gibi…

    Cihat Arman’ın bu gidişi, kendisinden ayrı düşmekten ibaret olsaydı, bu törene bir son perde prova eder gibi hazırlanabilirdik.

    Cihat Arman’ın bu gidişi sadece gerçek bir “beyefendi”den ayrılış anlamını taşısaydı, eski çağ korusu gibi ilkel gerçeklerin tartışıldığı şu spor kamuoyundan bile güç alabilirdik.

    Ve ölüm, Cihat Arman’ın hastanedeki yatağında çarşafların çizgileri arasında “degaj” yapacakmışcasına dikleşen ayaklarına bakarken, sekiz yaş anılarına dönmemek olarak tanımlansaydı, Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu’nun “sosyal üyesi” Sema Hanımefendi’nin, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün en sosyal üyelerinden birinin cenazesine gelmeyişini, töreni organize etmeyişini görmezlikten gelebilirdik. Kimbilir…

    Esasında Cihat Arman’ın gidişi bunlarla ilgili değil. Cihat Arman’ın gidişi hayale sığmaz başka bir ayrılışla ilgili. Fenerbahçe Spor Kulübü bünyesindeki sevgisizlik ortamından bir “sevgi” fidanı kopartıldı gibi geldi bana.

    Ben, bir Yüksek Divan Kurulu toplantısında kişisel hakların, iyiliklerin, düşüncelerin, duyguların ve hatta hareketlerin ayırt edilmesi öylesine zorlaştığı halde, Cihat Arman’ın hiç sorun çıkarmadığını gözlemledim. Gözlerinden birkaç damla yaş dökülüvermişti o gün. “Kavaklar”da balıklı bir akşamüstü sohbetinde ise Fenerbahçe’nin bugünlerinin bencillik yerine özgecilik, paylaşma ve dikkat ile kurulduğunu öğrendim.

    Fenerbahçeliliğin bir seçenek ortaklığı olduğunu, Fenerbahçe’de kusurların bile olasılık olarak görünmesi gereken bir ortam yaratılması gerekliliğini duydum da şaşırdım. Fenerbahçeliliği buluşların, kongrelerin, yüksek divan kurullarının, yönetimlerin ve benimsemelerinin sürekli gelişme, hatta şaşırtıcılık gösterdiği güzel bir olay olarak yarınlara taşınacağı öğüdü karşısında boynumu büktüm.

    Cihat Arman’ı kalbime gömdüm.

    Üstün Akmen – 19 Mayıs 1994 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Haydarpaşa İzcileri Zirvede

    Haydarpaşa İzcileri Zirvede

    Haydarpaşa Lisesi’nin Fenerbahçe ve Türk spor tarihinde çok önemli bir yeri var. Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet‘in bizimle paylaştığı aşağıdaki belge ise insanı tebessüm ettirecek naiflik ve güzellikte. Bir Uludağ hatırası ancak bu kadar zarif anlatılabilirdi. Fotoğraflar ise başka bir âlem… Haydarpaşa İzcileri zirvede ve huzurunuzda!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Not-1: Yukarıdaki görsel Salt Araştırma arşivinden alınmıştır.

    Not-2: Ali Polat ağabeyimiz, Fenerbahçe’nin hayattaki en kıdemli sporcularından biri, belki de birincisi. Seyhun ağabeyden öğrendiğimiz kadarıyla Recai Şatıroğlu ağabeyimiz de hayatta imiş. Her ikisine de sağlıklı günler temenni ediyoruz. İnşallah yeniden ellerini öpebileceğimiz sağlıklı günlere kavuşuruz hep birlikte…


    T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Beden Eğitimi ve İzcilik Şubesi

    Bursa-Uludağ-Kirazlı Yayla-Dolubaba İzci Kampı

    21 Temmuz – 2 Ağustos 1945

    Kampa Katılan Oymaklar

    1. Haydarpaşa Lisesi
    2. Galatasaray Lisesi
    3. İstanbul Öğretmen Okulu
    4. İstanbul Erkek San’at Enstitüsü
    5. Bursa Lisesi
    6. Bursa Ticaret Lisesi
    7. Bursa Erkak San’at Enstitüsü

    Uludağ Beceren Oteli – Zirve Çıkışını Gerçekleştiren:

    Haydarpaşa Lisesi İzci Oymağı

    “Korsan Obası”

    Oymakbaşı: Tevfik Tiryakioğlu

    Obabaşı: Semai Şatıroğlu

    1. Tevfik Tiryakioğlu
    2. Semai Şatıroğlu
    3. Ali Polat
    4. Yılmaz Saltuklar
    5. Recai Şatıroğlu
    6. Yavuz İlgün
    7. Rıfkı Pekşen
    8. Adnan Tuncay
    9. Murat Yumurtacı
    10. Nihat Sağesen
    11. Kemal Haktanır
    12. Tarık Kadam

    Obanın Zirve Çıkışı

    Tarih: 30 Temmuz 1945

    Rota: Beceren Oteli-Zirve “Kulübe”

    Zaman – En Çabuk Çıkış

    Ferdi olarak: Ali Polat (55 Dakika)

    Grup olarak: Korsan Obası (75 Dakika)

    Daha evvelki en çabuk çıkış zamanı: 95 dakika ile bir Alman dağcıya ait (Sayın Ekrem Bey’in ifadesine göre)

    Not: Dönüşte bütün ömrünü Uludağ Beceren Oteli’nde geçiren ve Uludağ’ın bugünkü hale gelmesinde büyük bir emeği geçen, modern anlamda ilk dağcılarımızdan Ekrem Bey’e isteği üzerine zirveden kar getirilmiştir.

    Haydarpaşa İzcileri Zirvede
    Haydarpaşa İzcileri Zirvede
  • ULAN’lı Kongre

    ULAN’lı Kongre

    Mart 1998 tarihli (Neriman Tekil‘in) Fenerbahçe Spor Dergisi’nde, Hüseyin Denizci imzalı bir yazıda 15 Şubat 1998’de yapılan olağan genel kurul toplantısında Kongre Divan Başkanlığı eleştirilmiş. Her ne kadar Hüseyin Bey’in bahsettiği “ULAN’lı Kongre” unutulmuş da olsa, yazı tarihten bugüne ilginç bir vesika…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    ULAN’lı Kongre veya Kongre Divan Başkanlığı’nın Sorumluluğu

    14-15 Şubat 1998 günleri İstek Vakfı büyük salonunda yapılan Fenerbahçe’nin olağan genel kurul toplantısının en dikkate değer yanı kongre divanının seçimi ve seçilenlerin kongre boyunca söz alan konuşmacılarla ve salonla devamlı bir çekişme içinde olmasıdır.

    Divan seçimleri iki ayrı listeyi destekleyen grupların önerdiği isimlerden oluşan ve net bir şekilde gözle belirlenmesi olanaksız bir sayısallığın gereksiz bir tavırla zorunlu karara dönüştürülmesi ile kabul edilemez bir kargaşa yaratmıştır.

    Kongrenin açılışını yapan zatın haşin ve kaba tarzı ile o güzel salonu strese sokması ve O’nun yaptığı hatayı düzeltmeye çalışan Ali Şen’in olaya müdahalesinin itibar görmemesi kongrenin adaleti konusunda herkesi peşinen şüpheye düşürmüştür. Bu nedenle galeyana kapılan bazı üyelerin yaptığı karşılıklı saldırgan hareketler kongrenin uzun süre rayına oturmasını engellemiştir.

    Fenerbahçe’nin hemen her kongresinde usül ve hukuk hataları yapılmaktadır. Bir önceki kongrede yapılan yanlışların faturası gelmiş önümüze konmuştur. Fenerbahçelilerin her kongreden sonra hukuk anlaşmazlığına düşülmesinden son derece rahatsız olduklarını Mısır’daki sağır sultan bile duymuştur.

    Ne olurdu, divan seçiminde kaldırılan eller bir defa daha sayılmış olsaydı. Ne olurdu, kongre açılışını kongrede “ULAN” kelimesinin kullanılamayacağını bilen birine yaptırmış olsaydık.

    Kongre, Fenerbahçelilerin spor kamuoyunun beklediği olgunluk içinde maalesef geçmemiştir. Divan Başkanlığı genel kurul boyunca konuşmacılarla cebelleş edip durdu. Büyük özveri ve cesaretle kürsüye çıkanlar konuşmaları boyunca divanın haksız müdahaleleri ile karşılaştılar.

    Daha üçüncü konuşmacıdan sonra kabul edilen on dakikalık süre kısıtlamasını takiben her konuşmacının sözü kesildi. Çoğu kürsüden kırgın ve kızgın ayrıldı.

    Tahammülsüzlük salonda değil Divan’dan geliyordu. Görüşlerini tamamlayamadan konuşma hakları engellenenler oldu.

    Fenerbahçe’de kongre yönetmesini bilen çok insanlar vardır. Bu muhterem kişilere görev vermek yerine küçük ayak oyunlarıyla belki de kendilerine haksız çıkar sağlayacak sivri ve deneyimsiz kişilere görev vermenin âlemi ne?

    Herkesin kafasını allak bullak edip çok daha mantık ve net bir sonuç alınamamasının kime faydası olmuştur?

    Sevgili Fenerbahçeliler, karşı düşünceye saygılı olmayanlar konuşmalarında toplumsal yarar olan birçok insanın ifade özgürlüğünü engellemişler ve kongrenin tartışılabilirliğini gündeme getirmişlerdir.

    Bunun için Fenerbahçeliler ULAN’lı kongrelerini hiç unutmayacaklardır.

    Hüseyin Denizci / Mart 1998 – Fenerbahçe Spor Dergisi

  • Kadıköy’de Bir James Bond

    Kadıköy’de Bir James Bond

    İngiliz Kemal, Türk tarihinin en ilginç figürlerinden birisi. Yakın zamana kadar onu bizzat tanıyan biriyle konuşma şansımız olmamıştı. Oysa kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, kendisini tanımış, uzun sohbetler etmiş. Biz de geçenlerde onun hakkında yazdığı yazıyı müsaadesiyle sitemize taşıdık. Gerçekten de Kadıköy’de yaşamış bir James Bond var! Keyifle okuyacaksınız…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadıköy'de Bir James Bond

    Kadıköy’de Gerçek Bir James Bond Yaşamıştı

    “Benim adım Bond , James Bond” duyacağımıza benim adım Kemal, İngiliz Kemal duysak daha iyi olmaz mıydı?

    İstanbul Yelken’in kuruluş senelerinin en unutulmaz siması Ahmet Esat Tomruk’tan söz edeceğim, anlaşılmıştır.

    Muazzam bir denizci, inanılmaz bir “bin bir” surattı. Çok ismi vardı, resimlerinde devamlı yüzü karalanır, tanınması istenmezdi. İngiliz Kemal adını az çok duymuşsunuzdur ama kullandığı diğer kimlikler çok bilinmez: Amerikalı gazeteci Harry Willy, Traplusgarplı İtalyan Mehmet, Fransız Bolşevik Lui bunlardan bazıları.

    Ben bile “Esat ağabey” lafını sevmem, “Kemal ağabey” demeyi tercih ederdim.

    Çocukken büyükbabam kulüpte beni masalarına çağırdı, “Bak seni ünlü İngiliz Kemalle tanıştırayım” dedi. Ben heyecanlandım, ”Sinemada filmleri oynayan ünlü casusumuz siz misiniz?” dedim. Dedem “Evet ta kendisi ama bizim mi yoksa karşı tarafın casusu mu belli değil” demiş, bütün masadakiler gülmüştü.

    Kadıköy'de Bir James Bond

    Gelelim Kemal ağabeyin inanılmaz hayat hikayesine…

    Galatasaray Lisesi’nde talebe iken okuldan kaçıyor ve limandaki bir İngiliz gemisine gizlice saklanıyor. Yolda fark ediyorlar ama hiç çocuğu olmayan kaptan, bu çocuğu çok sevip sahip çıkıyor ve ailesine götürüyor. Tam bir İngiliz gibi yaşıyor. Üvey babası kaptan, onu kendi mezun olduğu Royal Navy Akademisi’ne kayıt ettirip, kaptan olmasını sağlıyor.

    Ünlü okulundan aldığı bir kaptan şapkası vardı; kulüpteki diğer kaptanlara hep yukarıdan bakıp, “Var mı aranızda Royal Navy’den kaptan olan?” derdi. Sevgili Orhan Akra ağabeyimiz bir keresinde Kemal ağabeyin şapkasını başına takarak etraftakileri gösterip, “Bunlar da güya kaptan ama hepsinin şapkaları b.ktan” diye herkesi güldürmüştü.

    Royal Navy’de okurken okulda kavga çıkıyor ve iri yarı bir İngiliz Kemal ağabeye meydan okuyup birkaç yumruk da atıyor. Kemal ağabey, birden muazzam bir yumruk çıkarıp adamı nakavt ediyor. Hemen elinden tutup müdürün odasına götürüyorlar, “Tamam okuldan atıldım artık” diye beklerken, müdür onu tebrik ediyor; “İnanılmaz bir şey yaptın, tek yumrukta devirdiğin çocuk gençler boks şampiyonuydu” diyor ve onu boks takımına yazıyor. Londra şampiyonlukları var bu senelerden.

    İşgal sırasında İngiliz kuvvetlerinin boks şampiyonunu da devirip halka moral verdiğini söylerlerdi.

    Kadıköy'de Bir James Bond

    Kemal ağabey iki şeyi sevmezdi, Arap Lawrence’la karşılaştırılmayı ve Çerkez Ethem’e milliyetçi denmesini.

    “Ben casusum, Lawrence sadece tren sabotajcısı! Basit bir terörist, casus filan değil!”

    “İzmir işgal altında iken Amerikalı bir gazeteci olarak Yunan karargahından her türlü bilgiyi Ankara’ya yollarken, Yunan tarafına geçen Çerkez Ethem kimliğimi söyledi ve zindana atıldım.”

    Ben casusluğunu bilemem ama gerçekten çok iyi bir kaptandı. Tek elle İzbarco düğümü atabilen nadir denizcilerdendi. Teknesinde hiç motor yoktu. Belvü’nün önünde Tonozu vardı ona hep yelkenle gelip yanaşırdı. Harun ağabey gibi o da “Yelkenlilere motor takıldı, mertlik bozuldu” diyen nesildendi. Yelkenleri önceden indirir ve poyrazı arkadan alıp şamandırasına gider, sakince bağlardı.

    Yanında İngiliz bayan bir arkadaşı vardı, tekneyi beraberce kullanırlardı. Son olarak Kemal ağabeyi tanımlamak isterseniz, usta bir denizci, muazzam bir kumarbaz, çok çapkın bir adam , şampiyon bir boksör ve büyük bir vatansever diyebilirsiniz. Şimdi anladınız mı “Kadıköy’de neden gerçek bir James Bond yaşamıştı” dediğimi?

    Seyhun Binzet

    Kadıköy'de Bir James Bond