Kategori: Kuruluş

  • Son Kez Ant İçtiler

    Son Kez Ant İçtiler

    Fenerbahçe’nin otuzuncu yıl dönümü töreni 85 yıl önce bugün, 19 Haziran 1938 tarihinde yapıldı. Bu tören Ulu Önder Atatürk’ün sağlığında yapılan son kuruluş kutlamasıydı. Fenerbahçeliler onun duyabileceği şekilde son kez ant içtiler:

    “Türkün Ulu Atası… Senin açtığın yolda, senin gösterdiğin yolda yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin cumhuriyeti kanımızla, canımızla koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu mertliği ile senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Maç Detayları

    Fenerbahçe 2 – 0 Yunan Muhteliti

    Muhtelit Takım: Ripa (Enosis), Gasparis (Enonis), Papadopulos (Enosis), Sirkos (Panathinaikos), Kondulis (Enosis), İpofandi (Panathinaikos), Miyakis (Panathinaikos) Maropulos (Enosis), Caneti (Enosis), Triandafilis(Panathinaikos), Hristodulo (Enosis).

    Fenerbahçe: Hüsameddin Böke, Fazıl Arzık, Yaşar Alpaslan, Esad Kaner, Yorgo Angelidis, Mehmet Reşad Nayır, Fikret Arıcan, Şaban Topkanlı, Yaşar Yalçınpınar, Ali Rıza Tansı, Naci Bastoncu.

    Hakem: Şazi Tezcan

    Goller: Şaban Topkanlı (5′), Fikret Arıcan (25′)


    Merasim

    Fenerbahçeliler, otuzuncu yıldönümlerini dün Kadıköyü’ndeki statlarında büyük bir merasimle kutlulamışlardır.

    Saat 16’ya kadar devam eden mahşerî akın Fener stadını doldurmuştu. Merasimin başlamasına daha yarım saat varken stadda ufak bir yer kalmamıştı. Fenerbahçe stadındaki dünkü seyirci miktarı on iki bin olarak tahmin edilebilir.

    Saat 16’da geçit resmi yapacak olan 120 genç, önde askeri bando olduğu halde sıra ile denizciler, atletler, birinci futbol takımı ve diğer futbol takımları stadın sol taraftaki kapısından stadı dolduran halkın sürekli alkışları arasında sahaya girdiler Bandonun arkasında iki gencin taşıdığı muazzam bir çelenk göze çarpıyordu. Kafile muntazam bir yürüyüşle ve on binlerce kişinin devamlı alkışları arasında stadda bir tur yaptıktan sonra sahanın ortasında dizildiler. Buraya konmuş olan kürsünün önünde kulübün müessis azaları toplanmışlardı.

    Bandonun çaldığı İstiklâl marşını ayakta dinlerken direğe bayrak çekilmiş, Atatürk’ün büstüne çelenk konmuş ve merasime iştirak eden 120 genç ant içmiştir.

    Bundan sonra Fenerbahçe müessis azalarından Galatasaray Lisesi jimnastik muallimi İbrahim Hakkı kürsüye çıkarak, Fenerbahçe’nin zaferle dolu otuz senelik mazisinden ve bu otuz sene zarfındaki muvaffakiyetli başarılarından bahsetmiş ve verimli başarının her sene daha vâsi bir mikyasta olacağını ilâve ettikten sonra Fenerlilerin bu büyük gününde bulunmalarından dolayı kulüp namına halka teşekkür etmiştir.

    İki dakika sonra sahaya çıkan genç Fenerliler Sarı ve lacivert takım olarak iki takım halinde günün ilk müsabakasını yapmışlardır. Halkın büyük bir alâka ile takip ettiği bu maç 3 – 2 lacivert takımın galibiyetiyle sona ermiştir.

    Saat 17.30’da evvela Yunanlılar sahaya çıktılar. Enosis – Panatitakos muhteliti olan bu takım yeşil fanilâ ve siyah pantolon giymişlerdi. Sahanın ortasına gelerek halkı selâmladılar ve şiddetle alkışlandılar. İki dakika sonra da Fenerbahçeliler halkın sürekli alkışları arasında gözüktüler ve onlar da halkı selâmladılar. Her iki takım arasında yapılan mutat merasim esnasında Güneş kulübü de otuzuncu yıldönümü münasebetiyle Fenerbahçelilere güzel bir çelenk verdi.7

    Cumhuriyet Gazetesi


    Fenerin Otuzuncu Yıl Dönümü

    Fenerbahçe spor kulübü dün otuzuncu yaşını idrak etti. Otuz senelik spor hayatının hülâsasını ortaya koyan dünkü toplantı bu eski ve şerefli kulübün parlak mazisine yaraşan bir şekilde başladı ve öylece bitti… Müsabakalardan evvel yapılan merasime güzel bir geçit resmiyle başlandı.

    Büyük bir Türk bayrağını taşıyan sporcuyu Fenerbahçe armasından yapılmış güzel bir çelenk ve onu sıra ile denizciler, atletler, birinci, ikinci, üçüncü futbol takımları takip etti.

    Geçit resmine muntazam kıyafetleriyle 110 sporcu iştirak etti. Sahanın etrafında yapılan resmigeçidi, hep bir ağızdan söylenen İstiklâl Marşı ile bitirdiler.

    Fenerbahçe idare hey’eti namına ortaya gelen Hikmet Üstündağ kısa fakat güzel yazılmış aşağıdaki nutku okudu:

    “Büyük Önder: Senin açtığın yolda, senin göstereceğin yolda bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti canımızla, kanımızla koruyacağımızı Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ile senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza and içeriz” dedi.

    Bu sözler pek çok alkışlandı.

    İdare hey’etinden İbrahim Hakkı da kulübün otuz seneye varan spor hayatından ve parlak mazisinden uzun uzadıya bahsederek bu büyük bayrama iştirak eden halka ve Fenerbahçelilere kulübü namına teşekkür etti.

    Bir gün evvel de yazdığımız gibi spor sahasında otuz sene dile kolaydır.

    O günden bugüne kadar şerefli galibiyetler kazanan, zaferden zafere koşan memleketin en kıymetli bir kulübü olan Fenerbahçe’yi bu vesile ile bir kere daha tebrik etmeği bir vazife bildiğimizi burada kaydetmekten zevk duyarız!

    Ömer Besim | Son Posta Gazetesi


    Fotoğraflar

  • Saint Joseph Lisesi

    Saint Joseph Lisesi

    1948 yılında yayın hayatına başlayan “Sarı Lacivert” dergisindeki Doğanay imzalı bir seride, İstanbul okulları tanıtılıyordu. Saint Joseph Lisesi sporcularının tanıtıldığı yazı, muhteşem bir tespitle son bulmuş : “Saint Joseph Fenerbahçe’nin çekirdeğini vermiş okuldur.”

    Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Saint Joseph Lisesi

    Kadıköy’ün en şirin köşesi Şifa’nın yanıbaşında yeşilliklere bürünmüş geniş cepheli, büyük bahçeli muhteşem binanın önünden ne zaman geçsem, içimde derin bir huşû duyarım.

    İşte memlekete binlerce münevver insan yetiştiren bu sessiz ve iddiasız, olgun kültür müessesesi… Adı Saint Joseph Lisesi’dir.

    (College Saint Joseph)in, yetmiş yedi senelik bir tarihi varmış, bunu L’inspectur (müdür muavini) sayın Frere Oliver’den öğrendik. Bugün bu okulda yarısı leyli olmak üzere 600 öğrenci bulunmaktadır.

    Anglo-Sakson ve Cermen okullarının çeşitli spor faaliyetlerinin Fransız tedris sistemi içinde yer alamayacağı hususunda muhitimizde yerleşmiş kanaatleri bilfiil nakzetmiş olan bu gençlik kütlesi, kalpleri büyük insan olarak yetişmek aşkı ile meşbu sporcu gençlerden müteşekkildir.

    Kıymetli Müdür Frere Laurent’in delaleti ile, malumatına müracaat ettiğim nazik ve sempatik Frere Denis, kulağımda küçükten beri şiiriyeti kalan o güzel Frenk dilinin bütün inceliklerini havi hoş telaffuzu ile konuşurken, kendimi şimdi buğularla çevrili hatıralarımın seyyal havası içinde buldum.

    “”Evet, biz sportif oyunlara pek çok ehemmiyet veririz” diyor Frere Denis!.. “Sabahleyin 8’de hep beraber raket oynarız. Saat 10 teneffüsünde ise, basketbola geçilir, basketbol bizde en fazla taaamüm etmiş oyunlar arasındadır. Hava bozuk olunca, kapalı yerde “echasse” oyununu tercih ederiz. Öğleden sonra 13’de itibaren voleybol oynanır, akşam üstü ise futbol ihtiyaridir.”

    Geniş avluda yeşil direklerin süslediği 20’den fazla basket sahası, Frere Denis’in sözlerini teyid eden canlı ve hoş bir tablo halinde gözüküyor.

    Konuyu atletizme intikal ettirince nazik Frere bana derhal İrfan Şahinbaş’ı hatırlatıyor, onun o büyük başarılarla dolu talebelik ve sporculuk hayatını!..

    O İrfan Rasih ki, senelerce yaldızlı “Prix d’honneur”ler (şeref mükafatları) elde ederken, çalışmalarının yanında spora layık olduğu kıymeti verebilmiş, Cambridge’e gitmiş, orada da Türk atletizmini şerefle temsil etmiştir.

    Saint Joseph’in yetiştirdiği olgun sporcular meyanında milli atlet Mufahham Yazıcı ve İzzet Mühürdar, milli basketbolcu Tevfik Tankut ve Nejat Diyarbakırlı, yine birinci sınıf basketçilerden Zeki Öztaş, Onnik Taslak, Turgut Bakanoğlu gibi değerli gençler, M. Bayazıt ve Orhan Zeren gibi müstait atletler ilk hatıra gelenlerdir.

    Frere Denis “Bugünküleri de kulüplerde görüyor, seyrediyoruz” diyor.

    Gerçekten halen okulda bulunmakta olan sporcu gençler de spor muhitimizin yabancısı değillerdir. İşte Haşim Tankut…

    Milli yüzme ekibine dahil olarak Atina’da iyi sonuçlar kazanmış olan genç ve müstait yüzücü!..

    Ve işte Fenerbahçe’nin şampiyon genç atletizm takımlarının tanınmış simaları : III. kategoride cirit atma İstanbul şampiyonu Sarı Lacivert takımın kaptanı Ümit Aksu, disk atma Türkiye şampiyonu Raymond Raad, IV.cü kategorinin 100 metre İstanbul şampiyonu Erdoğan Ardaman ve muhtelif birincilikler kazanmış olan yüksekçi Gökşin Soner, Oktay Uzel, diskçi Ayhan Cecan, ümit verici yeni sprinter Toğan Zeren, Nikola Draso ve Özcan Dermancı… Ve yine Fenerbahçe’ye mensup boksör B.Erol!..

    Daha?

    Bülent Naili Köksal, Kubilay Gökçeler, Nurhan Parla, Vedat Diyarbakırlı gibi basketçiler, Lazo ve Engin Yontunç gibi yüzücüler!..

    İşte bu güzide gençlerdir ki, en iyi tedris vasıtaları ile yüksek ihtisasa hazırlanırlarken spora da bu gayenin esaslı bir yardımcısı olarak müsait bir mevki vermektedirler.

    (College Saint Joseph)i, bu hoş intibalarla terk ederken giriş avlusundaki heykele bir daha baktım.

    O heykel ki, Türkçe hocaları Enver Bey‘in yanında toplanarak bugünkü Sarı Lacivert yuvayı, Fenerbahçemizi kuran dört genç gürbüz varlıklarında ilk ve unutulmaz intibaları bu heykele baka baka, her gün önünden geçe geçe edinmişlerdi. Saint Joseph Fenerbahçe’nin çekirdeğini vermiş okuldur.

    Doğanay / Sarı Lacivert Dergisi – 31 Ocak 1948

  • Ayetullah Bey : Fenerbahçe Benim!

    Ayetullah Bey : Fenerbahçe Benim!

    Fenerbahçe’nin kurucularından Ayetullah Bey’in Kuruluş yıllarındaki rolü “Fenerbahçe Benim!” sözüyle özetlenebilir. Ayetullah Bey, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki görevlerini bırakmasından sonra yaşanan zor günlerde idareyi ele almış ve sahada alınan başarısız sonuçlarla günden güne kötüye giden kulübü ayakta tutmayı başarmıştır. Başkanlığı ile beraber kulübün renklerinin sarı – lacivert olarak değişmesi de, Kuruluş yıllarına bıraktığı izlerden bir diğeridir. Ayetullah Bey’in başkanlığındaki bu iki önemli meseleyi ele aldıktan sonra, geçtiğimiz aylarda yayınladığımız ailesi hakkındaki bilgileri ve ilk kez sitemizde yayınlanan fotoğrafları tekrar sizlerle buluşturacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Değişen Renkler

    Fenerbahçe’nin değişen renklerinden önce, ilk renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bilgilere ve varsayımlara göz atalım.

    Fenerbahçe Tarih yazımı; kulübün renklerinin seçilme hikayesini Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabına dayandırmış, zamanla romantik öğelerle süslenen bu hikayeden bir “papatya” anlatısı yaratılmıştır. Dağlaroğlu’na göre renklerin seçilmesinde temsil ettikleri anlamlar etkili olmuştu:

    “Ayetullah ve Necip’in kıskançlık ve asalet timsali sarı-lacivert’ine karşı Ziya, kıskançlık ve temizlik manasına gelen sarı-beyaz’ı ileri sürdü ve ısrarla savundu”

    Günümüzde Fenerbahçe resmi web sitesinde yer alan “formalarındaki renkleri ise Fenerbahçesi’ndeki ilkbaharın sevimli müjdecisi papatyaların kıskançlık ve temizlik sembolü olan renklerinden yani sarı ile beyazdan alacaklardı” ifadesi ise bahsettiğimiz romantik anlatımı yansıtmaktadır.

    Kuruluş günlerinde Fenerbahçe burnundaki çayırda yapılan idmanlar, Nasuhi Esat Baydar, Sait Cihanoğlu gibi dönemin tanıkları tarafından aktarılsa da bu kişilerin satırlarında ne papatya detayına ne de renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Kulübün renklerinin nasıl seçildiği üzerine ikinci varsayım ise, Saint Joseph Lisesi’ne dayanmaktadır.

    Defaten belirttiğimiz gibi, Fenerbahçe’nin kuruluşunda Saint Joseph’in önemli bir etkisi vardır. İlk Başkan Nurizade Ziya Bey sözü edilen okuldan mezundur. Okulun renklerinin de sarı – beyaz olması, bu etkiyle beraber düşünüldüğünde; Fenerbahçe’nin renklerinin Saint Joseph’in renklerinden geldiği tezi öne sürülebilir.

    Renklerin değişimi ile ilgili en net bilgimiz Ziya Bey hala kulüpteyken sarı – lacivert ile değiştirildiğidir. Kuruluş renklerinin Saint Joseph’den geldiğini kabul ettiğimiz takdirde şu değerlendirmeyi dikkate alabiliriz: “Yakın bir zamana kadar Saint Joseph Lisesi mezunu olduğunu birçok kaynaktan okuduğumuz Ayetullah Bey’in Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nden mezun olduğunu 2007 yılında yayınlanan Asr-ı Fener kitabındaki belgelerden öğrenmiş bulunuyoruz. Ayetullah Bey’in Saint Josephli olmaması, Meşrutiyet ile beraber ülke siyasetinde İngiliz etkisinin artması ve bir Fransız misyon okulu olan Saint Joseph ile organik bağ kurmanın yükselen milliyetçilik akımı ile ters düşmesi bu renk değişime bir sebep olarak öne sürülebilir.” 

    Renklerin değişimi ile ilgili diğer varsayım ise Gazeteci Selahattin Duman tarafından 1996 yılında Sabah gazetesinde yayınlanan “Fenerbahçe’nin Gizli Tarihi” adlı yazı dizisinde öne sürülmüştür. Büyük maddi hataların yer aldığı bu yazı dizisindeki teze göre yeni forma almak isteyen Fenerbahçe idarecileri, Mösyö Baker’in mağazasında sarı – beyaz forma bulamamışlar ve en yakın renk olarak sarı – lacivert’i tercih etmişlerdir.

    Sarı Lacivert renklerin Musaver Muhit dergisinin 31 Aralık 1908 tarihli sayısında takımın ilk fotoğrafındaki formalarda yer aldığına göre, renklerin değişimi Ziya Bey henüz kulüpten istifa etmeden gerçekleşmiştir. Kurucu Başkanı henüz kulüpteyken, üstelik sahada formalı olarak yer alırken renklerin değişiminin bir zorunluluktan kaynaklandığı varsayımını akıllara getirmektedir. Şüphesiz bu zorunluluk da o dönemde spor malzemelerini bulmanın kolay olmamasından kaynaklanmaktadır. Yazdıklarımızı özetleyecek olursak, Fenerbahçe’nin renkleri 1908 yılında, Ziya Bey hala kulüpteyken, muhtemelen başkanlığı Ayetullah’a Bey’e bırakma aşamasındayken değiştirilmiştir.

    Mühürdar Gazinosu

    Ayetullah Bey başkan olduktan sonra Fenerbahçe tarihinin ilk bunalımını yaşamaya başladı. Takım alınan kötü sonuçlarla dağılma aşamasına gelmişti. Bu aşamada çevredeki diğer kulüplerle birleşmek çözüm olarak düşünüldü. Bu birleşmelerden ilki 1908 yılının sonuna doğru Kadıköy Futbol Kulübü ile gerçekleşti.

    Yukarıda da sözünü ettiğimiz Musavver Muhit Dergisi, 31 Aralık 1908’te yayınladığı Fenerbahçe’nin ilk fotoğrafının altına “Fenerbahçe ve Kadıköy Futbol Kulübü” yazmıştı. O döneme ilişkin bilgilerimizin kısıtlı olması bu birleşmenin hangi şartlarla gerçekleştiğine ilişkin bir değerlendirme yapmamızı olanaksız kılsa da, devam eden dönemde iki kulübün adının yan yana geldiği her hangi bir ifadeye ya da bilgiye en azından şimdilik rastlamamış olmamız bu birleşmenin sadece “bir maçlık” olduğunu düşünmemizi sağlamaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinde “birleşme” konu başlığı altında akla ilk gelen olay Ayetullah Bey’in Üsküdar Kulübü ile Mühürdar Gazinosu’nda yaptığı toplantıdır. Bu toplantının tarihi ile ilgili Burhan Felek 1908 tarihini, Rüştü Dağlaroğlu ise 1910 tarihini vermektedir. Miladi takvimin yürürlüğe girmesinden önce kullanılan Hicri ve Rumi takvimler arasındaki farkın bu ikili tarihlendirmeye sebep olduğu açıktır.

    Birleşme ile ilgili en net bilgileri Nasuhi Esat Baydar’ın satırlarından öğreniyoruz. Nasuhi Esat, 1940’lı yıllarda; Öz Fenerbahçe Dergisi ve Türkiye Spor Ansiklopedisi’nde toplantının detaylarını vermiştir. Aşağıda, bu bilgilerin yer aldığı iki yazının parçalarını bir araya getirdik.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    “İlk günlerin Hasanlı, Hüseyinli, İzzili, (Devrin en meşhur futbolcuları) şatafatlı takımı, lig maçları arifesinde (öncesinde) dağılıvermişti. Ortada Galip ve onun etrafında, futbolculuğu bile henüz belirmemiş biz gençler, kulübün zayıf bünyesini korumaya çabalıyorduk. Gün oluyordu ki on bir kişi bir araya gelip sahaya nasıl çıkacağımızı düşünerek kıvranıyorduk.

    O zamanın muin-i şiarı (destekleyici sloganı) ittihat (birlik) kuvvetiydi. Biz de bu umdeye (prensibe) uyduk. Kuvvetlenmek için bizden daha kudretsizleri, “Pazar Yolu Kulübü” ve “Üsküdar Kulübü” ile birleştik. Artık kalabalıktık. Takımın her hattında bir iki yedeği vardı. Bizimle ittifak eden zevat (kişiler) arasında şimdi Felek namı müstearı altında yüksek mizah yapan Atletizm Federasyonu Reisi Burhaneddin Bey de (Burhan Felek) vardı.

    Lâkin yeni gelenlerle bir türlü bağdaşamıyorduk. Aramızda sebebi ifade edilemeyen bir geçimsizlik devam ediyordu. Belki biz, eski Fenerbahçeliler, biri birimizin çok yakın dostu idik, yenilerle müşterek (ortak) fikirlerimiz ve hislerimiz yoktu, belki ayrı muhitlerde yetişmekte idik. Velhasıl (sonuç olarak) uzlaşamıyor, az çok ayrı bir küme halinde yaşıyorduk. Esasen birleştiğimiz yer de ancak futbol sahası idi. Henüz lokal sahibi değildik. Şurada burada toplanıyor, işlerimizi hep beraber görüyorduk. Daha geniş hükümleri (maddeleri) olan bir nizamnameye (tüzüğe), idare mesuliyetini (yönetici sorumluluğunu) hakkıyla taşıyan bir heyete ihtiyacımız aşikardı.

    Bu yeni arkadaşlarla birlikte birkaç egzersiz yaptık. Bir gün yeni idare heyeti (yönetim kurulu) teşkil etmek (oluşturmak) üzere bir tatil günü sabahı, Mühürdar Gazinosu’nda toplandık. Vaki (Zaten) birleşmenin umumi şeraiti (genel şartları) esas itibariyle takarrür etmişti (kararlaştırılmıştı). Bu şartlarda Üsküdarlı rüfekadan (arkadaşlardan) birkaçını idareci olarak intihap (seçme) ve idare tarzına müteallik (ilişkin) bir takım teferruatı (ayrıntıları) tespit etmekten ibaretti. Fakat daha içtimaya (toplantıya) başlarken Fenerbahçelilerin bir arada, Üsküdarlıların da ayrı bir grup halinde bulunmaları gösterdi ki ittihat (birleşme) planı arzu ediliyor; fakat bu samimi değildir.

    Nihayet, hazırlanan nizamnameyi müzakere ve bir idare heyeti teşkil etmek üzere,. Usule göre bir reis ve iki katip seçerek görüşmelere başladık. İlk madde üzerinde uzun duruldu. Kulübün adı Fenerbahçe mi, Üsküdar Pazaryolu mu, Fenerbahçe-Pazaryolu mu, yahut büsbütün başka mı olacaktı? Nitekim bize iltihak eden (katılan) arkadaşlar evvela kulüp isminin Üsküdar Fenerbahçe olmazsa, Fenerbahçe Üsküdar şekline ifrağını (dönmesini) teklif ettiler. Birleşmek arzusu kendi taraflarından izhar edildiğine (ortaya konulduğuna) göre Fenerbahçe namını tebdile (değiştirmeye) lüzum olmadığı cevabı verildi. O halde isimleri büsbütün değiştirelim dediler ve Kadıköy ile Üsküdar arasında ne kadar marufça (bilinen) semt ismi varsa saydılar ve aynı cevabı verdik. O zaman idare heyeti azasının adedi ile beş veya yedi azadan kaçının Fenerbahçe’den ve kaçının Üsküdar’dan olacağı görüşülmek istenildi.

    En tehlikeli mevzuya temas edilmiş ve pürüzlü mütalaaların (görüşlerin) fena neticeler vermesine imkan bırakmamak zamanı artık gelmişti. Zira bu iki karanlık nokta tenvir edilmezse (aydınlatılmazsa) Üsküdarlılar bizden kalabalık oldukları için öyle bir emrivaki meydana gelirdi ki Fenerbahçe Futbol Kulübü’nün mevcudiyetinden vazgeçerdik. Bizi biz yapan her şeyi kaybedebilirdik. Fakat o küçük mevcudiyeti (varlığı) bir iki seneden beri beslemiş olan kuvvetli kıymet ve dostluk da zail olur (yok olur) giderdi. Binaenaleyh (Bu yüzden) Üsküdarlı arkadaşlardan muratlarının (niyetlerini) ne olduğunu sarahatle (açıklıkla) söylemelerini talep ettik. Maksatları Fenerbahçe’yi yok etmek miydi yahut suret-i haktan görünüp (erdemli görünüp) birleşme arzusunu izhar ettikten (ortaya koyduktan) sonra Üsküdar Kulübü’ne Fener’in birkaç iyi futbolcusunu almak için bir manevra mı çevirmek istiyorlardı.

    Muarızlarımız (bize karşı gelenler) arasında birkaç hukuk talebesi vardı ki hazmedemedikleri hukuk nazariyatının (kavrayamadıkları hukuk teorilerinin) cemiyetlere, içtimalara, müzakere (görüşmelere) ve intihablara dair ne kadar kaideleri (kuralları) varsa bunları serdederek (dile getirerek) haklarını ispat etmek istediler. Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di (en ihtiyarımız, 23-24 yaşlarında, sarışın ve miyop bir delikanlı). Bu zat Fransız mekteplerinde tahsil etmiş ve hep ecnebi muhitlerinde yaşamış olduğu için Türkçe’yi suhuletle (kolaylıkla) söyleyemezdi. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp aynı selasetle (akıcılıkla) cevap vermekten aciz kalınca ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”

    Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi :
    – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır”
    Sonra bir teklif ile geldi:
    – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”

    Ayetullah, birdenbire, köpürdü:
    – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz”
    Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu :
    – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?”
    “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”

    Bu celadet (yiğitlik) karşısında biz şaşırıp birbirimize bakmaya başladık. Üsküdarlılardan biri “Fenerbahçeli arkadaşlar reylerini (oylarını) beyan etmemişken reis beyin hangi hakka istinaden (dayanarak) idare heyetinin değiştirilmeyeceğini bu kadar kat’iyetle beyana (kesin ifade etmeye) cesaret ettiğini bizlere dönerek ve hususiyetimizden istiane ederek (yardım umarak)” sordu. Fenerbahçe’nin mevcudiyetini (varlığını) bu kadar şiddetle müdafaa eden (savunan) Ayetullah Bey’i hukuk nazariyatına feda edemezdik. Fakat bir de müzakere adabı vardı. Sekiz on kişi fikirlerini söylememişken reisin müstebit (despot) bir hükümdar gibi müzakereyi kesivermesi hiç olmazsa ayıptı. Bizler bu düşünce içinde mütehayyir (şaşkın) ve kararsız iken Üsküdarlılar aynı zemberekle müteharrik imişçesine (hareket edermişçesine) hep birden ayağa kalktılar ve gazinoyu terk ettiler.

    Birleşme akim (sonuçsuz) kaldı. Üsküdarlılar biraz daha sabretselerdi ruhlarımızdaki ani buhrandan istifade ederek (yararlanarak)  belki muratlarına nail olacaklardı (ereceklerdi). “Fenerbahçe benimdir” cevabı, On beşinci Louis’nin meşhur sözü idi, ama Fenerbahçe reisinin uzağı görmesi sayesinde, bir müzakere oyununa gelmemiş, dağılmak vartasından (tehlikesinden)kurtulmuştu.


    Fenerbahçe, kırk yıllık ömründe, yine Ayetullah kıratında (gibi değerli) idarecilerinin uzak görüşleriyle, buna benzer hadiselerden daha kuvvetlenmiş olarak çıkacaktır. Fenerbahçe’yi bu vartadan kurtarmış olan merhum Ayetullah Bey’in hatırasını her Fenerbahçeli rahmetle yad etmelidir.

    Salt Araştırma arşivinden

    “Olmadı ve Ayrıldık”

    Ayetullah Bey’in adeta devleştiği o toplantının bir diğer tanıdığı da Nasuhi Esat’ın satırlarında bahsettiği Burhan Bey’dir. Burhan Felek, yıllar sonra yazdığı bir yazıda o güne ait gözlemlerini şöyle dile getirmiştir:

    “1908 civarlarında Anadolu Kulübü (Üsküdar) bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldıydı. Bu işi Tevfik Taşçı Bey’in (Fenerbahçe Kurucu kadrosundan) delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü bir gencin cemiyet ve toplumdaki vazife (görev) ve telakkileri (görüşleri, bakış açıları) birbirinden ayrıydı. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık”

    Burhan Felek’in satırlarında, birleşme toplantısında Haccarzade Tevfik Bey’in de olduğu ayrıntısı göze çarpmaktadır. Bu ayrıntıdan daha önemlisi Burhan Felek’in, Nasuhi Esat’ın dile getirdiği, antrenman yapmak için sahada gerçekleşen birleşmeye rağmen iki kulübün oyuncularının arasında hakim olan “sebebi ifade edilemeyen geçimsizliği” açıklayıcı ifadeleridir.

    Bugüne kadar Kadıköy’ün demografik yapısı üzerine yaptığımız değerlendirmeler bu ifadelerle daha anlaşılır hale gelmiştir. Üzerinde önemle durulması gereken nokta ise, yabancı nüfusunun hakim olduğu ve nüfusun semtte yerleşik Türkleri fazlaca etkilediği bu dönemin; Üsküdar gibi bu etkinin olmadığı semtlerle yapılmaya çalışılan koalisyonlara tanıklık etmesidir. Bunun da altında Fenerbahçe’nin gelişmeye aday bir kulüp olarak günden güne daha fazla sporcuya ihtiyaç duymasıdır.

    Ayetullah Bey’in Ailesi

    Kuruluş döneminde Fenerbahçe’yi yok olmaktan kurtaran bu özel insan hakkında bildiklerimiz sınırlıydı.

    1888 Yılında İstanbul’da doğduğu, Ferik (General) Şevki Paşa’nın oğlu olduğu, Fenerbahçe’nin ilk kadrolarında defans ve savunmada forma giydiği, 1918 yılında henüz 30 yaşındayken İspanyol gribi salgınında hayatını kaybettiği, Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında yazılıydı.

    Asr-ı Fener’de ise ailesi özelinde yeni bir bilgi verilmiyordu. Araştırmalarımızı bir diğer kurucu Necip Okaner üzerinde yoğunlaştırdığımız sırada, güzel bir tesadüf eseri Ayetullah Bey’in ailesini bulduk. Önce yukarıda bahsettiğimiz kitapların ayrıldığı noktaya göz atalım.

    İki kitap da Ayetullah Bey’in Piyade Feriki Şevki Paşa’nın oğlu olduğunu yazarken, okuduğu okullar konusunda birbirlerinden ayrılmışlardır. Rüştü Dağlaroğlu, Ayetullah Bey’in St. Joseph Lisesi’ni bitirdiğini söylerken, Asr-ı Fener’in görüşü ise Mekteb-i Sultani’de başlayıp Moda Faure Fransız Lisesi’ni bitirdiği yönündeydi. Asr-ı Fener’in Ayetullah Bey’in Osmanlı Bankası sicil kayıtlarına dayanarak kanıtladığı bu bilgiyi doğru kabul ederek kendi tarih yazımımızda da kullanmaya başladık. Osmanlı Arşivlerinde o dönem için yaptığımız taramalarda Moda’da yer alan okullar arasındaki öğrenci geçişlerinden bahseden belgelere rastladık. Bu belgeler Ayetullah Bey’in sözü edilen her iki okulda da farklı dönemlerde okumuş olma olasılığını da ortaya koydu.

    Ayetullah Bey’in ve ailesinin daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış fotoğraflarının bulunma hikayesi ile devam edelim.

    28 Mayıs 1983 tarihli Milliyet gazetesinde bir ölüm ilanına rastladık. Nilüfer Lüy’ün 26 Mayıs 1983’de vefat ettiğini söyleyen bu ilan , Fenerbahçe tarihi için çok önemli soruların cevaplarını beraberinde getirdi ve heyecan veren yeni soruların ortaya çıkmasını sağladı. İlanda şöyle yazıyordu:

    “Merhum Korgeneral Şevki ve Müveddet Arz’ın kızı, merhum Yüzbaşı Raşit ve İsmet Loğa’nın gelini, Fenerbahçe Kulübü kurucularından Ayetullah’ın kardeşi, Necip Okaner’in yeğeni, merhum Reşat ve Abdi Loğa’nın yengesi, Maskat Sultanı Tarık Alsait’in teyzesi, Celasin-Fahriye Lüy’ün annesi, merhum süvari Rıdvan Lüy’ün eşi, Lüy, Zembilci, Atman, Çakır, Akkeskin, İncesu, Ersev, Oçbe, Big ailelerinin teyzesi, yengesi, halası Nilüfer Lüy, 26 Mayıs 1983 günü vefat etmiştir. 28 Mayıs 1983 günü ikinci namazından sonra Kanlıca Camii’nden ebedi istirahatgahına defnedilecektir”

    İlanda Atman soyadını görünce aklımıza (Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel‘in de yakın arkadaşı olan) merhum Ahmet Atman ve onun torunu, sayın Lale Atman geldi. Meydana çıkan yeni sorulara yanıt vermesi ümidiyle kendisine yazdık. Ve ondan, araştırmalarımıza çok yardımcı olacak şu cevapları aldık.

    “Nilüfer Lüy, Rıdvan Lüy ile evliydi. Tek çocukları olmuştu, adı Celasin. O da tenisçiydi ve Fenerbahçe’de oynardı. Hatta 1945 senesinde olaylı bir Fenerbahçe-Galatasaray tenis turnuvası olmuş. Nilüfer Teyze’nin ailesi Maşukiye civarındandı ve Çerkes olduklarını biliyoruz. Dedesi Osmanlı’da katipmiş. Ahmet Atman ve Necmiye Atman’ın (dedemiz ve babaannemiz) çok yakın dostlarıydı. Öyle ki eşi Rıdvan Lüy vefat ettikten sonra gelip birkaç sene bizimle kalmıştı. Sonra halam Esin Zembilci’nin kızı Ela doğunca halamlarda, babaannem ile birlikte kaldı. Vefat edene kadar orada kaldı ve Kanlıca mezarlığında gömülüdür. Fransız okulunda okumuş, son derece kibar, görgü kurallarına riayet eden, disiplinli, ufak tefek, zayıf ve çok hoş bir insandı. Hepimizde emeği çoktur. Babam ona Neylüfer teyze derdi. Ve dediğiniz gibi hepimizin çok sevip saydığı aile büyüğümüzdü. Eşi Rıdvan Lüy (Türkiye Jokey Kulübü) TJK’da bir dönem yanlış hatırlamıyorsak saha komiserliği yapmıştı.”

    Nilüfer Hanım’ın vefat ilanından ve Lale Hanım’ın anlattıklarından yaptığımız çıkarımları şu şekilde sıralayabiliriz:

    -Ayetullah Bey’in babasının adını ve rütbesini biliyoruz ama hangi Şevki Paşa olduğunu bilmiyoruz.

    -Eğer bir “üvey kardeşlik” durumu yoksa, Ayetullah Bey’in annesinin adı Müveddet.

    -Fenerbahçe tüzüğünde ismi geçen beş kurucudan ikisi, Ayetullah Bey ile Necip Okaner “bir şekilde, büyük olasılıkla anneleri tarafından” yeğenler.

    -Fenerbahçe’nin ünlü tenisçilerinden Celasin Lüy, Ayetullah Bey’in kız kardeşinin oğlu.

    Bir ölüm ilanından ortaya çıkan bu bağlantılar, Kuruluş dönemi ile ilgili bilgi ve belgelere ulaşmanın düşünüldüğü kadar zor olmadığını ortaya koyuyor. Eminiz gün yüzüne çıkardığımız bu belgeler, yeni bilgileri ortaya çıkarmak için gösterilen çabaları arttıracaktır. Bu sayede Fenerbahçe camiası olarak sıkışıp kaldığımız kalıplardan da çıkmış olacağız. 

    Ayetullah Bey ve ailesinin daha önce hiç yayınlanmamış fotoğraflarının ortaya çıkmasında teşekkür etmemiz gereken isimler var. Bu isimlerin başında Ayetullah Bey’in resimlerini aile albümünden çıkararak bizimle paylaşan Sayın Mehmet Auf ve Kıymetli Eşleri Ebru İpek Auf geliyor. Bozkurt K. Yılmaz ise Auf Ailesi ile olan arkadaşlığını bu büyük emeğe aracı ederek teşekkürle beraber minnetlerimizi de hakediyor. İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihî simaları olan Ayetullah Bey’i, babası Piyade Feriki Şevki Paşa’yı, kız kardeşi Nilüfer Lüy’ü, kız kardeşinin eşi Rıdvan Lüy’ü ve yeğeni Fenerbahçeli tenisçi Celasin Lüy’ü saygıyla anarak;  sizleri, Ayetullah Bey ve ailesinin tarihi fotoğrafları ile tekrar başbaşa bırakıyoruz.

    Barış Kenaroğlu

    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
  • Asırlık Bir Üst Kimlik Fenerbahçelilik

    Asırlık Bir Üst Kimlik Fenerbahçelilik


    Bu yazıda 1915 yılının Şubat ayına gidiyoruz. Dünya Savaşı devam ederken, İngilizler Çanakkale’ye dayanmışken yapılan bir maçta yaşanan olayı sizlerle paylaşıyoruz. 19 Şubat 1915 tarihli İdman Dergisi’nden öğrendiğimiz; Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki’nin tam desteğini alan Altınordu takımı ile yaptığı bu maçın detaylarını aktarıyoruz. Galatasaraylı Abidin Daver, maç yazısında farkında olmadan, asırlık bir üst kimlik olarak Fenerbahçelilik kavramını tarihe geçiriyor.

    Fenerrbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ayak Topu Müsabakaları

    Fenerbahçe : 2 Sayı – Altınordu : Sıfır

    14 Şubat Pazar günü Union Club çayırında Fenerbahçe ile Altınordu ikinci müsabakalarını yaptılar. İlk oyunda o zaman Progres adını taşıyan Altınordu’nun bir sayısına karşılık Fenerbahçe üç sayı yapmıştı.

    Fakat o zamandan beri iki tarafın oyuncuları arasında epey değişiklik olduğundan bu defaki müsabakada iki takımda da bazı farklılıklar olmuştu. (Progres) adını (Altınordu)ya çeviren takım, millî bir çizgi takip edeceği için, kendi üyelerinden iki önemli oyuncuyu, bir Rum kulübünün formasını giyerek müsabakaya katıldıklarından, kulüpten ihraç etmiş idi. Takımın oldukça önemli diğer bir parçası da Avrupa’ya eğitim görmeye gitmişti. Sağ açık hücumcusu ve kaleci mevkilerinde maharetle oynayan iki oyuncu Rum olduklarından onlar da çoğunluğun milli tavrına karşılık olarak kendileri takımdan ayrılmışlardı.

    Sonuçta, Altınordu Mister Crawford adındaki İngiliz kaleci haricinde tamamen Türk ve müslümanlardan oluşan bir takımla meydana çıkmıştı. Fakat bu yeni takım öncekilere oranla oldukça zayıf bir kuvvette idi. Özellikle rakibin hücum hattının akınlarına bir düzgün bir şekil verebilecek surette değildi.

    Fener takımına gelince; en önemli eksiği sol iç hücumcusu Said Bey idi. Rahatsız bulunan bu yetenekli akıncının yerinde Nüzhet Bey oynuyordu. Diğer bir değişiklik olarak da merkez hücumcu Kamil Bey ile sağ savunmacı Galip Bey yer değiştirmişti.

    Oyunun başında, iki takımın bu halini görenler Altınordu’nun kesin bir hezimete uğrayacaklarını düşünüyorlardı. Altınordu, her ne kadar yenilmiş olsa da, bu yenilgi düşünüldüğü gibi olmadı. Savunma hattı özellikle oyunun ikinci yarısında, şiddetli bir rüzgara karşı oynamakla beraber, Fener’in en sert hücumlarını bile durdurmayı, sonuçsuz bırakmayı başardılar. Özellikle savunmacılar ve sol bek gayet iyi oynayarak son kısmında Fener’e hiçbir sayı yaptırtmadılar.

    Fener’in hücum hattında, rakibin zayıf durumundan, yeteneğini kullanarak yararlanıp sayılar yapan Said Bey’in eksikliği pek fazla hissediliyordu. Sol tarafta Said Bey ile ortaklaşa çok iyi görev yapan Hikmet Bey de eskisi kadar başarılı değildi. Çoktan beri merkez hücumcu pozisyonunda oynamayan Galip Bey de, karşısındaki Altınordu merkez orta saha oyuncularının acemiliğine rağmen hızlı ve düzgün paslar gönderememişti. Sağ açık Mösyö Miço ise biraz aşağıda hikaye edeceğimiz bir nedenden dolayı her zamanki iyi oyununu cesaretle ortaya koyamıyordu. Buna rağmen maçın birinci yarısında mükemmel bir sayı yapabilmişti.

    Fenerlilerin bu oyunda herkesin beklediği gibi başarılı ve güzel oynamayışlarının, parlak bir zaferi elde edemeyişlerinin bir sebebi vardı ki bu da hemen hemen bütün takımın büyük bir asabiyet içinde olmaları idi. Gerçekte ilk yarının ortasında Fener’in sağ açığı Mösyö Miço ile Altınordu’nun sol beki Sedat Bey her nedense birdenbire tokatlaşmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Fener’in oyuncuları arkadaşlarına yardıma, Altınordu’nunkiler de kendi takım arkadaşlarının yardımına koştular. Ve bir süre için futbol müsabakası ne yazık ki bir boks maçına dönüştü. Seyircilerden bazı taraftarlar da işe karıştılarsa da bereket versin ki kavga genişlemedi. Fakat mesele bir millî renk haline geldi. Fener’in tarafını tutmayanlar, Fenerlilerin Mösyö Miço ile Sedat Bey arasındaki kavganın bitirilmesini hakeme bırakmayarak Rum arkadaşlarını korumak için Türk olan Sedat Bey’e saldırmalarını milli hissiyata uygun görmedikleri için, yüksek sesle Fenerbahçelileri kınamaya ve rakip Altınordu’nun her hareketini takdir ederek onları cesaretlendirmeye başlamışlardı. Fener’in taraftarları ise, Mösyö Miço’nun, Rum olmakla beraber Fenerbahçe’nin formasını giydiği için kavganın böyle bir milli cereyan almasını uygun görmüyorlardı.

    Böylece herkesi bir asabiyet kaplamıştı. Oyuncuların en küçük bir hareketi iki kulüp taraftarlarının karşılıklı yücelten ve aşağılayan tezahüratları ile karşılanıyordu. Bilhassa Strugglers Kulübü’nün bir hafta önceli mavi-beyaz forması meselesinden kaynaklanan galeyan ile seyircilerin bir kısmı sürekli olarak Mösyö Miço’nun aleyhine bağırıyor, bu oyuncuyu şaşırtıyorlardı. Artık müsabaka sporculuğa has ciddiyet ve kibarlığını kaybetmişti. Halkın bu birbiri ardına bağırmaları arasında oyuncular da sakinliklerini kaybetmişlerdi. Şiddetli çarpışmalar, itişmelerle birbirlerini yuvarlıyorlardı. Ara sıra da bazen dil, bazen el ile ufak tefek kavgalar çıkıyordu. Nihayet bu keşmekeş içinde oyun sona erdi.

    Bir spor sahasında böyle fena bir olayın olmasından ne kadar esef edilse azdır. Sporculuğun en büyük özellikleri; nezih, nazik, sakin ve kendine hakim olmasıdır. Spor müsabakaları en çok bu amaçlara ulaşmak, yol yordam bilen ve kurallara mükemmel uyan adamlar yetiştirmek için yapılır. Futbolda değil hatta güreş ve boks gibi rakiplerin adeta boğuştuğu sporlarda bile iki tarafın müsabaka dışında biri biriyle dost ve kardeş gibi geçinmesi, hiç olmazsa karşılıklı terbiye ve nezaket dairesinde hareket etmesi sporculuğun en büyük şerefi, özellikle hevesli genç sporcuların en büyük meziyetidir. Bizde maalesef böyle olamıyor. Ve olmadığının kanıtı da Pazar günü aralarında en samimi kardeşlik hissi olması gereken iki Türk takımının kavgaya girişmesidir.

    Biz, şimdiye kadar futbol seyrine gelen halk arasındaki kişilerin ortaya fırlattığı münasebetsiz ve çirkin sözlerden, kaba adi şakalardan müteessir olmakla beraber sporcularımızı bu gibi hareketlerden ayrı tutuyor ve aralarında nadiren ortaya çıkan tartışmaları kişisel olarak algılayıp ciddiye almıyorduk. Halbuki Pazar günkü olay bizi bu hususta hayal kırıklığına uğrattı. Bu meselede hangi tarafın haklı veya haksız olduğuna gelince : Bunu karar vermek esasen bu kavgaya katılmak ve taraf tutmak olacağı için biz olayı yalnızca olduğu gibi ve tamamen tarafsız bir surette değerlendirdik. Hatta sporculuk şerefini koruma düşüncesiyle bir takım gereksiz ayrıntıyı vermekten de sakındık. Amacımız ne Fenerbahçe ne de Altınordu takımlarını haksız çıkarmak, ne de kimsenin aleyhinde bulunmaktır. Saf niyetimiz, henüz pek taze olan Türk sporculuk alemi için kötü bir örnek oluşturan bu gibi olayların zaten gün gibi ortada olan çirkinliğini hatıra getirerek tekrar etmemesini temenni etmekten ibarettir. Ümit ederiz ki Türk spor kulüpleri bu gibi kusurlardan uzak olduklarını kanıtlamak için çalışacaklar, olgunluk ve sakin bir şekilde oyun sahalarına şeref vermeye çalışacaklardır.

    A.D. (Abidin Daver)

    Miras

    Okuduğunuz üzere, ülkenin içinde bulunduğu savaş iklimi, uzun yıllardır bir arada yaşayan Türklerle, başka dine mensup vatandaşların ilişkisini bozmuştu. Bu maçtan bir hafta önce Altınordu takımının 2 oyuncusu, Hasan ve Hüseyin, “milli duygulara uygun olmayan” hareketler yaptıkları için kulüple ilişkileri kesilmiş, Altınordu kulübü; iktidar partisi İttihat ve Terakki’nin politikalarına paralel bir tavır sergilemişti.

    14 Şubat’taki maça kalecisi hariç 10 tane Türk oyuncu ile çıkan Altınordu takımından Sedat’ın, karşısında mücadele eden Fenerbahçe takımının Rum sol beki Miço ile yaşadığı tartışma kavgaya dönüşmüş; zamanın ruhuna uygun olarak bir milliyetler mücadelesi halini almıştı.

    Büyümesine rağmen yatıştırılan kavgadan günümüze kalan ise yazıda geçen şu ifade olmuştur: “Fener’in taraftarları ise, Mösyö Miço’nun, Rum olmakla beraber Fenerbahçe’nin formasını giydiği için kavganın böyle bir milli cereyan almasını uygun görmüyorlardı.”

    Geçtiğimiz yüzyıldan gelecek yüzyıla miras kalacak bu cümlenin anlamı şudur: “Üst Kimlik Fenerbahçelilik”…

    Fenerbahçe taraftarının 1915 yılında, hem de ülke savaşın ortasındayken, gösterdiği “Fenerbahçe forması giyenin, Fenerbahçeli olanın, başka bir kimliğine bakılmaz” tavrı, vurguladığımız gibi eşsiz bir mirastır.

    Barış Kenaroğlu

  • Tüzük ve Tescil

    Tüzük ve Tescil

    Fenerbahçe tüzüğünün yazılışı ile kulübün tescil edilmesi, kuruluş yıllarına ait birbiriyle bağlantılı iki meseledir. Bu meseleler kuruluş yılları içerisinde önce 1908’de sonra da 1913’te ortaya çıkmışlardır. Fenerbahçe tarih yazımında tescil olayı “1908’de ilk tescil edilen spor kulübü” nitelemesi ile yer almıştır. Bu yazımda, sözü edilen niteleme hakkındaki değerlendirmelerime yer vereceğim.


    Meşrutiyet’in Yeniden İlanına Dair Kartpostallardan Biri (İ.B.B. Atatürk Kitaplığı arşivinden)

    Endişe – Özgürlük

    1908 yılı bilindiği üzere Meşrutiyetin yeniden ilan edildiği yıldır. Ülke genelinde belirsizlik ve karmaşa havasının hakim olduğu bu dönemde, yeni kurulmuş Fenerbahçe özelinde durum bundan farklı değildi. Bu yıl, Fenerbahçe Kulübü’nde neler yaşandığını Nasuhi Esat Baydar’ın 1931 yılında Olimpiyat Dergisi’nde yayınlanan “Fenerbahçe Nasıl Kuruldu?” adlı yazı dizisindeki ifadelerinden öğreniyoruz.

    “Necip Bey gayet gizli bazı beyanatta bulunacağını ifade eden bir tavırla cümlemizi bir köşeye çekerek siyasi vaziyette bazı gerginlikler olduğundan bahsedip, cemiyet teşkil ettiğimizi ortaya çıkaracak her türlü belgeyi ve makbuzları yok etmemiz için uyarıda bulundu. Bundan iki gün sonra da Meşrutiyet ilan olundu. Meşrutiyet idaresinin ilk işi cemiyetler nizamnamesini (yönetmeliğini) tanzim (düzenlemek) ve bir gecede mantar gibi biten cemiyetleri tescil etmek olmuştu. Fenerbahçe Kulübü bu zamanda resmen kurulmuş oldu.”

    Nasuhi Esat’ın satırlarından Fenerbahçe’nin, kurucular nezdinde, Meşrutiyetin ayak seslerinin duyulduğu günlerde endişeli olduğu ve bu endişenin de genç bir deniz subayı olan Necip Bey’in edindiği izlenimlerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu endişenin sonucunda ise kulübün kuruluş evrakı imha edilmiştir. Kurucu kadronun endişelerinin yersiz olduğunun anlaşılması ise uzun sürmemiş, Meşrutiyet idaresinin yeniden kurulması Osmanlı Başkentinde özgürlük rüzgarlarının esmesine neden olmuştur. Nasuhi Esat, bu özgürlük ortamından yararlanan birçok cemiyet gibi Fenerbahçe’nin de resmen tescil olduğunu söyler. Öyle görülüyor ki Fenerbahçe tarih yazımı tescil olunma tarihi olan 1908’i Nasuhi Esat’ın aktardıklarından almıştır.

    Kanun-i Esasi’nin İlk Sayfaları (İ.B.B. Atatürk Kitaplığı arşivinden)

    “Tescil” Ne Demek?

    Öncelikle “tescil” kelimesinin anlamı üzerinde duralım. Tescil kelimesi Arapça “resmi evrakların kaydedildiği kütük, dosya anlamına gelen, sicill” isminden (tef’il masdarıyla) türemiş bir fiildir. Sicile geçirme, kütüğe geçirme anlamını taşımakta, günümüz Türkçesinde ise “kayıt altına almak” olarak kullanılmaktadır.

    Nasuhi Esat’a göre Meşrutiyet ilan edilir edilmez Fenerbahçe tescil edilmiştir. Şimdi Fenerbahçe’nin bir cemiyet olarak varlığını kayda geçirttiği dönemde resmi statünün nasıl olduğuna bakalım.

    1876’da Yürürlüğe giren ilk anayasa, Kanun-ı Esasi’de, cemiyetler için bir düzenleme yer almıyordu. Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesine kadar bir cemiyetin kurulması ve devlet tarafından tanınması örfi hukuk kurallarına tabiydi. Kısacası devlet idaresi zararlı gördüğü cemiyetlerin faaliyetlerine hemen son verebiliyordu. Abdülhamid döneminin özelliklerini de düşünecek olursak Türklerin kurduğu cemiyetler fazla uzun ömürlü olamıyordu. Bu durum onların gizli cemiyet olarak faaliyetlerini sürdürmesine neden oldu. Devlet bir anlamda cemiyet kültürünü yok etmek isterken, istemeden yayılmasına sebep oldu. Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra ise özgürlük havası ile cemiyetlerin kuruluşunda ya da gizlenen cemiyetlerin ortaya çıkışında önemli ölçüde bir çoğalma oldu.

    Buraya kadar verdiğimiz bilgiler Nasuhi Esat’ın aktardıklarıyla örtüşüyor. Bir nokta dışında. O da cemiyetler hakkındaki yönetmelikler üzerinde yapılan düzenlemelerden sonra tescil olayının gerçekleştiği… Bu dönemde cemiyetler hakkında bir yönetmeliğe kaynaklarda rastlamadık. Yukarıda da devletin, cemiyetleri, örfi hukuk kurallarına göre yani keyfi idare ile yönettiğini söylemiştik. Bu yargılara örnek olarak; Meşrutiyetten hemen sonra kurulan cemiyetlerden olan Askeri Veterinerleri Terakki Cemiyeti’nin tüzüğünün son maddesini gösterebiliriz. Bu maddede Nasuhi Esat’ın bahsettiği düzenlemelerin var olmadığı ortaya konulmaktadır. Madde şöyledir: “Cemiyetimiz, mercimiz olan Harbiye Nezaret-i celilesince de (Savaş Bakanlığınca da) tasdik edilecektir” Görüldüğü üzere cemiyet tasdik, tescil gibi işlemlerin daha sonra yapılacağını tüzüğüne ekleyerek, bir anlamda kendini devlet idaresine karşı garantiye almak istemektedir. Gerçekte de 24 Temmuz’da ülkeyi yönetmeye başlayan Meşrutiyet iradesinin, hükümet kurmak ve devlet idaresine hakim olmak için uğraştığı 1908 yılının son 5 ayında cemiyetlere ilişkin bir düzenlemeye zaman ayıramamasından doğal bir şey yoktur.

    Talat Paşa Uzunçayır At Yarışlarında. Sağdan Beşinci Fenerbahçe Başkanı Doktor Hamit Hüsnü Kayacan (Salt Araştırma Arşivinden)

    Cemiyetler Kanunu

    Peki cemiyetlere ilişkin düzenlemeler ne zaman yapılmıştır?

    Sorunun cevabını şu cümleyle verebiliriz: “Haziran 1909’da Meclis-i Mebusan’da görüşülmeye başlanan ve 16 Ağustos 1909’da çıkan Cemiyetler Kanununun çıkmasıyla düzenlemeler yürürlüğe girmiştir.”

    Cemiyetler Kanunu’nun çıkması yüzeysel olarak toplumun özgürleşmesi olarak değerlendirilebilirse de, gerçek bundan farklıdır. İttihat ve Terakki yönetimi, sayıları artan ve ileride kendisine karşı hareketlerde bulunabilme ihtimaline karşı cemiyetlerin kurulmalarını belirli şartlara bağlayarak, kısıtlamak istemiştir. Nitekim aynı dönemde çıkan, Kamu Toplantıları, Basın ve Yayın kanunu gibi kanunlar bu amaca yönelik diğer kanunlardır.

    1876 Anayasasına eklenen 120. maddeye göre cemiyet kurmak için izin almaya gerek görülmüyor, fakat kurulduktan sonra hükümete bildirilmesi emrediliyordu. Edirne Mebusu Talat Bey (ileride Talat Paşa) tarafından hazırlanan cemiyetler kanununa göre:

    – Devletin bütünlüğü, genel ahlakın korunması, millet ve ırk ayrımı yapan cemiyetlerin kurulması yasaklanıyor,

    – 20 yaşını doldurmayanların cemiyetlere üye olması yasaklanıyor,

    – Cemiyete üye olacak kişilerin cinayetle mahkum ve medeni haklarından mahrum olmaması kanunlaşıyor,

    – Bir cemiyetin umumi menfaate hizmet etmiş sayılması, devlet tarafından tasdik edilmesine bağlanıyordu.

    Cemiyetler kanununda yer alan bu maddelerin Fenerbahçe ile olan ilgisine ilerleyen sayfalarda değineceğiz. Cemiyetler kanununun bazı ayrıntılarından yukarıda bahsettikten sonra tescil meselesinin 1908-1909 dönemine ait ara değerlendirmemizi şu şekilde yapabiliriz:Fenerbahçe 1908 yılında tescil edilmemiştir. Fenerbahçe kurucu kadrosu Ağustos 1908 tarihinden sonra en yakın mülki idare birimine giderek bildirimde bulunmuşlardır. Resmi makamlara yapılan bildirim, resmen kayıt altına alınma anlamına gelmemektedir. Çünkü cemiyetlerin tabi olduğu kanun Ağustos 1909 tarihinde çıkartılmıştır.” 

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin Kurucusu, Kaptanı, Başkanı, Kısaca Her Şeyi… Galip Kulaksızoğlu.

    Fenerbahçe’nin İlk Tüzükleri

    Fenerbahçe’nin en eski tüzüğü olarak 1913’te yazılanı kabul etmiş durumdayız. Günümüzde Fenerbahçe Müzesi’nde sergilenen bu tüzük, yazılış hikayesi ile döneme ayna tutan bir belge durumundadır. Bugüne kadar üzerinde konuşulmamış yönleriyle Fenerbahçe’nin ilk tüzüğünü incelemeye başlıyoruz. Bu inceleme öncelikle 1913 tüzüğünün “ilk” olup olmadığı sorusuna cevaplamış; sonrasında da tüzüğün kim tarafından yazıldığını, meşhur ikinci maddenin tüzüğe nasıl konulduğunu ortaya çıkarmış olacak. Bölümün başında aktardığı bilgilere yer verdiğimiz Nasuhi Esat Baydar’ın, 1913 tüzüğü ile ilgili yazdıkları şunlar:

    Nizamname Hazırlanırken (Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor)

    “Hamit Hüsnü Bey bir anlaşmazlık sonucunda Galatasaray’dan istifa etmişti. Bir gün bizim kulübü ziyaret etti. Yaşlı bir sporcu olarak kendisine layık olduğu saygıyı gösterdik. Hamit Bey ziyaretlerini sıklaştırdı. Kulübün işleri ile ilgilenmeye başladı. Kendisine Başkanlık teklif ettik. Kabul etmedi ve Erenköy’den komşusu Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) Hulusi Bey’in bu göreve layık olduğunu söyledi. Hulusi Bey ilk önce tüzüğümüzü inceleme ve gerekirse düzeltmek istediği için kendisine bir kopyası verildi. Bu tüzük Meşrutiyet’ten sonra kulübün resmen kuruluşunu belgelendirmek için alelacele kaleme alınmış olan birkaç maddeden oluşan ilk tüzük idi.

    Haftalarca süren inceleme ve araştırmadan sonra Hulusi Bey’in meydana getirdiği değiştirilmiş tüzüğün müsveddeleri idare heyetine verildi. Bilmem ki bu tüzüğün yazılış tarzını nasıl tarif etmeli? (Tacü’t Tevarih veya Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’deki)  Ağdalı lisan; futbol, su top,  kriket gibi spor tekniğine ait kelimelerle birleşerek, neden yapıldığı meçhul bir marmelat gibi yenilmez yutulmaz imkansız bir halde tüzüğe girmişti. Sonra bir spor kulübüne mahsus olan tüzük müsveddesine, idarecilikle ilgili ne düşünülebilirse hepsi vardı. Fakat asıl spora dair “Fenerbahçe Spor Kulübü” cümlesinden başka hiçbir şey bulmak mümkün değildi.

    Müsvedde basılmak üzere bize verilince şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Hamit Hüsnü bey ile henüz samimiyetimiz olmadığı için nizamname ile ilgili görüşlerimizi ona söyleyemedik.  Nihayet “Brest-Litovsk” anlaşması yapılırken müdahaleleriyle şöhret kazanan Alman Generali gibi imdadımıza Galip yetişti. Tüzüğü okuyup lazımsa değiştireceğimizi sertçe bir dille Hamit Hüsnü Bey’e bildirdi. Dediği gibi yaptık ve tüzüğü okuyup çok lazım olduğu için de baştan başa değiştirdik. Bu suretle Fenerbahçe’yi örnek gösterilecek kadar kuvvetli ve sağlam bir kuruluş halinde senelerce yaşatan ikinci esas tüzüğümüz meydana gelmiş oldu. Hulusi Bey iyi bir mühendis ve devlet adamı idi. Yalnız bir Nafia Nazırı bir spor kulübüne yardım etmiş olmak için onun genel başkanlığını kabul edebilir, ancak bilmediği sporun idaresine yönelik tüzükler oluşturamaz.”

    Tüzük ve Tescil
    Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Harp Hatırası (İ.B.B. Atatürk Kitaplığı arşivinden)

    Değişim

    Bu paragrafa dayanarak giriş paragrafında sorduğumuz soruları yanıtlamaya başlayalım.

    Nasuhi Esat, Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü olarak muhtemelen 1908 yılında “alelacele” yazılan birkaç maddeden oluşan tüzüğü esas almaktadır. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğüne ilişkin nitelemeler, tescil konusunda yaptığımız ara değerlendirmeyi haklı çıkarmaktadır. Bu değerlendirmemize göre, Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden hemen sonra, alelacele yazılan birkaç maddeden oluşan bir tüzük ile resmi makamlara gidilmiş ve beyanda bulunulmuştur.

    1909-1912 döneminin Fenerbahçe için kolay geçtiğini söyleyemeyiz. Kurucu kadronun teker teker kulüpten ayrılması, sahada alınan başarısız sonuçlarla başlayan bu dönemde, kulüp dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Sonrasında gelen ilk şampiyonluk ile beraber Fenerbahçe için artık kabuk değiştirme zamanı gelmişti.

    Aslında ülkede yaşanan değişime göre Fenerbahçe de değişiyordu. Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra iktidarı doğrudan ele almayıp bir baskı unsuru olmayı seçen İttihat ve Terakki de 1913 yılına kadar geçen dönemde tıpkı Fenerbahçe gibi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. 31 Mart ayaklanması sonucunda güçlenen askeri sınıfı kontrol etmekte zorlanmış, ortaya çıkan muhalefetin saldırıları sonucunda da gittikçe zayıflamıştı. Balkan savaşlarının sonucunda iktidarı ancak bir hükümet darbesi yaparak kazanabilmişti. İktidarı bir baskı unsuru olarak elde tutma politikasının benimsendiği ilk yıllar, İttihat ve Terakki’ye bu stratejisinin hatalı olduğunu göstermişti. Ülkedeki muhalif unsurlar görüldüğü gibi kendisi için yıkıcı olabiliyordu. Bu doğrultuda kazandığı iktidarı kaybetmemek, yerini sağlamlaştırmak için teşkilatlanmaya önem vermeye başladı. Bu önemi o dönemde kurulan cemiyetler üzerinde görmek mümkündür. Bu dönemde yarı askeri, düzensiz, gönüllülüğe dayanan ve devletin doğrudan desteğini alan, “paramiliter” olarak nitelendirilebilecek, gençlik dernekleri kurulmaya ve devlet desteği ile örgütlenmeye başladı. İzci örgütleri de bu faaliyetin bir sonucu olarak kurulup, geliştiler.

    Bir Fenerbahçe Başkanından Açık Mektup
    İdman Dergisinin Kapağında Fenerbahçe Başkanı Mehmet Hulusi Bey

    Mehmet Hulusi Bey

    Bu derneklerin kurulup örgütlenmesinde bir isim öne çıkıyordu: Mehmet Hulusi Bey. Dağınık izci derneklerini “Türk Gücü Cemiyeti” çatısı altında 1913 yılında bir araya getirenlerin başındaki bu isim aynı zamanda Fenerbahçe Başkanlığı görevini de yürüten Bayındırlık Bakanıydı. Mehmet Hulusi Bey’in kuruluşunda yer aldığı bir diğer cemiyet de “Müdafaa-i Milliye Cemiyeti” idi.  Profesör Zafer Toprak’a göre Hulusi Bey’in cemiyetlerinin ortak özelliği,  “Osmanlılar arasında beden eğitiminin, spor faaliyetlerinin ve askeri eğitimin yaygınlaştırılmasını amaçlamasıydı.” Hulusi Bey, cemiyetlerin tüzüklerinin yazılmasında aktif olarak yer almış, birçok maddeyi de kendisi yazmıştır. İdman Dergisi’nin 1 Haziran 1329 (14 Haziran 1914) tarihli 2.sayısında yer alan mektuba göre; neredeyse bütün devlet ricalinin üyesi olduğu Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tüzüğünde yapılan değişikliklerin fikir babası, mektubun sahibi olan Hulusi Bey’dir. Hulusi Bey, bir memlekette spor eğitimine neden önem verilmesi gerektiğini bu mektupta uzun uzun anlattıktan sonra cemiyet tüzüğü üzerinde yapılan tartışmaları şöyle ifade etmiştir:

    “Müdafaa-i Milliye cemiyetinin ülkenin ihtiyaçlarına ve milletin geleceğine uygun bir şekilde çalışabilmesini sağlayacak yeni bir tüzük hazırlamayı teklif edeceğim zaman bir çok itirazlar, zamansız olduğuna dair türlü eleştiriler baş gösterdi. Esas mesele hakkında haftalarca görüşmeler oldu. Sürekli olarak yapılan açıklamalar, gerektiği durumlarda yapılan şiddetli savunmalar nihayet amacın iyi niyete, ülkenin kurtuluşuna, yaklaştığına dair kanaat oluşturdu. Ve onun neticesi olarak da bahsettiğimiz tüzük meydana geldi”

    Görüldüğü üzere Hulusi Bey, İttihat ve Terakki idaresinin sosyal alan yapılanmasında önemli bir işlev üstlenmiş, gençlik derneklerinin teşkilatlanması için çalışmıştır. İdman Dergisi’ne yazdığı mektupta da belirttiği gibi spor eğitimi vatanın savunmasında önemli bir yer tutmaktadır. Fenerbahçe ile yollarının kesişmesi de bu iki nedenin bir araya gelmesiyle gerçekleşmiştir.

    Hulusi Bey’in nasıl başkan olduğunu Nasuhi Esat’ın yazdıklarından öğrenmiştik. İttihatçı arkadaşı Hamit Hüsnü Bey’in önerisiyle başkan olduğu kulüpte ilk, belki de tek, icraatı ise kulübün birkaç maddeden oluşan 1908 tüzüğünü genişleterek 1913 tüzüğünü yazmak olmuştur. Nasuhi Esat’ın ağır eleştirileri de bu icraat üzerinedir. Cemiyetlerin teşkilatlanması üzerine çalışmalar yapan Hulusi Bey, Fenerbahçe tüzüğünü yazarken spor yönetimi ile ilgili maddeler koymayarak kulüpte tartışmalara neden olmuştur. Hulusi Bey’in yazdığı tüzüğe yapılan eleştiriler, Galip’in (Kulaksızoğlu) müdahalesi ile sonuçlanmış ve aşağıda günümüz Türkçesi ile sadeleştirilmiş halde okuyacağınız 1913 tüzüğü son halini almıştır.

    Nasuhi Esat’ın anlattıklarına dayanarak Hulusi Bey’in yazdığı tüzüğün tamamının değiştirildiği sonucunu çıkaramayız. 6 Bölümden oluşan tüzüğün ilk bölümü dışındakiler, spor yönetimini doğrudan ilgilendiren maddelerden oluşmaktadır. Nasuhi Esat, Galip ve arkadaşlarının müdahalesi de muhtemelen bu bölümler üzerinde olmuştur.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin kuruluşunu anlatan en detaylı hatıratı yazan Nasuhi Esat Baydar (en sağda), hemen yanında Doktor Hamit Hüsnü Kayacan, en soldan ikinci ise Mehmet Hulusi Bey. (İdman Dergisinden)

    Fenerbahçe Spor Kulübü Tüzüğü (1913)

    Kuruluş Amaçları

    Madde 1 – 1907 yılında kurulmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübü, 1913 yılında, Cemiyetler Kanunu hükümlerine göre, hükümetin resmi iznini elde etmiştir.

    Madde 2 –  Kulübün amaç ve ülküsü, ülkede beden eğitimi düşüncesinin yaygınlaştırılması için çalışmak ve ülke gençlerini hayat mücadelesi ile askeri seferler ve zorluklara alıştırmaktır.

    Madde 3 –  Kulüp, özellikle askeri antrenmanların gerçekleştirilmesi ve milli oyunların yaygınlaştırılması ve iyileştirilmesi işine girişecek ve atış deneyimlerinin gerçekleştirilmesine uygun tesisler kurup geliştirmeye çalışacaktır.

    Madde – 4 Kulüp, beden eğitiminin maddi ve manevi faydalarının kamuoyuna benimsetmeye ve spor merakının Osmanlı Memleketlerinde yaygınlaştırılması için çalışmaya ve bunu gerçekleştirmek için gerektiğinde şehirlere ve Osmanlı gençleri ile Avrupa gençleri arasında ilişkiler kurmak amacıyla fırsat bulduğunda yabancı ülkelere seyahatler yapmaya ve gereğince karşılaşmalar, oyunlar düzenlemeye çalışacaktır.

    Madde 5 – Kulüp hiçbir şekilde ve nedenle politika ile ilgilenmeyecek ve uygulamalarıyla hiçbir siyasi partinin amaç ve uygulamalarını benimsemeyecektir.

    Kulübün Yapısı

    Madde 6- Kulüp çeşitli spor şubelerine ayrılmıştır. Bir de “Fanfar” takımı (yalnız üflemeli bakır çalgılardan meydana gelen orkestra) kuracaktır.

    Madde 7-  Kulüp asil ve öğrenmeye hevesli üyeler adıyla iki tip üyeden oluşmaktadır. Asil Üyeler: Spor şubelerinden birinde beceri ve hüner kazanan ya da  kulübe madden veya fikren yardımda bulunmak isteyen ve yaşları yirmiden büyük olanlardır. Öğrenmeye Hevesli Üyeler: Spor şubelerinden birine katılan ve spor öğrenmek arzusu gösteren kişilerdir.

    Madde 8- Kulübün bütün işleri bir genel başkan ile yönetim kurulu tarafından yürütülür. Yönetim kurulu bir başkan ile genel sekreter ve muhasebeciden oluşur. Yönetim kurulu hükümete karşı sorumludur. Genel kurul tarafından atanan genel Kaptan ve müfettiş, yönetim kurulu ile beraber çalışır. Oyunların idaresi için çeşitli spor şubeleri kaptanlarından oluşan bir Kaptanlar Heyeti vardır. Bu heyete Genel Kaptan başkanlık eder.

    Madde 9- Bu heyetlerde tüm üye sayısının yarısından bir fazlasının alacakları kararlar uygulamaya konulur. Eşitlik durumunda başkanın oy verdiği karar tercih edilir. Genel kurul kaptanlar heyetinin yönlendirdiği kararları kabul veya reddetmekte serbesttir.

    Madde 10- Her yılın Mart ayı içerisinde yönetim kurulu, genel kurulu toplantıya davet eder. Genel kurulun toplanma yeri İstanbul’daki kulüp merkezidir. Gerektiğinde yönetim kurulu, genel kurulu olağanüstü toplantıya davet edebilir. Genel kurulda sadece asil üyeler bulunabilir ve fikir beyan edebilirler. Gerek olağan, gerekse olağanüstü toplantılar için yönetim kurulu tarafından 15 gün önceden toplantı günü basın yoluyla ilan olunur. 

    Kulüp Üyeliğinin Şartları

    Madde 11- Fenerbahçe Spor Kulübüˈne üye olabilmek için:
    1) Öğrenim ve terbiye görmüş olmak.
    2) Medeni haklarına sahip olmak.
    3) Namuslu ve şerefli olmak
    4) Hiçbir suç ve cinayetten hüküm giymemiş olmak
    5) Sporu kendisine gelir elde edecek bir iş olarak benimsememiş olmak şarttır.
    Asil Üyeler 20 kuruş giriş ve 10 kuruş aylık,  Öğrenmeye Hevesli Üyeler 10 kuruş giriş ve 5 kuruş aylık aidat vermek zorundadırlar.
    Orkestraya katılacaklar yukarıdaki aylık aidatlara  dahil olacaklar ek olarak orkestrada oldukları sürece aylık 5 kuruş daha vermek ve kulüp doktorunun iznini almak zorundadırlar.

    Madde 12- Üyeler aralarında birbirine sevgi ve yakınlık oluşturmaya son derece gayret ve birbirlerinin kişisel haklarına saygı ve kulübün, tüzüğündeki hususlar için oluşturacağı talimatname hükümlerine uymakla ve sosyal hayat ve düşüncelerin gelişmesini bir birlik oluşturmak ve vazgeçilmez medeni şartlar olarak kabul etmekle yükümlüdürler.

    Madde 13- Kulübe katılmak isteyenler asil üyelerden iki kişi tarafından tavsiye edilirler. Tavsiye edilen kişinin isim ve kimliği ve hangi üyeler tarafından tavsiye edildiği yönetim kurulu tarafından bir kağıda yazılır ve bu kağıt 15 gün boyunca kulüp salonunda asılı olarak sergilenir. Bu süre boyunca asil üyelerden her biri kendi düşüncelerine göre “kabule uygundur” ya da “kabulü sakıncalıdır” ibaresini içeren kapalı ve imzalı mektubu yönetim kuruluna sunarlar. On beş günün sonunda yönetim kurulu bu mektupları açıp tasnif eder ve çoğunluğun kararı hangi tarafta ise ona göre kabul veya ret kararı verir.Kabul kararı verildiği taktirde başvuru yapan kişiye basılı bir taahhüt kağıdı gönderilir. Ve sözü edilen kağıt usul gereğince o kişiye ve tavsiye eden kişilere imzalatılır.

    Madde 14- Öğrenmeye hevesli üyeler, yukarıdaki maddelerin şartlarına tabi olmakla beraber taahhüt kağıdını ebeveynlerine imzalatmak ve kulüp doktoru tarafından muayene olmak zorundadırlar.

    Madde 15- Öğrenmeye hevesli üyeler 11.maddede açıklanan şartlarla orkestraya katılabilirler ise de yönetim kurulu üyesi olamazlar ve genel kurulda bulunamazlar. 

    Görevler

    Madde 16- Genel Başkan aşağıdaki görevleri yerine getirmekle sorumludur.
    1. Kulübün genel işlerini kontrol ve gerektiğinde yönetim kurulu toplantılarına katılmak ve başkanlık etmek.
    2. Her 3 ayda bir kulüpte yapılan işleri inceleme ve bu işlerin olduğu gibi ya da sakıncaları durumları belirterek onaylamak ya da reddetmek.
    3.  Gerektiğinde yönetim kurulu aracılığı ile genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırmak.
    4. Yönetim kurulunca ihracına gerek görülen üye hakkında verilen kararı onaylamak ya da reddetmek. Genel başkanın görev süresi 3 yıldır. Bu sürenin sonunda 24.madde gereğince yeniden bir genel başkan seçilir. Mevcut ve daha önceki genel başkanlar yeniden seçilebilirler.

    Madde 17- Yönetim kurulunun görevleri aşağıdadır:
    1. Yönetim kurulu, genel başkanın bulunmadığı zamanlarda yönetim kurulu başkanının başkanlığında haftada bir toplanır.
    2. Kulübün tüm faaliyetleri ile ilgili kararlar alır.
    3. İşlerin ve kayıtların ve hesapların düzenli işlemesi ve kulübün ilerlemesi için tedbirler ve meseleler görüşülür ve gereğince uygulanması için çalışılır. 
    4. Kulübe katılacak üyeler hakkında asil üyelerin oyları tasnif edilir ve kulüp tüzüğüne aykırı harekette bulunan üyeler hakkında alınacak kararları belirler.
    5. Kulüp gelirlerinin doğru yerlere harcanması için çalışır.
    6. Aldığı kararları tutanak defterine kaydeder ve giriş, aylık aidat makbuzlarını imzalar ve mühürler.
    7. Genel kurulda okunacak raporları ve kulübün bilançosunu düzenler ve genel kurulu davet eder. Yönetim kurulunun görev süresi bir yıldır. Bu süre içerisinde seçim yapılabilir ve eski yönetim kurulu üyeleri arasından tekrar yönetim kuruluna seçim gerçekleşebilir. 

    Madde 18- Genel Kaptan, kaptanlar kuruluna başkanlık eder. Çeşitli spor şubelerine katılacak üyelerinin durumunu kesinleştirmek için kaptanlar heyetine gönderir.

    Madde 19- Kaptanlar kurulu, çeşitli spor şubelerinin ilerlemesine ilişkin maddelerle ilgilenir ve bu doğrultuda kararlar alır. Bu kararlar arasında yönetim kurulunu ilgilendiren maddeler sözlü olarak adı geçen kurula iletilir. Her kaptan takımını kendi uygun gördüğü şekilde oluşturmaya yetkilidir. Ancak şubelerinin yapısı hakkında genel kaptana bilgi vermekle yükümlüdür. Kaptanlardan her biri kendi takımlarına ait aylık aidatı tahsil etmeye ve muhasebeci ve yönetim kurulundan onaylı makbuzları ödeme yapan üyelere vermek zorundadırlar. Kaptanların görev itibariyle üstleri genel kaptandır.

    Madde 20- Sekreter, haberleşme ve mektuplaşmaları düzen içerisinde yerine getirmek ve kaydetmek ve yönetim kurulu kararlarını tutanak defterine geçirmek ve evrakları sırasıyla dosyalamakla yükümlüdür.

    Madde 21- Muhasebeci, yönetim kurulu kararıyla yapılacak harcamaları gerçekleştirmek ve aylık aidat ve çeşitli ödemeleri tahsil ve talep etmekle, hesap işlemlerini görev gereği yerine getirmekle ve gelirlerin harcanmasına ilişkin günlük belgeleri gerektiğinde beyan etmek üzere saklamakla yükümlüdürler. Muhasebeci yönetim kurulu kararına uymayan hiçbir gelir ve gideri talep ve harcamaya ve kasasında 5 liradan fazla para bulundurmağa yetkili değildir. Beş liradan fazla meblağ yönetim kurulunca belirlenecek bir bankaya yatırılacaktır.

    Madde 22- Müfettiş, kulübün günlük işlerini inceleme ve kontrol etmekle ve gördüğü kusurları sözlü olarak yönetim kuruluna iletmekle yükümlüdür.  Müfettiş kulübün bir yıllık faaliyetleri hakkındaki incelemelerini içeren kapsamlı bir raporu, özet ile beraber genel kurulda okunmak üzere yönetim kuruluna iletir.

    Madde 23- Genel Kurul kulübün bir senelik faaliyet ve hesapları hakkında gerek yönetim kurulu gerekse müfettiş tarafından düzenlenen ve okunacak raporları, asli üyeler tarafından verilecek önergeleri dinler. Bunları anlam ve içerik olarak olduğu gibi kabul ve onay veya yeniden düzenlenmek üzere onaylar. Kulübün ilerlemesine ait günlük maddeleri görüşerek karara bağlar. Genel başkan ve yönetim kurulu üyelerini seçer ve atamasını gerçekleştirir. Genel kurul toplantısında çoğunluğun oyu ile bir divan başkanı seçilir ve toplantıyı yönetir. Genel kurul tutanakları, kurul içerisinden seçilecek iki kişi tarafından tutulur ve toplantının sona ermesinden sonra divan başkanı tarafından imzalanır. Alınan kararlar üye tam sayısının yarısından bir fazlasının oyu ile geçerlilik kazanırlar. Kulüp üyeleri bu kararlara uymak zorundadırlar .

    Seçilme

    Madde 24- Genel Başkan asil üyeler arasından seçilir. Bu görevi yerine getirmeye yetkin üyeler arasından kendi izinleri de olmak şartıyla 3 aday seçilerek genel kurula sunulur. Genel kurulun gizli oylaması sonucunda adaylardan en çok oyu alan kişi Genel Başkan olarak atanır. 

    Madde 25- Yönetim kurulu seçimi için genel kurul toplantısından önce yönetim kurulu üyeliğinden ayrılanlar yeni kurula aday olabilecek kişiler için nabız yoklandıktan sonra aday gösterilebileceği gibi asli üyeler de kendi adaylıklarını açıklayabilirler. Bu şekilde ortaya çıkan adaylar gizli oy ile ayrı ayrı seçilirler.

    Madde 26- Her takıma yönetim kurulu tarafından bir kaptan ve bir de kaptan yardımcısı atanır.

    Çeşitli Maddeler

    Madde 27- Üyelerin tüzük hükümlerine uyması zorunludur. Aksi takdirde durumun gereği ve hükümlere uymamanın derecesine göre o üye hakkında yönetim kurulu tarafından alınan ve genel başkan tarafından onaylanan karar çerçevesinde gerekli işlem yapılır.

    Madde 28- Yönetim kurulu üyelerinden biri bir süre toplantılarda bulunmadığı takdirde, görevi ve kurul üyeliği yönetim kurulunun oyuyla başka bir üyeye geçer. Kaptanların görevlerinin başında bulunmadığı durumlarda kaptan yardımcıları şubenin yönetimini yürütürler.

    Madde 29- Yönetim kurulu üyeliğinden istifa eden ve genel başkan tarafından istifası kabul edilenlerin yerine kendilerinden sonra o görev için en çok oyu alan kişiler atanırlar. Genel başkanın istifası durumunda yönetim kurulu genel kurulu hemen toplantıya çağırır. Yirmi dördüncü maddeye göre genel başkan seçimi yapılır.

    Madde 30- Hırsızlık, namusa zarar verme ve şeref meseleleri dolayısıyla yönetim kurulu kararı ve genel başkanın onayı ile kulüpten ihraç olunan üye, sonrasında hiçbir sebep ve şekilde kulübe tekrar kabul olunamaz. Bu gibilerin durumları ve hareketleri hakkındaki incelemeler ve bu doğrultuda alınan kararlar bir yazışma ile tüm kulüp üyelerine gönderilir. Ve o üye ile hiçbir şekilde ilişkide olunmaması üyelerden rica edilir ve tavsiye olunur. 

    Madde 31- Her nasılsa yalan söylemek, sözlü hakaret etmek, şaka yollu da olsa arkadaşlarından biriyle alay etmek, bir başkasının kişiliğine saldırmak, verdiği sözü geçerli bir sebep olmadığı halde tutmamak, dinini ve milliyetini küçük düşürecek hareketlerde bulunmak gibi adetleri tekrar edenlere uyarılar ve uygun uyarılarla dikkatleri çekilir ve gerektiğinde  azarlanırlar. Bu uyarılar ve azarlamalarla  iyi bir hale dönmeyeceği anlaşılanlar kulüpten ihraç işlemi ile karşılaşırlar.
    Madde 32- Yukarıdaki maddeler gereğince kulüpten ihraç olunanlar hakkında gerek İstanbul’da gerekse taşrada bulunan diğer spor kulüplerine de bilgilendirme yapılacak ve onların da bu kişilere karşı dikkatleri çekilecektir.

    Madde 33- Her üye spora uygun elbise ve malzemeyi kulüp tarafından verilen numuneye göre kendi adına edinmeye mecburdur.

    Madde 34- Kulübün kırtasiye, kahve, su gibi çeşitli harcamaları aylık aidatın yüzde onunu geçmeyecektir. 

    Madde 35- İşbu tüzük hükümlerinin bazılarının iptali ve değiştirilmesi veya bazı maddelerin eklenmesi hakkında verilecek teklif genel kurul tarafından uygun görüldüğü takdirde değerlendirilecektir.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’nin Açılışı. Fenerbahçe Tarihinin Birbirinden Ünlü Simaları Bir Arada (İdman Dergisinden)

    Tüzüğün Detayları

    Meşhur 2.maddenin de yer aldığı tüzüğün giriş bölümünün Hulusi Bey tarafından yazıldığını; aynı dönemde kurduğu ve teşkilatlandırdığı derneklerin kuruluş amaçlarına, yayınlanan mektubundaki ifadelere bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. İttihat ve Terakki ile Fenerbahçe’nin ilişkisinin fikri olarak Jön Türklere dayandığını “Kurucular”ı anlatırken defalarca ortaya koymuştuk.Tüzüğün yazılış öyküsü bize, Hulusi Bey’in bu ilişkiyi bir adım ileriye taşıma amacında olduğunu göstermektedir. Bu amaç doğrultusunda yazılan maddelerden bazıları kurucu kadronun müdahalesi ile engellenmiştir.

    Fenerbahçe’nin 1913 tüzüğünde, giriş bölümdekilerin haricinde dikkat çekici bazı maddeler de yer almaktadır. Bunlardan bazılarında Cemiyetler Kanunu’nda yer alan bazı hükümler aynen yer bulmuşlardır. Tüzüğün 7.maddesine göre 20 yaşını doldurmayanlar kulübe üye olamazken, gençleri de kulüp bünyesinde tutmak için bir çeşit “öğrenci üyeliği” sistemi geliştirilmiştir. 11.Maddede yer alan üye olacakların “cinayetle mahkum ve medeni haklarından mahrum olmaması” gibi nitelikleri Cemiyetler Kanunu’ndan alınarak sıralanmıştır.

    Fanfar

    Tüzüğün 6.maddesinde yer alan “Fanfar” ise en ilginç konulardan biri olarak Fenerbahçe Tarihi’nde yer almaya adaydır. Fransızca “Fanfare” kelimesinden gelen “Fanfar” sadece üflemeli çalgılardan oluşan küçük çaplı bir orkestra anlamını karşılamaktadır. Tüzükte yer alan bu bilgi bize, kulübün o dönemde bir orkestrasının varlığını söylemektedir. Nitekim Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde kulübe yaptığı ziyaretin yer aldığı gazete haberlerinde kulübün orkestrasının varlığına ilişkin maddi kanıtlara da rastlanmıştır. Bu da bize, en azından, 1913 – 1922 yılları arasında kulübün bir orkestrası olduğunu göstermektedir.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin 1913 Tarihli Tescil Evrakı

    Tescil Yılı : 1913

    Fenerbahçe’nin devlet tarafından tescil tarihinin 1908 ya da 1909 yılı olmadığını yazımızın ara değerlendirmesinde belirtmiştik. Bununla ilgili ilk dayanak noktamız Cemiyetler Kanununun çıkış tarihi ve bu tarihe kadar cemiyetler için herhangi bir düzenleme olmadığıydı.

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü hangi yıl tescil edildi? Sorunun cevabı 1913’tür.

    Bu cevabı 3 belgeye dayanarak veriyoruz.

    İlki Profesör Erhan Afyoncu ve Profesör Vahdettin Engin’in Devlet Arşivlerinde buldukları “Spor Kulüplerinin Kuruluş Tarihleri ve Amaçları” başlıklı bu defterin sayfalarından birinde yer alan Fenerbahçe’ye ait satırlar. Transkripsiyonunu aşağıda görebileceğiniz bu belgede dikkat edilirse 1913 Tüzüğünün 2.maddesi aynen yer almıştır. Belgede tescil tarihi doğrudan yer almasa da Hulusi Bey’den sonra başkan olan Hamit Hüsnü Bey’in idare heyetinde başkan sıfatıyla yazılması, tarihleme yapmamız için yeterlidir.

    Spor Kulüplerinin Kuruluş Tarihleri ve Amaçları

    Cemiyetin Ünvanı : Fenerbahçe Spor Kulübü

    Maksad-ı Tesisi : Memlekette terbiye-i bedeniye ve fikriyenin teminine çalışmak ve şebban-ı vatanı mübareze-i hayata ve meşak ve esfar-ı askeriyeye alıştırmak üzere.
    (Ülkede beden eğitimi düşüncesinin yaygınlaştırılması için çalışmak ve ülke gençlerini hayat mücadelesi ile askeri seferler ve zorluklara alıştırmak üzere)

    Merkez İdaresi : Kadıköy’ünde Kuşdili Çayırında

    Tarih-i Tesis : 1323 (1907)

    Heyet-i İdaresi
    Reis-i Umumi : Hamid Hüsnü Bey
    Reis: Fuad
    Kaptan-ı Umumi: Galip
    Kasadar: Hakkı
    Katib-i Umumi: Hüseyin Hüsnü beylerden mürekkeptir.

    Tüzük ve Tescil
    Fenerbahçe’nin 1913 Tarihli Tüzüğü

    1913 Tüzüğünün ilk maddesinde “1907 yılında kurulmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübü, 1913 yılında, Cemiyetler Kanunu hükümlerine göre, hükümetin resmi iznini elde etmiştir” demektedir. Kulübün tescil tarihi ile ilgili dayandığımız ikinci belge de tüzüktür. Nitekim hem defterde hem de tüzükte yer alan tarihler birbirleriyle eşleşmektedir.

    Tüzük ve Tescil
    12 Mart 1941 Tarihli Resmi Gazete

    Öne sürdüğümüz tescil tarihini kanıtlayan son belge ise 1941 tarihlidir. Bu belgede kulüplerin yapısına ilişkin düzenlemeler yapılırken tescil tarihlerine de yer verilmiş, Fenerbahçe’nin tescil tarihi 14 Mart 1913 olarak yazılmıştır. Aynı belgede Galatasaray’ın tescil tarihi ise 15 Ağustos 1913 olarak yazılmıştır. Bu belge, devlet kayıtlarında Nasuhi Esat’ın sözünü ettiği ve Fenerbahçe Tarihini yazanların istisnasız kabul ettiği 1908 tarihli tescil bildiriminin yer almadığını göstermekte; sözü edilen tarihte sadece bir bildirim yapıldığı ihtimalini ise kuvvetlendirmektedir.

    “İlk”

    Fenerbahçe’nin kuruluş yıllarındaki “tüzük ve tescil” öyküsünü iki açıdan değerlendirmek gerekir.

    İlki, 1908-1913 dönemi siyasi olaylarının bu öykünün yazılmasına olan etkisidir.

    Meşrutiyetten sonra kulübün birkaç maddeden oluşan tüzüğü ile devlete yaptığı beyan, İttihat ve Terakki’nin cemiyetler üzerine çalışan üyesi aynı zamanda kulüp başkanı Hulusi Bey’in Fenerbahçe’yi “spor kulübü” kimliğinden ayrı tutarak yazdığı tüzüğe yapılan müdahale ve o meşhur ikinci madde… Bu etkiyi bize gösteren unsurlardır.

    İkinci açı ise spor tarihi yazımında “ilk” olma tutkusunun tescil hikayesinde kendini göstermesidir.

    Fenerbahçe’nin tartışmasız kuruluş yılı “1907” olarak tarihe geçmişken, bu tarihin kağıda geçirildiği iddia edilen “1908” yılı, “ilk tescil edilen spor kulübü” nitelemesi ile birlikte tarih yazımımızda yer almaktadır. Kanımızca Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün 1909 yılında kurulduktan yıllar sonra, kuruluş tarihini 1903 olarak değiştirerek “ilk” olma iddiasında bulunması Fenerbahçe tarih yazımına etki etmiştir. Tıpkı 1901 yılında kurulup, kapatılan “Black Stocking” kulübünün kuruluş tarihinin bugün hala Fenerbahçe resmi sitesinde “gerçek kuruluş yılı” başlığı altında 1899 tarihi ile yer alması gibi.

    Buna benzer bir örneğe Galatasaray tarih yazımında da rastlanmaktadır. Fenerbahçe ile beraber 1913 yılında tescil olan Galatasaray, bugün resmi internet sitesinde tescil öyküsünü şöyle anlatmaktadır: “1905’te Osmanlı İmparatorluğu’nda bir dernekler yasası bulunmadığından, Galatasaray Spor Kulübü yasal olarak tescil edilme olanağını bulamamıştır. 1912 yılında Cemiyetler Kanunu çıkarıldıktan sonra, kulüp yasal bir kimlik kazandı. Yetkili makamlara kulüplerin tüzükleriyle birlikte, kurucu üyelerin ad ve adreslerinin de bildirilmesi zorunlu tutulduğundan, istifa eden ya da eğitimlerini tamamlayarak ülkelerine dönen üyeler ilk listeden çıkarılmış ve 1 Eylül 1913’te kurucu liste yeniden düzenlenmiştir.”

    Bildiğimiz kadarıyla 1912 yılında çıkarılan bir cemiyetler kanunu olmadığına göre, Galatasaray tarihçileri geç tescil edilmelerinin nedenini 1909 çıkan kanunu 1912 yılında çıkmış şekilde yazarak kamufle etmek istemişlerdir.

    Belirttiğimiz ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün 1910 yılındaki tescil evrağı incelendiğinde de görüleceği gibi, kulüplerin tescil evrakları beyanları üzerine verilen birer “ilmühaber”den ibarettir. Köklü kurumların tarihini yazarken birçok konuda ısrarla yer verilmek istenen “ilk” olma nitelemesinin tarihin devinimi içerisinde atfedildiği kadar önemi yoktur.

    Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Okuyacağınız bu yazının konusu, eski bir Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey… Selanik’te başlayıp Paris-İstanbul-Berlin-Moskova-İzmir’de devam eden ve Ankara’da sonlanan hikayenin kahramanı; hakkında üç kez idam cezası verilmiş, Meşrutiyet döneminin baş aktörlerinden olan bir İttihatçı… Doktor Nazım Bey’in hikayesi ile karşınızdayız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yazının Öyküsü

    Kaleme aldığımız yazıların, yaptığımız araştırmaların hepsinin şüphesiz bir hazırlanış öyküsü var. İtiraf etmeliyiz ki hiçbirisi bu yazınınki kadar etkileyici değil.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Tarihi’nin aydınlatılmaya en çok ihtiyaç duyulan meselelerinden biri olduğunu hepimiz biliyorduk. Bununla beraber “Atatürk’e suikast düzenleyen Fenerbahçe Başkanı” yalanının popülist spor tarihçiliği (daha doğrusu tarih denemeciliği) için tükenmez bir kaynak olması, konuyu aydınlatmamızın zorunluluğuna olan inancımızı da hep canlı tutuyordu. Fenerbahçe Tarihinde Doktor Nazım’ın varlığına ilişkin maddi bir kanıt bulmak için yaptığımız arşiv taramalarından sonuç alamamıştık.

    Doktor Nazım Bey’in adı Fenerbahçe resmi kayıtlarına Rüştü Dağlaroğlu’nun yazımı ile girmişti. Dağlaroğlu yayınladığı kurucular listesinde Doktor Nazım Bey’e yer vermiş, ancak meslek kısmını boş bırakmıştı. Fenerbahçe resmi kayıtlarında adının sadece başkanlar listesinde bir fotoğrafı ile yer alması dışında kulüpteki günleri hakkında hiçbir bilgiye sahip değildik. Bu durumda ikincil kaynaklara başvurduk.

    Doktor Nazım Bey hakkında 1988 yılında bir doktora tezi yazan Profesör Ahmet Eyicil’in satırlarında, 19 Nisan 1971 tarihinde Fenerbahçe Kulübü’ne Doktor Nazım Bey’in başkanlığına dair bilgi isteyen bir mektup yazdığına ve karşılığında Doktor Nazım Bey’in 1916 yılında Fenerbahçe’de başkanlık yaptığını doğrulayan bir mektup aldığına ilişkin bir dipnota rastladık.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe başkanlığına ilişkin Soner Yalçın’ın 2004 yılında yayınlanan “Efendi” isimli kitabındaki detaylar ise konu hakkındaki kısıtlı bilgilerimizi giderecek nitelikte değildi. Soner Yalçın’ın kaynak göstermeden verdiği bilgiye göre; “Doktor Nazım, 1917 yılının Aralık 17’sinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-3’lük yenilgisi ile sonuçlanan maçı İttihatspor Sahası’nda ‘Başkan’ olarak izlemişti” ve Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda oynanan bu maç öncesinde Doktor Nazım Bey, “cephede olan Fenerbahçe takımı oyuncularının maça yetiştirilmesi için çaba göstermişti.”

    Doğrulanmaya muhtaç olan bu bilgiler için maç kayıtlarına baktığımızda maçın yazılanın aksine 21 Aralık’ta oynandığı görülmekteydi. Başkan olduğuna dair verilen tarih ise, kulübün kayıtlarındaki 1916 yılı ile çelişmekteydi. Ayrıca maçın haberini yapan Tasvir-i Efkar gazetesinde maç ile ilgili bir çok detaya yer verilmesine rağmen Doktor Nazım Bey’in ismine rastlanmıyordu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    22 Aralık 1917 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde Fenerbahçe-Galatasaray maçının haberi

    Sürpriz Haber

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe’deki günlerine ulaşma çabalarımız belge ve kaynak yetersizliğine rağmen devam ederken, eş zamanlı olarak Fenerbahçe Anı Defteri üzerinde yaptığımız incelemelerde bir imza dikkatimizi çekti. İmzadaki ismin “Nazım” olduğuna emindik. İmza sahibinin Doktor Nazım Bey olma ihtimali karşısında çalışmaya başladık. İmzanın üzerindeki metnin çevirisini yaptıktan sonra, metni tarihlendirdik. İmzanın yanında tarih olmadığı için, önceki ve sonraki sayfalarda, metne en yakın tarihlerden bir aralık belirledik. “Nazım”, Fenerbahçe’yi  9 Nisan 1915 ile 23 Nisan 1915  tarihleri arasında ziyaret etmişti.

    Topladığımız bu verileri Doktor Nazım Bey’in evrakını elinde bulunduran çok kıymetli bir “büyüğümüze” ilettik ve imzanın Doktor Nazım Bey’e ait olup olmadığını sorduk. Kendisinden gelen cevap “Evet”ti. Gönderdiğimiz imza, Doktor Nazım Bey’in mektuplarının altındaki imza ile karşılaştırılmış ve eşleşmişti.

    Eşleşme haberinden sonra arşivlerde Doktor Nazım Bey’in el yazısının olduğu belgeleri aramaya devam ettik ve aradığımızı Taha Toros Arşivi’nde bulduk. Doktor Nazım Bey’in, 10 Mayıs 1907’de yazdığı mektuptaki el yazısı ve imza detaylarını Anı Defteri’ndeki yazısıyla karşılaştırıp, sözlü teyitten sonra maddi teyidi de yapmış olduk.

    Fenerbahçe’nin eski bir başkanının kulübün anı defterinde izini bulmamız, üstelik hakkında bu kadar az bilgi ve belgeye sahipken, Fenerbahçe Tarihi açısından çok önemli bir gelişme. Bu gelişmenin önemine dair yapacağımız vurguları yazımızın sonuna bırakarak, Doktor Nazım Bey’in hayatından satır başlarını aktarmaya başlıyoruz.

    Doktor Nazım Bey’in Ahmet Rıza Bey’e yazdığı mektup ve imzası

    Paris

    Nazım Bey, 1872 yılında Selânik’te doğdu. ilk eğitimini burada aldı. Önce Askeri Tıbbiye Lisesi’ne, ardından Mekteb-i Tıbbiye’ye girdi. Daha henüz öğrenciyken, İttihat Terakki’nin temelini oluşturan İttihad-ı Osmani Cemiyeti’ne üye oldu. Cemiyet içinde aktif görevler aldı ve 1893’te cemiyet tarafından Paris’e gönderildi. Öğrenimini tamamlamak için Sorbonne Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. Paris’teki İttihatçı gençleri bir araya toplamak amacıyla 1895’te Meşveret Gazetesi’ni yayınlayan kadronun içinde yer aldı. Abdülhamid yönetimini eleştirdi. Yazılarında muhalefetin örgütlenmesini savunan Doktor Nazım Bey, 1894’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Cemiyetin kadrolaşma ve teşkilatlanma görevini 1907’den itibaren üstlendi. Yurt içinde ve dışında yeni şubeler açılmasını sağladı. Bu çalışmalarından dolayı Doktor Nâzım Bey “vatan haini” ilan edilerek sonraki yıllarda 2 kez daha yüzleşeceği idam cezalarının ilki ile yüzleşti. İttihat Terakki’nin 27 Eylül 1907’de Selanik’te yaptığı ikinci kongresinden sonra kılık ve kimlik değiştirerek, gizlice İzmir’e geldi.

    İzmir’de Bir Teşkilatçı

    Doktor Nazım Bey ile İttihat Terakki Cemiyeti yöneticileri, Selanik’teki kongrede bir ihtilalin yapılmasına karar vermişlerdi. Abdülhamid’e karşı Meşrutiyeti yeniden ilan etmek için gerçekleştirilecek ihtilali o dönemde sadece İzmir Kolordusu önleyebilirdi. Doktor Nazım Bey İzmir Kolordusu subaylarını cemiyete üye yapmaya ve onların yardımı almaya çalıştı. İzmir’de çeşitli yerlerde toplantılar düzenleyip kadrolaşmayı sağladı. Sadece İzmir’de değil Ege Bölgesinin tamamında özellikle Aydın ve Denizli’de tanınmış kişileri cemiyete üye olarak kazandırdı.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Meşveret gazetesi… En altta “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin vasıta-i neşriyatıdır” yazılı.

    Meşrutiyet’in Yeniden İlanı

    Meşrutiyet yeniden ilan edildiğinde Doktor Nazım Bey İzmir’deydi. Onun faaliyetleri sayesinde, İzmir Kolordusu askerleri Meşrutiyet’e karşı harekette bulunmamışlardı. Hatta Selanik’e gönderilen İzmir Kolordusu’nun ilk taburları rıhtıma çıkınca silahlarını bırakıp göğüslerine hürriyet işaretlerini takarak Hürriyet hareketine katılmışlardı. Doktor Nazım Bey, Meşrutiyet’in yeniden ilanını haber alır almaz Selânik’e gitti ve bir süre orada kaldıktan sonra 27 Temmuz 1908’de İzmir’e döndü. İzmir’e dönüşünde halkın söylediği “yaşasın hürriyet” tezahüratlarıyla karşılandı. 

    Katib-i Umumilik ve Esaret

    İttihat Terakki yapılanmasının en önemli görevi olan ve günümüzde “genel sekreterlik” olarak tanımlanan Katib-i Umumilik görevini 3 Temmuz 1909 – 23 Temmuz 1910 tarihleri arasında sürdürdü. 1908-1918 yılları arasında da cemiyette Merkez-i Umumi üyesi olarak yer aldı. Bu görevlerde bulunduğu sırada Avrupa’ya öğrenciler gönderdi. Balkan Savaşı esnasında Kızılay  Hastahanesi Başhekimliği yaptı. Selanik işgal edilince Yunanlılar’a esir düştü ve Atina’da 11 ay hapsedildi. I. Dünya Savaşı’ndan birkaç ay önce esaretten kurtularak İstanbul’a geldi.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi, üzerinde “Kanun-i Esasi (Anayasa)” yazan bayraklarla kutlanıyor

    Sonun Başlangıcı

    Doktor Nazım Bey, I. Dünya Savaşı sırasında askere gitmek istediyse de arkadaşları tarafından İttihat Terakki’nin Merkez-i Umumi üyeliği görevinde kalması daha uygun bulundu. Savaş esnasında Talat Paşa’nın ısrarı ile 21 Temmuz 1918’de Eğitim Bakanlığı görevini üstlendi. Üç ay süren bu görevi sırasında devlet malını titizlikle koruduğu, hatta şahsına ayrılan makam arabasına bile binmediği dönemin tanıklarının anılarında yer almaktadır. Savaşın kaybedilmesi ile birlikte önde gelen diğer İttihatçılarla beraber İstanbul’dan ayrıldı ve 1 Kasım 1918 gecesi bir Alman torpidosuyla Sivastopol’a, oradan da Berlin’e gitti. İttihat Terakki’nin ilk yargılanması olan 5 Temmuz 1919 tarihli duruşma sonucunda Divan-ı Harb-i Örfi tarafından idam cezasına çarptırıldı. Bu onun için verilen 2.idam kararıydı.

    Berlin-Moskova

    Doktor Nazım Bey, Berlin’de iken İngiliz ve Fransızlar karşısında ezilen müslüman milletlerin haklarını korumak için “İslam İhtilalleri Cemiyeti”nin kurulması çalışmalarına katıldı. Halklarının çoğunluğu müslüman olan devletlere mektuplar, bildiriler gönderdi. Enver Paşa’nın esir düştüğünü öğrenince onu kurtarmak amacıyla Moskova’ya gitti. Hapisten çıkarılmasını sağladıktan sonra tekrar Berlin’e döndü.

    Berlin’de müslüman milletlerin lehinde propaganda yapmak amacıyla bir büro açtı. Burada yaptığı çalışmalarda Anadolu’da devam eden Milli Mücadele tarafında yer aldı. İttihatçıların Milli Mücadele’ye katkı sağlayacaklarını belirterek, ülkeye dönüşlerine izin verilmesini yazdığı bir mektup ile Mustafa Kemal Paşa’dan istedi, ancak cevap alamadı.

    1921’de tekrar Moskova’ya gitti. Enver Paşa’nın yanında kalarak onun Anadolu’ya geçerek Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif bir pozisyon almasını engellediği bazı kaynaklarda yer aldı. Berlin’deyken Ermeni katliamıyla suçlanan İttihatçı arkadaşı Bahaeddin Şakir’in 1922’de bir suikast sonucu öldürülmesi ile hayatı hakkında endişelenmeye başladı. Milli Mücadele’nin başarıyla sonlanmasının ardından siyasete karışmaması şartıyla İzmir’e geldi. İzmir’de yaşamını sürdüren Doktor Nazım Bey’in hayatı Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından verilen idam cezasının uygulanması ile 1926’da Ankara’da son buldu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    İstanbul’un işgalinden sonra Malta’ya sürgüne gönderilenler arasında elbette İttihatçılar çoğunluktaydı.

    Mustafa Kemal Paşa – Doktor Nazım İlişkisi

    Suikast Girişimi Davası yargılamaları ile ilgili değerlendirmelerimize başlamadan önce, Doktor Nazım Bey’in Mustafa Kemal Paşa ile ilişkisine yer vermenin doğru olacağını düşünüyoruz. Öncelikle Doktor Nazım Bey’in Fransız devlet yönetim sistemini benimsediğini, “laik ve demokratik” bir anlayışa sahip olduğunu söylemeliyiz. Bu yönüyle Mustafa Kemal Paşa ile paralel bir düşünce yapısındaydı. Doktor Nazım Bey ile Mustafa Kemal Paşa’nın hayatı Çanakkale Savaşları’ndan sonra Mustafa Kemal Bey’in terfi meselesinde kesişti. Profesör Ahmet Eyicil, savaştan hemen sonra İttihat Terakki Merkez-i Umumi toplantısında gerçekleşen terfi tartışmasında yaşananları şöyle özetlemiştir:

    “Doktor Nazım, Talat Paşa’ya Mustafa Kemal’in terfi meselesinin neden uzadığını sordu. Talat Paşa, terfi işinin Enver Paşa’ya ait olduğunu söyledi. Bu defa Doktor Nazım öfkeyle aynı soruyu Enver Paşa’ya sordu. Enver Paşa onun daha fazla konuşmasına fırsat vermeden “işin bana ait olan kısmı bitmiştir. Padişaha arz olundu. Bugün yarın Mustafa Kemal Bey generalliğe terfi etmiş olacaktır” dedi. Bu cevap üzerine Doktor Nazım Bey ayağa kalkarak Enver Paşa’yı kucakladı ve yanaklarından öptü.”

    Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey, İttihat Terakki’ye 1908 yılından sonra Trablusgarp delegesi olarak katılmıştı. Cemiyetin bir üyesi olsa da yöntem olarak ordunun siyasetten ayrılmasını savunan Mustafa Kemal, askeri gücün ve uygulamaların hayli etkin olduğu bu oluşumun içinde aktif olarak yer almamıştı. İsmet İnönü “Hatıralar” adlı kitabında Mustafa Kemal – İttihat Terakki ilişkisi için şunları yazmıştır: “Mustafa Kemal İttihatçıları her dönem tehlikeli bulmuştu. Onlarla ilişkilerinde ihtiyatlı davranmaya dikkat etmişti. Kısacası Mustafa Kemal Paşa, İttihat Terakki’yi çok iyi biliyor ve tanıyordu”

    Mustafa Kemal Atatürk, Yüzbaşı rütbesiyle…

    Suikast Girişimine Giden Yol

    Osmanlı’nın son yıllarında gerçekleşen olaylar ve İttihat Terakki’nin idaresi altında olan devletin I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla Türkiye bir yönetim boşluğuna düştü. Ülke fiilen işgal altındaydı. Mustafa Kemal Paşa, işgal dönemindeki yönetim boşluğunu Milli Mücadele’yi örgütleyerek doldurdu. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra, Cumhuriyet 1923 yılında ilan edildi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa, yukarıda da belirttiğimiz gibi demokratik ve laik bir devlet sistemine inanıyordu. Gerek imparatorluk mirasından gerekse yerleşmiş geleneklerden kaynaklanan zorluklara rağmen “Türk Devrimi” uygulamaya konuldu. Türk milletinin, sosyal ve siyasal alanlarda çağın gereklerine uygun bir sistem içerisinde yaşaması ideali Cumhuriyet ile birlikte hedef olarak belirlenmişt. Şüphesiz bu dönem muhalif düşünceler de ortaya çıktı. Özellikle laiklik ilkesinin devlet sistemine hakim olması gelenekçi askerler ve siyasetçilerin rahatsızlığına neden oluyordu. Devrim faaliyetlerinin başlaması sonucunda birkaç sene önce yitip giden bir milletin, üstelik dünyanın en önemli coğrafyalarından birinde, tekrar ayağa kalkması, yabancı devletlerin müdahalesini de geciktirmedi. Şeyh Sait İsyanı bu müdahaleye örnek bir olay olarak tarihe geçti.

    Mustafa Kemal Paşa, devrim kanunlarını çıkartırken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kozmopolit yapısı dolayısıyla sıkıntı yaşıyor, muhalif cephe Kurtuluş Savaşı’nın diğer paşaları etrafında birleşiyordu. Profesör Tarık Zafer Tunaya, bu dönemi en iyi ifade eden değerlendirmeyi “Gerginliğini kaybetmeyen siyasal hava” şeklinde yapmıştır. Özellikle İstanbul Basınının Ankara’ya olan eleştirilerinin sürekli hale gelmesi havayı daha da gerginleştiriyordu. Bu siyasi hava içerisinde genç cumhuriyetin ilk muhalefet partisi kuruldu. 1924 Yılı Kasım ayında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile muhalefet tek çatı altında örgütlenmeye başladı. Ancak partinin ömrü kısa oldu ve Şeyh Sait isyanı sonrasında Haziran 1925’te kapatıldı.

    İzmir İstiklal Mahkemesi

    Bu siyasi gerginlik içerisinde, aralarında bazı milletvekillerinin ve eski İttihatçıların da olduğu kişiler Mustafa Kemal Paşa’ya suikast planladılar. İzmir’de yapılacak suikast öncesinde yapılan bir ihbar sonucu suikast olayı bir girişim olarak kaldı. Olağanüstü bir yargı organı olan ve aldığı kararların temyize götürülemeyeceği İstiklal Mahkemesi İzmir’de kurularak 15 kişinin idamına karar verdi. Aralarında Kazım Karabekir, Ali Fuat, ve Refet Paşaların da olduğu 24 kişi ise beraat etti.

    Ankara İstiklal Mahkemesi ve Tasfiye

    Suikasti planlayanları ve eylemi gerçekleştirecek olanları İzmir’de cezalandıran mahkeme, Ankara’da siyasi yargılama yapmaya karar verdi. Bu defa suikast ile ilişkisi olmayan ancak yeni rejim için tehlikeli olduğu düşünülen eski ve önemli İttihatçılar yargılanacaktı. Bu bağlamda İzmir’de tutuklanan Doktor Nazım Bey de Ankara’ya götürüldü. Muhalefetin varlığından güç alanların, suikastı gerçekleştirmeye fırsat bulamadan yakalanıp cezalandırılmaları, siyasal ortamın yeniden şekillendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştı.

    Profesör Vahdettin Engin ve Profesör Tarık Zafer Tunaya’nın “Hesaplaşma”, Erol Şadi Erdinç’in “Tasfiye” olarak tanımladığı davada; Doktor Nazım Bey, Cavit Bey gibi önemli İttihatçılar yargılandı.

    Bugün TBMM arşivinde yer alan duruşma tutanaklarında da görüleceği üzere, sanıklara suikast ile ilgili bir tek soru bile sorulmadı. İttihat Terakki’nin faaliyetleri yargılanıyor, sanıklara siyasi hayatları üzerinden sorular soruluyordu. Dönem Basını bu yargılamalar sürerken “İttihat Terakki Belasından Kurtuluş manşetleri atıyordu.

    Profesör Tarık Zafer Tunaya, tutanaklara dayanarak yaptığı değerlendirmede, “mahkeme heyetinin tarihsel bilgi ve belgeye sahip olmadığını” belirtir. Ona göre; “yargılayanlar, yargılananlara kişisel anılarına ve rivayetlere dayalı sorular sormuşlardı”

    Erol Şadi Erdinç, Cavit Bey’in çok parlak bir savunma yapması üzerine, Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya’nın “Ben seni şimdi asmayayım da ne yapayım?” demesini aktarır. Bu anektod mahkemenin yapısını ortaya koyan önemli bir örnektir.

    Profesör Vahdettin Engin; “Kimin suçlu kimin suçsuz olduğu konusunda çok hassas davranılmadı” değerlendirmesiyle yukarıdaki yargıları desteklemektedir.

    Sanıkların avukat tutmasına izin verilmeyen yargılamalar idam ile sonuçlandı ve aralarında Doktor Nazım Bey, Cavit Bey gibi İttihatçıların olduğu 4 kişi idam cezasına çarptırılırken 8 kişi de hapis cezası aldı. Doktor Nazım Bey  “Fesh olmuş bir partiyi (İttihat Terakki) yeniden canlandırmak için propaganda yapmak” suçundan 26 Ağustos 1926 gecesi idam edildi.  Son sözleri: “Efendiler, bu mesele ile katiyen alakam yoktur. Kusurum yoktur” oldu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Ankara İstiklal Mahkemesi’nin Doktor Nazım Bey’i yargıladığı zabıtların başlangıç sayfası

    “Günahsız Arkadaşlar”

    Ankara İstiklal Mahkemesi’nin yargılamaları sonucunda ülkede muhalefetin etkinliği kalmamış oldu. Cumhuriyet rejimi devrimi yerleştirmek için gerekli siyasi ortamı böylece yakaladı. Falih Rıfkı Atay bu durumu şöyle açıklamıştır: “Yeni rejimin otoritesi İzmir ve Ankara sehpalarının üzerine tutundu. Mustafa Kemal Paşa’ya başladığı devrimi tamamlama fırsatını verdi.”

    Bunlarla beraber Profesör Vahdettin Engin’in aşağıdaki satırlarının, bu meselenin olası sonuçları hakkında en isabetli değerlendirme olduğunu söyleyebiliriz: “Suikast girişiminin başarılı bir istihbarat faaliyeti ile sonuçsuz kalması ülke için şans olmuştur. Eğer başarılı olsaydı, kaos ortamına girilir, iktidarı ele geçiren kadrolar ülkeyi felakete sürüklerdi”

    Ankara İstiklal Mahkemesinin verdiği idam kararları özellikle Doktor Nazım ve Cavit Beyler özelinde dönem üzerinde araştırma yapan tarihçilerin tamamı tarafından haksız olarak nitelendirilmektedir.

    Uğur Mumcu, “Gazi Paşa’ya Suikast” kitabında “Doktor Nazım ve Cavit Bey gibi İttihatçılar suikast ile uzaktan yakından bir ilgileri olmamalarına karşın ölüm cezasına çarptırılmışlardır.” değerlendirmesinde bulunur.

    Falih Rıfkı Atay, 1968 yılında yayınladığı “Çankaya” adlı kitabında  “Cavit ve arkadaşlarının suikastçı olamayacaklarını biliyorduk. Günahsız arkadaşların ölümden kurtulamamış olmalarına hala vicdanım yanar” demektedir.

    İzmir İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp beraat eden Kazım Karabekir Paşa’ya göre ise: “Her inkılapta olduğu gibi, ilk zamanda birlikte çalışanlar, maksat hasıl olduktan sonra or­taya çıkan parazitler yüzünden bu birliği kaybederler.”

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Doktor Nazım Bey Ankara İstiklal Mahkemesi’nde

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Doktor Nazım Bey’in idam ile sonuçlanan yaşam öyküsü iniş çıkışlarla doludur. Cinayete kurban giden babasının yokluğunda öğrenimini tamamlamış ve Jön Türk fikirlerini benimseyerek iyi bir teşkilatçı olarak Osmanlı’nın son dönemine hükmeden İttihat Terakki’nin en etkili isimlerinden biri olmuştu. Doktor Nazım Bey, siyasi hayatı boyunca 1918’de getirildiği Eğitim Bakanlığı dışında hiçbir memuriyeti kabul etmemişti. Bu görevi de Talat Paşa’nın yoğun ısrarları sonucu kabul ettiği dönemi inceleyen tüm kaynaklarda ve mahkemedeki ifadesinde yer almaktadır.

    Siyasi hayatının satırbaşları ve yargılanmasının detaylarından sonra Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey için değerlendirmelerimize başlayabiliriz.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Başkanı olmasını, ülkenin savaşta olduğu yıllarda yürütülen bir siyasi faaliyetin, teşkilatçılığın bir sonucu olarak açıklamak mümkündür. Kendisinden önceki Başkan Hamit Hüsnü Kayacan’ın İttihatçı arkadaşı Doktor Nazım Bey’i kulübe kazandırdığı açıktır. Gençlerle iyi anlaşan, öğretici bir karakterinin olması bu siyasi faaliyeti yürütmesine şüphesiz etki etmiştir.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    15 Mayıs 1330 (1914) tarihli İdman dergisinde Hamit Hüsnü Kayacan (soldan ikinci) : Kadıköyü’nde Union Club’de Donanma menfaatine icra olunan idman müsabakalarında Bahriye Nazırı Cemal Paşa hazretleri ve sair zevât-ı kiram mükâfat tevzi ederler iken…

    Doktor Nazım Bey’i Fenerbahçe Tarihi’ne yazarak “mazinde bir tarih yatar” sözünü adeta ispat eden Rüştü Dağlaroğlu’nun verdiği bilgiye göre bir yıldan az bir süre başkanlık yapmıştır. Başkanlık dönemi ile ilgili herhangi bir faaliyette, maçta ya da olayda ismine rastlamadığımız Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Spor Kulübü’ndeki tek izini bulmanın gururu ile, yazımızın başında bahsettiğimiz Anı Defteri’ndeki yazısını ve imzasını yayınlıyoruz. Çalışmalarımız ve umudumuz bu dönem için daha fazla bilgi ve belge bulmak üzerinedir. Doktor Nazım Bey, henüz başkan değilken Fenerbahçe’yi 9 Nisan 1915 ile 23 Nisan 1915 tarihleri arasında bir tarihte ziyaret etmiş ve Anı Defterine şu satırları kaydetmişti:

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ndeki yazısı.

    “Memleketimizde spor oyunlarının …… edildiği (azaldığı) bir zamana tesadüf ettiğine müteessifim” 

    Nazım

    Bu satırlarında Doktor Nazım Bey, kulübü ziyaret ettiği sırada savaş dolayısıyla ülkede spor oyunlarının sık yapılamadığı için üzüntüsünü belirtmiştir. Ziyaretin gerçekleştiği dönemde, 2 Temmuz 1915 – 24 Aralık 1915 tarihleri arasında, Fenerbahçe futbol takımının sadece 6 maç yaptığı kayıtlıdır. Böylece Doktor Nazım Bey’in sık maç yapılamadığı için duyduğu üzüntüyü anı defterine kaydettiği ziyaret, maç kayıtları tarafından da doğrulanmıştır.

    Zenginlik…

    Yazdıkları gayrimeşru satırlarda; gerçekleri, cehaletin karanlığını beslemek için kurban eden tarih bezirganlarının kafalarını, yaptığımız her yayın ile birlikte, gömdükleri çukurlardan bir daha çıkarmamaları için son söz olarak şunu söylüyoruz: Tarih yazmaya çalışırken yaptığınız kasıtlı “Anakronik” hatalardan kaynaklanan  “Doktor Nazım, Atatürk’e suikast düzenlediği için idam edildi” yalanınız bu yazıyla beraber yok olmuştur.

    Bugün, ona atfedilen suç ile ilgisi olmadığı ortaya çıkmış olsa da, kısa bir süre başkanlığını yaptığı Fenerbahçe’ye olan nefretlerini onun üzerinden kusacaklara karşı, Doktor Nazım Bey’in hikayesinin gerçekleri yukarıda yazılıdır. Doktor Nazım Bey; siyasi faaliyetleri, hayatının dönemeçlerinde aldığı kararlar bir yana Fenerbahçe Tarihi’nin bir zenginliğidir. 110 Yaşındaki küçücük bir defterde onun imzası ile Mustafa Kemal Paşa’nın imzası arasında sadece bir yaprak vardır. Fenerbahçe’yi seven ziyaretçileri; Meclis-i Mebusan üyelerinden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin milletvekillerine, Saltanatı İstanbul’dan çıkarmaya gelen Refet Paşa’dan, o saltanatın üyelerinden olan Şehzade Ömer Faruk ve Şehzade Osman Fuat Efendilere uzanan büyük bir topluluktur. Çağı aşan bu zenginlik; farklı düşünen, hayata farklı bakan kişilerin ortak paydası olarak Fenerbahçe’nin gururudur.

    *Doktor Nazım Bey ve İzmir Suikast Girişimi ile ilgili çalışmalarıyla ufkumuzu açan; başta artık aramızda olmayan Erol Şadi Erdinç, Uğur Mumcu, Tarık Zafer Tunaya, Falih Rıfkı Atay ve Kazım Karabekir olmak üzere; sayın Murat Bardakçı, Prof. Dr. Erhan Afyoncu, Prof. Dr. Vahdettin Engin ve Prof. Dr. Ahmet Eyicil’e saygı ve minnetle…

    Barış KENAROĞLU

  • Yaşasın Fenerbahçe

    Yaşasın Fenerbahçe

    Dünya dört sene sürecek ve cephe gerisini de perişan edecek büyük bir savaşa doğru sürüklenirken İstanbul da bu gerilimden nasibini alıyordu. Bununla birlikte spor faaliyeti de bir yandan devam etmekteydi. Halka “Yaşasın Fenerbahçe” nidaları attıracak bir maç, 25 Mayıs 1914 tarihinde bugünün Fenerbahçe Stadyumu olan İttihat Spor Kulübü’nde oynandı.

    O gün yalnızca Fenerbahçe’nin maçı yoktu. Aslında maç bir organizasyonun parçasıydı… Maliye Nazırı Cavid Bey’in himayesinde ve riyasetinde bir “Çiçek Eğlenceleri” düzenlendi. Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile birlikte Fenerbahçe Başkanı Hamit Hüsnü Kayacan, Salah Cimcoz ve Reji Whittall gibi Kadıköy’ün ünlü simalarının da tertip heyetinde bulunduğu organizasyonda birbirinden ilginç oyunlar oynandı. Aşağıdaki resimde göreceğiniz yumurta yarışı da bunlardan biriydi.

    Yaşasın Fenerbahçe

    Fenerbahçe İngilizlere Karşı

    Oyunlardan sonra, Fenerbahçe ile Armstrong, Telefon ve Rumblers İngiliz takımlarının karması karşılaştı. Gelin detayları İkdam gazetesinden okuyalım.

    Saat beş buçukta futbol müsabakasına başlandı. Fenerliler birinci kısmı pek iyi oynuyorlardı. Muhacimlerden Hikmet Bey’in iyi bir hücumu az kaldı bir sayı yapıyordu. İngilizler de fena değildi. Hemen beş dakika geçmeden muavinlerden Sabri Bey’in çektiği güzel bir “şut” ile Fenerbahçeliler bir gol yapmaya muvaffak oldular. İngilizlerin bundaki hatası kalecilerine ait idi. Çünkü kaleden iki adım kadar ileride durmuştu. Bu birinci sayıdan sonra, İngilizler Fenerlileri iyice sıkıştırdılar, rüzgar da onlara yardım ediyordu. Oyunun birinci kısmı hitam buldu.

    Tevzi-i mükafattan sonra nüzzâr avdet ettiler. Futbolun ikinci partisi başladı. Alelusul kaleler değiştirildi. Bu defa İngilizler pek ziyade faaliyet gösteriyorlardı. Bir aralık bu faaliyeti ifrada vardırdılar. Ve muhacim Galip Bey’i düşürdüler. Bu hareket nizama muhalif addedildiğinden Fenerbahçelilere İngiliz muhtelit takımının kalesine on iki adım mesafeden bir serbest vuruş hakkı bahşolundu. Sol muhacim Hikmet Bey’in pek şedid ve mahirane bir havalesiyle Fenerliler ikinci bir sayı yapmaya muvaffak oldular. Her taraftan (Yaşasın Fenerbahçe) nidaları yükseldi.

    Artık bu ikinci sayı İngilizleri fena halde asabileştirmişti. Galip gelmek ümidi kendilerince zayi edilmiş olduğundan hiç olmazsa berabere kalmak arzusuyla ve bütün kuvvetleriyle hücuma başlamışlardı. Bu gayret neticesinde İngilizler bir gol yapmaya muvaffak oldular. Bundan sonra futbolda pek mahir ve çevik bir oyuncu olan Galip Bey topu önüne aldı. Yavaş yavaş iterek tam kalenin hizasına geldiği sırada şedit bir havale ile üçüncü bir gol daha yapmaya muvaffak oldu. Her taraftan bir alkış tufanı koptu. Fenerlilerin bu fevkalade muvaffakiyeti herkesi neşelendirdi. Bundan sonra hiçbir taraf gol yapamadı. Vakt-i muayyenin hitamı hakem tarafından tefhim olunmakla oyuna nihayet verildi. Üç gole karşı bir gol ile Fenerbahçeliler galip geldi.

    İki seneden beri İstanbul şampiyonluğunu muhafaza eden Fenerbahçelilerin şu muvaffakiyeti her türlü takdir ve tahsinin fevkindedir.

    25 Mayıs 1914 / İkdam Gazetesi
    Fenerbahçe Spor Kulübü hatıra defterinde 11 Mayıs 1914 (Rumî) gününe dair not : 11 Mayıs Pazar: Maliye Nazırı Cavid Bey himayelerinde “Çiçek Bayramı” Fenerbahçe, İstanbul İngiliz Muhtelitini 3-1 yenmiştir.
    Yaşasın Fenerbahçe
    Tasvir-i Efkâr gazetesinde iki takımın kadrosu

    Kadro ve Kupa

    Fenerbahçe bu maça aşağıdaki kadro ile çıktı

    Kaleci : Arslanyan Efendi

    Müdafi : Arif (Şehit) ve Galip (Kulaksızoğlu) Beyler,

    Muavin :Süreyya (Mithat), Sabri (Çerkes), Nüzhet (Baba) Beyler,

    Muhacim : Miço (Dimitropoulos), Nuri (Otomobil), Wilhelm (Kohlhammer), Sait (Selahattin Cihanoğlu) ve Hikmet (Topuzer) Beyler.

    Maçın sonunda Fenerbahçe’ye “Osmanlı İttihat Mektepleri 11 Mayıs Sene 330 Müsabakası Hatırasıdır” yazılı gümüş bir kupa verildi.

    Ertesi gün yayınlanan Sabah gazetesinin “10 Lira kıymetinde” demesine karşılık Tanin’de “20 Lira değerinde” olduğu belirtilen bu güzel hatıra, 18 sene boyunca Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’ndeki müzesinde sergilenecek, 1932 yılında yerinde kocaman bir boşluk bırakarak, diğer bütün zafer hatıraları ile birlikte yanacaktı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Mevduat

    Mevduat

    Bu yazımızda Salt Arşivi’nde bulduğumuz 4 belge ile karşınızdayız. Bu belgeler; Fenerbahçe’nin kurucularından Enver Bey, Necip Bey ve Ziya Bey’in Osmanlı Bankası’na ait mevduat cüzdanlarının görselleri.

    Bu görsellerin, geçtiğimiz hafta yayınladığımız kuruluş günlerine ilişkin makalelerde öne sürdüğümüz tezleri destekleyen önemli birer “belge” olarak Fenerbahçe Tarihi’nde yerlerini alacaklarına şüphemiz yok. Onun da ötesinde, belgelerin Fenerbahçe kurucularının izlerine ulaşmamız açısında da çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

    Bir diğer kurucu Ayetullah Bey’in yine aynı bankaya ait mevduat cüzdanının görseli daha önce yayınlanmıştı. Bu dört belgenin gün yüzüne çıkmasıyla Fenerbahçe’nin kurucularından dördünün adı ilk kez aynı tip bir evrak üzerinde yan yana gelmiş olacak.

    Enver Hoca ile ilgili olan belgenin “görev” satırının karşısında kaydedilenler ise uzun zamandır kanıtlamaya çalıştığımız bir bilginin gerçekliğini ortaya koyacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Mevduat
    Osmanlı Bankası kuruluş senedi

    Osmanlı Bankası

    Belgeleri incelemeye başlamadan önce ait oldukları bankanın tarihini kısaca hatırlatmak istedik.

    Osmanlı Bankası’nın kuruluşu ile son bulan süreç 1856 Islahat Fermanı ile başlamıştı. Bu fermanın ilan edilmesi ve yenileşme hareketlerinin tekrar hız kazanması ile banka kurulması yönünde projeler üretildi.

    Yarı sömürge haline gelen devletin ekonomik sisteminin en önemli aktörleri olan yabancı sermaye sahipleri ve bankerlerin banka kurmaya yönelik talepleri bürokrasinin direnmesi ile sonuçsuz kalmıştı. Devlet her ne kadar ekonomik olarak dışa bağımlı hale gelse de bürokrasi kadroları yabancı sermayenin “Devlet Bankası” kurmasına karşı çıkıyorlardı.

    Bir devlet bankasının kurulamamasının diğer sebebi de İngiliz ve Fransız sermayesini banka projeleri için çatışan çıkarları ve eşit şekilde temsil edecek bir ortaklık üzerinde anlaşamamış olmalarıydı. 1856’dan 1863’e kadar devam eden bu süreç başta belirttiğimiz gibi Osmanlı Bankası’nın kurulmasıyla sona erdi. Aralarında anlaşmaya varan İngiliz ve Fransız sermayesinin ortaklığı ile Osmanlı Bankası bir devlet bankası olarak kurulmuş oldu.

    “Professeur de Turc au College St. Joseph”

    (St.Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni)

    Fenerbahçe’nin kuruluşunda rolü üzerinde yapılan tartışmalara yer verdikten sonra kendi tezimizi iki ayrı araştırma yazısı ile yayınladığımız Enver Hoca’nın Osmanlı Bankası’na ait mevduat cüzdanı da bulduğumuz belgeler arasında.

    Belgenin incelemesini yaparak başlayalım.

    Osmanlı Bankası’ndan Enver Yetiker’e ait 06.08.1907 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    6/8/1907 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim: Enver Bey, Mehmed, Abdurrahman oğlu

    Görevi: St.Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni

    Adres: Kadıköy

    Damga üzerindeki imza örneği: M.Enver

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Temmuz 1906

    Enver Hoca’nın “Mevduat”ı

    Fenerbahçe tarih yazımında Enver Hoca üzerinde yapılan tartışmalarda iki tarafın görüşlerini “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca” yazımızda detayları ile sunmuştuk. Bunlardan Enver Hoca’nın kuruluştaki rolüne önem atfetmeyen görüşün, bir diğer kurucu Necip Okaner’in mektubuna dayanarak öne sürdüğü argümanlar bizi fazlasıyla şüpheye düşürmüştü.

    Enver Hoca’ya ait hiçbir resmi belgede Saint Joseph Lisesinde öğretmenlik yaptığına dair bir kayıt bulamamıştık. O dönem öğrencisi olan kişilerin aktardıkları ve genel tarih yazımı, öğretmenlik yaptığını ortaya koyuyor olsa da, bu bilgiyi belgelendirmenin kendi tezimizi daha sağlamlaştıracağına inanıyorduk.

    Bu doğrultuda (sayın Seyhun Binzet sayesinde) Enver Hoca’nın öğretmenlik yaptığı yıllarda okulda çekilmiş fotoğraflarına ulaşıp, ilerleyen yaşlarda çekilmiş fotoğrafları ile karşılaştırma yaparak, ispat yoluna gitmiştik. Yukarıda gördüğünüz belge ile birlikte (belki de o çabamızın karşılığı olarak) Enver Hoca’nın Saint Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmenliği yaptığı belgelenmiş oldu.

    İlerleyen satırlarda diğer kuruculara ait mevduat cüzdanlarını incelerken de dikkatinizi çekeceği üzere Enver Hoca’ya ait olan belge 1907 tarihiyle diğerlerine nazaran daha önce açılmış bir banka hesabına ait. Bu hesap açıldığında Fenerbahçe’nin kuruluşunun üzerinden 3 ay bile geçmemiş. Belgede “isim” satırının karşısında babasının adını yazması da gayet önemli. Hatırlanacağı üzere kendisine ait Sicill-i Ahval defterinden babasının adının “Abdurrahman” olduğunu öğrenmiştik.

    Şüphesiz belgenin en önemli noktası “görev” satırının karşısındaki “Saint Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni” ibaresi. “Adres” satırının karşısında “Kadıköy” yazıyor olması çalıştığı okulun bulunduğu yere atıf olabileceği gibi, 1937 yılında kendisine ait İstiklal Madalyası belgesinde, adres olarak Kızıltoprakın verilmesi, yaşadığı yerin de Kadıköy sınırları içerisinde olduğuna dair olasılığı kuvvetlendirmektedir.


    Nurizade Ziya Bey, Çeçeyan Han No.5

    Nurizade Ziya Bey’in mevduat cüzdanın incelemesini yaptıktan sonra, belgenin dikkat çeken noktalarına değineceğiz.

    Osmanlı Bankası’ndan Nurizade Ziya Songülen’e ait 18.04.1910 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    18/4/1910 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim: Ziya Bey, Nurizade

    Görevi: Ticaret

    Adres: Çeçenyan Han, No.5, Galata

    Damga üzerindeki imza örneği: N.Ziya Mehmed

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Temmuz 1907

    Hem Memur Hem Tüccar

    Belgenin bize sunduğu en önemli bilgi, Nurizade Ziya Bey’in banka hesabını açtığı 1910 yılında ticaret ile uğraşması.

    Kendisi hakkında yayınladığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey” araştırmasında da görüleceği üzere o tarihlerde Duyun-ı Umumiye idaresinde memur olarak çalışıyor. Ancak Osmanlı’da memurların ticaret yapmasına kanuni bir engel olmadığı için aynı zamanda ticaret ile uğraştığı da bu belge ile beraber ortaya çıkıyor. Devlet arşivlerinde bulduğumuz 1918 tarihli evrakta Nurizade Ziya Bey’in kendisini “Duyun-ı Umumiye müfettişi” olarak tanıtmasından memuriyet ile ticareti bir arada yürüttüğü sonucunu çıkarıyoruz.

    Nurizade Ziya Bey’in ticaretin hangi koluyla ilgilendiğini bulmak için büyük bir şansımız olduğunu düşünüyoruz. O da “adres” satırının karşısında yazan Çeçenyan Hanın günümüzde halen ayakta olması. 1890 yılında inşa edilen bu bina, kuruluş yıllarına ait yaptığımız araştırmaların sonraki duraklarından biri olacak.


    Ahmed Necib Bey

    Fenerbahçe’nin asker kökenli kurucusu olan Necip Okaner’in arşivde bulduğumuz mevduat cüzdanları, kendisi için tarih yazımında verilen bilgilerle bire bir örtüşüyor. Bilindiği üzere Necip Bey, Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Fenerbahçe ile ilişkisini kesip donanmadaki mühendislik eğitimine geri dönmüş ve 1911-1913 yılları arasında İngiltere’de eğitim almıştı. Yurda döndükten sonra aldığı rütbelere, mevduat cüzdanlarını inceledikten sonra  değineceğiz.

    28/4/1914 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim: Ahmed Necib Bey, Mahmud Hüdai oğlu

    Meslek: Osmanlı Donanmasında Üsteğmen

    İkamet: Osmanlı Bankası, Galata

    İmza: Ahmed Necib

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    8/3/1917 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim: Ahmed Necib Bey, Hüdai oğlu

    Meslek: Bahriye Yüzbaşı

    İkamet: Osmanlı Bankası, Menkul Kıymetler Servisi, Galata (yazışma adresi)

    İmza: Ahmed Necib (mühür içi imzası)

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    Belgelerden Necip Bey’in 1915’te yüzbaşı rütbesi aldığını anlıyoruz. Bu rütbeyi taşırken, Çanakkale Savaşı’na katıldığını biliyoruz. Savaşın ardından 1916 yılında Almanya’ya giden Necip Bey, burada aldığı eğitimden sonra yurda dönmüştü.

    Bu bilgiler ışığında yukarıda yer verdiğimiz ilk belge Çanakkale Savaşı öncesine, ikincisi ise Almanya’da eğitim alıp yurda dönmesinden sonrasına denk gelmektedir. Sürdürdüğü askeri görevler dolayısıyla iki belgede de ikamet adresi olarak, “yazışma adresi” notu ile, Osmanlı Bankası’nın Galata Şubesi’ni göstermiştir.


    Ayetullah Bey

    Ayetullah Bey’i Osmanlı Bankası özelinde diğer kuruculardan ayıran en önemli nokta, bu bankada çalışıyor olması. Bankanın personel dosyalarında kendisine ait olan kısmın, Asr-ı Fener Kitabında yayınlanmasıyla doğrulanan bu bilgiden sonra Ayetullah Bey’in daha önce yayınlanmış olan mevduat cüzdanının görselinde yer alan bilgilerin deşifre ederek yazımızı sonlandırıyoruz.

    Osmanlı Bankası’ndan Ayetullah Bey’e ait 23.12.1916 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    23/12/1916 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim : Ayetullah Bey , Şevki oğlu

    Meslek: Osmanlı Bankası

    İkamet: Galata

    İmza: Ayetullah

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    Bankanın bir memuru olarak Ayetullah Bey, adresi olarak çalıştığı şubeyi göstermiş. Bunun dışında belgede karşımıza çıkan iki detay var.

    İlki, geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe tarihinde fotoğraflarını ilk kez yayınladığımız Şevki Paşa’nın isminin Ayetullah Bey’in isminin yanında babasının adı olarak kaydedilmiş olması.

    İkincisi ise harf devriminden yaklaşık 8 sene önce, gayet belirgin bir şekilde Latin harfleri ile imza atması.

    Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır.” Bu satırlarla başlayan Fenerbahçe’nin Kuruluş yıllarına ait araştırmalarımızın bugünkü konusu Ziya Songülen. Nasıl ilk başkan oldu? Fenerbahçe’nin temelini atanlardan olmasına rağmen neden kulüpten ayrıldı? Union Club’ın kuruluşunda rolü neydi? Milli Mücadele’ye katkısı ne oldu? İşte Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Bir Devlette İki Kuvvet Olur”

    Nurizade Ziya Bey hakkında sıraladığımız soruları cevaplamadan önce, Fenerbahçe’nin Kuruluş hikayesine doğrudan etki ettiğini her fırsatta dile getirdiğimiz, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar geçen yıllar ile ilgili değerlendirmeler yapmamın konunun bütünlüğünü sağlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz.

    Osmanlı Devleti için 1839 yılında başlayan Tanzimat; 1908’de Meşrutiyet’e, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede belirleyici bir dönemi ifade eder. Bu yıllarda zayıflayan devlet, ardı ardına tavizler vererek, Batı’nın isteklerine boyun eğmiş ve bir anlamda değişim sürecine girmişti. Tanzimat ile başlayan Batı etkisi, Enver Hoca yazımızda sözü edildiği üzere, yeni okulların açılmasına sebep oldu.  Bu okullarda batı felsefesi ile verilen eğitim sonucunda yeni tip bir “Osmanlı Aydın” zümresi meydana geldi. Ve bu zümre kısa sürede toplumun önemli bir parçası oldu. Aldıkları eğitimle “aydınlanma” yaşayan bu kişiler zayıflayan devlet mekanizması içerisinde yer bulmaya ve zamanla Padişah otoritesine karşı bir tehdit unsuru olmaya başladılar. Padişah ile aydınların arasında adeta bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelede Osmanlı aydınlarının en büyük destekçisi gördükleri eğitim felsefesinin kaynağı olan “Batı” oldu. Tanzimat döneminde sadrazamlık yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın aşağıda yer alan ifadeleri gerek dönemi, gerekse Batı’nın, Osmanlı aydını için ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.

    “Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet oluşturmak imkansızdır. Bunun için bir destek kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir

    Fuad Paşa’nın kastettiği yukarıdan gelen kuvvet Padişah, ona karşı gelinecek destek kuvvet ise Batılı devletlerin elçilikleriydi. Osmanlı aydını 1839-1908’e hatta 1918’e kadar süren dönemde, ülkelerinde yapmak istedikleri iyi niyetli değişimler için Batı’nın desteğini almaya çalışmışlardır. Batılı devletler ise elçilikleri aracılığı ile “aynı dili konuştukları” bu kişilerle ilişkide olmayı tercih etmişlerdir. Bu dönem Osmanlı aydınları arasında “Batılı güçlerden hangisinin desteğini alalım?” sorusunun hayli popüler olduğunu söyleyebiliriz. Padişahlık kurumu ise bir yandan aydınların yapmak istedikleri değişimi kontrol altında tutmaya çalışırken, diğer yandan da Batılı devletlerden sürekli borç almış, böylece devletin ekonomik bağımsızlığı da büyük ölçüde tehlikeye girmişti. 1881 yılına gelindiğinde borçlarını tahsil edemeyen Batılı devletler, Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşuna ön ayak olmuşlardı. Bu kurumun, devletin borçlarının denetlenmesi ve tahsil edilmesi gibi işlevleri vardı. Kısacası artık Osmanlı Devleti bir yarı-sömürge devletti.

    Mehmed Ziya

    Mehmed Ziya Bey, Osmanlı Devleti bu şartlar altında çözülmeye doğru giderken 1886 yılında İstanbul’da doğdu. Anne tarafından Osmanlı hanedanına mensup zengin ve köklü bir aileye sahipti. Aile üyeleri yüzyılı aşkın süredir devlet yönetiminde Sadrazam, Kaptan Paşa, Vali, Belediye Başkanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Büyükelçilik gibi önemli görevleri yürütmüşlerdi. Ziya Bey’in soyadı kanununa kadar isminin önünde kullandığı “Nurizade” sıfatı ise Tanzimat’ın Dışişleri Bakanlarından Mehmed Nuri Paşa’ya dayanmaktaydı. Ziya Bey’in dedesinin babası olan Mehmed Nuri Paşa, Dışişleri Bakanlığından sonra Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini yürütmüştü. Ziya Bey’in ailesi, giriş kısmında sözü edilen Osmanlı aydınların yetiştiği bir aileydi. Bu bilgilere dayanarak ailenin batı felsefesini benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2008 yılında verdiği röportajda Nazan Songülen Karakaş, dedesi Ziya Bey’in Osmanlı kimliğinden kopmadan ancak “İngiliz mürebbiyelerden Avrupai bir eğitim” aldığını da belirtmiştir.

    Saint Joseph’ten Londra’ya

    Nurizade Ziya’nın liseye kadar hangi okullarda okuduğunu bilmiyoruz. Torununun anlattıkları dikkate alındığında evde ailesinin tuttuğu öğretmenlerden eğitim almış olması da muhtemel. Liseyi ise Saint Joseph’te okuduğundan eminiz. Yine torununun anlattıklarından okulda kendisine uzun boyundan dolayı “Fil Ziya” lakabının takılmış olduğundan da haberdarız. Bu bilgi ışığında okulda popüler bir öğrenci olduğunu söyleyebiliriz. Ziya Bey 1903’te 17 yaşındayken okuldan mezun olup İngiltere’ye gitmiş, İngiltere’de İnşaat Mühendisliği eğitimi aldıktan sonra muhtemelen 1906 yılında ülkeye dönüp Duyun-u Umumiye’de memur olarak iş hayatına girmiştir. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’yi kuran kadronun başında yer alacağı süreci anlatmaya başlamadan önce buraya kadar yazılanları maddeler halinde özetlemenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

    • Nurizade Ziya Bey, Tanzimat dönemi ile toplumun etkin zümresi olan Osmanlı aydınlarını yetiştiren zengin ve köklü ailelerden birinin üyesiydi.
    • Nuri Paşa ile beraber aile Batı felsefesi ile tanışmış, diğer Tanzimat dönemi aydınları gibi devletin geleceğinin kurtulmasını batı felsefesinin geçerli kılınmasında görmüştü.
    • Ziya Bey, İngilizceyi liseye başlamadan aile evinde, Fransızcayı ise Saint Joseph lisesinde “ana dili” seviyesinde öğrenmişti.
    • Üniversite eğitimini Londra’da almış, yurda döndükten sonra da Batı etkisinin en çok hissedildiği kurum olan Duyun-u Umumiye’de çalışmaya başlamıştı.

    Jön Türkler

    Nurizade Ziya Bey’in futbola olan ilgisini Moda’da büyümesi ile ilişkilendirebiliriz. O dönem futbolun doğduğu topraklarda büyüyen her çocuk gibi bu spora merak sarmış, yapılan maçların izleyicisi olmuştu. Çoğunluğu gayrimüslim olan sınıf arkadaşları ile okul ortamında yaşanan olası sportif rekabet ve sonrasında oluşan hırsı, ilk gençlik yıllarına etki eden olaylardı. Fenerbahçe’nin kuruluşunda yer almış diğer Saint Joseph Liseli öğrencilerde de aynı duyguların oluştuğunu biliyoruz. Nurizade Ziya Bey’in, Londra’da futbolun nasıl bir spor olduğunu ve gerçek anlamda nasıl oynanması gerektiğini gördüğünü de söyleyebiliriz.

    Fenerbahçe’nin doğuşunun anlık alınmış basit bir karar olmadığı, bir felsefeye dayandığı üzerinde ısrarla durduğumuz noktalardan bir tanesi. Bu aşamada 1900’lerin başından itibaren etkinliğini arttıran Jön Türkler hareketi ile ilgili kısa bir bilgilendirme yapmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz. Tanzimat’ta batı etkisi ile başlayan aydınlanma sonrasında oluşan Osmanlı aydınları, devlet yıkılmaya doğru gittikçe aralarında organize olmaya, Keçecizade Fuad Paşa’nın yazımızın başında aktardığımız sözlerine atıfla halkı da alttan gelen bir kuvvet olarak organize etmeye çalıştılar. Jön Türkler gerek yaptıkları yayınlarla gerekse yurt içi ve yurt dışı temaslarla Padişah Abdülhamit’in en büyük muhalifi oldular.

    Fener’in Bahçesi’ndeki Koalisyon

    Jön Türk hareketi zamanla İttihat ve Terakki Partisi’ne evrilecek, 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in de mimarı olacaktı. Devlet kadrolarında çok sayıda destekçileri vardı. Bunlardan bazıları zamanla yurtdışına kaçtı, sürgün edildi veya tutuklandı. Bu hareketin Fenerbahçe ve Nurizade Ziya Bey ile ilişkisi Jön Türklerin kendi aralarında yaşadıkları fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Jön Türkler’in devletin kurtuluşu için öne sürdükleri fikirlerden ikisi Batıcılık ve Türkçülük’tü. Bu iki fikir, aynı amaca hizmet etmek için doğmuş ve Jön Türk hareketinin içindeki dinamizmi sağlamıştı. Zamanla ise bir koalisyona dönüşmüştür. İttihat ve Terakki ile başlayan bu koalisyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da etki etmiş, “Türk kimliğine sahip ancak Batı felsefesini de benimsemiş bir devlet anlayışı” genç Türkiye’nin rehberi olmuştu.

    Peki bu koalisyonun Fenerbahçe’nin kuruluşu ile ilgisi neydi? Enver Hoca araştırmasında ortaya koyduğumuz bilgileri tazeleyerek soruyu cevaplamaya başlayalım. Ortaya attığımız tezde “Saint Joseph Lisesi’nin Türk ve Müslüman öğrencilerinin, yabancı bir misyonun üyesi olan okulda, devlet tarafından görevlendirilen bir öğretmen tarafından bir araya getirilerek Fenerbahçe’ye insan kaynağı sağlandığını” söylemiştik. Bu öğretmen Enver Hoca’ydı. Enver Hoca zamanın ruhuna uygun fikirlere sahipti. Nitekim, yarı sömürgelikten, sömürge olmaya giden ve parçalanan devletin kurtuluşu için okulda öğrencilerine “Türklük ve Müslümanlık” paydasından çıkmadan “hürriyet” duygusunu aşılamaya çalışmıştı. Öğrenciler okulda bu fikirle donanırken, dışarıda ise okuldan mezun ağabeyleri  Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları bir futbol kulübü kurmaya hazırlanıyorlardı. İşte Fenerbahçe, Enver Hoca’nın “Türkçü” söyleminin, Nurizade Ziya Bey’in “Batıcı” fikirlerle şekillenen felsefesinin birleşmesinden doğdu.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı

    Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Ayetullah, Necip ve Asaf Beylerin ortak özellikleri sadece yaşadıkları semt değildi. Bu dört arkadaş da yabancı dil bilen, batı felsefesini benimsemiş kişilerdi. Asaf Bey tıpkı Nurizade Ziya Bey gibi İngiltere’de eğitim alıp İstanbul’a dönmüştü. Ayetullah Bey, Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nde okumuş bir Osmanlı aydınıydı. (Daha önceden Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi’ne dayanarak Ayetullah Bey’in Saint Joseph mezunu olduğunu kabul ediyorduk. Ancak Araştırmacı Cem Argun’un Saint Joseph öğrenci listelerinde Ayetullah Bey’in kaydına rastlamadığını bize iletmesinden sonra bu bilgiyi güncellemiş bulunmaktayız.) İlerleyen yıllarda kulübün düştüğü sıkıntılı dönemde Üsküdar ile yapılan birleşme toplantısında sinirlendiği anda “Fenerbahçe benim” cümlesini Fransızca söyleyecek kadar da bu dile hakimdi. Fenerbahçe’nin kurulduğu yıl 16 yaşında olan Necip Bey ise Osmanlı modernleşmesinin başladığı okullardan biri olan Deniz Harp Okulu’nda öğrenciydi.

    Nurizade Ziya Bey bu kadronun lideri konumundaydı. Rüştü Dağlaroğlu’nun onun için yazdığı şu tanımlama, bu liderliğin kaynağını açıklamakla birlikte, yukarıda yaptığımız “Batı” vurgusunu da destekler niteliktedir. “Mükemmel mali durumu ve İngiltere’de tahsil etmiş olmasının verdiği görgü ve spor aşkıyla dört başı mamur bir hüviyetteydi”

    “Işık Saçan Fener”

    Klasik Fenerbahçe tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’nin kurucuları arasından sıyrılıp liderliği ele almasının sebebi olarak mali durumundan dolayı takımın ilk formalarını alıp, masrafları üstlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bu durum göreceli olarak doğru olmakla birlikte, Nurizade Ziya Bey’in kulübün insan kaynağını sağlayan Saint Joseph Lisesi’nin bir mezunu olarak okul kadrosu ile ilişkileri yürütmesi de bu liderlikte etkilidir. Nitekim, futbolcu Hasan Basri’yi Fenerbahçe’de oynamaya ikna etmeye giden heyette o ve Enver Hoca vardır.

    Fenerbahçe’nin ilk amblemi olarak ‘Işık saçan Fener’in seçilmesi dönemin ruhunu yansıtan bir başka öğedir. Enver Hoca’nın yönlendirdiği öğrencilerle birlikte Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinin yakınlarında antrenman yapmaya başladıklarını biliyoruz. Nurizade Ziya Bey ve arkadaşlarından hangisinin feneri amblem olarak önerdiğini bilmesek de, Jön Türklerin benimsediği ‘Pozitivizm’ akımına gönderme yaptığı açıktır. Kulübün ambleminden sonra ismi de ilk antrenmanların yapıldığı yere atıfla “Fenerbahçe” olarak seçilecektir. Liderliği ile arkadaşları arasından sıyrılıp Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in kulübün liglere katılması için ilk temasına da öncülük etmiştir.  Rüştü Dağlaroğlu’nun anlatımıyla forma ve malzeme satın aldıktan sonra ligi organize eden James LaFontaine ile karşılaşan Fenerbahçe heyeti, ondan lige katılım sözü almıştır. Bu hikayenin iki aktörünün hayatı yakın gelecekte bir kere daha kesişecek ve kuruluş yıllarının bir başka meselesinde karşımıza çıkacaktır.

    Görevi Bırakış

    Nurizade Ziya Bey’in bir yılı biraz aşkın başkanlık döneminde Fenerbahçe, ilk kez katıldığı ligde başarılı olamadı. Takım futbolcu bulmakta zorlanıyor, Fuat Hüsnü gibi başarılı oyuncular futbol takımının zayıf olmasından dolayı Fenerbahçe’ye katılmak istemiyorlardı. Bu durum kulüpte moralleri bozuyor, başarısız saha sonuçlarını tersine çevirecek motivasyonun sağlanmasını engelliyordu. Nurizade Ziya Bey, ilk takımın savunmasında forma giyiyordu. Kaynaklarda başarılı bir futbolcu olduğuna dair kayıtlara rastlamıyoruz. Ancak, Rüştü Dağlaroğlu, sert şut çektiğine dair bir bilgi aktarmaktadır. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe forması ile günümüze ulaşmış tek fotoğraf var. 1908 yılının son günü yayınlanan Musavver Muhit dergisinde yer alan bu fotoğraf, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bıraktığı günlere rastlıyor.

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkilerini kesmesi aşamalı olarak gerçekleşmiştir. 1909 yılı içerisinde başkanlık görevini bırakmış, 1910 yılında ise kulüpten istifa ederek ayrılmıştır. Öncelikle bilinmesi gereken, o dönem kulübü kuran gençlerin aslında birer sporcu olmasıdır. Hepsi, günümüzün “amatörlük” tanımı içerisinde değerlendirmelidirler. Günümüzün aidiyet anlayışını temel alarak o dönem insanlarını eleştirmek şüphesiz haksızlık olacaktır. Sürekli alınan yenilgilerin, kulüp için yaptığı maddi fedakarlıklar ile birleşmesiyle Nurizade Ziya Bey’in başkanlığı bırakmasının iki nedeni ortaya çıkmıştır. Bu noktada karşımıza bir başka neden olarak değerlendirilebilecek “Union Club” meselesi çıkmaktadır. Bu mesele, Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuşundaki etkisi diğer iki nedenin de çok ötesinde anlamlar içermektedir. 

    Bir Türk – İngiliz Kulübü: Union / İttihat

    Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı bırakmasının Union Club’ın kuruluşunda yer almak istemesi ile yakından ilgisi vardır. Fenerbahçe’ye yaptığı maddi desteğinin karşılığını sahada alamayan Nurizade Ziya Bey, spor yöneticiliği kimliğini, siyasi kimliği ile birleştireceği bu kuruluşta yer almak için Fenerbahçe başkanlığını bırakmış ve dönem tanıklarının aktardığı üzere kulübü ihmal etmeye başlamıştı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın kurucuları arasında yer alması onun “büyük davalara girişmek istemesi” ile ilgiliydi. Dağlaroğlu’nun bu muhteşem tespitini ilerleyen satırlarda açıklayacak ve bir anlamda ileriye taşımış olacağız. Belirtmekte yarar olan bir diğer husus da Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bırakmasının Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart Vakası” diye anılan olaylar sonrasında gerçekleşmesidir. 31 Mart Vakası’nın en önemli sonucu Ülkede 30 yıldır süren istibdat rejiminin hükümdarı İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesidir. Bu tarihten sonra Meşrutiyet’in mimari İttihatçılık hareketi, ülkedeki etkisini arttırmaya başlamıştır.

    Öncelikle Kadıköy’ün İstanbul’da futbolun doğduğu topraklar olduğunu yinelemekte yarar vardır. Kadıköy’ün en popüler futbol alanı ise bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerdi. Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı ile birlikte bu alan futbol oynamak ve izlemek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biriydi. Burhan Felek’in anlatımına göre 1906 yılında Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde manzara şöyleydi:

    “Birkaç bin izleyici var. Ne giriş parası var ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiş.”

    Lig maçları bu amatör koşullarda oynanırken, Nurizade Ziya Bey, beş kişi ile beraber, İstanbul’da futbol organizasyonunun profesyonelleşmesi için ilk adımı attılar. Bu o dönem için gerçekten de büyük bir davaydı. Union Club, dönemin ruhuna uygun olan ismiyle 1908 yılının son günlerinde kuruldu. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan bu kulüp İttihat ve Terakki Partisinin “İttihat” ismini kendisine isim olarak seçmişti. Şimdi bu kulübün diğer  kurucularından kısaca bahsedelim.

    Whittal ve LaFontaine

    Osmanlı arşivine baktığımızda futbol ile ilgili olan belgelerin tarihi 1890’lere kadar iner. Bu tarihlerde, dönemin zabıtaları tarafından futbol oynandığına dair yazılan raporlarda dikkat çeken bir isim vardır: Bay Whittal. “Kadıköy Moda’da ikamet eden Mösyö Whittal’in oğullarının öncülüğünde İstanbul’da oturan 25 kadar genç Kuşdili Çayırında toplanarak her Cumartesi top oynamaktadırlar.” İstanbul’da futbolun öncülerinden olan Bay Whittal, Union Club’ın kuruluşunda yer alan iki İngiliz’den biridir. Diğeri ise İstanbul futbolunun erken dönemi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı James LaFontaine’dir. Fenerbahçe kurucu heyetinin kuruluştan hemen sonra liglere katılmak için söz aldıklarını yukarıda belirttiğimiz, İstanbul Futbol Ligi’ni yöneten kişi olarak Bay James LaFontaine, Bay Whittal ile birlikte Union Club’ın kurucuları olmuşlardır.

    “İngiliz” Mehmed Rıfat

    Kulübün, dört Türk kurucusundan ikincisi Mehmed Rıfat Bey’dir. “İngiliz” lakabıyla tanınan Mehmet Rıfat Bey, o tarihlerde Londra Büyükelçiliği görevini tamamlayıp İstanbul’a dönmüştü. Meşrutiyetten sonra devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İttihat ve Terakki Partisi, kendisini Dışişleri Bakanı olarak görevlendirmek istiyor ancak o bunu kabul etmemekte direniyordu. İttihat ve Terakki’nin bu görevlendirmede ısrar etmesinin nedeni, parti için oluşan “İngiliz Karşıtı” algısının önüne geçmekti. Nitekim Mehmed Rıfat, ısrarlara dayanamayacak ve 1909 yılının Şubat ayında Dışişleri Bakanı olacaktır. Bir İttihatçı olduğunu bildiğimiz Nurizade Ziya Bey’in ikna aşamasının bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dağlaroğlu’nun kastettiği ‘büyük davalar’dan biri de şüphesiz budur.

    Mareşal Cemil Topuzlu

    Günümüzde Mareşal olarak bilinen “Müşirlik” rütbesi ile Padişah Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Cemil Topuzlu Paşa, anılarında bize Union Club’ın kuruluşu hakkında en net bilgileri veren kişidir. Union Club’ın dört Türk kurucusundan biri olan Cemil Paşa, İttihatçı kadroya katılmasından sonra 1909 yılında çıkan tasfiye kanunu ile askerlikten ayrılmıştır. Union Club’ın kuruluş dönemi bu kanunun çıktığı günlere denk gelmektedir. Cemil Topuzlu anılarında Union Club’ın kuruluşunda maddi destek verenlerden biri olarak Arif Hikmet Paşa ismini yazar. Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazırı olan Arif Hikmet Paşa, 31 Mart Olayı’ndan sonra Abdülhamit’e tahttan indirildiğini söylemeye giden heyetin üyelerinden biridir. Union Club’ın, sadece adıyla değil Türk kurucuları ve maddi destekçileri ile birlikte bir “İttihatçı” kulüp olduğunu söyleyebiliriz.

    Union Club Nasıl Bir Kulüptü?

    Nurizade Ziya Bey’den başlayarak kurucularının siyasi ve toplumsal rollerini açıkladığımız Union Club, takımlar kurup, diğer kulüpler ile mücadele eden bir spor kulübü kimliğine sahip değildi. Ticari ve özel bir işletmeydi. Detaylarını belgeleriyle aşağıda aktaracağımız bu oluşum aynı zamanda İstanbul’da futbolun profesyonelleşmesi için atılan en büyük adımdı. Kulübün faaliyete geçmesiyle, bir anlamda spor kulüplerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasının da provası yapılmış oluyordu. Union Club’ın kurulma fikri Cemil Topuzlu’nun daha önceden sitemizde detaylarıyla yayınladığımız anılarına göre Bay Whittal’den çıktı. Bay Whittal, Cemil Paşa’nın evinde verdiği davette kendisine şunları söylemişti:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz”

    Görüldüğü üzere yukarıda yaptığımız “profesyonelleşme” ve “ticari işletme” vurgusu bu satırlarla doğrulanmaktadır. Bay Whittal ile Cemil Paşa’nın bu sohbetine tanıklık eden; Nurizade Ziya Bey, Arif Hikmet Paşa, Mehmed Rıfat Bey ve James LaFontaine, davetin ertesi günü tekrar bir araya gelip kulübün kuruluşunun maddi esaslarını görüştüler.

    1908’de Osmanlı Para Sistemi

    Union Club kurucularının karara bağladıkları maddi esaslara geçmeden önce dönemin Osmanlı Para Sistemi hakkında genel bilgilere yer vereceğiz. Şüphesiz bu bilgileri vermekteki amacımız, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasını sağlamak olduğu kadar, genel tarih yazıcılığında yer alan sebepsiz yüceltme ve alçaltmalara da karşı çıkmak olacak. 1900’lerin başında Osmanlı’da kullanılan paralar ve birbirine oranları şöyleydi. Temel birim olan 1 lira; 5 mecidiye / 100 kuruş / 4000 paraya eşitti. Union Club’ın kurulduğu yıl Cemil Topuzlu’nun maaşı 250 – 500 lira arasındaydı. Cemil Topuzlu’nun maddi kazançları üzerinden örnek vermek gerekirse, Osmanlı arşivinde karşımıza çıkan bir belgede 1903 yılında devletin Cemil Paşa’ya ait bir maden arazisini 3.500 lira bedelle satın aldığını biliyoruz. 

    Union Club Kuruluyor

    Cemil Paşa anılarında, kurucular toplantısında kulübü kuracakları yer olarak bugünkü Fenerbahçe Stadının olduğu yeri belirlediklerini ve Ülkedeki diğer tüm araziler gibi Padişaha ait olan bu arazinin alınması için bizzat devreye girdiğini söyler. Aynı toplantıda kulübü kurmak için 3000 liraya ihtiyaç olduğunu da belirlediklerini söyler. Bu rakamı kendi aralarında toplamışlardır. Kendisinin ve Arif Hikmet Paşa’nın 250’şer lira verdiğini, Nurizade Ziya Bey ve Mehmed Rıfat Bey’in ne kadar verdiğini hatırlamadığını, geri kalan paranın da iki İngiliz üye tarafından tamamlandığını belirtir. Bu “tamamlama” ifadesinden İngilizlerin Türklerden daha fazla para verdiklerini anlıyoruz.

    Cemil Paşa ertesi gün sarayın kapısını çalmıştır. Kendi deyimiyle  “O sıralarda Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi kabul ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim.” Ancak işler planlandığı gibi yürümemiştir. Cemil Paşa gibi düşünen çok kişi olduğundan bu dönemde kendisine gelen devlet arazilerinin satın alınmasına yönelik istekler karşısında bir denge sağlamaya çalışan Padişah stat arazisini vermek yerine uzun süreli  kiralanmasına izin vermiştir. Hatırlanacağı üzere, Fenerbahçe Tarihi’nde bu olaya ait belgeler ilk kez sitemizde yayınlanmıştı. Padişah Abdülhamit ile Cemil Paşa,  arazinin yıllık kiralama bedeli olarak 30 altın üzerinde anlaşmışlardı. Böylece, kulüp için gerekli arazi ve inşaat için gereken para temin edilmiş oluyordu. Union Club Kuruluş Nizamnamesi 7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nde yayınlandı. Bu belge ile kulübün yapısı ve üyelik sistemi ile ilgili detaylara ulaşmış oluyoruz.


    Union Club Kuruluş Nizamnamesi

    UNION CLUB
    Tesis tarihi: 1908
    Komite:
    Başkan: Mr.Whittal
    Kasadar: James LaFontaine
    İdare heyeti: Nurizade Ziya, Cemil Paşa, Rıfat Bey, James LaFontaine

    Union Club, atletik ve spor oyunlarının bütün çeşitlerinin gelişimi ve tanıtımı için ve bu sportif cereyanları icra etmek için uygun bir mecra sağlamak üzere Türk ve İngiliz centilmenleri tarafından tesis edilmiştir. Kulüp saha bina ve müştemilatı, Kadıköy Papaz Bahçesi’ne yerleştirilmiştir ve şunları içerir:

    1) 500 metrelik At yarışı ve Bisiklet parkuru
    2) Kriket, Futbol, Rugby, Hokey ve diğer sporlar için çim saha
    3) 1000 kişilik tribün
    4) Resepsiyon, özel balkonlar, restoran, bar, kart oyunları odası, özel soyunma odaları ve kulüp binası
    5) Tenis kortu
    6) Patenli hokey pisti
    7) Güreş platformu

    Kulüp, Eylül ayında bütün eksik işleri tamamlanarak kesin olarak açılacaktır. Şu anda devam eden çalışmalar açılış tarihine kadar bitirilecektir.

    Üyelik:
    A) Tam Üyelik: 2 lira giriş (ilk yıl için), 4 lira üyelik sözleşmesi – kulüp evi, tribünler ve saha kenarı için
    B) Normal Üyelik: 1 lira (ilk yıl için), 2 lira üyelik sözleşmesi – tribünler ve saha kenarı için
    C) Saha kenarı üyeliği sadece 1 lira

    Bütün sorularınız için icra ve idare komitesi sekreteri James LaFontaine’e başvurunuz.

    Görüldüğü üzere Union Club, sadece futbola değil, tüm spor dallarında faaliyet göstermek için kurulan ticari bir işletmeydi. Kulübe üç tip üyelikle giriş yapılabiliyordu.  Günümüzün sağlık ve sosyal kulüplerinin üyelik sistemine çok benzeyen bu sistem, Union Club’ı dönemin diğer kulüplerinden ayıran en önemli unsurdur.

    7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald and Eastern Express gazetesinden

    Saha Kiralanıyor

    Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuş süreci ikiye ayrılır.

    İlkinde, yaptığı maddi katkının karşılığını sahada başarı olarak alamaması belirlemiş, Başkanlığı bırakmış ve Union Club’ın kuruluşunda mesai harcamaya başlamıştır. Bu süreç 1910 yılına kadar devam etmiştir.

    Peki 1910 yılına kadar geçen sürede Başkan olmadığı yıllarda Nurizade Ziya Bey ile Fenerbahçe Kulübü arasındaki ilişki nasıldı?

    Bu süreçte Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkisini kesmediğinden eminiz. Ancak kulüp içerisinde aktif görev almadığı da bir gerçektir. Kendisinin başkanlığı bırakmasından sonra antrenman yapacak yer bulmakta zorlanan takımın, malzeme ve ekipman tedarikinde de sıkıntı çektiği kaynaklara yansımıştır.

    Kulüp üyeleri, Fenerbahçe’deki üyeliği devam eden Nurizade Ziya Bey’den yardım talep etmişlerdir. Bu yardım talebini karşılıksız bırakmayan Nurizade Ziya Bey, oyuncuların Union Club sahasında antrenman yapmaları için gereken meblağı, kurucusu olduğu Union Club’a ödemiştir. Bu meblağ Dağlaroğlu’na göre 17 lira, Nurizade Ziya Bey’in torunu Nazan Songülen Karakaş’a göre 20 liradır. Esat Nasuhi Baydar’ın 1913 yılındaki ifadesine göre, Fenerbahçe takımı bu sahada idman yapmaya başladıktan sonra İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştır.

    Fenerbahçe’den İstifa

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den istifa tarihi olarak Dağlaroğlu, 1910 yılını verir. Bu tarih Fenerbahçe’nin katıldığı İstanbul Futbol Ligi’ndeki 2. sezonuna işaret etmektedir. İlk sezonda aldığı 5.likten sonra, bu sezonda da takım başarısızlığını sürdürmiş, kötüleşen durum ile birlikte de Nurizade Ziya Bey, kulüpten istifa etmiştir.

    “Kötüleşen durum” ifadesinin altında yatan nedenleri maddiyata bağlamanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. Union Club’ın kurucularından biri ve aktif yöneticisi olarak Nurizade Ziya Bey’in bu dönemde Fenerbahçe’deki arkadaşlarının taleplerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim Nazan Songülen Karakaş’ın, “Ziya Bey’i darıltıyorlar ve Ziya Bey kulüpten ayrılıyor” ifadesi bu yargımızı desteklemektedir.

    İstifa edip kulüple ilişkisi kesildikten sonra kulübün içine düştüğü maddi sıkıntılar,  Nasuhi Esat Baydar’ın anılarında yer verdiği şu satırlarda gizlidir:

    “Fenerbahçe Spor Kulübü birkaç sene, yersiz ve yurtsuz kaldı. Beş kuruş aylık taahhütlerimiz ile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da (evlerimizin) misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız haline gelen bir semaverimiz vardı. Şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık.”

    Nurizade Ziya Bey’in başkanlıktan istifa etmesinden sonra Fenerbahçe, Ayetullah Bey başkanlığı altında yönetilmeye başlandı. Ayetullah Bey’in kulübü ayakta tutmak için gösterdiği çaba, Üsküdar Kulübü ile birleşme görüşmeleri; Kuruluş araştırmalarımızın sonraki bölümlerinde ele alınacak konulardır.

    Şimdi Nurizade Ziya Bey’in hayatının sonraki yıllarına göz atalım. Bu yıllar, siyasi kimliği ve sosyal statüsü hakkındaki önermelerimizi desteklemesi açısından gayet önemlidir.

    Yeni Belgeler

    Fenerbahçe Tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın açılışından bir kaç yıl sonra Fenerbahçe’ye döndüğü ancak herhangi bir görev almadığı yazılmaktadır. Cemil Paşa’nın Union Club’ın beklenen geliri getirmemesi ve Balkan Savaşı’nın ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kulübün el değiştirmesine yönelik ifadeleri bu bilgiyi desteklemektedir. Nitekim Fenerbahçe 1912 yılında ilk şampiyonluğunu almış, ayakları üstünde duran bir kulüp haline gelmişti. Döneme ait herhangi bir kaynakta Nurizade Ziya isminin geçmemesi, 1910 yılında yaşanan kırgınlığın izlerinin sürdüğünün bir göstergesidir.

    Nurizade Ziya Bey’in ismine 1910 yılından sonra ilk kez 1918 tarihli bir belgede rastladık. Bu belgede Nurizade Ziya Bey, Almanya’nın Frankfurt şehrine eğitim almak için gittiği belirtiliyordu. Belgede dikkat çekici nokta, Duyun-u Umumiye idaresinde memur olarak göreve başlayan Nurizade Ziya Bey’in artık “müfettiş” olduğuydu.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    9 Mart 1921 tarihli Evening Mail gazetesinden

    Londra Konferansı’nda

    Almanya’dan yurda ne zaman döndüğünü bilmesek de Dağlaroğlu’nun dile getirdiği 1921 yılında gerçekleşen Londra Konferansı’na katıldığı bilgisine sahiptik. Yukarıda göreceğiniz belge ile hem bu bilgiyi doğrulamış, hem de Nurizade Ziya Bey’in birkaç faaliyetini daha gün yüzüne çıkarmış oluyoruz. Evening Mail Gazetesi arşivinden elde ettiğimiz bu belgede, Kurtuluş Savaşı sürerken Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti adına katılan heyette yer alan Nurizade Ziya Bey’in bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamada Nurizade Ziya Bey, konferansa gelmeden önce üzerinde tartışma yaşanan bir mesele için Samsun ve Trabzon’a seyahatler yaptığını dile getiriyor. Açıklamasının altındaki imzadan heyetteki görevinin “Secretary” yani “Katiplik” olduğunu anlıyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    Suna ve İnan Kıraç Vakfı (İstanbul Araştırmaları Enstitüsü) arşivinden.

    Fenerbahçe’deki Son İki Fotoğrafı

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe Kulübü ile olan ilişkilerinin 1910’dan sonra mesafeli olduğunu ve kulüpte herhangi bir görev almadığını biliyoruz. Bugüne kadar yaptığımız kaynak taramalarında kendisine ait iki fotoğrafa rastladık. İlki Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde adı İttihat Spor olarak değişen Union Club Sahasında yaptığı konuşma sırasında çekilen (yukarıdaki) fotoğrafı. Bu fotoğrafın hikayesini geçtiğimiz hafta yayınladığımız Refet Paşa’nın Fenerbahçe’yi Ziyaretiyazısında yayınlamıştık.

    Son olarak 1923 yılındaki Fenerbahçe – Slavya maçı öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşarak araştırmamızın sonuç kısmına geçiyoruz. Bu fotoğrafta “Fenerbahçe Kurucusu” olarak tanımlanan Nurizade Ziya Bey, dönemin Fahri Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile görülmektedir.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    24 Temmuz 1339 (1923) tarihli Spor Âlemi dergisinden.

    Sonuç

    Türk Spor Tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalarımızı bu eksikliği gidermek üzerine yoğunlaştırmamızın nedeni de erken dönem futbolun siyasetle olan ilişkisinin yadsınamaz boyutta oluşudur. Cumhuriyet döneminde ise bu ilişkinin, kulüpler ve siyasi iktidarlar için, karşılıklı fayda sağlama gibi amaçlar güttüğü ortadadır.

    Ancak Fenerbahçe Tarihi özelinde yapılan “Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki Partisi’ne dayanarak var olduğu” yargısı dayanaksızdır. Çünkü Fenerbahçe’yi kuran kadro, İttihat ve Terakki’yi meydana getiren  felsefeden gelmiştir. Araştırmalarımızı Tanzimat dönemine  dayandırmamızın sebebi de budur. Zira kurucular yalnızca dönemin şartları gereği bu ilişkiyi kurup, geliştirmemişlerdir. Felsefeleri, Jön Türk hareketinin yarım yüzyıl içerisinde gelişen düşünüşleri ile paraleldir.

    Nurizade Ziya Bey’in Batıcılığı ile Enver Hoca’nın Türkçülüğünün, “Jön Türk” ve devamında “İttihatçı” hareket içerisinde karşılığı vardır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki döneminde desteklenmesinin nedeni, kurucularının felsefesinden kaynaklanmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu bu önermemize net bir örnektir. İngiltere ile ilişki kurmak isteyen parti yönetimi Nurizade Ziya Bey aracılığı ile bunu gerçekleştirmeyi amaçlamış, Mehmed Rıfat Bey örneğinde de görüldüğü gibi başarılı da olmuştur. Selim Sırrı Tarcan da Nurizade Ziya Bey’in aktif bir İttihatçı olduğunu söylemektedir. Bu yargılarımız, Nurizade Ziya Bey’in Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara Hükümeti’ne verdiği diplomatik katkıyla da desteklenmektedir. Henüz belge ve kaynaklar ile doğrulanmasa da; Nurizade Ziya Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ankara’da oturduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile yakın ilişkide olduğuna dair ortaya atılan tezler de bulunmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu, eksikliğini vurguladığımız tarih yazıcılığının içerisinde değerlendirilebilecek meselelerden birisidir. Genellikle “Nurizade Ziya Bey ve birkaç İngiliz arkadaşı tarafından kurulduğu” yazılan bu işletmenin, ortaya çıkan belgeler ve yeniden değerlendirilen kaynaklardan sonra Türklerin çoğunlukta olduğu bir heyet tarafından kurulup, yönetildiğini bugün ortaya koymuş bulunuyoruz. Sermayesinde Türklerin ve Fenerbahçe kurucularından Nurizade Ziya Bey’in payı olan bu kulübün inşa ettiği stadın, Şükrü Saracoğlu döneminde Fenerbahçe’ye verilmesi, sadece Saraçoğlu’nun Fenerbahçeliliği ya da İttihatçı gelenekten gelmesi ile açıklanamaz.

    Fenerbahçe Stadı’nın temelinde kurucusunun sermayesi vardır.

    Barış KENAROĞLU

  • Necip Okaner’in Mezarını Bulan Adam

    Necip Okaner’in Mezarını Bulan Adam

    Konumuzun detaylarına geçmeden önce (daha evvel de birkaç kez üzerinde durduğumuz) “Fenerbahçe’de Kurucular ve Üye Kayıtları” konusuna eğilmek istiyoruz ama baştan “Necip Okaner’in Mezarını Bulan Adam kim? sorusunun cevabını verip, öyle devam edelim. Neticede ortada gecikmiş bir teşekkür var..

    Bülent Batu… Kurucumuzun kabrini o buldu!

    Fenerbahçe tarihinde ilk kez yayınlanacak bir belge eşliğinde buraya geri dönmek üzere, şimdi bir parantez açalım…

    Fenerbahçe’de Sicil Kayıtları Sorunu

    Fenerbahçe Spor Kulübü Tüzüğü‘nün ikinci maddesi kuruculara ayrılmış olup, şu şekildedir:

    • Fenerbahçe Spor Kulübü 1907 yılında Ziya Songülen, Ayetullah Bey, Necip Okaner, Asaf Beşpınar ve Enver Yetiker tarafından kurulmuştur.

    “Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?” başlıklı yazımızda bazı sualler sormuştuk. Cevaplarıyla beraber burada tekrarlayalım…

    • Fenerbahçe’de 1 Numaralı üye kim?
    • Kurucu olmakla uzak yakın alakası olmayan biri…
    • Fenerbahçe’nin kurucularının üye sicil defterindeki numarası kaç?
    • Defterde kendileri yok ki numaraları olsun!

    Evet, ne yazık ki Fenerbahçe’yi kuran ve büyüten insanlar, Fenerbahçe’nin üye kayıtlarında yoklar…

    1932 yangını hemen her şey gibi sicil kayıtlarını da silip süpürmüş. Bununla beraber, tahminimiz o ki dönemin idarecileri (sayısı o zamanlar pek de kalabalık olmayan) üyelere “Kayıtları tekrar topluyoruz” deyip, resmî üye defterine geçilmek üzere, müsvedde kayıtlar tutmuşlardır. Ümidimiz bu kayıtların kulüpte olması ve yakın bir gelecekte araştırmacılara açılması yönünde. Tarihimize unutulmaz izler bırakan, birbirinden başarılı sporcu ve yönetici üyelerimiz, Fenerbahçe’nin sicil kayıtlarında mutlaka yerini almalı.

    Bülent Batu’nun Muazzam Emekleri

    Gelelim Necip Okaner’e…

    1907 Fenerbahçe Derneği ve ÜNİFEB, 2017 yılında Necip Okaner’in mezarının restorasyon çalışmalarını üstlendi ve aynı yıl 30 Nisan Pazar günü bir törenle, yenilenen mezarı başında rahmetli kurucumuz anıldı. Fakat mezarı kimin bulduğu, bu “vefalı” süreci kimin başlattığı unutuldu.

    Biz bugün hem Bülent Batu‘ya gecikmiş bir teşekkür ediyor, hem de onun sayesinde ilk kez yayınlanan bir belgeyle Necip Okaner’in vefat tarihini öğreniyoruz.

    Bu belgeye göre Fenerbahçe, kurucusunu 28 Temmuz 1959 tarihinde kaybetmiş… Nur içinde yatsın, derken, kulübümüzün bundan sonra Necip Bey’i her yıl bu tarihte anacağından şüphe duymadığımızı da belirtmek istiyoruz.


    Necip Okaner’in Vefat Belgesi

    Necip Okaner’in Kabristanı / Bülent Batu’nun Bulduğunda ve Sonra

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / Necip Okaner’in Mezarını Bulan Adam