Etiket: Beşiktaş

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – VI”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    FUTBOL MAÇLARI [1]

    Dün bir taraftan tenis maçları yapılırken diğer taraftan da stadyumda hararetli futbol maçları yapıldı.

    İlk maçı Askeri Sanayi-Kuleli takımları yapacaklardı. Fakat Kuleli takımı gelmediğinden mağlup sayıldı.

    İkinci maç Altınordu-Hilal arasında yapıldı. İlk devreyi 2-0 galip vaziyette bitiren Hilal, ikinci devrede vaziyetini idame edemedi ve 3-1 mağlup oldu.

    Üsküdar-İstanbulspor maçı, çok eksik bir kadro ile sahaya çıkan Üsküdar’ın 8-0 mağlubiyetiyle bitti.

    Son ve en mühim maç Fenerbahçe-Vefa arasında oynandı. İstanbulspor’dan Kemal Bey’in hakemliğiyle tarafeyn karşılaştıkları zaman takımların teşekkülatı şöyle idi.

    Vefa: Hüsam, Demir, Halil, İhsan, Şekip, Naci, Hakkı, Hayri, Sami, Osman, Muhteşem.

    Buna mukabil Fenerbahçe Kadri, Sadi, Sabih, Cevat ve Zeki’den mahrum bir halde ve tamamen küçüklerden müteşekkil bir takımla sahaya çıkmışlardı: Rıza, Füruzan, Nejat, Reşat, Fikret, Nihat, Niyazi, Fahri, Muzaffer, Ala, Sait.

    Oyun her iki tarafın bariz tefevvuku altına girmeksizin cereyan etti. Fenerli küçükler kuvvetli rakiplerine karşı canla başla çalışmak suretiyle mukabele ediyorlardı. İlk devre birer sayı yapan tarafeynin müsavatı ile bitti. İkinci devrede Fenerliler bir sayı daha yaparak maçı 2-1 galibiyetle bitirdiler.

    FENERBAHÇE KULÜBÜNÜN ATLETİZM BAYRAMI [2]

    Fenerbahçe Kulübü önümüzdeki Cuma günü Kadıköy sahasında büyük bir atletizm bayramı yapacaktır.

    Kolordu kumandanı Şükrü Naili Paşa, bu atletizm bayramını himayelerine almışlardır. Bu bayrama Fenerbahçe kulübüne mensup bütün atletler iştirak edeceklerdir.

    Müsabakalara sabah saat dokuz buçukta başlanacaktır. Spor sahası herkese açık olacaktır.

    Şimdiye kadar bütün mesaisini yalnız futbol ve tenise hasreden bu güzide kulübün atletizm sahasında da faaliyete geçmesi çok şayanı takdirdir.

    Fenerbahçelilerin futbol sahasında olduğu gibi atletizm sahasında da muvaffakiyetler kazanmasını temenni ederiz.

    YEŞİL GÜN! [3]

    İçkinin pek öyle canu dilden düşmanı olmadığım halde her sene “Yeşil Hilal” gününe muntazaman iştirak edenler arasındayım.

    Bu sene de davet aldım, içimde gitmek için kuvvetli bir istek vardı. Fakat kader müsaade etmedi; vapur kaçtı, ben geciktim. Hulasa gidemedim. Gitseydim, bedavadan bol bol hava alır (cemiyet onu menetmediği için) dansederdim.

    Gidemedim ve bu gezintiyi ancak gazetelerde okuyabildim.

    Bir gazeteden öğrendiğime göre Yeşil Hilalciler bu gezintide limonata ve şıra da içmişler.

    Öyleyse, okuyucum, bekle gelecek yılı. İş yürüyor. Gelecek sene gezintisinde hafif tertip şaraba falan başlanacak demektir.

    GARİP GARİP OYUNLAR! [4]

    Dünkü akşam gazetelerinde “Siyahilerin bayramı” serlevhası altında şu satırlar okundu.

    “Şehrimizde ne kadar zenci varsa kırlara çıkmışlar, her cins ottan demet yapmışlar ve otları aralarına alıp babaları tutuncaya kadar (meyanga) yapmışlar, garip garip oyunlar oynamışlardır.”

    Bu garip garip oyunlar sözü üzerinde durdum. Çünkü o garip garip oyunlar bütün balolarda oynanan Çarleston, Blakboton, Fokstrot gibi asri dansların öz anasıdır ve onlardan başka bir şey değildir… Aradaki fark parke döşemeli salon yerine yeşil otlu kırlarda ve mükellef tuvaletlerle smokinler, fraklar yerine derme çatma elbiselerle oynanmasındadır.

    Onları ot kokusu babalandırıyorsa bizi de şampanya veya viskiler vecde getiriyor… İşte o kadar!

    YATLA DÜNYAYI DEVİR! [5]

    Alman zenginlerinden Blange isminde bir sporcu, 10 metre boyunda 4 metre genişliğinde ufak bir tenezzüh yatıyla limanımıza gelmiştir.

    Seyyah İstanbul’dan evvel Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya, Mısır, Trablusgarp, Beyrut ve İzmir’e uğramıştır. Elyevm Galatasaray kulübü denizcilerinin misafiri olan M.Blange, Galatasaray denizcileriyle Marmara’da küçük bir seyahati müteakip Hindistan ve Amerika’ya gidecek, oradan Almanya’ya dönecektir. Bu suretle M.Blange bir devri alem seyahati yapmış olacaktır.

    TEŞKİLAT KAYITSIZLIĞI DENİZCİLİĞİMİZİ MAHVEDİYOR [6]

    Denizcilik, bilhassa bir deniz memleketi olan Türkiye’de, en ziyade inkişafa mazhar olması lazım gelen sporlardan biridir. Fakat alakadar teşkilatın cereyanı idare edememesi, daha doğrusu işin ehli olmaması, bu sporla uğraşan, onu heves ve merakla takip eden gençleri inkisara uğratmakta, soğutmaktadır.

    Teşkilatın alakasızlığının bizzat sporcular üzerinde hüsule getirdiği menfi tesirleri anlamak için onları bizzat dinlemek kâfidir.

    Galatasaray’ın kıymetli denizcilerinden Vamık Bey’den aldığımız bir mektup, hakiki derdi teşrih etmek noktasından karilerimize bir fikir verebilir. Vamık Bey diyor ki:

    “Denizcilerin artık bilfiil deniz üzerinde çalıştıkları mevsimdeyiz. Aşağı yukarı her kulübün denizcilik şubesi kendine göre bir faaliyet programı tatbike başladı. Bazı kulüpler yeni fıtalar yaptırdı, bazıları yaptırıyorlar, bazıları da yaptıracaklar. Beykoz kulübü de artık bu sınıf üzerinden fıta yaptırmayarak parasını ancak klasik merakibe hasredecek.

    Demek ki kulüpler kendi kendilerine çalışıyorlar.

    Fakat neye, ne için?

    İşte asıl dert burada!

    Futbol maçları başlamadan bir hayli evvel ilan ediliyor, antrenörler ekiplerini mukannen bir tarih için ihzar ediyorlar. Fakat bu hususta daha dikkatli olması lazım gelen denizcilik teşkilatı bu noktayı ihmal ediyor. Ve yarış tarihlerinin ancak bir hafta evvel meydana çıkması yüzünden biz sahaya bazen idmansız, bazen de sürantrene olarak çıkıyoruz.

    Hâlbuki bir denizcinin yarış tarihini evvelden bilmesi ve idmanlarını ona göre tanzim etmesi muvaffakiyetin en esaslı şeraitinden biridir. Aksi takdirde her şey (daima olduğu gibi) tesadüfe tabi kalır.

    Bu intizamsızlıkların en belli başlı amili yarışların Malul Gaziler Cemiyeti tarafından tertip edilmesidir. Şayanı hürmet bir müesseseye gençliğin yardımı çok makuldür. Bunun için bu cemiyet menfaatine verilecek herhangi bir yarışa bütün kulüpler müfterihane iştirak ederler.

    Fakat mıntıka birinciliği müsabakaları daima menfaat düşüneceklerinden ufak bir teşkilatla idare olunmalı ve sırf gençliğin bu yarışlardan beklediği sportif gaye göz önünde bulunmalıdır.

    Hâlbuki vaziyet böyle değildir ve fenni imkânları tetkike bile lüzum görmeyen bir heyet, bilet satamadığı için, yarış tarihini istediği gibi tanzim, istediği gibi tehir ve talik ederek vaziyeti karıştırıyor ve alakadar teşkilat bilmem ki neden her şeye “Eyvallah!” demek mevkiinde bulunuyor.

    Geçen sene ilk yarış pek ani olmuştu. İkinci yarış (mıntıka birincilikleri) tehire uğraya uğraya Malul Gaziler menfaatine, üçüncü yarışta Tayyare Cemiyeti menfaatine yapıldı.

    Bu seneki yarış tarihleri (idmancıların faaliyete geçmelerinden itibaren epeyce bir zaman geçtiği halde) henüz malum değildi. Bildiğimiz yegâne yarış, 13 Ağustos’ta Tayyare Cemiyeti tarafından Bebek’te yaptırılacak yarışlardır. Bundan başka kaç yarış yapılacak ve nerede olacaktır? Mıntıka birincilikleri hangi tarihte olacaktır? Kürek yarışlarına bu kadar müsait olan Beykoz’da bu sene de yarış olmayacak mıdır? Geçen sene bir türlü yaptırılamayan yüzme yarışları bu sene de ihmal edilecek midir?

    İşte bir sürü sual ki buna cevap verebilene aşk olsun!

    Oksfort ve Kembriç gibi 40 bu kadar senedir yarış edenler her sene aynı gün ve saatte, aynı mahalde yarışlarını yapıyorlar, soğuk, sıcak, kar, yağmur, hiçbir şey buna mani olmuyor.

    Bizim (eğer varsa) Denizcilik Federasyonumuz, yahut mıntıka heyetimiz o sene yapılacak yarışların tarihini neden daha ilkbaharda ilan edemiyor? Acaba buna lüzum mu yoktur, yoksa mani mi vardır?

    Bizim zihniyetimize nazaran deniz yarışları için lazım gelen şeyler şunlardır:

    1. Mutantan reklamlar
    2. Süslü Gemiler
    3. Bandolar
    4. Heyeti tertibiyeye mensup beyleri yarış sahasında vızır vızır dolaştıracak bedava motorlar.

    Bunlar oldu mu yarış için icap eden her şey tamam demektir. Geride:

    1. İntizamsızlık yüzünden seyredenler spordan iğreneceklermiş.
    2. Bir günde belki 10 yarışa iştirak eden bir kulübün idare adamları bilahare günlerce yataktan çıkamayacak kadar yorulacaklarmış.
    3. Sıhhi spor kaideleri ikmal edilecekmiş.
    4. Zavallı amatör gençler denizin ortasında, güneşin harareti altında akşama kadar aç karnına, hatta defi hacet çarelerini bulamadan bir salapurya içinde kavrulacaklarmış.
    5. Bir sürü hay ve huy içinde yarışı seyredenlerin aklında tahlisiye idaresinin devirme hareketinden başka hiçbir şey kalmayacakmış!

    Bütün bunların düşünülmesine ne lüzum var?

    Hâlbuki gerek yarış sahasının intizamı, gerek idmancıların istirahati düşünülmelidir. Mesela bütün yarışlar aynı günde değil muhtelif tarihlerde icra olunmalıdır. Yoksa memleket denizciliğinin ilerlemesini beklemek mumla kazan kaynatmak demektir.”

    FENERBAHÇE TENİS TURNUVASI YARIN BAŞLIYOR [7]

    İlk maçlarda İstanbul takımı intikam müsabakasında da İzmir galip geldikten sonra İstanbul-İzmir karşılaşması iki tarafı da tatmin eden neticelerle bitti. Şimdi yeni bir turnuva başlıyor.

    Fenerbahçeliler Kadıköy’de bir tenis turnuvası tertip etmişlerdir. Bu turnuvaya şehrimizin bütün tenisçileri iştirak edeceklerdir.

    Maçlara yarın sabah saat 10.30’da başlanacak ve tasfiye müsabakalarından sonra final Pazar günü oynanacaktır.

    İSTANBUL’UN EN SERİN YERİ [8]

    İki dost baş başa verdik ve biribirimize sorduk: “Nereye gidelim?”

    İstanbul’un bütün yazlık gezinti yerlerinden acı hatıralarımız vardı. İçimiz yüksek, serin, yeşillikli bir yer istiyordu. Boğazımız menba sularının hasretiyle yanıyordu. İkimizin de aklına birden Çamlıca tepesi geldi.

    Çamlıca… Ağaçları serin rüzgârlarla sallanan Çamlıca… Her çeşmesinden billur gibi berrak ve buz gibi soğuk bir suyun şarıl şarıl aktığı Çamlıca…

    • Yemek götürelim mi?
    • Ne zahmet! Bu sıcak havada orası mahşer gibi kalabalık olacak. Tramvay o tarafları medenileştirdi. Hiç orada yiyecek bulunmaz mı?

    Gittik ve tramvaylı Çamlıca’da aç kaldık. Bir tabak haşlanmış fasulye için camekânları yalnız rakı şişeleriyle dolu bakkal dükkânlarını beyhude dolaştık. Nihayet kireçlenmiş bir ciğerle kanaat ettik. İçtiğimiz su meşhur Çamlıca suyu, eski rakı şişelerine doldurulmuş tortulu ve ılık bir mayiden başka bir şey değildi. Mide bulandırmaya ve istifra ettirmeye yarar bir hastane suyu! Şairane tepenin her tarafından insanlar üzerine güneşli bir hüzün akıyordu.

    Hayalimiz, şimdi karşıda, güneşli manzarası titrek bir resim gibi yayılan İstanbul’dan imdat istemeye koyuldu. İçinden kaçtığımız İstanbul, bitkin çöl yolcularını bin bir vaatle çağıran serap yeşilliği ve maviliği cazibesiyle kırda hava ve serinlik bulmaya gidenlere gülüyordu. Döndk. Tramvay hep bizim gibi, aldatıcı tepede günün geçirmeye gelmiş, fakat iki saat içinde susuzluktan takatsiz kalarak ümidi kırılmış, şehre can atanların keskin ter kokusu ve şikâyetleriyle dolu idi.

    Köprü bizi şerbetçi dükkânlarının buzlu ve renkli sürahileriyle karşıladı. Köprünün bu kadar neşeli bir yer olduğunu o gün anladım. Fakat yangından çıkmış gibi biz hala Çamlıca güneşinin ateşiyle yanıyorduk. Bir dostun tavsiyesiyle ancak tünel dehlizinde sekiz defa inip çıktıktan sonra biraz serinledik ve kendimize geldik.

    Yaz sıcağından bunalanlara haber verelim. Kır isimlerine ve kendi hayallerine hiç aldanmasınlar. İstanbul’un en serin yeri şu karanlık tünel dehlizidir.

    ÇIPLAK NEDİR? [9]

    Sabah rüfekamızdan birisi, çoktan beri devam eden bir anketle meşguldür, bu anket soruyor: “Çıplak nedir?”

    Ve bütün kalburüstüne gelen mütefekkirler, bunu tarife çalışıyorlar. Düşünüyorum, vakıa henüz “Çıplak nedir?” suailinin kestirme cevabını veren olmadı, lakin günün birinde birisi bu iyiliği yapsa da “Çıplak nedir?” anlatsa acaba ne olacak? Bu tuhaf şeyin mahiyetini anlamakta bu derece ısrar eden kimdir?

    DİLENCİLER [10]

    Dün, Beyoğlu’nda Galatasaraylı Nihad’ın spor levazımı mağazasında yarım saat kadar oturdum. Bu yarım saat zarfında bitip tükenmek bilmez bir dilenci kafilesi, adeta bir zincir gibi mağazaya uğrayıp durdu. Koşu şampiyonumuz Besim bunlara kuruş yetiştirmekten, adeta bir 800 metre yarışı yapmış kadar yoruldu.

    Kadın, erkek, çocuk, sakat, alil, sağlam, genç, orta yaşlı, ihtiyar, bir sürü dilenci birbirinin peşi sıra kapının önünde arzı endam ediyorlardı.

    • Allah versin!
    • Bozuk para yok!

    Mukabelesiyle gidenleri enderdi. Ekserisi kuruşu alamayınca gitmek şöyle dursun, dükkânın ortasına kadar girerek bir mala bakan müşteriyi, çeşitlerini, gösteren mağaza sahibini izaç edecek kadar sırnaşıklıkta ileri gidiyorlardı.

    Sordum ve öğrendim ki bu dilenciler, gerek Beyoğlu’nda gerek İstanbul tarafında bütün mağazaları, dükkânları haraca kesmişler… Hepsinin ayrı ayrı günleri, saatleri vardır. Günlerinde ve saatlerinde muntazaman gelirler, musallat olurlar. Her mağaza ve dükkândan gündeliklerini alır, giderler.

    • Para vermemek suretiyle bunların ayağını kesmek kabil değil mi? Kabahat mağaza ve dükkân sahiplerinde! Para vere vere alıştırmışsınız!
    • Hele kuruşu vermeyin de bakın! Bazıları, öyle bir zamanda musallat olurlar ki ya müşteri bizar olur kaçar yahut da siz hesabı yanlış yaparsınız ve mutlaka bir zarara uğrarsınız. İşe bakın!

    Besim beyaz tebessümüyle bunları anlatırken kapının önünde kaval gibi bir herif peyda olmuş ve yavaş yavaş ta mağazanın ortasına kadar ilerlemiş, orada dikilerek anut ve musır bir arsızlıkla kuruşu bekliyordu.

    Besim kuruşu uzattı,

    • Al da git, dedi, kuruşu vermesem herif lakırdımı şaşırtacak, ne söylediğimi, ne söyleyeceğimi bilmeyeceğim!

    Dilenci çıktı, ben de arkasından çıktım, herif bitişik dükkândan haraç almakla meşguldü. Oradan da gündeliği kıvırdı, öteki dükkâna yanaştı…

    Arkasından beşer, onar adım fasıla ile diğer meslektaşları takip ediyordu.

    İstanbul’da dilencilerin toplandığını biz yazıyorsak, siz sakın inanmayın emi muhterem kariler!

    VEKÂLETİN BİR TEZKERESİ [11]

    Aldığımız malumata göre Dâhiliye Vekâleti, geçenlerde Galatasaray takımıyla Fenerbahçe arasındaki hadiseden dolayı Vilayet’e bir tezkere göndererek hadiseyi teessüfle karşıladığını bildirmiş ve tekerrürünün önüne geçileceğini ümit ettiğini bildirmiştir. Bunun için badema maç yapılırken stadyumda kâfi zabıta memuru bulundurulması polis müdüriyetine yazılmıştır.

    FUTBOL MAÇLARI [12]

    Harbiye-Galatasaray maçı, dün yazdığımız gibi, icra edilmemiştir. İstanbul şampiyonasının nasıl halledileceği hakkında mıntıkaca bir karar verilecektir.

    Dün Taksim Stadyumu’nda ikinci gruba mensup futbol takımları arasındaki lig maçları son iki müsabaka ile intaç edilmiş ve İstanbulspor takımı Altınordu’yu da yenerek ikinci kümenin şampiyonu olmuştur.

    FENERBAHÇE ATLETİZM MÜSABAKASI [13]

    Fenerbahçe kulübü dünden itibaren bilfiil atletizm hayatına atılmıştır. Şimdiye kadar yalnız futbol sahasında çalışan ve sporun diğer şubelerinde faaliyet göstermeyen bu kulübün bu hareketi umumi spor hayatımız için büyük bir kazançtır. Fenerbahçe kulübü atletizm sahasına ayak atarken büyük bir idman bayramı ile işe başlamıştır. Kulübün atletizm sahasında çalışacak olan gençleri dün bu bayrama iştirak ederek ilk müsabakalara başlamışlardır. Dün İttihat spor sahasında yapılan bu bayrama 45 atlet iştirak etmiştir. Yapılan muhtelif müsabakalarda elde edilen rekorlar şimdilik şayanı dikkat olmamakla beraber ati için çok ümit verecek mahiyettedir. Fenerliler, atletizm şampiyonluğunu da haiz bulunan Galatasaray kulübüne futboldan sonra atletizmde de rakip olmaya muvaffak olurlarsa memleket sporu namına hakikaten hizmet etmiş olurlar.

    GAZİ’NİN EN BÜYÜK ESERİ NEDİR? [14]

    Hüseyin Rahmi Bey’in Cevabı

    Gazi’nin en büyük eseri nedir? Bu sualinizin heybeti önünde sarsıldım. Acaba Gazi Hazretleri’nin hangi eserleri küçüktür ki içinden büyüğünü seçebilmek için bir mikyas tanzimine kadir olabilelim? O, dünyayı mephut eden bir harp kazandı. Bu zaferin halesiyle dünyanın bütün ufuklarından parladığı zaman bu mucizeden gözleri kamaşan yarü ağyar:

    Acaba bu bir insan mı? Hayır, dediler, bu beşer fevkinde bir hilkattir. Harp bir gaye değil, bir vasıtadır. Tarih birçok harp dâhileri sayar. Onların yaratmış olduğu mucizelerin önünde hayretle düşünürüz. Fakat kazanılan menfaatler ekseriya zevale mahkûmdur. Gazi’nin ise lazeval asıl himmetü kudreti harpten sonradır.

    Bu ikinci mucize birinciye tefevvuk eder. Bu da taassup ejderiyle olan gazası ve büyük zaferidir. Kafes arkasında peçe altında boğulan kadın bu hilafı tabiat mahbesten yüzünü kurtardı, tabiatın bütün mahlûklarına has olan açık havada teneffüs hakkına erdi.

    Kadın loşluklarda yaşar bir köstebek, anonim bir varlıktı. Frenkler ona muamma diyorlardı. O pek az mahrem nazarlara açılabilen kara örtülü bir Beytullahtı. Ona bakmak büyük günahtı. Kadının bu mahbesten itlakından sonra bizde sosyete bir mana almaya başladı. Hayat uyandı. Gazi Hazretleri’nin taassubu tepelemekteki kudretlerini en büyük görüyorum. Niçin? Çünkü bu ejder hala kanlarını, canlarını emdirmekte devam eden Afrika ve Asya Müslümanlarının altında inledikleri ecnebi boyunduruklarını görerek ibret almak, Gazi Hazretleri’nin bu eserindeki büyüklüğü takdir için kâfidir.

    Büyük hürmetlerimin kabulünü rica ederim efendim. (Hüseyin Rahmi)

    TENİS TURNUVASI DÜN HİTAM BULDU [15]

    Fenerbahçe kulübünün tenis turnuvası dün hitam bulmuş ve finalde kalmış olan Sedat Bey’le Şirinyan Efendi arasında yapılan maç pek hararetli cereyan ederek Sedat Bey, Şirinyan’ı 4 maçta mağlup etmiştir. Bu suretle Sedat Bey, memleketin birçok güzide tenisçilerinin iştirak ettiği bu güzel turnuvada, birinciliği kazanmış bulunuyor. Bu muvaffakiyetten dolayı kıymettar sporcuyu tebrik ederiz.

    Dabl maçlarına gelince: Suat-Sedat çifti, Sait-Şudvar çiftini yine dört sette mağlup ederek turnuvanın dabl birinciliğini almışlardır. Bunlara kulüp tarafından altın madalyalar verilmiştir.

    GARİP BİR SES [16]

    Bahsetmek istediğimiz şey Yunan başvekil M.Venizelos’un sesidir. Selanik’te Fransızca olarak intişar eden bir gazeteye göre Venizelos radyo ajansına beyanatta bulunmuş; Türkiye’nin Yunanistan’la bahri teshilat yarışı yaptığından şikayet etmiş; Yunan hükümeti tarafından bahri teshilatın tahdidi hakkında vuku bulan müteaddit müracaatlara yeni harp gemileri sipariş etmekle cevap verildiğini söylemiş; işler bu şekilde devam ederse yakın bir istikbalde iki memleket arasında harp çıkmasına intizar etmek lazım gelirmiş.

    Venizelos’a atfen bir Yunan gazetesinin neşrettiği bu sözlerin ne dereceye kadar vakıa mutabık olduğunu kestirmek bizim için mümkün değildir; bununla beraber daha evvel Yunanlılar tarafından bir iki defa Türkiye ile bahrî tahdidi teshilat yapılması hakkında bazı teklifler vuku bulduğu matbuat sütunlarında bahsi geçmiş bir mevzu olduğundan bu rivayet üzerinde biraz tevakkuf etmek muvafıktır.

    Türkiye ile Yunanistan arasında bahri bir tadidi teshilat meselesi görüşülebilir. Fakat zannediyoruz ki bu meselenin görüşülmesine başlamazdan evvel halli icap eden meseleler vardır. Bu meseleler de her iki memleketi bugün işgal etmekte olan mübadele işleridir. Aksi takdirde Yunanlılar tarafından vuku bulacak herhangi bir tahdidi teshilat teklifinin ciddiyetine inanılamaz.

    Kaldı ki Yunanlılar mübadele ihtilafına ait müzakerelerde sui niyetlerini son günlerde pek sarih olarak göstermişlerdir. İki memleket arasında bir uzlaşma zemini bulmak için bitaraf devletler murahhasları tarafından yapılan teklifleri esas itibariyle iptida kabul ettikleri halde Türklerce bila tereddüt kabul edilen bu tekliflerin asılları Atina’ya varınca reddetmişlerdir!

    Şu vaziyete nazaran Yunanlılar tarafından Türkiye’ye karşı bahri tahdidi teshilat yapılması şeklinde vuku bulacak bir teklifin maksat ve manası ne olabilir? Bu maksat ve manayı mesela Yavuz’un tamirine mani olmaktan başka bir fikre hamletmek mümkün müdür?

    Sözlerimizde vazıh olmak için bir kere daha tekrar edelim: Türkiye Cumhuriyeti daima sulhun muhafazasına matuf bir siyaset takip ettiği için bu gayeyi temin edecek her türlü teklifleri memnuniyetle telakki eder. Ancak bu teklifler de memleketimizin müdafaası için elzem olan vesaitin teşekkülüne mani bir niyeti bulunmamak lazımdır.

    Venizelos’un yeni bir harp ile Türkiye’yi tehdit etmesine gelince, buna karşı verilecek cevabımız da açıktır: Yunanistan, Türkiye’nin denizlerde bir gemisi değil, tek bir kayığı bulunmadığı ve bütün İngiliz donanmasının bilakis kendisine yardımcı olduğu bir zamanda Anadolu macerasına girişmiştir. Fakat öyle iken gene neticede mağlup ve muzmahil olmuştur. Eğer Yunanlılar ve onların başında bulunan Venizelos Anadolu maceralarını unutmuşlarsa ve Şark’ta yeni bir harp çıkarmanın mesuliyetini üzerlerine alırlarsa her vakit eski tecrübelerini tekrar edebilirler.

    İHTİYAÇ BİR SENE BEKLEMEZ! [17]

    İstiklal harbinde birinci derecede malul kalmış bir gaziden bir mektup aldık. İki ayağını vatan ve millet uğurunda feda etmiş olan bu gazi, tütün satışından yüzde iki derecesinde bir para yani ayda 30-35 lira alıyormuş. 1 Haziran’dan itibaren satılan tütünlerin yüzde ikisi Tütün İnhisar İdaresi tarafından her ay Ziraat Bankası’na maluller namına yatırılacak ve her sene nihayetinde bu müterakim para malullerin derecesine göre taksim edilerek toptan verilecekmiş.

    Bu karar, lehde göründüğü halde bir kısım malullerin aleyhindedir. Çünkü bir sene müddetle her ay aldıkları 30-35 liradan mahrum kalacak ve sene nihayetinde hisselerini alacaklar.

    Bu malul gazinin verdiği izahat ve tafsilattan anlıyoruz ki bir kısım malul gazilerin bu parayı seneden seneye değil aydan aya alması daha doğru olacaktır. Çünkü günlük ihtiyaçları bütün bir sene bekletmek imkânı yoktur.

    Onun için bu parayı arzu edenlere aydan aya vermek imkânı bulunmalıdır, diyoruz. Doğru değil mi?

    KADIKÖY VAPURUNDA MEVLANA AYİNİ YAPAN MECZUP [18]

    Evvelki akşam Köprü’den Kadıköyü’ne 7.30 postasını yapan “Kadıköy” vapurunun lüks mevkiinde tuhaf bir hadise olmuştur.

    Lüks mevkide oturan çıplak başlı, şişmanca vücutlu ve kabadayı tavırlı, oldukça temiz, fakat eski saray aşçıbaşıları gibi giyinmiş bir zat, halkın arasında birdenbire ayağa kalkmış ve “Herkes iktisadi buhran var diyor. Halbuki akli burhan var!” diye beliğ bir nutuk iradına başlamış, bundan sonra kamarada bulunan matmazellere ve hanımlara ısrar ile güller takdimine kalkışmış, kendisinin zengin bir adam olduğunu söylemiş, nihayet “Yüksel ki yerin bu yer değildir. Dünyaya geliş hüner değildir.” mısralarını okuyarak mevkiin ortasında, elindeki bastonu çevire çevire Mevlevi ayini yaparak fırıl fırıl dönmüş ve bunun da bir nevi dans olduğunu söylemiştir.

    Nutuk ve ayinini bitirerek herkesi hürmetle selamlayıp Kadıköyü’ne çıkan bu zatın Bostancı cihetindeki köşklerden birinin korucusu olduğu söylenmiştir.

    BİR TELEFON GÖRÜŞMESİ [19]

    • Alo, kimsiniz?
    • Bendeniz Nurettin, zatıâliniz?
    • Hikmet Feridun… Buyurun…
    • Bugünkü Vakit’te bir fıkra var, sonunda benim ismim de geçiyor, bundan maksadınız nedir, buna ne lüzum vardı, bir şey anlayamadık… İlk…

    Birdenbire şaşırdım. O kadar ki suçlu, kabahatli bir adam gibi:

    • Aman efendim, bir kabahattir ettim. Ben yaptım, siz yapmayın! Diyecektim.

    Lakin yorgun zihnimi biraz topladım. Ortada hiçbir şey yoktu. Ve bana telefon eden delikanlıya yazılarımı murakabe altında bulundurması için hiçbir ricada bulunmuş değildim. Dedim ki:

    • Mana mı çıkarmadınız? O halde ya çok manalıdır. Yahut da manasız.

    Ben sütunumun üzerine “Gelişigüzel” diye başlık koydum. Bunun altında, gelişigüzel yazar, dururum. Anlayan anlar, anlamayan veyahut anlayamayan anlamaz.

    Muhavere bir iki sözden sonra bitti…

    Bugüne gelinceye kadar İstanbul’da bir hususi neşriyat zabıtası teşekkül ettiğinden haberdar değildim. Eğer bu genç bundan böyle her manasını anlamadığı yazının hesabını muharririnden telefonla soracaksa şirket yaşadı ve onun anlamadığı yazılar gazetelere konmamak icap ederse gazeteler yandı demektir.

    KEMALETTİN SAMİ PAŞA’NIN TEBERRUU [20]

    Berlin sefirimiz Kemalettin Sami Paşa’nın Ankara’dan İstanbul’a gelirken Eskişehir’e ve Bursa’ya uğradığını yazmıştık. Kemalettin Sami Paşa Eskişehir’de bulunduğu pek kısa müddet zarfında ora spor mıntıkasını ziyaret etmiş ve teşkilata iki yüz lira teberru etmiştir.

    GALATASARAY RESMEN İSTANBUL ŞAMPİYONU OLDU [21]

    Galatasaray, kendi kümesine mensup beş birinci sınıf takımla ikişer maç yaptıktan sonra (28) puanla birinciliği almıştı. Ancak resmen İstanbul şampiyonu olmak için askeri küme birincisi olan Harbiye ile iki maç yapması icap ediyordu. Bu son iki maçın tarihlerini tespit için evvelki akşam içtima eden Futbol Heyeti, Harbiye’nin oyuncularından bir kısmının meslek mekteplerine, diğer bir kısmının da kıtaata iltihakı dolayısıyla bu maçları yapamayacağını öğrendiğinden Galatasaray’ın resmen şampiyonluğunun ilanına karar vermiş, keyfiyeti de Galatasaray kulübüne bildirmiştir.

    Bu suretle Galatasaray 1928-1929 İstanbul futbol şampiyonu olmaktadır. Bila inkıta beş senedir futbol şampiyonluğunu ihraz eden bu kulüp malumdur ki senelerden beri aynı zamanda şehrimiz Atletizm ve Denizcilik şampiyonluğunu da nefsinde cem etmektedir. Sarıkırmızılılara bundan böyle de muvaffakiyetler temenni ve daima çalışmalarını tavsiye eyleriz.

    Futbol Heyeti bundan başka Galatasaray’ın (İzmir’e gittiği takdirde) avdetinde, İstanbul’da muhtelitiyle bir maç yapmasını ve hasılattan bir kısmının Galatasaray-Fenerbahçe maçında yaralanan oyuncuların tedavisi masrafına tahsis edilmesini kararlaştırmıştır.

    Futbol Heyetinin verdiği kararlar meyanında üçüncü küme birincisinin müsabaka yapmadan ikinci kümeye terfiiyle bu küme takımlarının altıya iblağı; ikinci küme birincisi İstanbulspor ile birinci küme sonuncusu Süleymaniye arasında 28 Haziran ve 5 Temmuz tarihlerinde iki terfi müsabakası yapılması vardır. (…)

    ADİL’İN MEZARINDA [22]

    Dün; geçen sene bir futbol maçında kazaen maruz kaldığı bir tekme ile vefat eden Beşiktaş kulübünden Adil’in devri senevii irtihaline müsadifti. Bu münasebetle Beşiktaşlılar arkadaşlarının hatırasını taziz için ihtifal yapmışlar ve birden Adil’in mezarını ziyaret etmişler, samimi hitabeleriyle futbol şehidinin hatırasını yadetmişler, mezarına çelenkler koymuşlardır.

    GALATASARAY BOKS ŞAMPİYONLUĞUNU DA KAZANDI [23]

    İstanbul mıntıkası boks birincilik müsabakalarının evvelki gün yapıldığını yazmıştık. Bu müsabakalar neticesinde Galatasaraylı boksörler her siklette birinciliği almışlardır. Sinek siklette Yaka, horoz siklette Nuri, tüy siklette Necmi, hafif siklette Melih, yarı orta siklette Mithat, orta siklette Selman, ağır siklette Hayri Beyler kendi sıkletlerinin şampiyonu olmuşlardır.

    Bu neticeden sonra Galatasaray kulübü, futbol, atletizm, denizcilik şampiyonluklarından sonra İstanbul boks şampiyonluğunu da ihzar etmiştir.

    YAZMAK İLLETİ [24]

    Eskiden beri biliriz: Memleketimizde, kari adedi azdır. Gerçi, Arap harflerinin, bu azlıkta mühim bir amil olduğu şüphe götürmez. Fakat itiraf edelim ki bizim de okumaktan zevk almadığımız muhakkak!

    Babıali caddesindeki muharrir adedinin, memleket hudutları içindeki kari adedinden daha az olduğunu kim iddia edebilir?

    Umuyorduk ki harf inkılabı tedrisat müşkülatını azalttıkça ve millet mektepleri, bir kapısından giren tabur tabur ümmileri öbür kapısından okuryazar efendiler halinde hayata çıkardıkça, bu muvazenesiz muvazene bozulacaktır.

    Filhakika bozuldu. Bozuldu ama ne şayanı hayret bir bozuluş!

    Gazetelerde çıkan bir beyanattan öğreniyoruz ki harf inkılabından sonra, posta muamelatı yüzde kırk atmıştır.

    Fakat gene pekiyi biliyoruz ki gazete satışları yüzde altmış eksildi.

    Demek ki posta memurlarının mektup damgalamaktan kollarını, gazetelerinse rağbetsizlikten kanatlarını düşüren bu hayırlı tebeddül de, maalesef, şimdilik okuyanın aleyhine ve yazanın lehine olmuş.

    Alfabeyi söken her vatandaşın, karanlık içinde geçen uzun cehalet senelerinden intikam almak için derhal kitaba, gazeteye sarılacağına kaleme sarılması bir fali hayır olmasa gerek!

    Bu gidişle, beş on sene sonra, sakinleri yalnız muharrirlerden mürekkep acayip bir diyarda kalmayacağımızı kim temin eder?

    Harf inkılabının, okuyandan ziyade yazanı çoğaltması, bir hakikati işaret ediyor:

    Meğer bizde yazmak merakı, okumak merakından çok fazla imiş!

    BU SICAKTA FUTBOL OYNAMAK HATADIR [25]

    Artık çok sıcak havaların hüküm sürdüğü bir mevsimin içindeyiz. Hararetin gölgede bile 24-26’yı bulduğu şu günlerde güneşte dolaşanların bunalmaması kabil değildir. Fakat buna rağmen, gezilmeyecek kadar sıcak havalarda hala futbol oynuyoruz. Sporun her şeyden evvel sıhhatli bir vücuda sahip olmak için yapıldığı düşünülürse insanı ölümle neticelenebilecek akıbetlere sevk etmesi muhtemel olan bu hatanın büyüklüğü anlaşılır.

    Bundan 3-4 sene evvel, İstanbul mıntıkası Futbol Heyeti, çok musip bir kararla 15 Haziran’la 15 Ağustos arasındaki üç aylık fasılada futbol oynanmasını menetmişti. Futbolun tamamen bir kış sporu olduğuna ve böyle ezici bir idmanın yazın bu çok sıcak günlerinde tatbik edilmesi sıhhat namına hakiki bir suikast teşkil ettiğine nazaran bu kararın isabeti münakaşa edilemezdi. Bahusus sıhhat endişesine kendi programında yer vermeyecek kadar mantıksız hareket eden sporcuların bizim memlekette ekseriyette oldukları düşünülür ki bu şekilde bir vesayetin elzemiyeti takdir edilir.

    Mıntıka Futbol Heyeti, her nedense bu memnuiyeti bir daha tatbike lüzum görmedi. Hâlbuki bir sene muvaffakiyetle tatbik edildiği için tatbik kabiliyeti müspet neticeli bir tecrübe imtihanı veren bu kararın her sene tatbik edilmesi, güneş altında saatlerce didinmeden hasta olan birçok gençlerin hem sıhhat, hem de hayatlarını kurtaracaktı.

    Mıntıka Futbol Heyeti, idmancıların hayatını ne kadar az düşündüğünü bu havalarda hala üçüncü küme maçlarını, hem de tam öğle vakitleri yaptırmakla israf ediyor. Hâlbuki aynı heyet, lig maçlarını, havaların müsaadesizliğini bahane ederek, hasılat yapamamak endişesi ile geçen kış tatil etmişti. Kasasına girecek birkaç liranın eksik veya fazla olmasında bu derece hassas olan mıntıka heyetinin, gençlerin sıhhati mevzubahs olurken bu kadar müsamahakâr oluşu acaba ne ile izah edilebilir? Yoksa yazın bu öldürücü sıcaklarında futbol oynamak, çamurlu bir sahada koşmaktan daha mı az tehlikelidir?

    GÜLCEMAL [26]

    Gülcemal, bütün Türkiye sahilleri halkının en sevgili vapurudur; bilhassa Karadeniz kıyılarında, Gülcemal gül yüzlü bir peri gibi karşılanır. Şanlı sancağımızın altında dört direği, iki bacası ve narin teknesiyle Gülcamel, herkesin mahbubudur. Onu adeta tehassürle bekler, muhabbetle seyrederler.

    Dün İzmir’den gelen birini karşılamak üzere Gülcemal’e gittiğim zaman, bütün bir memleket sahil çocuklarının sevgilisini yakından ve iyice gördüm.

    Geçenelrde “bivei bakir”, “fertutu müsahhar” diye alay ettiğim gemiyi Seyrisefain Umumi Müdürü Sadullah Bey cidden güzel bir nevcivan haline getirmiş. 55 senelik yorgun ve yıpranmış ihtiyarın 20 yaşında zinde ve teravetli bir genç halinde nasıl gençleştiğini görmek isterseniz, benim gibi Gülcemal’i geziniz. Üst güvertede yapılan salonlu, banyolu, teraslı hususi lüks kamaralar, gemiye bir transatlantik hali vermiş… Gemide yapılan diğer muvaffakiyetli tadilattan burada uzun uzadıya bahsetmek doğru olmaz.

    Esasen ben bu satırları geçenlerde Gülcemal’in tamiri münasebetiyle yazdığım tehzilkar satırları tashih için yazıyorum.

    Gülcemal şimdi, sahil halkımızın muhabbetine layık bir gemi olmuş! Bunu takdirle söylemeyi bir vazife, bir borç addediyorum.

    SAKALLI, BIYIKLI BEBEK [27]

    Dört Yaşındaki Trabzonlu Mehmet Bey’in Yakında Düğünü Var

    Mehmed’i Tenasüli Faaliyeti Heyeti Sıhhiyeca Tespit Edilmiştir.

    Günün kahramanını merak ediyorsanız yerden göğe kadar haklısınız. Çünkü o henüz 4 yaşında olduğu halde bıyığı terleyen ve sakalı çıkan bir miniminidir.

    Mehmet ismini taşıyan bu küçük kahraman Trabzon’un Of kazasının Baltacı deresinde Süleyman ağanın oğludur. Çamaşırlarında görülen bazı lekeler, vücudunun muhtelif nahiyesinde çıkan kıllar nazarı dikkati celb etmiş, imam ve müftü, gusül lazım gelip gelmediğini tayin edememiş, nihayet çocuk Trabzon’a götürülmüştür.

    Oradaki muayenesinde, tenasüli faaliyeti tespit edilen Mehmet İstanbul’a getirilmiş ve Gülhane hastanesinde bilmuayene çocuğun tam erkek olduğunu teeyyüt etmiştir.

    Mehmet, şimdi evlenmek, evlendikten sonra da Amerika’ya giderek zengin olmak istemektedir. Tıp edebiyatında şimdiye kadar hiç tesadüf edilmeyen bu hilkat garibesi çocuk evleninceye kadar gençlik ateşleriyle kıvranacak fakat mahkeme evlenmesine müsaade ettiğinden bu hali çok devam etmeyecektir.

    SPOR HAYATIMIZ [28]

    Tayyare Cemiyeti’nin fikirlerini neşretmek üzere Türk Hava Mecmuası’nın yerine çıkmaya başlayan “Havacılık ve Spor” isimli mecmuada kıymetli ve genç Maarif Vekilimiz Cemal Hüsnü Bey’in spor hakkında şu fikirleri intişar etti:

    “Kuvvetli bir dimağın sağlam bir vücuda malik olması ne kadar arzu edilirse sağlam bir vücudun da kuvvetli bir dimağa sahip bulunması daha fazla bir hakla talep olunur. Güçlü ve çevik bir nesil yetiştirmek hakkındaki gayretimiz, bu neslin, ilim ve irfan yolundaki çetin mücadeleyi daha kolaylıkla ve daha çok muvaffakiyetle başarabileceği kanaatinden kuvvet almaktadır. En heyecanlı anlarda nefse hâkim olmak, derhal karar vermek, mesuliyetin bütün şerefli ağırlığını vakarla karşılamak, tesanüdün kuvvetini şiddetle hissetmek doğru veya yanlış münferit hareketlerin umuma şamil neticelerini ölçmek, intizam ve inzibatın kıymetini bihakkın takdir etmek, en zayıf bulunulabilecek zamanlarda nazik ve nezih olmak gibi dimağımızın şuurlu hareketlerini adelemiz kadar takviye ettiği içindir ki spor bugünkü gençliğin serbest ve cana yakın tabii bir mektebi olmuştur. Binaenaleyh spor başlı başına bir gaye değil fakat bizi gayemize daha emniyetle ulaştıran bir vasıtadır.

    Spor ile kuvvet, inzibat ve nefse hâkimiyeti elde edecek yeni neslimizin bütün bu kazançları manevi tekemmüllerine, fikri yükselişlerine hasretmeleriyledir ki Büyük Gazi’nin gençliğe bıraktığı kıymetli ve kutsi emanetler bihakkın muhafaza edilebilir.”

    Maarif Vekilimizin bu fikirlerine iştirak etmeyecek hiçbir sporcu yoktur. Cumhuriyet idaresi, spora her zaman büyük bir ehemmiyet atfetmiş ve spora bu ehemmiyeti verirken de hep Maarif Vekili Cemal Hüsnü Bey gibi düşünmüştür. Namını daima hürmetle yadedeceğimiz Necati Bey merhum ve Başvekil İsmet Paşa hazretleri, senelerden beri Türkiye’de sporun inkişafı için pek çok çalıştılar. İsmet Paşa hükümeti, İdman Cemiyetleri İttifakı’na her sene tahsisat verdiği gibi, Türk sporcularının 1924 ve 1928 Olimpiyatları’na iştiraklerini de temin etti. Türk sporculuğu bu muavenet ve himmetlerin daima medyunu şükranıdır. Yalnız bu sene Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’na verilen tahsisat kesildi. Bu Cumhuriyet idaresinin, İsmet Paşa hükümetinin sporla, sporcu gençlikle alakasını kestiğine, onunla meşgul olmak istemediğine delalet etmez. Bu hareketin manası başkadır. İsmet Paşa hükümeti bu suretle teşkilattaki idaresizlik ve tezelzüle karşı, pek haklı olarak infialini izhar etmek istemiştir.

    Filhakika hükümetin bütün yardımlarına rağmen teşkilat istenilen ve beklenilen şekilde çalışmamıştır. Bugün teşkilatın muhtelif kısımlarının reisleri ve azası arasında birçok boşluklar vardır. Şimdi hükümet tahsisatı kesince, esasen o para ile mevcudiyetlerini idame edebilen heyeti müttehidenin bazıları büsbütün infisah edecektir. Sonra ne olacak? Türkiye İdman Cemiyeti teşekkül etmeden evvelki müzebzep, vaziyet avdet edebilecektir.

    Spor sahasında gençliğe rehber olmak isteyen ve onu doğru yola sevketmek hem arzusu, hem de vazifesi olan hükümet tabii, eski karışıklığın, başsızlığın, teşkilatsızlığın avdetini istemez. Şu halde teşkilatın infisahına meydan vermemeli, kongreyi toplayarak teşkilatın başına daha kudretli kimseler getirilmelidir.

    Henüz pek genç olan idman hayatımızı anarşiye uğratmamak için hükümetin, hami ve terbiyetkar eli idmancılığımızın üstünden eksik olmamalıdır. Sporu ve gençliği seven İsmet Paşa hazretlerinden spor hayatımıza yeni bir cereyan, hayırlı bir inkişaf vermesini rica ediyoruz.

    SELİM SIRRI BEY [29]

    Terbiyei Bedeniye Umumi Müfettişi Selim Sırrı Bey şark vilayetlerimizde umumi bir teftiş ifa etmek üzere bugün Ankara vapuru ile Trabzon’a müteveccihen hareket edecektir. Selim Sırrı Bey ilk merhale olarak vasıl olacağı Trabzon’da bir iki gün kaldıktan sonra Erzurum’a gidecektir. Selim Sırrı Bey’in teftiş seyahati bir buçuk ay kadar devam edecektir.

    EDEBİYAT TARİHİ [30]

    Arapçasız, acemcesiz bir nesil yetişiyor. Ne sanayii edebiyeden haberi var, ne vezni aruzdan! Bu nesil, fennin, san’atın kapılarını açmak için yalnız Türk alfabesini öğrensin, kâfi… Hele yarının edebi nesline gıpta ediyorum. Bu nesin için, tarihi edebiyat Ahmet Haşim’le Orhan Seyfi’den başlayacak! Veysi ve Nergisi yerine Haşim’i, Yakub’u, Falih Rıfkı’yı okuyacaklar, Yunus Emre, Âşık Paşa yerine de Orhan Seyfi’yi, Faruk Nafiz’i…

    Yalnız Fuzulilerin, Nedimlerin değil, Fikretlerin, Halit Ziyaların bile Orhon kitabeleri gibi ancak müsteşriklerin halledebilecekleri birer muamma olması yakındır, en çok yirmi sene! Harf inkılabı, mey ve hey hey edebiyatını bir hamlede asarı atika müzesine nakletti.

    BİR SPORCUNUN ÖLÜMÜ [31]

    Fenerbahçe’nin emektar sporcularından Hikmet Bey’in, uzun bir hastalıktan sonra irtihal ettiğini dün teesüfle haber aldık. Merhum samimi ve temiz spor aşkıyla, bu vadidedi feragat ve fedakârlıklarıyla tanınmıştı. Fenerbahçe’nin küçük takımları mazhar oldukları inkişafın büyük bir kısmını bu vadide menfaatsiz ve yorulmaz bir gayret sarfeden merhuma medyundur. Fenerbahçelilere ve merhumun ailesine arzı taziyet ederiz.

    ELVEDA’! [32]

    Hala genç nesle mensup olduğunu iddia eden bencileyin kırka yakın, bir arkadaş Latin harflerinin kabulü üzerine artık Nedim, Fuzuli hatta Fikret gibi eslaf ederlerinin birer antika haline gireceğini ve onlar yerine genç ve yeni şairlerin geçeceğini şayanı hayret bir zevkle yazıyor. Bir şair için Fuzuli, Nedim ve Fikret unutulacaktır diye sevinmek bir dalalettir fakat o bize gerekmez. Ancak işin garibi, bu eskilerin yerine geçeceği zannedilen ve Türk edebiyat tarihinin Nuhları olacağı mülahaza olunanların, ancak Latin harflerinin ianesiyle bu makamı işgal edebileceklerinin yazılmasıdır ki şayanı dikkattir. Demek yeni harfler olmasa bu zevat edebiyat tarihimiz de bir varlık teşkil edemeyeceklerdi.

    ATLETİZM [33]

    Kadıköyü’nde Ünyon kulüp sahasında Pera kulübü tarafından tertip edilen atletik müsabakalar, müttefik ve gayri müttefik yüze yakın atletin iştirakiyle yapıldı.

    Müsabakalar ikinci ve üçüncü seri atletler arasında yapılıyordu. Bu itibarla neticeler parlak olmasa bile iştirak eden atletlerin adedi, maçların cereyanındaki intizam yarınki sporcu neslin bugün pek ihmal edilen atletizme layık olduğu ehemmiyeti verdiğini anlatıyordu.

    Müsabakalar takdir ve teşvik nidaları arasında sonuna kadar heyecanla takip edildi. Neticede umumi tasnife nazaran iştirak eden kulüpler şöyle derece aldılar:

    Pera birinci, iyi hazırlanmadığı halde az bir farkla Fenerbahçe ikinci, Sporting üçüncü, Moda dördüncü.

    İSTANBUL CUMA GÜNLERİ NASIL EĞLENİYOR? [34]

    Kalamış, Fenerbahçe Sahillerinde Banyolar

    Bir haftadan beri, buram buram ter döküp burcu burcu kokuyoruz.

    Dün birisi ile konuşurken yanımızdan şişmanca bir adam geçti. Herif, sanki seyyar ıtriyat mağazası idi. Allah süründürmesin, öyle sürünmüş ki adeta burnumuzu tıkamaya mecbur olduk. Arkadaşım dayanamadı:

    • Yahu, bu ne koku?
    • Ne yapsın, dedim, görmüyor musun, kan ter içinde zavallı… Kendi hoş kokusunu (!) gizlemek için kiralık koku almış.

    Ya bu sıcak günlerde ne kadar dondurma yendiğine dikkat ediyor musunuz?

    Vakit, öğle. Bir dondurmacı dükkanındayım. Yanımda kırmızı suratlı, beş on sene sonra mutlaka tıkanıp ölmeye namzet, iyi yarı (iri de söz mü) adeta aygır misali bir zat var.

    Arka arkaya üç vişneli, iki karışık dondurma yedikten sonra, altıncı bardağı ısmarlarken arkadaşı kolundan çekti:

    • Hiş… Ne yapıyorsun be? Çatlarsın!

    Güldü:

    • Zati sıcaktan çatlıyorum. Bari bırak da dondurmadan çatlayayım!

    Seyyar şerbetçilerin bini bir paraya:

    • Haydi buuuu…z!… Otuz iki dişe trampet çaldırıyor.

    İhtiyar bir adam yaklaştı, bir bardak şerbeti, bir hamlede yuvarladıktan sonra dişsiz ağzını açarak:

    • Evladım, dedi, ya böyle benim gibi ağzında diş kalmayan biri olursa? Trampeti kime çaldıracaksın?
    • Az bekle, dedi, neredeyse karnında çalmaya başlar.

    İtişe kakışa iskelenin demir parmaklığı önüne yığıldık. Vapur, çoktan gelmiş, yolcularını çıkarmış, fakat biz hala bekliyoruz. Yoldular arasında mırıltılar başladı:

    • Nedir bu rezalet canım. Şu kapıyı açsalar kıyamet mi kopar?
    • Keenne, insan değiliz de mezbaha kapısında bekleşen öküzleriz.

    Bir ses:

    • Çüşş… Öküz sensin. Söylediği lafa bak be.

    Memur çok geçmeden yetişti:

    • Birbirimizin üstüne binmeyelim! Azıcık sabırlı olalım, daha bir buçuk dakika var.

    Etraftan sesler:

    • Bir buçuk dakika varmış. Sanki şu kapıyı açsalar kıyamet kopar.
    • Dakikaların ne kadar da kıymetini biliriz.

    Hele neyse parmaklık aralandı. Ve yüz kadar yolcu bu daracık geçitten birbirlerini omuzlayıp dürterek deli gibi seyirttiler. Kendimi arka güverte kısmında bir sıra minderinde bulunca:

    • Oh, dedim, dünya varmış.

    Şimdi rahatça etrafımdakileri seyredebilirim. Onlar da bari seyre değer bir şey olsalar neyse… Durmadan fıstık yiyip kabuklarını avucunda biriktiren altmışlık bir Beni İsrail acuzesi, suratı çilli, boynu sargılı yine aynı fasileden bir kadın ve lüfer avcılığından bahseden iki eski İstanbul tipi, durmadan anlatıyor:

    • Efendim lüfer balıkların en kurnazıdır. Bu muhakkak. Bir tarihte Sarıyer’deyim, gece sabaha karşı sandalla dolaşıyorum. Malum a serde gençlik var o zamanlar. Yeni mahalle önünde dalyanlar vardı bilmem hatırlar mısınız?

    Ve muhavere böyle devam ediyor:

    • Haydi, Kadıköy, Kadıköy!

    Vapurdan daima geç çıkmayı adet etmişimdir. Bu defa da öyle yaptım. İskeleye en sonra ayak atan yolcu olmak şerefini muhafaza ettim. Fakat bir de bakayım ki meydanda bir tane otobüs kalmamış. Niyetim (söz aramızda) ucuz olsun diye Kalamış’a kadar otobüsle gitmekti. Kendi kendime:

    • Bu işte de yaya kaldın mı tatar ağası, diye söylenmeye başladım.

    Söylenmek para eder mi? Behemehâl bir vasıta bulmak lazım. O sırada üzeri tenteli tek beygirli bir muhacir arabası çıkagelmez mi?

    Hemen yaklaştım ve iki laf bir pazarlık, atladım.

    Kalamış sahilleri, Moda’dan itibaren binlerce insanla dolmuştu. Öyle ki adeta bana yer kalmayacak diye korktum. Aman Kalamış’tan Fenerbahçe’ni görünüşü. Acaba dünyanın hangi yerinde bu kadar müstesna güzellikler bir araya toplanmıştır? İskelenin önünde çepçevre sahili kapatmış her renkte tenteli ince, oynak, sevimli birçok sandal… Ara sıra bir müşteri yaklaşarak eliyle bir işaret yapıyor ve nereye gideceğini söylemeden sandala kuruluyor. Fener yarım adası da günün bu saatinde adeta uykuda. Uyanık olan yalnız Kalamış tarafı. Burada iskeleden başlayıp deniz hamamları kısmında nihayet bulan bir sahil parçası var ki fıkırdak bir kadın kadar caziptir.

    Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmezmiş. Şimdi bu masala kimse kulak asmıyor. Denizin üstü (sade üstü değil) batıp çıkanları da hesaba dâhil edersek altı ve üstü kumralından esmerine, balıketinden şişmanına kadar her renkte, her biçimde Âdem’in oğulları ve Havva’nın kızlarıyla dolu. Kumsal üzerinde serpilip yorgunluk atanlar da başka!

    Dalgalarla boğuşmaktan bitap düşenler sahile döner dönmez yaslanacak bir kadın başı buluyorlar. Hayattaki çetin mücadeleleri bize unutturan da bu sevdalı başlar değil midir?

    İskelenin önünde bir sandala da ben atladım:

    • Çek, dedim, Fenerbahçe’ye…

    Yosun yeşilliğinde suyun üstünden kayarak ilerliyoruz. Uzaktan deniz üstünde çırpınanların sesleri geliyor.

    Fener’in arkasında bir sığlığa yanaştık. Vay… Burada da banyo meraklıları varmış. Fakat bunlar sade banyoya meraklı değil.

    Denizin içinde sevişmeyi tercih edenler, hep buraya toplanmışlar.

    Anadan doğma bir erkek beni görünce iri bir göl kurbağası gibi cumburlop… Kendini suya attı.

    Hemen oracıktan dönmek nazikâne bir hareket olacaktı, ben de öyle yaptım. Üstat Ekrem merhuma koca bir roman yazdıran Fenerbahçe mesiresi, şimdi ihtiyar birkaç ağaç arasında güneşe karşı “Araba Sevdası” kahramanı Bihruz Bey’in neslini ve o neslin kadın şemsiyeleri içine mektup atmayı en büyük muvaffakiyet sayan zavallı erkeklerini düşünüyor gibi idi.

    ANKET!!! [35]

    Evvela dünyanın hangi memleketinde icat edildiğini bilmiyorum ama şu “anket” ismi altında gazetecilerin okuyucularına açtıkları sorgu sual herhalde bizim memleketin mahsulü değildir. Fakat mübarek şeyi kendimize o kadar malettik ki bir müddet sonra ismine de bir kulp takarak büsbütün yerli şekline sokmamız pek muhtemeldir. Anket, bana kalırsa gazetelere yazacak bir şey bulunmadığı zaman ortaya atılan bir çaredir ki bazı ikraz ve istikraz müesseseleri nasıl halktan aldığı parayı halka faizle ödünç veriyorsa gazeteci de kariden aldığı fikri yine karie vermektedir.

    Bu usul “Kâhtı efkâr” olduğu zamanlar cidden iyi netice verebilen bir çaredir. Yalnız itiraf etmeliyiz ki bizim gazeteler (pek ender istisnasıyla) karilere soracakları suali katiyen iyi intihap edememektedirler.

    Efendim! Bir suali ellerine doluyorlar, önlerine gelene onu soruyor. İşte “edebiyat anketi”, işte “çıplak nedir”…

    Bu suallere verilen cevaplar arasında “enteresan” olanları yok değildir ama iş uzayınca halk bıkar ve okumaz.

    Onun için ben bütün aklımı ve mantığımı toplayarak bir anket sistemi tertip ettim. Vakıa bu suretle hareket etmekle pek makbul bir şey yaptığıma kail değilim, lakin eski bir itiyat beni hala akılla harekete icbar etmektedir.

    Benim anket için düşündüğüm sistem şudur. Muayyen ve maruf zevata kendi hususiyetleriyle kabili telif yahut gayri kabili telif ayrı ayrı sualler sormak.

    Her gün bir zatın verdiği cevap neşredilir ve halk hep aynı sualin daima tekerrür etmesi muhtemel olan cevaplarından bıkmış olmaz. Mesela:

    İzzet Melih Bey’e üç sual:

    • Sarımsak sever misiniz ve ne zamanlar yemesini tercih edersiniz?
    • Yaş mefhumu hakkındaki fikriniz?
    • Çok terler misiniz?

    Bu üç sualin pek orijinal olacağını zannederim.

    Nizamettin Nazif’e sorulacak şeyler:

    • Bir nutuk neye mal olur?
    • Bakır Köyüne hiç gittiniz mi!
    • Kimden hoşlanırsınız?

    Peyami’ye sormalı:

    • Gece lambasız rahatlık yerine gitmeye korkmaz mısınız?
    • İki kere iki ne eder?
    • Bir oğlunuz olsa ismini Haşim koyar mısınız?

    Abidin Daver Bey’e:

    • Hiç kürek çektiniz mi?
    • Kürei arzın büyük denizleri hangisidir?
    • Erkek güzel müsabakasına neden iştirak etmediniz?

    Halit Ziya Beyefendi’ye:

    • Hayatınızda hiç küfür ettiniz mi?
    • İnsan kaç yaşına kadar genç sayılır?
    • Bizde kaç nesli edebi sağdır?

    Halil Nihat Bey’e:

    • Şu anda nazım yapsanız bir hicviye mi yoksa bir methiye mi yazarsınız?
    • Şirket vapurlarından köprüye çıkarken kaç defa başınızı güvertenin kenarına çarptınız?
    • Kemençeyi mi viyolonseli mi seversiniz?

    Ali Naci Bey’e:

    • Senenin hangi aylarında Fenerlisiniz hangi aylarında değilsiniz?
    • İkdam’ın baskısı ne zaman “Taymis”i geçecek?
    • Stadyum ne kelime olur?

    Abdullah Cevdet Bey’e:

    • El açıklığı nasıl tedavi olunmalıdır?
    • Ne zaman doktor, ne zaman edip, ne zaman iktisatçı ve ne zaman iratçısınız?
    • Hayatta para sarf etmekten elim ne tanırsınız?

    Etem İzzet’e:

    • Evde tavan süpürgesine ihtiyaç hisseder misiniz?
    • Uykuda horlar mısınız?
    • Heyecansız yazı yazabilir misiniz?

    Celal Nuri Bey’e:

    • Bilmediğiniz lisanlar nedir?
    • Bir kayık mı yoksa bir gazete mi daha hazin batar?
    • Amali erbaadan hangisini sevmezsiniz?

    Selami İzzet’e:

    • Frenkçe eserlerin Türkiye’ye ithali men edilirse ne yaparsınız?
    • Hüseyin Rahmi Bey’le aynı yataklı vagonda bir kompartımana düşseniz ne yaparsınız?
    • Ayaklarınız terler mi?

    İşte numunelerini yazdım. Akıllı bir gazeteci bu sistemi tatbike başlarsa derhal faydasını görür. Şu şartla ki bütün bu zevat cevap vermek lütfunda bulunsunlar.

    KARİ MEKTUBU [36]

    Kızıltoprak

    Şehrimizin güzel sayfiye yerlerinden biri olan Kızıltoprak, Islamur, Fenerbahçe, Kalamış civarı bu sene geçen senekinden daha fazla olarak bir “otomobil ve otobüs” afetinden muztariptir. Kadıköyü’nü muayyen ve dar güzergâhta Fenerbahçe’ye rapteden bu otobüs ve otomobiller, canavarca bir sürat ile seyrüsefer ve teferrüç mahallini tedhiş etmektedir. Binlerce köşkün sahiplerinin huzurunu ihlal eden bu mantıksız sürat müsabakaları birçok kazalara sebebiyet vermektedir. Kadıköy dairei belediyesinin nazarı dikkatini celbederiz.

    SÜLEYMANİYE-İSTANBULSPOR [37]

    Bu hafta Taksim Stadyumu’nda Süleymaniye ile İstanbulspor arasında bir terfi müsabakası yapılacaktır. Birinci küme sonuncusu ile ikinci küme şampiyonu arasında böyle bir karşılaşmanın icrası ve galip gelen takımın birinci kümede kalması esas itibariyle kabul edilmiştir. Malum olduğu veçhile Süleymaniye birinci kümede sonuncu kalmış, İstanbulspor da ikinci kümede şampiyon olmuştu. Bu iki takım iki defa karşılaşacaklardır.

    İZMİR’DEKİ MAÇ [38]

    İstanbul şampiyonu Galatasaray ilk maçını 21 Cuma günü İzmir şampiyonu Altay takımı ile yaptı. Bazı kimseler bu maçın neticesi Türkiye şampiyonluğunu meydana çıkaracak zehabına düşmüşlerdi. İşte şimdi bütün İzmir halkı bu neticeye bir an evvel varılması için sabırsızlanıyordu.

    Stadyum ikiden itibaren dolmaya başladı. Saat 5.15’de alkışlar arasında sahaya çıkıldı. Evvela tribünün önüne dizilen Galatasaray takımı hep birden (Güzel İzmir’in kibar halkı) şerefine üç kerre bağırdılar. Müteakiben karşı tarafı da selamladılar. Biraz sonra Altaylılar da alkışlar arasında sahaya girdiler. Etraftan atlayanlar oyuncuların etrafını aldı. Polisin müdahalesi üzerine bunlar sahadan çıkarıldılar.

    Takımlar ortaya geldi; Daver Bey’in İzmirliler hakkında söylediği birkaç söze mukabil Altay kaptanı Danyal Bey cevap verdi. Bayraklar taati edildi, resimler çekildi.

    Hakemin uzun iki düdüğü oyuncuları davet etti. Biz rüzgârla beraber oynuyorduk. Takımlar sahaya şu şekilde çıktılar:

    Altay: Fehmi, Hilmi, Bürhan, Danyal, Vehbi, Feyzi, Hasan, Vehap, Domeningo, İ.Hakkı, Sezai.

    Galatasaray takımı, Galatasaray-Fener maçında sakatlanan Mehmet Nazif ile Küçük Kemal’den ve son günlerde işinin kesretinden dolayı İzmir’e gelemeyen takım kaptanı Nihat Bey’den mahrum bir vaziyette sahaya şu şekilde çıktı: Rasim, Asım, Burhan, Suphi, Mithat, Vahiy, Mehmet Şadlı, Kemal, Latif, Rebii.

    Takım kaptanı Mithat Bey’di. Hakem İngiliz Mister Fanvler!

    Oyun başladı. İlk akını güzel kesen müdafaa, en kuvvetli tarafları olan sağa doğru uzun bir pas verdi. Müdafiler bunu kolaylıkla kesmeye muvaffak oldu, şimdi Galatasaray biraz vaziyeti düzeltir gibi oldu. Fakat İzmirliler tehlikeli vaziyetlerde kaleye kadar iniyorlardı. Galatasaray cansız. Bir defa saha yabancılığı var.

    İzmir sıcağı da buna inzimam edince isteksiz kaçma ve paslaşmalar baş gösteriyordu.

    Gene hücuma geçiyoruz. Fakat bunları kolaylıkla kesiyorlardı. Sağ taraf muattal, passız. Yirminci dakikada Z.Kemal’in güzel bir pasına Fehmi çıkıyor, fakat Latif daha evvel yetişerek ufak bir plase ile topu kaleye sokuyor. İlk gol ve alkış!

    Şimdi İzmirliler faaliyette! Mithat ortada yalnız. İçler yardım etmiyor, müdafaayı seyrediyorlar. Gene top İzmirlilerde. Vahyi Bey topa çıkıyor. Santrhafları topla beraber müthiş bir yumruk sallıyor. Vahyi yerde. Ağzından, burnundan kan geliyor. Saha harici. Yerine Şakir geçiyor.

    Oyunun son dakikasında sağ açığın ortaladığı topu sol içleri tarafından güzel bir şutla yiyoruz.

    Çılgınca alkışlar…

    1-1 berabere… Bir dakika sonra hakemin uzun düdüğü haftaymı ilan etti.

    Herkes sıcaktan bunalmış. Buzlu sularla yıkanıyorlar. Herkes cansız…

    İkinci haftayma başladığımız zaman, İzmirlilerin seri ve mütevali hücumlarına maruz kalan Galatasaray müdafaası çalışıyor. İşte bu sıralarda havadan pas alan Vehap mütereddit çıkan kalecinin yanından aynı Latif’in attığı golü yaptı. Şimdi İzmirliler daha canlı oynamaya başladılar. Galatasaray da tehlikeli hücumlar yapmaya başladı. İzmir kalesi bombardıman ediliyor, fakat forvetler hiç kaleyi tutturamıyorlar. Sağ taraf gene muattal, Mithat’tan pas alan Latif eşape ile kaleye giriyor. Sağ müdafileri Burhan buna eliyle mani oluyor. İzmir’e penaltı. Şimdi herkeste bir sinir var. Hakem düdük çaldı. Penaltı atılıyor. Hakem bir düdük daha çaldı. Burhan durdu. Hakem baştan attırıyor. Bir düdük daha… Burhan gene durduruldu. Gene baştan denildi. Artık bu sefer hakemin düdüğüne ehemmiyet vermeyen Burhan sıkı bir şut atıyor. Fehmi’nin eline gelen top kurtuluyor. Burhan koşsa atacak fakat hakemin düdüğüne sinirlenmiş.

    Dünyanın hiçbir yerinde bir penaltıda altı düdük çalındığı işitilmemiş bir şey. Bundan şevke gelen İzmirliler daha tehlikeli hücumlar ihdas etmeye başladılar. Soldan gelen bir pasla İsmail Hakkı ilerliyor. Burhan tam yerinde bir çıkış yapıyor. Adam yerde, top ileride. Hakemin düdüğü, penaltı! Vehap atıyor. Rasim yavaş gelen topu tutuyor. Bu sefer biz hücumdayız. Rebii güzel akınlar yapmaya başlıyor. Latif’e gelen paslar hep kaçıyor. Şimdi İzmir kalesi abluka edilmişti. Mütemadiyen şut atılıyordu. Fakat ya Fehmi’nin güzel kurtarışlarıyla karşılaşılıyor veyahut da direk üstü havadan gidiyordu.

    Mithat’tan pas alan Latif şut çekti, müdafileri karşıladılar. Kemal kaptı, şut attı. Top gene geri geldi, bu sefer Rebii güzel bir şutla oyunun son dakikasında beraberlik sayısını yaptı.

    Top santraya geldiği zaman hakemin uzun düdüğü oyuna nihayet verdi.

    İzmirliler pek tabii olarak ahalinin omuzları üstünde sahadan çıktılar.

    Galatasaray’ın böyle berbat oyunu görüşmemiş ve işitilmemiştir. Buna mukabil İzmirliler canla başla çalıştılar. Hatta galibiyet de hakları idi.

    Galatasaray takımı baştan başa hepsi fena oynamakta rekor kırdılar. Altay bir revanş maçı teklif ediyormuş. Kabul edilmesi pek fazla muhtemeldir.

    BİR AŞK FACİASI [39]

    Aliye Hanım’ın kurşunu rakibi olan genç kadına hafif bir sıyrıntıdan fazla bir zarar veremedi. Fakat kendisini manen ne kadar ağır yaraladı!

    Yarın mahkemenin hükmü ne olacaksa olsun, efkarı umumiye denilen göze görünmez büyük kuvvetin pençesi şimdiden zavallı genç kızın yakasına yapıştı, onu içtimai mevkiinden aşağıya çekti ve şüpheli bulanık bir insanlığın efradı arasına attı. Aliye Hanım’ın, bu müthiş akıbeti, göz önüne getirerek, cürmü işlediğine insan bir türlü ihtimal veremiyor.

    Aşk, Darvinist ve Frödistlerin dediği gibi münhasıran tenasüli ve binaenaleyh sadece hayvani bir teheyyüçtür. Aşkın ilk işi vücudumuzun kafesinde, kanunların, terbiyenin ve adetlerin hapsettiği hayvanın zincirlerini çözmektir. Herkes bilir ki aşk mevsiminde birçok hayvanlar yaklaşılmaz bir hale gelir; birçok zararsız böcekler zehirli birer akrep olur.

    İngiliz muharriri Wells’in “Doktor Moro’nun Adası” isimli bir hikayesi var. Mevzuu:

    Bahrimuhitin ıssız bir adasına çekilen dahi bir cerrah, neşter vasıtasıyla ayı, kurt, kaplan ve sırtlanın dimağında bazı tadilat yaparak, azanın yerlerini değiştirerek, onları insan gibi iki ayak üstünde yürür, konuşur, iş görür bile hale getirir. Bu suni insanlar gündüz, birer mazlum uşak gibi efendilerinin hizmetini yaparlar, yemeğini pişirirler, çamaşırını yıkarlar. Fakat akşam karanlığı etrafa basınca ve uzak ormanlardaki hayvanların bağrışmaları duyulunca eski canavarlarda, ilk hüviyetlerinin zalim ruhu uyanmaya ve gözlerinde ispirto alevi gibi yeşil bir ışık yanmaya başlar.

    İnsan tıpkı Doktor Moro’nun bu mahlukati cinsindendir. Aşk onun hakiki hüviyetini meydana çıkarır.

    Bir sokak köşesinden sevdiğini gözetleyen kıskanç ve bedbaht aşıkın çehresinde insan yüzünün evsafından hiçbir eser bulunabilir mi? Şiirin aşka izafe ettiği bütün güzellikler yalandır. Aldatılmış aşık, mezbahadan kaçan ve yolundaki bütün maniaları birer boynuz vuruşuyla deviren gözü dönmüş bir öküzden başka bir şey değil.

    İnsan merhameti hükmünü verirken aşkın insan ruhuna muvakkaten yaptırdığı bu müthiş istihaleyi hesaba katmalıdır.

    BİSİKLETÇİLERİMİZ NEDEN KOŞMUYORLAR? [40]

    Son zamanlarda tedenniye doğru giden sporlardan biri de bisikletçiliktir. 3-4 sene evvel, bisiklet âleminde görülen hararetli faaliyet bu sporun kısa bir müddet içinde inkişaf edeceğini tahmin ettiriyordu. Fakat vakayi tahminin tamamiyle aksine bir netice ihzar etti ve Türk bisikletçilerin en iyileri birdenbire pisti terk ettiler. Bu sporcuların koşu âleminden uzaklaşmaları, onların tesis ettikleri muhitte kati bir inkisar uyandırmış olacak ki yetişmek istidadını gösteren birçok genç bisikletçilerin de bisikleti terk ettikleri görüldü. Bu vaziyetten birdenbire tenhalaştırdığı bisiklet âleminde yegâne hareket amili olarak muayyen firmalara vakfı hizmet etmiş birkaç profesyonel Rum, Ermeni kaldı.

    Bisikletçiliğin, bizim gibi yol itibariyle fakir bir memlekette daha fazla inkişaf etmesi esasen beklenemezdi Fakat vasıl olabildiğimiz nispet ve dereceyi olsun kaybetmemek hem kabil, hem de elzemdi. Bisiklet âleminde görülen hareketsizliğin belli başlı iki sebebi vardır:

    1. Bundan 3-4 sene evvelki faaliyeti Bisiklet Federasyonu reis ve ikinci reisleri olan Muvaffak ve Hüsnü Naili Beylerin şahsi gayretleri idame ediyordu. Bu iki zatın hayati zaruretlerle bu işlerden uzaklaşmaları sporcuları başı boş bırakmış ve faaliyeti tanzim edecek bir başın bu iki zatı istihlaf edememesidir ki bugünkü vaziyeti tevlit etmiştir.
    2. Sporcuların şahsen uğradıkları inkisarın da bu vaziyetin hüdüsunda amil olduğu muhakkaktır. Bunun esbabını ve olimpiyattaki hadisatı evvelce yazmıştık. Mevcut vaziuetin esbabı ne olursa olsun sporcularımızı tekrar harekete getirmek icap eder. Geçen umumi kongrede eline iyi derecelerle teslim edilen Türkiye şampiyonlarının ne olduğu sualine Bisiklet Federasyonu’nun ne cevap vereceğini merak ediyoruz.

    KARADENİZ YOLUNDA [41]

    Galata rıhtımına yaslanmış olan “Ankara” vapurundayım. Saat on sekizde kalkacağız! Beni geçirmeye gelen akraba, dost, talebelerimle vedalaştım.

    Saat tam on sekiz! Vapurun yanında yüklü dört beş mavna var. Vinçler durmadan işliyor, baş ve arka ambarlar mütemadiyen doluyor. Gemiye münasebeti olduğunu kıyafetinden tahmin ettiğim kıranta bir bahriyeliden sordum:

    • Kaçta kalkıyoruz?
    • Belli değil, fazla yük var, bunun arkası alınmadan kalkamayız!
    • Ne tahmin edersiniz?
    • Gece yarısını bulur. Ne kasavet çekiyorsun, sabah Zonguldak’tayız!

    Güvertede dolaşıyorum, burası bir vapur güvertesinden ziyade Taksim bahçesini hatırlatıyor. Hepsi de bir Avrupalı gibi giyinmiş münevver bir zümre mezelerle süslü rakı masalarının etrafında bir şarklı ruhuyla dem çekiyor. Görüyorum ki şairin:

    İşi nuş eyle bugün amma gamı ferdayı

    Sana ısmarladılar mı bu yalan dünyayı

    Beyti kıymetini hiç kaybetmemiş. İçtiler, içtiler neşelendiler, gevrek gevrek güldüler. Hallerine gıpta ettim. Kendimi onların yanında pek “ham ervah” buldum.

    Saat 20.30!

    Yemek kanpanası sohbete dalmış olan yaranı ba sefanın keyfini kaçırdı. Benim ise yüzümü güldürdü. Deniz havası karnımı acıktırmıştı. Yemek salonu bir ecnebi vapurundan daha süslü, hele lompionlar çok şık ve zarif. Lacivert pantolon beyaz ve yemiz keten bluzlu, yüzleri düzgün ve traşlı, saçları taranmış garsonlar büyük bir maharetle yemek dağıtıyor. Avrupa’ya deniz tarikiyle pek çok gidip geldiğim için bir mukayese yapabilirim. Hani bazı güzel Fransızca veya İngilizce söyleyen Türkler vardır ki ecnebiler onlara “Siz hakiki Türk müsünüz?” diye sorarlar ve inanmak istemezler. Bana da öyle oldu. Kahvemi getiren gence “Siz Türk müsünüz?” demeye mecbur oldum ve “Evet!” cevabı göğsümü kabarttı. Garsonluğu hakir görüp bunu herkesin yapabileceği bir iş zannedenler aldanırlar. Çünkü onlar temiz bir fincanla, temiz bir adamın elinden içmenin zevkini takdir etmezler. Garsonlardan biriyle konuştum.7

    • Siz nerelisiniz?
    • Şehir çocuğuyum.
    • Tahsiliniz?
    • Lisenin sekizinci sınıfına kadar okudum!
    • Bu meslekten memnun musunuz?

    Biraz gülümsedi.

    • Memnunun! Fakat…
    • Fakati ne?
    • Parası çok az! Kazanç vergisi ve saire çıktıktan sonra elime 19 Lira geçiyor. Dün akşam ikide yattım. Bu sabah da beşte kalktım. İki üç saat uyudum. Ben işten yılmıyorum fakat beyim kazanç sa’ya tekabül etmediği için başka bir iş bulunca çekileceğim.

    Yemekte yolcuları eğlendirmek için “Sahibinin Sesi” çalıyor. Ne yazık ki plakların hepsi de elem, dert, kahır veren ahü vahla dolu. Ekseriyet ondan zevk aldığı için susup katlandım

    Saat 22!

    Güvertede şezlonga uzandım. Hava sakin, parlak bir mehtap var. İstanbul yavaş yavaş uykuya dalıyor. Ayasofya, Sultan Ahmet, Yeni Cami minareleri esmer birer sütun gibi semaya doğru sivriliyor. Gecenin bu tatlı sükunetinde tatlı hülyalara daldım, hatta biraz kestirdim. Bir bağrışma ile kendime geldim. Mavnadan tiz ve pürüzlü bir ses:

    • Beybaba bindireceksin!

    Bizi rıhtımdan ayıracak olan (Gayret) römorkörü rampa etti.

    Gaflet bastırdı, kamarama çekildim, soyunup yattım.

    BUGÜN BÜYÜK ATLETİZM BAYRAMI VAR [42]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda memleketimizde ilk defa yapılan muazzam bir atletizm hareketine şahit olacağız. Atletizm Federasyonu ile mıntıka atletizm heyetinin müştereken tertip ve izhar ettikleri bu müsabakalara 230 atletin iştirak edeceğini söylemek bugünkü atletik bayramın mahiyeti hakkında bir fikir vermeye kifayet eder.

    Muhitimizde layık olduğu inkişaf haddini bir türlü bulamayan atletizmi çırpındığı müşkülat içinden çıkarmak ve halka sevilmeye değer bir spor olarak takdim etmek lüzumunu takdir eden alakadar teşekkülün faaliyeti mahalline masruf bir himmet teşkil etmektedir.

    Müsabakalara iştirak için kaydedilen 230 atletin 85ini gayri müttefik atletler teşkil etmektedirler. Atletizm federasyonu, yapılacak müsabakaları her şeyden evvel cazip ve muazzam bir hareket haline koymak için gayrimüttefik atletlerin de müsabakalara iştirakine müsaade etmiş ve bu suretle hiç şüphesiz çok şayanı takdir bir isabet göstermiştir.

    Bu müsabakalara Galatasaray’dan maada bütün kulüpler iştirak etmektedirler. Galatasaraylı atletlerin bu müsabakalara iştirak etmeleri esbabını gerek bu organizasyonu idare edenlerin noktai nazarından, gerek Galatasaray atletizm kaptanı Besim Bey’in ağzından izah etmiştik.

    Galatasaraylıların bugünkü müsabakalara iştirak etmemesi artık bir emri vaki olduğuna nazaran bu işi tahlile uğraşmak lüzumsuz bir dedikoduya zemin ihzar etmekten fazla bir kıymete sahip olamaz. Yalnız Galatasaraylı atletlerin herhangi bir feragat bahasına olsa bile birçok ecnebi atletlerin iştirak edeceği bu müsabakalara girmeleri icap ederdi.

    Müsabakalara öğleden evvel başlanacak, finaller umumiyetle üçten sonra yapılacaktır.

    HAYRET [43]

    4 Yaşındaki Erkek Öldü

    Dört yaşındaki delikanlı Mehmet evvelki gece sabaha karşı Şişli Etfal Hastanesi’nde vefat etmiştir.

    Esasen Mehmet bir haftadan beri rahatsız bulunmakta ve hemen her gün baygınlıklar geçirmekte idi.

    Buna rağmen bir Musevi müteşebbis çocuğu Amerika’ya götürmek için uğraşmakta ve bunun için Dervişzade ile bu Musevi arasında müzakerat cereyan etmekteydi. Bir hafta evvel hastalanan Mehmet çocuk mütehassısı Ali Şükrü Bey’e götürülmüştür. Ali Şükrü Bey çocuğu muayene etmiş ve ilaç vermiştir.

    Salı akşamı Mehmet’in hastalığı fazlalaşmış ve neticede çocuk bayılmıştır. Mehmet derhal Etfal hastanesine kaldırılmışsa da o esnada tamamıyla kendinden geçmiş bulunuyordu.

    Mehmet’in bu baygınlığı devam etmiş ve biçare delikanlı sabaha karşı bu dünyadan çekilip gitmiştir.

    Yapılan fethi meyit neticesinde Mehmet’in bütün garibeleri üzerinde topladığı görülmüştür.

    Mehmet’in karaciğeri solda, kalbi sağda olduğu anlaşılmıştır. Bütün dahili cihazları da böyle terstir.

    VEFASIZLIK! [44]

    Dört yaşında erkek olan zavallı Mehmet üç gün evvel vefat ettiği halde gazetelerin hala haber alamayışlarına ne dersiniz? Vefasızlık değil mi? Şimdi gelin de nazara itikat etmeyin. Merhumu teşhir için bir Musevinin 20.000 lira vermek üzere olduğu şayi’di. Eğer Mehmet parayı aldıktan sonra ölseydi, Musevinin de arkasından gideceği tabii idi.

    KEMALİZM [45]

    Herkes gibi ben de Milliyet’teki anketi merak ve heyecanla takip ediyorum. Bu merak ve heyecana sebep Gazi’nin en büyük eserinin ne olduğunu anlamak, bilmek endişesi değildir. Zira bu eser ne olursa olsun, ne kadar büyük olursa olsun gene Gazi kelimesinin gözümüz önünde çizdiği insan resmi ne kadar büyük, muhabbetli ve engin olamaz. Anın içindir ki onu yakından seyir ve temaşa edenlerin yüreğinde Kemalizm sevgisi Cumhuriyet sevgisine muvazidir. Biz Cumhuriyeti umumi manası ile yalnız bir rejim şekli, bir doğruluk ve iyilik mefhumu olarak telakki etmekle kalmıyoruz, biz “Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ni”dir ki imanımızın alevden bayrağı gibi kalbimizin zirvesinde dikili tutuyoruz. İşte, bizce bu devre esnasında Türk sanatkârlarına, Türk mütefekkirlerine (bir kelimede) Türk güzidelerine düşen yegâne vazife gelecek nesillere bu bayrağı olduğu gibi devir ve teslim edebilmektir.

    Bu memlekette, politikanın ve rejim, idare sistemi umdelerinin fevkinde bir Kemalizm mezhebinin kök budak salması ve ilelebet payidar olması lazımdır. Tarih bunu tespit ve temine kâfi bir vasıta, bir alet değildir. Bunun ayrıca kendine mahsus bir kitabı ve bir mabedi olmalıdır.

    Rusya’da Marksizm ve Komünizm’den başka (bittabi bunlara muvazi olarak) bir de Leninizm nuzhebi vardır. Gündelik politika haricinde yaşayanların (yani asıl milletin, asıl halkın) inandığı inkılap prensibi budur. Yeryüzündeki bütün siyasi ve içtimai müesseselerin hayatı fanidir. Ne ebediyen devam eden bir İmparatorluk, ne hiç yıkılmayacak bir meşrutiyet vardır; günün birinde belki komünizm de geçirmekte olduğu birçok istihaleler neticesinde büsbütün başka bir şekle girecektir. Fakat bunun babası, bunun banisi olan adamın mezarı büyük inkılap prensiplerinin yegâne kaynağı ve büyük inkılapçıların yegâne ziyaretgâhı olarak kalacaktır.

    Fransa’da her imparatorcu Bonapartisttir, fakat her Bonapartist imparatorcu eğildir ve Napoleon ancak bu böyle olduğu içindir ki insaniyet tarihin göbeğinde yarım ilahlarla, bütün ilahlar arasında yatıyor. Gazi’yi bekleyen ebediyette böyle bir ebediyettir. O bizim malımız olduğu kadar insaniyetin de malıdır. Tarihi umumide Türkiye faslından hariç, ayrı ve başlı başına bir Mustafa Kemal faslı açıldığını şimdiden görüyoruz.

    Onun içindir ki bizim de umumi hayatımızda başlı başına, her umdeden, her siyasi mezhepten ayrı bir Kemalizm faslının açılması ve bunun insani ve vicdani bir iman haline girmesi lüzumu pek tabiidir.

    SENELİK ATLETİZM MÜSABAKALARI [46]

    Galatasaraylılar Müsabakalara Girmediklerinden Birçok Yarışları Rumlar Kazanmıştır

    İstanbul Atletizm Heyeti tarafından tertip edilen senelik atletizm teşvik müsabakası dün Taksim Stadyumu’nda yapılmıştır.

    Bu müsabakalara Beşiktaş, Fenerbahçe, Harbiye, İstanbulspor kulüplerine mensup atletlerden maada Beyoğlu’nun Rum kulüplerine mensup atletler de iştirak etmişlerdir.

    Havanın çok rüzgârlı ve sahanın tozlu olmasına rağmen müsabakalar oldukça muntazam şekilde yapılmıştır. Müsabakalara memleket spor hayatında çok mühim bir mevkii olan Galatasaray atletleri iştirak etmemiştir. Galatasaraylılar, müsabakalar için tertip edilen programı beğenmemişler, bunun fenni bir kıymeti olmadığını ileri sürerek müsabakalara girmekten istinkâf eylemişlerdir. Fenni bir heyet tarafından atletizm antrenörünün reyi alınarak tertip edilen programın fenni bir kıymeti olmadığını iddia ederek müsabakalara girmeyen Galatasaray atletleri, bütün müsabakalarda Rum atletlerinin hemen her birinci ve ikinci geldiklerini saha kenarından sadece seyretmişlerdir.

    Galatasaraylı atletler dünkü müsabakalara iştirak etse idiler netice çok başka olacak, Rum atletleri bu muvaffakiyeti elde edemeyeceklerdi. Galatasaraylılar yalnız 100×4 ve 400×10 bayrak yarışlarına girerek büyük farkla birinciliği almışlardır.

    (…) Müsabakaların neticesi Rumların lehine bitmiştir. Bunun sebebi de yukarıda yazdığımız gibi Galatasaraylıların müsabakalara iştirak etmemeleri olmuştur.

    Galatasaraylıların bu istiğnasına mukabil yeniden atletizm hayatına atılan Fenerbahçe kulübü dünkü müsabakalara birçok atlet göndermiştir. Fenerli atletler henüz müptedi olmakla beraber dün iyi neticeler almıştır.

    İKİ BAYRAK HADİSESİ [47]

    İstanbul’da bir Rum mektebinde saklanmış Yunan bayrağı bulunurken geçenlerde Murat Paşa’nın kemiklerini Lehistan’a götüren vagondaki Türk bayrağını, Edirne’den evvel Yunan toprağında bir Yunan zabiti indirmek istiyor. Şu iki bayrak hadisesindeki küstahlığın derecesine ve müşabehetine bakınız.

    Yunan tinetindeki betmayeliği bir kere daha gösteren bu hadise dört beş milletin sandukası önünde, hürmetle eğildiği bir asker kemiklerinin nakline memur Leh zabitlerini de iğrendirmiştir. Öyle iken İstanbul’da bir Rum mektebinin dolabından neler çıkmıyor.

    Beyoğlu’ndaki Ayatryada kilisesinin mektebinde bundan bir müddet evvel maarif müfettişleri bir Yunan bayrağı buluyorlar ve bunu bir raporla Ankara’ya gönderiyorlar. Öyle bir mektep ki talebesinden biri kitabından büyük Gazi’nin resmini, ancak o mektep havasında yetişen, neşvü nema bulan bir zihniyetle yırtıyor. Bu mektep bugün açıktır ve Rum çocukları orada okuyorlar. Hâlbuki öbür taraftan bir Yunanlı zabit bir saat içinde kendi topraklarından mecburen geçecek bir cenaze vagonundan bayrağımızı indirmeye kalkıyor ve Leh heyetini indirmeye mecbur ediyor.

    Dost düşman şu iki hadise karşısında Yunanlının ne demek olduğunu öğrensinler. Biz ise onları çok iyi tanırız.


    [1] 1 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [2] 2 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [3] 2 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)

    [4] 3 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [5] 4 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [6] 5 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [7] 6 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [8] 6 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [9] 6 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [10] 7 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [11] 7 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [12] 8 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [13] 8 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [14] 9 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [15] 10 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [16] 11 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Mehmet Asım)

    [17] 12 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [18] 12 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 12 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi (Topluiğne)

    [20] 13 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [21] 14 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Sadun Galip)

    [22] 15 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [23] 16 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [24] 16 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [25] 17 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [26] 18 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [27] 18 Haziran 1929 –Cumhuriyet Gazetesi

    [28] 19 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [29] 20 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 20 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [31] 21 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 21 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [33] 22 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [34] 22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (M.S.)

    [35] 22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [36] 23 Haziran 1929 – Vakit Gazetesi

    [37] 24 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [38] 25 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [39] 26 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [40] 26 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [41] 27 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Selim Sırrı Tarcan)

    [42] 28 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi

    [44] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [45] 28 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

    [46] 29 Haziran 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [47] 30 Haziran 1929 – İkdam Gazetesi

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    ÇOCUK BAYRAMI! [1]

    Çocuk Bayramı bir hafta sürdü ve bitti. Bu bir hafta müsamereler, balolar, eğlentilerle geçen tam bir bayram oldu, fakat ne yazık ki her günleri zaten bir bayram olan zengin çocuklarının bayramı…

    Çocuk bayramı yapmak fikrini Garptan aldık; fakat yarım aldık, yalnız eğlence ve zevk kısmını aldık, vazife ve şefkat kısmını bıraktık… Bu bayram, zengini, fakiri ayırmayan, daha ziyade hasta, fakir, kimsesiz yavruları düşünen bir bayram olacaktı… Maalesef olamadı, nazarı dikkati celbettiğimiz halde, gene olmadı ve bayram bir hafta sürdükten sonra masrafla, yorgunlukla biten uzun bir eğlentiden ibaret kaldı. İnşallah gelecek seneki Çocuk Bayramı daha ziyade bütün sene yüzü gülmeyen bedbaht ve talihsiz yavruların bayramı olur.

    SPORCULARIMIZ MÜHİM MAÇLAR ARİFESİNDEDİR [2]

    Hemen bir seneden beri ecnebi takımlarla karşılaşmamış olan futbolcularımız önümüzdeki haftalar içinde iki mühim maç yapacaklardır. Bu müsabakaların birisi 10-12 Mayıs’ta Mısır’ın “Arsenal” takımıyla yapılacaktır.

    Dünkü nüshamızda da yazdığımız üzere Arsenal takımı 8 Mayıs’ta şehrimizde bulunacak, 10 Mayıs Cuma, 12 Mayıs Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarıyla karşılaşacaktır. Arsenal Mısır’ın kuvvetli takımlarından biri olduğundan bu müsabakalar çok enteresan olacaktır.

    Mısırlılarla yapılacak bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı çok kuvvetli bir takımdır. Bu takım on seneden beri beş defa Avusturya kupasını kazanmış, lig maçlarında sekiz defa finale kalmış, 1918’den beri 3 defa birinci, 5 defa ikinci olmuştur. (…)

    GALATASARAY MEKTEP ŞAMPİYONASI [3]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda saat on beş buçukta mühim atletizm müsabakaları yapılacaktır. Bu müsabakalar Galatasaray Mektep Şampiyonası finalleridir.

    Galatasaray kulübünün atletizm şubesine mensup gençlerin çoğunu Galatasaray lisesindeki atletler teşkil ettiği halde bu seneye kadar sırf bu atletlere münhasır bir mektep şampiyonası yapılmamaktaydı. Galatasaray atletizm şubesinin musip bir teşebbüsü olmak üzere bu sene ilk defa olarak mektep şampiyona müsabakaları ihdas edildi.

    Bu müsabakaların seçmeleri geçen Cuma Kadıköy İttihat Spor çayırında, dömi-finaller de Salı günü stadyumda yapılmıştı.

    Gerek seçmelerde ve gerek dömi-finallerde gençlerin gösterdikleri alaka ve gayret bugünkü final müsabakalarının çok güzel ve hararetli olacağına en büyük delildir. Bilhassa Salı günkü müsabakalarda Galatasaray’ın maruf yüz metrecisi Semih’in elde ettiği netayiç bu mevsim zarfında bu gençten çok iyi dereceler bekleyebileceğimizi göstermektedir.

    Bugünkü müsabakalar program sırasıyla şunlardır: 800 metre gülle atma, 400 metre disk atma, 1500 metre üç adım atlama, 200 metre uzun atlama, 4×100 ve 4×400 bayrak koşuları.

    Müsabakalar yazdığımız gibi ilk defa olmak üzere mektep şampiyonası unvanı altında yapılacağı için elde edilecek dereceler de mektebin ilk ve yeni rekorları olacaktır. Bakalım bu şeref hangi atletlere nasip olacak.

    Genç atletlere muvaffakiyet temenni eyleriz.

    ŞEKSPİR PERESTLER AYAKLANDI [4]

    Alay Köşkü Müntesiplerinden 22 Zat Hüseyin Suat Bey’i Protesto Ediyorlar

    Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi’nden, sanat ve matbuat âlemimize mensup 25 imza ile şubemize varit olan aşağıdaki protesto mektubunu bütün matbuatımıza tevdi ediyoruz:

    “Cihan edebiyatının en büyük ve ebedi simalarından biri olan Vilyam Şekspir’in eserlerinin zamanı geçmiş antika şeyler olduğu, Şekspir’in olsa olsa İngilizler için kıymeti tarihiyesi bulunduğu, Türkiye’de bunları kimsenin anlayamayacağı tarzında Akşam gazetesinde bazı sözler söyleyen Hüseyin Suat Bey’in ancak kendi fikrinin ve zevkinin seviyesi hakkında müspet beynebir vesikadan başka manası ve şümulü olmayan beyanatını hem beynelmilel bir edebi bir simaya karşı hem de Türk milletinin seviyesine karşı tevcih edilmiş bir bühtan saydığımız için protesto ederiz.”

    Etem İzzet, Ziya Refik, Sadri Etem, Refik Ahmet, Suat Derviş, Elif Naci, Reşat Nuri, Nahit Sırrı, Peyami Safa, Vasfi Raşit, Sabiha Zekeriya, Nizamettin Nazif, Mesut Cemil, Muhittin Sadık, Abdullah Cevdet, Emin Ali, Halit Fahri, Vedat Nedim, İlhami Safa, Mehmet Nurettin, M.Zekeriya, Nazım Hikmet, Hakkı Süha, Necip Fazıl.

    DÜNKÜ FUTBOL MAÇLARI [5]

    Dün Taksim Stadyumu’nda lig maçlarına devam edilmiştir. Fikstür mucibince ilk maç Galatasaray ile Vefa arasında yapılmıştır. Vefalıların Galatasaray’a karşı ne kadar şanslı olduklarına dün işaret etmiştik. Dünkü müsabaka bu hakikati bir defa daha teyit etmiştir.

    Bu müsabaka baştan nihayete kadar iki tafın da kati bir hâkimiyetine girmeden tam bir tevazun içinde cereyan etmiş, sıfır sıfıra nihayet bulmuştur.

    Vefalılar, takdire seza şuurlu bir oyun sistemi takip ederek Galatasaray’ın akınlarını durdurmuşlar, her fırsatta kendileri de güzel hücumlarla Galatasaray kalesini sık sık ziyaret etmişlerdir. Vefalılar bu hücumlar esnasında birkaç da sayı fırsatı kaçırmışlardır.

    İki tarafın da mütekabilen devam eden bu akınları hiçbir netice vermemiş, oyun sıfır sıfıra berabere neticelenmiştir.

    (…) Son müsabaka Beşiktaş ile Beykoz arasında olmuştur. Bu oyun çok hararetli cereyan etmiş, Beykozlular dün güzel bir oyun göstererek Beşiktaşlılara mağlup olmamışlardır. Bu oyunun birinci devresi sıfır sıfıra bitmiş, ikinci derecede ilk golü Beşiktaş yapmıştır.

    Beykozlular biraz sonra buna mukabele ederek oyunu beraberlikle bitirmeye muvaffak olmuşlardır.

    Beşiktaş takımı dün eksik bir kadro ile sahaya çıkmakla beraber kendisinden beklenilen oyunu gösterememiştir.

    Hilal takımı dün Kadıköyü sahasında Beylerbeyi takımıyla bir müsabaka yapmış 2-1 galip gelmiştir.

    SÜLEYMANİYE – FENERBAHÇE [6]

    İkinci maçı Fenerbahçe-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya şöyle çıkmışlardı:

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Reşat, Ali, Muzaffer, Zeki, Fikret, Ziya.

    Süleymaniye: Mansur, Hüsnü, Sadi, Ruhi, Murat, Ekrem, Sadi, İhsan, Burhan, Halit, Necati.

    Müsabaka ekseriyetle Fener’in hâkimiyet altında cereyan etti ve Süleymaniye 6-2 mağlup oldu. Fenerliler başta Reşat olduğu halde birkaç oyuncularının idmansızlığı yüzünden beklenildiği kadar iyi oynayamadılar.

    ARSENAL BU HAFTA GELEMİYOR [7]

    Bu hafta şehrimize gelerek Cuma ve Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe ile iki maç yapması esas itibariyle takarrür etmiş olan Mısır’ın meşhur Arsenal takımı, bu hafta şehrimize gelemeyeceğini bildirmiştir.

    Arsenal Kurban Bayramı’nda gelebilecekse de o zaman Osturya takımı da geleceğinden Mısırlılara Haziran’ın ilk Cumasında gelmeleri teklif edilecektir. Binaenaleyh bu Cuma lig maçlarına devam edilecek ve Galatasaray’la Fener karşılaşacaktır.

    ŞEKSPİRCİLER [8]

    Bir bu eksikti. Bir takım zevat Hüseyin Suat Bey’in “Şekspir” ismindeki İngiliz edibi hakkındaki sözlerine kızmışlar, gazetelere 22 imzalı bir protesto göndermişler. Bir bu eksikti. Hüseyin Suat Bey de bunlara cevap verirken bunların Şekspir’i tanımadıklarını söylemiş. Ben Şekspircilerden biriyle görüştüm:

    • Nasıl tanımam yahu. Dünyanın bildiği Amerikalı musikişinas Şeksper’i tanımaz olur muyum? Dedi.

    Latife bertaraf, ben bizi üdebamızdan yirmiyi mütecaviz kimsenin Şekspir gibi bir kikirik hakkında tarafgirlik göstermelerini hamiyete mugayir bulurum. Her şeyde yerli malı kullanalım derken Şekspir’in eserleriyle oynamak doğru mudur? Şah İsmail, Köroğlu, Arabüzengi ne güne duruyor?

    SON HAFTAKİ NETİCELER VAZİYETİ KARIŞTIRDI [9]

    (…) Şampiyonluk ihtimalinin gittikçe dumanlı bir vaziyet almasına mukabil küme sonuncusu olacak ekibin hangisi olacağı taayyün etmiş gibidir. Birinci devredeki vaziyete nazaran sonunculuk Vefa ve Süleymaniye arasında muhayyerdi. Fakat Vefalılar ikinci devrede gösterdikleri gayretle Süleymaniye’nin küme sonuncusu olması artık tamamen mukarrerdir.

    Birinci küme sonuncusu olan takımın ikinci küme şampiyonu ile yerini değiştirmesi evvelden mukarrer olduğuna göre Süleymaniye gibi tarihi spor tarihimizin başlangıcına kadar uzayan bir kulüp için bu hal şayanı eseftir.

    İkinci küme şampiyonluğunu kazanacak takıma gelince, bu hususta tahminatta bulunmak kelimenin tam manası ile imkânsızdır. Bütün takımların mütekabilen birbirlerini yenmeleri ortaya karışık, girift bir vaziyet çıkarmıştır. Maçlar hemen hemen hitama yaklaştığı halde 3-4 takım puan itibariyle at başı gitmektedirler. Bu kararsız vaziyetin ortaya bir sürpriz çıkarması da muhtemeldir.

    TEŞBİH VE İSTİARE [10]

    Edebiyat anketinde, hayvan teşbihleri çoğaldı. Geçenlerde bir aygır teşbihi vardı, dün de ceylan ve öküz istiareleri görüldü.

    Şair Necip Fazıl, Peyami Safa’yı anlamayanların asılları öküz olduğunu söylüyor. Allah’a şükür ki öteden beri Peyami’yi anlayanlardanım.

    Geçen gün bu nevi teşbihler devam derse edebiyat meydanının at pazarına döneceğinden endişe ettiğimi yazarken küçük bir hata etmişim: hayvan pazarı demek lazım imiş.

    Anketin sonuna kadar, bakalım bu teşbih pazarında daha hangi cins hayvanları göreceğiz? Yarın bir edip veya şairin diğer bir meslektaşını uyuz eşeğe benzettiğini görürsek hiç şaşmayalım; hatta hiç kızmayalım!

    ŞAMPİYONLUK KİMİN? [11]

    Maruf tabiri biraz değiştirebiliriz; “Bu Cuma şampiyonluk davasının kuyruğu kopuyor!”

    Bakalım bu yağlı kuyruk her sene olduğu gibi Galatasaray’ın elinde mi kalacak yoksa dört seneden sonra sahibini değiştirerek Fenerbahçe’nin eline mi geçecek?

    Galatasaraylılar en kuvvetli takımlarını çıkarmak ve puan meselesinin ince noktalarını düşünüp biraz ehemmiyet vermek suretiyle Vefa ile berabere kalmamış olsalardı, yukarıdaki suali irat kimsenin aklından bile geçmezdi.

    Fakat ne yapalım ki Galatasaraylılar, buna bile bile ve yahut da hiç de farkında olmayarak meydan verdikten sonra, suali irat etmemek tabiatıyla bize düşmez. Şimdi geriye bu sualin cevabı kalır. Bunu da az çok doğru verebilmek için her takımın vaziyetini tespit etmek lazım gelir.

    Galatasaray’ın son yani Vefa ile berabere kalan şeklini ele alalım. O gün bütün oyuncuların fena oynamış olmasıyla beraber ademi muvaffakiyetin en mühim amili takımın fena teşkil edilmiş olmasıdır. Bu sui teşekkül esas itibariyle üç noktadadır. Mithat’ın müdafaaya alınarak sol muavin yerine Vahi’nin ikamesi, sağ için merkez muhacim yerine ve merkez muhacimin sağ iç yerine getirilerek ikincisinin de oyununun bozulması, Leblei Mehmet’in (belki de bir mecburiyet tahtında) onun yerini orada hiç tutamayacak bir oyuncuyla istihlafı.

    Galatasaray bu hatalarını ikinci devrede fark etti, fakat oyuncuları boş yere yorulup bir şey yapmayacak vaziyete düştükten sonra!

    Binaenaleyh Galatasaray Fener’e yenilip şampiyonluğu kaybetmemek için bu Cuma aynı veya buna benzer hatalara düşmemek mecburiyetindedir. Müdafaa eskisi gibi Burhan, Mehmet Nazif, Nihat ve Suphi’den mürekkep olursa en dayanıklı bir müdafaaya malik olur. Muhacim hattına gelince en zayıf noktası sağ açıktır. Leblebi Mehmet oynayamadığı takdirde, diğer gençlerden birini oynatmak Vefa maçındaki topu bir defa bile stop etmek meziyetini kaybetmiş oyuncuyu oynatmaktan iyidir.

    Takım teşkilindeki hataları ve zayıf noktaları saydık, bunları ıslah veya bunlarda ısrar Galatasaray’a aittir. Fakat ısrar halinde neticenin yüzde seksen hüsran olacağını söylemek de bize…

    Fenerbahçe’ye gelince bunun da son, yani geçen Cuma Süleymaniye’yi 6-2 mağlup eden şeklini nazarı itibara alacağız.

    Fenerbahçe muhacim hattı tesanüt ve hücum itibariyle geçen hafta Galatasaray’a yüzde doksan faikti. Bu faikıyet bilhassa Zeki’nn güzel tevziatında, Muzaffer’in kuvvetli bir oyuncu olmasında ve beş muhacimin (yüzleri daima hedefe müteveccih olarak) hep birden hücum etmesinde mündemiçti. Ancak bu muhacim hattının geçen hafta çok zayıf bir müdafaa önünde oynadığını unutmamak lazım gelir. Bu muhacim hattı yukarıda teşkilini tavsiye ettiğimiz Galatasaray müdafaası karşısında aynı sehil muvaffakiyeti elde edebilir mi? Buna biz değil, bizzat Fenerliler bile evet cevabını veremezler.

    Galatasaray’ın beş maruf müdafaa oyuncusu arasında eski formalarında olmayanlar da bulunmakla beraber, Zeki’ye mükemmel pas tevziatı yaptırmayacak oyuncuları kaleye iki metreye kadar yaklaştırmayacak ve mesela geçen hafta olduğu gibi Alâ’nın merkeze kadar sokulmasına meydan verilmeyecek derecede bu işin sırrına vakıf oldukları inkar kabul etmez bir hakikattir.

    Fener müdafaasına gelince iş görebilecek gayretli bir hücum hattı için geçilmez bir hat değildir. Geçen hafta Süleymaniyelilerin dört akında iki sayı yapmaları buna en parlak misaldir.

    Diğer taraftan Fener’in müdafaa hattında zayıf noktaları sahaya tekrar Sabih ve Bedri’yi çıkarmak suretiyle ıslak edecekleri söyleniyor. Bize kalırsa bu biraz “İşleyen demir ışıldar” sözüne münafi bir hareket olur.

    Hülasa etmek lazım gelirse eldeki unsurlarla her iki takım da en iyi ve en kuvvetli şekillerde çıkarsa Galatasaray’ın muvaffakiyet ihtimali ağır basar.

    TENZİLATTAN İSTİFADE [12]

    İstanbul Mıntıkası Riyaseti’nden:

    Kulüp hüviyet varakaları hakkında Mart 929 tarihinde gazetelerle yapılan tebligat mucibince 10 Mayıs 929 tarihinden itibaren yeni hüviyet varakaları esası üzerinden stadyuma kulüp mensubinine tenzilat icra kılınacaktır. Mektepli bileti mülgadır. Kulüplere ait hüviyet varakalarının şekli de tebligatımız dâhilinde olmadıkça makbul ve muteber olmayacağı berayı malumat arz olunur.

    GALATASARAY MI, FENERBAHÇE Mİ? [13]

    Bugün stadyumda şampiyonluk üzerine müessir bir maç yapılacak.

    Ezeli iki rakip olan Galatasaray, Fenerbahçe ile bugün tekrar karşılaşacak. Bu sefer kim kazanacak?

    Son lig maçlarında alınan neticelere bakılırsa mantık, Fenerbahçe’nin galibiyetini natıktır. Ancak Galatasaray-Fener maçlarında havaya mantıktan ziyade bir nevi asabiyet hâkim olduğu için netice üzerinde kati bir hüküm yürütmek kabil olamaz. Mahaza 5 seneden beri devam eden mantıksızlığın bu sefer akim kalması ve tekniğin asabiyete ve gelişi güzel hamlelere galebe çalması ihtimali de müştebal sayılmamalıdır. Biz bu kanaatteyiz.

    Fener-Galatasaray maçını idare etmek için mıntıka Futbol Heyetince Vefa kulübünden Saim Turgut Bey intihap olunmuştur. Saim Turgut Bey bu maçı idare etmek istemediğini ve mazur görülmesini Futbol Heyeti riyasetine bildirmiştir. Saim Turgut Bey ısrar ederse maçı başka bir hakem idare edecektir.

    EDEBİ ÖLÜLER ÇOĞALIYOR! [14]

    İbnirrefik Ahmet Nuri Bey de…

    Vedat Nedim Bey’le arkadaşları, Hüseyin Suat Bey’in Şekispir meselesinde verdiği cevapla ölmüş olduğunu ilan etmişlerdi. Hüseyin Suat Bey bu karara vakıf olduktan sonra Cumhuriyet refikimizde bir cevap neşretti.

    Zannediyorduk ki Hüseyin Suat Bey hakkındaki edebi idam kararına şiddetle itiraz edecektir; fakat öyle yapmadı. Bilakis bunu büyük bir tevekkülle karşıladı ve muarızlarına “Eğer ölümümde ısrar ederseniz ben de cesedimi tıpkı tıbbiye teşrih masasına yatırılmış faideli bir ölü gibi vakfederim. Ve bununla iftihar eylerim” şeklinde bir mukabelede bulundu.

    Acaba muarızları Hüseyin Suat Bey’in büyük bir feragatı nefis ile kendisini vakfetmesine ne diyeceklerdir? Hakikaten hadise çok meraklı bir mecraya girmiştir. İhtimal ki Abdullah Cevdet Bey bu fırsattan istifade ederek Hüseyin Suat Bey’in naaşının etrafında yeni nesli toplayarak “edebi ölümlerin alameti” hakkında bir ders verecektir!

    Fakat işin mühim noktası şudur:

    Eğer “Ben Şekispir’den zevk almam” demek edebi ölüm alametlerinin biri ise Hüseyin Suat Bey’den sonra “İbnirrefik Ahmet Nuri” Bey’i de “edebi ölüler” arasına katmak lazım gelecektir; çünkü o da dün verdiği bir mülakatta ne diyeyim bilmem ki ben de Hüseyin Suat Bey’in fikrindeyim!” demiştir.

    DÜNKÜ MAÇ TATSIZ OLDU [15]

    Samimi Bir Hava İçinde Başlayan Maç Facia ile Nihayet Bulacak Kadar Müessif Sahneler Geçirdi

    Lig maçlarının en mühimi olan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakası dün Taksim Stadyumu’nda kesif bir seyirci huzurunda büyük bir gürültü ve asabiyet içinde oynandı ve Galatasaray takımı 1-2 ile galip geldi.

    Senenin bu en mühim müsabakası tam bir samimiyetle başladı, maalesef çok çirkin safahat geçirdikten sonra üzüntü ve ıztırap ile hitam buldu.

    Müsabakanın tafsilatına geçmeden evvel, stadyumda bulunanlara üzüntü ve ıztırap veren bu hadisatı hikâye edelim: Müsabaka başladıktan on dakika sonra Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’in bir çarpışma neticesinde kolu kırıldı, baygın bir halde sahadan çıkarıldı, ikinci devrenin 12nci dakikasında Galatasaray müdafilerinden Mehmet Nazif Bey, Zeki Bey ile çarpıştı, bir ayağı çok fena sakatlandı, sedye ile o da dışarı çıkarıldı; bu hadiselerden biraz sonra Alâettin ile Mithat arasında bir dövüşme oldu, hadise büyüdü.

    Oyuncuların ekserisi birbirine girdi, saha kenarında bulunan seyircilerden birçokları sahaya atlayarak kavgaya iştirak ettiler ki bunlar arasında en ziyade mektepli gençler vardı. Bu kavga da bir müddet devam ettikten sonra, nispeten sükunet hâsıl oldu. Son dakikalarda hakem Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı ve nihayet bu mühim maç kargaşalıklar arasında hitam buldu.

    Müsabaka esnasında güzeran eden bu hadisatı okuduktan sonra maçın nasıl bir haleti ruhiye tahtında cereyan ettiğini tahmin etmek müşkül değildir, mamafih bu musaraanın sureti cereyanını aldığımız notlara bakarak berveçhi ati yazıyoruz:

    Oyuncular alkışlar arasında sahaya çıktıktan sonra Galatasaray, o sırada şiddetle esen rüzgâr aleyhine olarak oyuna başladı.

    Fenerliler şu takımla sahaya çıkmışlardı: Rıza, Sabih, Kadri, Cevat, Fikret, Reşat, Alaettin, Seyfi, Zeki, Muzaffer, Nevzat.

    Galatasaray da: Rasim, Mehmet, Burhan, Suphi, Nihat, Mithat, Kemal, Latif, Necdet, K.Faruki, L.Mehmet.

    Rüzgâr Galatasaraylıların aleyhinde olduğu için Fenerliler bundan istifade ederek hücuma başladılar. Bu akınlar Fenerlilerin iyi günlerini hatırlattıracak kadar güzel oluyordu. Galatasaray müdafaası bu akınları tevkif ediyor, topu kaleden uzaklaştırarak kendi muhacimlerine gönderiyordu. İşte bu sırada Kadri dışarı çıktı, Fener müdafaası tek bekle kaldı. Oyun mütevazin bir şekle girdi.

    Nihat topu kaparak Fener kalesine kadar sokuldu, güzel bir gol yaptı. Bu gol oyuna heyecan verdi, akınlar şiddetlendi. Fakat Galatasaray muhacim hattının iki cenahı da layıkıyla işlemiyor, üç ortanın ihzar ettiği fırsatlar kaçıyordu. Buna mukabil Fener muhacim hattının da sol tarafı, bilhassa sol açık bütün fırsatları kaçırmaya memur imiş gibi fena oynuyordu.

    Fenerliler on kişi oynamalarına rağmen ezilmiyor, bilakis sağ cenahlarından akın yapıyorlardı. Galatasaray müdafileri, Fener muhacimlerine gayet iyi marke ettiklerinden bunlara sayı fırsatı vermiyorlardı. Devre nihayetinde Alaettin güzel bir sıyrılışla Galatasaray’a yegâne golü yaptı ve birinci devre bu vaziyette bitti.

    İkinci devreye aynı hararetle başlandı. Hariçteki asabiyet havası yavaş yavaş oyunculara sirayet ediyordu. İki tarafın da yaptığı akınlar bir netice vermeden devam ederken Zeki ile Mehmet Nazif çarpıştılar. Bu müsademe neticesinde Mehmet Nazif’in ayağı sakatlandı, o da dışarı çıkarıldıktan sonra takımlar onar oyuncu ile kaldı. Asabiyet artmış, ufak tefek hadiseler baş göstermeye başlamıştı. Bu sırada bir hücum esnasında Mithat, Alaettin’in ayağından topu alırken Alaettin yere düştü ve kalkarak Mithat’a bir tekme ve bir de tokat attı. Kavgaya oyunculardan bazıları da iştirak ettiler ve müessif hadiseyi meydana çıkardılar.

    Hadise sükûnet bulduktan sonra oyunun fenni bir kıymeti kalmamıştı. 20 kişinin oynadığı oyun fenni bir futbol değil bir musaraa şeklini almıştı.

    Oyuncular, berabere olan bu vaziyeti kendi lehlerine halletmek için bütün gayretleri ile çalışıyorlardı. Hakem bu sırada Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı.

    Fenerliler korkulu hücumlarına başlamışlardı. Galatasaray aleyhine bir penaltı oldu, herkes galibiyet golünü Fenerlilerin yapacağını ümit ediyordu. Fikret’in attığı penaltıyı Rasim tam bir soğukkanlılıkla karşılayarak kurtardı. Oyunun bitmesine üç dakika varken Latif galibiyet sayısını Galatasaray hesabına yaptı ve oyun da bu şekilde hitam buldu.

    Bu maçı umumî surette tetkik lazım gelirse Fenerliler Galatasaray’dan daha iyi oynamışlar, fakat çok güzel fırsatlar kaçırmışlardır.

    GALATASARAY’LA FENERBAHÇE DÜN ÇARPIŞTILAR [16]

    (…) Nihayet on Galatasaraylı, on Fenerli… Yumruk yumruğa, tokat tokata, tekme tekmeye… Sarı Kırmızı ve Sarı Lacivert forma, ortada boğuşuyor! Yirmi kadar polis sahanın kenarından ortaya yürüyor. Ne elim hal!

    Polis sporcuları ayırmaya koşuyor… Ne oldu bilmem, ortadaki kavga dairesi genişledi, asker elbiseli adamlar, lacivert elbiseli göğüsleri kordonlu mektep talebeleri birbirlerine girdiler. Şimdi yumruk ve tekmelerin arasından bel kayışları, tokalar da fark oluyor.

    Polis ve jandarma hadiseyi bastırdı. Hakemin düdüğü öttü. Oyun yine devam ediyor. Neticede Galatasaray bire karşı iki ile galip… Bir netice de şu:

    Mehmet Nazif Fransız Hastanesi’nde, Kadri Fransız Hastanesi’nde, Küçük Kemal Amerikan Hastanesi’nde tahtı tedaviye alınmışlardır. Taksim merkezi kavga meselesini tahkik etmektedir. Kavgaya iştiraki sabit olan seyircileri isticvap etmiştir.

    ÇELEBİ BÖYLE OLUR, BİZDE DE SPOR DEDİĞİN… [17]

    Galatasaray ile Fenerbahçe Cuma günü sözde bir spor müsabakası yaptılar. Fener’den bir oyuncunun omuzu çıktı, Galatasaray’dan bir oyuncunun bacağı kırıldı, bir diğerinin karaciğeri bir tekme ile ezildi. İki taraf, müteaddit defalar sille, tokat, yumruk yumruğa dövüştüler. Bazı kendini bilmez seyirciler, oyuncuların bir kısmını taşa tuttular ve nihayet müsabakadan sonra üzerlerine hücum ettiler. Hülasa müsabaka muharebe şeklinde bitti.

    Spor, ruh ve bedeni terbiye ve tehzip için yapılır, derler. Fakat galiz küfürler içinde cereyan eden bu ağlanacak kadar feci ve çirkin boğuşmaları gördükten sonra artık: Uzun söze ne hacet! Düşünelim ve ibret alalım!

    GALATASARAY-FENER MUHAREBESİNİN KURBANLARI [18]

    Galatasaray-Fener muharebesinin kurbanlarından Kadri Bey’in omzu çıkmıştır, epey müddet tedaviye muhtaçtır.

    Zeki Bey’den bir tekme yiyerek Fransız hastanesine kaldırılmış olan Galatasaraylı Mehmet Nazif Bey’in sağ ayağının iki kemiği birden kırılmış olup alçıya konulacaktır; Mehmet Nazif asgari iki ay yatakta kalmaya mahkumdur.

    Sabih Bey’den bir tekme yemiş ve o gece saat 12’ye kadar baygın yatmış olan Galatasaraylı küçük Kemal Bey’in karaciğeri zedelendiği için hali hayli vahimdir. Doktorlar bir ihtilat olmadığı takdirde hayatının kurtulacağını söylüyorlar. Kemal Nişantaşı Amerika hastanesindedir.

    Kemal Faruki’ye bacaklarındaki yaralardan dolayı dün tetanos serumu yapılmıştır.

    O elim ve feci maçın zavallı kurbanlarına seri afiyet temenni ederiz.

    Bu hadise etrafında dün alakadarlar arasında tahkikatta bulunduk. İki taraf da bu vahim neticeden müteessirdir. Mamafih kabahati kimse üstüne almamakta, yekdiğerine atfetmektedir.

    Zabıta hadiseye vaziyet ederek tahkikata başlamıştır. Dün sabah Zeki Bey’in ifadesi alınmış, hastanede bulunan Mehmet Nazif, Kadri, Kemal Beyler de dinlenmiştir.

    Söylenildiğine göre Mehmet Nazif Bey kendisine kasten tekme vurmak iddiasıyla Zeki Bey aleyhine bir dava ikame edecektir. Fenerliler de bilmukabele dava açacaklarını söylemektedirler. Bu haberler tahakkuk ederse adliye tarihi şayanı dikkat bir dava rü’yet edecektir.

    Cuma günkü musaraanın kurbanları yalnız hastanede yatanlar değildir, geride kalan oyuncular da hemen umumiyetle muhtelif yerlerinden ağır ve hafif yaralıdırlar.

    Bu hadise hakkında zabıta şu raporu neşretmiştir:

    “Dün stadyum dahilinde bulunan Galatasaray-Fenerbahçe kulüpleri arasında yapılan maç esnasında Fenerbahçe’den Zeki Efendi topla Galatasaray kalesine gelmekte iken oyun beki Mehmet’in bacağına tekme vurmak suretiyle mecruhiyetine, diğer Fenerbahçe’den Kadri Efendi Galatasaray’dan Latif’ten topu almak üzere yekdiğeriyle müsademe neticesi Kadri’nin sukut ve kolunun mafsalından çıkmasına, diğer Kemal Efendi dahi stadyumdan çıkarken ahar tarafından tekme ile vurulmak suretiyle bayılmış olduğu iddia edilmiş, mecruhlar hastaneye sevk edilerek tahkikata devam olunmaktadır.”

    Zabıta raporunun son kısmında K.Kemal’in stadyumdan çıkarken yediği bir tekme yüzünden hastaneye yatırıldığı beyan ediliyorsa da çocuğun stadyumdan çıkarken yanında bulunanların verdikleri ifadeye nazaran böyle bir hadise vuku bulmamış ve K.Kemal bidayette yediği tekmeden bayılarak hastaneye yatırılmıştır.

    FUTBOLCU ZEKİ NE DİYOR? [19]

    Cuma günü oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçı dün sporla alakadar muhitlerde günün en hararetli meselesi halinde idi. Fener’den Kadri’nin ve Galatasaray’dan Mehmet Nazif’in sakatlanmaları ile neticelenen müsabakanın tarzı cereyanı hakkında herkes bir fikir söylüyordu.

    Kaç defa milli takımda oynamış bu iki gencin mühim bir ecnebi maçı arifesinde sakatlanmaları müşterek teessürü arttıran başka bir sebep oluyordu.

    Esasen Galatasaray-Fenerbahçe lig maçının böyle mühim bir ecnebi müsabakasından bir hafta evvelki tarihte icrasının tespiti dahi büyük bir hata idi. Bu hataya daima olduğu gibi sert ve kırıcı oyunla rakibi yıldırıp maçı kazanmak fikri inzimam edince korkulan müessif sakatlıklar husule geldi. Kadri Fener’in en yılmaz ve Mehmet Nazif ise Galatasaray’ın bilhassa Fener maçları için ihtimam ettiği ve en çok güvendiği birer oyuncusu oldukları içindir ki hadise bahsettiğimiz büyük alakayı tevlit etti.

    Ancak hadiseyi böyle kulüp telakkileri noktai nazarından değil de daha umumi bir zaviyeden mütalaa etmek elbet ki daha doğru olur.

    Haddizatında haluk, mert ve iyi bir çocuk olan Mehmet Nazif, tribünlerde oturup “Kır, öldür!” diye bağıran ve ne söylediklerini bilmeyecek kadar asabiyetten bunalmış olan arkadaşlarının teşvik ve teşcileri yüzündendir ki bu sakatlığa maruz kaldı. Çünkü öteden beri Mehmet Nazif’e “Fenerbahçe için biçilmiş kaftan” sıfatı veriliyor ve her maça çıkmadan evvel arkadaşları da kendisi de olacağı evvelden bildirir gibi kahinane tavırlar almaktan zevk duyuyordu.

    Senelerden beri bütün muhitinin ümidini nefsinde taşımak telkini altında yaşayan bu iyi çocuk, ne yazık ki, oynadığı sert oyunla, tribünlerde oturan ve kendisini yakından tanıyan insanlar nazarında kırasıya oyun oynayan ve karşısındakine acımayan bir futbolcu tesiri bırakıyordu.

    Bunun içindir ki her hareketi mütemadi bir takbihe maruz oluyordu. Bu satırları şu son kazadan dolayı çok derin bir teessür duyduğumuz Mehmet Nazif’in uğradığı sakatlığa asıl sebebi göstermek için yazıyoruz.

    Daima Galatasaray kalesi önündeki ceza sahası dâhilinde dolaşan Mehmet Nazif, arkadaşlarının tabirince, o sahayı Fener muhacimleri için mıntıkai memnua haline koymuştu. O sahaya girmek cüretinde bulunacak olanların her ne pahasına olursa olsun, menedileceğini bazen şaka ile bazen ciddi ve bazen de hiddetli, fakat her fırsatta ve her maç arifesinde söylüyordu.

    İşte sakatlık o sahanın içine girilmek istendiği bir anda ve bu haleti ruhiyenin tesiri altında vuku buldu. Sert oyunla hatalı oyunu daima birbirine karıştıran ve “Sert oynuyorsunuz, çok faul yapıyorsunuz, kaza çıkacak, daha düzgün oynayınız” ihtarlarına, mütemadiyen “Futbol sert oyun demektir, bilardo oynamıyoruz” mukabelesinde bulunan yanlış görüşlü kulüpçülerin noktai nazarlarıdır ki oyunları bu kadar sert ve bu derece kazalı yapıyor.

    Bu zaruri mukaddemeden sonra Fener kaptanı Zeki’nin anlattıklarını nakledelim:

    “Bu oynanan oyunun futbol olmadığını her vesile ile müteaddit defalar söyledim. Fakat cereyanın önüne geçmek maalesef kabil olmadı. Bunun sebebi Galatasaray’ın artık anane haline gelen ve taraftarlarının da teşvikine mazhar olan sert ve pür hata oyun sistemidir. Müsabakayı kazanmak için her çareyi ve her vasıtayı mubah gören bu zihniyetin bu şekilde neticeler vermesi ilk defa değildir. Fakat müteaddit ve şayanı ibret hadiselere rağmen Galatasaray’ın itiyadını tashih etmesi kabil olmamıştır.

    Eğer bu böyle devam ederse yetişmiş ve yetişecek bütün oyuncuların futbolu sakat bir zihniyetle anlamaları ve oyun sahasında bazen kasde, bazen kazaya kurban olmaları bir emrivaki olacaktır. Dünkü feci neticelerden ders alarak bu tarzın tamamen ortadan kalkmasını temin edecek esbabı aramak lazımdır. Bu vazife Federasyon’a ve kulüplerin fenni idaresini deruhte edenlere düşer. Alakadar teşekküllerin artık harekete gelmesi gençlik namına elzemdir.

    Kazalara gelince: Latif’in gelişigüzel topun üzerine gitmesi ve sağına soluna bakmadan tehlikeli vaziyetlerde topa girmesi Kadri’nin düşerek omuz kemiğinin kırılmasını intaç etti. Hakem bu hadisede doğrudan doğruya Latif’i hatalı addederek Galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu verdi.

    İkinci kazaya da Mehmet Nazif kurban oldu. Vaziyeti tarif edeyim:

    İkimizin arasına düşen topu kapmak için harekete geçmiştim. Mehmet Nazif her zaman mutadı olduğu veçhile topla beraber rakibi de tekmelemek arzusuna tabi olarak koştuğunu görüyorum. Hem tekmeden korunmak hem de topu kaçırmamak icap ediyordu. Bu vaziyette ayağımı topa koymaklığım lazım geldi ve öyle yaptım. Mehmet topa ayağımı koyduğumu gördü, fakat ya çok sert gelişinden korkarak ayağımı çekeceğimi zannettiğinden yahut topla beraber ayağımı da sökeceği ümidine düştüğünden hareketimi nazarı dikkate almadı ve bacağını bütün kuvvetiyle salladı. İşte bacağının kırılmasını intaç eden kazaya bu sebeple uğradı. Hareketimde hiçbir hata yoktu.

    Ne söylediğini bilmeyen bazı budala ve adi ruhlu insanlara nazaran ben bunu kasten yapmışım. 18 seneden beri herkesin iyi bildiği futbol hayatım içinde hiçkimsenin burnunu bile kanatmadım. Hâlbuki üç defa ehemmiyetle uğradığım gibi hiçbir maçtan 5-6 yara almadan çıktığımı hatırlamam. Beni tanıyanlar böyle şeylere sebep olmayacağımı bilirler.

    Futbolun daha nazik oynanması lazım geldiğini senelerden beri söylüyorum. Fakat bu tavsiyelerim benim sert oyun oynayamadığım şeklinde teklakki ediliyor. İşte dünkü maçın kurbanlarını gören muarızlarım eserleriyle iftihar etsinler.”

    Zeki Bey’in pek haklı olarak dediği gibi dünkü maçın şekli bile baştanbaşa faciadır. Kadri, Mehmet, Kemal Şefik, Rıza ehemmiyetli surette yaralandıkları gibi değil oyuncuların hepsi arızaya uğramışlardır.

    Zeki Bey’in bile biri boynunda olmak üzere vücudunun muhtelif aksamında tam 12 tekme yarası vardır.

    GALATASARAY – FENER MÜSADEMESİ!? [20]

    Paydos Efendiler paydos! Türk milleti tekme tokat değil, centilmenlere yakışan bir oyun tarzı istiyor ve… Bunu bize verecek yeni kuvvetlerimiz var!

    Soruyoruz: Bu cana kıyan ikiliğin sonu geldi mi? Cuma günü kırılan kol ve bacaklardan akan kan şimdiye kadar yapılan günahları ödedi mi?

    Evvelki gün Taksim Stadyumu’nda yapılan Galatasaray-Fenerbahçe maçının tafsilatını dün yazmıştık. Üç oyuncunun hastaneye kaldırılması ve dört beşinin de mecruhiyeti ile neticelenen ve Türk sporculuğunda bir leke teşkil eden bu hadiseye bugün tekrar avdete mecbur oluyoruz. On gün sonra Avusturya takımı ile çarpışacak olan milli takımı teşkil edecek olan oyuncuların birbirlerini öldürürcesine maç yapmaları şüphe yok ki umumi bir teessür uyandırmıştır.

    Tekme ve küfürle başlayıp mecruhiyet ve arbede ile neticelenen hadise hakkında polis tahkikat yapmaktadır.

    Mecruhlardan hastaneye kaldırılanlar Fenerbahçe’den Kadri, Galatasaray’dan Kemal ve Mehmet Nazif’tir. Ancak dün akşam kendine gelebilen Kemal polise şu ifadeyi vermiştir:

    • Birinci haftaymda Sabih’ten gayrikasdi bir tekme yedim, oyunun sonunda kendimi kaybettim.

    Kemal Bey Amerikan hastanesinde tedavi edilmektedir. Yine polis tahkikatında Fener’den Kadri Bey Latif’le çarpışmış ve bunun üzerine Kadri’nin kolu üç yerinden kırılmıştır.

    Tahkikata nazaran Zeki Bey Galatasaray’dan Mehmet Bey’e kasdi bir tekme atmış ve demiştir ki:

    • Keşke iki ayağı kırılsaydı!

    Zeki Bey bir muharririmize “Böyle bir şey söylemedim!” demiştir.

    Polis tahkikatına nazaran kabahat müşterektir.

    Bu hadisede Sabih, Latif, Zeki Beyler maznundur. Maznunlar dün isticvap edilmişler ve kefalete rapten tahliye edilmişlerdir.

    Sahaya atılıp arbede çıkarmak isteyen Kuleli talebesi de Merkez kumandanlığına teslim edilmişlerdir.

    Hadise esnasında yaralanmayan bir oyuncu kalmamıştır.

    Diğer taraftan maç esnasındaki müessif vakalar nöbetçi müddei umumiliğine polisçe ihbar edilmiş olduğundan Adliye’ce tahkikata başlanmıştır.

    Müddei umumi muavinlerinden Necmettin Bey tahkikata memur edilmiştir. Necmettin Bey, dün Taksim merkezinden, hadisenin muhtelif safahatına dair malumat almış, hastanede bulunan yaralıların da ahvali sıhhiyelerini sormuştur.

    Maçın ilk dakikalarında Galatasaraylı Latif Bey tarafından düşürülen Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’le, Fenerli Zeki Bey’le bir karşılaşma esnasında yuvarlanan Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in vaziyetlerinin vehamet kesbetmediği, kendilerinin ifade verebilecek bir halde bulundukları Taksim merkezi tarafından müddei umumiliğe bildirilmiştir.

    Gerek Kadri, gerek Mehmet Nazif Bey’lerin kast ile mi yoksa kazaen mi bu hale geldikleri de tespit olunacak, muhtelif şahitlerin de bilhassa hakem Vefa kulübünden Necmeddin Bey’in de malumatına müracaat olunacaktır.

    Bu hadise hakkında Fenerbahçe kaptanı Zeki Bey bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Galatasaray kulübünün kuvvetine müsavi bir kuvvet tesis edildiği zaman bunlarla maç yapılamaz. Çünkü onlar için her vasıta mubahtır. Oyunda asabiyet havası esiyordu. Çünkü Galatasaray oyuncuları en müstehcen küfürleri söylüyorlardı.
    • Dünkü hadiseye Alaaddin Bey’in sebebiyet verdiğini söylüyorlar.
    • Zevcesinin ırzına kadar küfür ederek Alaaddin’i kızdırmışlardır. Galatasaray iyi tekme atanları takımında koç gibi besliyor, icabında en müstehcen küfürleri de yapıyorlar.
    • Hadisede hakemin de kusuru var mıdır?
    • Sebebiyet veren Necmi Bey’dir. Avrupalı bir hakem böyle bir oyuna bir dakika bile müsaade etmezdi. Öyle bir oyun ki dayak yiyen ve atan belli değildi. Federasyona müracaat edeceğiz ve bu oyuncuların diskalifiye edilmesini isteyeceğiz. Aynı zamanda mahkemeye de müracaat edeceğiz.
    • Kolları ve bacakları kırılan oyuncular sigortalı mıydı?
    • Fener, Galatasaray maçı için hiçbir sigorta şirketinin böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini zannediyorum.

    Zeki Bey’i her tarafı yara içindedir. Ensesi de Nihat Bey’in manikürlü tırnakları ile yırtılmıştır.

    Galatasaray kaptanı Nihat Bey de bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Kabahat bizim muhacimlerdedir. Evvela sıfıra karşı altı sayı yapsalardı, Fener de dünkü küstahlığa yeltenmezdi. Dayak hakkında bir şey söyleyemem. Bu hadise Alaaddin’den çıkmıştır ve bir plan dâhilinde tertip edilmiştir. Kemal Şefik’in ciğeri patladı, Mehmed’in ayağı kırıldı.

    ACINACAK ŞEY [21]

    Bu sütunlar alelmutad, daha ziyade neşeli yazılara mahsustur, lakin ara sıra elemlerimizi, endişelerimizi de burada söylemekle kariin istemediği bir şey yapmadığımıza kaniyiz.

    Cuma günü (mutadın hilafına olarak) Galatasaray-Fenerbahçe takımlarının senelik müsabakalarından ikincisini seyre gittim. Şahit olduğum manzara bana elim bir inkisar hissi verdi.

    Senelerca rekabet etmiş bu iki büyük kulübün arasındaki maçta tarafeynden üç kişi sakatlanarak hastaneye götürüldü.

    Oyuncular birbirlerine karşı, nizamın ve insanlığın müsaade etmediği şekilde sert ve kaba oynamayı kâfi görmeyerek binlerce kişi önünde dövüştüler ve polisle ayrılmaya mecburiyet hâsıl oldu.

    Unutmayın ki bu birbirini bir Poruk iftirasıyla harap etmeye çalışan ve maalesef kısmen de muvaffak olan iki takım on gün sonra Avrupa’nın en kuvvetli futbolcularından Avusturya takımına karşı Türk futbolunun şerefini müdafaa edecek.

    Esasen her zaman lüzumundan fazla şişirilen bu maçlarda senelerin biriktirdiği ananevi rekabet, kontrolsüz ve baskısız kaldıkça böyle feci netice verdiği sporla edna mertebe meşgul olanlarca bile malum idi. Buna rağmen bu tehlikeli maçın idaresi futbol sahasının en zayıf, en mütereddit ve en korkak hakemine tevdi edilmişti. Eğer bu işte bir kasıt yoksa idaresizlik, basiretsizlik olduğu muhakkaktır. Cuma günü kendi başlarına bırakılmış yirmi iki tane müteheyyiç genç eğer daha berbat bir vaziyete düşmedilerse bunu içlerinde soğukkanlılığını muhafaza edebilen birkaçına medyundurlar, hakemin ötmeyen düdüğüne değil!

    İbretle gördüm ki sahada bu facialar cereyan eder ve polisler bir hukuk umumiye mücrimine olduğu gibi oyuncularla temasa geçerlerken bu işin zorla başına geçenler ve futbolun idaresiyle birinci derecede mesul olanlar, uzaktan ama çok uzaktan bu yanan ateşi seyrediyorlardı.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN BİR REDDİYESİ [22]

    Galatasaray Kulübünden:

    Son müessif hadise münasebetiyle gazetelerde cereyan eden dedikodular arasında alakadarlardan birinin Galatasaray birinci takım oyuncularından, Fenerli arkadaşlarının zevcelerinin ırzlarına küfür ettiklerini söylediği teessüfle görüldü.

    Galatasaraylılar hemen hepsi bu memleketin en büyük irfan müesseselerinden biri olan Galatasaray Lisesi’nde terbiye görmüş münevver gençlerdir. Bu gençlerin, küfürbaz tulumbacılar menzelesine indirilmesini nefretle karşılarız.

    Maçta kırılan ve yaralananların mesuliyetini tayin hususunun ise kime ait olduğunu Cumhuriyet hâkimlerinin adaletine tevdi ediyoruz.

    HAZİN FAKAT DOĞRU [23]

    Galatasaray umumi kaptanının gazetemize hazin fakat doğru bir itirafı vardır. O iş işten geçtikten sonra şunu söylüyor:

    • Dövüşmeyelim. Kusur ve kabahat kimde olursa olsun dövüşmeyelim. Çünkü sporculuk nezahet ve civanmertliği mahvoluyor. Hem herkeste de futbol müsabakalarının menini isteyecek kadar iğrençlik hissi hâsıl oluyor.

    Bu söz doğrudur. Onun için biz de diyoruz ki:

    • Gün bugündür. Kangren olan uzuvları keselim. Hatta elimiz, ayağımız olsa bile. Türk sporunun nezahetini yükseltecek ve ona tekrar layık olduğu mevkii verecek taze kuvvetlere malikiz. Hem de gene Galatasaray-Fener içindeki taze kuvvetler başta olmak üzere.

    ŞU SUALLERE CEVAP İSTERDİK [24]

    Futbol işleri ile meşgul olan heyet yirmi seneden beri takip olan iki kulübün maçı için tedabir ittihaz etmiş midir? Bilhassa sert oyunu ile maruf olan Galatasaray’ın maçı için neden gevşek bir hakem intihap etti? Oyun bir dövüş halini aldıktan sonra maçı seyreden mıntıka Futbol Heyeti reisleri hadiseye neden müdahale etmişdiler? Maçın tatili için hakemin nazarı dikkatini neden celbetmediler? Öteden beri sert oyunlarıyla maruz olan bazı oyuncular şimdiye kadar neden tecziye edilmediler? Türk sporculuğunun şerefi mevzubahis olan bu hadisede alakadarlar neden bati davranıyor? Mesuller ne vakit tayin edilecek?

    Sporculuğumuzun istikbale mevzubahis olan bu hadise hakkında alakadardan yukarıki suallere cevap istedik. Çünkü artık hadisenin kökünden halledilmesine ihtiyaç var.

    Bu suallere ilk önce İstanbul mıntıkası reisi ve federasyon umumi katibi Şeref Bey şu cevapları vermiştir:

    • Ben de umumi teessüre iştirak ediyorum. Hadiseye müdahale edemezdim, beynelmilel kavait mucibince bu kabil hadiselere hakemden başka kimse müdahale edemez. Bu hadise ile Türk sporculuğunun şerefinin alakası yoktur, iki üç kişi dövüşmüştür, bu kadar! (!?) Galatasaray-Fenerbahçe maçları tatil edilemez, çünkü bu oyuncuların şahsiyeti maneviyelerine tecavüz etmek demektir. Hakem aleyhinde bir şey söyleyemem çünkü ben de hakemim. Hakem mütehassıs bir heyet tarafından intihap edilmiştir.
    • Siz de hakemsiniz, maçı idare etse idiniz böyle bir hadise olur mu idi?
    • Herhalde olmazdı, maç devam ederdi.
    • Ne yapardınız?
    • Düdük çalardım.
    • Necmi Bey de çalmış!
    • Benim düdüğüm fazla öterdi. Hadise mesullerinin anlaşılması için heyetin hakem raporunu tetkik etmesi lazımdır. Hakem raporunu bugün verecektir. Heyet bugün toplanarak mühim ve cezri kararlar alacaktır.

    GALATASARAY UMUMİ KAPTANI DİYOR Kİ [25]

    Dün bir muharririmizi Galatasaray kulübü ikinci reisi ve futbol başkaptanı Abidin Daver Bey’e gönderdik ve fikirlerini sorduk. Abidin Daver Bey dedi ki

    “Spor hayatımızda ara sıra vuku bulan bu gibi çirkin hadiselere müteessir ve müteessif olmamak kabil değildir.

    Oyuncuları milli takımlarda daima yan yana oynamış, zaferlerin zevkini mağlubiyetlerin acısını beraberce tatmış olan Türk gençlerinin yekdiğerini kırıp dökmesi çok feci bir haldir. Bu Cuma günü Avusturyalılarla yapılacak bir maç arifesinde Fener’den bir oyuncunun omzu çıkmış, Galatasaray’dan bir oyuncunun ayağı kırılmıştır, bir diğeri de ölüm halinde yatıyor.

    Bunu kim ister?

    Ben 25 sene evvel ilk müessislerinden bulunduğum Galatasaray kulübünde ahiren resmi bir vazife deruhte ettiğim günden beri kırıcı ve dövüşlü oyun oynanmamasına rağmen bütün gayretimle çalışıyordum. O vakitten beri (FENER)le yapılan üç maçta hakem Şeref Bey’in de yardımı ile hiçbir dövüş olmadı, fakat dördüncü maçta iş çığırından çıktı.

    Galatasaray’la Fener’i dövüştüren en mühim amil, bir kısım spor terbiyesi noksan seyirciler ile hakemin gevşekliğidir. Böyle hararetli maçları idare edecek hakemlerimiz gayet azdır. Öyle olduğu halde bu maçlar nadiren erbabına idare ettirilir.

    Maçın en hararetli bir zamanında duhuliye tarafındaki bazı taşkın seyirciler Galatasaray muhacim hattı oyuncularını taşa tuttular. Buna ne hakem, ne de inzibatı temine memur olanlar aldırmadılar.

    Hakem bütün dövüşlere rağmen oyunu sonuna kadar devam ettirdi.

    Halktan oyunculara sirayet eden asabiyet bazı oyuncuları şuursuz bir hale getirdiği gibi bazı meşhur oyunculara da halk bizimle beraberdir, diye büyük bir cesaret veriyor.

    Ayağı kırılan oyuncunun bu hale gelmesinden gene onu mesul tutmak “Sorsalar mağdurunu gaddar kendini gösterir” sözünü hatırlatıyor. Mehmet Nazif o gün o kadar dürüst bir oyun oynamıştır ki hakem kendisine hemen hemen hiçbir ceza vermemiştir. Mehmet kendisinin adı çıktığını bildiği için azami dikkatle oynuyordu.

    Haksız yere iddia edildiği gibi kırıcı bir oyun oynasaydı bugün belki hastanede bulunmazdı.

    Ya Küçük Kemal’in karaciğerini patlatan tekmeye ne diyelim?

    O da Mehmet gibi mi oynuyordu?

    Kavgalara gelince, bütün seyircilerin gördüğü gibi bunların hepsine evvela Fener oyuncuları başlamışlardır.

    Alaettin Bey’in Mithat’a bir tekme bir de tokat vurduğunu herkes gördü, ondan sonra tekme ve tokatın cezasız kaldığını görünce Fikret Bey de Necdet’e bir tekme yapıştırdı.

    Burada Galatasaraylıların kabahati mukabele etmeleridir. Hepsi tokat karşısında Kemal Faruki gibi soğukkanlı ve sabırlı olsaydı mesele çıkmazdı.

    Galatasaraylılar, Alaattin Bey’in refikasına küfür ettikleri iddiası çok çirkin bir şeydir. Galatasaraylıları, külhanbeyi ve tulumbacı addetmek herkesten evvel onların arkadaşlarına yaraşmaz. Çünkü Galatasaraylı ve Fenerli oyuncular gece gündüz beraber gezen arkadaşlardır.

    Bu mütalaalarımı Galatasaraylı olduğum için tarafgirane telakki edecekler olacaktır.

    Ben bu bahsin gazetelere düşmesinde mahzur gördüğüm için kendi gazetemde bile şu mesul, bu mesul diye bir şey yazmadım. Fakat nihayet kırılan bacaklardan, yapılan dövüşlerden, asgari Galatasaraylılar kadar mesul olan Fenerli arkadaşlarımızın davayı gazete sütunlarında kazanmak istediklerini görünce bu cevapları vermek mecburiyetinde kaldım.

    FACİANIN İKİNCİ PERDESİ [26]

    Türkiye’de futbol biraz tebellür etti edeli bir Fener-Galatasaray rekabeti vardır. Bu rekabet hissi bu iki kulübün başında bulunan müdürlerin karakterleriyle artar ve eksilirdi. Herkes bilirdi ki Galatasaray-Fener maçı patırtılı, dövüşlü bir maçtır. Bu maç her zaman fena şekil almak tabiatında bir maçtır. Eğer her defa geçen Cumaki gibi yaralı ve dövüşlü olmuyorsa bu sükun hakemin diriliğinden veya tarafeynden birinin mağlubiyeti daha evvelinden kabul etmiş olmasından ileri geliyordu. Bu defa öyle olmadı ve iş feci şekil aldı. Lakin bütün bu fecaata bir de uzun uzadı gazeteci mülakatları yaparak sahadaki kargaşalığın tekrar devamına müsaade etmemeliyiz. Hele filan, falan dava açacakmış diye saçma fikirlere revaç vermemeliyiz. Zaten sahada dövüşerek çirkin bir iş yaptık, şimdi bir de mahkemelere düşerek Türk sporunu maznun sandalyasına oturtmayalım. Ayıptır.

    ESKİ BİR SPOR HADİSESİ NASIL TAHLİL EDİLİYOR [27]

    Eski ve maruf sporcularımızdan Sait Selahattin Bey’i tanımayan yoktur. Türk spor tarihinin bir faslını hatıratıyla dolduran Sait Bey futbolda, teniste, hokeyde, denizcilikte ve en nihayet avcılıktan büyük muvaffakiyetler yaratmıştır. Sait Bey, son Galatasaray-Fenerbahçe maçında vukua gelen hadisat ve onun polis ve matbuata akseden safahatı hakkında kendisiyle görüşen bir muharririmize şayanı dikkat beyanatta bulunmuştur.

    Zuhur eden hadisenin hakiki sebebini izah eden bu beyanatı aynen derç ediyoruz:

    “Müessif hadisenin zuhurunda en büyük amil hakemin bariz idaresizliği olmuştur. Futbol hiç şüphe yok ki bir kadın sporu değildir, sert oynanabilir. Fakat maalesef bizde sert oyun “hatalı oyun” olarak telakki olunuyor. Böyle mühim ve oyuncuların asabının gergin olduğu maçlarda hakemin çok müteyakkız bulunması ve en ufak hatayı tecziye etmesi lazım gelir. Halbuki hakem bu pek tabii vazifesini yapmamıştır. Kasti hatalar iptizale uğradığı halde hata sahipleri oyunun sonuna kadar sahada kalabilmişler, tekme, yumruk, tokat taatı edildiği zaman topun yalnız havaya atılması ile iktifa olunmak garabeti gösterilmiştir. Mesela yaptığı hareketle rakibini baygın bir halde hastaneye gitmesini intaç eden oyuncunun hatası kabul ve cezaya çarptırıldığı halde sahada kalabilmek hakemin yerinde olmayan lütufkârlığından başka hiçbir şeyle izah edilemez.

    Mamafih bütün mesuliyeti yalnızca hakeme yükletmek ve adeta fedakârlık denecek bir feragati nefisle maçı idareyi kabul eden bir adamı rencide etmek doğru değildir. Hepsi de münevver ve mevkii içtimai sahibi olan tarafeyn oyuncularının da bütün mantıki düşünce ve şuurdan mahrum bir kütle halinde yalnız sevk ve idareye muhtaç olmamaları lazım gelirdi. Fakat Fenerbahçe-Galatasaray maçları, maalesef açılmış yanlış bir çığır yüzünden, bu futbol müsabakalarından ziyade bir sinir mücadelesine inkılap ediyor.

    Bunun sebeplerini, eski ve vaziyeti tahlil etmiş bir sporcu sıfatı ile anlatmak isterim.

    Vaziyetin bu şekli almasının en büyük sebebi münhasıran Galatasaraylıların gururudur. Kulüplerine misafir gidenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” vehmini verecek ezici bir göz hapsine alacak kadar mağrur ve kendilerini cemiyetin fevkinde sayan sarı-kırmızı mensubini mağlubiyeti haysiyetsizlik telakki eden bir zihniyete sahiptirler. İşte bu tarzı tefekkürün sevkiyledir ki kazanmak için her çareye başvuruyor ve her şeyi mubah görüyorlar. Galatasaray-Fener rekabetinin çirkin bir şekil aldığı ve sahada dövüşmenin moda olduğu son beş senenin tarihini tetkih edenlerin hatıralarını intibaha davet ederim: Fenerbahçe’nin büyük sayı farkları ile mağlup olduğu maçlarda en küçük bir hadise bile zuhur etmemiştir.

    Fakat Fenerbahçe ne zaman tehlikeli olmuşsa, ne vakit galibiyete yaklaşmışsa tekme ve tahvif siyaseti başlamış, fena akıbetler zuhur etmiştir. Eğer kavgaya sebebiyet verenler Fenerliler olsaydı gürültülerin sarı-lacivert takımın müşkül vaziyetlerde olduğu zamanlar çıkması lazım gelmez miydi? Galatasaraylılar da Fenerli rakipleri gibi mağlubiyeti sportmence bir tevekkülle kabul etmek nezaketini gösterebilseler mesele kalmaz.

    Fakat Galatasaray’ın sahadan mağlup çıkmayı bir haysiyet meselesi haline sokan zihniyeti işte bu tokatların, tekmelerin, kırılan kol ve bacakların hakiki ve yegâne sebebidir.

    Misal ve ispat mı istersiniz? İşte Galatasaray kaptanının Pazar günkü Milliyet gazetesindeki beyanatı… Nihat Bey diyor ki: “Eğer bizim muhacimlerimiz sıfıra karşı altı sayı yapsalardı mesele kalmazdı. Kabahat onlarda…”

    Demek hadise Galatasaray muhacimlerinin 6 sayı yapamamasından tevellüt etmiş. Kabahat o halde Galatasaraylıların değil, onları tıkır tıkır gol yapmaya bırakmayan Fenerlilerin olacak!!

    Memleketten bu zihniyet kalkmazsa spor yapılamaz.”

    ORHAN BEY NE DİYOR? [28]

    Son maç münasebetiyle Galatasaraylılarla Fenerliler mesuliyeti yekdiğerine atfetmektedirler. Biz düşündük, alakadarlardan ziyade bitaraf zevatın fikirlerini soralım dedik ve İstanbul Futbol Heyeti reisi, dürüstlüğüyle maruf Orhan Bey’le görüştük. Orhan Bey’le spor muharririmiz arasında cereyan eden mülakatı atiye dercediyoruz:

    • Siz bu müsabakayı baştan nihayete kadar seyrettiniz. Kavganın esbabı hakkındaki mütalaanız nedir?
    • Alaaddin ile Mithat arasında çıkan kavga hadiseye sebep olmuştur. Bu kavganın müsebbibi Alaaddin Bey’dir. Çünkü ilk defa olarak Mithat’a bir tekme, bir de tokat atmıştır. Mithat da ona mukabele etmiştir. Mamafih etmemesi lazımdı.
    • Vukua gelen müessif kazalar hakkında mütalaanız nedir?
    • Hakem, raporunda kazaları gayrikasti olarak gösteriyor. Filhakika Kadri Bey’in her zamanki gibi topa sert çıkışı, Latif’in de ondan kaçması kendisinin düşüp sakatlanmasına sebep olmuştur. Mehmet Bey’in sakatlanmasına gelince: Mehmet’in kuvvetle salladığı ayağına Zeki, ayak kaymak suretiyle kazaya sebebiyet vermiştir. Zeki Bey bu kazaya (Mehmet’in oyun tarzını bilmesi itibariyle) mani olabilirdi. Fakat ya topu kaçırmamak yahut da bu ayak sallayıştan korkmamış olmak için ayağını çekmemiştir.
    • Bu şekilde ayak kaynak doğru mudur?
    • Bu şekilde ayak kaynak böyle mühlik kazaları intaç edeceğinden katiyen doğru değildir. Hakem, bu şekilde ayak konduğu için ceza verebilir.
    • Kemal Şefik Bey’in yaralanması nasıl olmuştur?
    • Sabih Bey aut çizgisi haricinde bulunan bir oyuncuya tekme atmak ve tamamen futbol nizamatına muhalif hareket etmek suretiyle Kemal’in rahatsızlanmasına sebep olmuştur. Bütün bu hareketler esasen beynelmilel futbol nizamatınca men edilmiş ve mütecasirleri hakkında muhtelif cezalar vazolunmuştur. Bunlar aynı zamanda zabıta ve adliyeyi tahrik edecek cürüm olmaktan evvel spor nizamatınca da bir cürümdür.
    • Hadiseden kim mesul? Bu itibarla hadisenin bu şekle girmesinde Fenerliler mi amil olmuştur?
    • Galatasaray-Fener oyunları bir anane şeklinde öteden beri sert oynanmaktadır. Galatasaray ötenden beri canlı ve kuvvetli bir oyun sistemi kabul etmiştir. Fenerliler kendi usullerini Galatasaray oyun sistemine benzetmek, onlara bu yolda mukabele etmek için aynı tedbirlere müracaat etmişler ve bunun için sureti mahsusada adam yetiştirmişlerdir. Bu maçta hataların ekserisinin Fenerliler tarafından yapıldığı nazarı dikkate alınırsa bu mukabelede Fenerlilerin haddi aştıklarını görürüz.

    MÜTEVELLİ MEHMET BEY NE DİYOR? [29]

    Fenerbahçe’nin eski futbolcularından ve rüesasından Sait Bey, dün bir gazetede Galatasaray-Fener hadisesinden bahsetmiş ve kabahati kamilen Galatasaray oyuncularına yüklemiştir. Sait Bey’in bu sözleri hakkında Galatasaray kulübü idare heyetinden Mütevelli Mehmet Bey’in fikrini sorduk. Dedi ki:

    “Sait Bey’in kabahati Galatasaraylılara yüklemek istemesini mazur ve tabii görmek lazımdır. Zeki Bey, zavallı Mehmet’in bacağını kırdıktan sonra kabahati Mehmet’e yüklemeye kalkışmadı mı? Aynı şeyi Sait Bey neden yapmasın? Galatasaraylılar mesuliyetlerin kime raci olduğunu tayin keyfiyetini Cumhuriyet adliyesine bırakmışlardır.

    Bu hususta fazla söze hacet yoktu. Kemal Şefik ile Mehmet’in hali hangi tarafın daha hatalı ve kırıcı oynadığını ispat eder.

    Bizim Fener’e yenildiğimiz seneler hiç kavga çıkmazdı; Fener’in yenilmeye başladığı beş seneden beri ise kavgasız maç olmuyor. Galibiyet gibi mağlubiyete de sportmence tahammül eden tarafın hangisi olduğunu bu mukayese gösterir.

    Bizim kulübümüze misafir gelenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” der gibi ezici bir göz hapsine aldığımız iddiasına gelince, Sait Bey’in bu sözlerine sadece güleriz. Mahalle kahvesi dedikodusu yapmaya terbiyemiz müsait değildir.

    Yalnız şu kadar söyleyeyim ki Galatasaray kulübünün kapıları ardına kadar bütün sporculara açıktır. Herkes gelir, salonumuzdan, duşumuzdan, binamızdan istifade eder; hatta Fenerli arkadaşlarımız bile birçok maçlarda orada soyunup giyinirler, Bayram maçlarında Alaaddin Bey bile kulübümüze misafir olmuşlardı.

    Bizzat Sait Bey en çok hürmetle karşıladığımız bir arkadaştır.

    Biz Fenerli arkadaşımız bizi küfürbaz tulumbacılarla aynı dereceye indirmişti, bir ikincisi de kulübümüze misafir gelen arkadaşları göz hapsine alacak kadar terbiyesiz gösteriyor.

    Cuma günkü maça kadar elimizi sıkan, bizimle arkadaşlık eden bu zevatın sözlerine karşı:

    • Bu kadar fena insanlardık da bizim ile neden senelerden beri dost ve arkadaş idiniz, diye sormaya hakkımız yok mu?

    O müessif hadiseden beri bazı Fenerli zevatın gazete sütunlarında mütemadiyen Galatasaraylılara hakaret etmekte olanları Fenerli arkadaşlarımızın bize karşı ne fena hisler beslediklerini gösteren ibrete layık bir haldir.”

    FUTBOL HEYETİNİN MUKARRERATI [30]

    İstanbul Futbol Heyeti dün akşam geç vakit içtima ederek mühim mukarrerat ittihaz etmiştir. Bu içtimada hakem raporu tetkik edilmiş ve rapora nazaran maçtaki kazalarda kasıt olmadığına karar vermiştir. Futbol Heyeti bu gibi hadiselerin tekerrür etmemesi için bir tebliğ neşretmeye de karar vermiştir. Bu tebliğde oyuncuların sert oyun tarzına veda etmeleri lazım geldiğini ve seyircilerin müsabakaları ihlal edecek harekette bulunmamalarını tebliğ eyleyecektir.

    Bundan başka Futbol Heyeti Galatasaray-Fenerbahçe arasında bir dostluk maçı yapılmasına, bu maçın Şeref Bey tarafından idare edilmesine, maç hasılatının Beşiktaş kulübünden olup geçen sene bir tekme yüzünden vefat eden Adil Bey’in ailesiyle Mehmet Nazif, Kadri ve Kemal Bey’lerin tedavilerine sarf edilmesine karar verilmiştir.

    TENİS FAALİYETİ [31]

    “1929” Mevsimi Büyük Tenis Turnuvaları, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından tertip edilmiştir. Baş Hakem: Galip Bey.

    Müsabakalar Fenerbahçe kulübünün Kadıköyü’ndeki sahalarında icra edilecektir.

    Müsabakalar: Tek Erkek, Çift Erkek, Handikapsız.

    Müsabakalara her ayın ilk Cuması başlanacak ve Pazar’a bitecek.

    İştirak arzusunda olanlar her ayın 25inci günü akşamına kadar.

    1. Kadıköyü’nde kulüp merkezinde Galip Bey
    2. İstanbul’da Zeki Rıza Spor Mağazası’na müracaatları.

    Turnuvaların icra edileceği tarihler:

    1. 7 Haziran 1929
    2. 5 Temmuz 1929
    3. 2 Ağustos 1929
    4. 6 Eylül 1929

    Şeraiti duhul: Her müsabaka için -1- liradır.

    Müsabakalar için DÜNLOP ve SPOLDİNG topları kullanılacaktır.

    YAZIK OLUYOR! [32]

    Galatasaray-Fener hadisesi maalesef bir zabıta vakası şekline sokuldu ve o şekilde devam edip gidiyor. Bu iki büyük kulübün müdiranı pek ala bilirler ki şimdi ihdas edilmek istenen hava bundan dört beş sene evvel daha şiddetli esiyordu. Lakin bundan her iki tarafa olduğu kadar memleket sporuna da ne büyük zarar geldiğini acı delillerle gördükleri için bu iki kulüp badema, her şeye rağmen dost geçinmeye karar vermişlerdi. O zaman bu mesut neticenin istihsaline hadim naçiz bir uzuv sıfatıyla şimdiki manzaraya büyük bir elemle şahit oluyorum.

    Vakıa vaktiyle Fener-Galatasaray husumetinden istifade etmek isteyenler vardı, ummak hakkımızdır ki beş senelik hadisatın verdiği terbiye artık içimizde bu zihniyette kimse bırakmamıştır. Bu işle meşgul olanların bence yapacakları en hayırlı iş, şu dedikodunun önüne geçmektir.

    HAKİKAT NEDİR? [33]

    Fenerbahçeliler Vaziyeti Tasrih Ediyorlar

    [Son Galatasaray-Fenerbahçe maçı hadisesi uzadı. Bazı rüfekamızın muayyen maksatlarla işi alevlendirmeye çalışması ve bu yolda yapılan neşriyat efkarı umumiyede haklı bir şüphe uyandırmaya başlamıştı. Fenerbahçe katibi umumiliğinden aldığımız atideki beyanname vaziyeti tenvir etmektedir.]

    “Geçen Cuma günü Taksim Stadyumu’nda Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız lig maçı esnasında vukua gelen malum ve müessif kazalar üzerine Galatasaray kulübü tarafından birkaç günden beri gazetelerde beyanname ve tahkikat şeklinde yaptırılmakta olan ve efkarı umumiyede Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in ayağının takımımız kaptanı Zeki Bey tarafından kasten kırıldığı zehabını uyandırmak maksadına matuf bulunan sistematik neşriyat üzerine bu elim bahis üzerinde ilk ve son söz olarak berveçhi ati beyannamenin neşri Fenerbahçeliler için bir şeref ve haysiyet meselesi olmuştur:

    Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız maçların daima bir sertlik ve huşunet havası içinde cereyan etmesi geçen Cuma gününe mahsus yeni bir hadise değildir. Yirmi beş seneden beri bu takımla yaptığımız maçların hepsi Galatasaray kulübünün kendisi mukaddes anane haline koyduğu sert ve kırıcı oyun sistemi yüzünden aynı haşin eşkal ve şerait dairesinde cereyan etmiştir. Ve binlerce Fenerbahçe takımına karşı hiçbir suretle sarsılmayan muhabbet ve teveccühün doğması ve artması ve bugünkü azim vüsati alması ve bu kırıcı oyuna daima teknik oyunu tercih etmekliğimizden ve mağlubiyetleri sportmence ve efendice kabul etmeyi bilmekliğimizden ileri gelmiştir.

    İki takım arasında yirmi beş seneden beri bizim gördüğümüz yegane ayrılık noktası fenni oyunumuza onların daima bu sert ve muvaffakiyete esas addettikleri yıldırıcı oyun sistemiyle mukabele etmeleridir. Ancak bu ayrılıktır ki maçları seyreden halk üzerinde iki kulüp arasında şiddetli bir husumet olduğu kanaatini hasıl etmiş ve görünen köy kılavuz istemediği için ecnebi takımlara karşı yapamadıkları sertliği bize karşı yapmaktan kaçınmadıklarını gören halk arasında bu telakki kolaylıkla yer almıştır.

    Tavzih etmek istediğimiz nokta hülasatan şudur ki:

    Bizim oyunumuza bakanlar onlara karşı husumet görmemiş, fakat bize karşı onların oynadıklarını oyunu görenler bu husumetin varlığına daima ve bihakkın hükmetmiştir. Mamafih bu noktayı tavzih etmekle senede birkaç kere ve binlerce insanın gözü önünde cereyan eden Galatasaray-Fenerbahçe maçlarından doğan hadiselere ait manvi mesuliyetin hangi tarafta olduğuna dair kimseye yeni bir şey öğretmiyoruz.

    Fakat belki o ananevi sisteminin tabii bir neticesi olarak kazaen kırılan bir ayağın üzerine yüklenmek istenen lekesinin asıl kimlere ait olduğunu tespit ediyoruz. On beş seneden beri futbol oynayan ve temiz bir oyuncumuz olduğu kadar civanmert ve haluk bir genç olan Zeki’nin, Mehmet Nazif’in ayağını kasten kırdığı yollu şayiatı bu suretle ve nefretle reddederken, Galatasaray kulübü tarafından neşredilen ve Mehmet Nazif’in ayağının kırılması iddiasını Cumhuriyet adliyesine havala edileceğini bildiren tebliğine karşı alenen beyanı teessüf etmemek kabil değildir.

    Binlerce seyircinin gözü önünde cereyan etmiş ve hiçbir kaste makrum olmadığı hakem raporu ve raporu tetkik eden selahiyettar heyetlerin kararıyla tebeyyün eden bir kaza hadisesini her ne suretle olursa olsun bir zabıta vakası haline sokmaya çalışan ve senelerce karşılarında ve ecnebi takımlarına karşı yanlarında oynamış ve bütün memleketçe tanınmış temiz bir genci fırsat bu fırsattır diye hukuku umumiye maznun sırasına koymak gayretkeşliğini her hissin fevkinde tutmak keyfiyetinin o beyannamede tefahür edilen ilim ve faziletle ne derece uygun düştüğü de ayrıca şayanı temessül bir keyfiyettir.

    Sporcu şeref ve haysiyetini korumayı bilen, rakiplerine karşı hiçbir zaman kasten fenalık yapacak tıynette olmayan, hatta oyuncularından birinin aynı maçta kolu kırıldığı halde bunun için rakibine kast atfederek adliyeye müracaatı aklından bile geçirmeyen kulübümüz alelade bir spor kazasını bir hukuk umumiye vakası haline sokmak isteyen bu çirkin temayül karşısında kendisine mensup gençleri isnadatı vakıadan tenzih eyler ve cumhuriyet adliyesinin adil kararına hürmetle intizar eder.

    Umumi Kaptan Hayri Celalettin

    MÜHENDİS MEKTEBİNDE 60 TALEBENİN TARDEDİLDİ  [34]

    Mühendis mektebinde zuhur eden hadiselerin mahiyeti hakkında bir muharririmiz tahkikat yapmıştır. Bu hadiselerin başlıca sebeplerinden biri de Galatasaray-Fener münaferetidir. Mektebin voleybol takımlarının iyi oyuncularının bir kısmı, hariçta Galatasaray ve diğer kısmı da Fenerbahçe’ye mensuptur. Bu iki parti arasında birçok anlaşamamazlıklar olmuş ve mektebin gerek talebe cemiyetinde, gerek idman yurdunda idare heyetini kazanmak rekabetine müncer olmuştur.

    Bu meseleler için için kaynarken ekseriyeti kazanmaya zemini müsait bulan dördüncü sınıftan iki kişi bir ay kadar evvel kongre akdine dair bir takrir gezdiriyor ve imza topluyorlar. Muvaffak oluyorlar. Beyoğlu Fırka merkezinde toplanan kongrede dördüncü sınıf idare heyetini kazanıyor ve bütün sınıflara çalışkan ve fedakar gözükmek için bir de yemek meselesi çıkarıyorlar, hararetle ve ateşin içtimalarla birinci ve ikinci sınıfların tam müzaharetini temin ediyorlar. Ankara’ya iki murahhas gönderiyorlar.

    Bunun üzerine mektepte tahkikat başlıyor. Dördüncü sınıf ve bu sınıftan müşevvik olanlar da işin sarpa sardığını görerek izharı nedamet ediyorlar. Elebaşıların bu rücatini bilmeyen ikinci sınıf, mektep inzibat meclisi huzurunda evet yiyeceklerimiz fenadır diyorlar ve mektep idaresi bunlardan altı kişiyi tardediyor.

    Binaenaleyh ikinci sınıf, esasta alakadar olmadığı halde kendi arkadaşlarından altısının atılmasını hayretle karşılamışlar. İki şubeden ibaret talebe “Ya arkadaşlarımız mektebe alınır yahut biz derse girmeziz” demişlerdir.

    Bu yeni vaziyet karşısında inzibat meclisi ikinci bir kararla bu derse girmeyen altmış efendiyi tardetmiş ve mektep dahiline talik edilen bir ilanda bunlar da pişman olup derse devama başlayacakların affedileceğini beyan etmiştir. Son vaziyet budur.

    İKİNCİ İDMAN BAYRAMI [35]

    Dünkü Bayrama 3.000 Mektepli İştirak Etti

    Mektepliler arasında tertip edilen idman bayramı dün sabah Taksim Stadyumu’nda 15.000 seyircinin huzurunda yapılmıştır.

    İkinci defa olarak yapılan bu bayram geçen sene yapılan bayramdan daha çok alaka uyandırmış, aynı zamanda daha muntazam olmuştur.

    Taksim Stadyumu daha sabahtan itibaren dolmaya başlamıştı. Bayrama iştirak edecek mektepliler muntazam kafileler halinde stadyuma gelerek kendilerine tahsis edilen mevkilerde yer almışlar, bu bayramı görmek için gelenler de tribünlere ve sahanın etrafına yerleşmişlerdir. Mektepliler kafilesi tamamen geldikten sonra Selim Sırrı Bey saha kenarına konulan kürsüye çıkarak bir nutuk söylemiştir.

    Selim Sırrı Bey bu nutkunda iki seneden beri yapılmakta olan idman bayramlarının gayesinden bahsetmiş ve bu münasebetle merhum Necati Bey’in namını hürmetle yadetmiştir.

    Selim Sırrı Bey’in şiddetle alkışlanan nutkundan sonra mızıka istiklal marşını terennüm etmiştir.

    Bu merasimden sonra idman harekatına başlanmıştır.

    2.000 erkek 1.000 kız talebenin ayrı ayrı yaptıkları muhtelif beden hareketleri stadyumu dolduran 15 bin seyirci tarafından şiddetle alkışlanmıştır. Kız ve erkek talebe bu beden hareketlerinde gösterdikleri ahenk ve intizam itibariyle hakikaten muvaffak olmuşlardır.

    Mektep talebelerinin harekatından sonra Çapa terbiyei bedeniye kursu kız ve erkek talebeleri Matmazel Everman ve M. Conso’nun nezaret ve kumandaları altında şayanı dikkat beden harekatı yapmışlardır.

    Yarım saatten fazla süren bu harekat esnasında kurs talebeleri çok muvaffakiyetli şeyler göstermişlerdir.

    Bundan sonra Selim Sırrı Bey tekrar kürsüye çıkarak bayrama iştirak eden talebeyi Türkiye Cumhuriyeti ve onun banisi büyük Gazi’yi selamlamaya davet etmiş, 3.000 talebe ve 15.000 halk hep bir ağızdan üç defa “yaşa” diye bağırmıştır.

    Bu harekatın hitamından sonra mektepliler arasında umumi bir geçit resmi yapılmış, ikinci idman bayramı bu suretle hitam bulmuştur.

    OSTURYA DÜN İLK MAÇINI YAPTI [36]

    Galatasaray 1’e Karşı 3 Sayıyla Mağlup Oldu

    (…) Fener ve Vefalı küçükler arasındaki ilk maç bire karşı iki ile Fenerbahçe tarafından kazanıldıktan sonra, takımların sahaya çıkması on yedi buçuğa kadar gecikti. Nihayet Osturyalılar tribünleri ve sahayı dolduran halkın alkışları arasında sahaya geldiler, arkasından kıpkırmızı ve sapsarı renklerden yapılmış yeni gömlekleriyle Galatasaraylılar.

    Viyanalı oyuncular beyaz kollu mor fanilalar giyiyorlardı. Saha ortasında kendilerine merasimle buket verildi ve maça başlandı.

    Galatasaray takımı: Rasim, Burhan, Vahi, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Şadi, Necdet, Latif, Rebii.

    Ovusturya takımı: Yoki, Regnoht, Tantler, Moğ, Graf, Gol, Snayder, Ropan, Sindila, Çiser, Firtu.

    İlk yirmi beş dakika mütekabil akınlarla neticesiz geçti. Nihayet top bizim bir müdafile onların koşan muhacimleri arasından sıçrayıp içeri giriverdi. İlk golü bu suretle yaptılar.

    İkinci devrenin on dördüncü dakikasında Muslih’in himmetiyle ve Şadi’nin ayağıyla bir golümüzü yaptık. Bu ara Galatasaray çok muvaffakiyetli oynuyordu. Devrenin sonlarına doğru üçüncü golü de yine bir hücumla kazandılar. Oyun bu netice ile bitti.

    Hakeme gelince: Hamdi Emin Bey dün bize güzel bir hakem idaresinin nasıl olabileceğini gösterdi.

    AVUSTURYALILARIN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ TENEZZÜHLERİ [37]

    Osturya takımı oyuncuları dün refakatlerinde Galatasaraylı mihmandarları olduğu halde sabahleyin Galatasaray Lisesi’ne giderek mektebi ve spor teşkilatının müzesini gezmişler, öğleyin de Büyükada’ya gitmişlerdir. Bugün de akşama kadar şehrin muhtelif yerlerini gezdikten sonra saat beşte Galatasaray kulübü tarafından, denizcilik şubesinin Bebek’teki merkezinde şereflerine verilecek olan çay ziyafetinde hazır bulunacaklardır. Bayramın birinci günü de saat beşte Fener takımı ile ikinci maçlarını yapacaklardır.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN CEVABI [38]

    Galatasaray Kulübünden: Geçen maçta vukua gelen müessif hadise münasebetiyle Fenerbahçe kulübünün neşrettiği beyannameyi teessüfle okuduk. Senelerce karşı karşıya, yan yana oynadığımız, ellerini sıktığımız ve arkadaş ve kardeş bildiğimiz Fenerbahçelilerin, kulübümüze karşı yirmi beş senedir spor terbiyesiyle gayri kabili telif bir husumet beslediklerini her satırında ayrı ayrı ifade eden bu garip beyannameye uzun uzadıya cevap vermeyi lüzumsuz addederiz.

    Galatasaray’a karşı hatır ve hayale gelmez birçok ithamları ihtiva eden bu beyannameye bilhassa Fenerli arkadaşlarımızla yan yana bir ecnebi takımına karşı maç yapacağımız günün arifesinde cevap vermek birbirine hürmet ve muhabbet beslemeleri sporun en tabii neticelerinden olması lazım gelen gençler arasında yeni münaferetler uyandırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

    Onun için bir Türk kulübünün diğer bir Türk kulübü hakkında vaki olan ve spor tarihimizde bir misli görülmemiş bulunan bu lüzumsuz hücumları vakalar zikrederek red ve cerhetmek kolay olmakla beraber sükutun terbiyemizle daha mütenasip ve müreccah olduğuna kani olarak susuyoruz.

    Cumhuriyet: Geçen gün Fenerbahçe kulübünün beyannamesini dercetmiştik. Bugün de Galatasaraylıların gönderdikleri beyannameyi neşrediyoruz. Bu iki güzide kulübümüzden bir haftadan beri efkarı umumiyeti ve gazeteleri işgal eden bu lüzumsuz münakaşaları kesmelerini temenni ederiz.

    MÜHENDİS MEKTEBİNDEKİ HADİSE ve FENERBAHÇELİLER [39]

    Fenerbahçe umumi katipliğinden: “18 Mayıs 920 tarihli gazetenizde Mühendis Mektebindeki hadise münasebetiyle bir fıkra neşredilmiştir.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’ne mensup voleybolcuların bu mesele ile alakaları olmadığından keyfiyetin tashihini rica ederim efendim.”

    BAYRAMDAKİ MAÇLAR [40]

    Osturyalılar Fenerbahçe’yi ve Muhtelit Takımı Mağlup Ettiler

    Bayram spor noktayı nazarından faaliyetle geçti. Ecnebi bir takımın şehrimizde bulunması dolayısıyla futbol meraklılarının çoktan beri özledikleri fırsat zuhur etmiş demektir. Onun içindir ki Taksim Stadyumu bayramın birinci ve üçüncü günleri kalabalık bir manzara arz ediyordu.

    Birinci günü Fenerbahçe takımı misafirleriyle karşılaşacaktı. Fenerbahçe’nin ecnebi takımlara karşı daima muvaffak olan oyun sistemi ve bu ekibin ekseriyetle en iyi neticeleri elde etmekle maruf olması stadyuma çok kalabalık bir halk kitlesi toplamıştı.

    Günün ilk oyununu Galatasaray-Beşiktaş küçükleri yaptılar. Evvela çok düzgün oynayan Beşiktaşlılar hâkim ve faik bir vaziyet aldılarsa da ikinci devrede bu faikiyeti muhafaza edemediler ve 1-4 mağlup oldular.

    Tam muayyen saatte Fener ve Osturya takımları küçük fasılalarla sahaya çıktılar. Mutat merasimden sonra takımlar karşılaştığı zaman Fenerbahçe’nin şu teşekkülle sahaya çıktığı görülüyordu:

    Rıza, Sabih, Füruzan, Mahmut, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Fikret, Muzaffer

    Osturyalılar orta muhacim mevkiinde Şafer’i oynatak suretiyle takımlarında küçük bir tebeddül yapmışlardı. Oyuna Şeref Bey’in idaresinde başlandı. İlk dakikalarda hücuma geçen Fenerliler süratle Osturyalıların kalesine indiler ve üçüncü dakikada Alaaddin’in çok güzel bir vuruşu ile ilk golü yaptılar. Bu sayı stadyumu dolduran binlerce halk tarafından alkışlar, takdir ve meserret avazeleri ile karşılandı.

    Daha ilk dakikada kaydedilen bu sayı Osturyalıların maneviyatı üzerinde gözle görülen bir tesir yaptı.

    Fakat Fener’in hücum hattı birkaç dakika süren afallamadan bir menfaat temin edemedi.

    Aradan kısa bir müddet geçmemişti ki Osturyalılar muvazenelerini buldular. Artık oyun merkezi sikleti Fenerbahçe kalesinin önüne intikal etmişti. Gayretle oynayan Fener defansının bütün mesaisine rağmen Osturyalılar sıkı ve sert hamlelerle mütemadiyen tehlikeli vaziyetler ihdas ediyorlardı. Nitekim böyle anlardan birinde Şafer’den yerinde bir pas alan sol iç kısa mesafeden sert bir şut attı. Fener kalecisi kucağına düşen topu bloke edemedi ve Osturyalılar müsavatı temin eden sayıyı böyle bedavadan kazandılar. Müsavat sayısı Fenerlilerin gayretini tahrik etti ve bu sefer de Osturyalılar sıkışmaya başladılar.

    Aradan birkaç dakika geçmemişti ki bugün en güzel oyunlarından birini oynayan Alaaddin sayısız driplinglerle kaleye kadar götürdüğü topu ağlara taktı. Tefevvuk yine Fenerlilere geçmişti.

    Arka arkaya yapılan bu sayılar heyecanı azami haddine getirmişti. Basit hareketler bile alkışlanıyor, takdir nidaları, teşvik sesleri bir türlü nihayete ermiyordu. Devrenin hitamına kadar faik vaziyetini idameye muvaffak olan Fenerbahçe, yine kalecinin hatasından bir sayı daha kaybetti ve 2-0 galibiyetle bitirebileceği ilk devreyi 2-2 müsavatla nihayete erdirdi.

    İkinci devre her iki takımın mütevali hücumları ile geçti.

    Her iki takım neticeyi kendi lehine çevirmek için kabiliyetinin üstüne çıkmaya çalışıyor, didiniyor, terliyordu.

    Muntazam paslar, seri hamlelerle baştan başa bir futbol şaheseri halinde devam eden oyun seyircilerin alaka ve heyecandan büyüyen gözleri önünde bütün hızıyla devam ediyor, herkes canla başla oynuyordu.

    Devre ortalarına doğru sağ içten güzel bir pas alan Osturya sağ açığı mükemmel bir sayı yaptı. Fenerliler müsavatı temin edecek sayıyı yapmak için çok çalışıyorlardı. Fakat bir defasında Zeki’nin direğe çarpan enfes bir şutunu Niyazi’nin kafasıyla boş kaleye sokamamasından, bir defa Zeki’nin boş kaleye plase şut atmak arzusu ile topu kaptırmasından, yine bir defa da Zeki’nin tam biçiminde sol ayağına gelen topu Niyazi’nin kaparak kalecinin kolları arasına atmasından bu müsavat sayısı bir türlü yapılamadı.

    Bayramın üçüncü günü misafirlerimizle üçüncü maç yapıldı. Bu son maçta Osturyalıların önüne Fener-Galatasaray muhteliti çıkartıldı. Son maça en son ümidimizi sakladığımız için stadyuma çok kalabalık toplanmıştı. Muhtelit takım sahaya çıktığı zaman şu şekilde idi: Rıza, Burhan, Sabih, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Ala, Zeki, Kemal, Fikret.

    Bu teşekkülün ümit edildiği kuvvette olmadığı derhal gözüküyordu. İlk devre baştan başa Osturyalıların hakimiyeti altında geçti. Misafirlerin 3 sayısına mukabil ancak bir gol yapabilmiştik. İkinci devrede biri bariz ofsayttan, diğeri de penaltıdan iki sayı yapabildik ve 3-4 mağlup olduk.

    Üçüncü maç günü çok çirkin iki hadise oldu.

    Birinci hadiseye muhtelit takım oyuncularından küçük Fikret’in babası yerinde bir rakip oyuncuya tokat atması sebep oldu. Güzel futbol oynayan bu gence bu çirkin itiyattan vazgeçmesini tavsiye ederiz.

    İkinci hadise daha garip ve belki daha çirkin düştü.

    Sahada sıfat ve selahiyeti meçhul şişman bir adam, kendi takımının kalesi yanına gitmek isteyen antrenör Şafer’i polis vasıtasıyla sahadan harice atmaya kalkıştı. Eğer vaziyetin nezaketini kavrayan birkaç kişi müdahale etmeseydi çok çirkin bir hadise olacaktı. Kendimizi Osturya’ya tanıtmak için celbettiğimiz takımların oyuncularını tokatlar ve antrenörünü polise teslim edersek acaba nasıl bir tesir hasıl etmek istiyoruz?

    Bu çirkin ve insanı spordan artık hakikaten iğrendiren hallere bir nihayet versek iyi ederiz fikrindeyiz.

    LİG MAÇLARI DÜN BİTTİ [41]

    Galatasaray İstanbul Şampiyonu, Fenerbahçe de İkinci Oldular

    Lig maçları dün yapılan müsabakalardan sonra hitam bulmuş addolunabilir. Yalnız, gelecek hafta Vefa-Fenerbahçe müsabakası yapılacaktır ki bu maçın neticesi ne olursa olsun, altı aydan beri iki devre üzerine devam eden müsabakalar neticesinde Galatasaray bu sene de İstanbul şampiyonu olmuştur.

    Galatasaray dün son maçını Süleymaniye ile yapmıştır. Bu maçın ilk devresini Süleymaniye 3-1 galibiyetle bitirmiş, fakat ikinci devrede Galatasaray 7 gol yaparak 3-8 galip gelmiş ve şampiyonluğu kazanmıştır.

    Bundan sonra Vefa-Beykoz karşılaşmıştır. Vefalılar güzel bir oyundan sonra Beykoz’u 0-3 yenmişlerdir.

    Son maç Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında yapılmıştır. Beşiktaşlılar güzel bir oyun oynamalarına rağmen 3-1 mağlup olarak ikinciliği Fenerlilere vermişlerdir.

    (…) Fenerbahçe, gelecek hafta Vefa’ya yenilse bile 22 puanla ikinci olacaktır.

    Bu sene de şampiyon olan Galatasaray, askeri kümenin şampiyonu ve teamül mucibince İstanbul muhteliti ile birer maç yapacaktır.

    İstanbul şampiyonunu tebrik ederiz.

    Dün bu maçlardan evvel Harbiye ile Halıcıoğlu takımları karşılaşmış, Harbiye 3-1 galip gelmiştir.

    FENERBAHÇE BEŞİKTAŞ’I 3-1 MAĞLUP ETTİ [42]

    (…) Son maç günün en mühim karşılaşmasını teşkil ediyordu. Beşiktaş ve Fenerbahçe bu maçta ikincilik meselesini halledecekti.

    Galatasaray’dan Adil Giray Bey’in hakemliği ile iki takım sahaya çıktılar. Takımlar şöyle teşkil edilmiş:

    Beşiktaş: Osman, Tevfik, Adnan, Hüsnü, Rıdvan, Rüştü, Hayati, İbrahim, Şükrü, Eşref, Salah.

    Fenerbahçe: Rıza, Sabih, Füruzan, Nihat, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Muzaffer, Fikret.

    İlk devrede Beşiktaş rüzgarı lehine almış ve hücuma geçmişti. Fakat Fener müdafaası sık bir tabiye ile bu hücumları akamete uğratmaya muvaffak oldu. Kaleleri etrafındaki tazyiki kaldırarak hücuma geçen Fenerliler 12nci dakikada Zeki’nin güzel bir şutu ile ilk sayıyı yaptılar. Bu golden sonra faaliyetlerini arttıran Beşiktaşlılar mükemmel bir eşape ile sıyrılan Eşref’in ayağı ile müsavat sayısını yaptılar. Bu sayıdan sonra faik bir oyun oynamaya başlayan Beşiktaş, birkaç fırsat kaçırdı ve devre 1-1’e müsavatla bitti.

    İkinci devrede Fenerliler rüzgârı da lehlerine alıyorlardı. Bu avantaj tabii semeresini verdi ve iki sayı daha yapan Fenerbahçeliler maçı 3-1 galibiyetle bitirdiler.

    HAKEM ENCÜMENİ REİSİ FUAT HÜSNÜ BEY NE DİYOR? [43]

    [Türkler arasında futbolu ilk oynayan ve tamimine çalışanlardan biri Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Bey’dir. Futbolun nazariyatına derin vukufu herkesçe teslim olunan bu zat, aynı zamanda teşkilat içinde de mühim bir mevki sahibidir.

    Son Galatasaray-Fenerbahçe maçının, bütün emsali gibi, baştanbaşa hata içinde geçen safahatından sonra Fuat Hüsnü Bey’den bir mektup almıştık. Çok kıymetli bir tetkik mahsulü esaslı fikirleri ihtiva eden bu mektubun neşrini dedikodu safhasının kapanmasına talik etmiştik. Artık münasip zamanın hülul ettiğini tahmin ederek mektubu aynen neşrediyoruz.]

    Futbolda Hata ve Ceza: Asabiyet, hüküm ve kararla itidal ve basiretin düşmanıdır. Bir oyuncu oyunda asabiyete kapıldı mı hatadan hataya düşer, oyunu hem hasmına, hem kendine ve hatta arkadaşına tehlikeli olur. Asabi vuruşlarla nereye gideceğini düşünmeden topu tekmeler durur, bu şuursuz harekâtıyla oyunun ahengini bozar, lüzumsuz hamlelerle hasmın, hatta göz kararmasıyla arkadaşının üstüne atılır. Bu manasız hareketleriyle ya hasmını yaralar yahut kendi yaralanır. Kendi yaralanırsa amelinin cezasını çekmiş olur, fakat hasmını yaralarsa hakem tarafından oyundan kovulur.

    Tehlikeli Oyun: Futbol baştan nihayete kadar tehlike ile dolu bir oyundur. Bunun için futbol hakemlerinin vazifesi gayet mühimdir.

    Hakem futbol kavaidini emri tatbikinde küçük bir teseyyübü büyük felaketler doğurur. Bahusus yan hakemlerinin hakemin gözünden kaçan mugayiri nizam harekâta nazarı lakaydi ile bakması yalnız oyunun intizamını bozmakla kalmaz; belki bir an sonra vuku bulacak büyük bir felaketin masdarı olur. Zira yaptığı bir hatadan dolayı ceza görmeyen bir oyuncu ikinci defasında daha büyük bir hata yapmaya pek müstaittir. Futbol nizamatı yalnız felaket doğuracak tehlikeli oyunları değil, mugayiri nezaket harekâtı bile tecziyeyi amirdir. Hakemin kararı ne derece muta ise nizamname de o derece sarihtir. Şu halde hakem kuvvei nufüziye sahibi ve azimkâr olur ve emrini infaz için kuvvei teyidiyesi olursa ya tehlikeli oyun büsbütün tatil olunur yahut kaza tevlit edebilecek mikroplar oyundan çıkarılır.

    Hasmı Tutmak ve Topa Elle Dokunmak: Oyunda yapılacak bu hatalar filhakika başlıca tehlike tevlid etmez. Fakat bu küçük hataların hakem tarafından lakaydi ile karşılanması daha büyük felaketlerin zuhuruna en birinci sebeptir.

    Zira ceza sahası dâhilinde şut çekmek üzere bulunan bir oyuncunun hasmı tarafından gayri nizami bir şekilde harekatına mümanaat olunması ve bu hareketin cezasız kalması tabiatıyla o oyuncu üzerinde fena bir tesir bırakır ve bu oyuncu ikinci defa böyle bir muameleye maruz kalınca (asabiyetten veya yine cürmün cezasız kalacağı zannına düşmesinden) hatayı bizzat tecziyeye kalkar ve tokat, dirsek, yahut tekmeye müracaatla oyunun nizam ve intizamını ihlal eder.

    Çelme Takmak, Tekme Atmak: Bu iki hareketten tevellüt edecek netice vücutta ve ayakta sükûtun ve darbenin tesirine göre mütenevvidir. Sükût hafif veya şedit olduğuna göre bere, incik, iltihabat veya kırık, çıkık muhakkak olduğu gibi tekmenin şiddetine göre de incik, mafsal çıkması, kemik kırılması bir emri vakidir.

    Bu gibi sui harekâta meyyal oyuncular, ekseriyetle hasmına başka türlü ve meşru şekilde galebe çalmayanlardır.

    DÜN BİR KADIN ZEVCİNİ SOKAKTA DÖVDÜ [44]

    Dün, Ankara caddesinde, Vilayet konağının tam karşısında, herkesin gözü önünde şık giyinmiş genç bir hanımın gözlüklü bir erkeği adam akıllı dövdüğü görülmüştür.

    Erkek, yediği dayağa mütevekillane ses çıkarmıyor, sadece etrafını ihata eden kalabalığı “Şahitsiniz ya” demekle iktifa ediyordu. Kadın, her darbede hiddeti artarak şemsiyesini erkeğin kafasına indirmekte devam ediyor ve “Şahit olsunlar, hele sen şu dayağı ye de!” diyordu.

    Dayak yiyen erkek, polis 3üncü şübe ikinci sınıf ketebesinden Adil Efendi, dayak atan da 40ıncı İlk Mektep Müdiresi Süheyla Hanımdır.

    Adil Efendi ve Süheyla Hanım evlenmişler, üç çocuk sahibi olmuşlar. Bir gün Adil Efendi karısını, Taksim’de, çocuklarına hususi ders verdiği bir erkekle otomobile binerken görmüş, karakola düşmüşler. Şimdi mahkemededirler.

    Dün Süheyla Hanım’ın babası, torunlarından biriyle Polis merkezine gitmiş, hizmetçi arıyormuş, Adil Efendi kendi çocuğunu görünce yanına almış, sevmiş ve bir şıra içirmek için sokağa çıkarmış. Fena bir tesadüf eseri Süheyla Hanım o sırada otomobille geçiyormuş, aşağı inmiş, çocuğu babasından alırken arada fena bazı sözler sarfedilmiş ve netice darp hadisesine müncer olmuştur.

    GALATASARAY-FENER MUHTELİTİNDE KUVVET KALMADI [45]

    (…) Galatasaray-Fenerbahçe maçından sonra sıra Osturya ekibiyle yaptığımız maçlara geliyor. Bu takımın şimdiye kadar İstanbul’a gelen takımların (Sparta ve Slavya’dan sonra) en kuvvetlilerinden biri olduğu muhakkak bulunmakla beraber aldığımız neticelerin, bilhassa Galatasaray-Fener muhtelitinin aldığı neticenin pek de tabii bir netice olmadığını da kabul etmek lazım gelir.

    Bu gayritabii netice evvela Galatasaray-Fener muhtelitinin iyi teşkil edilmemesinden, saniyen bu muhtelitin birkaç sene evvele nazaran çok yıpranmış ve kuvvetini çok zayi etmiş olmasından ileri gelmektedir. Galatasaray ve Fener’in en maruf oyuncularını ihtiva eden bu son çıkarılandan biraz daha kuvvetli bir Galatasaray-Fener muhtelitinin bir iki ay evvel Beşiktaş takımı karşısında uğradığı acı mağlubiyet dahi, artın bundan sonrası için ecnebi takımlara karşı bu muhtelitten hiçbir şey ümit etmemek lazım geldiğine kâfi bir delil idi.

    Bilhassa iki takımdan bir muhtelit teşkili münakaşa edilirken henüz topa vurmasını bilmeyen bilnisbe tecrübesiz oyuncuları “Çok atılgandır!” gibi mülahazalarla takıma sokmak arzuları da araya girince, netice, son beynelmilel maçta olduğu gibi mağlubiyet oluyor. Bütün bu hadiseler artık tadı tuzu kaçan Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin ve bu rekabete müstenit Galatasaray-Fener kombinezonlarının külliyen terk edilmesi zamanının geldiğini, hatta son maça nazaran geçtiğini açıktan gösteriyor. Futbol hayatımızda bir merhale olan ve yeni bir dönüm noktası teşkil eden bu vaziyetin diğer safhasını başka bir yazımızda mütalaa ederiz.

    İSTANBUL BÜYÜK GAZİ’Yİ İSTİKBAL İÇİN HAZIRLANIYOR [46]

    Program için Bir Komisyon Toplanacak

    Reisicumhur Hazretlerinin İstanbul’u teşrif buyuracakları gün yaklaşmaktadır. Gazi Hazretleri’nin Büyük Millet Meclisi’nin tatilinden sonra şehrimizi teşrif edecekleri anlaşılmaktadır. Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarındaki noksanlar ikmal edilmektedir. Büyük müncinin istikbal programını tanzim için muhtelif devair mümesillerinden mürekkep olarak bugünlerde bir komisyon teşkil edileceği haber alınmıştır.

    Ankara 27 (Hususi Muhabir) – Gazi Hazretleri’nin 1 Haziran’da Marmara köşkünde vereceği garden parti için yapılan hazırlıklar bitmiştir. Davetli Sefirler Ankara’ya gelmeye başlamışlardır.

    İSTANBUL-İZMİR TENİS MAÇLARI BU CUMA YAPILACAK [47]

    İstanbul-İzmir tenis maçlarının bu hafta yapılacağından bahsetmiştik. İzmirli tenisçiler bugün Adnan vapuru ile şehrimize gelecekler ve ilk maçlarını Cuma günü Taksim’deki “Lavn Tenis Kulüp”te yapacaklardır. İstanbul’la İzmir arasında yapılan temasların üçüncüsünü teşkil eden bu maçlar çok mühim olacaktır. Çünkü bundan evvel yapılan diğer iki maç İzmirlilerin lehine neticelenmişti.

    Filhakika içlerinde C.Jiro, Şarno, H.Jiro gibi beynelmilel tenis âleminde tanınmış simalara malik bulunan İzmir ekibine mukabil, İstanbul takımı kuvvetli bir manzara arz etmekten uzak kalıyor, mukavemet edemeden yeniliyordu. Esasen bundan evvelki seneler İstanbul takımının mümessilleri arasında İstanbullu tenisçilerden ziyade İngilizler bulunuyordu. Halbuki geçen seneler içinde çok kıymetli tenisçiler yetişmiş ve bu seferki İstanbul-İzmir maçına hakikaten İstanbullu bir takım çıkarmak imkanı hâsıl olmuştur.

    Cuma günü yapılacak İstanbul-İzmir maçı şimdiye kadar yapılan bütün emsalinden daha heyecanlı ve alakabahş olacaktır. Bunun esbabı basittir:

    1. İstanbul ekibi tamamen İstanbullulardan mürekkeptir. Bu itibarla hadiseyi daha yakından alakadarız.
    2. İstanbul takımı bu sefer geçen defalara nazaran galibiyete daha çok kuvvetli namzettir. Hatta bu defaki neticenin yüzde yetmiş beş İstanbul takımı lehine tahmin olunması çok hatalı olmaz. Çünkü İzmir takımının hemen hemen aynı rakip olmasına rağmen İstanbul takımı eskisine nazaran çok kuvvetlidir. Bahusus İzmir takımının esaslı galibiyet elemanlarından olan C.Jiro bu sefer gelememektedir. Jiro’nun gelememesiyle zayıflayan İzmir takımı karşısında kuvvetli bir İstanbul takımı bulacaktır.

    İzmir’den gelen oyuncular şunlardır: C.Jiro, Şarno, Alpoti, Jiro’nun iki oğlu ve bir İngiliz. İstanbul takımını teşkil edecek oyuncular şunlardır: Suat, Sedat, Şirinyan, Şadvar, Karakaş, Ratyani. Maçların hakemleri: Başhakem Rins, hakem Tevfik Haccar.

    EŞREF’İN KIT’ALARI VE HİKÂYELERİ [48]

    Bir gün Şair Eşref, İzmir’de avukat Mehmet Şeref Bey’e sormuştu:

    • Ben padişaha söversem bana ne yaparlar?
    • Tam üç ay kaparlar ama sen oradan artık çıkabilir misin bilemem!

    Eşref, bu cevap üzerine:

    • Öyle ise ben de işi değiştiririm… Ya vükelâya söversem ne yaparlar? diye sordu.
    • Ceza kanununda bunun cezası sarihtir, cezayı naktî alırlar!

    Eşref, cevap üzerine şu kıt’ayı söyledi:

    Bize kanunu ceza vermiş iken hakkı sarih,

    Vükelânın ….lim avradını milletçe..

    Verelim her ne ise bunda cezayı naktî,

    Gaib olmaz gene irat yazılır devletçe!

    VEFA – FENERBAHÇE [49]

    Bugün yapılacak Vefa-Fenerbahçe maçından dün bahsetmiştik. Bugün Taksim Stadyumu’nda icrası mukarrer olan bu müsabaka cidden heyecanlı olacaktır.

    Maçın netice itibariyle şampiyona tasnifi üzerinde müessir olamayacağını izah etmiştik. Vefa-Fener maçı, bu tesirsizliğine rağmen çok alaka uyandırmaktadır.

    Vefa takımı bugün sahaya kuvvetli bir şekilde çıkacaktır. Esasen ikinci devre maçlarında Vefa’nın gösterdiği muvaffakiyetler bu takımın ihmali caiz olmadığını anlatmaktadır.

    Fenerbahçe’ye gelince; Fenerliler Vefa maçına lig maçlarında çıkardıkları en zayıf takımlardan birisiyle çıkacaklardır. Son Galatasaray maçında sakatlanan Kadri’den mahrumiyet Fener defansını zayıflatmışken Çarşamba günü de Sabih’in Uşak hareketi bu hatta büsbütün mefluç bir hale getirmiştir. Buna inzimamen Beşiktaş maçında ayağı sakatlanan Sadi’nin bugün oynayamayacak bir vaziyette bulunması, Cevad’ın takıma iltihakının imkansızlığı, Fenerbahçe müdafaa ve muavin hatlarının tecrübesiz oyuncularla teşkilini zaruri kılmaktadır. Bu vaziyet muvacehesinde, Vefa gibi kuvvetli bir rakibe galebe çalmak için, her şeyden ziyade Fenerbahçe hücum hattının çok çalışması, kendi defansının hatalarını bu fazla faaliyetiyle telafi etmesi lazım gelmektedir. Fenerbahçe’nin zayıf bir teşekkülle sahaya çıkması Vefa’nın muvaffakıyetli bir netice alabilmesini teshil edecek bir amil olmakla beraber bu vaziyeti Vefa için muhakkak bir galebe vesilesi olarak kabul etmek de hatalı olur. Geçen devre maçlarında Vefa yine Fenerbahçe’yi Zeki ve Sadi’den mahrum bir halde yakalamış, oyunun daha başında üst üste iki sayı yapmasına rağmen vaziyeti idame edememiş ve mağlup olmuştu.


    [1] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [2] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [3] 2 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [4] 3 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [5]

    [6]

    [7] 5 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [8] 5 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [9] 6 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [10] 7 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [11] 8 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Sadun Galip)

    [12] 9 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [13] 10 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [14] 10 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [15] 11 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [16] 11 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi (T.M.)

    [17] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [18] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 12 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [21] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [22] 13 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [23] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [24] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [25] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [26] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [27] 14 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [29] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [31] 16 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 16 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [33] 17 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [34] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [35] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [36] 18 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [37] 19 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [38] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [39] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [40] 24 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [41] 25 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [42] 25 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 26 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [44] 27 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [45] 27 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [46] 28 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [47]

    [48] 30 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [49] 31 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – IV

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – IV

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – IV”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    AMATÖR GELİYOR [1]

    Avusturya’nın maruf Amatör takımının geleceğinden dün bahsetmiştik. Dünya futbol kralı Şafer’in de iltihak ettiği bu ekip kurban bayramında üç yapmak üzere şehrimize gelecektir.

    VOLEYBOL FİNALİ [2]

    Voleybol şampiyonası hitama ermiş ve Fenerbahçe-Beşiktaş takımları finale kalmıştır. Final maçı Perşembe günü Amerikan kulübünde yapılacaktır.

    KURTULUŞ! CEMİL EFENDİ DÜN GELDİ [3]

    Kahraman Esir Tüyler Ürperten Macerasını Nasıl Anlatıyor?

    Mütarekenin kara günlerinden birinde iki Türk hanımına tasalluta ve kendisine tecavüze kalkışan Senegalli bir Fransız neferine karşı vazifesini yapan ve bu yüzden Güyan zindanlarında 9 sene inleyen Polis Cemil Efendi, dün sabah vatanına kavuştu ve 9 seneden beri ilk defa geniş bir nefes aldı.

    Patris vapuruyla dün sabah saat 9’da limanımıza gelen Polis Cemil Efendi, polis arkadaşları ve uzak yakın birçok ahbapları tarafından istikbal edildi. Dokuz sene vatan hasretiyle en acıklı bir hayatı süren, tüyler ürpertici işkenceler altında inim inim inleyen Cemil Efendi, bütün karşılayıcıları ile ayrı ayrı ve gözyaşları dökerek kucaklaştı. Kendisine buketler ve deniz polis memurları tarafından bir altın kalem hediye edildi. Şerefle ifa ettiği bir vazifeden dolayı, düşmanların kahrına uğrayan polisimiz, arkadaşları ile musafaha ederken: “Vatanı ve beni esaret zincirinden kurtaran ulu Gazi bin yaşasın!” diye haykırmıştır.

    Cemil Efendi, vapurdan çıktıktan sonra istirahat için evine gitmiş, öğleden sonra saat on dört buçukta da Polis müdüriyetine giderek Şerif Bey’i ziyaret etmiştir.

    Cemil Efendi halen polis memurudur. Esareti esnasında maaşı da ailesine muntazaman verilmiştir. Polis müdüriyeti istirahati için kendisine bir hafta izin vermiştir.

    Cemil Efendi dün gazetemize de gelmiş ve intibalarını şöylece anlatmıştır:

    “Anavatanın hasreti 9 senedir çektiğim işkencelerin en ağırı idi. Bugünün saadetini ifade edebilmek iktidarından mahrumum. Beni yeniden dünya yüzüne çıkaranlara karşı minnet ve şükranlarım nihayetsizdir. Uzun ıstıraplı senelerden sonra hür vatanımda mesut bir gün yaşıyorum. Reisicumhurumuz Hazretlerine bilvasıta şükranlarımı arz ve iblağ için Ankara’ya gideceğim”

    Cemil Efendi Guyan’da çektiği eziyetler hakkında da kısaca demiştir ki:

    “Yalnız şu kadar söyleyeyim ki geceleri bile ayaklarımda gayet kalın zincirler olduğu halde uyuyordum.

    Guyan, dünyanın en müthiş yeridir. Mahbusiyetim esnasında tecennün ettim, bu müthiş hastalık geçti ama işte acı bir hatıra olarak dilimdeki tutukluk kaldı.

    Bu eziyetlere nihayet vermek için tamam üç kere intihara teşebbüs ettim. Klordö Potasyom içtim, lakin üçünde de talihim müsaade etmedi ve kurtarıldım.

    Güyan’da mahpuslar sabahtan akşama kadar çalışmak mecburiyetindedirler. Hem de nasıl çalışış? Taş kırmak, yol yapmak ve hamallık etmek…

    Bir gün hiç unutmam vücudumda bir kırıklık hissettim ve işe çıkmadım. Benim bu hareketim mahpushanede büyük bir hadise oldu. Orada hapishanenin dahili muhakemeleri vardır.

    Gardiyanların hakkımda verdiği raporlar üzerine muhakeme kuruldu ve benim üç ay rutubetli bir zindanda kalmama karar verildi.”

    Guyan’da iki Türk mahbus daha vardır. Polis Cemil Efendi bu Türklerin yüzünü çok nadir görebilmiştir, bu biçarelerin de yakında kurtulmalarını temenni etmektedir.

    “Guyan’da mahpuslara karşı böyle hareket edilir. Bir gün işe çıkmadınız mı? Üç ay zindan… Mamafih tekrar memleketime döndüm. Bu dakikanın sevinci bu müthiş hatıraları hafifletiyor.”

    SENENİN MÜHİM MAÇI [4]

    Galatasaray Bu Mühim Maç için Maruf Kalecisini Getiriyor

    İstanbul’un futbol şampiyonluğunu dört seneden beri mütevaliyen muhafaza eden kulüp: Galatasaray…

    Dört seneden beri bu şampiyonluğa en yakın namzet ve şampiyona en kuvvetli rakip: Fenerbahçe…

    Dört seneden beri en büyük emeli bu iki kulüp arasında derece elde etmek iken bu sene mütemadi gayretiyle doğrudan doğruya şampiyon kulübe tehlike kesilen: Beşiktaş…

    Lig maçlarının ilk devresinde her zaman olduğu gibi yine başta gelen: Galatasaray…

    Lig maçlarının ilk devresinde şampiyon takıma şimdilik tehlike olmaktan uzaklaşan: Fenerbahçe…

    Lig maçlarının ilk devresi neticesinde şampiyon takımı adım adım takip ettiği ve ondan ancak iki puan noksan aldığı anlaşılan ve eğer ikinci devrede Galatasaray’ı yenebilirse onun dört seneden beri üstünde hüküm sürdüğü şampiyonluk postuna kurulması çok muhtemel olan: Beşiktaş…

    (…) Tehlikeyi anlayan Galatasaray’ın on beş günden beri ciddi surette çalışmaya başladığını, bundan başka bu mühim maç için maruf kalecisi Ulvi’yi getirdiğini gördük. Hiç şüphesizdir ki bunlar tehlikenin biraz önüne geçilmesini mucip olmuştur. Ve Galatasaraylıların Rumlara karşı yaptıkları talim maçlarından birincisiyle ikincisi arasında sarı kırmızılılar lehine şayanı dikkat fark vardır. Fakat bu henüz kafi değildir. Oyun tarzında da tatbik edilmesi lazım gelen cihetler vardır.

    JİMNASTİK ŞENLİĞİ [5]

    Geçen sene Mayıs’ta memleketimizde ilk defa yapılan idman şenlikleri bu sene de yapılacaktır. Jimnastik şenliğinin bu sene geçen senekine nazaran çok daha iyi olması için çalışılmaktadır.

    Jimnastik şenlikleri şehrimizde bu sene de Taksim Stadyumu’nda yapılacaktır. Şenliklere yalnız lise ve orta mekteplerin kız ve erkek talebesi iştirak edecektir.

    Şenlik programı vekâletten Maarif Emaneti’ne gelmiş ve mekteplere tevzi edilmiştir. Geçen sene 10 Mayıs’ta yapılan jimnastik şenliklerinin bu sene henüz ne vakit yapılacağı takarrür etmemiştir.

    BİR DE SEYİRCİ MEKTEBİ [6]

    Futbol hakemleri için bir mektep açılmış, fikrimizce, bazı seyirciler için de bir mektep açmalı; futbolculara ve hakemlere küfür ve hakaret etmeye hakları olmadığını öğretmek için…

    VOLEYBOL FİNALİ [7]

    İstanbul voleybol şampiyonası turnuvası artık hitam bulmuş ve Fenerbahçe-Beşiktaş takımları finale kalmıştı. Bugün Beyoğlu Amerikan kulübünün salonunda final maçı yapılacaktır.

    Hemen hemen denilebilir ki şimdiye kadar yapılan resmî, gayriresmi büyün voleybol maçlarında daima bu iki takım finale kalmışlardır. Yekdiğerinin en büyük rakibi olan bu iki kıymetli ekibi karşılaştıran her maçın daima heyecan ve zevk içinde seyredildiğini söylemeye lüzum yoktur. Bu seferki maçın hangi taraf lehine netice vereceğini tahmin etmek kabil değildir. Yalnız bu iki rakip son defa Amerikan kulübü tarafından tertip edilen gayriresmi turnuvada gene final maçında karşılaşmışlar ve Fenerbahçe takımının galebesiyle neticelenen bir maç yapmışlardı.

    BUGÜN HANGİSİ KAZANACAK? [8]

    Galatasaray mı Beşiktaş mı?

    Bugün Taksim stadyumunda senenin en mühim futbol müsabakası yapılacaktır. Lig maçlarının ikinci devresine Galatasaray-Beşiktaş müsabakası ile başlanıyor. Lig maçlarının birinci devresi hitam bulduğu vakit en önde Galatasaray, ikinci olarak da Beşiktaş geliyordu.

    Dört seneden beri İstanbul şampiyonluğunu muhafaza eden Galatasaray, bu seneki lig maçlarının birinci devresinde gene birinci olmuş, öteden beri İstanbul şampiyonasında Galatasaray’a rakip olan Fenerbahçe’nin yerini de Beşiktaş almıştı. Beşiktaş takımı bilhassa bu sene muntazam surette çalışması sayesinde kuvvetli ve korkulu bir rakip olarak meydana çıkmıştır.

    Galatasaray takımına bugünkü vaziyete göre eski rakibi Fenerbahçe’den ciddi bir tehlike melhuz değildir. Şimdi Galatasaray için en esaslı rakip Beşiktaş’tır.

    Galatasaraylıların bu maç için fevkalade bir surette çalıştıkları şüphesizdir.

    Dört seneden beri şampiyonluğu elinden bırakmayan Sarı-Kırmızı takımın bu sene de aynı mevkii muhafaza için ciddi surette çalışması çok makuldür. Diğer taraftan Beşiktaş takımının da şimdiye kadar sarf ettiği muntazam mesainin semeresini toplamak için her halde bu sene şampiyon olmaya azmettikleri muhakkaktır.

    Bu itibarla bugünkü müsabaka senenin heyecanlı bir maçı olacak, aynı zamanda bu seneki lig maçlarının neticesi üzerinde müessir olacaktır.

    Müsabakayı kim kazanacak? Bu öyle bir sual ki bu hususta bir mütalaa dermeyan etmek kabil olmadığı gibi doğru da değildir. Zevahire göre hüküm vermek lazım gelirse, Beşiktaş iki hafta evvel Galatasaray-Fener muhtelitinin en kuvvetli şeklini 1-5 gibi büyük bir farkla yendi, bugün de Galatasaray’ı mağlup edebilir, demek icap eder. Fakat bu netice üzerinde hüküm vermek makul değildir.

    Beşiktaşlılar iki hafta evvel kazandıkları o muvaffakiyetten sonra geçen Cuma günü Süleymaniye takımının karşısında fena bir oyun oynadılar.

    Galatasaraylılar ise on beş günden beri büyük bir gayretle çalışmaktadırlar. Sonra nazarı dikkate alınacak en mühim mesele şudur:

    Bugünkü müsabaka hususi bir maç değil, İstanbul şampiyonluğunun neticesini tayin edecek bir karşılaşmadır.

    Her iki takım da bugün bütün gayret ve maharetlerini ortaya koyacaklardır. Bununla beraber takımların hangi oyuncularla çıkacaklarını da bilmiyoruz. Netice şudur ki bu müsabaka çok heyecanlı olacak, yekdiğerine tamamen müsavi iki kuvvet çarpışacaktır. Şurası muhakkaktır ki bu oyunu sinirlenmeyen, yorulmayan taraf kazanacaktır. Yalnız temenni edelim ki müsabaka tam bir samimiyet içinde cereyan etsin.

    VOLEYBOL ŞAMPİYONASI [9]

    İstanbul voleybol şampiyonasının finali dün icra edilecekti. Fakat alakadar teşkilat, mutat karakuşi hükümlerinden biri istar ederek, maçı talik etti. Böyle idarecilerin elinde oyuncak kalan sporculara acımamak kabil olmuyor.

    KIR KOŞUSU YAPILMIYOR [10]

    İstanbul kır koşusu birinciliğinin bugün icra edileceğini yazmıştık. Fakat bugün yapılacak Galatasaray-Beşiktaş maçı dolayısıyla bu koşunun 15 Nisan’a, yeni gelecek haftaya tehiri münasip görülmüştür. Çünkü Beşiktaşlı koşuculardan bazıları futbol takımında oynamaktadırlar.

    GALATASARAY-BEŞİKTAŞ MAÇI NE VAKTE KALDI? [11]

    Bu Cuma günü, fikstür mucibince icrası mukarrer Galatasaray-Beşiktaş ve Vefa-Süleymaniye maçları, yağmur dolayısıyla icra edilememiştir.

    Lig maçlarında mutat olan usule nazaran bu maçların, ikinci devrenin sonuna kalması lazımdır. Çünkü aksi takdirde yağmurlu Cumalarda yapılamayan her maç için yeni tehirler yapıldığı takdirde bütün program alt üst olur ve hiçbir kulüp maç yapacağı günleri evvelden bilip ona göre hazırlanamaz, bittabi müsabakaların da intizamı kalmaz.

    Bu Cuma günü yapılmayan maçların, usulüne tevfikan, fikstürün sonuna tehiri lazım geldiği halde bilhassa Galatasaray’ın bazı rakipleri şampiyon takımı idmansız yakalamak ümidiyle maçların bu Cuma günü icrasını temine çalışmaktadırlar.

    Dün bu hususta İstanbul Futbol Heyeti reisi Orhan Bey’in mütalaasını sorduk.

    Bu dürüst sporcu, eskiden beri adet ve usul olduğu üzere bir mani yüzünden yapılamayan bütün lig maçları gibi geçen Cuma günkü icra edilemeyen müsabakaların da lig maçları fikstürünün sonunda yapılacağını söyledi.

    MÜSABAKA BAŞLADI [12]

    Dün ilan etmiştik. Cumhuriyet refikimizin en güzel kadını, İkdam’ın da en yosma erkeği aradığı burada bize de kala kala bir çirkinlik müsabakası açmak kalmıştı. Açtık.

    Dünkü ilanımızı okuyanlar arasında tevazuları yüzünden kendilerini çirkin sayanlar resimlerini göndermeye başladılar.

    Bunların birçoğu müsabakaya giremeyecek derecede çirkinlikten mahrumdur; bunların neticede kazanmalarına imkân yoktur. Fakat hatırları kalmasın diye resimleri basacağız. Bunlar içinde hem maruf hem de meçhul olanları vardır.

    Bir zamanlar gayet güzel bir delikanlı olan Vartan Efendi üstadımız da resmini yollamış.

    İhtiyarlığı çirkinlik addetmiş olacak. Kâfi derecede çirkin olmamakla beraber üstadın resmini teberrüken basıyoruz.

    SPOR KURBANI [13]

    Adil’in Ölümünden Maznun Olanın Mahkemesi

    Bir maç esnasında Beşiktaş kulübünden Adil Bey’in tekme ile ölümüne sebebiyet vermekle maznun Hüsamettin Efendi’nin muhakemesine dün üçüncü cezada devam edilmiştir.

    Muhakemenin dünkü celsesinde ehli vukuf raporu okunmuştur. Raporda, ölüm hadisesinde Hüsamettin Efendi’nin bir taksiri olmadığı zikredilmekte idi. Muhakemenin gelecek celsesinde bir karar verilmesi muhtemeldir.

    BEYOĞLU SALONU [14]

    Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından İstanbul spor teşkilatına tahsis edilen Beyoğlu Halk Fırkası salonunun bu ayın 25inci günü küşat resmi yapılacak ve bu münasebetle güreş federasyonunun tertip ettiği şehir birincilik müsabakası başlayacaktır; ortaya bir de kupa konmuştur. Bu kupa, en fazla puan alan kulübe verilecektir. Ayrıca birinci ve ikinci gelenlere madalyalar verilecektir.

    Müsabakaya Haliç, Üsküdar, Harbiye, Kuleli, Ortaköy, Beşiktaş, Kumkapı kulüpleri iştirak edecektir.

    Bu müsabakalara fevkalade bir ehemmiyet atfedilmektedir.

    ESKRİM [15]

    Kadın Eskrimciler Gayretle Çalışıyorlar

    Eskrim federasyonu antrenörü M. Grodeski’nin bir antrenman esnasında bacağının adaleleri koptuğu ve muallim elyevm de tahtı tedavide bulunduğu için eskrimörlerimiz çalışamamaktadırlar.

    Federasyonun Beşiktaş’ta hanımlara mahsus olarak açılan eskrim yurdunda, hanımlar üç aydan beri mesailerine devam etmektedirler.

    Söylendiğine göre hanım eskrimcilerimiz iyi yetişmekte olduklarından iki aya kadar memleketimize gelmeleri muhtemel olan ecnebi takımındaki kadın eskrimcilerle müsabakalar yapacaklardır.

    MINTIKA ATLETİZM HEYETİ’NDEN [16]

    Kros Kontri İstanbul Birinciliği evvelce ilan edildiği veçhile önümüzdeki 12 Nisan 929 Cuma günü icra edilecektir.

    1. Mezkûr müsabakalara Şişli tramvay deposu önünden başlanıp Katolik Mezarlığı arkasından dolaşılarak Hürriyet tepesine giden caddeye çıkılıp oradan Şişli’ye ve Şişli’den de tramvay caddesini takiben Taksim Stadyumu’nda nihayet bulacaktır.
    2. Müsabakayı bitiren birinciye bir, ikinciye iki, üçüncüye üç olmak üzere puan verilecektir.
    3. Birinciden beşinciye kadar İstanbul Kros Kontri birincisi ve ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi unvanıyla birer madalya verilecektir.
    4. Her kulübü ilk bitiren baş idmancısına puanı mecmuu en az olan kulübe de İstanbul 929 Kros Kontri birincisi unvanıyla bir kupa verilecektir.
    5. Her kulüp istediği kadar müsabıkla yarışa iştirak edebilir. Ancak beşten az müsabıkla iştirak eden kulübün idmancıları müsabakanın umumi neticesinde birinciden beşinciye kadar müsabakayı kazandıkları takdirde derecesine göre madalya alır. Müsabakanın takım kıamına girmek için beş veya beştan fazla müsabıkla iştirak etmek şarttır.
    6. Müsabıklar on iki Nisan Cuma günü saat 9.30’da Galatasaray kulübünde toplanacaklardır.
    7. Beşten az veya beş ve ziyade suretiyle müsabakaya iştirak edecek kulüplerin müsabaka gününe kadar her gün mıntıka merkezine tahriren müracaat ve ihbarı keyfiyet etmeleri lazımdır.

    AMATÖR’DEN SONRA F.T.C. İLE DE MUKAVELE YAPILDI [17]

    Macaristan’ın maruf takımlarından Hungarya’nın İstanbul’a gelmesi için müzakerat cereyan ettiğini yazmıştık.

    Hungarya ile birlikte, şehrimize gelmek için F.T.C. takımı da müracaat etmiştir. Her iki takımla müzakerat yapılıyordu. Son dakikada Hungarya ile çıkan müşkülat üzerine bu takımın getirilmesinden sarfınazar edilmiş ve F.T.C. ile itilaf edilerek icap eden kontrat alakadarlar arasında dün imza edilmiştir.

    Amatörden sonra F.T.C.’nin de İstanbul’a gelmesinin temin edilmesi suretiyle merkezî Avrupa’nın en kuvvetli takımlarından birini daha görmek fırsatını kazanmış oluyoruz.

    F.T.C. Temmuz’da gelecek ve 13-15-17-20 Temmuz tarihlerinde Beşiktaş-Galatasaray-Fenerbahçe, FB-GS-BE muhtelitiyle olmak üzere dört maç yapacaklardır.

    F.T.C.’nin bu sene yapacağı ziyaret bu maruf Macar takımının şehrimize ikinci gelmesini teşkil edecektir. Macarlar bundan dört sene evvel gelmişler ve kendileriyle berabere kalmak şerefini kazanan Galatasaray’dan mada, muhtelit takım da dâhil olmak üzere, bütün rakiplerini mağlup etmişlerdi.

    Temiz ve nezih oyunları ile İstanbul sporcuları üzerinde çok müstesna bir tesir bırakan F.T.C. oyuncularını bir defa daha seyretmek her İstanbullu sporcunun arzu ettiği bir hadisedir.

    KIR KOŞUSU [18]

    Senenin En Mühim Koşusunda Beşiktaşlılar Hem Fert, Hem de Takım İtibariyle Birinci Geldiler

    İstanbul Atletizm Heyeti tarafından tertip edilen senelik kır koşusu dün sabah büyük bir muvaffakiyetle icra edilmiştir.

    Bu koşuya Beşiktaş’tan 29, Galatasaray’dan 6, Taksim Yeni Yıldız’dan 6, Vefa’dan 3 atlet olmak üzere 44 koşucu iştirak etmiştir.

    Koşuya Şişli tramvay garajı önünden başlanmış, Ermeni mezarlığı arkasından dönülerek Harbiye-Taksim tarikiyle Taksim Stadyumu’nda bir tur yaptıktan sonra hitam bulmuştur.

    Koşuların mesafesi (5) kilometreye yakındır. Koşu muntazam bir şekilde yapılmıştır. Beşiktaşlı koşucular gerek takım, gerek fert itibariyle birinci gelmek suretiyle büyük bir muvaffakiyet göstermişlerdir. Koşunun neticesi şudur:

    Beşiktaş’tan Mehmet Bey 16.07 dakikada birinci, Yeni Yıldız’dan Yanaki ikinci, Beşiktaş’tan İbrahim üçüncü, Sünusi dördüncü, Mecdi beşinci gelmişlerdir. Birden beşinciye kadar olanlara birer madalya verilmiştir.

    Koşunun takım itibariyle birincisi 20 sayı ile gene Beşiktaş takımıdır. Yeni Yıldız 41 sayı ile ikinci, Galatasaray 67 sayı ile üçüncü, Vefa da dördüncü gelmiştir.

    Birinci gelen Beşiktaş takımına bir kupa verilmiştir.

    VOLEYBOL FİNALİ [19]

    Voleybol şampiyonası finali dün Beyoğlu Amerikan kulübünde Fener-Beşiktaş takımları arasında yapıldı.

    İstanbul voleybol şampiyonluğunu halledecek olan bu maçı seyretmek için kalabalık bir seyirci kitlesi toplanmıştı. Takımlar alkışlar arasında sahaya çıktılar.

    Senelerden beri İstanbul voleybol şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe ile onun daimi finalist rakibi Beşiktaş arasında cereyan eden mücadelenin çok alaka uyandırdığı alkışların salonu titreten şiddetinden anlaşılıyordu.

    Sahaya çıkan Fenerbahçe takımı final maçına şu kadro ile çıkmıştı:

    Bedi, Yusuf, Aziz, Salih, Hikmet, Sıtkı.

    İhtiyatlar arasında resmî müsabakalara ilk iştirak eden Türk hanımı Sabiha Hanım da bulunuyordu.

    Maça maruf sporcumuz İlhami Bey’in hakemliği ile başlandı.

    İlk dakikalarda her iki takım müsait puanlar kazanıyorlardı. Fakat birkaç dakika aksayan Fenerlilerin gevşekliğinden istifade eden Beşiktaşlılar aradaki farkı birdenbire açtılar ve ilk seti 13-15 kazandılar.

    İkinci devre, senelerden beri muhafaza edilmiş bir şampiyonluğu kaybetmemek gayretiyle çalışan Fenerlilerin, gene senelerden beri takip edilen ümide yaklaşan Beşiktaşlılarla çetin bir mücadele yaptıkları görülüyordu. Filhakika mücadele çok heyecanlı bir mecra takip ediyordu. Neticede ikinci seti, 9-15 Fenerliler kazandılar.

    Üçüncü devre neticeyi belli edecekti. İki takım sahaya çıktığı vakit oyuncuların yüzünde asarı gözüken heyecanın seyircilere kadar sirayet ettiği gözüküyordu.

    Devre başlar başlamaz Beşiktaş oyuncularının faaliyete geçtikleri müşahede edildi. Bu faaliyet üst üste kazanılan dört sayı ile tevsik edilince artık Fenerli voleybolcuların senelerden beri muhafaza ettikleri şampiyonluğu kaybettikleri kanaatı hâsıl olmaya başladı. Fakat oyun, gayretlerini artıran Fenerlilerin sevkiyle yeni bir mecraya girdi ve üst üste 15 sayı yapan sarı-lacivert takım, Beşiktaş’ı 4 sayıda bırakarak maçı 15-4 kazandı, İstanbul şampiyonu oldu.

    HALK VE GAZETELER [20]

    Celal Nuri Bey üstadımız gazeteler ve kariler hakkında bir makale neşrettiler. Bu makalenin bir yerinde şöyle bir hüküm veriyorlar:

    “Matbuatı en münkeşif millet, en ileri millettir”

    Muhterem muharrir sonra bir Japon gazetesinin günde 2.400.000, bir İngiliz gazetesinin 1.900.000, bir Fransız gazetesinin 1.700.000 nüsha sattığını, bizde ise 10.000 nüsha basmanın bir zafer olduğunu, Balkan gazetelerinin bile 100.000 nüsha satmaları harikulade bir iş olmadığını söylüyor.

    Muhterem başmuharrir bu münasebetle halkı muaheze ediyor.

    Yukarıda vazettikleri düstura nazaran, matbuatı en az münkeşif millet biz olduğumuz için en geride biz kalmış oluyoruz.

    Benim fikrime kalırsa milletlerin ileri veya geriliğini yalnız gazete satışı ile ölçmek pek doğru değildir. Bizde gazetelerin satışı yüksek olmamasının sebepleri burada izah edilemeyecek kadar uzun ve mütenevvidir.

    Celal Nuri Bey’in gazete okumuyorlar diye halkı muahezeye hakkı yoktur. Kendileri başmuharrir oldukları halde iki günde bir kemali iftiharla:

    “Hiç gazete okumam” diye ilan eder dururlar.

    Mebus ve gazeteci oldukları halde kendileri gazete okumazlara halk neden okusun?

    BİLARDO ŞAMPİYONASI [21]

    İstanbul’da bir bilardo şampiyonası yapılacağını yazmıştık. Türkiye’de bir bilardo federasyonu mevcut olmadığı için bu şampiyona iki üç müteşebbis amatör tarafından tertip ve idare edilecektir.

    Avrupa ve Amerika’da, hakiki ve ilmi bir spor addolunan bilardonun da diğer sporlar gibi, beynelmilel federasyonları, muazzam teşkilatları vardır. Her sene resmi şampiyonalar yapılır ve dünya birincileri, hem amatör hem profesyonel tespit olunur. Türk bilardocularının da bir federasyon yaparak beynelmilel teşkilata girmek arzusunda olduklarını, bu işlerle uğraşan selahiyettar bir arkadaştan duyduk.

    Yalnız bu hususta tesadüf edilecek müşkülayın hariçten ziyade kendi içimizden zuhur edeceği, şu şampiyona yapmak tasavvurunun ortaya çıkmasından sonra çok iyi anlaşılmıştır. Vaziyeti izah için hadiseyi baştan anlatalım:

    Bundan birkaç sene evvel, Spor Âlemi mecmuasının sahibi Sait Çelebi Bey, bir bilardo şampiyonası tertip etmişti. O zaman “Bilardo Palas” denilen bir salonda icra edilen bir müsabakaya, Fuat ve Hasan Beyler gibi eski bilardistlerin iştirak edememesi kabul edildiği için, bu sahada yeni çalışmaya başlayan genç amatörlerimiz karşı yakalı rakiplerine ağır basacak bir vaziyette değildiler. Turnuva nihayetlendi ve Galatasaraylı Sadi Bey’le o zaman Fransa işgal ordusunda askerlik yapan Krepon isminde bir Rum finale kaldılar. Maç çok heyecanlı oldu. Neticede Sadi Bey’in bir isteka falsosundan fırsat bulan Krepon küçük bir farkla şampiyon oldu.

    O vakitten sonra gençlerimiz çok çalıştılar. Hatta Beşiktaşlı kıymetli futbolcu Nafi Bey, bilardoda eski üstatları olan Hasan ve Fuat Beylere yakın, hatta muadil bir iktidar sahibi oldu.

    Geçen şampiyonadan seneler geçtiği ve o zamandaki çamlar çoktan bardak olduğu halde hala Edvart Kreon efendi İstanbul bilardo şampiyonudur. Hâlbuki bu şampiyon taslağına layık olduğu dersi verecek Türk bilardocuları onun şampiyonluk unvanını taşıdığı senelerin adedinden çok fazladır.

    Bunu nazarı dikkate alan bazı müteşebbisler yeniden bir şampiyona yaparak bu unvanın hak sahibine verilmesini temin etmek istediler. Fakat birçok dürüst maksat daha ilk adımda müşkülatla karşılaştı ve Krepon’un bu şampiyon unvanını kaybedeceğini anlayan bir Rum, arkadaşlık gayretiyle mânialar ihdasına kalktı.

    Bilardo şampiyonasını tertip edenler, maçları yapabilmek için bir “müsabaka bilardosu”na muhtaçtırlar. Hâlbuki nizami ebatta olması lazım gelen bu bilardo şehrimizde yalnız bir tanedir ve o da Beyoğlu’nda “Lüksenburg” namı verilen bilardo salonundadır, her kapalı bir odasında tavla oynanan ve Beyoğlu âlemlerin sathi tanıyanlarca bile malum bir şöhrete malik bulunan bu salonun sahibi Niko isminde bir Rumdur.

    Şampiyonayı tertip eden gençler yegâne müsabaka bilardosunun bulunduğu bu salon sahibine müracaat etmişler ve hususi şerait dermeyan etmeyerek herkesin verdiği parayı da vermek şartı ile müsabaka yapmak istediklerini söylemişlerdir. Halbuki bu gençlerin salon sahibine müracaat etmeden, masayı sabahtan angaje etmek suretiyle maçları yapmaları kabildi. Salon sahibini haberdar etmek nezaketini gösterenler, bu hususta teshilat göreceklerini ümit ediyorlardı. Fakat Niko Efendi şampiyonanın bir Türk’ün şampiyonluğunu temin edeceğini, bu hususta ihtisas sahibi bir eski kurt gibi anladığı cihetle, hemen vaziyetini değiştirmiş ve hiddetli bir tavır alarak:

    • Ben salonumda böyle kepazelikler yaptırmam, beyhude rica etmeyiniz, demiştir.

    Bittabi derhal icap eden cevap verilerek iskat edilen Niko Efendi’nin salonunda cereyan eden hadiselerden haberdar değilmiş gibi görünerek münhasıran sportmen gençlerimizin çok temiz gayelerini “kepazece” telakki etmesini çok garip bulduk.

    Herkese layık olduğu muamelenin ricası lazımdır. Nezaketle tabasbus arasındaki farkı anlamayanlara göre vaziyet almak icap eder. Türkiye’de Türk sporcularına müşkülat çıkaran, onları tahkir ve istiskal etmeye kalkan bu efendiye yapılacak şey ona selam bile vermeden salona girmek ve parası mukabilinde herkesin emrine tahsis edilen bilardodan istifade etmektir. Bakalım Niko Efendi bu sefer ne yapacak?

    GAZİ HAZRETLERİ [22]

    Ankara, 14 (Milliyet) – Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Hazretleri dün refakatlerinde Başvekil İsmet Paşa Hazretleri olduğu halde Ahimesut köyüne gitmişlerdir. Köylüler, köy meydanında toplanarak büyük misafirleri karşılamışlardır. Köylüler güreş ve köy oyunları tertip ederek sevinçlerini izhar etmişlerdir.

    Gazi Hazretleri ve Başvekil Hazretleri köylüler ile hasbihalde bulunmuşlardır. Ekinler ve diğer zirai işler hakkında malumat alarak neticeden memnun kalmışlardır. Elyevm köy mektebine 60 çocuk devam ediyor. Köyde bu sene içinde birçok yeni tesisat vücuda getirilecektir. Köylüler ile hasbihalden sonra büyük Gazi ile muhterem Başvekil civarda bir tenezzüh yapmışlar ve geç vakit Çankaya’daki köşklerine dönmüşlerdir.

    İSTANBUL’DA BİR FUTBOL KOMİTESİ TOPLANACAKTIR [23]

    Belgrat, 14 (A.A.) – Balkan spor federasyonları kongresi bugün açılmıştır. Konferans bir Balkan Kupası ihtası ve her sene bu kupa için bir müsabaka icrasını kabul etmiştir. Müsabaka işleriyle meşgul olmak üzere bir komite teşkili takarrür etmiştir. Komite ilk defa olarak 9 Mayıs’ta Bükreş’te içtima edecek, müteakip içtimalarını sıra ile İstanbul’da, Sofya’da, Atina’da ve Belgrad veya Zagrep’te aktedecektir. Konferans aynı zamanda hakem ve oyun sahalarının tayini hususları ile de meşgul olacaktır.

    ISTANBUL’UN İMLASI [24]

    Bir taraftan caddelerdeki tabelalarda imla yanlışı arayan Emaneti Aliye, otomobil levhalarının imla yanlışından dolayı pek tedirgin bir haldedir. Çünkü yeşil boyalı yeni otomobil levhalarında Istanbul kelimesinin başındaki “ı” harfi, noktalı “i” olarak yazılmış. Şimdi levhaları mı yoksa Istanbul’un imlasını mı değiştirmek lazım geleceği tetkik edilmektedir.

    YARINKİ MAÇ [25]

    Bu hafta şu resimde görülen naçar vaziyette hangisi düşecek: Galatasaray mı Beşiktaş mı?

    On beş gün evvel yapılacak iken ani bir yağmur neticesinde teahhür eden Galatasaray-Beşiktaş maçı yarın Taksim Stadyumu’nda icra edilecektir. Her sene kat’i bir faikıyetle şampiyonluğu alan Galatasaray’ı Beşiktaş bu sene yalnız iki puan farkla takip ettiği ve ikinci devre başlarken Galatasaray herkesçe idmansız addedildiği içindir ki bu maç senenin en mühim müsabakası mahiyetini almaktadır.

    Hatta rivayetlere inanmak lazım gelirse bu maç; spor nizamnamesinin yetmiş beşinci maddesi mucibince en sona tehir edilmek lazım gelirken Galatasaray’ı idmansız bir halde yakalayabilmek için bu madde hilafına bu hafta yapılması karar altına alınmıştır. Söylendiğine göre hiç de hakkı olmadığı halde Futbol Heyetinin bu kararı veren içtimaına Beşiktaşlı Şeref Bey de iştirak ettirilmiş ve kendisine söz verilmiştir. Bütün bu rivayetler gösteriyor ki Galatasaray-Beşiktaş maçı tam manasıyla bir hususiyeti haizdir.

    Bakalım “Spor siyasileri”nin bu yeni siyaseti hangi tarafın lehine olacak ve hangi taraf bu hafta şu yukarıki resimde görülen naçar vaziyetlere düşecektir?

    BUGÜNKÜ MAÇLAR [26]

    Bugün hava yağmurlu olmadığı takdirde lig maçlarına başlanacaktır. Saat 1’de “Vefa-Süleymaniye”, saat 3’te “Beykoz-Fener”, saat 5’te de “Galatasaray-Beşiktaş” maçları yapılacaktır.

    Evvelki hafta muhalefeti hava dolayısıyla icra edilemeyen müsabakaların, devrenin sonuna kalması lazım gelecektir. Ve nizamname bunu amirdi. Fakat sporun er meydanında değil bir de perde arkasında oynanan kısmı vardır ve bazı kimseler –ki sporcular onları gayet iyi bilirler- bu cins perde arkası sporunda çok mahirdirler. Onlar Galatasaray’ı idmansız yakaladıkları ümidiyle ne yapıp yapıp nizamnameyi çiğnediler, çiğnettiler ve sona kalması lazım gelen maçları bu haftaya yaptırmak kararını temin ettiler. Bu da yetişmiyormuş gibi, evvelce gazetelere verilen tebliğde sonran bir evvel icra edileceği yazılı olan Galatasaray-Beşiktaş maçını en son saate bıraktırdılar.

    Bu suretle, çok mühim ve hararetli olacağı muhakkak bulunan bu müsabakayı, sona bırakmak suretiyle istihdaf edilen gayeler şunlardır:

    1. Ankara’dan gelecek olan kaleci Ulvi’nin o akşam avdet etmesi imkanını kaldırmak ve bu suretle gelmesine mani olmak,
    2. Müsabakayı karanlığa bırakıp, mutat olduğu üzere halkın sahaya dolmasını temin etmek ve Galatasaray aleyhdarı olanlara zemin hazırlayarak icap ederse bir hadise çıkartmak,
    3. Kapalı bir havada saat altıdan sonra ortalık aktardığına göre, gene icap ettiği takdirde, maçı gürültüye getirmek.

    Bu satırları yazdıktan sonra İstanbul Futbol Heyetinin bir tebliğini getirdiler. Heyet geçen günkü neşriyatımızı nazarı dikkate alarak maç saatlerini yarım saat ileri almışlar. Heyetteki dürüst sporcuları bu suretle bir takım manevralara alet olmadıklarından dolayı takdir ederiz.

    DÜNKÜ MAÇLAR [27]

    Galatasaray Beşiktaş’ı 2-1 Mağlup Etti

    Dün birinci küme futbol maçlarına Taksim Stadyumu’nda başlandı. Havanın çok soğuk olmasına rağmen stadyum bir hayli kalabalık toplanmıştı.

    İlk maçı Vefa-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya çıktıkları zaman takımların teşekkülatı şöyle idi:

    Vefa: Hüsamettin, Demir, H.Ragıp, Naci, Şekip, İhsan, İ.Hakkı, Sayit, Gazi, Osman, Muhteşem.

    Süleymaniye: Mansur, Sadi, Necati, Selahattin, Sabih, Murat, Ruhi, İhsan, Burhan, Halit, Necati.

    Maç her iki takım arasında sona kalmamak için bir rekabet mevcut olduğu cihetiyle çok heyecanlı oldu. Gerek Vefalılar, gerek Süleymaniyeliler azami gayretle çalışıyorlar, ufak bir hataya düşmenin bir mağlubiyete mal olabileceğini takdir ederek çabalıyorlardı.

    İlk haftaym bu suretle beraberlikle bitti. İkinci devrede de aynı gayretle çalışan tarafeyn maçı müsavatla bitirmek üzere idiler ki Vefa son dakikada bir gol yaparak maçı galibiyetle bitirdi.

    İkinci maç Fenerbahçe-Beykoz maçı idi. Kemal Bey’in hakemliği ile oynanan maçta iki takım şu şekilde vaziyet almıştı:

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Reşat, Alâ, Muzaffer, Zeki, Fikret, Niyazi.

    Beykoz: Şadi, Nebi, Sedat, Cahit, İbrahim, Saip, Kamuran, Sait, Salah, Mehmet, Rıdvan.

    Müsabaka çok samimi ve güzel cereyan etti. Fenerliler iki devrede ikişer sayı yaparak 0-4 galip geldiler.

    Son maç günün en mühim maçını teşkil ediyordu. Hakem Abdullah Bey. İki takım sahaya şu şekilde çıkıyorlar:

    Galatasaray: Rasim, Burhan, M.Nahit, Mithat, Nihat, Suphi, Mehmet, Kemal, Necdet, Latif, Kemal.

    Beşiktaş: Halis, Adnan, Zeki, Rıdvan, Tahir, Hüsnü, Hayat, İbrahim, Şükrü, Eşref, Selah.

    Maç, rüzgârı lehlerine alan Beşiktaşlıların hücumu ile başladı. Daha ilk dakikalarda anlaşılıyordu ki her iki takım mutlaka galip gelmek azmindedir ve bu galibiyeti temin için her türlü çareye başvuracaktır.

    Hakemin bu noktayı takdir ederek lüzumsuz sertlikleri daima cezalandırması lazımken Abdullah Bey çok müsamahakâr davranıyordu. Bu müsamahanın zararı oyunun mütezayit bir şiddet kazanması ve tekmeleri tokatların takip etmesi oldu. Daha ilk devrede çığırından çıkan oyun 22 oyuncunun iştirak ettiği muazzam bir boks maçı ile az daha inkıtaa uğrayacaktır.

    Fakat hakemin hiçkimseyi cezalandırmak isabetini göstererek işi güya hal ve fasletmesi maçın bir tekme ve hayata kast etme iptizali içinde devamını temin etti.

    Birinci devre Galatasaray’ın 1-0 galibiyetiyle bitti. İkinci devrede de Beşiktaş evvela müsavatı temine muvaffak olmuşken bilahare Galatasaray’ın son kaydettiği sayı ile mağlup vaziyete düştü.

    Netice, maçın sonuna kadar beyhude bir didişme yapan tarafeynin bütün gayretine rağmen değişmedi ve Galatasaray 2-1 galip geldi.

    HOKEY BİR ZAMAN ÇOK SEVİLMİŞ BİR SPORDU [28]

    Bundan birkaç gün evvel, alakadar bir zattan aldığımız malumata atfen bu sene ilkbaharda hokey lig maçlarının yapılacağını yazmıştık. Bilahare yaptığımız tahkikat bu haberin henüz tasavvur halinde bulunan bir fikirden ibaret olduğunu bize öğretti. Bu fikrin sahipleri, hokey lig maçları yapıldığı takdirde hiçbir kulübün bu müsabakalara girmemesinden çekiniyorlarmış.

    Bundan 10-12 sene evvelki spor faaliyetini hatırlayanlar İstanbul’da çok canlı bir hokeyciliğin mevcut bulunduğunu bilirler. Fenerbahçe, Altınordu, Galatasaray, İdman Yurdu, Nişantaşı gibi o zaman çok kuvvetli birer hokey takımına malik bulunan kulüpler her sene Haziran’ın o yakıcı güneşi altında başlayan bir lig maçı yaparlar ve çok hararetli mücadelelere şahit olurduk. Şimdiki en hararetli, en heyecanlı futbol maçlarından daha zevkli cereyan eden bu maçlar o derece iddialı olurdu ki meraklı kütlesi arasında oyunu daha iyi görmek için ne yapacağını bilmeyenlere tesadüf edilirdi.

    Yapılan maçlar arasında en heyecanlı olanları ekseriya Altınordu-Fenerbahçe maçları olurdu. Hatta çok defa olduğu gibi, yine bir kere final maçı yapan Fener-Altınordu takımları daha ilk devrede o kadar yorulmuşlar o kadar nefes ve gayret sarfetmişlerdi ki Altınordu’nun orta muavini yerinde oynayan zavallı Nuri (Allah rahmet etsin) birinci devreyi bitiren düdükle beraber fevkalbeşer gayretin neticesi olarak, sırtı üstü düşmüş, bayılmıştı.

    O devrin iyi hokeycilerinden Rıza, Sait, Galip, Server, Sadi, Hakkı ve saireyi belki bilmeyen vardır. Fakat bugünün maruf sporcularından Zeki, Alaettin, Sabih, Nedim, bütün bunlar hep o zaman küçük, fakat çok kıymetli hokeycilerdi.

    Futboldan evvel fazla değilse bile hiç de olmazsa onun kadar rağbet gören hokey neden birdenbire unurulduğu makul bir şekilde izah edilemez.

    Hokey federasyonunun ilgasından bahsediliyor. Memleketimizde çabuk taammüm edebileceği sebkat eden tecrübe ile sabit olan hokeyin yeniden canlanmasına çalışmak, hokey federasyonunu ilga ederek bu sporu bütün bütün öldürmekten şüphe yok ki daha hayırlıdır.

    Eğer bu sene himmet edilir ve hokey lig maçları yapılırsa buna birçok kulüplerin iştirak edecekleri muhakkaktır. Yalnız maçların çok soğuklara tesadüf ettirilmemesi lazımdır.

    ZARO AĞADAN BÜYÜKMÜŞ! [29]

    Cilo Ağa isminde bir ihtiyar çıkmış, Zaro Ağa’dan daha yaşlı olduğunu iddia ediyormuş! Zaro Ağa 150nci yıl dönümünü kutlulayalı birkaç sene olduğuna göre Cibo Ağa 200 yaşına yaklaştığını iddia ediyor demektir! Kaydı, kuyudu yok ya, atsınlar bakalım, 300 hatta 400’e çıkmazlarsa ayıp!

    ALDATMA! [30]

    Abidin Daver Bey biraderimiz dün bir şeyden acı acı şikâyet ediyor. Bilmem nerede 200 kadın aldattığı için bir erkeği tevkif etmişler, Daver Bey diyor ki:

    “200 kadın aldatan erkek tevkif edilsin de neden 200 erkek aldatan kadın tevkif edilmesin?”

    A efendim! Evvela erkekler aldandıklarını itiraf etmeyi onurlarına yedirip de söylemezler ki: Kaç erkek gösterebilirsiniz ki aldandığını itiraf etsin. Saniyen, 200 erkek aldatan kadın da yok gibidir, çünkü 200 adedine varıncaya kadar içlerinden birisi temizler.

    VEFALILAR DÜN BALIKESİR’E GİTTİLER [31]

    Vefa birinci futbol takımı, 23 Nisan Bayramı münasebetiyle vukua gelen daveti kabul ederek, bir maç yapmak üzere dün Balıkesir’e hareket etmiştir. Balıkesirliler, iyi futbolculara malik oldukları cihetle yapılacak müsabakanın vereceği netice merakla beklenmektedir. Vefalılar tam takımla gitmişlerdir. Bugün yapılacak müsabakayı müteakip hemen yola çıkacaklar ve Cuma günü Fenerbahçe ile yapacakları müsabakaya yetişeceklerdir.

    Şehirler arasında yapılan bu gibi temasları, memleket sporu için çok faideli telakki ettiğimiz cihetle Vefalıların yaptığı bu seyahati takdir ederiz.

    PİÇ! [32]

    Dün Çocuk Bayramı idi. Himayei Etfal Cemiyeti, çocuğun kıymetini, bilmeyenlere öğretmek için, genç ve yeni Türkiye’nin temeli kurulduğu günün yıl dönümünde muazzam bir çocuk bayramı tertip etti. Bu bayramda, bugünün büyükleri, yarının büyüklerine muhabbet ve hatta hürmetlerini gösterdiler.

    Köprü başında durmuş, çocuk alaylarını seyrediyordum. Takım takım yavrular köprüden geçiyorlardı. 9-10 yaşlarında ter temiz giyinmiş bir mektepli yavru, alayın haricinde köprüden para vermeden geçmek istedi.

    İzbandut gibi bir köprücü bu çocuğun yakasına yapıştı, aralarında bir mücadele başladı. Küçük, kendini ve hakkını müdafaa etmeyi bilen ateşli bir çocuktu. Takım takım geçen çocukları göstererek diyordu ki:

    • Bugün çocuk bayramı! Bak, alay alay çocuk para vermeden geçiyorlar!”
    • Onlar mektepli!
    • Ben de mektepliyim. Kasketimi görmüyor musun?

    Köprü tahsildarı çocuğun yakasına sarılmış, bırakmıyor, onu sarsıyor, “Çok zırlama, ver kuruşu!” diyordu.

    Mektepli çocuk, köprüden geçen arkadaşlarını göstererek:

    • Onlar vermiyor, ben de vermem! Bugün bayram! Diye ısrar ediyordu.

    Tahsildar, çocuğu sürükleyerek gişeye doğru getirmeye çalışıyor, yavrucuk, bütün kudret ve kuvvetiyle mukavemet ediyordu.

    Gişede para bozan memur başını uzattı:

    • Piç versene parayı! Diye bağırdı.

    O vakite kadar şiddetle mücadele eden çocuk bu ağır hakaret karşısında sapsarı kesildi, gözleri doldu, cebinden bir kuruş çıkarıp köprü tahsildarına verdi, mahsun ve müteessir, yürüdü.

    Tramvay kumpanyasının çocuklara ücretsiz arabalar tahsis ettiği, Türk ocağının idaresini bir hafta yavrulara tevdi eylediği, bütün Türkiye’de çocuklara müstesna bir hürmet gösterildiği bir günde bir şehir müessesesi olan köprüde geçen bu elim hadise yüreğimi sızlattı. Fakat bu sızıyı bir düşünce izale etti.

    Bu yavrular, yarın, kendi çocuklarına köprü memurlarının “piç” demelerine katiyen müsaade etmeyecekler, herkese hürmet edecekler ve kendilerine hakikaten hürmet ettireceklerdir.

    835 SATIR [33]

    Bundan dört beş sene evvel Nazım Hikmet Bey’in alelacayip görünen şiirini ilk selamlayan ben olmuştum. O cesaretim bir kalem sahibi ile aramda ağır bir münakaşaya sebebiyet vermişti.

    Şimdi artık bu cesarete lüzum yok. Bilakis.

    Hatta işitiyoruz ki bazıları Nazım Hikmet Bey’in şiirini, Valentino’nun zülfü, Duglas’ın bıyığı, Jozefin Baker’in raksı, paçalı pantolon, eter ve kokain nevinden bir şey zannederek, bu gencin hayranları arasında ilk safta görünememekten hayli telaş ediyorlar.

    Sıhhatli ve faziletkar Nazım Hikmet! Sen böyle anlaşılmaya ve sevilmeye layık mıydın?

    Nazım Hikmet Bey’in şiiri bazılarına göre, her şeyden evvel bir fikir şiiriymiş. “Makinalaşmak” serlevhalı manzumede denildiği gibi, karnına bir türbin, kuyruğuna çifte uskur takılmasını temenni etmek bir fikir ise, her halde “835 satır” isimli mecmuanın büyük güzelliğini bu nevi fikirlerin çeşnisinde aramamalı. Makine henüz nakıs ve yavaş yavaş tekemmül etmekte olan bir insan eseridir. Makine olmayı temenni edecek yerde bir makine mühendisi olmayı istememek niçin?

    Mütefekkirin tetkikini ehline bırakıp gölgesi bütün eski şiirin topraklarını kapayan şaire gelince:

    Şair, müheykel bir şekil halinde semanın maviliğine karşı durmuş, cidden tuhaf, fakat ahengi cidden emsalsiz bir garip aletin tellerini söyletiyor. Bu vezin bildiğimiz vezinlerden değil, bu şarkı duyduğumuz şarkılardan değil, bu lisan şiirin bizde bugüne kadar kullandığı lisana benzemiyor. Nazım Hikmet Bey, tarzını kendisi icat etmemedi, bu biçimde şiirler şimdi dünyanın her tarafında yazılıyor. Nazım Hikmet Bey bu tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimi toprağında tutturabilmiş olmakla büyük bir yeni şairimizdir.

    Bu şiirin eskisina nazaran rüçhanı muhakkak. Eskiden şiir bir tek düdükle söylenirdi. Nazım Hikmet Bey bir tek alet yerine koca bir orkestra takımı vücuda getirmiş. Fakat bu zengin orkestra, yalnız marş evinden bir takım heyecanlı havalar çalıyor.

    Ne yazık ki bu bakır aletler içinde ruh, bir keman telinin titrek, uzak ve mahrem sesini duymuyor.

    BİZİM ÇOCUĞUMUZ [34]

    İçinde doğduğumuz ev, sıralarında okuduğumuz mektep, arasında yetiştiğimiz düşünceler, oturup kalkışımız her şey tepeden tırnağa değişti. Bu kadar geniş kargaşalığı ne bir adam, ne de bir nesil sekiz on yılda kafasına yerleştirse bile sinirine ve canına sindiremez. Şarklılık yarası bizde kabuk tuttu; fakat derimizin üzerinde henüz bir kabarık durmaktadır. Sert bir sürtünüş orasını tekrar kızartabilir; belki yarayı tekrar işletebilir. Biz yarım adamlarız. Doğru fikirlerimiz henüz yanlış hislerimizle boğuşuyor. Karısını kafesten çıkarmayan cesur ihtilalcilerimizin adedi az değildir.

    Başımızdan çıkarıp attığımız sarık ikide bir, adımlarımıza dolaşıyor. Biz tak garplılığı çocuklarımızda göreceğiz. Onlar latin harflerini nasıl hece hece okumayacaklarsa, bir şey istedikleri vakit kafa ve sinirlerinde şarklılık nüksü duymayacaklardır. Bu çocuğa inkılap dikkat etmelidir. Bugün, baba ve anası kim olursa olsun, vasisi ancak inkılaptır. Biz bizi yarım yapan hastalıklarımızdan hiçbirini çocuklarımıza aşılamak cürmünde bulunamayız. Çocuk başka milletlerde devam ve tekemmül unsuru, bizde bir doğuştur: Türkiye bugünkü çocuğunda büyüyor, hepimiz onda yetişiyoruz.

    MAÇTA RASGELDİM [35]

    Galatasaray’la Fenerbahçe maç yaptılar mı, stadyum mahaşerallah! Böyle olduğunu işittim, fakat gidip görmemiştim.

    Bir kalabalık, bir kalabalık… Tribünlere şöyle bir göz attım. Erkekten çok genç kız var. Gözüme sarışın bir kız ilişti, yanında da yarım kişilik bir yer var. Nezaketle sokuldum ve oturdum.

    Göz ucuyla kızın her tarafını süzdüm. Enfes bir parça… Daha enfesi de kimse ile konuşmadığına göre yalnız olması!

    Yalnız tribünün tahtaları pek sert… Cebindeki gazeteleri çıkardım, oturduğum yeri hafif tertip yumuşatacak tarzda katladım.

    Lakin şeytan derhal bir akıl öğretti, gazetenin yarısını da komşu hanıma teklif ettim. Gözümün içine güler bir yüzle bakarak hem kabul etti, hem de teşekkür…

    Herkes omuz omuza… Hava güneşli, bağıran, gülüşen, gazete kâğıtlarını ceviz gibi yuvarlayarak birbirine atan… Renk renk, çeşit çeşit, boy boy bir sürü insan… Belki on bin kişi var. Saha bomboş, herkes bekliyor.

    Bir aralık yanımdaki hanımla gözlerimiz ilişti. Teşekkür etmişti ya, benim gazetemin üstünde ikimiz de beraber oturuyorduk ya… Eh, ona söz söylemeye ve konuşmaya hakkım vardı.

    • Maça galiba çok meraklısınız hanım efendi…
    • Oh, çok!
    • Takımlarda bir tanıdığınız bir ahbabınız var mı?
    • Oh, yok!
    • Demek yalnız oyunu seyretmek için geliyorsunuz?
    • Oh, tabii…
    • Her halde Galatasaraylısınız.
    • Oh, elbet…
    • Hep “oh”lu ve tek kelimeli cevaplar… Anladım ki bu tek kelimeli cevaplarla samimiyeti ilerletmek mümkün değil…

    On bin ağızdan bir vaveyla koptu. Evvela Galatasaraylılar ortaya çıktılar. Bir alkış tufanı, arkasından Fenerliler gene bir alkış tufanı…

    Ben oraya (ne yalan söyleyeyim) daha doğrusu eğlenceli bir hava almaya gitmiştim. Onun için 24 gencin tekme muharebesinden ziyade komşu hanımla meşgul oluyordum. Dedim ya enfes şeydi.

    Galatasaraylılar pas verdikçe göğsüme doğru yaslanıyordu. Hatta bir aralık gol yapacak oldular, heyecanından kolumu tuttu. Gol kaçında hınçla parmaklarını sıktı ve kolumu bıraktı:

    • Eyvah, dedi, kaçırılır mı bu?

    Artık oyun hızını almıştı. Hakemin düdüğü öttüğü zaman, birinci haftaym Fenerlilerin iki Galatasaraylıların bir sayısı ile bitti.

    Yanımdaki hanım bu sefer tek kelimeleri bıraktı:

    • Bakalım, dedi, ben Fener’i bilirim, ilk haftaym onların, fakat bütün parti bizim.

    Ben de hemen muhavereyi açmaya koyuldum..

    • Vallahi hanımefendi, bendeniz de o fikirdeyim.
    • Ben sizin Fenerli olduğunuzu anladım. Buna müteessir olmuyor musunuz?

    Ben ne o taraftan ne butaraftan değildim ama hanımın iltifaten tevcihi ile Fenerli olmuştum.

    • Olmaz olur muyum? Ama sizin yanınızda bulunmak teessürüme mani oluyor.
    • Oh, hakem düdüğü çaldı, bakın şimdi neler olacak. En aşağı üç gol. Siz de sıfır. O kadar!

    İkinci devre hakikaten kızın dediği gibi çıktı. Fenerliler insicamı ve kendilerine has düzgünlüğü kaybettiler. Karşı taraf hemen topu tıktı. Bir daha, oyunun sonuna doğru da bir daha: üç gol!

    Yalnız bir dediği çıkmadı, Fenerliler de bir gol yapmışlardı.

    Herkes dağılmaya hazırlanırken:

    • Hanımefendi nerede oturuyorsunuz?
    • Beşiktaş’ta…

    Taksim’de oturduğum halde:

    • Ne âlâ, dedim, ben de Bebek’te. İsterseniz sizi otomobille bırakayım.

    Vakit geç olduğundan galiba, bu teklifi reddetmedi:

    Otomobilde bana dedi ki:

    • Nasıl, dediğim çıktı mı, ben partiyi alırız demiştim. Kimbilir ne kadar müteessir oldunuz. Bu mağlubiyet…
    • Hangi mağlubiyet?

    Ben maçı çoktan unutmuştum bile… Elimi beline doladım, hemen sıyrıldı.

    • Hangi mağlubiyet olacak, işte sizi yendim, Galatasaray, her zaman Galatasaraydır.
    • Ah, sahi, dedim, yenilmek acı şey!

    Baktım, spordan hoşlanıyor, elimi tekrar beline doladığım zaman sesini çıkarmadı. Ben Fenerlileri tenkit ettim:

    • Efendim, çalışmıyorlar ki, dedim, bizim oğlanlar haylazlığa vurdu. Ah bizim de bir Nihadımız olsaydı, o zaman görürdünüz.

    Bu sefer belini sıktım, yine sesini çıkarmadı.

    Artık mabadini anlatayım mı? Bizim bildiğimiz usullerin hiçbiri ile elde edilemeyecek olan bu çok güzel kızı ben yavaş yavaş, spordan anlarmışım gibi, elimde Allah bilir nerelerde, takımlar teşkil ettim, kaleye birini koydum, hücum hattına başkalarını koydum, münakaşanın hararetinden kız Beşiktaş’ı da unuttu, evini de:

    Ah, bugünün kafası! Bizim hissi rabıta da böyle başladı.

    Demek ki aşkta bile anlaşmak için yalan söylemeli imiş…

    FUTBOL MAÇLARI [36]

    Dün Taksim Stadyumu’nda lig maçlarına devam edildi. Yapılması mukarrer olan üç maçtan biri, Fener-Vefa maçı, Vefalıların Balıkesir seyahatinden yorgun dönmeleri dolayısıyla tehir edilmişti. İlk maçı Beşiktaş-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya şu şekilde çıkmışlardı:

    Beşiktaş: Halis, Adnan, Zeki, Rüştü, Tahir, Rıdvan, Nuri, Eşref, Şükrü, İbrahim, Hayati.

    Süleymaniye: Mansur, Necdet, Sadi, Ruhi, Murat, Ekrem, Sadi, İhsan, Burhan, Halit, Necdet.

    Necmi Bey’in hakemliği ile oynanan bu maç baştan nihayete kadar Beşiktaş’ın hâkimiyeti altında geçti. Süleymaniye müdafaasının, bilhassa merkez muavini fedakarane mesaisine rağmen Beşiktaş’ın faikiyeti tabii semeresini vermekte gecikmedi ve maç 5-1 Süleymaniye’nin aleyhine bitti.

    İkinci ve son müsabaka Galatasaray-Beykoz maçı idi. Hakem Selahattin Bey, iki takımın teşekkülatı şöyle:

    Galatasaray: Rasim, Burhan, Mehmet, Suphi, Nihat, Vahi, Muslih, Rebii, Necdet, Latif, Kemal.

    Beykoz: Şazi, Ziya, İbrahim, Sait, Rıdvan, Kamuran, Sait, Mazla, Cahit.

    Galatasaray’dan Leblebi Mehmet, Beykoz’dan da esaslı birkaç oyuncunun eksik olduğu gözüküyor.

    Oyunun ilk dakikasından itibaren Galatasaray hücuma geçiyor. Fakat şuurlu bir oyun oynayan Beykoz müdafaası, ilk devrenin nihayetine kadar bu hücumların semere vermesine muvaffakiyetle mani oluyor.

    İkinci devre başladığı zaman Beşiktaş müdafaası, birinci devredeki fevkalade mesaisi yüzünden çok yorgun düşmüştür.

    Bunun ilk neticesi, ilk çeyrek saat içinde Galatasaray’ın üç sayı kazanması oldu. Artık adeta tek kale oynayan Sarı-Kırmızılar devre nihayetine kadar sayıların adedini kolaylıkla beşe çıkardılar ve 5-0 galip geldiler.

    Beykoz’un bu şekilde mağlubiyeti eksik bir takımla sahaya çıkmalarından ileri gelmiştir.

    MODA BU SABAH SAAT 10’DA YÜZDÜ [37]

    Dün saat 10.30’da köprüden kalkan Seyrisefain idaresinin Moda vapuru, limanı kaplayan kesif sis yüzünden Haydarpaşa ile Harem arasında, Kavak İskelesi denilen yerde karaya oturdu.

    Sis sabah 8.20’den itibaren Marmara’yı kaplamaya başladığından vapurda 2 binden fazla üç vapur yolcusu bulunuyordu. Bu gibi havalarda gemilerin hareket etmemesi mutat ise de Moda köprü iskelesini terkettiği zaman liman açılmış görünüyor, Sarayburnu ile Üsküdar tepeleri müşahede olunuyordu.

    Bu itibarlı gemi kaptanı Münir Bey’in bir mesuliyeti olamayacağı kanaati vardır.

    Gemi bir müddet Marmara’da ilerlemiş, sonra karşısına çıkan bir sandal önünün kayalık olduğunu bağırmış ise de az sonra kaza vukua gelmiş ve gemi oturmuştur.

    Kazayı müteakip yolcular arasında şiddetli bir heyecan baş göstermiş, herkes cankurtaran simitlerine sarılmış, fakat az sonra vaziyette tehlike olmadığı anlaşılmış, sükunete avdet etmiştir.

    Yolcular idarenin römorkleri ile ve yetişen sandallarla Kınalı vapuruna nakledilmişlerdir. Alemdar vapuru dün geceyi demirli olarak Moda’nın yanında geçirmiş, bu sabah dalgıç indirilerek geminin nasıl çekilip kurtarılabileceğinin tespiti için deniz muayene edilmiştir. Moda’nın oturduğu yer taşlık olduğundan birdenbire çekilmesiyle altında rahne açılmasından korkulmakta idi. Fakat dalgıç böyle bir tehlike olmadığını tespit etmiş ve gemi çekilerek kurtarılmıştır.

    BOYNUZ [38]

    Herkes bilir ki konuşma lisanında “boynuz” şerefsiz kocanın alameti olarak kullanılır. Aşk işlerinde malını rakibine kaptırmış erkeğe “boynuzlu” derler. Niçin? Bu sarih manasızlığın menşeini bilmiyorum.

    Hakikatte “boynuz “erkek olmasını bilmeyen adamın gülünç remzi değil, bilakis muzafferin tacı addolunmaya layıktır.

    Boğa boynuzludur, teke boynuzludur, koç boynuzludur, geyik boynuzludur.

    Tenasül kudretinin bu en güzel timsalleri, aşk kavgalarında silah olarak kullanmak için alınlarında çifte boynuzun çelikten karanlık hançerlerini taşırlar.

    Kudret ve bereket alameti olan boynuz, kadim milletlerde ilah ve hükümdar alınlarının ziyneti idi.

    Kadim Yunanilerin en büyük mabudu “Müşteri”nin Afrika’daki timsali boynuzlu idi. Pan, Baküs ve Satirler, boynuzlarıyla azgın bir keçi sürüsünü andırırlardı.

    İskenderi Kebiri’in tacı boynuzlu idi. Kadim Isparta kadınları, harbe giden kocalarının alınlarına zafer çelengi olarak boynuz takarlardı.

    Mısır, Finike ve Asur ilahlarının birçokları, alınlarında öküz başının şanlı çıkıntılarını taşırlardı.

    Böyle asil ve mutantan maziye malik bir uzvun zamanımızda sukutu ne hazindir! Boynuzu bugünkü şerefsiz hamillerinden alıp ona layık olmasını bilenlere hürmetle iade etmeli.

    SAĞAÇIK EMİN [39]

    Tedavi Edildiği Hastanede Vefat Etti

    Beykoz ve Altınordu’nun birinci futbol takımlarında uzun müddet sağ açık oynamış olan Emin ahiren tedavi edilmekte olduğu Şişli Sıhhat Yurdu’nda irtihal etmiştir.

    Emin uzun müddetten beri gırtlak vereminden muztarip bulunmakta ve kendisini ziyaret edenlere yeniden futbol oynamak için pek büyük bir arzu hissettiğini söylemekte idi.

    Emin pek sevdiği futbolda üç dört sene evveline kadar en iyi sağ açıklarımızdan biri idi. Antrenmanlı olduğu zaman seri akışlarla ve eski sisteme kaçan oyunlarıyla pek çok alkışlanmıştı.

    Bu ölümle futbol âlemimiz emektar ve kıymetli bir uzvunu kaybetmiş oluyor. Arkadaşlarına ve ailesine beyanı taziyet ederiz.


    [1] 1 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [2] 1 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [3] 2 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [4] 3 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [5] 3 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [6] 4 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [7] 4 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [8] 5 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [9] 6 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [10] 6 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [11] 7 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [12] 8 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

    [13] 9 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [14] 10 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

    [15] 10 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

    [16] 11 Nisan 1929 – Son Saat Gazetesi

    [17] 12 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [18] 13 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 13 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 14 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [21] 14 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [22] 15 Nisan 1929 –  Milliyet Gazetesi

    [23] 16 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [24] 17 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [25] 18 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi

    [26] 19 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [27] 20 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 21 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [29] 22 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [30] 22 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [31] 23 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 24 Nisan 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [33] 24 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [34] 25 Nisan 1929 – Milliyet Gazetesi (Falih Rıfkı Atay)

    [35] 26 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [36] 27 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi

    [37] 28 Nisan 1929 – Son Saat Gazetesi

    [38] 29 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [39] 30 Nisan 1929 – Vakit Gazetesi

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – III

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – III

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – III”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    VOLEYBOL MAÇLARI [1]

    Dün Yapılan Müsabakalar Çok Heyecanlı Oldu

    İstanbul mıntıkası voleybol heyeti tarafından tertip edilen voleybol müsabakalarına dün de Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde devam edilmiştir. Dün yapılan müsabakalar çok heyecanlı olmuştur.

    Evvela Fenerbahçe-Beşiktaş ikinci takımları karşılaşmışlardır. Beşiktaşlılar güzel bir oyun oynayarak 5-15, 6-15 galip gelmişlerdir.

    Bundan sonra İstanbulspor ile Vefa ikinci takımları karşılaşmışlardır. Bunda da Vefalılar 8-15, 9-15 galip gelmişlerdir.

    Bu müsabakaların en heyecanlısı Vefa-Fenerbahçe birinci takımları arasında cereyan etmiştir. İlk devrede Vefalılar 13-15 galip gelmişler, ikinci devrede Fenerliler 17-15 Vefa’yı mağlup etmişlerdir. Bu vaziyet üzerine müsabaka bir devre daha temdit edilmiş, bu devrede de gene Fenerliler 15-11 galip gelmişlerdir.

    Dünkü müsabakaların sonuncusu Beşiktaş ve Beykoz birinci takımları arasında yapılmıştır. Bu müsabakada da Beşiktaş birinci takımı 13-15, 12-15 sayı ile galip gelmiştir.

    GALATASARAY-İSTANBULSPOR MAÇI [2]

    Şiddetli soğuklarda sonra bir iki gündür havaların adeta bir bahar havasını andırması sporculara biraz fırsat verecek gibi görünüyor. Bu kabilden olarak Kadıköy İttihat Spor sahasında Galatasaraylı ilk pist idmanlarından başka Taksim Stadyumu’nda da futbol maçları yapılacağı haber verilmektedir.

    Bugün öğleden sonra stadyumda evvela Galatasaray üçüncü takımını Taksim Tatavla Yeni Yıldız karşısında göreceğiz. Malumdur ki Galatasaray üçüncü takımının güzel ve haklı bir şöhreti vardır. Bir aralık şehrimizin bazı birinci takımlarıyla bile muvaffak oyunlar yapan bu küçükler geçen mevsimde “Milliyet” kupasını ve daha sonra da Tayyare Cemiyeti’nin hediye ettiği “Gazi” büstünü kazanmışlardı.

    Oldukça uzun süren bir istirahat devrinden sonra sarı-kırmızılı küçükler, bakalım, bugün kuvvetli hasımları karşısında ne yapacaklardır?

    Bu maçı Galatasaray birinci takımının İstanbulsporla yapacağı hususi maç takip edecektir. Bu müsabaka çoktan beri futbol maçı seyretmeyen meraklılar için yerinde bir fırsat olabileceği gibi, zannedersek, Galatasaraylıların bayramdaki maçlara mühim bir hazırlığı olacaktır.

    Bu haftaki spor sahifemizde tekrar haber verdiğimiz gibi bayramın ilk ve üçüncü günleri Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Vefa takımları arasında mühim müsabakalar tertip edilmiştir. Hiç şüphe yok ki bu maçlar dört kuvvetli kulüp futbolcuları arasında cereyan edeceği için pek hararetli olacaktır. Diyorlar ki bayram müsabakaları şampiyonluğa namzet takımların ikinci devrede gösterebilecekleri kabiliyete az çok bir miyar olacaktır.

    Bu iddia tamamıyla doğru olmasa bile bir cihetten de yabana atılabilecek bir iddia da değildir. Bu itibarla takımların bayramda en iyi dereceyi almak için canı gönülden çalışması pek tabiidir. İşte Galatasaray’ın bugün İstanbulsporla yapacağı müsabakayı bu arzunun tevlit etmiş olmasına hamledebiliriz. Spor faaliyeti noktai nazarından da Galatasaray-İstanbulspor maçı merakla seyredilecek bir müsabakadır. Zira İstanbulspor çalışmış gençlerden mürekkep bir takımdır.

    FENERBAHÇE VEFA’YI GÜÇLÜKLE YENEBİLDİ [3]

    İstanbul mıntıkası voleybol birincilik maçlarına Perşembe günü devam edildi. Birinci küme maçları Fenerbahçe-Vefa, Beykoz-Beşiktaş takımlarını karşılaştırıyordu.

    İlk maç Fenerbahçe-Vefa müsabakasıydı. Maça muayyen saatten tam 45 dakika sonra başlanabildi. Fenerliler sahada ispatı vücut ettikleri halde Vefalı oyuncular bir türlü gözükmüyorlardı. Nihayet, takarrür eden saatten çok geç sahaya gelebildiler ve maç başladı.

    İlk devrede Fenerbahçeliler kaptanları Bedi Bey’den mahrum bulunmakta idi. Bedi Bey orada hazır bulunduğu halde, kulübünde idari vazife deruhte ettiği bahanesiyle maça iştirak etmiyordu. Şampiyonluğu kazanması en ziyade muhtemel bir takımın Vefa gibi ehemmiyetli bir rakip muvacehesinde en iyi oyuncusundan, kaptanından mahrum bir halde sahaya çıkması esasen idaresizliğin en büyüğü olduğu halde buna “idari” mazeretler terfiki çok şayanı hayrettir. Nitekim birinci devreyi kaybeden Fenerliler de bu hakikati anladılar da ikinci devrede Bedi Bey’i oynattılar ve tahakkuk etmek üzere bulunan bir mağlubiyeti def edebildiler.

    İlk devre Vefa takımının bariz tefevvuku altında geçti. Vefa takımı biraz daha mantıklı oynuyor, top daha şuurlu bir idare ile maksada yaklaşıyordu. Vefa’nın ilk devreyi kazanması bu güzel oyunun semeresi oldu. Hüsamettin Bey’in çok güzel vuruşları nazarı dikkati celbediyordu. Fenerliler ikinci devreyi müşkülatla, üçüncü devreyi de oldukça bir farkla kazandılar ve bu suretle Vefa’yı mağlup edebildiler. Vefa’nın gecikmiş olması dolayısıyla Beykoz-Beşiktaş maçının tehiri zaruri oldu.

    Voleybol maçlarının devamı ve intihası esasında çok şayanı dikkat bir zihniyete tesadüf ettik ki üzerinde tevakkuf etmeyi spor noktasından faydalı görüyoruz.

    Maçın bütün imtidadınca her iki takım oyuncuları hakeme her fırsat düştükçe, haklı ve haksız itiraz ediyorlardı. Hakemlik vazifesini kabul etmek bedbahtlığında bulunmuş olan Beşiktaşlı Necmi Bey müteaddit defalar tarize uğradı, hem de hiç arzu edilmeyecek bir şekilde… Necmi Bey yüksek itidalini muhafaza ederek çirkin bir hadiseye sebebiyet verdi. Eğer dünkü maçlarda bir zabıta vakası zuhur etmediyse bunun sebebi Necmi Bey’le ona terbiye haricine çıkan bir şekilde hücum eden adamlar arasında terbiye noktayı nazarından çok esaslı farklar bulunması olmuştur. Bilhassa bunlardan biri sahada söylendiği yetmiyormuş gibi, soyunma odasında ufunetli ağzını açtı ve hakemden başlayarak bütün federasyon erkanına burada tekrar edemeyeceğimiz küfürler savurdu. Orada mevcut oldukları halde cevap vermemek nezaketinde bulunan muhataplarının kabahati ne idi, hangi hataları dolayısıyla böyle kanalizasyona düşmeye mahkum oluyorlardı? Meçhul!

    Yalnız şurasını unutmayalım ki bu adamlar hasbeten lillah çalışıyorlar. Eğer hata ediyorlarsa bu hatayı tamir ettirmek için daha terbiyeli bir hareket tarzı takip etmek lazımdır.

    KUTUP DENİZLERİ GİBİ BUZLARLA ÇEVRİLDİK [4]

    Kaç günden beri ortalıkta bir şayia dolaşıyordu:

    Karadeniz Boğazı dışarısında parça parça buzlar görünmüş. Vapurlar yollarına devam edemeyip geri dönmüşler ve saire.

    Sadece gazeteci muhayelesinde vücut bulduğunu sandığımız havadis dün sabah, canlanmış şekilde karşımıza çıktı: İstanbul limanı Tuna munsabından kopup parçalanan kalın buz tabakalarının taarruzuna uğradı.

    Vapurların acı birer istimdat çığlığına benzeyen düdük sesleriyle uykumdan uyandım. Acaba limanda bir kaza filan mı oldu endişesiyle denize bakan odanın penceresine koştum.

    Bir de ne göreyim: Deniz adeta kutup denizleri gibi buzlarla çepçevre sarılmıştı ve Bebek’ten Haliç’e kadar bütün sahiller bembeyazdı. Adeta içime dehşet geldi.

    Bundan şu kadar sene evvel Akdeniz yine böyle buz tabakaları altında kalmış. Hatta zamane şairleri:

    “Yol oldu Üsküdar’a 4030 ds Akdeniz dnodu” diye bir de tarih düşürmüşlerdi.

    Tarih, tekerrürden ibarettir. İster misiniz tekrar şiddetli bir don başlasın da buzlar arasında büsbütün sıkışıp kalalım.

    Ey, son neslin çocukları, asırlardan beri İstanbul’un görmediği böyle bir hadiseye siz şahit oluyorsunuz. Çocuklarınıza anlatacak başka şey bulamadığınız zaman masal yerine İstanbul’un bu seneki dehşetli kışını anlatırsınız.

    Sirkeci vapur iskelesinin önünde epeyce kalabalık toplanmıştı. Bunlar kuvvetli şimal rüzgârının önüne katıp parça parça boğazdan içeri soktuğu buzları seyretmeye gelmişlerdi. Aralarına sokuldum. Tabii bahis hep buna aitti. Bir ihtiyar diyordu ki:

    • Şükür Allah’a… Bunu da gördük. Güya deniz suyu tuzlu olduğu için buz tutmazmış. Kim demiş onu?

    Günün havadislerini takip ettiği anlaşılan bir delikanlı ihtiyara cevap verdi:

    • Baba, iş senin bildiğin gibi değil… Bu buzlar Tuna nehrinden geliyor.

    İhtiyar şaşaladı.

    • Tuna’dan mı geliyor, dedin. Amma da ettin. Tuna nire, İstanbul nire hey oğul?
    • Rüzgârı görmüyorsun galiba. Bunları hep rüzgâr getiriyor.

    İhtiyarcık, hayretle başını sallayarak uzaklaştı. Daha ileride bir mektepli grubu arasında bir muhavere cereyan ediyor:

    • Bu sabah Bebek önünde çocuklar buzlar üstünde top oynuyorlardı.
    • Deme canım?
    • Vallahi be… Hatta bir tanesi buluyordu ahiretin yolunu. Hadi cumburlop dibuhu…

    Köprü üzerinin manzarası da ömürdü. Tramvaylar, birbirinin ardına dizilmiş, bekliyordu. Meğer tel kopmuş. Çok geçmedi telin kopan yerlerini bağladılar.

    Arkadaki sağlam telden cereyan alan tramvay, öndekini dürtüştürerek sürüyor, sonra öteki de aynı yere gelince dürtüştürme vazifesi daha arkadakine kalıyordu. Böylelikle tramvaylar yolundan kalmadı. Galata’da manzara değişiyordu. Buz tabakaları, bu sahilde daha kesif görünüyordu.

    Tramvayda birisi yanındakine anlattı:

    • Bizim şişman Kadri’yi tanırsın… Bu sabah Arnavutköy önünde buzun üstüne çıkıp resmini aldırdı.
    • Kadri mi? Aman birader, hiç durma kartpostal yaptır. İstanbul limanında ayı balığı diye seyyahlara satarsın.

    Akşam matbaada Fransızca “Milliyet”in öteberi işlerini gören ihtiyar Musevi niçin geç kaldığını soran sekretere şu cevabı verdi:

    • Matbaneyi her yün yörüyorum. Ama yetmiş yedi yaşındayım. Böyle karpuz yörmedim.

    Hep gülüştük:

    • Ne karpuzu bu?

    Yok, karpuz canım dedi, üstünde kar altında buz… Aman aman denizin üstünde ikisi beraber yüzüyor.

    Dün her yerde, bundan başka şeyin lafı olmadı ve bütün İstanbul, belki ömürleri müddetince bir daha görmeyecekleri bu manzarayı doya doya temaşa etmek için akın akın soğuğa, kara bakmayarak sahillere koştu.

    ÜÇ SARHOŞ KADIN BİR HADİSE ÇIKARDILAR [5]

    Dün gece Şehzadebaşı’nda Millet tiyatrosunda bir hadise olmuştur. Bedia, Meliha, Nebahat isimlerinde üç kadın dün gece sarhoş oldukları ve yanlarında bir komisyoncu olduğu halde Millet tiyatrosuna gidip bir loca işgal etmişlerdir.

    O sırada ince saz çalmakta imiş. Bunu müteakip hanende gazel okumaya başlamış, sarhoş kadınlar aşka gelerek: “Aman Allah!” diye feryadı vermişler ve bağırıp çağırmaya başlamışlardır.

    Bunların sesleri etraftakileri rahatsız edecek dereceye vardığından tiyatro müdüriyeti tarafından kendileri sükûnete davet edilmişlerse de dinlememişler ve müdür Cemal Bey’i dövmüşlerdir. Nihayet polis davetine mecburiyet hâsıl olmuştur.

    Bu sarhoş kadınlar memurini zabıtaya da hakarette bulunduklarından karakola sevklerine mecburiyet hâsıl olmuştur.

    Bunların muayenelerinde sarhoş oldukları anlaşıldığı gibi Nebahat Hanım alaimi cinnet gösterdiğinden tahtı müşahedeye alınmak üzere hastaneye sevk edilmiştir.

    BAYRAMDA FUTBOL [6]

    Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş Karşılaşıyorlar

    İstanbul “A” muhtelitinin İzmir seyahatının akim kalması üzerine bayramda bir turnuva yapılması ihtimali mevzubahis olmaya başlamıştı. Bu tasavvur müteaddit istihaleler geçirdikten sonra nihai şeklini almış ve alakadarlar arasında lazım gelen mukaveleler imzalanmıştır. Kabul edilen şekle göre bayramda yapılacak futbol faaliyeti bir turnuva esası üzerine ve dört kulüp arasında icra edilecek değildir.

    Bayramın ilk günü Beşiktaş-Fenerbahçe muhteliti, Galatasaray takımıyla karşılaşacak. Bayramın üçüncü günü de Galatasaray-Beşiktaş muhteliti Fenerbahçe’ye karşı oynayacaktır.

    Yapılacak maçların, uzun zamanlardan beri iyi bir futbol müsabakası seyretmekten mahrum olan İstanbul spor meraklılarını tatmin edeceği şüphesizdir.

    Bayramın birinci günü yapılacak maça Fenerbahçe-Beşiktaş muhtelitinin şu şekilde çıkması muhtemeldir: Osman, Kadri, Hüsnü, M.Reşat, Sadi, Rüştü, Alâ, Şükrü, Zeki, Fikri, Eşref.

    Bu takım oldukça kuvvetli bir cephe arz etmektedir. Takımın beraberlik kabiliyetini artırmak için maçtan evvel hep birlikte (eğer hava müsait olura) bir antrenman yapılması mukarrerdir.

    YANLIŞ LEVHALAR [7]

    Şehremaneti, imlası yanlış levha ve tabelalardan Mart iptidasından itibaren ceza almaya başlamış. İyi ama levhalardaki yanlışları kim tayin edecek? Zabıtai belediye memurları mı? Bu memurların imlaları kuvvetli olduğuna benim gibi Emanet erkânının da kanaatları kuvvetli olsa gerektir.

    Sonra İmla Lugatı, henüz “N” harfinin ortasına kadar neşredilmiştir, son kısmı daha çıkmamıştır. Hiç olmazsa lugatın tamamen neşrinden sonra ceza almak daha doğru olmaz mıydı?

    Mamafih gözümüze ilişen bir iki yanlışı haber verelim de lütfen ceza alıversinler.

    “Tepebaşı Bahçesi”nin levhasındaki “Bagçesi” yanlıştır.

    Vilayet otomobilinin plakasındaki “Vilayet” kelimesi yanlıştır, “A”nın üstüne inceltme işareti konulmamıştır.

    Fırka merkezinin levhasında da “İstanbul”, “İ” yerine “I” ile yazılmış, “Vilayet” kelimesindeki “a”nın üstüne inceltme işareti konulması unutulmuştur.

    NİHAT SPOR KUPASI [8]

    15 Şubat’ta Galatasaray kros şampiyonasına 40 atlet iştirak ettiren Galatasaray atletizm şubesi 8 Mart Cuma günü “Nihat Spor Kupası” namıyla büyük bir kır koşusu tertip etmiştir.

    Müsabaka Hürriyeti Ebediye tepesinde başlayarak Şişli, Harbiye, Taksim tarikiyle Galatasaray mektebine kadar devam edecektir.

    Müsabakaya dörder kişilik takımlar dahil olacak, en az sayı alan takım “Nihat Spor Kupası”nı kazanacaktır.

    Bu kupa yarışı her sene Mart’ın ikinci Cuması tekrar edilecek ve bu suretle galip takım kupayı ancak bir sene muhafaza edecektir.

    Koşuya saat onda başlanacaktır.

    BU NE KÜSTAHLIKTIR? [9]

    Bütün Bir Şehir Halkına Nasıl Tecavüz Edilir?

    Darülbedayiin rejisörü Ertuğrul Muhsin Bey bir aylık mecmuada Darülbedayi işlerine dair bir makale neşretmiş. Muhsin Bey bu yazısında şehir halkına pek iğrenç bir tarzda, nankörcesine hakaret ediyor ve ezcümle diyor ki:

    “Darülbedayi sanatkârları için en zevkli gece Salı akşamıdır. O akşam tiyatroda sanatkârları ve temsil ettikleri eşhası anlayan geniş ve okumuş bir kitle, o akşam tiyatronun havasında mutlak bir samimiyet, candan bir arkadaşlık vardır.

    Yalnız o gece elbiselerini veya kendilerini göstermek için tiyatroya gelen snob sınıfının cahil, fakat mütecaviz gözleri yoktur. Züppe tabakasının küstah ve yılan gözleri yoktur. Paraları mukabilinde vicdanları bile satın alınacaklarına kani, fırlama zenginlerin kaba ve terbiyesiz gözleri yoktur.

    O gece yüz liralık bir banknotun satın almadığı bir yeri mütevazı bir talebenin vesikası alır. Bir gece evvel lop etli bir şişkonun uyku kestirdiği koltukta bu gece sinirli bir genç baştan ayağa kadar uyanıktır.”

    “Hakaret muhayyerdir, iade olunur” dedikten sonra bir noktaya nazarı dikkati celbediyoruz:

    Darülbedayi bir şehir tiyatrosudur ve Şehremanetine merbuttur. Ertuğrul Muhsin Bey ise bu tiyatronun, yani İstanbul şehrinin maaşlı bir memurudur. Nasıl olur da durup dururken şehrin bir memuru şehir halkını tahkir edebilir?

    Ne hazin ve ne elimdir ki Darülbedayii ve onun sanatkârlarını, memurlarını, rejisörlerini besleyen ve yaşatan bu şehir halkı ve o halkın verdiği paralardır. Bu çirkin hakaret ve taarruz üzerine Şehremaneti, derhal Ertuğrul Muhsin Bey’e şehir halkına tarziye verdirmeyecek midir?

    ATLETİZM HAZIRLIĞI [10]

    Fenerbahçe atletizm kaptanlığından aldığımız varakada Balkan turnuvasına hazırlanmak üzere Fenerli atletlerin Cuma sabahı kulüpte bulunmaları ve atletizm antrenörü Her Abraham’ın da lütfen teşrifleri rica olunur.

    BİLARDO ŞAMPİYONASI [11]

    Bundan 6 sene evvel Beyoğlu’nda bir bilardo şampiyonası yapılmıştı. Avrupa’da sporun kıymetli bir şubesi olarak tanınan bilardonun şimdi İstanbul’da oldukça meraklı müntesipleri vardır.

    Geçen neslin kıymetli bilardistleri ayarında, mesela bir Fuat ve bir Hasan Bey ayarında yüksek teknik sahipleri mevcut değilse bile bugünün gençleri içinde buna yakın bir istidat arz edenleri bulmak imkânsız değildir.

    İstihbaratımıza nazaran yakında bir bilardo şampiyonası yapılması mevzubahis olmaktadır. Bu turnuva icra edilirse hiç şüphe yok ki bir alaka tevlit edecektir.

    YANLIŞ BİR İŞ! [12]

    Fikrimizi sadece şahsi bir kanaat olarak yazacağız:

    Birkaç zamandır, sabah refiklerimizden birisi geçenlerde Avrupa’da yapılıp biten bir müsabakadan ilham alarak bizde en güzel Türk kadını kim olduğu anlaşılsın diye bir müsabaka tertip etti.

    Evvela Avrupa’da bu müsabaka bitti ve biz geç kaldık.

    Saniyen Avrupa’da bile yüz binlerce güzel kadın kendini teşhir etmekten çekinerek bu müsabakaya girmemiş iken bizde hakiki Türk güzelliğini arz edebilecek aile kızlarının bu müsabakaya iştiraki ve kendini teşhire razı olması pek az muhtemeldir.

    Korkarız ki bu müsabaka neticesinde seçilecek kadın bizim güzelliğimizi hakkıyla takdim etmekten uzak olmasın.

    ERTUĞRUL MUHSİN BEY [13]

    Şehremini ve Muhsin Bey Ne Diyorlar?

    (…) Diğer bir refikimizde de şehremini Muhittin Bey’in bu mesele hakkında şu sözleri intişar etti:

    • Her fikir münakaşa sahasıdır. Ertuğrul Muhsin Bey edebi bir mecmuada fikrini yazabilir ve alakadarlar da bilmukabele fikirlerini yazarlar. Bu emaneti alakadar etmez. Ertuğrul Muhsin Bey Darülbedayi kapısından girdikten sonradır ki harekâtı ile alakadar oluruz.

    Dün Ertuğrul Muhsin Bey bir muharririmize bu mesele hakkında şunları söylemiştir:

    • O yazımda snop ve züppelere taalluk eden kısmın bu zümre tarafından infialle karşılandığını gördüm. Hatamı itiraf ediyorum, şahsen bana müracaat ettikleri takdirde kendilerine yegân yegân tarziye vermeye amadeyim.

    BİR SPORCU KAYBETTİK [14]

    Elektriğin Öldürdüğü Bir Sporcu Kız

    Evvelki günkü gazetelerin zabıta sütununda kısa bir havadis vardı: Sütlüceli bir genç kız, bir elektrik kontağı neticesinde kömür haline inkılap etmişti.

    Bu muhtasar satırları okuyanlar bu tanımadıkları gencin heder oluşu karşısında beşeri bir tecessüs duydular ve hadise gün geçmeden unutuldu.

    Hâlbuki gençliğini bir elektrik sademesine kurban veren bu bedbaht kız, henüz 17 yaşında bir sporcu, 1927 deniz yarışlarında Fenerbahçe’nin fıtasiyle birincilik kazanan namlı bir kürekçiydi. Bu seneki yarışlara, İzmir’de olduğu için, iştirak edememiş ve Fenerliler bu güzide istidattan mahrum oldukları için hanımlar yarışını kaybetmişlerdi.

    Nevhilal, mükemmel bir sporcu, nadir tesadüf edilen istidatlı bir denizciydi. Onun ufulile Türk sporculuğu kıymetli bir uzvunu kaybetti. Ve bunun için Nevhilal’in kendi öz babası kadar müteessir, muhtacı taziyedir.

    KIR KOŞUSU [15]

    Dün şehrin muhtelif yerlerinde, muhtelif kulüplere mensup atletler arasında kır koşuları yapılmıştır.

    Yakınlaşan Balkan Şampiyonası için bir nevi hazırlık olmak üzere idmanlara başlayan genç atletlerimiz bu suretle faaliyete geçmişler demektir.

    Yapılan kır koşuları şunlardır:

    Nihat Spor Kupası için dün, havanın muhalefetine rağmen Şişli’den Galatasaray’a kadar bir kır koşusu yapıldı. Koşuya Galatasaraylı kırk atlet iştirak etti. Baştanbaşa intizamla geçen bu koşuyu bütün atletler muvaffakıyetle bitirdiler. Bu suretle Nihat Spor Kupası gene genç Galatasaray’ın müzesine nasip oldu.

    Fenerli atletlerin dünden itibaren hazırlığa başlayacaklarını yazmıştık. Bu faaliyete dün bir kır koşusu ile başlandı. Kadıköy’de yapılan bu koşu, ekseri atletlerin idmansız bulunması dolayısıyla iyi bir derece ile neticelenmemişse de koşuya iştirak edenlerin adedi ispat ediyor: Fenerbahçe’deki geçen sene başlayan atletizm faaliyeti bu sene daha müsmer neticeler verecektir.

    Beşiktaşlı atletler dün yedinci kır koşularını yaptılar. Bütün kış faaliyetleriyle yegâne atletik hareketi ihdas eden Beşiktaşlılar cidden takdire layık bir gayret gösteriyorlar.

    FAALİYETTEN GÖZLERİMİZ KAMAŞIYOR! [16]

    Birbirlerini Yiyen Sporcu Efendilere İthaf!

    Hayalhanesi biraz kuvvetlice olan bizim spor muharririne ve sporu laf etmekten ibaret farz eden bazı muhterem kimselere nazaran, lehülhamt, memleketimizdeki spor faaliyeti oldukça hararetli bir manzara arz etmektedir. Takımlar getiriliyor, takımlar götürülüyor, müzakereler oluyor, mukabil teklifler dermeyan ediliyor, cevap gelecek, cevap verilecek ve hatta çok muhtemeldir ki Balkan turnuvası dahi şehrimizde icra edilecek…

    İnsan şu İstanbul’da oturmasa ve sporcularla onları yakından idare eden zevatı tanımasa bu nevi havadisleri gazetede okuyunca: “Aferin be yahu! Ne derin spor aşkı ve ne mükemmel bir teşkilat var! Bu kış kıyamette, kar demiyor, yağmur demiyor, çalışıp duruyorlar!” diyecek. Fakat ne çare ki hakikati hal hiç de bu güzel hikâyelerin anlattığı gibi değildir.

    Hakikatı hal şudur ki federasyon ismini verdiğimiz müessese bugün tam manasıyla bir miskinler tekkesine dönmüş ve kulüplerimizde ise kımıldanacak tabü takat kalmamıştır.

    Çok uzak değil, şu memlekette bir kere o meşhur olimpiyat kepazeliğinden evvelki spor, bilhassa futbol faaliyetini hatırlayınız. Bir de bugünkü uyuşuk, tembel, aciz, miskin manzaraya bakın. Aradaki farkın azameti karşısında rüya görmüş gibi, şaşar kalırsınız. Bu teşkilat, o teşkilat mı? Bu kulüpler, o kulüpler mi? Bu adamlar, o adamlar mı? Ve bu milli takım, o milli takım mı? Bilhassa haniya o bir kelime hücum ediliği zaman derhal asabiyet kesilen, rekabet gayretiyle coşan ve amatör futbolcunun yüksek şerefini muhafaza için haftalarca idman yapan, perhiz eden ve galibiyeti kendisine en güzel rüya edinen gençler nerede?

    Bu memlekette spor, 5 ene içinde 100 senelik bir inkişafa mazhar olmuştu. Türk milli takımı, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi iki büyük gençlik ocağının elleri üzerinde günden güne yükseliyordu.

    Bu iki el arasındaki şiddetli rekabet (bazı ahmakların münaferet zannettikleri ve hakikatta bu memleket sporu için hayat iksiri olan rekabet) Türk milli takımını hatta merkezi Avrupa’nın en yüksek milli takımlarıyla boy ölçüşecek bir hale getirmiş bulunuyordu.  Türk milli takımı beynelmilel futbol terazisi üzerinde sayılı bir ağırlık olmuştu. Senelerin ve birçok himmetlerin bu yüksek eseri, her nasılsa spor işlerine musallat olmuş bazı aptalların beceriksizlikleri yüzünden bir iki ay içinde mahvoldu. Türki milli takımının bin bir emekle vücuda getirilen şöhret ve itibarı, federasyon ismini verdiğimiz teşkilatın bu işi kavramaya ve idare etmeye ehliyetsiz azası elinde heder oldu. Her tarafta mağlup ve perişan olduktan sonra, kıymeti sıfıra inmiş bir takımla İstanbul’a dönüldü ve tabii bu takımla hiçbir iş yapılamayacağı için memleketteki futbol faaliyeti de söndü.

    Şimdi gazetelerde “F.T.S.” geliyor, “M.T.K.” gidiyor! Tarzında haberleri okuyunca kendimi gülmekten zor menediyorum. Hangi M.T.K. gelecek? Niçin gelecek? Kiminle oynayacak?

    İla maşallah, erkânı muhtereme, birbirlerini yemekten henüz doymadılar. Onların milli takımla uğraşmak, hakım getirmek, bu işi ölüm halinden kurtarmak için biraz silkinivermekten daha evvel, birbirlerini kemiklerinin son zerresine kadar yemek gibi çok mühim işleri var. Bu elde kalan sıfıra müsavi kuvvetle seyahat de yapılamaz. O halde artık tadı tuzu kaçan ve hiçbir cazibesi kalmayan bu işle neden uğraşsınlar? Esasen uğraşsalar da bir şey yapamazlar. Her şeyi yüzlerine, gözlerine bulaştırırlar. Eskiden başkaları çalışır, başkaları hazırlar, onlar da, boy gösterir, bedava maç seyreder, ziyafetlerde yemek yer ve icabında ahkâm vazederler; amiyane tabiriyle yalnız lüpe konarlardı.

    Binaenaleyh, şu geliyor, bu gidiyor, şöyle olacak, böyle olacak laflarına aldırmayınız. Bu gidişle bu adamlarla ve bu takımla hiçbir şey olamaz. Çünkü olmasına hesaben ve maddeten imkân kalmamıştır. Bu efendileri miskinlikten kurtarıncaya kadar bu işleri, bu sütunlarda mevzubahis etmeye devam edeceğiz.

    50 KADIN! [17]

    Afrika’daki İngiliz müstemlekelerinden birinde bir zenci reisi ölmüş, 50 tane karısı dul kalmış. İşin daha şayanı hayret ciheti 300 de çocuk bırakmış.

    Bu rakamı görenler harikulade bir hadise telakki etmiş olmalıdırlar ki gazetelere bir garibe olarak yazmışlar. Lakin efendim! Biraz insaflı düşünürsek içimizde öyle “zendostlar” var ki bu zenci reisini gölgede bırakır. Yalnız siyahi ile bunlar arasındaki fark, yalnız renk değil biraz da “sadakat” farkı var.

    Siyah reis karılarını alarak terk etmiş; hayatı cariyemizde birçokları tarafından bırakılan kadınların adedi bundan her halde çoktur.

    HEM STADYUM HEM DE… [18]

    Şehremanetinin, inşallah, yaptıracağını çoktan beri işitip durduğumuz Stadyumu için pek münasip gördüğü mahut Çukurbostan, bir refikimizde intişar eden resmine nazaran, son karlar ve yağmurlar üzerine bostanlıktan akmış, göl halini almış…

    Çukurbostan’ın şehir stadyumu olduğunu, ölmez de görürsek, kışın karlar eridiği ve sonbaharda yağmurlar yağdığı zaman futbol sahası oyuncuların yarı beline kadar su ile dolacak demek…

    Tabii o zaman Şehremaneti Muavini Şerif Bey’e gazeteciler ve sporcular müracaat edecekler ve şu cevabı alacaklardır.

    • Fena mı efendim? Hem futbol oynarsınız, hem yüzme müsabakaları hem de kayık yarışları yaparsınız. Böyle efradını cami bir stadyumu Amerika’da bile bulamazsınız. İcap ederse çeşmelerde çıkan balıkları da orada üretiriz.

    BAYRAMDA FUTBOL MAÇLARI YAPILACAK [19]

    Fakat Acaba Hava Müsaade Edecek mi?

    Bayram bizi epeydir uzak kaldığımız futbola kavuşturacak mı?

    Bayram malum olduğu üzere, hemen her gelişinde yeni spor faaliyetine, bilhassa futbol temaslarına yol açar. Futbol takımları arasında turnuvalar olur. Fakat bu sene bayramın karakışın içinde geçmesi ve daha iki gün evveline kadar karın ve soğuğun şiddetinden bir şey kaybetmemiş olması bu hususiyet etrafında tereddüt uyandırdı.

    İşte onun için yazımıza bu tereddüte işaret eden bir sual cümlesiyle başladık. Filhakika dünden beri yağışsız giden havanın yarın dondurucu bir tipi halini almayacağı temin edilmeyeceği için, şehrimizde bayram günleri maç yapılıp yapılmayacağını kestirmek mümkün değildir. Eğer buna imkân olursa evvelce yazdığımız gibi ilk gün Fener-Beşiktaş muhteliti ile Galatasaray, üçüncü gün de Galatasaray-Beşiktaş muhtelitiyle Fenerbahçe oynayacaktır.

    Diğer taraftan öğrendiğimize nazaran, Kuleli birinci futbol takımı Sanatkaran Gücü ile karşılaşmak üzere dün Bursa’ya gitmiştir. Darüşşafaka birinci takımı da bayramın ikinci günü İzmit muhtelitiyle maç yapmak üzere İzmit’e gidecektir.

    Bunlardan başka İzmir kulüpleriyle Süleymaniye takımı arasındaki muhabere müspet bir netice vermiş ve Süleymaniye birinci takım oyuncuları başlarında kulüp erkânından iki zat olduğu halde Anafarta vapuruyla İzmir’e müteveccihen şehrimizden ayrılmıştır. Süleymaniye İzmir’de birinci sınıf iki takımla iki maç yapacaktır.

    Bittabi bütün bu maçların icrası bayramda havanın güzel bir yüz göstermesine bağlıdır.

    YENİ ZEVKLER [20]

    Kadim devirlerde yaşayan insanlar, bizim bugün tanıdığımız zevklerin cümlesini tanırlardı. Mısırlılar, Fenikeliler, Asuriler, Gildaniler, Yunaniler, Romalılar, her türlü mücevheratı, güzel kokuları, ipekli kumaşları ve içkilerin her nevini bilirlerdi.

    Onların meçhulü ve bizim aşinası olduğumuz yeni zevkler şunlardır: Tütün, kahve, çay… Fakat bugünün fenni, gerek tütünün gerekse çay ve kahvenin birer tehlikeli zehir olduğunu söylüyor ve bunlardan sakınmayı tavsiye ediyor.

    O halde binlerce sene sonra dünyaya gelmiş olmanın bizim için ne karı kalıyor?

    BAYRAM GÜNLERİ YAPILAN MAÇLAR HEYECANLI OLDU [21]

    Dün hava daha güzel, soğuk daha az, saha daha kuru, kalabalık daha fazla idi. Galatasaray-Beşiktaş muhteliti Fenerbahçe ile karşılaşıyor. Hakem de böyle nispeten mühim maçlar için bir sima: Salahattin Bey.

    Mamafih kale önünde herkes faul ve hentbolla müterafk birbirine girerken öyle hoş bir durup seyredişi var ki etliye sütlüye pek karışılmaması lazım gelen maçlar için iyi bir hakem olacağını gösteriyor.

    Takımlar şöyle:

    Galatasaray-Beşiktaş: Halis, Burhan, Hüsnü, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Mehmet, Necdet, Eşref, Rebii.

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Mehmet Reşat, Alâ, Muzaffer, Zeki, Fikret, Nevzat

    Muhtelitin iyi bir şekilde olmamasına mukabil Fener en iyi bir şekildeydi. İlk devre başlar başlamaz muhtelit Leblebi’nin ayağıyla bir sayı kaydetti. Bunu epey zaman sonra Fener’in bir sayısı takip etti. Bu müsavat, devrenin ve oyunun nihayetine kadar devam etti. Fener’in daha seri, daha canlı ve umumiyetle hâkim oynamasına rağmen netice değişmedi.

    Muhtelit hücum hattındaki anlaşamamazlığa ve bu hatta bir oyuncunun topu iki metre ileriye vuramayacak kadar halsiz olmasına mukabil Fener muhacim hattı çok muvaffak oluyordu. Muhtelit müdafaası biraz ağır bastığından oyunun neticesine hâkim olan müsavat teessüs etti. Böylece bu maç birer sayıyla ve beraberlikle bitti.

    İki maçta gördüğümüz oyunculardan oyunlarından, vaziyetlerinden ayrıca bahsedeceğiz.

    Bayramın Diğer Maçları

    Bayram 1. Çarşamba. Keskin bir ayaz, bununla beraber güneşli ve bulutsuz bir hava. Saha daha yeni erimiş karların tesiriyle oldukça çamurlu. Hele kalelerden birinin önü oyuncuları zaman zaman şaşırtacak bir şekilde. Bugün İstanbul şampiyonu Galatasaray kendisinden sonra en kuvvetli iki takımın muhtelitiyle karşılaşacak: Fenerbahçe-Beşiktaş muhteliti.

    Hakem Adil Giray Bey.

    Takımlar şöyle:

    Galatasaray: Rasim, Mehmet N., Burhan, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Mehmet, Necdet, Latif, Kemal

    Fenerbahçe-Beşiktaş: Halis, Kadri, Zeki, M.Reşat, Hüsnü, Cevat, Alâ, Şükrü, Zeki, Fikret, Eşref.

    Futbolcuların uzun bir zamandır muattal kalmış olması maçı seyre gelenlerde evvela tatsız bir müsabaka seyredileceği zannını tevlit etmiştir. Hâlbuki daha oyun başlar başlamaz bunun aksi tezahür etti. Ve maçlar baştan nihayete kadar çok zevkli ve hararetli oldu.

    Hiç ümit edilmediği halde Galatasaraylılar ilk devrede denilebilir ki umumiyetle hâkim oynadılar ve muhtelit kalesini mütemadi bir tazyik altında bulundurdular. Mamafih bu devrede sahanın kendi hücumlarına daha müsait olmasından istifade edemediler, belki de netice üzerine müessir olabilecek fırsatları kaçırdılar. Bu devrede ilk sayıyı Zeki’nin ayağıyla muhtelit yaptı. Biraz sonra da Nihad’ın direğe çarpan şiddetli bir şutundan sonra Leblebi Gaşatasaray hesabına müsavatı temin etti.

    İkinci devrede Galatasaray takımında idmansızlığı dolayısıyla yorulan Latif’in yerine Rıfat girmişti. Buna mukabil muhtelit Sadi ve Rıdvan’la iki taze kuvvet almıştı. Gerek bu keyfiyet, gerekse Galatasaray’ın ilk devredeki müsait vaziyetten istifade edememesi buna zamimeten Rasim’in bariz idmansızlık yüzünden yaptığı hatalar muhtelit lehine oldu ve daha ikinci devre başlar başlamaz üst üste yapılan iki sayı Galatasaraylıların kuvvei maneviyesine müessir oldu. Bununla beraber Nihat muhtelitin dört muavin ve müdafiini tek başına geçerek adeta cebren Galatasaray’ın ikinci sayısını yaptı. Üçüncü bir gol de tam kale çizgisini üstünde çamura saplanarak kaldı.

    İlk mağlubiyet muhtelitin yaptığı bir sayıdan sonra oyun 2-4 Galatasaray aleyhine neticelendi. Galatasaray altı senedir İstanbul’da ilk defa mağlup oluyordu. Mamafih son oyun Galatasaray’ın lig maçlarında hasımları düşündüreceğini gösteriyor.

    İZMİR’DE BİR İSTANBUL TAKIMI [22]

    Dün İzmir’den gelen bir telgraf İzmir’de yapılan bir maçta İstanbul muhtelitinin oynadığını ve mağlup olduğunu bildirmekte idi. Akşam gazetelerinde intişar eden bu haber İstanbul’un sporla alakadar mehafilinde hayretle karşılanmıştır.

    Hele evvelce bayram münasebetiyle İstanbul takımının İzmir’e gitmesi bir aralık mevzubahis de olduğu için, bu haberi olduğu gibi kabul edenler bile olmuştur. Hâlbuki mesele şudur: İzmir’de filhakika bir İstanbul takımı vardır. Fakat bu İstanbul muhteliti değil, Süleymaniye takımıdır.

    Takım oyuncuları arasında Beşiktaş’ın üçüncü takımından da üç oyuncu vardır. İzmir muhtelitiyle oynamış ve sıfır bir gibi pek fena addedilmeyecek bir netice almıştır. Filhakika maçın telgrafta kaydedilen neticesi İzmir takımının karşısındaki rakibin İstanbul takımı olmadığını kâfi derecede gösteriyorsa da bu noktayı şu suretle tespit etmeyi münasip gördük. Mahut telgraf şudur:

    İzmir, 15 (A.A.) – İstanbul muhtelit takımı ile İzmir Altay-Karşıyaka muhtelit takımı arasında yapılan maçta İstanbul sıfıra karşı birle mağlup olmuştur.

    SPOR İŞLERİ [23]

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul mıntıkasından:

    Badema yapılacak bilumum müsabakalarda kulüp mensuplarına fotoğraflı hüviyet varakaları mukabilinde nısıf tenzilat için yeni hüviyet varakası şekli kabul olunmuş ve Stadyum idaresine de bu bapta tebligat yapılmıştır. Kulüp hüviyet varakaları şekli mıntıka merkezindedir. Kulüplerin her gün dörtten sonra mıntıka merkezine müracaat ederek mezkur hüviyet varakaları şeklini görmeleri ehemmiyetle tebliğ olunur.

    BİZDE TENİS [24]

    Türkiye’de en çabuk taammüm eden ve en çok sevilen sporların başında tenis vardır. Orta ve yüksek tabakanın hemen hemen en temiz eğlencesini teşkil eden tenis, bütün yaz gençliği çok meşgul etmektedir.

    Kısa bir müddetten beri aramızda yerleşmiş olmasına rağmen yaz mevsiminde hemen hemen yer hafta birçok yerlerde tenis turnuvaları yapılır, kupalar kazanılır. Tenisin memleketimize girdiği zamandan beri çok az bir müddet geçtiği halde Türk gençleri arasında çok kıymetli elemanlar yetişmiştir. Fenerbahçeli Zeki, Sedat, Suat, Galip, Mehmet ve Tevfik en mütemayiz tenisçilerimizdir.

    16 MART’I UNUTMADIK FAKAT MEŞHEDİ UNUTTUK [25]

    16 Mart faciasının cereyan ettiği yeri, bilmem, gördünüz mü? Şehzadebaşı’ndan geçenler Letafet apartmanının yanında küçük bir meydan ve burada ikiye ayrılan sokakların arkasında, tel örgülerle çevrilmiş, çirkin bir harabe görülür. İşte orası, evvelki gün mezarlarında merasim yapılan 16 Mart şehitlerinin mübarek kanlarının döküldüğü yerdir.

    16 Mart sabahı bilhassa ziyaret ettiğim bu harabe, İstanbul’un, Mücadele ve İnkılap senelerinin en kutsi, en muhterem, en tarihi köşesidir.

    Orada dökülen 5-6 mazlum Türk neferinin kanı, kara bir milletin gazabını taşıran, coşkun bir sel haline getiren son damlalar oldu.

    İşte her İstanbullunun ziyaret etmesi lazım gelen bu Şehitlik, dokuz seneden beri çirkin, kirli bir harabe halinde, orada duruyor. 16 Mart’ı unutmuyoruz, 16 Mart şehitlerinin mezarlarını ziyaret etmeyi unutmuyoruz; fakat o aziz şehitlerin azgın bir zulme kurban oldukları yeri unutuyoruz, önünden geçerken utancımızdan bakamayacak kadar unutuyoruz! (…)

    TÜRKİYE FUTBOL FEDERASYONU’NDAN [26]

    1929 senesi 1 Haziran’ında hitam bulmak üzere Futbol (Hakem Kursu) küşat edilecektir. Her hafta Perşembe, Pazartesi akşamları şimdilik saat on yedi buçukta başlanacak olan derslerin birincisi 25 Mart 1929 Perşembe günüdür. Kaydolmak isteyen zevatın her gün saat dörtten sonra Eminönü Rıhtım Hanı’nda 9 numarada Federasyonlar merkezi kitabetine lüzumu müracaatları tebliğ olunur.

    HAKEM DERDİ [27]

    (…) Hakem şahadetnamesi alanlar içinde futbolla alakası yalnız oyunu seyretmekten ibaret kalmış mektep çocukları bulunduğu için bu gibi hakemlerin idare etmek namı altında çorbaya çevirdikleri maçlar şahadetnamelerin itibarını kırdı ve teşkilatın selahiyet vesikasını taşımak cehle alamet telakki edildi.

    Hakem derdini halletmek memleket sporuna ciddi bir hizmet ifa etmek olacaktır. Fakat bu iş alelade bir kurs açmakla yapılamaz. Çünkü yalnız vukuf maksadı temine kifayet edemez. Biz vukuf ve selahiyeti münakaşa edilemez öyle hakemler gördük ki galibin kazandığı zaferde, kendine bizzat galipten fazla şeref hissesi ayıracak kadar gayretkeşlik göstermiştir. Şu halde hakem meselesi yalnız vukuf noktasından tetkik edilmemelidir.

    Bir hakemde:

    1. Futbolu oynamış bulunmak,
    2. İdare kabiliyetini haiz olmak,
    3. Hüsnü niyetinden şüpheye düşülmeyecek derecede sporcu ruhunu kavradığı muhakkak olmak vasıfları bulunması lazım geldiğine göre bir kurs açarken, lalettayin her müracaatçının kabulü cihetine gidilmemesi lazımdır.

    Futbolu oynamamış olanların hakemlik edebilmeleri nasıl kabil değilse nüfuzunazar ve idare ettiği maçlarda tarafeyn üzerinde iyi bir tesir bırakamayacak olanların da hakem olabilmeleri o nispette gayri kabildir. Federasyonun bu ciheti nazarı dikkate alarak yeni açtığı kursu mektep çocuklarıyla doldurmaması şayanı temennidir.

    BEKÂRLIK VERGİSİ [28]

    Muhterem mebuslarımızdan biri bekârlardan vergi alınması için Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun layıhası vermiş. Bekâr kalmayı tercih ederek evlenmeyenler, elbette bir düşünce ve sebeple aile teşkil etmekten çekiniyorlardır.

    Bekârlığın sebepleri muhteliftir. Bütün ömürlerini bir tek kadına hasretmek istemeyenler, bir ailenin maddi ve manevi zahmetlerini zevklerinden ağır bulanlar, her zaman hür ve serazat yaşamak isteyenler, sevdiklerinin hatıralarına sadık kalmaya azmetmiş olanlar, bir kadını mesut edemeyeceğine ve kendisinin de mesut olmayacağına kani bulunanlar, bir defa evlenip de evlilikten ağzı yananlar ve nihayet bu hayat ve maişet darlığında kendini zor geçindirirken bir ailenin de yükünü taşıyacak kudrette olmayanlar ki bekârların ekseriyetini bunlar teşkil eder.

    Evlenmek istemeyenlerle istedikleri halde evlenemeyenleri böyle bir kanunla evlendirmenin imkânı var mıdır?

    Zorla güzellik olmayacağı gibi, zorla da kimse evlendirilemez. Parası olanlar bekârlık vergisini verir, canı istemiyorsa yine evlenmez. Parası olmadığı için evlenmeyenler ise her halde bir aileyi geçindirmeye sarf edilecek paradan çok az olacak olan vergiyi vererek yine bekâr kalır, fakat biraz daha maişet darlığına uğrarlar…

    Hem, hiç cebren kurulmak istenilen ailelerden hayır mı gelir? Bu çeşit mecburiyetler vaz’ı kaş yapayım derken göz çıkarmak kabilinden bir iş olur. Çünkü zorla kurulan aile yuvaları, içtimai faciaları çoğaltmaktan başka bir şeye yaramaz.

    İzdivaçları çoğaltmak için bekârlardan vergi almak para etmez, refahı çoğaltmak lazım gelir.

    Buna benzer bir teklif, beş altı sene evvel Erzurum mebusu Salih Hoca tarafından ortaya atılmış fakat Hoca Efendiye şöhret temin etmekten başka bir şeye yaramamıştı. Yeni layihadan da birincisinden fazla bir fayda beklemiyoruz.

    BİR SPORCU AİLESİ [29]

    Eski ve maruf beynelmilel futbolcularımızdan Fenerbahçeli İsmet Bey’in elyevm Adana merkez hastanesinde göz mütahassısı olarak Adana’da bulunduğu malûmdur. İsmet Bey’in ahiren Hüseyin Hüsnü Emir Paşa’nın yeğenleri Yıldız Hanım’la nişanlandıklarını haber aldık. Yeni nişanlılara saadet temenni ederiz.

    FUTBOLDA ÖLÜM [30]

    Bir oyun esnasında Beşiktaş kulübünden sporcu Adil Bey’in ölümüne sebebiyet vermekle maznun bulunan Sanayi Mektebi talebesinden Hüsamettin Bey hakkındaki davaya dün üçüncü ceza mahkemesinde devam edilmiştir.

    Geçenki celsede oyun esnasında tekme vurmakta fenni bir lüzum olup olmadığının tespiti için mahkeme azasından Zarifi Bey’in riyasetinde ve Federasyon katibi umumisi Şerafeddin, güreş heyetinden Ahmet, Adnan Beylerden mürekkep olmak üzere bir ehlivukuf teşkiline karar verilmişti. Bu heyet dün içtima ederek bu hususta raporunu tanzim eylemiştir. Heyeti hakime raporu tetkik ettikten sonra kararını verecektir.

    FENER-GALATASARAY, MUHTELİTLE KARŞILAŞIYOR [31]

    Bu Cuma günü Taksim Stadyumu nadir tesadüf edilir derecede ehemmiyetli bir müsabakaya sahne olacaktır. Herkesin alaka ile karşılayacağı bu maç, Fenerbahçe-Galatasaray muhteliti ile diğer İstanbul takımlarının teşkil edecekleri kombinezon arasında yapılacaktır.

    Fener-Galatasaray muhtelitinin Türk milli takımının onda dokuzu olduğuna göre yapılacak maç şayanı dikkat olacaktır.

    İstanbul takımlarının teşkil edeceği muhtelitin Fener-Galatasaray kombinezonuna muadil bir kuvvette olacağı şüphesizdir. Milli ve temsili maçlara iştirak etmedikleri halde, edenlere müsavi kıymette olan birçok oyuncular vardır ki onların teşkil edecekleri takım, herhalde tehlikeli bir rakip olacaktır.

    Fenerbahçe-Galatasaray muhtelitinin Cuma’ya alacağı şekil ağlebi ihtimal şöyle olacaktır:

    Rıza, Kadri, Burhan, Mithat, Nihat, Reşat, Alâ, Mehmet, Zeki, Fikret, Rebii

    Bu takıma mukabil muhtelitin alacağı şekil henüz muayyen değildir. Mamafih muhtelitin de sahaya kuvvetli bir teşekkül halinde çıkacağı muhakkaktır.

    DAVET [32]

    Galatasaray-Fenerbahçe Muhtelit Takımı Kaptanlığından:

    22 Mart Cuma günü icrası mukarrer muhtelit takım müsabakasına iştirak etmek üzere zirde esamisi muharrer oyuncuların yevmü mezkurda saat on dörtte Galatasaray kulübünde hazır bulunmaları rica olunur.

    Galatasaray’dan: Rasim, Burhan, M.Nazif, Suphi, Nihat, Mithat, Mehmet, Rebii, Muslih. Fenerbahçe’den: Rıza, Kadri, Reşat, Zeki, Alaaddin, Fikret.

    GİŞE [33]

    Türkçeye girmiş aslı Fransızca olan bazı kelimelerin, yeni harflerle yazılırken, hatalı bir telaffuz tarzına göre tespit edildiği görülüyor. Mesela “gişe” kelimesi. Yeni imla lugatında bu, “kişe”dir.

    Sebep? Gerçi bir sınıf halk bunu böyle söyler. Fakat bu telaffuz organik Türk şivesinin icabı değil, eski imlanın kusurundan ileri geliyordu. Zira eskiden alelade yazılarda “K” ile “G”yi birbirinden ayıracak bir işaret kullanılmıyordu. Bu yüzden “gişe” kelimesinin Fransızcadaki imlasından haberdar olmayanlar, harflere aldanarak bunu “kişe” diye okurlardı. Ecnebi bir kelimenin lisanımızdaki bu istihalesine başka bir sebep gösterilebileceğini zannetmiyoruz.

    Türkçede “g” harfi yok değildir ki “gişe”deki “g”yi telaffuz zarureti için “k”ya kalbetmek lüzumu mevcut olsun.

    Tiyatro, sinema, banka, vapur ve istasyon bulunmayan bütün yerlerin halkı bu kelimenin vücudundan bile haberdar değildir. Ecnebi lisanlarına vakıf olan büyük bir halk kitlesi ise bunu “gişe” diye söyler. Binaenaleyh “kişe” telaffuzu gayet dar bir sahaya, yani büyük şehirlerin okuması, yazması az olan mahtut bir halk tabakasına münhasır kalıyor. Bu, yanlış bir telaffuza, resmi bir mevcudiyet vermeye kafi mi?

    BEŞİKTAŞLILAR 1’E KARŞI 5 SAYI İLE GALİP GELDİ [34]

    Çalışanların Çalışmayanlara Galebesi

    Dün yapılan maç pek heyecanlı oldu. Bunu bilhassa söylüyoruz. Hiç mübalağa etmeden tekrar edelim ki dün yapılan ve her spor için büyük bir hadise teşkil eden Beşiktaş ve Galatasaray-Fener muhteliti arasındaki maç azami heyecanla temaşa edilmiş, netice ise bir çoğumuzun kolaylıkla ihtimal vermediği bir surette bitmiştir. Maçı görmeyen karilerimize bu neticeyi haber verelim de onlar da bizimle beraber bu oyunun ehemmiyetini takdir etsinler.

    Evet… Dünkü maçta Beşiktaş tam 5 sayı gibi mühim bir sayı ile karşısındaki muhtelit takıma galip gelmiştir. Netice şudur:

    Beşiktaş 5, Galatasaray ve Fener muhteliti:1…

    Şimdi bu muvaffakiyet üzerine Beşiktaş gençlerini samimi bir surette tebrik ederken şunu da kaydedelim ki bu netice her ne kadar birçoğumuzun ihtimal vermedikleri bir netice olsa bile şunu düşünmeli ki çalışmak kadar büyük bir muvaffakiyet amili olamaz. İşte bu basit fakat ölmez hakikattir ki Beşiktaş’ın dünkü galebesini izah edebilir. Çalışıp kazananlara ne mutlu!

    Galatasaray-Fenerbahçe muhteliti dün diğer kulüplerin oyuncularıyla takviye edilmiş Beşiktaş’la yani bir muhtelitle karşılaşacaktı. Halbuki kendi kuvvet ve idmanına güvenen Beşiktaş, kısmen de kendi oyuncuları arasındaki tesanüdü bozmamak için başka oyuncu almayarak kendi oyuncularıyla çıkmıştı. Bu suretle Galatasaray-Fenerbahçe muhteliti, bir muhtelitle değil fakat doğrudan doğruya Beşiktaş’la karşılaştı.

    Her zaman için İstanbul’un en kuvvetli futbol takımlarına malik olmakla maruf bulunan bu iki kulüp muhteliti (maçı görmeyen karilerimiz hayret etmesinler!) Beşiktaş’a karşı feci bir mağlubiyete uğradılar: 5-1.

    Bu netice sarahatla ve bir defa daha ispat etti ki çalışanların da çalışmayanlar üzerinde bir hakkı galebesi vardır. Futbolda olduğu kadar her sporda da filhakika iyi namın muvaffakıyette az çok bir yardımı vardır. Meharet galebeyi temin eden avamildedir. Fakat çalıştırılmamış, işlenmemiş bir mehareti çok çalışmışlar karşısında büyük bir nam bile kurtaramaz. Beşiktaşlılar belki dünkü hasımları kadar tecrübeli mahir değildiler; fakat her halde boş durmamışlar, çalışmışlardır.

    Hakikatten başka bir şey ifade etmeyen dünkü netice iki maruf kulüp futbolcularının nazarından kaçmamalıdır. Bilhassa 5 Nisan’da Beşiktaş’la ikinci devrenin ilk lig maçını yapacak olan Galatasaray, Beşiktaş’ın kendilerini iki puanla takip ettiğini unutmamalıdırlar. Beşiktaş’ı dünkü mühim muvaffakiyetinden dolayı samimiyetle tebrik ederken her zaman için böyle çalışmalarını tavsiye eyleriz.

    Biraz da maçtan bahsedelim.

    Beşiktaş: Zeki, Adnan, Hüsnü, Tahir, Rüştü, Hayati, Nafi, Şükrü, Eşref, Selahattin.

    Galatasaray-Fenerbahçe: Rıza, M.Nazif, Burhan, Reşat, Nihat, Mithat, Alâ, Mehmet, Zeki, Fikret, Muslih.

    İlk devrede muhtelitin müdafaası az çok iyi olmasına rağmen muhacim hattının baştan başa tesirsiz ve cansız oyunu derhal Beşiktaş’ın hakimiyetini temin etti. Bu devrede Beşiktaş bir sayı yaptı.

    İkinci devrede muhtelit müdafaasında yapılan tebeddül büsbütün muhtelit aleyhine oldu. Çok canlı ve candan oynayan Beşiktaşlılar bu devrede de muhtelitin yegane sayısına dört golle mukabele etti.

    Dün bu maçta evvel Galatasaray-Fenerbahçe küçükleri bir maç yapacaktılar. Bu maç evvelden takarrür etmiş olmasına rağmen Fenerliler ancak Perşembe akşamı geç vakit, bu maçı gelecek hafta yapabileceklerini haber verdiklerinden Galatasaraylılar Esayan Ermeni takımıyla bir maç yaptılar ve 6-0 galip geldiler.

    SABIK ŞÖHRETLERİN MAĞLUBİYETİ! [35]

    Cuma günü yapılan maç Olimpiyat hezimetlerinin bir tekerrürü oldu. Milli takımı teşkil eden oyuncular, Mısır milli takımının karşısında neden yenildilerse dün de Beşiktaş takımının karşısında yine ondan yenildiler.

    Bir tarafta sabık şöhretler ve çalışmayı ihmal edenler, diğer tarafta ise gayretli, çalışkan ve mefkûre sahibi gençler vardı. Tabiidir ki sabık şöhretler ve idman zahmetine katlanmayanlar bu idmanla ve ateşli gençlerin karşısında aciz kaldılar, yenildiler.

    Beşiktaşlılar şampiyon olmak mefkûresi ve galip gelmek azmi, Türkiye’nin en kuvvetli kulübü olmak emeliyle gece gündüz çalışıyorlar. Galatasaraylılar ve Fenerliler bu gayelere vasıl olmak istemiyor değillerdir; fakat onlar, bunun için yalnız, oynuyorlar, o kadar…

    Bu maç şu hakikati bir daha ispat etti:

    Sabık şöhretlerine istinat eden binnisbe ihtiyarlamış oyuncularla çalışmadan, nefsini devamlı ve zahmetli bir idmana tabi tutacak, zevkinden, eğlencesinden vazgeçecek kadar sporcu feragatine malik olmayanlar veya bu meziyetlerini kaybeden gençler için muvaffak olmanın imkânı yoktur.

    Beşiktaş takımı dün sporculara:

    “Zafer çalışanın, mağlubiyet tembelindir.” Hakikatini öğrettiği için tebrik ve takdire layıktır.

    Spor kulüpleri ve teşkilat erkânı, artık gözlerini maziden istikbale, tembellerden çalışkanlara çevirmek lüzumunu artık anlamışlardır, sanırız.

    BOŞO EFENDİ [36]

    Bir Zamanlar Osmanlı Bankası Kadar Osmanlı Olduğunu Söyleyen Adam Öldü

    Bir zamanlar Makedonya’da ticaretle iştigal ederken meşrutiyetin ilanı üzerine Serfiçe’den mebus intihap olunarak Osmanlı Meclisi Mebusanı’na giren Boşo’yu tanırsınız.

    Bu adam, o senelerin parlamento hayatında ismi üzerinde hayli dedikodu yaptırmıştı. O zamanki mizahi ve ciddi gazeteler Boşo Efendi’den uzun uzun bahsetmişlerdi.

    Mesela bu adam bir gün kürsüye çıkmış ve “Efendiler, Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise ben de o kadar Osmanlıyım!” demek cüretinde bulunmuştu da kimse bu küstahı defetmemişti.

    Bir başka gün de merhum Babanzade Hakkı Bey’den bahsederek “Yabanzade” demiş ve merhumdan şu güzel cevabı almıştı: “Babandır!”

    İşte bu Boşo, nihayet Yunanistan’a gitmiş ve orada mühimce mevkiler işgal etmişti.

    Dün aldığımız bir habere göre bu açıkgöz ve küstah adamın bir ameliyat neticesinde gözlerini macera dolu hayatına kapamıştır. Haber şudur:

    Atina-24 (Apo, Matini) Sabık mebuslardan kirye Boşo bir ameliyat neticesinde vefat etmiştir.

    TÜRK KADINININ İNTİHAP HAKKI [37]

    Kadınlardan da mebus çıkarılması meselesinin en hararetli müdafii olan Nezihe Muhittin Hanımla görüşen bir muharririmiz diyor ki:

    Dün Nezihe Muhittin hanımla tekrar görüştüm. Türkiye’deki kadın mefkûrelerinden birinin, hatta en birincisinin tahakkuk etmek üzere bulunması, kadınlar birliğinin sabık reisesini helecan ve heyecana gark ediyordu. Nezihe Hanım, sevinç ve telaş içinde bize şu izahatı verdi:

    “Çoktan beri uğrunda mücadele ettiğim gayelerimden en mühimi artık tahakkuk sahasına girdi. Heyecanımı maruz görünüz, içimde hayallerini hakikat halinde görmeye muvaffak olan bir insan sevinci var.

    Cumhuriyet hükümetinin kadınlara tabii hakkını er, geç vereceğine kaniydim. Artık bir medeniyet lazımesi halini alan bu inkılapta, en müşkül inkılapları bile başaran cumhuriyet hükümetinin daha ziyade gecikmesi kabil olamazdı.”

    FENERBAHÇE-GALATASARAY [38]

    Bu İki Rakibin Küçükleri Maç Yapacaklar

    İsimlerinin karşılaşması bile diğer maçlardan başka bir heyecan veren bu iki kulübün küçükleri Cuma günü bir maç yapacaklardır. Her iki takım küçüklerimiz arasında mütemayiz birer kuvvet teşkil ettikleri için bunların yapacakları maç hususi bir ehemmiyete maliktir.

    Galatasaray takımı son maçlardaki muvaffakiyetleriyle tamamen hazırlıklı bir vaziyette olduğunu ispat etmiştir.

    Fenerbahçe küçükleri bir aralık her hafta maç yaptıkları halde son zamanlarda görünmez olmuşlardır. Bu itibarla Fenerli küçüklerin hakiki vaziyetleri meçhuldür.

    Haber aldığımıza göre her iki takım tam kadrolarla ve azami kuvvetle sahaya çıkacaklardır.

    Mesela Galatasaray’dan Necdet, Şadi, Rufat, Kemal; Fenerbahçe’den de Fikret, Muzaffer, Reşat, Nejat gibi müteaddit defalar birinci takımda oynadıkları için artık birinci takımlar kadrosuna ithal edilmiş küçükler de Cuma günkü maçta oynayacaklardır.

    Her iki takımın, temsil ettikleri müessesenin bütün yarınki yıldızlarıyla karşı karşıya gelmeleri heyecanlı bir temaşanın mevzusu olacaktır.

    GALATASARAY-RUM MUHTELİTİ [39]

    Galatasaray birinci futbol takımı yarın Taksim Stadyumu’nda Rum muhtelit takımıyla bir maç yapacaktır. Yaklaşan lig maçlarının ilk teması malum olduğu veçhile Beşiktaş-Galatasaray müsabakasıdır. Neticesi İstanbul şampiyonluğu üzerinde büyük bir tesir yapacak bir ehemmiyete malik olan bu maça hazırlık olmak üzere bu hafta Rumlarla karşılaşan Galatasaraylılar, son vaziyete nazaran hakiki kuvvetlerini göstermiş olacaklardır.

    ZEPLİN! [40]

    Geliyor, gelecek, derken geçti gitti ve bize uğramadı. Bu vefasızlığın sebebi “muhalif rüzgâr” imiş. Hepimiz onu bayram ayı bekleyenler gibi ufuklarda araştırdık, meğer o aykırı geçmiş. Şimdi Berlin’den gelen bir tel bize zeplinin Nisan’da geleceğini haber veriyor. Demek “Vuslat yine mi kaldı güzel faslı bahare?” diyebiliriz.

    İki dost birbirine soruşuyorlardı:

    • Nasıl gördün mü balonu?
    • Görmedim ama görmüş kadar oldum.
    • Ne gibi?
    • Ne gibi olacak? Enayi gibi! Herkes Eminönü’nde havaya bakıyordu, ben de bakarken uçmuş, farkında olmadan!
    • Balon mu?
    • Hayır! Benim saat!

    DÜN HAKİKİ BİR SPOR GÜNÜ OLARAK GEÇTİ [41]

    Dün İstanbul sporcuları için hakiki bir faaliyet günü olarak geçti. Taksim sahasında muhtelif takımlar arasında futbol maçları yapıldığı gibi Robert Kolej’de kır koşusu icra edilmiştir.

    Taksim stadyumunda yapılan maçların birincisi ve aynı zamanda en mühimi Galatasaray-Fenerbahçe küçükleri arasında yapıldı. Kuvvet, teknik itibariyle birbirinin dengi olan bu iki takım şehrin küçük takımları arasında esas itibariyle mütemayiz bir kuvvet teşkil etmektedirler.

    Bu maça verilen ehemmiyet dolayısıyla her iki ekip azami kuvvetiyle sahaya çıkmışlardı. Birinci takımlarda birçok defalar oynamaları itibariyle artık o takımların esas kadrolarına girmiş bulunmaları icap eden Fikret, Muzaffer, Reşat, Necdet, Rıfat, Şadi gibi oyuncular, mensup bulundukları kulüplerin müstakbel yıldızları olmak sıfatıyla küçükler arasında oynamakta idiler.

    Oyun çok heyecanlı oldu. Refik Bey’in tarafeynin en küçük şiddetini bile tecziye etmesine rağmen dünkü küçüklerin maçı çok sert oldu, demek hiç de hatalı olmaz.

    İlk devrede Fenerliler rüzgâr altında oynamakta idiler. Buna rağmen devreyi beraberlikle bitirmeye muvaffak oldular.

    İkinci devre çok daha şiddetli ve heyecanlı oldu. Daha ilk dakikalarda tazyike başlayan Galatasaraylılar kalecinin hatası yüzünden penaltıdan bir de sayı kazanınca Fenerlilerin artık mağlubiyeti bir emrivaki sayılmaya başlanmıştı. Fakat hiç de böyle olmadı ve faaliyete geçen küçük Fenerliler üst üste üç sayı yaparak maçı 3-1 galibiyetle bitirdiler.

    Dün küçüklerin maçında gördüğümüz bir hadise üzerinde tevekkuf etmeden geçmeyeceğiz.

    Maç iptidasında çok temiz bir cereyan takip ederek başlamıştı. Fakat tekme savurmayı müptezel bir hale getiren Galatasaraylı bir müdafaa oyuncusunu (kıyafetlerine nazaran efendi olması lazım gelen) bazı arkadaşlarının mütemadiyen teşvik etmesi ve tekme yiyenlerin istihzaya uğraması oyunu çığrından çıkardı ve zavallı Refik bu birbirinin canına susamış gibi oynayan iki takımı idare için çok müşkülat çekti.

    Sporda nezahatle oynanmış bir oyundaki mağlubiyetin çok zaman bir galebe kadar şerefli olduğunu unutan ve tekme atanları takdir, yiyenleri de istihzaya layık görenlerin hala mevcut olası şayanı hayrettir.

    “Spor zihniyetini kavramamış” diye tenkit ettiğimiz cahilleri takdis edelim. Bizzat münevver geçinen zümre daha feci hatalar yapıyor.

    KAPLUMBAĞA! [42]

    Allah Allah! Bu ne garibedir?

    Gümrük istatistiklerine nazaran Türkiye’ye bir sene zarfında 4 adet kaplumbağa ithal olunmuş.

    Ne için diye merak etmeyiniz! Yemek içinmiş.

    Geçen sene olimpiyatlar dolayısıyla Amsterdam’da otururken bize ikram olarak kaplumbağa çorbası verdilerdi. Evvela ne olduğunu bilmediğimiz için tatsız bir çorba diye içerken kaplumbağa olduğu anlaşılınca hepimiz el çekmiştik. Hele Çelebizade Sait bu lakırdıyı işittiği zaman ağzındaki lokmayı bile pek güçlükle yutmuştu.

    Bu havadisi okuduğum zaman o hadise aklıma geldi. Hala ben kaplumbağada ne tat olduğunu anlamış değilim.


    [1] 1 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [2] 1 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [3] 2 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [4] 2 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (M.S.)

    [5] 3 Mart 1929 – Son Saat Gazetesi

    [6] 4 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [7] 5 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [8] 6 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [9] 6 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [10] 7 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [11] 7 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [12] 7 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [13] 7 Mart 1929 – Vakit Gazetesi

    [14] 8 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [15] 9 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [16] 10 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [17] 11 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [18] 12 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [19] 12 Mart 1929 – Vakit Gazetesi

    [20] 13 Mart 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [21] 16 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [22] 17 Mart 1929 – Vakit Gazetesi

    [23] 18 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [24] 18 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [25] 18 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [26] 19 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [27] 19 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 20 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [29] 20 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [30] 20 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 20 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 21 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [33] 22 Mart 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [34] 23 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (S.G.)

    [35] 24 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [36] 25 Mart 1929 – Vakit Gazaetesi

    [37] 26 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [38] 27 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [39] 28 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [40] 29 Mart 1929 – Millliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [41] 30 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [42] 31 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – II

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – II”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    SPORDA İLK FİİLİ ADIM [1]

    Beyoğlu Fırka Binası Federasyon’a Verildi

    Avrupa’da kış spor hayatının büyük heyecanlarla beklendiği bir mevsimdir. Bilhassa futbol bu mevsimde en büyük maçlar hazırlar.

    Bizde ise iş berakistir; kış gelince koca bir çamur deryası halini alan “stadium” kapısına koca bir kilit asılır ve diğer sporlardan sarfı nazar en emektar olan futbol cephesi bile aylarca iyi hava, kuru toprak beklemeye mecbur kalır.

    Bu şerait dâhilinde futbolumuzun gittikçe kuvvetsiz kalmasını teaccüple karşılamamalıyız.

    Biz her şeyden evvel artık bu hale bir çare bulmanın zamanı geldiğine kaniyiz. Aksi halde futbol tedennisini her türlü tarizden muaf tutmak en samimi bir hareket olacaktır.

    Bu bahis etrafındaki mütalaaları düşünürken, futbol rüesasından birini pek haklı olarak işaret ettiği bir noktanın da hakkını vermeliyiz; futbol tarzı değişmiş ve her sahada olduğu gibi orada da tabii ve sıhhi şartlar altında aramaya başlanmıştır.

    Mazide olduğu gibi körü körüne maç yapan, terini, çamurunu giderecek imkânları temin etmeden maç yapmak isteyen sporcu kalmamıştır. Mesela Beykoz’dan ta Taksim’e gelen bir sporcu evvela bir duş ve maçtan sonra titremeyecek bir yer aramaya başlamıştır.

    Bunu bir “modernite” değil hayat kıymetinin manasının daha iyi anlaşılmış olmasında aramalıyız.

    Bunun içindir ki emanet tahsisat mı verecek, yardım mı edecek, Stadyum Çukurbostan’da mı yapılacak her ne olacaksa bir an evvel olmalıdır. Sporda aşağı yukarı 30 senelik bir mazisi olan şehrin bir stadyum istemeye hakkı vardır.

    Büyük bir memnuniyetle haber aldık; Cumhuriyet Halk Fırkası spor için azami teshilat ve yardımda bulunmaya karar vermiştir. Bunun ilk nişanesi Beyoğlu fırka binasının federasyona tahsisi suretinde tecelli edecektir.

    Binanın büyük bir kısmından istifade edecek olan İdman İttifakı burada güreş, boks, eskrim, voleybol salonları tesis edecek, bu hususta fırka tarafından yardım görecek ve bu suretle sporun bu şubeleri ve sporcular sıhhi ve tabii şerait altında çalışacak bir mekân bulmuş olacaklardır.

    BUGÜNKÜ FAALİYET [2]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda Galatasaray ve İstanbulspor takımlarının bir maç yapması mukarrerdi. Fakat İstanbulspor kulübünün bugün senelik kongresi aktedileceğinden bu maçın taliki muhtemeldir.

    Kadıköy sahasında Fenerbahçeli küçükler Musevi Lisesi takımıyla karşılaşacaktır. Musevi takımı oldukça kuvvetli bir rakip olduğu için, yapılacak maç ehemmiyete maliktir.

    Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde yapılmakta olan voleybol şampiyonası maçlarına bugün de devam edilecektir.

    Bugün icrası mukarrer maçlar şunlardır:

    1. Fenerbahçe-Taksim Yeni Yıldız. Saat 13.30’da.
    2. Vefa-Nişantaşı. Saat 14.30’da.
    3. Beşiktaş-Galatasaray. Saat 15.30’da.

    Hakemler sırasıyla Necmi, Bedi Beylerdir.

    Bu müsabakalar içinde şampiyonanın en kuvvetli namzedi olan Fenerbahçe’nin yapacağı maçla kuvvet itibariyle yekdiğerinin dengi olan Beşiktaş-Galatasaray’ın yapacağı maç şayanı dikkat olacaktır.

    Voleybol şampiyonasına iştirak eden takımların adedi, bugüne kadar asla vasıl olamadığı bir dereceye kadar yükselmiştir.

    Bu cihet, voleybolun İstanbul’da cidden taammüm etmekte olduğuna delil sayılabilir. Bu şayanı memnuniyet neticenin elde edilebilmesi her şeyden evvel mekteplerin voleybola ehemmiyet vermeleri ve alakadar teşkilatın sessiz, fakat muvaffak mesaisi sayesindedir.

    MARUF BEY’İN VEFATI [3]

    Gazetecilerin maruf dostu Maruf Bey ölmüş.

    Onu ilk defa bundan 10 sene evvel tanımış, görüşmüştüm. O zaman Meclis-i Mebusan’da Zabıt Kameli Müdürü idim. Kalemde münhal iki kâtiplik için müsabaka imtihanı açmıştık. Taliplerin iktidar derecelerini anlamak üzere yazdırılan tahrir mevzuuna ait imtihan evrakını okurken bunların arasında bir tanesinin verilen mevzu ile hiç alakası olmayarak “Erkan-ı Harbiye-i Umumiyenin ıslahından ve vilayetlerin, hatta Meclis-i Mebusan ile Meclis-i Ayan’ın da kolordularla beraber Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetinin idaresine verilmesinden” bahsediliyordu. Bu garip layihanın altındaki imza “Maruf”du.

    Müsabaka imtihanına girdiği günden beri kendini Meclis’e memur olmuş farz ederek dairenin misafir salonundan çıkmayan Maruf Bey ile şöyle bir konuşmak için Kalem odasına çağırttım. Yarım saat kadar görüştük. Bu esnada hiçbir hezeyanda bulunmadığına bakarak, akıllı mı, deli mi diye tereddüde düştüm. Biraz sonra Meclis toplandı. İçtima salonuna gittim, üç saat süren içtimayı müteakip kaleme geldiğim zaman Maruf Bey’i mümmeyizin masasına oturmuş harıl harıl yazı yazmakla meşgul buldum. Yazdıklarını bana uzattı:

    • Meclis-i Mebusan’ın ıslahı için layiha, dedi, lütfen emrediniz de bizim maaşı versinler!

    Zavallı Maruf Bey, kapıcılara, odacılara vaki olan sıkı tenbihlere rağmen mutlaka bir kolayını bulup hemen her gün Zabıt kalemine giriyor, saatlerce yazılar yazıyor, sonra da bana verip,

    • İdarei vilayata dair layihadır, diyor ve ilave ediyordu.
    • Lütfen muhasebeci beye emrediniz de bizim maaşı versin.

    Biçareyi atlatıp da işimize bakıncaya kadar akla karayı seçerdik.

    Nihayet İngilizler 16 Mart’tan sonra Damat Ferit hainine Meclis’i kapattırdılar, biz de Maruf Bey de Meclis’e giremez olduk.

    Ondan sonra Maruf Bey’i Gazete idarehanelerine dadandığı zaman tekrar gördüm. Gelir, Tahrir Müdürlerinin karşısında saatlerce, sessiz sadasız durur, gitmek bilmez, nihayet cebinden bir kâğıt çıkarıp uzatır,

    • Matbuatın ıslahı için baş makaledir. Lütfen dercediniz. Gazetenizin satışı dehşetli artar, kariler de siz de biz de müstefit oluruz. İdare müdürüne söyleyiniz de bize beş on lira versin, derdi.

    Hindi yumurtasına benzeyen çil dolu yüzüne dikkatle bakardım. Solgun çehresinde hepimizle alay ediyormuş gibi hafif müstehzi bir tebessüm dolaşırdı. Anut ve saburdu, bir kere geldi mi gitmek bilmezdi, geveze değildi ama iş arasında matbuatın ıslahından bahsederek zihninizi perişan ettiği için fazla işimiz olduğu vakit atlatır, başka bir arkadaşa, ekseriya İdare Müdürlerine musallat ederdik. Eline “Maruf Bey’e istediği kadar para veriniz” diye bir kâğıt tutuşturarak başımızdan savardık. Bazen haftalarca görünmez, bazen de günlerce matbaadan eksik olmazdı.

    Maruf Bey, gazetecilere dost bir meczup olduğu için meşhur ve maruf oldu. Bu itibarla gene talihi açık bir deli imiş. Biçare yalnız hayatını vakfettiği o büyük emeline nail olmadan, matbuatı ıslah edemeden matbaalardan da dünyadan da elini eteğini çekti. Allah rahmet eylesin.

    VEFA KULÜBÜ’NÜN KAR KOŞUSU [4]

    Koşucular Fatih’ten Ortaköy’e Kadar 45 Dakikada Koştular

    Vefa İdman Kulübü tarafından tertip edilen kar koşusu dün sabah icra edilmiştir. Koşuya üç kişi iştirak etmiştir. Koşucular Fatih Parkı önünde toplanmışlar ve saat 9.30’da hareket etmişlerdir. Koşucular bir heyet tarafından otomobil ise takip edilmiştir.

    Koşucular Fatih’ten hareket ettikten sonra Tramvay Caddesi’ni takiben Beyazıt, Sultanahmet, Eminönü, Karaköy, Fındıklı tarihiyle Beşiktaş’a kadar gelmişlerdir.

    Sabahki şiddetli fırtına ve kar ve yerlerin buzlu olması koşucuların tam süratle koşmalarına mani olmuştur. Bunlardan bir tanesi Beşiktaş’ta koşuyu terk etmiştir. Diğer koşucular koşuya devam etmişler ve Ortaköy’e kadar gitmişlerdir.

    Fatih’ten Ortaköy’e kadar olan mesafe 45 dakikada koşulmuştur. Koşuda Vefa kulübünden Süleyman Bey birinci gelmiştir.

    Vefalıların bu suretle bir kar koşusu tertip etmeleri kış sporu için şayanı tebriktir.

    Spor faaliyetinin bizim için ölü olan bu mevsimde diğer kulüplerimizin de bu gibi koşular tertip etmesi çok şayan-ı arzudur.

    KAR FIRTINASI [5]

    Müthiş kar fırtınası, karada ve denizde insan hayatını birde felce uğrattı. Vapurlar, tramvaylar, otomobiller işleyemez oldu ve bütün bu medeni vesaitin icadından evvelki zamanlarda olduğu gibi, insan hareket ermek için yalnız iki bacağından istianeye mecbur kaldı.

    Münakalatsız şehrin her mıntıkası, muhasım tabiatın muhasarası altında; sebzeciler kırdan sebze getiremediler, balıkçılar denizden balık çıkaramadılar, sucular suyu dağdan indiremediler.

    Bu satırları yazarken, birden matbaadaki elektrikler söndü. Şirkete telefon ettiler. Şu acayip cevap alındı:

    • Bir şey yapmayınız. Bu işe ancak Fatin Hoca karışır.

    Beş on dakika sonra bütün şehrin ışıkları da söndü. Kar fırtınası, kapkaranlık ve tenha sokaklar içinde haileengiz beyaz kasırgalarını raksettirmeye başladı, odalarda çoktan terk edilmiş gaz lambalarının cehennemi bir karanfili andıran kırmızı alevi duvarlarda korkunç gölgeler resmetti.

    Hâsılı bir saat içinde, tabiat koskoca medeniyeti iflas ettirdi.

    Meğer insan zekâsının ibda ettiği şu mağrur âlem (Japon evlikleri gibi!) bir kağıt köşkten başka bir şey değilmiş!

    VOLEYBOL TURNUVASI [6]

    Beyoğlu Amerikan Kulübü’nün geçenlerde tertip ettiği turnuvayı, malum olduğu üzere Fenerbahçe takımı kazanmıştı. Dün bu turnuvanın galiplerine kupa ve madalya tevzii merasimi, Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde icra edilmiştir.

    Matbuat erkânı ve Voleybol Federasyonu azalarının huzuruyla yapılan bu raşime pek parlak olmuş ve spor muhibbi olarak tanınmış Türk, ecnebi birçok zevat da bu merasime iştirak etmişlerdir.

    Eski ve muhterem sporcu Mazhar Bey, bu merasimi idare etmiş ve Fenerbahçeli gençlere galibiyet kupasını ve madalyaları vererek beyanı tebrikat etmiştir.

    İkinciliği kazanan Kabataş takımına da kupa ve madalya tevzi edilmiş, bilahare bir çay ziyafeti verilmiştir.

    MUZİRDİR [7]

    Halk Fırkası sporculara meşkûr bir muavenet olmak üzere İstanbul ve Beyoğlu fırka binalarını spor teşkilatına tahsis etti. Söylendiğine göre heyeti müttehideler İstanbul’daki fırka binasına, mıntıka merkezi de Beyoğlu’ndakine yerleşecektir.

    Bizce bunun kadar manasız ve hatta muzir bir şey olmaz. Filhakika İstanbul’un spordaki vaziyeti dolayısıyla mıntıka merkezinin her an heyeti müttehidelerle temas etmesi lazımdır. Bilhassa lisans işleri gibi şeylerde bu temasların lüzumu pek kuvvetlidir.

    Bizim fikrimizce İstanbul’daki bütün spor teşkilatı aynı bina altında toplanmalıdır. Aksi takdirde mesela Adana mıntıkası heyeti müttehidelerle temasta bulunmak için nasıl fazla külfete giriyorsa bu külfete hiç lüzum yok iken İstanbul mıntıkasına da terettüp edecektir.

    Ümit ve temenni edelim ki bu yanlış ve hatta müzir adım atılmasın.

    ARTIK YETER! [8]

    Kış, kıyamet, kar, üçü de (k) harfiyle başlayan bu afetler devam ettikçe ediyor.

    Dün beni arabasına bin türlü naz ve niyaz ile alan bir şoförün, yağan kara bakıp da bağırdığı gibi, insanın:

    • Allah baba, artık yeter! Diyeceği geliyor.

    Koskoca bir şehrin manzarası değişti. Meydanlarda rüzgârın yığdığı karlar birer ufak tepeyi andırıyor. Sokaklar oldukça tenhalaştı. Birçok mağaza camakanları kepenk altındadır.

    Yalnız kömürcüler açık, yalnız kömürcüler dükkânlarının önünü ferahlı ferahlı süpürüyorlar. Bu kara kışın bembeyaz günlerinde İstanbul sokaklarında göze çarpan bir kafile de kukuleteli muşambalarla ellerinde kürek dolaşan (Ku-Kluks-Klan) cemiyeti azasını andıran süprüntücülerdir. Gök yağdırıyor, onlar kürümeye uğraşıyorlar.

    Allah kuvvet versin.

    VEHAMET YOK! [9]

    Milliyet arkadaşımızın ilk sayfasında, İstanbul’u alt üst eden kışa dair, kocaman harflerle şu sakin serlevha vardı:

    “Vaziyette hiçbir vehamet yoktur!”

    Bu serlevhanın altında da şu korkunç haberler vardı:

    “İstanbul mahsur bir şehir vaziyetinde…”

    “Trenler işlemiyor…”

    “Muhabere munkati…”

    “Daireler; mektepler boş…”

    “Kar altında kalan üç trenden birinin yolcuları kurtarıldı…”

    “Feneryolu ve Göztepe arasındaki mahalleler dün sabahtan itibaren müteaddit yerlerden (Ekmeksiz kaldık) diye istimdat etmişlerdir. Bunun üzerine hemen bu civara amele kolları sevkedilmiş fakat mütemadi bir surette çalışılmasına rağmen yolları açarak bu kar mahsurlarına ekmek sevkine imkân bulunamamıştır…”

    Refikimizin bu hali, bana şu fıkrayı hatırlattı:

    Vaizin biri camide vazederken:

    • Ey cemaat, demiş, enfiye çekmek günahı kebairdendir…

    Cemaat arasında bulunan bir Bektaşi, vaizin burun deliklerini enfiye ile tıkalı görünce:

    “Aman erenler” demiş, “Burnun ağzını tekzip ediyor!”

    Refikimizin de o serlevhasıyla bu tafsilatı tıpkı vaizin ağzıyla burnu gibi. Altı üstünü tekzip ediyor!

    İŞGAL FACİALARI [10]

    Süleyman Nazif ile Franşe Despre Karşı Karşıya Geldi

    (…) Franko Paşa’nın bu sözleri Franşe d’Espre’nin üzerinde yavaş yavaş yavaş iyi bir tesir bırakmıştı.

    • Onunla konuşabilir miyim? Dedi. Mademki bu zat sizin anlatığınız gibidir. Ben verdiğim emri geri alıyorum. Fakat bu ihtiyar vatanperver ile yakından temasa gelmek istiyorum.
    • Hay hay…

    Hemen o gün Nazif, Franşe d’Espre ile görüştü.

    Üstat kendine has vakarı ile ceneralın şahsı hakkında hiçbir husumet beslemediğini fakat İstanbul’a bu tarzda girişten müteessir olduğunu anlattı ve şöyle dedi:

    “Yine söylüyorum general. Bir Fransız generali olarak İstanbul’u böyle görmeyecektiniz.

    Sizi Beyoğlu sokaklarında gezdiren beyaz at, Fransa’ya karşı muhabbet dolu Türk kalplerinde unutulmaz yaralar açmıştır.

    Siz Fransa’yı kendi vahşi gayelerine alet etmek isteyen bir sürü Rum ve Ermeni yardakçılarının alkışlarına kapıldınız.

    Mazlumu ezmek için kendisine masum tavrı veren zalime el uzattınız.

    Hâlbuki asıl mazlum Türk milleti idi. Biz ikinci vatan dediğimiz Fransa’nın bir generalini büyük ümitle ve dört gözle bekliyorduk. O general sizdiniz.

    Geldiniz, gelişinizi gördük. Tafsilata hacet yok.

    İşte bu vaziyetin tesir ve teessürüdür ki o bana o makaleyi yazdırdı. Ben bu yazımdan dolayı sizden af istemiyorum. Çünkü vazifemi yaptım.

    Fakat siz bir Fransız generali sıfatı ile vazifenizi yapmadınız. Fransa’nın ve tarihin sizi affetmesini arzu ederim.”

    EMDEN İKİ GÜN SONRA ŞEHRİMİZDE [11]

    Alman talebesini hamilen limanımızı ziyaret edecek olan Emden zırhlısı Pazartesi günü saat 8’de gelecektir. Alman zırhlısı evvela Selimiye kışlasını selamlayacak, bundan sonra Boğaz’da bir cevelan yapacak ve Dolmabahçe önünde demirleyecektir. Bunu müteakip ziyaret kısmı başlayacaktır.

    Gemi süvarisi, valiyi, şehriminini, kolordu kumandanını, donanma kumandanını ziyaret edecek ve öğleden sonra kendisine ziyaretleri iade edilecektir.

    Dün akşam hariciye murahhaslığından, Alman sefaretinden ve bahriyeden intihap edilen zevat geminin limanımızda kalacağı günlere ait programı tespit etmişlerdir.

    Alman talebesi Bahriye mektebini ve diğer bazı mahalleri ziyaret edecekler, Zırhlı da Erkânı harbiye ve Bahriye mekteplerimiz tarafından gezilecektir.

    Emden futbol takımının şehrimizde Totonya Alman takımı ve İstanbul muhteliti ile birer maç yapması muhtemeldir.

    BASKETBOL MAÇLARI [12]

    Dün Beyoğlu Amerikan kulübünde Turnuva şampiyonası serisine devam olunmuştur. En mühim maç, Robert Kolej’in Yeni Yıldız takımı arasında yapılmıştır.

    Maç çok zevkli ve heyecanlı olmuş, neticede Robert Kolej takımı ufak bir farkla galip gelmiştir.

    Amerikan Mektebi – Saint Benoit maçında Saint Benoit takımı galip gelmiştir.

    ADALET TECELLİ ETTİ [13]

    Bursa’daki Mevkuflardan Beşi İdam Cezasına Mahkûm Edilmiştir

    Diğer Maznunlar Hakkındaki Karar Nedir?

    Bursa, 9 (Milliyet) – Bursa Ağır Ceza Mahkemesi taklibi hükümet maznunları hakkında kararını bugün tefhim etti.

    Havanın pek soğuk olmasına rağmen Adliye binası önünde toplanan kesif bir halk kitlesi maznunların getirilmesini bekliyordu. Maznunlar kamyonlarla getirildi. Meyus ve heyecanlı idiler. Zabıta tertibatı lazımeyi almıştı. Salon hınca hınç doluydu.

    Yarım saatlik bir intizardan sonra Heyeti Hâkime salona dâhil oldu. Mustantik kararnamesiyle muhakeme safahatını ihtiva eden rapor okundu. Bundan hükümeti devirmek maksadıyla teşkil edilen cemiyet faaliyetinin delail ve itirafat ile sübut bulduğu bertafsil izah ediliyordu.

    Raporun kıraatini müteakip bu ef’alde iştirakleri Sabri’nin ifadesinden başka bir delile istinat etmediği için masumiyetlerine vicdani kanaat hâsıl olan maznunlardan Mustafa, Hakkı çavuş, İsmail, Mustafa Rasim, Kocabaş İsmail, Ali Rıza, kapıcı Eşref, Selami, Hamit, İmam Halil, Hilmi, Laz Hüseyin, Uncu Ziya’nın beraatleri tefhim edilmiş ve salondan çıkarılmışlardır.

    Diğer maznunlardan Yetim, Laz Ali, Evliya Hocanın da cemiyete dâhil oldukları sübut bulduğundan Ceza kanununun 171inci maddesinin ikinci fıkrası mucibince tecziyeleriyle hidematı ammeden mahrumiyetleri tefhim edildikten sonra İbo, Kocabaş Hasan, Mustafa, Osman’ın, firari Ali’nin, Seyfi ile Hidayet, Batakçı’nın Mehmet’in de teşkilattan haberleri olduğu halde sui niyetle hükümete ihbar etmediklerinden haklarında ceza kanununun 151inci maddesinin 2nci fıkrasının tatbik edildiği gıyaben ve vicahen tebliğ edilmiş, bunlardan Kocabaş Hasan’ın 21 yaşını ikmal etmemesinden cezası altı aya indirilmiştir.

    Bu teşkilatın müessis ve mürettiplerinden olan Gökbayrakçı Dağıstanlı Cemal, Çerkeslerden Sabri, Kadem ile Gürcü Dikici, İsmail ve Tatar gardiyan Kamil’in de Ceza kanununun 146ncı maddesi mucibince idamlarına hükmedilmiştir.

    Kararın tefhimini müteakip Cemal ayağa kalkarak kararını haksız bulduğundan, adaletin tatbik edilmediğinden, hâkimlerin Allah’tan korkmaları icap ettiğinden bahsiyle bir takım hezeyanlarda bulunmuş, Mahkum Sabri de ayağa kalkarak Cemal gibi açmalamış, samiini güldürmüştür.

    Reis Bey bunlara şu müskit ve haklı mukabelede bulunmuştur:

    • Sen Allah’tan korkaydın, bu cürmü yapar mıydın? Muvaffak olaydın ne olacaktı?

    LİG MAÇLARI [14]

    İstanbul mıntıkası lig maçları ikinci devre müsabakalarına nihayet bir ay sonra başlanacaktır. Havaların açılmasını müteakip birinci küme takımları idmanlarına başlayacaklardır. Bu suretle yakın bir atide futbol faaliyetine şahit olacağız demektir.

    NÜMAYİŞ [15]

    Eski ramazanların kaba sofuları vardı. Ramazanda, arkada şamhırkası, elde teşbih, kaşları çatık, cehennem meydancıı gibi dolaşırlar, azarlayacak çocuk, paylayacak kadın, tahkir edecek fakir, kavga edecek insan ararlar. Onların bu halini görenler, sanki kıldıkları namazın, tuttukları orucun sevabı kendilerine değil de başkalarına imiş sanırdı.

    Bir gün bunlardan biri, iftar topuna yakın, pencerenin önüne oturuş, kemali azametle sokağı temaşa ederken, fakirin biri:

    • Efendi, Allah rızası için birkaç para himmet eyle!

    Diyince, zengin ve mağrur sofu, yüksek sesle içeriye bağırır.

    • Mehmet! Git, Ali’ye sule! Ali, vekilharca söylesin, ayvaz da uşağa söylesin, uşak da gitsin şu dilenciye: “İnayet ola!” desin…

    Bu sözü işiten fakir, ellerini açarak:

    • Yarabbi, der, Cebrail’e söyle, Cebrail Mikail’e söylesin, İsrafil Ezrail’ e söylesin, Ezrail de gelsin, şu herifin canını alsın!

    Çok şükür, ağzından söz çıkmayan, “İnayet ola!” demeye bile tenezzül etmeyen çatık suratlı evelzaman sofuları artık yok oldular ve gene çok şükür, din ile dünya işi birbirinden ayrıldıktan sonradır ki ibadet nümayiş olmaktan kurtuldu.

    STADYUM İÇİN MÜRACAAT [16]

    İstanbul mıntıkası Futbol Heyeti Cuma günü top oynanacağı cihetle Stadyum’un derhal tathirini istemiştir. Emanet bütün mevcut vesaiti ile ancak ana caddeleri temizlemekle meşgul olduğundan bu hafta için buna imkân olmadığını cevaben bildirmiştir.

    İLK TAYYARE [17]

    Milli mücadelenin ilk zamanları idi. O zaman maden kanatlı tayyarelerimiz yoktu. Birkaç bez kanatlı, kullanılmış tayyaremiz vardı.

    Bez kanatlı tayyareler gergin dursun diye bezlerinin üstüne bir ilaç sürerlerdi. Bu ilaç düşmanların memleketinde vardı. Bizim tedarik etmemiz kabil değildi.

    Kumandanlar, ustalar, tayyareciler düşünmeye vardılar. Ne yapalım ki tayyarelerin gevşeyen bez kanatlarına bir şey sürelim de o madde gibi gergin tutsun. Yoksa başka türlü uçmak kabil olmayacak.

    Hâlbuki düşman tayyareleri vızır vızır üstümüzde işliyor ve zararlar veriyordu.

    Bir genç tayyareci atıldı, dedi ki:

    • Ben bir çare biliyorum, onu yapalım.
    • O çare nedir? Diye sordular.
    • Çok, pek çok kaynatılmış patates suyu, o madde gibi yapışkanlık peyda ediyor. Patatesi kaynatalım ve tayyarenin kanatlarına onu sürelim.

    Herkes birbirine bakıştı ve silah arkadaşlarından birisi dedi ki:

    • Yahu uçarken yağmur yağarsa ne olur?
    • Kanatlar gevşer biz de ineriz.
    • Tehlikeli bir iş.
    • İstiklali, vatanı için uğraşan bir millet için tehlike, korku, kaza, ölüm yoktur.

    Bu söz üzerine koca bir kazan patates kaynattılar ve ilk tayyarenin kanadına sürdüler. Kurudu. Kanatlar gerildi. Genç tayyareci uçtu ve ilk uçuşta bir tayyareci düşürdü.

    Ondan sonra patates suyu ile çalıştılar. Ta çelik, maden tayyare filolarımız oluncaya kadar, bunlarla kahramanca uçtular ve zaferle dövüştüler.

    Bunu dünyada yalnız ve yalnız Türk tayyarecisi yapar.

    GÜZELLİK MÜSABAKAMIZ [18]

    Müsabakamıza iştirak etmek isteyen müteaddit hanım kızlardan dün de resimler aldık. Bu resimlerin sahipleri içinde küçük hanımlar ve muhtelif ırklardan matmazeller vardır.

    Hafta içinde aldığımız fotoğrafları derce başlayacağız.

    M.H. isimli kariimize:

    Fikirleriniz çok doğrudur. Hepsini nazarı dikkate aldık, teşekkür ederiz.

    Birinciliği tabii hakem heyeti ekseriyeti ara ile tayin edecektir. Mayo ile müsabakaya çıkmak mevzu bahis değildir. Endam tenasübü sade bir tuvaletle pek ala anlaşılabilir. Hakem heyeti en ciddi ve en salahiyettar zevattan mürekkep muhterem bir heyet olacaktır.

    Erkeklerin kıskançlığı meselesine gelince, müsabakamız gayet ciddi ve bedii bir gaye takip etmektedir. Fazla kıskanç olanlar kızlarına müsabakaya iştirake müsaade etmezlerse, buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Fakat memleketin en güzide ve namuslu şahsiyetlerinden mürekkep bir heyeti mümeyyize, adeta mekteplerdeki imtihan heyetleri gibi olacaktır.

    GALATASARAY ATLETLERİNİN DÜNKÜ KAR KOŞUSU [19]

    Galatasaray kulübü atletleri tarafından dün büyük bir kar koşusu yapılmıştır. Bu koşu şimdiye kadar yapılan kar koşularının en mükemmeli olmuştur. Şimdiye kadar yapılan koşulara azami 10-12 atlet iştirak ettiği halde dünkü koşuya tam 40 atlet girmiştir. Koşuya sabahleyin saat 10’da Şişli tramvay garajı önünden başlanmıştır. Koşucular beşer kişiden mürekkep 8 takım halinde hareket etmişlerdir. Mesela Şişli-Hürriyet tepesi arasında gidip gelme olarak 3500 metre idi.

    Galatasaray kulübünün en iyi koşucuları ayrı ayrı takımlara taksim edildiklerinden takımlar arasında tam bir muvazene temin edilmiş, kuvvetli bir mücadele sahnesi vücuda getirilmiştir.

    Şişli-Hürriyet tepesi yolu tamamen karla örtülü olduğundan koşucular büyük müşkülat ile ilerlemeye mecbur olmuşlardır.

    Koşucular arasındaki rekabet bütün müşkülatı bertaraf etmiş, koşu muvaffakiyetle ikmal edilmiştir.

    Bir metreden fazla kar ile örtülü olan 3500 metrelik bu mesafe 16.25 dakikada Behzat Bey tarafından kazanılmıştır.

    Vasıf Bey ikinci, Memduh Bey de üçüncü olarak gelmişlerdir.

    Koşuyu takımlar arasında sayı hesabıyla Behzat, Nejat, Adil ve Haldun Beylerin dahil olduğu takım kazanmıştır. Galatasaraylı atletlerin dün tespit ettikleri rekor çok mucibi memnuniyettir.

    Kar koşusuna 40 kişilik bir atlet kafilesi çıkaran Galatasaray kulübünü tebrik ederiz.

    GALATASARAYLILAR ANTRENMANLARA BAŞLIYOR [20]

    Galatasaray kulübünün fahri reisi Mehmet Necati Bey’in vefatı üzerine Galatasaray idmancıları spor faaliyetini tevkif etmişti.

    Galatasaraylılar önümüzdeki Pazar gününden itibaren yeniden antrenmanlarına başlayacaklardır.

    TÜRK MARŞI [21]

    Evvelki gece “Emden” mürettebatı şerefine Alman sefarethanesinde verilen baloya Mösyö ve Madam Nadolni cenapları beni de davet etmek nezaketinde bulunmuşlardı.

    Balo alelade bir şekilde değil, bazı merasimle nihayet buldu. “Emden” kruvazörünün muzıkası evvela İstiklal Marşını çaldı. Hazır bulunan Türklerin çoğu da diğer ecnebiler gibi çalınan marşın Milli Türk Marşı olduğunu bilmiyorlardı. Neden sonra sefirin Türk zabitleriyle Alman Bahriyelilerin selam vaziyeti aldıklarını görünce onlar da çalınan havanın milli bir marş olduğunu anladılar ve ihtiram vaziyeti aldılar.

    İstiklal Marşını ben pek iyi tanırım. Çünkü onu öyle bir gün, öyle bir yerde dinledim ki artık unutmamın imkanı yoktur. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’u tahliye ettikleri gün Dolmabahçe meydanında bütün o mağrur ve mütahakkim İtilaf jeneralleri ve askerleri selam durmuş, Müttefikin bayrakları hürmetle eğilmiş oldukları halde Türk istiklal marşını dinlemişlerdi… İşte ben o günden beri İstiklal Marşını bilirim, fakat benim veya birkaç yüz, birkaç bin kişinin bilmesi kafi mi? Milli Marşı bütün millet bilmelidir. Nitekim evvelki gece İstiklal Marşı bitip de arkasından Almanların “Almanya, Almanya, her şeyin fevkinde!”

    Milli Marşı çalınmaya başlar başlamaz, koca salonu dolduran bütün Almanlar, kadın ve erkek, muzıkayla beraber bu marşı taganni ettiler. Heyecan ve teessür içinde kaldım; biraz evvel bizim marşımızın öksüz öksüz yalnız muzıka tarafından çalındığını hatırlayarak üzüldüm ve müteessir oldum.

    Neden bizim de bütün milletin sevdiği ve bildiği bir Milli Marşımız olmasın? Neden bu Milli Marşı mektep çocuklarından itibaren büyük küçük, kadın ve erkek her Türk bilmesin ve söylemesin?

    Çarliston havalarını bilip, söyleyip de kendi Milli Marşını bilmemek ve söyleyememek ne elim şey! Alman sefarethanesinin muhteşem salonu, Doyçlant, Doyçlant, über alles nağmeleriyle inlerken kalbimin ta içinde bu elemi duydum.

    MİLLİYET’İN DÖRTLER KUPASI [22]

    Geçen spor sahifelerimizden birinde lig maçlarının birinci devresinde en başta gelen dört futbol takımı arasında bayram günlerinde bir turnuva tertip edilmesi fikrinin mevcudiyetinden bahsetmiştik.

    Spor ve bilhassa başta gelen futbol faaliyetinin hemen hemen sıfıra müncer olduğu bu sıralarda verdiğimiz bu haber, öğrendiğimize göre, spor meraklıları arasında büyük bir memnuniyet uyandırmıştır.

    En son haber aldığımıza göre bu turnuvaya dahil olacak dört kulüpten Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş müsabakalara girmeyi prensip itibariyle kabul etmişlerdir. Geriye kalan Vefa kulübünün de turnuvayı memnuniyetle kabul edileceğine şüphe edilmez. Esasen dört kulüp murahhaslarının şu bir iki gün zarfında bir araya gelerek kati kararlarını vermeleri ve turnuvanın bütün teferruatını tespit etmeleri mukarrerdir.

    Her fırsatta spor ve sporcuları teşvikten geri kalmayan “Milliyet” mevkii fiile çıkmak üzere olan bu turnuvayı gene bir teşvik vesilesi ittihaz etmek fikriyle ortaya bir kupa koymaktadır. “Milliyet” kupasını turnuvayı kazanacak olan Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe, Vefa takımlarından biri alacaktır.

    “Milliyet” verdiği ve bundan sonra da vereceği spor mükafatlarının kulüplerin tarihlerinde yekdiğerine karışmamasını temin için kendine izafe edilişinden maada ayırıcı bir isimler de tevsimini muvafık görmektedir.

    Geçen sene üçüncü takımlar arasındaki turnuva galibine verdiğimiz kupaya “Milliyet’in Küçükler Kupası” dediğimiz gibi bayramda vereceğimiz kupaya da “Milliyet’in Dörtler Kupası” namını veriyoruz.

    Turnuvanın bütün teferruatının tespiti dört kulüp murahhaslarıyla Stadyum idaresine ait olacaktır. Gazetemiz bu hususta karışmayarak isimleri bidayette taayyün edecek olan bu murahhasların nihai kararına göre kupayı galibine tevdi edecektir.

    Diğer taraftan öğrendiğimize göre turnuvanın şu şekilde tertip edilmesi düşünülmektedir. Bayramın ilk günü Fenerbahçe ile Beşiktaş ve Galatasaray’la Vefa takımlarının, üçüncü günü de iki galibin karşılaşması.

    Filhakika bu turnuvanın alabileceği en cazip şekildir. Zira malumdur ki lig maçlarının birinci devresinde Fenerbahçe Beşiktaş’a mağlup olmuş, Galatasaray da Vefa ile berabere kalmıştı. Bu şekilde yapılacak maçlar o beklenmemiş netayici yer alan müsabakaların birer rövanşı mahiyetinde olacaktır.

    Bakalım “Milliyet’in Dörtler Kupası”nı dört kuvvetli takımdan hangisi alacak?

    ASLAN AVI! [23]

    Dikkat ettiniz mi? Yevmi arkadaşlarımdan birinde yeniden bir aslan avı hikayesi çıktı. İşin garibi bundan bir iki sene evvel bizim avcı Said’in aslan avı menakibini yzmış olan gazetenin eski şeriklerinden birinin şimdi müstakilen sahip olduğu sabah gazetesinde yine bu nevi avcılıktan bahsetmesidir. A.N. Bey ismindeki bu arkadaşa dün sorduk:

    • Yahu! Sen hangi gazetede çalışsan bir “aslan avı” açarsın, bu nedendir?
    • Aslan payını severim de ondan!

    BEYNELMİLEL FUTBOL [24]

    Federasyon Reisimiz Madrid’deki Kongreye Davet Edildi

    Beynelmilel Futbol Federasyonu teessüsünün 25inci devri senevisi dolayısıyla Madrid’de bir kongre aktedecektir. Bu kongreye iştirak için Beynelmilel Futbol Federasyonu reisi M.Rimmer, Türkiye Futbol Federasyonu reisi Muvaffak Bey’i şahsen davet etmiştir.

    BALIKÇILIK SPORU [25]

    Moda deniz kulübünde yeni bir balıkçılık şubesi açılmıştır. Kulüp azaları yakında Adalar’da balık avına çıkacaklardır.

    NİÇİN? [26]

    Yunan ordusunu dört senede denize döktük. Mübadele meselesini beş senedir halledemiyoruz.

    Fesleri bir günde attık. Başörtülerini hala çıkaramıyoruz.

    Halifeyi bir günde def ettik. Kafesleri asırlardır kaldıramıyoruz.

    Medreseleri bir anda kapadık. Kanalizasyon çukurları hala açık duruyor.

    Yeni harf meselesi diye bir mesele yok. Darülbedayi meselesi diye bir mesele var.

    Hâsılı, bir asırda yapılabilecek işleri bir anda yapmak mucizesini göstermişiz. Bir anda yapılabilecek işleri ise senelerdir yapamıyoruz.

    Sebep ne?

    Sebep şu ki büyük işleri başarabilecek büyük bir adamımız var. Küçük işleri yapacak mekanizma ise baştanbaşa bozuktur.

    VOLEYBOL MAÇLARI [27]

    Dün, Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde İstanbul mıntıkası voleybol birincilik maçları turnuvasına devam edilecekti. Fakat gene rakiplerden bazılarının sahada ispatı vücut etmemesi dolayısıyla maçlar çok tatsız bir hava içinde cereyan etti.

    Günün en mühim maçını Fenerbahçe takımıyla Nişantaşı arasında yapılacak müsabaka teşkil ediyordu. Nişantaşı takımının gelmemesi, Fenerlilerin hükmen galebesini intaç etti.

    Geçenlerde söylediğimiz üzere voleybol, memlekette henüz taammüm etmeye başlayan bir spordur. Her yeni spor gibi, daha bidayette aşkla karşılanması icap eden voleybol, maalesef İstanbul’da layık olduğu ciddiyetle karşılanmamaktadır.

    Bunun en bariz misali İstanbul voleybol şampiyonasının şimdye kadar intaç edilen bütün maçlarının hemen hemen kâmilen hükmen kazanılmış olmasıdır.

    Alakadar kulüpler ve teşkilatın bu hususta dikkatli davranması lazımdır.

    BAYRAMDA YAPILACAK FUTBOL MAÇLARI [28]

    İstanbul muhtelitinin bayramda İzmir’e giderek İzmir muhteliti ile bir maç yapılması için görüşülmüştü. Dün gelen İzmir gazetelerinin bu hususta verdikleri malumata göre, İstanbul futbolcuları şayet İzmir’e gitmezlerse, İzmir muhteliti İstanbul veya Ankara’dan başka bir kuvvetli takım celbedecek, bu suretle bayramı müsabakasız geçirmeyecektir.

    Diğer taraftan bizim haber aldığımıza göre bayramda şehrimizde Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Vefa kulüpleri arasında bir futbol turnuvasının yapılması muhtemeldir.

    Bunun takarrürü halinde, bayramın birinci ve üçüncü günleri Galatasaray-Vefa, Fener-Beşiktaş müsabakası yapılacaktır.

    Bu vaziyete göre İzmir’e İstanbul’dan kuvvetli bir futbol takımının gitmesi de mümkün olmayacak demektir.

    VASIF BEY MAARİF VEKİLİ OLDU [29]

    Ankara, 23 (Vakit) – Bugün Büyük Millet Meclisi’nde İzmir mebusu Vasıf Bey’in intihap mazbatası okunarak kabul edildi ve arkasından da tahlifi yapıldı.

    Vasıf Bey’in Maarif Vekaleti’ne tayin edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu husustaki kararname Başvekilimiz tarafından imzalanarak Reisicumhur hazretlerinin tasdikine arz olunmuştur.

    FUTBOL HEYETİ TOPLANDI [30]

    İstanbul A Takımı İdmansız Olduğu için İzmir’e Gidilemiyor

    İzmir mıntıkasının daveti üzerine İstanbul “A” muhtelitinin üç maç yapmak üzere bayramda İzmir’e gitmesi mevzuubahis olunmakta idi. İzmir mıntıkasının bundan bir ay evvel yaptığı bu teklif, mıntıka Futbol Heyetinin bir türlü toplanamaması yüzünden şimdiye kadar cevap verilememişti.

    Nihayet İzmir mıntıkasının gazetemiz vasıtasıyla mıntıka Futbol Heyetine vaki olan sonuncu müracaatından sonra Futbol Heyeti Perşembe akşamı toplandı ve bu hususta son kararını verdi.

    Verilen bu karara göre, İzmir mıntıkasının teklifi kabul olunmamaktadır.

    Futbol Heyeti bu kararı verirken “A” muhtelitine mensup oyuncuların lig maçlarının tatilinden beri idmanlarını terk etmiş bir halde olduklarını nazarı dikkate almıştır.

    Bir noktai nazara göre mıntıka bu kararında haklıdır. İdmansız bir takımı, böyle temsili bir maça çıkarmak, şehirler arsında bir rekabetin tebarüz etmeye başladığı bu günlerde hiç de musip olmayacaktı.

    Yalnız gönül isterdi ki İzmirli sporcu arkadaşlarımızın, makul bir fikre istinaden bu talepleri büsbütün ret edilmeyerek bir sureti tesviyeye rapt edildin. Bütün sporcuların birbirine hizmet etmesi icap ettiğine göre, İstanbul sporcularının İzmir seyahatini icra etmeleri bir vecibedir.

    Memnuniyetle haber aldığımıza göre, mıntıka Futbol Heyetinde de ilk fırsatta bir İzmir seyahati yapmak konusunda bir temayül mevcuttur. Mesela kurban bayramına kadar “A” takımını hazırlamak ve bir İstanbul-İzmir maçı yapmak mümkün olacaktır.

    BAYRAMA DOĞRU [31]

    Bayramda muhtelif şehirler arasında futbol temasları yapma mutattır. Bu cümleden olmak üzere İstanbul takımlarından bazılarının Edirne, Kocaeli, Tekirdağ, Bandırma gibi yakın merkezlere seyahat etmeleri takarrür etmiştir. Bazı şehir takımlarının da İstanbul’a gelmek hususunda kulüpler nezdinde münferit teşebbüslerde bulundukları temin edilmektedir.

    HOKEY FAALİYETİ [32]

    Bu sene ilkbaharda çoktan beri terk edilen hokey faaliyetinin canlanacağı söylenmektedir. Osman Hakkı Bey’in himmetiyle dolaplarda çürüyen stiklerin çıkarılacağı ve kulüpler arasında hususi temaslar yapılacağı temin edilmektedir. Yaptığımız tahkikata nazaran filhakika böyle bir tasavvur mevcut bulunmaktadır. Yalnız bu tasavvurun proje halinde kalan diğer emsaline benzememesi şayanı temennidir.

    DARÜLACEZE VE ARTİSTLER! [33]

    Bir garip ve acıklı şey öğrendim. Darülbedayi artistleri, Darülaceze müdürüne müracaat ederek artistlerden aciz ve muhtaç düşenlerin Darülaceze’ye kabulünü rica etmişler.

    Evvela bu müracaat fecidir. Sanat namına faciadır. Fakat ne çare ki her yerde olduğu gibi bizde de sanat sahibini pek nadir olarak zengin eder, bazen geçindirir, ekseri sefil eder ve muhakkak ihtiyarlıkta aç bırakır. Bunu gördükten sonra hala bu malihülyai mesleke sülük edenlere aşıkışûride diye acınmaktan başka ne yapılır?

    Şimdi bu tıraşlar bertaraf, Darülaceze müdürü aciz kalan artistleri kabul edemeyeceğini söylemiş. İşte bu hepsinden fecidir. Çünkü o müessesenin irat menbalarından biri de “Temaşalar”dır. Sağ ve sağlam iken yardım ettiği hayır müessessesinden de hayır görmezlerse bu biçareler nereye giderler?

    İki gün evvel sokaklardaki dilenciler toplanıp kamyonlarla Darülaceze’ye naklediliyordu. Oraya girebilmek için mutlaka sokakta avuç açmak mı lazım?

    MÜNEVVERLERİN TENVİRİ İÇİN [34]

    (…) Dün akşam Fransız tiyatrosunda Phedre’i seyretmeye gitmiştim; gözlerim her tarafta bizim genç şairlerimizi, genç ediplerimizi, genç sanatkârlarımızı arıyordu; lakin maatteessüf salonun her yerinde Galata halkından başka kimselere rastgelmiyordu! Türkiye’den başka herhangi bir memlekette Racine’in oynanması, başlı başına bir hadise teşkil eder. Bizde ise bu büyük, bu layemut sanat nefhası hiçbir kılı kıpırdatmadan esip geçiyor.

    Bir zamanlar Galatasaray Lisesi talebeleri, bir “Sara Bernar”ı, bir “Rejan”ı, bir “Mune Sulli”yi görebilmek için, Tepebaşı Kışlık tiyatrosuna adeta bir kale zapteder gibi hücum ederlerdi. Şimdi bunları, futbol kalesinden başka bir şey alakadar etmiyor. Bu da fikri ve hissi bir inhitat alameti değil midir?

    Müddeamızı ispat için bundan bin kere daha kuvvetli alametler sayıp dökebiliriz. Fakat neye yarar; dert ortadadır ve buna çare bulmak lazımdır.

    Maarif Vekâleti münevverler için umumi kütüphaneler mi açacak, vasi mikyasta tercüme ve telif kitaplar bastırıp gayet ucuz fiyatlarla mı dağıtacak; fikir ve edebiyata dair müsabakalar, anketler mi tertip edecek, senenin en güzel kitaplarını yazana veyahut herhangi bir şubede olursa olsun en güzel sanat eserini vücuda getireceklere yüksek mükâfatlar mı verecek; her ne yapacaksa yapmalı, bu düşen kafaları doğrultmaya gayret etmelidir.

    NEVESER! [35]

    Bu ismi tanıdınız mı? Bu Seyrisefain’in emektar ve eski bir vapurudur. Rivayete nazaran vapur üç dört gün evvel iskele vazifesini görmek üzere bağlı olduğu Kınalıada iskelesinden nabedit olmuş ve uzun taharriyattan sonra Çanakkale’ye doğru giderken Marmara’da yakalanmış. Ne yalan söyleyeyim, vapurun bu hareketi hoşuma gitti. Senelerce hizmetten sonra böyle iskele yapılınca haysiyetine dokunmuş ve kaçmıştır. Çoğumuz Neveser kadar olamayız.

    FUTBOL FAALİYETİ [36]

    Havaların ortada mevcut manileri bertaraf edecek bir şekil alması dolayısıyla çoktan beri tatil edilen futbol faaliyetine bu haftadan itibaren başlanacaktır. Eğer hava bugünkü müsait şekilde devam ederse gerek stadyum, gerek Kadıköy sahası tamamen futbol oynamaya müsait bir hale gelecektir. Önümüzdeki Cuma günü için bazı maçlar hazırlanmıştır.


    [1] 1 Şubat 1929 – Son Saat Gazetesi (A.S.)

    [2] 1 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [3] 2 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [4] 2 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [5] 3 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [6] 3 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [7] 4 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [8] 5 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [9] 6 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [10] 7 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Kemalettin Şükrü)

    [11] 8 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [12] 9 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [13] 10 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [14] 11 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [15] 12 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [16] 13 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [17] 14 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [18] 15 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 16 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [20] 16 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [21] 17 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [22] 18 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi

    [23] 19 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [24] 20 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [25] 21 Şubat 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [26] 21 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [27] 22 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 23 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [29] 24 Şubat 1929 – Vakit Gazetesi

    [30] 25 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 25 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 25 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

    [33] 25 Şubat 1919 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [34] 26 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi (Yakup Kadri)

    [35] 27 Şubat 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [36] 28 Şubat 1929 – İkdam Gazetesi

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – I

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – I”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    MİLLET MEKTEPLERİ BUGÜN MERASİMLE AÇILACAK [1]

    Millet mektepleri bu akşam açılıyor… Bu mekteplere ait bütün ihrazat dün ikmal edilmiştir. Her mektep birbiriyle rekabet edercesine süslenmiştir. Birçok mekteplerde elektrik tesisatı harici cephelerine kadar teşmil edilmiştir. Bu akşam mektepler baştan aşağı tenvir edilecektir. Maarif Müdüriyeti’nin tamimi üzerine dün mekteplerde tedrisat icra edilmeyerek çocuklar tezyinat ve müsamere hazırlıklarıyla meşgul edilmiştir.

    Halkın kaydolunmak üzere mekteplere müracaatı son dereceyi bulmuştur. Yalnız dün akşama kadar İstanbul tarafındaki mekteplere müracaat edenler on bini mütecavizdir. Kadıköy mıntıkası müfettişi İzzet Bey, Kadıköyü’nde açılan 73 dershaneye yazılanların üç bini tecavüz ettiğini bildirmiştir.

    Kadıköy’de her mektepte bugün beşten sekize kadar muntazam bir program tahtında müsamereler verilecektir. Bu müsamerelere erkân-ı hükümet, mebuslar ve diğer zevat ve çocuk velileri davet edilmiştir. Üsküdar Askeri Fırka Kumandanlığı da bu merasime mızıka gönderecektir. Resmi küşadı müteakip haziruna muallimler, cazip bir numune dersi vereceklerdir.

    Elektrik alamayan mekteplerin tenvir vasıtaları da Üsküdar Kaza Heyeti tarafından temin edilmiştir. Bu heyet Üsküdar Kaymakamı’nın riyasetinde bu sabah da toplanacak, bir noksan olup olmadığını kontrol edecektir.

    Vali Vekili ve Maarif Emini ve Müdür Beyler ve diğer Vilayet Heyeti azası mekteplerin resmi küşadında bulunacaklardır. Bugün Taksim Meydanı’nda bulunacak olan bilumum yatılı mektepleriyle lise izcileri ve ilk mektepler talebesi Vali Bey’le Maarif Müdürü Bey’in nezareti altında, ellerinde Devlet Matbaası’nda bastırılan afişler olduğu halde mekteplere tamim edilen Türk harfleri marşını söyleyerek Bayezid’e kadar gelecekler ve muhtelif tezahürat yapacaklardır. (…)

    TESELLİ KABUL ETMEZ BİR ACI [2]

    Maarif Vekili Necati Bey’i Kaybettik

    Karilerimize bir matem haberi vermekle müteellimiz!

    Sevgili Necati’nin ansızın hastalandığını, kendisine apandisit ameliyatı yapıldığını dün yazmıştık. Maalesef hastalığın teşhis edilmemesi genç ve değerli bir inkılap uzvundan memleketi mahrum etmiş, zavallı Necati dün öğleye doğru hayata gözlerini yummuştur.

    Cumhuriyet hükümetine, Büyük Meclis’e, Cumhuriyet Halk Fırkası’na, irfan ve gençlik âlemine, bütün kan ve fikir ailesinin efradına taziyetler arz ederiz.

    MERHUM NECATİ BEY’İN TERCÜME-İ HALİ [3]

    Mustafa Necati Bey 1894 senesinde İzmir’de doğmuştu. Tali tahsilini İzmir İdadisi’nde bitirdikten sonra İstanbul’a hukuk mektebine girmiş, buradan çıktıktan sonra da İzmir’de Darülmuallimin ve Darülmuallimat’ta muallimlik almak suretiyle maarife intisap etmişti.

    1915’den 1918 senesine kadar İzmir’de hususi Şark Mektebi müdürlüğünde bulunmuş, burada şimdi Moskova elçimiz olan Vasıf Bey’le beraber çalışmıştır. Bu arada İzmir-Aydın demir yolları hukuk müşavirliğinde çalışmış, dava vekâleti yapmıştır. 1919’da İzmir’in işgali üzerine milli mücadele teşkiline dâhil olarak İstanbul’da (şimdi Büyük Millet Meclisi Reisi) Kazım Paşa hazretlerinin kumandan olduğu mıntıkada kuvayı milliye müfrezeleri kumandanlığında bulundu ve Anzavur takibatına iştirak etti. 1920’de Saruhan mebusu olarak Büyük Millet Meclisi’ne geldi ve bir müddet sonra Kastamonu İstiklal Mahkemesi’ne reis olarak Samsun-İzmir arasındaki sahada milli mücadelenin muvaffak olmasında kıymetli hizmetler etti. 1923’te İmar ve İskân ve Mübadele Vekâleti’nin teessüsünde hem amil, hem bu vekâletin ilk vekili oldu ve bilahare İsmet Paşa kabinesinde Adliye Vekâleti’ne geçti ve kabine çekilirken Necati Bey de istifa etti. Bir müddet sonra Hamdullah Suphi Bey’in yerine Maarif Vekili oldu.

    NECATİ! [4]

    İnkılap neslinin kulaktozuna bir hançer saplandı. İstiklalin müebbet temelini kurmaya çalışan irfan amelesinin neşeden ve feragattan kalbine ilk matem çöktü. En büyüğümüzün yüreğinden en küçük bana kadar şu hudutların içinde dışında ürpermeyen benlik kalmadı. Çünkü ziftten zifirden bir haber patladı: Maarif Vekili’nden evvel büyük ve civanmert olan Necati öldü!

    Büyük ve civanmert insanlara karşı ecelin ne sefil ne korkak ne kelbi olduğunu bilirdim ama bu kadar kahpeliğini hiç işitmemiş, görmemiştim.

    Necati o gönül mânialarından idi ki her kımıldanışında etrafında ve arkasında binlerce taze ve temiz kalp harekete gelirdi. Akdenizin bu tatlı esmer evladına yalnız İzmir, sade Ankara değil fakat bütün inkılap tarihi ağlayacaktır.

    Ameliyat muvaffakıyetle neticelendi. Fakat yüksük kadar küçük bir kör olası kör bağırsak bir cihandan büyük ve Türk adı kadar sağlam Necati’yi aldı götürdü. İnsan hayatın bu anlaşılmaz sırları önünde ve kulaktozuna yediği hançerin acısı altında kızamıyor, ağlayamıyor, inanamıyor… Demek bu ölüm sahidir.

    Necati! Uzun senelerimin en has, en mahrem, en mert dostu!

    Necati! Demek sahi öldün. Vah bize! Vah bize.

    ZAVALLI NECATİ [5]

    Elime kalemi aldım. Fakat ne yazacağımı bilmiyorum. Maarif Vekili Necati Bey’in bütün arkadaşlarını şaşırtan nagihani ölümünü “Vakit” karilerine nasıl anlatabileceğimi bir türlü tayin edemiyorum.

    Evet, henüz otuz dört yaşında aslan gibi kuvvetli bir genç aramızdan çekilip gitti. Daha cumartesi günü Maarif Vekâleti’ne gidenler Necati Bey’i Vekâlet masası başında 1 Kanunisani için büyük bir şevk ve heyecan ile çalıştığını görmüşlerdi. Çünkü 1 Kanunisani günü her tarafta olduğu gibi Ankara’da da Millet Mektepleri’nin resmi küşadı yapılacaktı.

    Necati Bey aylardan beri yaptığı hazırlıkların mesut neticesini o gün alacaktı. Maalesef talih en büyük milli bir bayramı teside hazırlanır gibi aylardan beri Millet Mektepleri’nin küşadını temin için çalışan Necati’ye bu emelinde yar olmadı.

    Millet Mektepleri’ni 1 Kanunisani’de açmaya hazırlanan Necati, bugün vakitsiz bir ölümün bedbaht darbesine uğradı.

    Necati Bey belki ideal bir Maarif Vekili olmak için icap eden teknik bilgilere tamamen sahip değildi; fakat mektepçiliğin bir ihtisas işi olduğuna, her işi ehline vermek lazım geldiğine samimi olarak kani idi. Bu kanaat üzerinden yorulmak bilmeyen bir gayret ile çalışmayı kendisine şiar edinmişti.

    Fazla olarak İzmir’in Yunan işgaline geçtiği günlerde anayurdundan ayrılarak milli harekâta iştirak etmiş, mücahede-i milliyenin her safhasında fedakarane bir gayretle çalışmış, uzak ve yakın bütün arkadaşlarının hürmet ve muhabbetini kazanmıştı.

    Bu itibarla memleket ve millet Necati’nin istikbalinden daha çok hizmetler bekleyebiliyordu. Yazık ki insafsız ölüm bu ümitleri kırdı.

    Dün Millet Meclisi koridorlarında Necati Bey’e tehlikeli bir apandisit ameliyatı yapıldığı şüyu bulunca herkeste derin bir teessür uyanmıştı. Bütün arkadaşlar sıhhi vaziyeti hakkında malumat almak için birbirine soruşturuyordu.

    En doğru haber olarak yirmi dört saatlik bir tehlike devri bulunduğu anlaşılıyordu. Ameliyattan sonra yirmi dört saat iyi geçerse ölüm tehlikesinin bertaraf olacağı söyleniyordu. Fakat çok yazık ki bu son ümit boşa çıktı. Aradan yirmi dört saat geçmeden Necati kayboldu.

    Zavallı Necati ölümüne takaddüm eden bütün geceyi Millet Mektepleri’ne ait tertibat ve teşkilattan bahsederek geçirmiştir.

    Son nefesinde de “1 Kanunisani, 1 Kanunisani!” diyerek gözlerini kapamıştır.

    Bu hal Necati’nin ruhunda vatan ve vazife aşkının ne kadar derin bir surette kökleşmiş olduğunu göstermeye kâfi geliyor.

    NECATİ’NİN ÖLÜMÜ KARŞISINDA [6]

    Hayatımda, bu kadar umulmayan bir felaketle karşılaştığımı bilmiyorum!

    Telefonda onun ölümü haberini alınca ellerim titredi, boğazım kurudu; boğuk bir sesle tekrar tekrar sordum. Kalbim bu zalim habere bir türlü inanmak istemedi.

    Fakat matemli bir sesle inildeyen kısık, muttarit telefon darbeleri bu acı hakikati bütün çıplaklığıyla haykırıyordu:

    “Necati’yi kaybettik! Necati’yi!”

    Her kara haber gibi bu felaket haberi de doğru çıkmıştı…

    Evet, bu bir hakikat idi…

    Daima hayat ve ümit dolu gür sesinin akisleri daha kulaklarımızda titrerken, bu zalim hakikatle karşılaşıyorduk! O kadar genç, o kadar dinç, adeta bir hayat kaynağı gibi taşkın bir insanı birdenbire aramızdan eksilmiş görmek, umulmaz bir faciadır, yarabbi…

    Bu ani felaket darbesi altında dimağım hala uyuşuk duruyor… Bu dost ölümünün kalbimde açtığı yara, sanıyorum ki ilelebet kanayacak!

    Şu perişan satırları yazarken, Ankara’da onun taze mezarı başında samimiyetle ağlayan sesleri duyuyorum…

    İnkılabın zaferi için onunla aynı safta çalışan insanların, en büyüğünden en küçüğüne kadar, ne derin bir matemle sarsıldıklarını çok yakından hissediyorum…

    Milletin gözyaşlarıyla ıslanan bu muazzez mezar üstündeki çiçekler, altında yatan ölünün temiz, asil ruhu gibi, henüz terütaze duruyor…

    Eğer şu dakikada Ankara’da olsaydım, mezarının başında diz çöker ve kalbimin hıçkıran sesi ile ona derdim ki:

    “Necati, sevgili dost, inkılabın aziz çocuğu!

    Asil ruhunla, açık alnın ve temiz vicdanınla, milletinin ve yüksek, ne muhterem bir mevki kazandığını görüyor musun?

    Mertliğine, insanlığına hayran olarak sana candan bağlanan dostlarının kalbinde daima yaşayacağını anlıyor musun?

    Daha hayattan nasibini almadan, inkılabın kuvvetli omuzlarına yüklettiği mukaddes vazifeleri tamamlamak saadetini daha görmeden, zalim ecel seni kara topraklara çekti götürdü!

    Orada sevgili ananın kolları arasında sakin ve müsterih uyu. Türk gençliği ölümünle saflarında açılan boşluğu doldurmak için daima senin bu aziz hatırandan kuvvet alacak…”

    ONUN ÖLÜMÜ [7]

    Bir yanar dağ, ansızın söndü…

    Aylardan beri hazırlandığı bayram, meğer onun son günü imiş…

    Bir Kanunisani’yi tesit için toplanan taburlar, onun tabutu arkasına dizildi.

    Necati Bey’in ölümü kadar hiçbir ölüm, bana ölümü bu kadar korkunç göstermemiştir. Bu zeybek huylu ve zeybek boylu vatan çocuğunu toprağa düşüren pençenin rüzgarı, bütün Türk elinin bağrından geçti.

    Onu bir kere, heyecanla bir nutuk söylerken dinlemiştim:

    Dağ dağa vuruyor sandımdı!

    Bu genç ölünün matemi karşısında acı acı düşünüyorum: Aylardan beri, tababet, Londra’da bir ölüyü yaşatırken, Ankara’da bir diriyi öldürüyor!

    İşte matemimizin asıl teselli bulmayan tarafı!

    GALATASARAYLILARIN TAZİYETİ [8]

    Galatasaray terbiye-i bedeniye Kulübü riyasetinden:

    “Ani vefatı devlet ve millet için bir zıya olan, bütün maarif erbabını derin hüzünlere düşüren Kulübümüzün Fahri Reisi Necati Bey’in ebedi gaybubeti, Galatasaraylılar için büyük bir matem teşkil ediyor.

    Galatasaray Kulübü, kıymetli reisinin vefatından dolayı samimi teessürlerini ilan ederken, merhumun ailesi efradına, hükümet ve mesai arkadaşlarına da taziyetlerini arz eder.

    Galatasaray Kulübü bu matemini izhar için bir ay müddetle bütün spor faaliyetini tatil etmiştir.”

    BUGÜNKÜ SPOR FAALİYETİ [9]

    Bugün şehrin muhtelif mahallerinde spor müsabakaları yapılacaktır. Evvelce tafsilat verdiğimiz bu müsabakaları sporcu karilerimize bir defa daha hatırlatalım.

    Kadıköyü’nde Fenerbahçe üçüncü takımı, Bahriye futbol takımı ile Fenerbahçe birinci takımı, Süleymaniye birinci futbol takımı ile.

    Taksim Stadyumu’nda Beşiktaş birinci takımı, Bursa muhtelit takımı ile.

    Eskrim salonunda Vılıç maçlarının finali, flöre maçlarının iptidası.

    REİSİCUMHUR HAZRETLERİNİN TEŞEKKÜRLERİ [10]

    Ankara, 4 (A.A.) – Riyaseticumhur kâtibi umumiliğinden:

    Reisicumhur hazretleri, Maarif Vekili Necati Bey’in vefatı münasebetiyle taziyet telgrafnameleri göndermek suretiyle derin teessürlerine iştirak buyuran zevatı kirama, ilim müesseselerine, sair memleket teşkilatına bu hazin vesile ile izhar buyurdukları yüksek hissiyattan, büyük bir vatansevere karşı beslenilen samimi muhabbet nişanesinden dolayı teşekkürlerinin iblağına Anadolu Ajansı’nı tavsit buyurmuşlardır.

    BEŞİKTAŞ 6 – 3 BURSALILAR [11]

    Dün İstanbul oldukça kesif bir spor faaliyetine şahit oldu.

    Taksim, Kadıköy ve Eskrim salonunda yapılan müsabakalar oldukça hararetli bir alaka uyandırmıştır.

    Her tarafta kalabalık bir halk kitlesi tarafından seyredilen bu maçlar İstanbul’un spor meraklılarına zevkli bir gün yaşattı.

    Taksim’de

    Taksim’de Beşiktaş birinci futbol takımı Bursa muhtelitiyle karşılaştı. Şüphe yok ki ehemmiyetli bir temas teşkil eden bu maç ciddi bir alaka ile karşılanıyordu. Çünkü kalabalık bir seyirci kümesi sahanın etrafını kuşattı.

    Oyun heyeti umumiyesiyle cazip, ahenktar ve tam manasıyla zevkli oldu. Her iki taraf da güzel oynadılar. Beşiktaş oyuncularından ekserisinin idmandan mahrumiyetine mukabil Bursa oyuncularının antrenman üzerinde olduğu göze çarpıyordu.

    Netice itibarıyla Beşiktaş 6-3 Bursa takımına galip geldi.

    Kadıköyü’nde

    Fenerbahçe-Süleymaniye maçı heyecanlı oldu.

    Tarafeyn şu teşkilatla sahaya çıkmışlardı.

    Fenerbahçe:

    Hüsnü, Nejat, Füruzan, Kadri, Sadi, Reşat, Alâ, Muzaffer, Zeki, Fikret, Refik

    Süleymaniye:

    Mansur, Necdet, Sadi, Vecihi, Selahattin, Yusuf, Sabri, Sadi, İhsan, Necati, Halit.

    Oyun heyeti umumiyesiyle Fenerbahçe’nin hakimiyeti altında oynandı ve Sarı-Lacivert takım 10-0 galip geldi.

    SÜLEYMAN NAZİF’İN MEZARINDA [12]

    Dün büyük şair üstat Süleyman Nazif merhumun aramızdan müebbeden ayrıldığı günün üçüncü yıl dönümüne müsadifti. Nazif merhumun Edirnekapı şehitliği karşısındaki mezarı, dün bazı dostları ve irfanına müştak mektepliler tarafından gözyaşlarıyla ziyaret edilmiştir.

    “Dinim kinimdir” ve “Ruhum, benim oldukça bu imanla beraber üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler” şaheserlerinin kaili olan büyük ölünün mezarı başında toplananlar arasında Filorinalı Nazım Bey’le birkaç muhibbinden başka ne yazık ki kendi hemneslinden kimseler yoktu. Bu unutkanlıktan şüphesiz Nazif’in duyduğu teessürü, ihtifale gözyaşlarını tutamayarak iştirak eden birçok gençlerin, Darüşşafaka ve Kuleli Askerli Lisesi talebesinden birçoklarının huzuru tadil etmiş olacaktır.

    İhtifalde Fatihalar okunduktan sonra, Filorinalı Nazım Bey, derdesti intişar bulunan 200 sahifeye yakın yeni bir eserini hemen tamamen okumuştur. Bu meyanda dahi Abdülhak Hamit, Sami Paşa zade Sezai ve Cenap Şehabettin Beylerin merhum hakkında, vefatını müteakip yazdıkları evvelce intişar etmiş çok müheyyiç parçalar da vardı.

    Filorinalı Nazim Bey’i müteakip Kuleli Lisesi talebesinden Şükrü Kaya Efendi tarafından merhumun hayatına dair bazı parçalar anlatılmış ve bütün hazirunun bir an evvel Şehremaneti’nce kabrin inşa ettirilmesi temennileri arasında ihtifale nihayet vermişlerdir.

    GEÇMİŞ OLSUN! [13]

    Üstadı tıraş Filorinalı Nazım Bey, Tevfik Fikret ihtifalleri kâfi gelmediği için şimdi bir de Süleyman Nazif ihtifalleri tertibine başladı. Dün sine sine yağmaya başlayan bir yağmurun altında üstat, tam 200 sahifelik matbu bir kitap teşkil eden bir nutuk okuyarak ihtifale iştirak edenleri de Süleyman Nazif merhumun ruhunu da doya doya tıraş ve perdah etmiş.

    200 sahifelik tıraş, haddi marufu geçtiği için Süleyman Nazif’in ateşin ruhu tahammül edememiş ve mezarında feryada, şikâyete başlamış: “Sükûtu bir mezarın bir derin feryattır müthiş”

    Bu müthiş feryadı, şikâyeti göklerde Mikail aleyhisselam duymuş ve şiddetli bir yağmur yağdırmaya başlamış… Süleyman Nazif’in gözyaşları böyle kızgın bir yağmur halinde dökülmeye başlayınca hatip de tıraşı kısa kesmeye mecbur olmuş… Süleyman Nazif merhuma geçmiş olsun!

    Bu nutkun içinde benim de ismimi zikretmek lütfunda bulunduğu için ben de makamı teşekkürde şu satırları yazdım.

    CUMA GÜNKÜ MAÇLAR [14]

    Fenerbahçe birinci ve ikinci takımları Robert Kolej’de maç yapacaklardır. Robert Kolej yalnız atletizmde değil, futbolda da ehemmiyetli bir rakiptir. Bu itibarla Fenerlilerin elde edecekleri netice şayanı dikkat olacaktır. Galatasaraylılar da Taksim Stadyumu’nda bir Rum takımıyla karşılaşacaktır.

    Voleybol

    Beyoğlu Amerikan Kulübünde voleybol turnuvasının final maçı, Fenerbahçe ve Kabataş takımları arasında yapılacaktır. Galip takım turnuva şampiyonu olacaktır.

    Fenerbahçe Müessisleri

    Fenerbahçe müessisleri geçen Cuma, Kulübün Kadıköyü’ndeki merkezinde toplanmışlardır. Çok samimi geçen içtimada Kulübün mali vaziyeti tetkik ve şayanı takdir görülmüştü. Eski idare heyetine teşekkür edilmiş ve vazifesine devam etmesi rica edilmiştir.

    LİG MAÇLARININ İKİNCİ DEVRESİ MART’A KALDI [15]

    (Birinci devrede) Galatasaray mağlup olmamış, Vefa galibiyet almamış, Süleymaniye en fazla yenilmiştir. Fenerbahçe ile Beykoz’un galibi ve mağlubiyetleri makusen mütenasiptir. Galibiyet, mağlubiyet ve beraberliği nefsinde cem eden Beşiktaş olmuştur.

    Futbol Heyeti hafta içinde bir karar verdi: Lig maçlarının birinci devresi bitmiştir, ikinci devreye de Mart’ta devam edilecektir. Biz münasip zamanlarda maçların icrasını daha doğru bulmakla beraber, rastgele tehirler yüzünde kulüplerin yekdiğerini gafil avlamamaları için Futbol Heyetinin kati bir karar vermiş olmasını kulüplerimiz ve futbolcularımız hesabına memnuniyetle karşılıyoruz. Bu suretle hiç olmazsa kulüpler hattıhareketlerini tayin edecekleri gibi iyi havalarda hususi maçlar yapılabilecektir.

    Birinci devrenin hitamında birinci kümeye mensup sivil ve askeri takımların vaziyetlerini aşağıya dercettiğimiz şekillerle karilerimize arz ediyoruz. Soldaki şekil sivil kümeye, sağdaki ise askeri kümeye aittir.

    Her iki şeklin solundaki cetvellerde birinci devre zarfında her takımın attığı ve yediği gollerini adedini bulmak kabildir. Siyah hatların yükseldiği son numara atılan gol adedini, mürabbalı hatların yükseldiği son numaralar da aksini göstermektedir. Mesela Beşiktaş en fazla sayı yapan (18 gol), Süleymaniye de en az sayı yapan (4 gol) takımdır. En fazla gol yiyen Süleymaniye (17 gol), en az gol yiyen de Galatasaray (6 gol) takımıdır.

    Her iki şeklin sağındaki cetveller galibiyet, mağlubiyet, beraberlik, puan adetleriyle soldan sağa olmak üzere takımların elde ettikleri dereceleri göstermektedir. Sivil kümede Galatasaray, askeri kümede Kuleli birincidirler.

    Siyahlar galibiyet, ufki çizgiler beraberlik, mail çizgiler de mağlubiyet adetlerine işaret etmektedir.

    Karilerimiz bu şekilleri bir tarafta saklarlarsa Mart’ta ikinci devre başladığı zaman her takımın vaziyetini kolayca hatırlayabilirler.

    Maçların netayicini de ayrıca kaydediyoruz.

    AĞA, EFENDİ, BEY, PAŞA [16]

    Monsieur (müsyü)nün Türkçesi var mı? Olmasa gerek.

    Ağa, sırf Türkçedir. Okuması olmayanlarla taşralarda ileri gelenlere verilen unvandır.

    Efendi, halis, muhlis, Yunanca bir kelimedir. “Afthendis” manası asil, necip demek olup Fransızca “Authentique” aynı cezirden geliyor. Bir Osmanlı unvanı olan Efendi, okuryazarlara verilir.

    Bey, öz Türkçedir. Vaktiyle hükümdar, emir, prens demekti. O derece müptezel oldu ki zamanımızda aşçı çırağı, seyis yamağı, şoför muavini, hatta külhanbeyi de Bey, belki de beyefendidir.

    İngilizce “Sir”, “Gentleman” lakapları da böyle iptizale uğramıştı. “Gentleman” mukabili Fransızca “Gentilhomme” asilzade manasına gelir. “Sir” ise “Sire” şeklinde hükümdar anlamında kullanılır. Demek ki Britanya adalarında herkes kibarlaştı, avam kalmadı. Bizdeki beyler gibi.

    Evvelce Bey unvanı resmen tevcih olunurdu; şimdi Paşa’dan başka resmi unvan kalmadı. Bu da jeneral demektir. Sivil paşalar ölünce bu tabir liva, ferik ve müşire muhtas olacak. Eskiden “Çelebi” gibi bazı unvanlar daha vardı. Bunlar unutuldu.

    Bu unvan bolluğu arasında “Monsieur”, “Herr”, “Mister”, “Signor” mukabili istisnasız herkese verilen bir kelimemizin bulunmaması gariptir. “Bey” kelimesinde Derebeyliğinden kalma bir şemme var! “Efendi” hem Rumluğu, hem softalığı andırıyor. (Ağa) azıcık cehalet kokusu veriyor. (Müsyü) ise Frenk’i Türkten ayırmaktadır.

    Dil kendi haline kalsa Türkiye’de sakin 6 milyon 584 bin 474 erkeğin hepsi (Beyefendi) 7 milyon 75 bin 801 kadının cümlesi (Hanımefendi) olacak. Çamaşırcı Fatma Hanımefendi, ölü yıkayıcı Ayşe Hanımefendi.

    Tunalı Hilmi merhum herkese seviyen (Ağa) denilmesi hakkında yedi kanun layıhası vermişti, yedisi de sürekli kahkahalar ve alkışlar arasında reddedildi. Sonra düşündü: Erkeklere (Er) hatunlara (Kadın) deyelim, dedi. Mesela Ahmet Er, Cemile Kadın. Çok şükür kü (Madame) mukabili Türkçede bir kelime mevcuttur: Hanım.

    Avrupa’da ileri fikirliler, feministler evli kadınlarla evlenmemişlere ayrı ayrı unvanlar verilmesini, Madam, Matmazel denilmesini kadınlık namına doğru bulmuyorlar ve her ikisine de şamil bizim (hanım) kelimesini pek beğeniyorlar.

    Eğer bir kanun bu meseleyi halletmezse ihtiva ettiği kurun vusta kokusuna rağmen (Bey) lakabının umumileşeceğine ihtimal veriyorum. Tunus beyi, Susam bey,, Eflak beyi, Saman pazarında nalbant Ali Bey?

    BALO VERECEKLER [17]

    Galatasaray Spor Kulübü ile Kadınlar Birliği balo için Vilayet’e müracaat etmişlerdir.

    KILIÇLA MÜBAREZE [18]

    İstanbul mıntıkası Eskrim ve Boks Heyeti’nden:

    28 Aralık 928 tarihinde başlamış olan Eskrim müsabakalarından kılıçla mübareze kısmı itmam edilmiş ve atideki netayici vermiştir:

    Beşiktaş’tan Enver Bey 15 müsabakada 75 vuruş vurmuş, 15 vuruş almış, bütün mübarezelerde de galip geldiğinden birinciliği kazanmıştır.

    Harbiye’den Kemal Bey 14 müsabakada 8 galibiyet kazanmış, 6 mağlubiyete uğramış, 57 vuruşa mukabil 44 vuruş almış ve ikinci addedilmiştir.

    Galatasaray’dan Kamil Bey ise 15 müsabakadan 11’ini kazanmış, 4’ünü kaybetmiş, aldığı 39 vuruşa mukabil 64 vuruş vurmuş ve üçüncü sayılmıştır.

    İhtar: Robert Kolej’den Lavrof Efendi bu müsabakalarda 45 vuruşa mukabil 60 vuruş ve 10 galibiyet 4 mağlubiyet ile ikincilik derecesine vasıl olmuş ise de ittifak nizamname-i mucibince derecesi muteber addedilmemiştir.

    Cetvelde ikinci Kemal ve üçüncü Kamil Bey’lerin aldıkları dereceler arasındaki fark birinin ayıklama grubuna nispeten zayıf müsabıklar isabet ettiği halde final müsabakalarında Kemal Bey baladaki dereceye liyakat kesbetmiştir.

    Netice: Enver Bey (Beşiktaş) 1928 İstanbul mıntıkası kılıçla mübareze şampiyonu, Kemal Bey (Harbiye) İstanbul ikincisi ve Kamil Bey (Galatasaray) İstanbul üçüncüsü derecelerini ihraz etmişlerdir.

    Flore müsabakaları 11 Ocak 1929 Cuma günü saat 15’de Beyoğlu Cumhuriyet Halk Fırkası binasının üst kat salonunda intaç edilecektir.

    İSTANBUL SPORUNDA GÖRÜLEN HAREKETSİZLİK [19]

    Spor hayatımızda umumi bir hareketsizlik müşahede edilmektedir. Her sene bu mevsimde azami faaliyet haddine varan futbol bile, bu sene felce uğramış bir vaziyettedir. Bu ataletin yegâne sebebi olmak üzere elde saha mevcut olmadığını söyleyenlerin nazariyesini tamamen doğru olarak kabul etmek makul olamaz çünkü her sene, gene aynı sahasızlık derdi içinde ve gene bugünkü sahalarda faaliyet gösterildi. Şurası muhakkaktır ki spor, bilhassa futbol İstanbul’da inhitata doğru gidiyor. Memleket sporculuğu için hiç de şayanı arzu olmayan bu hale mani olmak için lazım gelen tedbirin ittihazı lazımdır.

    BEYKOZ KULÜBÜ’NDE [20]

    Kendi muhitinin menbalarından başka hiçbir istinatgâha malik olmadığı halde azimkârane mesaisiyle memlekette spor noktayı nazarından kıymetli bir mevki kazanan Beykozluların kulüp idare tarzlarında bazı tebeddülat yapacaklarını yazmıştık. Ahiren aldığımız malumata nazaran bu tasavvur mevkii fiile çıkarılmıştır. Kulübün fenni idare şekli, badema selahiyeti vasiayı haiz bir heyet tarafından tespit edilecektir. Bu heyet, fenni hususatta umumi kapitenin de fevkinde olacak ve sporun bilumum şubelerindeki faaliyete müdahale edilecektir. Beykozluları bu heyeti teşkile sevk eden sebep teknik mesailde görülen idaresizlikti.

    FENA MI ETMİŞ? [21]

    İlk hanım avukatımız Beyhan Hanım bir talâk davasında kocanın vekâletini deruhte etmiş, gazeteci arkadaşlarımızdan biri bunu erkeklik gururuna yedirememiş olacak ki Beyhan Hanım’a hücum ediyor.

    Benim fikrimce avukat hanım hiç de fena bir şey yapmamıştır. Evvela kendine şöhret temini için bu en muvafık bir harekettir. Sonra bu talak davasında Beyhan Hanım talak temin ederse hemcinslerinden birini geçinemediği bir erkekle beraber yaşamak gibi bir felaketten kurtarmış olmuyor mu?

    Avukat demek bir cincin müdafii demek değil; herhangi bir davada tarafeynden birinin müdafii demektir. Hem, senelerden beri kadınların hukukunu erkeklere karşı gene erkek avukatlar müdafaa ettiler; bundan sonra da kadınlara karşı erkeklerin hakkını biraz da kadın avukatlar müdafaa ederlerse kıyamet kopmaz ya!

    Bu hadisenin manası şudur: Beyhan Hanım kadınların elinden erkeklerin çok zahmet çektiklerine kail olan çok munsif bir hanım olduğu için kadına karşı erkeği müdafaa ediyor. Allah böyle avukat hanımların adedini arttırsın.

    MİLLET MEKTEPLERİNDE DERS GÖRENLER [22]

    İstanbul Vilayeti’nde evvelki gün akşamına kadar açılmış olan Millet Mektepleri dershanesi 2.197 tanedir.

    Bu dershanelere devam eden kadınlar “48.453”, erkekler ise “39.442” kişidir.

    Millet mekteplerinde yeniden açılmakta olan dershanelerin levazımatını temin için Maarif İdaresi azami faaliyet göstermektedir. Maarif mıntıka müfettişleri; millet mektepleri hakkındaki haftalık raporlarını Maarif idaresine tevdi etmişlerdir. Bu raporda muallimlerin mefkurevi bir aşk ile halkın muhtelif seviyesini daima nazarı dikkate alarak çalıştıklarını ve halkın da heves ve iştiyakla derse koştuklarını beyan etmektedirler.

    KULÜPLER ARASINDA BİR TURNUVA YAPILACAKTIR [23]

    Lig maçlarının tatilinden sonra İstanbul futbolculuğunda bariz bir hareketsizlik görülmeye başladı. Her memlekette futbol noktayı nazarından azami faaliyet gösterilirken bizde müşahede edilen bu atalet artık nazarı dikkate çarpacak bir hal aldı. Mıntıka Futbol Heyetinin, bu hareketsizliğe mani olmak için, birinci kümeye mensup kulüplerin iştirak edeceği bir turnuva tertip etmek tasavvurunda olduğunu haber aldık. Bu turnuva önümüzdeki bir aylık müddet zarfında yapılacak ve kabil olursa bir günde itmam ve intaç edilecektir.

    Galatasaray Kulübü Maarif Vekili Necati Bey merhumun hatırasına hürmeten bir ay tatili faaliyet ettiği için bu turnuvaya iştirak etmeyeceğinden, turnuva Fenerbahçe, Beşiktaş, Süleymaniye, Beykoz, Vefa kulüpleri arasında yapılacaktır. Mıntıka Futbol Heyeti bu turnuva teşebbüsünü ilk içtimaında bir karara raptedecektir.

    Bugünkü Maçlar

    (…) Bugünkü futbol maçlarının en mühimini Fenerbahçe birinci takımının Robert Kolej’de yapacağı maç teşkil eder. Son haftalar içinde mütemadiyen maç yapmak suretiyle bir eseri faaliyet gösteren Fenerlilerin Amerikan mektebi takımıyla yapacağı maç, her halde zevkli olacaktır.

    Kadıköyü’ndeki sahada da Fenerbahçe’nin küçükleri Beyoğlu muhitinde teknik kıymetleriyle temeyyüz eden “Yeniyıldız” takımı ile karşılaşacaktır.

    Taksim Stadyumu’nda da Beşiktaş küçüklerinin Vefalı küçüklerle maç yapmaları mukarrerdir.

    Voleybol turnuvasının final maçı, bu akşam Beyoğlu Amerikan Kulübünün salonlarında yapılacaktır. Final maçı Fenerbahçe-Kabataş takımları arasında icra edilecektir.

    BOKS BİRİNCİLİKLERİ [24]

    Sporcuların Gelmemesi Dolayısıyla Yapılamadı

    Dün Galatasaray Kulübünün üst salonunda İstanbul Boks Birinciliklerine başlanması mukarrerdi. Boksörlerimizin Rusya’da yaptıkları beynelmilel temaslardan ne gibi istifadeler temin ettiklerini ve memlekette tamimine çalışılan bu sporla uğraşanları görmek emeliyle muayyen saatte Galatasaray Kulübünde birçok meraklılar toplanmıştı. Üst salona kurulan mükemmel bir “Ring” İstanbul birincilikleri maçlarına ehemmiyet verildiğini ve hazırlıkların itmam edildiğini gösteriyordu.

    Fakat muayyen saat geldi, geçti, akşam oldu. Ve Galatasaray Kulübünün kapısına dikilen gözler bir boksör kafası göremediler.

    Sporcu beylerin toptan mazeretlerinin ne olduğu meçhuldür. Fakat malum olan bir nokta vardır: Galatasaray Kulübünün üst salonunda dövüşmenin Rusya seyahati kadar cazip olduğu, Rusya’ya habersizce ne için gittikleri sualine maruz kalan boksörlerden ekserisi, Federasyon reisinin sözleriyle hareket ettiklerini söylemişlerdi.

    Bu efendilerin federasyon reisinin sözlerini ne kadar dinlediklerini, bu zatı beş ring karşısında elleri böğründe bırakmaları, kâfi derecede ispat eder.

    Birde “Boks neden sönüyor?” diyoruz. Zavallı boks… Sönmesin de ne yapsın?

    (Futbolda) Fenerbahçe birinci takımı Robert Kolej takımını mağlup ettiği gibi üçüncü takım da “Yeni Yıldız” takımını 5-2 yenmiştir.

    DARÜLBEDAYİ’DE [25]

    İstanbul şehrinin bazı müzmin dertleri vardır: Terkos suyu derdi, ekmek derdi, mezbaha, hal, süt derdi… Fakat dertler bunlarla bitmez. Şehrin mühim dertleri arasında bir de Darülbedayi vardır.

    Hafta, hatta gün geçmez ki darülbedayide bir mesele çıkmasın.

    Kâh rejisör isyan bayrağını çeker, dünyaya meydan okur. Kâh artistler birbirine geçer. Şehir halkı ikide bir can sıkıcı bir dedikodu karşısında bırakılır.

    Ekmek, su ve süt derdine katlanmaya mecburuz. Çünkü bunlar birer ihtiyaçtır. Fakat tiyatro derdine neden katlanalım? Şehir halkı Darülbedayi’ye bedava tiyatro binası verdi. Tahsisat veriyor. Her türlü yardımı yapıyor. Niçin? Şehir halkının tiyatro ihtiyacını tatmin etmek, terbiyei fikriyesine hizmet ve onu eğlendirmek için… Yoksa şehrin başına dert olmak için değil…

    Sanat için olsa, bu derde katlanalım. Fakat son piyesler göstermiştir ki işin içinde sanat da yoktur. O halde kendi paramızla neden başımıza bir dert alalım?

    BETERİN BETERİ [26]

    Dün akşam, bir dostumla beraber Kadıköyü’ne gidecektik. Yağışlı bir kış havası içinde, iskeleye geldiğimiz zaman, yolcuların, ip merdivenden karanlık bir kuyuya iner gibi vapura aktıklarını hayret ve dehşetle gördüm…

    Bir an durakladım. Vapurla iskele arasından, çırpıntılı, hırçın bir deniz parçası görünüyordu. Bir yanlış adımla, bu kır saçlı, yeşil gözlü canavarın vahşi ağzına düşmek pek mümkündü…

    Tüylerim diken diken oldu, elimi arkadaşıma uzattım, gözlerimi yumdum ve titreyerek yürüdüm. Loş, rutubetli, soğuk bir salon. Yolcular, paltoları arkalarında, şapkaları başlarında, eldivenleri ellerinde, yakaları kalkık, sımsıkı dizilmişler. Biz de küçük bir yer bulup, iliştik.

    Vakit geldi. Düdükler imdat ister gibi acı acı öttü. Çarklar, vahşi bir denizaygırı gibi esnedi, gerindi, kımıldandı. Gemi, sarsak bir ihtiyar gibi bir ileri gitti, bir geri geldi. Kalktı. Ve dura kalka, kalka dura, biraz da dalgaların ve rüzgârın yardımıyla, neden sonra Kadıköyü’ne geldi.

    Meğer vapurdan çıkmak, vapura girmekten daha güçmüş. Köprüde indiğim yokuş, şimdi tersine dönmüştü.

    Bu seyahat bana anlattı ki Seyrisefainin yolcuları için yalnız bilet parasına malik olmak kâfi değildir. Biraz canbaz, biraz perendebaz, biraz sihirbaz olmak da lazımdır.

    Yolda arkadaşım sordu:

    • Nasıl, sizin Boğaziçi vapurlarıyla bizim Kadıköy vapırları arasında fark var mı?

    Ona şu fıkrayı anlattım:

    “Bir zenginin, çok çirkin bir dalkavuğu varmış. Bir gün bu dalkavuk, Efendisinin huzuruna birini çıkarıp:

    • Bu zatın bana pek büyük iyiliği vardır, demiş, kendisine yüz lira ihsan buyurmanızı rica ederim.

    Efendi:

    • “Nasıl bir iyilik?” diye sorunca,

    Dalkavuk:

    • “Ah velinimetim” demiş “Bu adamı gördükten sonra, meğer benden de çirkin olanlar varmış, diye teselli buldum!”

    Onun gibi, ben de Kadıköyü vapuruna bindikten sonradır ki biraz teselli buldum.

    Boğaziçililer… Halimize şükredelim. Beterin beteri varmış!

    SPORDA BUHRAN [27]

    Memleket sporculuğunun en şayanı dikkat faaliyet merkezi İstanbul’dur. Bugün Ankara ve İzmir’in spor noktayı nazarından İstanbul’a karşı rakip bir vaziyette oldukları kabul edilse bile, bu rekabetin yakın atilerde büyük bir kıymet kazanması muhtemel değildir. İstanbul sporunun memleket sporculuğunun merkezi sıkletini teşkil etmesine nazaran İstanbul sporunun vaziyetini tetkik etmek, umumi vaziyet hakkında hakikata karip bir fikir verebilir.

    İstanbul sporunun vaziyeti umumiyesi şudur:

    Futbol

    İstanbul’da en sevilen spor hiç şüphe yok ki futboldur. Kısa bir müddet içinde halkın azami rağbetiyle karşılaşan futbol, gene bu kısa müddet içinde beynelmilel bir mevki de kazanmıştı. Arkası arkasına kazanılan muvaffakiyetler, atılan iri terakki hatveleri muhitte bariz bir alaka uyandırmıştı. Bu alaka zamanla kuvvet buldu ve öyle bir zaman geldi ki futbol bir nevi milli spor oldu.

    Son iki sene içinde İstanbul sporunun gözle görülür bir buhran ve inhitat içinde bulunduğu muhakkaktır. Neşesizlik ve isteksizlik evvela sporculardan başladı ve süratle teşkilata, halka sirayet etti. Bu isteksizliğin esbabı muhteliftir. Fakat bunların e mühimlerini hülasa edelim:

    1. Şurası muhakkaktır ki futbol, eski samimi ve spora aşkla merbut müntesiplere malik değildir. Bundan 10-15 sene evvelki, umumi harbe ve teşkilatın teessüsüne tekaddüm eden zamanı idrak edenler çok iyi bilirler ki o zaman ve o devirde futbolcular temiz ve menfaatsiz bir hevesle çalışırlardı. Ne bir bankaya kayırılmak emeli ve ne de bedava bir seyahat gayesi, sporcunun kalbine giremezdi. Hâlbuki bugün vaziyet maalesef böyle değildir. Ayağına topu alan, temiz bir sporcu olmaktan ziyade, sivrilmiş bir futbolcu olmak ve bu suretle hayatını kazanabileceği bir yere sahip olmak arzusundadır. Spor, maişet derdiyle karışırsa, sporcu aykırı emeller peşinde koşarsa bundan tevellüt edecek mahzurlar sayılamayacak derecede çok olur. Fakat bunların birleşeceği netice şudur: memleket sporculuğu mahvolur.
    2. Sayılamayacak kadar muhtelif sebepler dolayısıyla bugünkü sporcu nesilde, matlup azimkarlığa tesadüf edemiyoruz. Son seneler içinde birdenbire parlayan ve sonra anlaşılmayan bahanelerle istidatlarını körleterek futbolu terk eden futbolcuların adedi pek çoktur.
    3. Saha derdi, kulüp derdi, hakem derdi, velhasıl sporculuğa musallat olan birçok püsküllü belalar sporcunun hevesini ifna ediyor.

    İşte İstanbul futbolunu buhran içinde bulunduran sebepler ve işte netayici:

    Uzun seneler içinde bir Alaattin, bir Zeki, bir Bekir yetiştiremedik. Öyle ki şu artık ihtiyarladı diye beğenmemeye kalktığımız bu oyuncuları milli takıma koymazsak, onların yarı değerinde adam bulup yerlerine ikame edemeyiz.

    Atletizm

    Galatasaray, Beşiktaş gibi sivil, Harbiye, Kuleli gibi askeri teşekküllerin himmetiyle bugün atletizmde oldukça canlı bir varlık gösterilmektedir. Bu mesai bugünkü şekliyle devam ederse yakın bir atide memleket bir Atletizm kazanmış olur.

    Güreş

    Hali hazırda vücuduyla iftihar edeceğimiz sporların başına güreş bulunmaktadır. Yavaş yavaş, fakat emin adımlarla ilerleyen güreşçiler her türlü takdirin fevkindedirler.

    Denizcilik

    Mergup bir spor olan denizcilik, gayretle çalışan denizcilerin elinde mütemadiyen ilerliyor.

    Diğer Sporlar

    Eskrim, Voleybol, Boks henüz iptida halindedir. Vaziyetin ıslahı için teşkilat kadar kulüpler ve şahıslara teveccüh eden vazifeler vardır.

    BİLDİKLERİM (5) [28]

    Evet; daima ileri sürülen bir isim vardı: Fikret…

    Bu çocuğun çok genç olduğu halde Muvaffak Bey tarafından iltizam edilmekte olduğu ve bunun federasyon için bir ayıp teşkil edeceği söylenip duruyordu. Hâlbuki biz neleri gönderdik de ne ayıp ettiğimizin farkına varmadık. Benim takririmi Muvaffak Bey hoş görmedi.

    Bütün bu hengâmede nazarı dikkatimi celbeden şey “Gol” gazetesinin sahibi Refik Bey’in Beşiktaş takımındaki faal vaziyeti idi. Bu çocuk kâh gençlik, kâh sporun eski başıbozukluk devrinden kalma namüstakir bir itiyat tesiriyle bir iki sene evvel teşkilata karşı isyan etmiş ve ağır yazılar yazmıştı. O zaman bu hareketinden dolayı teşkilatla alakasını kesmişti.

    Şimdi iadei alakaya çalışıyor ve bunu da en ziyade Muvaffak Bey istiyordu. O kadar ki bir müracaatı tetkik olunduğu sırada Divanı Temyiz’de azadan Taip Servet’le münakaşa etmişler ve Taip o zaman Muvaffak Bey’i “Refik’i iltizam ediyor” diye itham ederek istifa eylemişti.

    Refik’in o zamanki teşebbüsü müsmir olamayacağını anladım. Merkezi umumi reisi Ali Sami Bey de ilelebet bir gencin uzakta kalmasını istemediği için bana mülayim gelen bu mülahazaya binaen o zaman reisi olduğum İstanbul mıntıkası merkezinde Refik Bey’in cezası refedilmişti. Ben Refik’in futbol kabiliyetinin mürtefi olduğundan o kadar emin idim ki bu iadei münasebet kararından hiçbir tehlike sezmedik.

    Bu ufak istitrattan sonra hikâyeme devam ediyorum.

    Şeref Bey milli takımın teşkili sırasında bizim antrenörden başka sabık milli takım ve halen Galatasaray antrenörü Mister Bill Hanter’in de dinlenilmesini teklif etti. Söz dinlemeyi daima faideli bir şey addettiğim için kabul ettim.

    Mart’ın son haftasında bir gün Mister Hanter geldi, biz de elimizdeki futbolcuları yazdık. Birer birer sorduk, mütalaasını beyan etti. Bu meyanda üç şey hatırımdadır.

    1. Alaattin iyi vaziyette değildir.
    2. Mehmet Nazif idmansızdır. Bundan sonra yetiştirilemez.
    3. Refik’ten istifade edilebilir, gidebilir.

    Ertesi gün Tot Bela’yı dineldik. Bu adamın etrafındaki şayia Fenerbahçe Kulübünün tamamen nüfuzu altında Zeki’nin emrine tabi olduğu merkezinde idi. Hâlbuki federasyonda söylediği mülahazalar, bilhassa hatırımda kalan bir iki şey bunun tamamen yalan olduğunu gösteriyordu:

    1. Bedri ihtiyat olarak götürülebilir. Muslih gitmelidir.
    2. Ulvi, Fehmi’den iyidir. Fehmi üçüncü bir kaleci olarak gitmelidir.
    3. Ankara’dan Şevki ve Ali gitmelidir.

    Bu mülahazaların diğerlerine ne tesir yaptığını bilmem, beni az çok tenvir etti. Yalnız Refik bahsi müstesna… Bu çocuğun eski kabiliyeti gayri kabili inkâr olmasına rağmen artık kendisi futbolda bir “sahifei tarih” olmuştu: Parlak veya sönük!

    Bundan sonra reyi hafi ile yirmi üç kişi intihabına karar verildi ve intihaba geçtik… Beş kişinin rey vermesi kadar kolay ne olabilir?

    Rey pusulalarını açtık. Ben ârayı tasnif ediyordum. Gördüm ki içimizde üç zat tesadüfen (!) aynı adamlara rey vermişlerdir ve daha garip bir tesadüf olarak bu üç rey Mister Bill Hanter’in reyi idi.

    Ben reyler toplanırken bu tesadüfe nazarı dikkati celbettim. Doğrusunu söylemek lazım gelirse tecrübedide bir adama yakışmayacak bir safdillikle ben bunu bir tesadüfe hamlediyordum. Tesadüfen beraber rey verenler Şeref, Orhan ve Abdullah Beylerdi.

    Reylerde 18 kişide ittifak etmiştik.

    Bu ittifak edilenler: Ulvi, Fehmi, Osman, Galatasaraylı Burhan, Kadri. Beşiktaşlı Hüsnü, Vahyi, Nihat, İsmet. Fener’den Cevat, Galatasaray’dan Suphi, Leblebi Mehmet. Alaattin, Zeki, Kemal Faruki, Muslih, Bedri, Şükrü Beylerdi.

    Dörder rey alanlar: Ankara’dan Talat, Selahattin, Galatasaray’dan Latif, Beşiktaş’tan Hayati Beylerdi.

    Refik Bey de yalnız üç rey almıştı. Yani dört rey alanlardan bir kısmına ben, bir kısmına Muvaffak Bey iltihak ettiği için bir eksik reyleri vardı.

    Muvaffak Bey bu takımın şekli itibariyle noksan olduğunu ve bunun yegâne mesuliyeti reyi hafi teklif eden bana raci bulunduğunu söyledi.

    HAVADİS HASRETİ [29]

    İstanbul’dan ayrılalı kaç gün oldu bilmiyorum, belki on gün, belki on sene, belki on asır… O kadar uzun geldi ki.

    Bahusus mesleği gazetecilik, yani fassallık olanların normal hayata hiç tahammülleri yoktur. Daima hareket, daima hadise ve havadis isterler. Havadis olsun da isterse mübadele işleri düzelecek, düzeliyor gibi sade suya kaynayan havadislerden olsun, ister Çin jenerali Hankkong birbiri üstüne iki çay içti kabilinden gayet mühim havadis olsun, olsun da ne olursa olsun.

    Hâlbuki Ankara’da bunlar yok. Herkes işinde gücünde, akşamları dost içtimaları, sonra gene iş. Havadis hasreti kaç gündür içimi yakıyor, ben bir şey yazamadım, bari siz bana bildiriniz, siz ki yüz bin türlü haberin, havadisin ortasındasınız, mesela bana lütfen söyleyiniz:

    • Süt işleri ne oldu? Yeni şirket de süt güğümlerini kediye yükletti mi?
    • Baytar beyle sıhhat müdürü bey hala halkın kuş sütü içtiğine kani midirler?
    • Çeşmelerden hala balık, deve, fil, gergedan, devanası falan çıkıyor mu?
    • Kömürcü develeri, kamyonlar gene kanalizasyon çukurlarına batıp boğuluyor mu?
    • Otomobiller hala adam doğruyor ve tramvaylar çarpışıyor mu?
    • Kadıköy vapurlarının dümenleri gene kopuyor mu?
    • İnhisarcılar gene berayı tetkik Avrupa sehayatine çıkıyorlar mı?
    • Cabi sokağına asfalt döşendi mi?
    • Belediyenin hakkı huzur işi tatlıya bağlandı mı?
    • Raşit Rıza “Bizim lokanta” için sabaha kadar izin alabildi mi?
    • Köprüden hala para ile mi geçiliyor?
    • Tenkihat ve tensikata uğrayan muharrirler Çakır’ın kahvesinde mi pinekliyorlar?

    İstanbul’un belli başlı yedek havadislerinden birkaçını sümmettedarik yazdım işte. Zannediyorum ki bu meselelerin halledilmesi İstanbul’un matbuata karşı beslediği teveccühten ileri geliyor, eğer bunlar kati surette halledilmiş olsa gazetelere yazacak havadis kalmayacak. Ve ümit ediyorum ki torunlarımızın torunları yüzer sahifeli ve milyon tirajlı gazetelerini son sistem rotatiflerde çıkarmaya başladıkları vakit bu meseleler gene gazetelerinin en başında bulunacaktır.

    Bu noktai nazardan matbuatımız cidden bahtiyardır, nasıl olmasın ki İzmir’de incir, üzüm, elektrik; Zonguldak’ta kömür; Samsun’da fındık; Seyhan Ceyhan, Sakarya boylarında susuzluk; Ankara’da mesken pahalılığı gibi bitip tükenmez, artar eksilmez havadis depoları vardır.

    Meksika’da fırkacılık, Çinde jeneral, Balkanlarda komita, Fransa’da skandal, Türkiye’de belediye işleri ve meseleleri varken gazeteciler zeval mi bulur?

    VOLEYBOL TURNUVASI [30]

    Bu Cuma Ateş-Kabataş Final Maçı Yapılacak

    Geçen hafta tehir edilen voleybol turnuvasının final maçı, bu Cuma günü Beyoğlu Amerikan Kulübünün salonunda yapılacaktır.

    Final maçı, Fenerbahçe oyuncularından müteşekkil Ateş takımıyla Kabataş takımı arasında yapılacaktır. Müsabaka, İstanbul’un en kuvvetli iki voleybol takımını karşılaştırdığı için çok şayanı dikkat olacaktır.

    Ateş takımı, şimdiye kadar yaptığı bütün maçları kazanmıştır. Kabataş takımının Galatasaray’a karşı bir mağlubiyeti olduğu için, Cuma günü yapılacak maçı kazansa bile turnuvanın galibi olmak için Ateş takımını bir defa daha yenmesi lazım gelmektedir. Mamafih “Ateş” takımının çok kuvvetli olması, galebesi ihtimalini çok artırmaktadır.

    HAZIRLANAN FİLM [31]

    İstanbulumuzun Emsalsiz Güzelliğini Tanıtmaktan Çok Uzaktır

    Filmi Satın Almamak Kâfi Değildir. Hariçte Gösterilmemesi için İmha Etmek İcap Eder

    Uzun zamandan beri bir Alman operatör tarafından İstanbul menazırını göstermek üzere hazırlanan film nihayet ikmal edilmiştir. Film dün öğleden sonra Ekler sinemasında gazetecilere emanet erkânı, Cemiyeti belediye azasından birçok zevatın huzurunda gösterildi.

    Fakat evvelce de yazdığımız gibi ne mükemmel vesait ve ihtisasa, ne de memleket hakkında cüzi bir vukufa sahip olmayan müteşebbisler, muvaffakiyetten çok uzak kalmışlardır.

    Emanet namına filmi tetkik eden Hamit Bey ne münferit manzaralar ne de panorama halinde bir şey ifade edemeyen bu kurdelanın satın alınamayacağını bildirmiştir. Esasen operatör mukavele şeraitine riayet ve filmi vaktinde teslim etmediği için mukavele feshedilecektir.

    Fakat bu kâfi değildir. Sinemacılığın harikalar yarattığı bu devirde bu film İstanbul manzarasıdır diye gösterilemez. Bu suretle şehrimize gelmek isteyen seyyahları da caydırır.

    Şehrin güzelliklerini dünyaya tanıtmak için iyi bir şey yapamıyorsak, bari onun efsanevi şöhretini kırmaktan, hülyavi tasvirini bozmaktan içtinap edelim.

    Şehremaneti bu filmi reddetmemeli, satın almalı, fakat imza etmelidir.

    BİR GÖÇ [32]

    Kar yağıyor ve hava pek kıyasıya soğudu.

    Bu mevsim vakıa göç mevsimi değildir.

    Fakat buna rağmen dostum “Yusuf Ziya”nın “İkdam”dan “Cumhuriyet”e göç ettiğini gördük. Bu naklin sebebini sorduk.

    Ziya dedi ki:

    “Malum ya son günlerde fazlaca şişmanladım. İkdam’da her tarafları Celal Nuri Bey kapladı. Sıkıştık, çıktım”

    BEDEN TERBİYESİ MEKTEBİNDE [33]

    Dün Mükemmel Bir Müsamere Verildi

    Çapa’daki Beden Terbiyesi Mektebi’nin birinci sömestrin hitam bulması münasebetiyle dün parlak bir müsamere verilmiştir.

    Müsamereye ortaya getirilen Türk bayrağına karşı selam vaziyeti alınarak kaimen dinlenilen İstiklal marşıyla başlandı.

    Bundan sonra kız talebeye Matmazel Nerman bir numune dersi tatbikatı yaptırdı.

    Memleketimizin her tarafındaki Orta mekteplere dağılarak kendileri gibi cevval ve ateşli vatan anaları yetiştirecek bu hanımlar şiddetle alkışlandılar.

    Muallim hanımların orkestra refakatiyle ve cazip figürlerden mürekkep bedii raksları çok beğenildi.

    Müteakiben salona erkek talebe geldiler.

    Muallim Yanson talebesini bir işaretiyle en hassas bir makine gibi idare ediyordu. On birer kişiden mürekkep iki grup arasında heyecanlı bir futbol maçı icra edildi ve müsamereye nihayet verildi.

    Bilahare yemek salonuna geçilerek davetlilere çay ikram edildi.

    Müsamereden sonra Beden Terbiyesi Müfettişi Umumisi Selim Sırrı Bey bir muharririmize demiştir ki:

    “Şu yaratıcı kabiliyet; bize bir kere daha ispat etmiştir ki Türk nesli bozulmamıştır, iyi idare edilir, iyi yol gösterilirse dünyanın en müterakki milletleriyle atbaşı beraber gidebilir.

    Bu sene yerimi Nizamettin Bey’e terk etmekle müftehirim. Gördüm ki İsveç’te üç sene fevkalade bir emek sarf etmiş ve her manasıyla mükemmel yetişmiştir.”

    BİRAZ İNSAF [34]

    Bakırköy yangını yalnız dört beş evin yanmasıyla neticelendiyse ve yüzlerce vatandaş, bu karda kışta sokak ortasında kalmaktan kurtulduysa bunu, o günkü lodos fırtınasına değil, itfaiye kumandan ve efradının fedakârlığına medyunuz.

    Onlar kendilerini alev saçan binaların içine, kızgın duvarların altına atmasalardı ve içlerinden dört beş tanesinin kafası gözü patlamasaydı Bakırköyü’nde yalnız dört beş değil, dört beş yüz ev yanardı.

    Bakırköy yangınında enkaz altında kalarak yaralanan itfaiye efrat ve zabitleri harp meydanında yaralanan kahramanlardan farksızdırlar. Her ikisi de vatanı ve vatandaşları muhafaza için kendilerini tehlikeye atan fedakârlardır.

    Hâlbuki bu fedakârlığın resmi kıymeti beş liradan ibaretmiş. Çünkü bu insanlara yalnız beşer lira mükâfat verildi. Yanmış bir vücudun, ezilmiş bir bacağın, kırılmış bir kolun kıymeti beş lira öyle mi?

    Beş yüz evi yanmaktan, beş yüz aileyi sefaletten, beş yüz bin liralık serveti mahvolmaktan kurtaran bu fedakârlığa beş lira kıymet takdir eden kıymet bilmezlere sesimiz çıktığı kadar haykıralım: Biraz insaf!

    VOLEYBOL TURNUVASI [35]

    Ateş Takımı Hiç Mağlup Olmadan Turnuva Birincisi Oldu

    Beyoğlu Amerikan Kulübü tarafından tertip edilen voleybol müsabakaları, dün aynı kulüp salonunda Ateş ve Kabataş takımları arasında yapılan final maçıyla neticelenmiş oldu. Müsabakalar, baştanbaşa heyecan ve alaka ile takip olunuyordu. Bilhassa final yaklaştıkça ve netice tebellür etmeye başlayınca, maçların etrafında biriken hararet ve alaka da tekâsüf etmeye başlamıştı. Mamafih müsabakaların tarzı cereyanını dikkatle takip edenler, turnuvada şehrimizin en kuvvetli teşekküllerini temsil eden ekipler içinde bilhassa “Ateş” namı altında turnuvaya giren Fenerbahçe oyuncularının neticeye en kuvvetli namzet olduklarını görüyorlardı.

    Üç-dört senedir yapılan bütün resmi ve gayri resmi müsabakalarda temayüz eden Fenerbahçeli voleybolcular, Ateş namı altında girdikleri bu turnuvada da hakikaten ateş gibi oynayarak nazarı dikkati celbe muvaffak oldular. Ateş takımının bütün rakipleri yenmek suretiyle finale yaklaştığı sırada karşısında iki kuvvetli rakip vardı: Kabataş, Galatasaray…

    Kabataş takımı, Beşiktaş kulübünün voleybolcularını ihtiva eden kuvvetli bir teşekküldür. Galatasaray’a gelince, Kabataş’ı mağlup etmek suretiyle Ateş’in karşısında dömi finale kalmıştı. Ateş-Galatasaray maçında Galatasaray abandone ederek mağlup oldu. Finale Ateş-Kabataş kalmışlardı. Mamafih bütün maçlarını kazanan Ateş’in vaziyeti, Galatasaray’a bir mağlubiyeti olan Kabataş’a nazaran daha çok emindi.

    Dün Amerikan Kulübü’nde hakem M. Grodetski’nin idaresinde, bu çok ehemmiyetli maçı yapmak için karşılaşan iki rakibin takımları şöyle idi:

    Ateş – Bedi (Kaptan), Yusuf, İsmet, Sadi, Aziz, Lütfi.

    Kabataş – İbrahim (Kaptan), Sadi, Edip, İhsan, Vildan, Osman.

    İlk devre Ateş’in mahsus faikiyeti altında 12-15 bitti. İkinci devrede Ateş’in tefevvuku daha kuvvetle hissolunuyordu. Nitekim bu devrede Ateş takımının 15 puanına karşı, Kabataşlılar ancak 4 puan yapabildiler.

    Ateş takımı bu suretle hakkı olan birinciliği almış oldu. Tebrik ederiz. Yapılan tasnife nazaran Kabataş ikinci ve Galatasaray da üçüncüdür.

    FİL VE KADIN [36]

    Ayazda, poyrazda çıplak bacak ve açık göğüsle dolaşan, ince bir kombinezonla bütün kış hastalıklarına meydan okuyan şu kadınların mukavemeti şayanı hayret değil midir? Kuvvetli ve dayanıklı olmak şöhretini haksız yere taşıyan erkek, kadına nazaran hakikatte sinekten bile daha zayıftır. Erkek kışa karşı koymak için, vücudunu kalın elbiseyle bir müstahkem kale haline getirmeye mecburdur.

    Palto kolları olan bir yorgan ve iç fanilalar vücuda intibak edecek hale getirilmiş birer battaniyeden başka nedir?

    Erkek adeta yatağını sırtında taşıyarak yaşayan iki ayaklı bir kaplumbağadır.

    Onu giyindirmek için altı yedi koyunun yünü kifayet etmez. Hâlbuki en karışık bir kadın kıyafeti için bir düzine ipek böceğinin salyası çoktur bile!

    Erkekler arasında bazı kuvvetli numuneler yok değil. Fakat bunlar o kadar nadir ki kendilerine hususi bir isim verilir: Sporcu!

    Sporcu nedir?

    “Bir genç kadın gibi, romatizma olmadan veya satlıcana tutulmadan, kış yaz hafif giyinebilen bir erkektir.”

    Bütün kıllı ve tüylü hayvanlar ancak tabiatın kendilerine verdiği kalın kürkler sayesinde kış mevsiminin şiddetlerine dayanabilirler. Gerçi fil gibi tüysüz hayvanlar da var. Fakat fil ancak sıcak iklimlerde yaşar ve esasen derisi vücudu etrafında üç dört parmak kalınlığında bir zırh teşkil eder. Bütün canlı mahlûkat içinde ince, pembe, yumuşak derisiyle yaşayabilen insanın dişisi, kadındır.

    Netice: Kadın filden bile mukavemetlidir.

    ÜÇ SPORCUNUN MACERASI [37]

    Dün sabah Adalar ile Kartal arasında garip bir deniz kazası olmuştur.

    Dün sabah sporcu gençlerden üçü lodosun şiddetle devam ettiği esnada bir yarış kotrası ile Kartal’dan Heybeliada’ya geçmeye karar vermiş ve denize açılmışlardır.

    Sporcu gençler fırtına ve tipinin şiddetine rağmen Heybeliada’ya kadar gelmişler ve bundan sonra tekrar adadan Kartal’a doğru açılmışlardır.

    Yolun yarısında kotranın ince direği kırılmış ve kotra tehlikeli bir vaziyette dalgalar arasında kalarak etraftan istimdada başlamıştır.

    Bunun üzerine Maltepe ile Adalar’dan motorlar ile imdada gidilerek sporcu gençler kotraları ile birlikte kurtarılmışlardır.

    FUTBOL KURBANI [38]

    Bir futbol maçı esnasında tekme vurarak sporcu Adil Bey’in vefatına sebebiyet vermekle maznun Askeri Sanayi Mektebi’nden Hüsamettin efendinin muhakemesine dün 3. Ceza Mahkemesi’nde devam edilmiştir.

    Mahkeme maç esnasında tekme atanın baiz olup olmadığını tetkik için bir ehli vukuf henüz teşekkül etmemiştir. Ehli vukufun teşkili için muhakeme başka bir güne kalmıştır.

    ANKARA’DA 5000 METRELİK MÜSABAKAYI KİM KAZANDI? [39]

    Ankara Atletizm Heyeti tarafından, uzun mesafeli bir bayrak koşusu tertip edilmiş ve bu koşuya iki kulüp atletleri iştirak etmiştir.

    Havanın fırtınalı olmasına rağmen büyük bir muvaffakiyetle cereyan eden yarış Gazi Çiftliği’nden başlamış, 5000 metre üzerinde cereyan etmiş Gençlerbirliği 32 dakika 30 saniyede birinci, Çankaya 34 dakikada ikinci gelmişlerdir.

    ATEŞ! [40]

    Akif ile beraber dün tekrar ettim:

    “Nur istiyoruz sen bize ateş veriyorsun”

    İşte Tatavla yangını! Yine beş altı yüz aile açıkta kaldı.

    Şair Eşref merhum bundan yirmi, yirmi beş sene evvel:

    “Beladır yangını İstanbul’un nisbet olundukta kalır yanında ehven ateşi Nemrudu nadanın!” beytini söylemiş.

    O zamandan beri kim bilir İstanbul kaç defa yandı ve Eşref’in bu sözünün ihtiva ettiği hakikat değişmedi.

    Dün Tatavla’da 500 ev yandığını öğrenince düşündüm: İstanbul’da ateş deymemiş mahalle kalmadı ve ateşin bu seyrine nazaran İstanbul birkaç sene sonra artık yepyeni bir şehir olmaya başlayacaktır.

    Yazın yangın olduğu zaman: “Efendim üç aydır yağmur yağmadı, ortalık pek kurumuş idi, patlıcan mevsimi de! Onun için ateş çokmuş ve büyümüş!” denirdi.

    Son yangında yerde ve damlarda iki karış kar vardı, tahta binalar ateşe karşı en az müteessir bir şekilde ıslak idi, etfaiyemiz yeni vasaitle mücehhez bulunuyordu.

    Bütün bunlara rağmen 500 ev yandı. Buna karşı şu cevap verileceği muhakkaktır: “Efendim! Evler ahşap ve sık idi!”

    Doğru söz. Lakin oradaki hüner yangını söndürmektir, değil mi?

    SEVİLEN SPOR [41]

    Yarın, Beyoğlu’ndaki Amerikan Kulübü’nde voleybol ve basketbol maçlarına başlanacaktır.

    Memleketimizde henüz taammüm etmeye başlayan bu iki sporun kısa bir müddet zarfında kazandığı alaka çok şayanı dikkat bir dereceyi bulmuş ve hatta geçmiştir.

    Hemen hemen bütün erkek ve kız mekteplerinde kabul ve tatbik edilen bu iki spor filhakika karşılaştığı rağbete layık zarafettedirler.

    Bilhassa voleybol, yeni yetişen sporcu neslin çok sevdiği bir spordur.

    Amerikan Kulübü’nün salonunda başlayan müsabakalar resmi mahiyeti haiz olacak ve İstanbul birincilikleri mevzubahis olacaktır.

    Bu sporları idare eden federasyon Türkiye birincilikleri yapıldığı sıralarda bu iki sporun da programa ithali için çalışmaktadır.

    KADIN SPORCULAR [42]

    Denizcilik ve atletizmle meşgul ve sırf kadınlara ait olmak üzere bir kulüp açılacaktır. Kadınların sporla alakası günden güne arttığı için bu kulübün birçok müntesip kazanacağı şüphesizdir.

    VOLEYBOL BİRİNCİLİK MAÇLARI DÜN BAŞLADI [43]

    İstanbul mıntıkası resmi voleybol birinciliği müsabakalarına dün başlanmış ve ilk üç müsabakanın neticesi alınmıştır.

    Vefa ile Taksim Yeni Yıldız müsabakası 17’ye karşı 30 puanla Vefa takımı tarafından kazanılmıştır.

    Fenerbahçe ile Kasımpaşa arasındaki ikinci maçta Fenerbahçe 24’e karşı 37 puanla galip gelmiştir.

    Müteakiben Hilal takımı gelmediği için İstanbulspor hükmen galip ilan edilmiştir.

    İZMİR FUTBOLCULARI [44]

    İstanbul Futbol Takımını Davet Ediyorlar

    İzmir Futbol Heyeti, İstanbul muhtelit futbol takımını iki müsabaka yapmak üzere İzmir’e davet etmiştir. Eğer işin mali cihetleri halledilebilirse bu müsabakalar için bayram içinde 13 ve 15 Mart günleri tespit edilmek istenmektedir.

    NE ÇABUK! [45]

    İşgal senelerinde İstanbul sokaklarını köpürmüş bir deniz gibi kaplayan mavi-beyaz, günün birinde İzmit sırtlarından yükselen binlerce şehit kanıyla yoğurulmuş zafer güneşinin akisleriyle derhal kızarıvermişti.

    Zitoların, yaşasınlara kalbolduğu o sevinç hengâmesinden, maalesef unuttuğumuz eski acıların üstünden henüz çok zaman geçmedi. Dünkü gazetelerde hayretle okuduk ki Tatavla’da evleri yanan Rumlara yardım için İngiliz sefiri gelmiş ve Patrikhane de meşhur Yunan milyoneri Zaharof’a telgraf çekmiş.

    İbadette Yunanistan’ı, siyasette Yunanistan’ı, ticarette Yunanistan’ı düşünen vatandaşlarımızın, felakette de Yunanistan’ hatırlamaları aklıma şu fıkrayı getirdi.

    Nasrettin Hoca bir gün kendi önde, eşeği arkada yolda giderken, külhanbeyinin biri, yavaşçacık merkebin yularını çözüp kendi boynuna takmış.

    Biraz sonra başını çeviren hoca bir de ne görsün? Eşeği yerinde bir insan var!

    • Ayol, demiş, sen kimsin?

    Külhanbeyi cevap vermiş:

    • Ah, Hoca efendiciğim, hiç sorma… Ben vaktiyle sizin gibi bir adam oğlu idim. Bir gün nasılsa şeytana uydum. Anama, babama karşı geldim. Velinimetlerimin sözlerini dinlemedim. Onlar da bana beddua ettiler, insanken eşek oldum! Beni affetmişler ki sayelerinde tekrar insan oldum.

    Nasrettin Hoca:

    • Pek ala, demiş, öyle ise haydi git ama artık edebinle otur.

    Ve külhanbeyinin boynundaki yuları çözüp, herifi serbest bırakmış. Biraz sonra çarşıdan geçen hoca, bir kenarda eşeğinin anırdığını görünce, hemen kulağına eğilip:

    • Ulan, demiş, ne çabuk anana, babana karşı geldin de, gene eşek oldun?

    Bu kıssadan hisseyi patrik efendi çıkarsın.

    DÜN MAÇ YAPILMADI [46]

    Dünkü güzel hava, spor noktai nazarından heder oldu ve şehrin kupkuru iki sahası tamamen bomboş durdu.

    Yalnız her hafta yaptıkları maçlarla günün yegâne hareketini temin eden Fenerbahçeliler, Kadıköy sahasında hususi mahiyette bir maç icra ettiler. Küçüklerden mürekkep Fenerbahçe takımı, Moda Rum kulübüne karşı oynadığı bu maçı 10-6 kazandı. Bu müsabaka istisna edilirse dün İstanbul futbolcuları için her halde takdire layık olmayan bir atalet günü olarak kabul edilmelidir.

    Çok güzel bir hava, azami derecede futbola müsait bir saha. İşte hakiki ve sportmen ruhlu futbolcunun beklediği ve ikisinin nadiren bir araya geldiği bu iki fırsat böylece kaçırıldı. Dün her iki sahanın bomboş manzarası karşısında bizi en ziyade müteessir eden nokta, sahalarda hiç de olmazsa egzersiz yapan iki gence tesadüf edemeyişimizdir. Haydi, maç takarrür etmedi, ya neden egzersiz yapmak bile hiç kimsenin aklına gelmiyor?

    Futbolculuğun atisinden herkesin ümidini kesen cihet de bu ya!

    KUMKAPI TERBİYEİ BEDENİYE KULÜBÜ’NDE [47]

    Kumkapı Terbiyei Bedeniye Kulübü senelik kongresini Kumkapı’da Cumhuriyet Halk Fırkası Kumkapı nahiye merkezi binasında dün akdetmiştir.

    Kongreye Cumhuriyet Halk Fırkası Vilayet idare heyetinden Cevdet Bey ve Şehremaneti umumi müfettişi Tevfik Bey ve daha birçok zevat iştirak etmiş ve Cevdet Kerim Bey gençlik ve spor hakkında heyecanlı bir hitabede bulunmuştur. Müteakiben mümaileyh kulübün reisi fahriliğini kabul etmiştir.

    Heyeti idare intihabatından sonra 928 senesi güreş birincilik müsabakalarında ibrazı ehliyet eden güreşçiler madalya tevzii suretiyle taltif edilmişlerdir. Kulübün bu seneki müntahap idare heyeti azası berveçhiatidir:

    Reis: Muallim İsmail Hakkı Bey

    İkinci Reis: Ömer Faruk Bey

    Kâtip: İhsan Tacettin Bey

    Mühasip ve Veznedar: Raşit Bey

    BASKETBOL [48]

    Tatavla kulübünün yanması dolayısıyla basketbol maçlarının talik edilmesi zarureti hasıl olduğunu yazmıştık. Bu maçlar için müsait bir yer aranmakta idi. Haber aldığımıza göre basketbol maçlarının Galatasaray kulübünde yapılması takarrür etmiştir.

    GELECEK MEVSİM İÇİN [49]

    Önümüzdeki mevsim için vasi bir faaliyet programı hazırlayan denizcilerimiz, deniz mevsiminden azami fayda temini için kayık yarışlarının gerek idari ve gerek fenni noksanlarını ikmak için bir proje hazırlamaktadırlar. Tasavvur edildiğine göre:

    1. İstanbul birincilik yarışlarının herhangi bir menfaat temini kaygısından ziyade, sporcuların ihtiyaçlarını düşünecek ve ona cevap verecek bir teşebbüs haline ifrağı daha muvafık görülmektedir. Eğer icap ederse, gene emri hayra muavenet zamında ayrı bir yarış icrası mukarrerdir.
    2. Yarışların daha salim bir surette icrası için, hakem heyetinin teşkil tarzını ıslah etmek lazım gelmektedir. Bu heyete ecnebiler de ithal edilecektir.
    3. Yarışçılara en ziyade müşkülat gösteren ve hakem heyetini mütemadi itirazlarla işgal eden nokta şamandırayı dönmek cihetidir. Bu mahzuru kaldırmak için yarışın düz bir sahada icrası muvafık addolunmaktadır.

    REFİK OSMAN BEY’E BİR TAVZİH [50]

    Yazılarım hakkındaki cevabınızı “Gol”de okudum. Futbol Federasyonu’na girmiş olmamdan dolayı beni tahtiede tamamen haklısınız.

    Eğer Futbol Federasyonu’nun sizi olimpiyatlara götüreceğini evvelden tahmin edebilseydim oradan bucak bucak kaçardım. Lakin bunu kim zannederdi!

    VEKÂLETEN [51]

    Heyeti müttehidelerden bir kısmının reis ve azalarının istifa etmiş olması spor işlerimizin layıkıyla tedvirine mani teşkil etmektedir.

    Beynelmilel federasyonlara dâhil olan bu heyetlerin bu vaziyeti merkezi umuminin de nazarı dikkatini celbetmiştir.

    Sporla alakadar mesul ve gayrı mesul bazı zevat bu vaziyete nihayet vermek çarelerini derpiş için hususi bir surette toplanmışlardır.

    Neticede istifa edenlerin yerini dolduracak mükemmel aza mevcut olduğundan umumi kongrenin akdi imkânı da şimdilik bulunmadığından bu heyetlerin vekâleten idaresinden başka çare bulunamamıştır.

    HATIRALAR [52]

    Üzeri siyah tülle örtülmüş kırık tepeli abidenin önünde, heyecan ve kudreti birbiriyle bağdaştırarak söz söyleyen genç zabitin karşısındayım.

    Onu dinliyorum. Ve Amman sırtlarında aylarca beraber yaşadığımız iki tayyare bölüğünü hatırlıyorum.

    Daha Türk tayyareciliğinin bugünkü kadar ilerlemediği o günlerde kırık bir tayyareyi kendi eliyle çölün vasıtasız bir noktasında tamir ederek düşman hatlarının üzerinden uçan bir arkadaşım çehresini gözümün önün getirdim. Semanın haşmetini gösteren bulut yığınları acaba bu silah arkadaşlarının tunç yüzlerine çerçeve olmak için yaratılmamış mıdır?

    Fethi’nin, Sadık’ın, Nuri’nin mezarlarını ziyaret hatırası daha kalbimde yepyeni ve sımsıcaktır. Selahattini Eyyubi’nin yattığı türbenin bahçesinde onlar yan yana, üzerinde birer ay yıldız taşıyan üç mezar taşının altında uyuyorlar. O kardeş ve kahraman mezarlarının üzerinden beş ay evvel kopardığım bir çiçeğin kökü belki hala büsbütün kaybolmamıştır.

    Bugün, bu hava şehitlerinin hatırasını andığımız günde o üç mezarın gözümden silinmeyen hayali önünde de eğildim.

    Sonra zavallı Arif, yiğit ve civanmert kardeşim, senin bir his ve gönül meselesinden bahseden mektubuna cevap yazmak üzere iken gazetede senin için okunacak mevlüt haberini okumuştum.

    Genç silah arkadaşım abidenin önünde heyecanlarını bana dinletirken seni de anıp ağladım Arif, öldüğüne inanamayarak…

    Zaten siz, hanginiz öldünüz, mukaddes kartallarımız…

    VOLEYBOL BİRİNCİLİĞİ [53]

    Şampiyona Maçlarında da Fenerbahçelilerin Kazanması Kuvvetle Muhtemeldir.

    İstanbul mıntıkası voleybol şampiyonası maçlarına bu Cuma günü Beyoğlu Amerikan Kulübü salonunda devam edilecektir.

    İlk maç Fenerbahçe-Taksim Yeni Yıldız takımları arasındadır. Fenerbahçe takımı, geçen turnuvaya “Ateş” namı altında iştirak ederek bütün rakiplerini büyük farklarla yenen oyunculardan müteşekkil olduğu için, birincilik maçlarında da şampiyonanın en kuvvetli namzetlerindendir.

    Fenerbahçe takımının hususiyetlerinden biri de oyuncuları arasında Sabiha Rıfat Hanım’ın bulunmasıdır. Sabiha Hanım, erkeklerle birlikte cemi ve resmi sporlara iştirak eden ilk hanım olduğu için, Fenerbahçe’nin bu yeniliği, spor tarihimizde başlı başına bir inkılap teşkil etmektedir. Sabiha Hanım, şampiyon arkadaşları arasında oynamaya layık olduğunu gösteren bir nüfuzu nazar göstermektedir.

    Günün mühim maçlarından biri de kırmızı kümenin en kuvvetli iki rakibi olan Beşiktaş-Galatasaray arasındadır. Amerikan Kulübü turnuvasında, finale kalan Kabataş oyuncuları (ki Beşiktaş voleybol takımı onlardan mürekkeptir) Galatasaray’a mağlup olmuşlardı.

    Onun içindir ki bu maçın vereceği netice merak edilmektedir. Mamafih Galatasaray’ın, turnuvadaki neticeyi elde edebilmesi için çok çalışması lazım gelmektedir.

    BİR ALMAN TAKIMI [54]

    “Emden” Takımı Şubat’ın On Beşinde İstanbul’da Maç Yapacak

    Yaptığı büyük bir seyahat dolayısıyla İstanbul’a da uğraması mukarrer olan Almanya’nın “Emden” kruvazörü, Şubat’ın on beşinde limanımızda bulunacak.

    İstanbul’daki Almanların ekseriyetle toplandığı “Totonya” kulübü, Alman kruvazörünün şehrimizde bulunacağı müddet zarfında bir futbol maçı yapmak istediğini mıntıka Futbol Heyetine bildirmiştir.

    “Totonya” kulübünün mıntıka Futbol Heyetine bildirdiğine göre, “Emden” takımının Taksim Stadyumu’nda yapacağı maç, fevkalade merasimle icra olunacaktır.

    “Totonya” kulübünün mektubuna nazaran, “Emden” çok mükemmel bir bandoya malik bulunmaktadır. Bando, maç günü merasime iştirak edecek ve muntazam yürüyüşle Taksim’deki abidenin önüne gelerek orada Türk milli marşını çalmak suretiyle abideyi selamlayacaktır. Sonra Taksim Stadyumu’na gidecek ve maçın imtidadınca konser verecektir.

    Emden’in İstanbul’da bir maç yapması şüphe yok ki çok şayanı arzudur.

    Mütarekeyi takip eden senelerden sonra Türk futbolcuları Alaman arkadaşlarıyla karşılaşmak fırsatına çok defa malik oldular. Fakat bu maçların hiçbiri burada yapılmadığı için, şehrimizde yapılacak bir temas oldukça alaka uyandıracaktır.

    Emden’in karşısına bir İstanbul muhteliti çıkarılması çok muhtemeldir. Fakat Emden takımının kuvveti hakkında malumat mevcut olmadığı için bu muhtelitin şekli ve tarzı tertibi şimdilik tayin edilmemiştir.

    Eğer kruvazörün takımı kuvvetli ise karşısına tam bir muhtelit çıkarılacak, kuvvetli değilse ikinci sınıf bir muhtelit teşkil olunacaktır.

    Mamafih Almanların herhangi bir takımla maç yapmak arzusunu serdetmeleri ve bir kulüp takımıyla karşılaşmaları da muhtemeldir.


    [1] 1 Ocak 1929 – Cumhuriyet

    [2] 2 Ocak 1929 – Vakit

    [3] 2 Ocak 1929 – Vakit

    [4] 2 Ocak 1929 – Cumhuriyet (Aka Gündüz)

    [5] 2 Ocak 1929 – Vakit (Mehmet Asım)

    [6] 3 Ocak 1929 – Cumhuriyet (Köprülüzade Mehmet Fuat)

    [7] 3 Ocak 1929 – İkdam (Yusuf Ziya)

    [8] 3 Ocak 1929 – İkdam

    [9] 4 Ocak 1929 – ikdam

    [10] 5 Ocak 1929 – İkdam

    [11] 5 Ocak 1929 – İkdam

    [12] 6 Ocak 1929 – Cumhuriyet

    [13] 6 Ocak 1929 –Cumhuriyet (Abidin Daver)

    [14] 7 Ocak 1929 – İkdam

    [15] 7 Ocak 1929 – Milliyet

    [16] 8 Ocak 1929 – İkdam (Celal Nuri)

    [17] 8 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [18] 8 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [19] 9 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 9 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [21] 10 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [22] 11 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [23] 11 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [24] 12 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [25] 13 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [26] 14 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [27] 14 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 14 Ocak 1929 – Milliyet (Burhan Felek)

    [29] 15 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Aka Gündüz)

    [30] 16 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 16 Ocak 1929 – Son Posta Gazetesi

    [32] 17 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [33] 18 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [34] 18 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [35] 19 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [36] 20 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [37] 21 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [38] 22 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [39] 22 Ocak 1929 – Son Saat Gazetesi

    [40] 23 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [41] 24 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [42] 24 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 25 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi

    [44] 25 Ocak 1929 – Son Posta Gazetesi

    [45] 26 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [46] 26 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [47] 27 Ocak 1929 – Son Saat Gazetesi

    [48] 28 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [49] 28 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [50] 28 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [51] 28 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [52] 29 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [53] 30 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [54] 31 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

  • 1924 Derbi Kavgası X

    1924 Derbi Kavgası X

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası X

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    27 Ağustos 1924

    Beşiktaş Şampiyon

    Federasyon kati kararını verdi.

    Federasyon’un son içtimaında Fenerbahçe’nin mağlubiyeti tasdik edilmiş ve İstanbul futbol şampiyonu olarak Beşiktaş kulübünün Ankara’ya gitmesi takarrür etmiştir.

    28 Ağustos 1924

    İstanbul Mıntıkası Kongre İntihabı

    Varid olmuştur:

    Geçen hafta Türk Ocağı’nda inikat eden Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul mıntıkası kongresi Ankara’ya gidecek murahhasların intihabı ile meşgul olmuş ve neticede İstanbul mıntıkası namına otuz dört murahhasın îzamı takarrür etmiştir. Oradaki kulüp murahhasları pek haklı olarak umumi kongrede İstanbul mıntıkası namına iştirak edecek olan arkadaşların hangi hususatta ve ne gibi şeyler isteyeceklerini öğrenmek istemişlerdir ve bilahare intihabata geçilmesini münasip görmüşlerdi.

    Emin Ali Bey’in verdiği izahattan anladık ki Ankara’da iştigal edilecek mevaddan biri ve belki birincisi nizamnamenin tadili keyfiyetidir. İntihabata geçilmezden evvel Türkgücü’nden Nazmi Bey elinde bir liste olduğu halde: “Biz bir liste tanzim ettik, arzu buyurulursa listeye dâhil arkadaşlardan intihap edelim” dedi. Liste okundu. Maalesef birçok itiraza maruz kalan Nazmi Bey’in “Sizi fazla külfetten kurtarmak için bu listeyi tanzim ettim. Mademki liste Türkgücü murahhasları ile dolmuş diyorsunuz, vazgeçtim. Türkgücü hiç kimseyi göndermiyor” demesi üzerine Saip Servet Bey bu ifadenin zapta geçmesini teklif etti. Nazmi Bey’in bu açık ifadesi birçok takdirlere mazhar oldu. Oldukça uzun süren bir münakaşadan sonra her kulüpten birer murahhasın intihabı takarrür etti. Tasnif-i ârâ maatteessür ve maatteessüf bütün mağdur kulüplerin muhakkak şikayetini mucip olacak bir netice irae etti. Nazmi Bey’in “Türkgücü kimseyi vermiyor” demesine rağmen gruplarının tekrar iraeden çekmedikleri namzetleri yedi kişiye baliğ oldu. Diğer murahhaslar da bervech-i âtîdir:

    Türkgücü yedi, Üsküdar beş, Haliç beş, Vefa dört, Fenerbahçe üç, Beylerbeyi iki, Hisar bir, Beşiktaş bir, Yenişafak bir, Gürbüzler bir, Darüşşafaka bir ve kulüpleri ve şahsiyetleri meçhul iki kişi.

    Türkiye’de sporun banisi addedilen ve sporda birinci safta ahz-ı mevki eden ve nihayet beş yüze yakın faal azası bulunan Galatasaray’ın umumi kongrede hakk-ı kelamiye malik bir murahhası bulunmamalı mı idi? Türkiye’nin her tarafında tanınmış ve bu memleketin sporu için dünden çok çalışan Altınordu, Hilal, Nişantaşı, Süleymaniye kulüplerinin bir murahhası bulunmamalı mı idi? Ve nihayet nizamname tadilatı ile iştigal edecek bu heyette, elimize verdikleri bir nizamname ile bizlere bir direktif veren Ali Sami, Saip Servet, Fethi, Hamdi, Ziya, Orhan ve sair muhterem şahsiyetlerden hiç kimse bulunmamalı mı idi? Hiç olmazsa biraz munsifane hareket edilmeli idi. Türkgücü azaları altmış reyle intihap edildikleri zaman Ali Sami, Saip, Hamdi ve sair muhterem şahsiyetler dört beş reyde kaldılar. Bu vaziyet dahilinde kongrenin tekrar içtimaından başka çare olmadığı muhakkaktır. Hürmetlerle bu mektubun dercini rica ederim efendim. (Süleymaniyeli Kemal)

    2 Eylül 1924

    Sporcularımız Bugün Ankara’ya Gidiyorlar.

    İstanbul mıntıkasına mensup atletler bugün yola çıkıyorlar.

    Ankara’da icra edilecek Türkiye birinciliklerinde İstanbul mıntıkasını temsil edecek idmancılarımızın intihabı bitmiştir. Futbol şampiyonu olarak Beşiktaş kulübünün, atletizm birincilerinin, her sikletten güreş şampiyonlarının teşkil edeceği ilk kafileden sonra İttifak’ın heyet-i merkeziyesiyle Avrupa seyahatine iştirak etmiş olan futbolcular ve diğer atletler de Çarşamba günü yola çıkacaklardır. Buna nazaran futbol İstanbul mıntıkasını temsil edecek Beşiktaş takımından başka Galatasaray ve Fenerbahçe ile evvelce Altınordu’ya mensup diğer oyuncular da umumi müsabakalarda hazır bulunacaklardır.

    Kulüpler tarafından intihap edilen murahhasların esamisini evvelce yazmıştık. Bu murahhaslar arasında boks ile iştigal etmekte olan zevat Ankara kongresinde bir boks heyet-i müttehidesi teşkili için de ibraz-ı mesai eylemeyi kararlaştırmışlardır.

    İdman ittifakına dâhil olan diğer vilâyat ve menâtık idmancılarından bir kısmı yola çıkmış ve diğerlerinin de yakında Ankara’da hazır bulunacakları anlaşılmıştır. İstanbul boks amatörleri arasında yetişen birkaç mümtaz simanın koşucu ve atlayıcı atletlerden ve güreşçilerden bazısına çok faik oldukları meydanda iken İstanbul mıntıkası namına Ankara’ya boksör gönderilmemesi (boks federasyonunun) şimdiye kadar temadi eden ihmal silsilesine ilave edilecek kadar asar-ı lakaydiden biridir. Hele İzmir mıntıkasında İstanbul mıntıkasına da faik amatör boksörlerin mevcut olduğu anlaşıldığına göre Ankara müsabakalarında güzel bir imtihan fırsatı elde edilmiş olur ve bu zümre henüz intişara başlayan bu sporun taammümü için de pek feyizli bir hareket yerine geçerdi.

    İzmirli Hamid, Ali İhsan Beylerle İstanbul’dan Kemal, Nuri, Cevdet ve Vedat Beyler bu ilk müsabakalara kemal-i cesaretle gönderebileceğimiz mümtaz gençlerdi.

    İdman Cemiyetleri İttifakı’nın Bir Tebliği

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Riyaaseti’nden: Merkez-i umumi ve heyet-i müttehideler azasıyla millî takıma ve Paris Olimpiyatları’na iştirak etmiş olan sporculardan Ankara’da icra olunacak Türkiye birincilikleri müsabakasında hazır bulunmaları tensip edilen zevatın 2 Eylül 340 Salı günü badelzeval saat birden üçe kadar İstanbul’da Rıhtım Hanı’nda 8 numarada merkez-i umumiye müracaatları rica ve son kafilenin 3 Eylül 340 Çarşamba günü saat dokuz evvelde Haydarpaşa’dan hareket edeceği tebliğ olunur.

    3 Eylül 1924

    Sporcuların Birinci Kafilesi Dün Yola Çıktı.

    Bugün de ikinci kafilesi hareket ediyor – Polonyalılarla müsabakalar nasıl olacak? – Hangi kulüpler oyun oynayacak? – Ankara birinciliklerine kimler dâhil oldu?

    İstanbul mıntıkasına mensup atletler arasında icra edilen son müsabakalarda birincilik kazanan gençlerle İstanbul futbol şampiyonluğunu ihraz eden Beşiktaş takımı ve muhtelif spor kulüplerine mensup murahhaslar dün Ankara’ya dün Ankara’ya müteveccihen şehrimizden hareket etmişlerdir.  Dün büyük kafilenin arkasından bugün ittifak heyeti merkez-i umumi azası saat dokuzda hareket eden trene râkib olacaklar ve Ankara’daki arkadaşlarına iltihak edeceklerdir.

    Avrupa seyahatine iştirak eden futbolcularla atletlerin Ankara müsabakasına tabiien dâhil bulundukları nizamnamede sarâhaten zikredilmektedir. Buna nazaran önümüzdeki hafta için hazırlanan futbol müsabakalarının nasıl icra olunacağı pek çoklarını şimdiden meraka düşürmüşse de İttifak heyetince bunun halli için lazım gelen çarelere tevessül edilmiştir.

    Filhakika Polonyalı futbolcular 12 Eylül’de İstanbul’a gelecekler ve o esnada ise Ankara kongresi henüz neticelenmiş olmayacaktır. Bununla beraber Galatasaray’a, Altınordu’ya mensup futbolcuların bu tarihten evvel İstanbul’a avdetleri temin edilmiştir. Polonyalılarla yapılması takarrür eden müsabakalara şimdilik Altınordu, Hilal ve Galatasaray kulüpleri iştirak edecektir. Altınordu takımının Hilal futbolcularıyla teşkil edecekleri muhtelit takımla ilk müsabakayı icra etmeleri tahmin olunacağı gibi Hilal ve Altınordu’nun ayrı ayrı müsabaka yapmaları da kabildir.

    Galatasaray kulübü de Polonyalılarla çarpışacaktır. Beşiktaş ve Fenerbahçe kulüpleri için henüz takarrür etmiş bir şey mevcut olmamakla beraber ileride bu iki güzide kulüple Polonyalılar arasında maç tertibi de pek muhtemeldir. Muhtelit bir Türk takımının teşkili ise henüz büsbütün meçhuldür. Her ne kadar Fenerbahçe futbolcularının bundan böyle bir daha Galatasaraylılarla aynı takımda oynamak istemedikleri söyleniyorsa bu nevi iğbirarların pek uzun sürmeyeceğini ümit ve temenni ederiz.

    Ankara’da icra olunacak müsabakalara İstanbul, Ankara, Antalya, İzmir, Eskişehir, Karesi, Konya, Adana, Trabzon, Canik, Bursa, Kocaeli ve Edirne mıntıkaları dâhil olacaktır.

    Yapılacak müsabakalara ait programı bundan evvelki nüshalarımızda tafsilatıyla dercetmiştik. Her mıntıkada yapılan son müsabakalar neticesinde İstanbul’da futbol birinciliğini Beşiktaş takımı kazandığı gibi Ankara’da Turan Sanatkaran Gücü, İzmir’de Altay, Kocaeli’de Adapazarı, Konya’da Gençlerbirliği, Trabzon’da İdman Ocağı şampiyon olmuşlardır.

    İdmancı Memurlara İzin

    Ankara’da icra edilecek spor birincilikleri müsabakasına iştirak edecek memurlara mezuniyet itası vilayete tamimen tebliğ edilmiştir.

    (SON)

  • 1924 Derbi Kavgası IX

    1924 Derbi Kavgası IX

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası IX

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    24 Ağustos 1924

    İstanbul Futbol Birinciliği

    Son müsabakanın tafsilatı – Bu bir kaza eseri midir? – Beşiktaşlılar Fenerbahçe karşısında ne yapabilir?

    Galatasaray ve Beşiktaş kulüpleri arasındaki müsabakayı dünkü nüshamızda yazmıştık. Tafsilatı bervech-i âtîdir:

    İlk hücum Galatasaraylılar tarafından yapıldı. İlk faul Beşiktaşlılar aleyhine çekildi. Biraz sonra Saadet Bey’in sürdüğü top Galatasaray kalesinin önünde güç durduruldu. Akın yine Beşiktaş kalesine doğru eserken Saadet yine münferit hücumla Galatasaray önüne kadar götürdü. Beşiktaş solları çok güzel işliyor. Bilhassa Saadet bunda temayüz ediyor. Yine soldan böyle bir akını Galatasaraylılar hata ile karşıladılar. Refik bir (frikik) çekti. Mesafe zaten uzaktı. Ulvi de şayan-ı tebrik bir isabet-i nazarla karşıladı.

    Top şimdilik Galatasaray akınlarına tabi, Beşiktaş kalesinin önünde dolaşıyor. Beşiktaşlılar denilebilir ki bir müddet için rakibin ahengini bozmak, muhacimlerini yormak istiyorlar. Etrafta yavaş yavaş (Bravo!)lar hatta arada bir (yuha!)lar başlıyor ve bundan tabii oyuncular da sinirleniyor ve karşılıklı çarpmalar görülüyor. Hakem Necmi Bey pek az arkadaşına nasip olan bir mazhariyetle alkışlanıyor.

    Bir aralık Beşiktaş kalesinin önünde pek heyecanlı saniyeler geçti. Sadri Bey topu tuttuktan sonra kaçırdı. Galatasaray muhacimleriyle Beşiktaş müdafileri birbirine geçtiler. Gol olmak ihtimali pek kuvvetle belirirken Beşiktaş sol hafı topu kornere attı. Bunun arkasından Beşiktaş kalesi yine korkulu anlar geçirdi ise de takımın en iyi işleyen sol tarafı topu Galatasaray kalesine kadar tekrar sürdü. Kalenin önündeki karışıklık esnasında topa elle vurulduğu için Galatasaraylılar bir (penaltı) cezasına mahkûm oldular.

    Böyle vuruşların üstadı olan (Refik) bu fırsatı tabii kaçırmadı. Ulvi Bey için ilk müsabaka yerinde hep böyle arkadaşlarının hatasını çekmek ve üçüncü defa olarak (penaltı)ya mahkûm olmak sanki bir tecelli imiş! Fakat bu gencin büyük bir istidada malik olduğunu da kaydetmek icap eder. Bundan sonra haftaym bitinceye kadar top her iki kalenin arasında dolaştı ve mukabil hücumlar az çok müsavi bir renk gösterdi.

    İkinci haftaym Beşiktaşlıların hücumları ile başladı. Henüz üç dört dakika geçmemişti. Saadet’ten aldığı pasla Beşiktaşlı Edip Bey Galatasaray kalesine ikinci sayıyı da yaptı. Etraftan payansız alkışlar duyuluyordu. Denilebilir ki Galatasaray’ın geçen müsabakadaki rakipleri de bu sefer Beşiktaş tarafının duâhanı idi. Bundan sonra biraz rüzgârın altına düşen, biraz da pek ummadıkları vaziyet karşısında şaşıran Galatasaraylılar muayyen bir sistem dâhilinde oyun oynayamaz oldular. Beşiktaş gayesine vasıl olmuş, kendilerine nispetle daha ahenktar oynamaları icap eden rakibinin mekanizmasını kırmıştı. Müdafaa hususunda onlara çok faik görünen Beşiktaşlılar, Refik’le Tevfik’in teşkil ettiği (makas) sayesinde hemen her akını kaleciye yaklaştırmıyorlar, yaklaşanlar da Sadrettin’in elinden kurtulmuyorlardı. Muhacimleri itibariyle de Beşiktaşlılar daha mütesanit, daha ahenktar görünüyorlardı.

    Şiddet arttıkça arttı. Çarpmalar, çarpışmalar, hakemin düdüğü bir tarafa ceza verdikçe homurdanan (yuhalar!..) kulakları yırtmaya başladı.

    Spor meraklılarımızın arasında her vesilede (Yaşa), her bahanede (Yuha) diye bağırmaktan zevk alan terbiyesi kıt bir tabaka var.

    Bunların denildiği gibi sade Galatasaraylı olmadığı dün onların mağlubiyetini arz eden sahnelerde yaygaralarla da anlaşıldı. Eminiz ki yarın Beşiktaşlılar bir başka rakibin karşısına düşerler ve (Allah göstermesin) mağlup olsalar sırası geldikçe yine yuhalar duyulacaktır. Bu sadece spor ahlakının yokluğunu ifade eder. Dün sadece Galatasaray aleyhine yuha çekmek için oraya toplanan ve buna fırsat oldukça nihayetsiz zevk duyan biçareler vardı. Bu çirkin feryat Galatasaraylı olsun, Fenerli olsun, Beşiktaşlı olsun, hangi ağızdan köpürüyorsa sadece kendi tarafını lekeler.

    Galatasaraylılar oyunun sonlarına doğru çok çalıştılar.

    Fakat Beşiktaş kalecisi gol kurtarmak hususunda mucizeler gösterdi.

    Oyun belki biraz şiddetli oldu. Fakat bu şiddet mütekabildi. Her iki taraf da Fenerbahçe müsabakasındaki çirkin sahnelere meydan vermediler. Yalnız seyirciler arasında için için kaynayan bir kısım vardı ki sanki aynı rezaletleri îka için fırsat bekliyordu.

    Şurasını da ehemmiyetle kaydetmek isteriz ki Beşiktaş kulübünün başında bulunan sporcuların müsabaka günü pek kibar bir hareketine şahit olduk. Galatasaraylılar tehzil, hatta tahkir edilirken Beşiktaş kulübünden birkaç genç tribünlere, kalabalık arasında koşuşarak o manasız feryatları, garazkâr (yuha!) sadâlarını teskine çalışıyorlardı. Ve nihayet: “Susun efendiler!… Ayıptır!…” diye yırtılan bu arkadaşların “Bağıranlar Beşiktaşlı değil ki…” diye dertleştiklerini işitiyorduk.

    Bu netice bir kaza eseri midir?

    Beşiktaş kulübünün İstanbul futbol şampiyonu oluvermesi birdenbire pek çoklarını şaşırttı. Hele birinciliği yalnız Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerine layık gören bazıları bu neticeyi adeta bir kazaya hamlediyorlar.

    Şimdiye kadar her meselede ve bilhassa Avrupa futbolcularıyla yapılan müsabakalar esnasında futbolun bizde bir iki kulüp tarafından adeta inhisara alınmış gibi görünen vaziyete itiraz etmekte idik. Bizce dünkü netice daha ziyade bu itiraza hak vermiş oldu. Filhakika Beşiktaş kulübü öteden beri spor hayatımızda pek canlı bir müessesedir. Pekala hatıralardan olmak gerekir ki Fenerbahçe futbol takımı iki defa (Pera) timine mağlup olduğu sıralarda bu lekeyi temizleyen ancak Beşiktaş ve Altınordu kulüpleri olmuştu. O zamandan beri Beşiktaş futbolcuları Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarını daima müsabakaya davet etmişler, fakat şimdiye kadar karşılaşmak fırsatını bir türlü bulamamışlardı. Beşiktaş hele atletizm sahasında pek şanlı bir maziye maliktir. Hatta eski atletlerimizin hemen hepsi oradan yetişmiş addolunabilirler.

    Eğer Galatasaray’ın yerine nihai müsabakada Fenerbahçe ile karşılaşsalardı Beşiktaşlıların behemehâl neticeyi kaybedeceklerini iddia edenler de oldu. Biz buna kani değiliz. Bir kere bütün sporda kati ve mutlak bir tahmin caiz değildir. Hele bizim memleketteki müsabakalar hiç de hesaba, kitaba uymaz. Binaenaleyh Beşiktaş Fenerbahçe’yi belki yener, belki yenemezdi. Fakat galebesi zannedildiği gibi de müstebat değildir. Şöyle ki Galatasaray takımının Fenerbahçe’deki ahengi bozduğu, oyun sistemini dağıttığı bir hakikattir. Nitekim son müsabakada Fener’in o maruf mihânikiyyeti görülememiş, alnı teriyle bir sayı yapılamamıştır. Hâlbuki Galatasaray bu kudreti Beşiktaş’a karşı gösteremedi. Saniyen pek seri Fener hücumları karşısında muvaffak olan Galatasaray müdafaası Beşiktaş müsabakasında izhar-ı acz etmiştir. Şu halde Fenerbahçe’nin Galatasaray karşısında mağlubiyetine yahut galip gelmesine sebep olan kudret Beşiktaş takımında ziyadesiyle mevcut demektir. Nitekim Galatasaray’a da bu sayede tefevvuk eylemişlerdir. Buna mukabil hücum hattı Galatasaraylılardan daha güzel işledi. Binaenaleyh pek ala kabildir ki Beşiktaş takımı Fenerbahçe ile karşılaşsa evvela onların ahengini bozmak, muhacimlerini yormak ve şaşırtmakla işe başlasın ve sonra taarruza geçerek hatta Galatasaraylılardan daha fazla sayı yapabilsin. Bu takdirde hatıra gelecek yalnız bir tehlike vardır, o da Beşiktaşlılar oyuna daima fena oynayarak başlarlar. İlk dakikaları daima durgun geçer. Bundan Fenerbahçe’nin istifade edebilmesi vârid-i hâtır olabilir. Fakat ilk dakikadan itibaren rakibin maruf muhacimlerini tutarlar ve aralarını açarlarsa galebe Beşiktaş’ındır. Şu halde bu gençler pek layık olarak İstanbul birinciliğini kazanmışlardır. Bu birincilik belki yarın bir başka rakibe de geçebilir. Fakat bugün için bir kaza eseri değildir. Nitekim şimdiye kadar İstanbul şampiyonluğu daima üç kulüp arasında dolaşmakta idi. Galatasaray, Fenerbahçe ve Altınordu’dur. Beşiktaşlılar bugün denilebilir ki oyun sistemleri ve birkaç oyuncuları ile eski Altınordu’nun vaziyetini hatırlatmaktadır.

    25 Ağustos 1924

    Futbol

    Kocaeli Şampiyonluğu

    Adapazarlılar, Kocaeli mıntıkası futbol şampiyonu oldular.

    İzmit muhabirimizden: Ankara’da icrası mukarrer Türkiye birinciliklerinde Kocaeli mıntıkasını temsil edecek atletlerle futbol takımları arasında yapılan müsabakalar nihayet bulmuştur. Mıntıka heyet-i merkeziyesi tarafından çekilen kura mucibince ilk günü Kocaeli ve Kandıra Türk Birliği futbol takımları karşılaştı. Kocaeli futbolcuları Türk birliğine beş sayı yapmak suretiyle galip geldiler. İkinci günü Hereke futbol takımı ile İzmit Gençlerbirliği arasında müsabaka icrası mukarrer olduğu halde heyet-i merkeziye kararıyla Gençlerbirliği’nin mağlubiyeti ilan edildi. Her iki günün galipleri olan Herekelilerle Kocaeli takımları arasındaki maç Herekelilerin galibiyeti ile neticelendi. Nihai müsabakada Hereke takımı Adapazarlılara mağlup olduğu için Kocaeli mıntıkası futbol şampiyonluğu Adapazarlılarda kalmış oldu. Atletik yarışmalarda birinciliği Kocaeli sporcuları kazandılar. Ayın yirmi altısında Ankara’ya hareket ediyoruz.

    26 Ağustos 1924

    İstanbul Birinciliği Etrafındaki Münakaşalar

    Bazı kulüpler federasyon tarafından serdedilen itirazat – Yeni müsabaka ihtimalleri var mı? – Federasyonun şimdiye kadarki ihmalleri.

    Futbol meydanında İstanbul’un on sekiz kulübü çarpıştı ve tam manasıyla çarpıştı. Nihayet süzüle süzüle en son galebe Beşiktaş takımında kaldı. Artık her şeyin bitmesi ve Ankara müsabakalarına iştirak için İstanbul namına Beşiktaş takımının yola çıkması icap ederken şimdi de çarpışmanın en feci safhası masa başlarında tecelli etti.

    İşitiyoruz ki Salı akşam Futbol Federasyonu, Heyet-i Müttehide merkez-i umumisi ve daha muhtelif heyetler toplanıyorlar, konuşuyorlar; hakemleri, şahitleri istimâ ediyorlar, raporlar üzerinde tetkikat yapıyorlarmış.

    Beşiktaş’ın futbol şampiyonu olmasından bir aralık Galatasaray’ın da Fenerbahçe’nin de az çok memnun oldukları zannediliyordu. Hele bu iki kulüp arasındaki rekabeti dışarıdan teessüfle takip edenler son neticeden sonra artık bütün ihtilafların örtüleceğini ümit ettiler. Öyle ya, birincilik ne Galatasaray’a ne de Fenerbahçe’ye nasip olmadığı için her iki rakip: “Oh… Ben kazanamadım ama ona da kalmadı” diye çapraşık bir haz duydular. Fakat birdenbire her köşeden mırıldanan sesler işitildi. Her noktadan yeni yeni indifâ istidatları kımıldadı.

    Nihayet bu telaşlı içtimaların, gizli gizli münakaşalarında da sebebi anlaşıldı. Müsabaka meydanındaki çarpışmadan müspet netice kazanamayanlar şimdi işi şifahi ve tahriri muâraza sahasına dökmüşlerdi.

    İşittiğimize nazaran son müsabakalara kalan kulüplerin dördü de başka başka noktalardan itiraz ediyorlarmış. Kimisi Süleymaniye-Beşiktaş, Altınordu-Galatasaray, Galatasaray-Fenerbahçe ve nihayet Beşiktaş-Galatasaray müsabakalarının ke-en-lem-yekün addedilmesi lazım geleceğini iddia ediyor ve son müsabakaların tekrarlanmasını, kimisi sade Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerinin karşılaşmasını istiyor. Süleymaniyeliler diyor ki: “Beşiktaş takımı şayan-ı itiraz bir surette teşkil edilmiştir. Ezcümle aralarında başka kulübe mensup oyuncular vardı. Bazılarının diskalifiye edildiği de rivayet edildi. Bu oyuncular diskalifiye edilmiştir demesek bile böyle hüküm verilmiş midir, verilmemiş midir? Burası tayin edilmeli ve başka kulüplere mensup oyuncular oynadığı için Beşiktaş kulübünün kazandığı netice hükmen feshedilmelidir.”

    Altınordulular diyormuş ki: “Tevfik, Refik, bizim kulüpte kayıtlıdır. Üzerinden dokuz ay geçmeden başka kulüpte oynayamazlar. Saniyen Galatasaray bizim aleyhimizde seremoni yaptığı tarihte yağan yağmurlar o birkaç gün esnasında müsabaka icrasına imkân bırakmıyordu.”

    Bu itirazlara doğrudan doğruya iştirak etmeseler bile Fener’le Galatasaray’ın da kısmen mütemayil bulundukları hissediliyor. Hatta “Beşiktaş’ın şayan-ı itiraz noktalarını biz de biliyorduk. Fakat nasıl olsa galip geleceğimiz için daha doğrusu nihai galebenin onda kalacağını tahmin etmediğimiz için bidayette meseleyi kurcalamaya lüzum görmemiştik” dedikleri anlaşılıyor.

    Bütün bu mesailde en bariz hakikatlerin mevcudiyeti kabul edilse bile dünyada bundan manasız, bundan mevsimsiz bir itirazın olamayacağını zannediyoruz.

    Beşiktaş kulübü Süleymaniye’den evvel Beykoz ve Ortaköy takımlarıyla iki müsabaka yapmıştı ve o müsabaka günlerinde aynı şerait mevcut idi. Federasyonun aklı bu sırada nerede idi? Süleymaniyeliler pek yakında Beşiktaşlılarla bir defa daha karşı karşıya gelmişlerdi. Ondan başka Beşiktaş takımı Rusyalı futbolcularla hiç de hususi mahiyette olmayan bir müsabaka daha yapmıştı. Bu kulübe atfolunan şayan-ı itiraz noktalar o sıralarda niçin mevzubahis olmadı? Altınordu’nun Refik ve Tevfik Beyler üzerinde bir hakkı olduğunu kabul edelim. Fakat bunun etrafındaki itirazlarını niçin zamanında ortaya koymamıştı?

    Refik’le Tevfik epey zamandır Beşiktaş’ta oynuyorlar. Hatta bunun yüzünden Avrupa’ya gidemediler. Avrupa’dan avdette Altınordu niçin hakkını aramadı? Bu iki oyuncu gibi İbrahim’le Emin ve Harbiyeli Kemal Beyler Altınordu’da son günlere kadar bulunmuş, hatta Avrupa seyahatine Altınordu namına iştirak etmişlerdi.

    İbrahim’le Emin Altınordu’dan çıktıklarından sonra muayyen müddet geçmediği halde Beykoz kulübünde nasıl oynadı? Mademki Şeref, Cevat ve Kemal Beyler Harbiye takımında dâhildiler ve Harbiye takımı da Ankara şampiyonluğunu taşıyordu. Altınordu’da nasıl uzun müddet müsabakalara iştirak ettiler?

    İşin hele bu kısmı büsbütün karışıktır. Zira Ankara futbol mıntıkası da Harbiye’nin kendi şampiyonları olduğunu ilan etti. Harbiyeliler de böylece hem Altınordu’dan ve Beşiktaş’tan ayrıldılar, hem de Türkiye müsabakalarına Ankara namına iştirak imkânını elde edemediler.

    Sonra iş bu nokta-i nazardan tutturulsa itiraz eshabından Süleymaniyeliler de bizzat aynı esnada hedef olurlar. Zira bugün Süleymaniye’de oynayan müdafi Şükrü Bey de Altınordu’dan Refik ve Tevfik Beylerle beraber ayrılan kafileye dâhildi. Bu zamana kadar federasyon daimi bir lakaydi muhafaza etmişken bütün bu pürüzlü işler tam İstanbul birincilikleri bittikten sonra mı ortaya çıktı? Bu takdirde değil sadece son üç müsabakayı, şimdiye kadar on sekiz kulüp arasındaki bütün maçları ke-en-lem-yekün addeylemek icap edecektir.

    Hülasa iş büsbütün çapraşık bir devreye dâhil oldu. Fakat bize öyle geliyor ki bütün işler hep Fener-Galatasaray ihtilafından çıkıyor ve hep iki kulübü tekrar karşılaştırmak içindir ki bu dedikodular icat ediliyor. Fenerbahçe ile Galatasaray’ın münasebatı bir iki sene evveline gelinceye mergup bir rekabet şeklini muhafaza etmekte iken son senelerde telkinler, teşviklerle iki kulübün arasına feci bir nifak ve husumet sokanlar şimdi de Beşiktaş’ın birinciliğini çekemiyorlar. Hâlbuki Beşiktaş’ın İstanbul birinciliği bir emrivakidir. Federasyon heyeti bunu değiştirmek için izhar edeceği en küçük hareketle kendi kendini itham etmiş olacak, adeta payansız bir uçurumda intihara atılan çılgın vaziyetine düşecektir.

    Yeniden müsabakalar yapmak sade Federasyon’un kendini düşürmesiyle de kalmayacak, böylece Türk sporculuğunda en lekeli bir şey irtikâp edilmiş ve Türk gençliği efkâr-ı umumiyesi hiçe sayılarak en bayağı bir hareket püskürtülmüş olacaktır.

    İş olmuş bitmiştir. Ötekinin berikinin keyfine göre hareket imkânı kalmamıştır. Beşiktaş takımı İstanbul birincisi olarak Ankara’ya gider ve icap ederse mesele orada münakaşa edilerek bir karara raptedilir.

    (DEVAM EDECEK)

  • 1924 Derbi Kavgası VIII

    1924 Derbi Kavgası VIII

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası VIII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    21 Ağustos 1924

    Galatasaray – Fenerbahçe İhtilafının Son Safhası

    Neticeyi nasıl olsa kazanacaklarına nazaran Galatasaraylılar bari (penaltı)yı bağışlamak suretiyle bir kibarlık göstermeli idiler.

    Galatasaray-Fenerbahçe ihtilafı hallolundu mu, mesele büsbütün kapandı mı, insan bu suale “Evet” demekte tereddüt eder. Fakat son dedikoduların Galatasaraylılar tarafından çekilen penaltı ile nasıl neticelendiğini dünkü nüshamızda yazdık. Verilen karar hakkında Salı günü Taksim Stadyumu’nda son dakikaya kadar münakaşalar devam etmiş olmakla beraber nihayet Fenerbahçe takımı müsabaka meydanına çıktığına nazaran gerek Futbol Federasyonu tarafından gerek hakem Mösyö Haçopulo tarafından verilen hükmü kabul etmiş demektir. Çünkü boş kaleye çekilecek (penaltı) cezası muvazeneyi Galatasaraylılar lehine tebdil edeceğine göre Fenerliler bu kadar muhakkak bir netice karşısında kararı kabul etmezler ve meydana da çıkmayınca hiç olmazsa hükmen mağlup olurlardı. Fener takımının Galatasaray’la en son karar dairesinde yarım dakikalık müsabakayı kabul etmesi ihtilafatın nazarı safahatı nihayet kapandığına delil addolunabilir.

    Fenerbahçe kararı kabul edip meydana çıkmakla şayan-ı takdir bir cesaret göstermiştir.

    Filhakika hemen herkes Fenerbahçe’yi pek aşikâr bir surette mağlubiyete mahkûm eden vaziyet karşısında takımın meydana çıkmayacağını tahmin ediyordu. Fenerliler Federasyonla hakemin müşterek kararına mutâvaat etmekle belki bir gün evvelki sözlerini nakzetmiş oldular fakat sporculuğa pek yakışan bir kibarlıkla temayüz ettiler.

    Buna karşı Galatasaray ne yapmalıydı?

    Mademki Federasyonla hakem müştereken kendilerine hak veriyordu ve mademki Fenerbahçe de bu hakkı tasdik ederek yarım dakikalık bir müsabakayı kabul ediyordu. Artık Galatasaraylılar için manen en büyük muzafferiyet tecelli etmiş oluyordu. O zaman yapılacak pek kibar bir hareket vardı:

    (Penaltı)yı dışarı atmak!..

    Nitekim evvelki gün Fenerbahçe’nin boş kalesine sayı yapmayı şerefsiz bir hareket telakki edenleri gördük. Hatta seyirciler arasında (tabii bunlar da Galatasaraylı değildi!..) “Yuha..” çekenler oldu. Vaka bu da haksızdı. Hasım niçin fazla bir âlîcenap göstermedi diye onu muvaheze etmek, tahkire kalkmak manasız olur. Fakat Galatasaraylılar sporun nizâmatını temsil eden federasyon nezdinde bir hak, hatta bir şeref kazanmışlardı. Boş kaleye (penaltı) çekmekle bu hak, bu şeref adeta biraz husufa uğrar gibi oldu. Hâlbuki bu hakkı büsbütün tecelli ettirmek, şerefi daha ziyade arttırmak ve nihayet rakibi mahcup etmek de pek kabildi: (Penaltı)yı bağışlamak, bu ne kibar bir hareket olacaktı. O zaman herkes Galatasaray’ı alkışlayacak ve rakipleri de başlarını eğerek susacaklardı.

    Galatasaraylılar bundan zararlı çıkmazlardı.

    Penaltı dışarı atılınca yarım dakika bitecek ve böylece müsavat tecelli ederek yeniden yarım saat oyun oynamak lazım gelecekti. Fenerbahçeliler meydana yedi kişilik bir heyetle çıkmışlardı. Kalecileri, Zeki’leri yoktu. Zeki derhal soyunup oyuna girse bile Galatasaraylılar hem adetçe faik olacaklar, hem de maneviyat itibariyle hâkim vaziyete yükseleceklerdi. O zamana kadar itidallerini kaybetmekle meyus olan Fenerbahçe ise Galatasaray’ın bu alicenabı karşısında şaşıracak ve heyecana düşecekti. On kişilik bir Galatasaray takımı tabii yedi kişilik rakibine galip gelirdi. Vaziyetteki bu müsaadeye, kendi lehlerine olan bütün şeraite rağmen galip gelmezlerse demek ki buna liyakatleri yoktu. Bu liyakati hasmın gözüne sokarcasına ispat etmek için dediğimiz gibi şerefli bir hareket lazımdı. Galatasaraylılar mağlup bile olsaydı, şereflerinden bir şey kaybetmeyeceklerdi. Çünkü rakiplerine bir sayı bağışlamış oluyorlardı.

    Kendileri ne diyor?

    Bunu Galatasaraylılara da sorduk. Verdikleri cevap şu oldu: “Fenerbahçe buna layık değildir. Böyle bir ders onlar için lazımdı.”

    Gelelim müsabaka hakkında düşündüklerimize

    İlk karşılaşmanın arz ettiği çirkin safahatı evvelce de uzun uzadıya yazdık. O hadise bin defa tekrara layık olacak kadar çirkin olmakla beraber görüyoruz ki ne kadar söylense hafız bildiğini okuyor. Yalnız oyunun sanat ve fen itibariyle kazanacağı numara sıfırdır. İstanbul şampiyonluğuna namzet iki kulüpten terbiyevi ve manevi meziyetlerden başka bir de sanat ve maharet beklemek hakkımızdı. Halbuki oyun muydu o?.. Neticede beş gol atılmış oldu. Bunun dördü (penaltı)dan yapıldı; doğrusu alkışlanacak maharet!.. Hele Fenerbahçe’nin ahenginden, muhacim hattındaki tesanütten emin olanların iddiasına göre tıkır tıkır dört beş sayı yapmak lazımdı; hani ya?..

    Mağlup bile olsalar Galatasaray kalesinin önünde bu ahengi ispat etmeli, sanat itibariyle alkışlanacak bir iki sayı yapmalı idiler. Yapılan iki gol de (penaltı)dan olduğuna nazaran Fenerbahçe’nin maruf mekanizması hiç işlemedi demektir. Zaten Fenerbahçe’den beklenen pek bariz bir galebe idi. Bire karşı iki, ikiye karşı üç gibi neticelerle kazanılacak galibiyet bile onların iddiasını haksız çıkarabilirdi. Onlar sanatın, kuvvete galebesini ispat için sıfıra üç, bire dört, beş gibi muvaffakiyetlere muhtaçtılar. Dünkü (penaltı) sahnesi olmazsa da netice iki müsabakadaki safahattan ibaret bile kalsa faikıyetin Galatasaraylılara tevcih ettiğini kabul etmek icap eder.

    Bizi bu hadise esnasında Galatasaray’a taraftar zannedenler oldu. Bu meydanda evvela nezahet ve sonra maharet ve sanattan başka bir gayemiz olmadığını ispat etmesi icap eden son mütalaalarımız Galatasaraylıları da gücendirirse aramızda sporun manası sade hissiyata mağlubiyetten ibaret demektir. (K.R.)

    Fenerbahçelilerin Müracaatı

    Fenerliler, Galatasaray-Fener müsabakasının “Ankara”da tekrar icrasını istiyorlar.

    Fenerbahçe kulübü, müessif birtakım hadisatı müteakip Galatasaray kulübüne mağlup olmuş bir vaziyete girdikten sonra, dün İsmet Paşa hazretleriyle Maarif Vekili Vasıf Bey’e uzun bir telgrafname çekmiştir. Bu telgrafnamede, Fenerbahçe’nin mağlubiyetine sebep olan “penaltı” cezasının Galatasaray kulübü murahhasının nizamnameyi keyfi bir surette tefsirinden çıktığı, İstanbul Futbol Birliği’nin nizamnameye mugayir bir surette hakemin kararını “penaltı” cezasına tahvil ettiği, futbol heyetinin de yanlış karar verdiği, bu meselelerde, aynı zamanda Beşiktaş kulübü reisi olan ve nisf-ı nihai müsabakasında kulübünün daha zayıf bir kulüple çarpışarak şampiyon çıkmasını isteyen Futbol Heyeti Reisi Şerafettin Bey’in de tesiri bulunduğu, kararlarını mütemadiyen değiştiren bir hakemin oyunu baştanbaşa iyi idare ettiğinin düşünülemeyeceği kaydedilmektedir. Telgrafname şu cümlelerle hitam bulmaktadır:

    “Olimpiyatlara iştirak eden Türkiye milli takımına yedi oyuncu veren Avrupa’daki futbol galibiyetlerimizi temin eden kulübümüz takımının elinden hakkı olan şampiyonluk zor ile ve entrikalarla alınmak istenmektedir. Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı idare eden ve kulüpçülük zihniyetini maalesef memleket sporuna hizmet maksad-ı ulvisine feda edemeyen kimselerin ızâa etmek istedikleri hukukumuzu muhafaza etmek için müdahalede bulunmanızı ve Galatasaray ile aramızdaki bu maçı merkez-i hükümetimiz olan Ankara’da Reisicumhur hazretleriyle Başvekil Paşa hazretlerinin ve zevat-ı devletlerinin huzurlarında şerefle ve muvaffakiyetle tekrara amade olduğumuzu ve genç Türkiye cumhuriyetinin bihakkın şampiyonu olmaya namzet bulunan kulübümüzün hukuku zayie uğramamak ve hakkı tezahür ettirmek için bu maçın icrası esbabının istikmali zımnında evvel-i emr-i lazımenin taraf-ı devletinizden îtâ buyurulmasını rica ve istirham…”

    22 Ağustos 1924

    Futbol

    Galatasaray – Beşiktaş bugün çarpışıyor.

    Galatasaray – Beşiktaş kulüpleri arasında bugün Taksim Stadyumu’nda saat altı buçukta İstanbul futbol birinciliği son müsabakası icra olunacak ve galip gelen İstanbul şampiyonu unvanını ihraz etmiş olacaktır.

    Dün akşam geç vakit Ziya Bey’in riyaseti altında toplanan Futbol Heyet-i Müttehidesi futbol birliği müsabakalarının devamına ve Galatasaray-Fenerbahçe ihtilafının da müsabakalar hitamından sonra halline karar vermiştir.

    23 Ağustos 1924

    Beşiktaş İstanbul Şampiyonu Oldu.

    Dün akşamüzeri Taksim Stadyumu’nda yapılan müsabakada Galatasaraylılar, sıfıra karşı iki sayı ile Beşiktaş takımına mağlup oldular.

    Fenerbahçe – Galatasaray ihtilafı futbol meydanında kapanıp masa başına havale olunduktan sonra İstanbul birinciliği (finalist)i olmak üzere dün Beşiktaş ve Galatasaray kulüpleri karşılaştı. Galatasaraylılardan Leblebi Mehmet, Fenerbahçe hadisesinde aldığı yaradan dolayı bugün oynayamayacak bir halde idi ve takım Ulvi, Ali, Kerim, Nihat, Hayri, Mehmet (A), Necip, Mithat, Muslih ve Edip Beylerden teşkil edilmişti. Buna mukabil Beşiktaş takımı hemen hemen son müsabakada gördüğümüz şeklini muhafaza ediyordu: Kaleci Sadrettin, Müdafaa: Tevfik, Refik, Yardımcı: Bahattin, Cavit, Şahap, Akıncı: Nafi, Abdi, Edip, Hasan, Saadet Beylerdi.

    Oyun sıfıra karşı iki sayı yapan Beşiktaşlıların galebesi ile neticelendi. Spor muharririmizin dünkü müsabakaya dair mütalaasını yarın neşredeceğiz.

    İstanbul’un bir köşesinde himayesiz kendi kendilerine çalışan bu gençler nihayetsiz tebriklere layıktırlar.

    (DEVAM EDECEK)

  • 1924 Derbi Kavgası VII

    1924 Derbi Kavgası VII

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası VII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    17 Ağustos 1924

    Fenerbahçe – Galatasaray Müsabakasının Tafsilatı

    Müsabaka değil, bu bir kıyamet, bir afettir! – Cezalar, fauller, penaltılar günü.. – Dövüşenler, sövüşenler, bayılanlar ve nihayet mahalli zabıta tarafından müsabakanın tatili.

    İstanbul birinciliğinin hangi kulübe nasip olacağına dair hafta ortasında yaptığımız tahminler bu müsabakaların, hararetini, şiddetini göz önüne getirmek hususunda meğer ne kadar zayıf kalacakmış!..

    Bu tahminleri ve hele Galatasaraylı gençlerin kulüpçülük imanını biraz da latife ile karışık, tasvir için yazılan satırları çok görenler de oldu. Fakat son Galatasaray – Fener müsabakasını seyrettikten sonra bu zevat acaba ne düşündüler? Hele Galatasaraylılarda ancak bir kulüp muhabbeti şeklinde tecelli eden bu aşkın bir gazete tarafından tespit edilen nevini onlar acaba hangi tarafta buldular?

    Şimdiye kadar oyun tarzına ahenk ve nezaketten başka bir şey izafe edilmeyen tarafın bu hususta biçare Galatasaraylılardan çok ileri gittiğine hiç olmazsa hayret etmediler mi?

    Saat beşe doğru Süleymaniye-Beşiktaş müsabakası başladı. Etrafta kesif bir kalabalık vardı. Tıpkı ecnebilerle yapılan müsabakalardaki gibi.

    Beşiktaşlılar Sadri, Tevfik, Refik, Cavit, Şahap, Kemal, Nafi, Abdi, Baha, Edip ve Saadet Beylerden, Süleymaniyeliler de Hamid, Ahmet, Mazlum, Saim, Hüsnü, Selahattin, Niyazi, Avni, Şükrü, Latif ve Kemal Beylerden mürekkepti.

    İlk dakikalarda Süleymaniye faik göründü. Beşiktaşlılar uzun müddet bir derli topluluk gösteremiyorlardı. Birinci sayı Süleymaniye lehine kaydedildi. Kaleci Sadri iki defa topu tuttuktan sonra üçüncüde kaçırmıştı. Bundan sonra beyaz-siyah formada büyük bir gayret tutuştu. O zamana kadar fevkaladeliği görülmeyen Refik şiirlerine başladı. Oyun açıldı. Şahap topu sürerek Süleymaniye kalesine kadar sokulduğu halde atamadı. Yine böyle bir akın Süleymaniyeliler tarafından hatalı surette tevkif edildiği için (penaltı) cezası verildi. Refik’in topa vuruşu görülecek şeydi. Antrenör İstanbul’a geldi geleli, aylardan beri, o en güzide diye ismi çıkan futbolculara (penaltı) nasıl atılacağını öğretmeye çalışıyor. Dün Refik’in çektiği (penaltı)yı gördükten sonra şimdiye kadarki emeklerine acımış olsa gerektir.

    İkinci haftaymda hâkimiyet Beşiktaşlılara geçmişti. Refik açılmış, müdafaada emsalsiz bir kudret gösteriyor, Nafi sağdan, Saadet soldan mükemmel akınlarla rakip kaleyi tehdit ediyorlardı. Süleymaniye müdafaası dün beklediğimiz kudreti gösteremedi. Denilebilir ki bütün ağırlığı Hamit Bey yüklenmişti. Beşiktaşlılar bundan sonra iki sayı daha yaptılar ve kazandıkları galibiyet ile birincilik müsabakalarının son devresine kalmış oldular. Müsabaka heyet-i umumiyesi itibariyle çok kibar cereyan etti. Bazı şedit safahatını görenler bu iki kulübe kırıcılık atfettiler. Fakat bundan sonra o güzide kulüplerin arasında kopan kıyamete acaba ne isim verdiler?

    Galatasaray – Fenerbahçe Afeti

    Bu hakikaten bir fırtına, bir kasırga ve nihayet bütün meydanı altüst eden bir afetti. Galatasaraylılar önde Nihat, meydana çıktıkları zaman takımın Ulvi, Ali, Mehmet (A), Kemal, Hayri, Mehmet (L), Edip, Fehmi, Mithat, Muslih Beylerden teşekkül ettiği anlaşıldı. Sarı-Lacivert formayı da bermutat Şekip, Cafer, Kadri, Ragıp, İsmet, Fahir, Sabih, Alaaddin, Zeki, Ömer, Bedri Beyler taşıyordu. Oyun uzun müddet pek zevksiz, pek renksizdi. Herkes topa çat çut vuruyor, etraftan seyredenler her vuruşta manasız yaygaralarla ortalığı tutuşturuyordu. Bu futbol değil, oynayanların da seyredenlerin de sinirlerini bozan, gözleri büyüleyen bir kasırga idi.

    Galatasaray’ın her zamanki harareti, hararetli imanı vardı. Fakat hücum hattının teşkilinde çok azim hata işlenmişti. Fehmi Bey topa vurmasını beceremedikten başka manasız markalarla kendi arkadaşlarını yoruyor, hücumlarını rakip tarafa tevcih ettiği zaman da kendi zararlı çıkıyordu. Artık ihtiyar diye seyirciler arasına karışan Necip, keşke olsaydı, Fehmi Bey’in kaçırdığı fırsatlardan ne güzel istifade edebilirdi.

    Fenerbahçe müdafaası çok çalışıyordu. Hatta insanın bir kere ismi çıkmasın derler ya, şiddet hususunda Galatasaraylıları kat kat geçtiler. Dillerde dolaşan ahenk ve tesanütten ise iz görünmedi. Nitekim Fenerbahçe hesabına kaydedilen iki sayı takımın ruhunu teşkil eden kombinezondan ve o kombinezonun ruhu olan oyuncuların maharetinden kazanılmadı: İkisi de (penaltı)dan yapıldı.

    Top böyle zevkten, sanattan mahrum bir sarsaklıkla iki kalenin ortasında dolaşırken Galatasaray aleyhine ilk ceza verildi.

    İnsan Ulvi’ye acıyacak gibi oluyordu. Birinci takımda, ilk defa olarak iştirak ettiği mühim bir maçta birinci sayı olmak üzere (penaltı)ya mahkum olmak, ne garip bir tecelli!..

    Ceza vuruşu yerden sürünerek yuvarlandı ve Galatasaraylı kalecinin uzanan ayağının arasından geçti. Alkışlar, fırlayan fesler, kalpaklar, mutat gürültüler, her zamanki kıyamet…

    İlk sayıya mahkûm olan tarafın inkisara uğrayacağı tahmin edilebilirdi. Galatasaraylılarda bilakis böyle bir inkisar yerine mütezayit bir gayret görüldü. Fenerliler ise hiç olmazsa şiddet hususunda rakiplerini geri bırakmak istiyorlardı. Nitekim Galatasaraylılardan daha genç ve daha çelimsiz birkaç oyuncu bu kırıcı tabiyeye kurban oldular. Hele bir aralık Leblebi Mehmet’e Fenerli müdafilerden biri çelme taktığı zaman bu on yedi yaşındaki çocuk kendi süratine inzimam eden çelmenin şiddetinden üç beş adım ileri fırlayarak yüzükoyun yere düştü. Ve öylece bayıldı. İnsan bu sahneyi gördüğü zaman yapılan şey kasapları kıskandıracak bir boğazlaşma mı, yoksa iki Türk kulübü arasında bir müsabaka mı nedir bir türlü kestiremez. Hatta karşıki kulüp bir Yunan, bir Bulgar takımı bile olsa siyasi ve milli adâvetlerin spor sahasına kadar dökülmesi mi lazım gelir? Ya rabbi, Fener ve Galatasaray arasındaki bu rekabet, bazen ne feci bir husumet rengine bürünüyor!.. Hele şurası şayan-ı dikkattir ki dün futbol meydanında toplaşıp bağıran, çırpınan, sövüp sayan ve nihayet ani bir feveranla ortaya fırlayarak birbirlerini hiç de tanımadıkları halde dövüşen, boğazlaşan bu binlerle ahalinin gösterdiği heyecan, asabiyet, şiddet, acaba başka hiçbir sahada görülmüş müdür? Hayır, bu kadarı hiç de kibar ve makul bir şey değil.

    Biz de spor aşkına, sporcu aşkına iman edenlerdeniz. Fakat mesela (boks)a vahşet diyenler dün eline bir (usturpa) alıp ortaya fırlayan, hiç tanımadığı insanlar arasında önüne gelenlere yumruk savuran kahramanlara acaba ne isim verecekler?

    Benim gibi on altı senedir spor sevgisini birçok hislerin üstünde tutanların ekseriyeti de dünkü futbol maçını gördükten sonra, eminim, meşin toptan ve ızgaralı ayakkabıdan iğrenmişlerdir!..

    Galatasaraylılar ilk golü yaptıkları zaman aynı heyecan, aynı kıyamet mukabil tarafta da koptu. Ondan sonra oyuncularda çarpışma, seyredenlerde kaynaşma azami bir şiddet kesbetti. Hakemin ihtarları verdiği (faul) cezaları hep neticesiz kalıyordu. Cafer Bey’i bir aralık bu hatalar yüzünden oyundan çıkarmaya bile mecbur oldu. Fakat kasırga olanca şiddetiyle görülüyordu. Galatasaraylılar arkasından ikinci sayıyı (penaltı)dan yaptılar. Fener akınlarının pek sönük ilerleyişine nazaran Galatasaray’ın galebesi artık muhakkak gibiydi. Nitekim kurulan hesaplara göre o maruf ahenk ve tesanütten şimdiye kadar üç dört sayının doğması lazımdı. Oyunun neticesine ancak beş on dakika kalmıştı. Galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu daha verdiler. Zavallı Haçopulo, biraz evvel Süleymaniye-Beşiktaş maçını da idare ettiği için üç saattir koşmaktan, etrafta tepinenlere meram anlatmaktan bitmiş tükenmişti. Bu, genç hakemler arasında hiç şüphe yok ki vukufu ve bitarafiyesi ile birinciliği kazanabilir. Fakat üst üste iki müsabakayı, hele böyle dünküler gibi idare etmek kabil mi?

    Artık ahali meydana kadar taşmıştı. Penaltı çekmek için bile yer kalmamıştı. Boyunlarında siyah-beyaz renkli (fular) taşıyan izci kıyafetli bazı gençler güya inzibatı temin bahanesiyle otaya çıkmışlar, seyircilerin sırasını, çizgisini kendileri bozdukları gibi bu (penaltı) gürültüsü esnasında ilk kavgayı da onlar çıkarmışlardı. Bunların oymak beyi yok muydu, böyle karışıklığa göz yuman kimlerdi, anlayamadık. İzciler intizam ve sükunet için numune olacak!..

    İkinci gol de Fener hesabına kaydedilince meydanda büsbütün çılgınlık havası esti. Karanlık çökmüştü. Topun peşinde rengârenk kıyafetli adamlar koşuşuyordu. Etrafta bir tepinme, bir feryat, bir kıyamet ki…

    Galatasaray sol açığı Muslih topu sürüp Fener kalesine yaklaştı. Şekip Bey, mutat cesareti, her zamanki mahareti ile topu kurtardı. Fakat arkasından Muslih Bey’e bir de tekme hediye etti. Edip Bey araya girdiği zaman bir tokat da onun hissesine isabet etmişti. Fener’in o sessiz, sade kendi vazifesini düşünen, serinkanlı kalecisine ne olmuştu?

    İşte bu kargaşanın en feci sahifesi bu dakikalarda canlandı. Ortada zavallı Haçopulo, oyunculara mı, seyircilere mi dert anlatacağını şaşırmış, ne yapacağını (Hunter)a soruyordu.

    Hunter İngiltere’de olsa (Şekip)i çıkardıktan sonra müsabakaya devam edileceğini söylüyordu. Antrenör biri Galatasaraylı diğeri Fenerli iki maruf zevatın yanında bundan evvel Fenerbahçe lehine verilen (penaltı) cezasından evvel de (ofsayd) olduğunu söylerken yanına bir gazetecinin yaklaştığını görünce bitaraf bir vaziyet almak mecburiyetini hissetmiş ve kendisi yan hakemi olduğu için meydanın yalnız mukabil cephesine bakmakla mükellef olduğunu, Galatasaray kalesinin önüne bakmanın diğer yan hakemine ait bulunduğunu ilave eylemiştir.

    Meydana koşuşan, öbek öbek birer köşeye mesela bir oyuncunun yahut hakemin yahut da antrenörün etrafına toplanan kalabalık akşamın loşluğunda yavaş yavaş silinen bir gölge oluyordu. Polisler, jandarmalar bu pür heyecan kitleyi tashihe çalışıyordu. Nihayet o mıntıkanın zabıtası oyunun tatilini emretmiş. Halk dalgalana dalgalana kapılardan çıkarken o gittikçe koyulaşan boşluğun ortasında hala bağıran, tepinen gölgeler de vardı. (Kemal Ragıp)

    * * * * *

    Müsabaka akşamı alakadar zevat toplandıkları zaman yarım dakikalık bir karşılaşma için futbol mıntıka reisi tarafından dermeyan edilen fikir kabul edilmiş ise de bilahare sarf-ı nazar edilmiştir. Bugün saat altıda mıntıkada içtima edilerek kati karar ittihaz olunacaktır.

    Galip ve Mağlup Kulüpler Davet Ediliyor

    İstanbul Mıntıkası Futbol Birliği Riyaseti’nden: 15 Ağustos Cuma günü neticesi alınamayan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasının yevm-i icrasını tespit ve nihai müsabakanın icrasına ait ittihaz-ı muharrerat eylemek üzere mıntıka birliğini terkip ve teşkil eyleyen bilumum galip ve mağlup kulüpler murahhaslarının bugün saat altıda Eminönü Rıhtım Hanı’ndaki mıntıka merkezinde behemehâl gelmeleri tebliğ olunur.

    18 Ağustos 1924

    Son Hadiseden Fenerbahçe Haksız Çıktı.

    İstanbul mıntıka futbol birliğinin dünkü kararı.

    Cuma günkü Fenerbahçe-Galatasaray müsabakasından mütevellit vaziyet hakkında ittihaz-ı mukarrerat etmek üzere İstanbul mıntıka futbol birliği dün reis Şerafettin Bey’in riyaseti altında içtima etmiştir.

    Mıntıka birliği, Fenerbahçe kalecisi Şekip Bey’in Galatasaraylı Muslih Bey’e karşı yapmış olduğu hareketin bir (penaltı) cezasını istilzam ettiğine ve mumaileyh Şekip Bey’in sahadan ihracına karar vermiştir. Birlik aynı zamanda aynı eşhasla oyun oynanmasına, bu müsabakanın bu defa natamam kalan müsabakanın mütemmimi olarak yarım dakika devam etmesine ve bu müddet zarfında tarafeyn sayı yapmadıkları takdirde müsabakanın birer çeyreklik iki devre zarfında ikmaline karar vermiştir. Müsabaka Salı günü saat altıda Taksim Stadyumu’nda icra edilecektir.

    Haber aldığımıza göre Fenerbahçe kulübü mıntıka birliğinin kararını kabul etmemiş ve Futbol Heyet-i Müttehidesi nezdinde istinaf etmiştir. Futbol Heyet-i Müttehidesi bugün saat on ikide içtima ederek bu kararı istinaf edecektir. Heyet kararı tasvip ettiği ve Fenerbahçe kulübü Salı günü müsabakaya iştirak etmediği takdirde Galatasaray kulübü galip addedilecektir.

    Bu takdirde nihai müsabaka Cuma günü Galatasaray ve Beşiktaş kulüpleri arasında yapılacaktır.

    20 Ağustos 1924

    Dün Galatasaray Galip Geldi.

    Galatasaray futbol takımı dün Fenerbahçe kalesine (penaltı) çekmek suretiyle üçüncü sayıyı da kazanmış ve bu suretle uzun uzun dedikodulara sebep olan müsabaka Galatasaray’ın galebesiyle neticelenmiştir.

    Maçtan çok evvel başlayan Galatasaray-Fenerbahçe dedikodusu (tabii ki tahmin ettiğimiz gibi) maçtan çok sonra da devam etti ve bu seferi hemen hemen emsalsiz bir hadise oldu. Müsabakanın hemen o akşamı bir heyet tarafından alelacele verilen karar ertesi günü içtima eden futbol federasyonu İstanbul mıntıkası tarafından tadil edilerek Fenerbahçe kalecisinin oyundan ihracıyla (penaltı) çekilmesine hükmedilmişti. Sonra Fenerbahçe kulübü bir itiraz mektubu ile müracaat ederek kendi nokta-i nazarı kabul olunmadığı takdirde federasyondan çekileceğini ileri sürüyor ve bunu gazetelerden biriyle de ilan ediyordu. O akşam federasyon heyeti yeniden içtima ederek hakem Mösyö “Haçopulo”nun raporunu tetkik etti. O gün verilen yeni karar ertesi günü öğleden sonra intişar eden bir gazetede Fenerbahçe nokta-i nazarının kabul edildiğini iddia ediyor ve “Maç o günden beri hala devam ediyor…” diye ortaya çıkarılan yeni şekle Galatasaraylıların bir türlü akıl erdiremediğini kaydediyordu. Bu hadisenin akıl erdirilemeyecek birçok safahatı olduğu cihetle Taksim Stadyumu’nda dünkü yeni müsabaka için toplanan meraklılar son dakikaya kadar ipham içinde kaldılar. Ne oldu, ne olacak sualleri son dakikaya kadar herkesin ağzından düşmedi. Penaltı çekilecek, hayır çekilmeyecek, sade hakem atışı ile iktifa edilecek deniliyordu. Hâlbuki son içtimada ittihaz edilen karar şu şekilde idi:

    “Duçar-ı inkıta olan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasına Salı günü saat altı buçukta Taksim Stadyumu’nda devam edilecektir. Hakemin kararı ve tensibi veçhile Fenerbahçe kalecisi Şekip hâric-i müsabaka olarak bir hakem atışı veya suver-i muhtelife ile aynı eşhas ve aynı hakem tarafından yarım dakika mühletle müsabaka icrası ve müsabaka yine hitam bulmazsa yeniden para atılmak ve beher kısım birer çeyrek saat olmak üzere iki kısımlık bir müsabakanın yapılması takarrür etmiştir. Bu hususta tarafeyn kaptanları hakemle temas eylemek üzere saat beşte toplanacaklardır.”

    Hâlbuki hakem Mösyö Haçopulo o günkü hatanın (penaltı) cezasını istilzam eylemesi noktasında zühul eylediği ve şimdi bütün talimatnameleri ve bilhassa Fransızca nizamnamelerini tetkik neticesinde bu hadisenin (penaltı) ile cezalandırılması icap edeceğini söylemiş ve tarafeyn mezkûr mevadı tetkik etmişlerdir. Bundan sonra Fenerbahçe’nin itirazları tekrar başlamış ve uzun uzun münakaşa zeminleri çıkmıştır. Saat altıyı geçiyordu, Galatasaraylılar meydana çıktılar. Takım son müsabakadaki oyunculardan mürekkep olmakla beraber Fehmi Bey Edirne’ye gittiği için on kişiyle oyuna devam edilecekti. Fakat Fenerbahçe hala ortada görünmüyordu. Münakaşalar devam ediyormuş. Saat yediyi geçtiği halde ortada sade Galatasaray vardı. Hani on dakika geciken tarafın mağlubiyeti ilan edilecekti?

    Nihayet (Haçopulo) da ortaya çıktı ve futbol meydanının top konulan noktasına gelince düdük çalarak Fenerbahçe’yi sahaya davet etti. Birinci düdükten sonra gözler kapıya çevrildi. Fenerbahçe takımı hala görünmüyordu. O aralık Zeki Bey bir arkadaşıyla beraber kapıdan girdi. Soyunmamıştı. İkinci düdük de duyuldu. Üçüncüde seremoni yapılacaktı. Fakat tahminler birdenbire boşa çıktı, önde Alaaddin… İşte Fenerliler…

    Fakat sarı-lacivert fanila sade yedi kişinin sırtında. Zeki Bey hala soyunmamış. Meydanda Ömer, Sabih, Bedri, Cafer, Kadri, Alaaddin, Ragıp Beyler var. Geçen haftaki kalenin önüne takımlar toplandı. Top (penaltı) çizgisine kondu. Seyirciler helecan içinde dış kapılarda içeri taşmak için kaynayan bir kalabalık var. Stadyum idaresi tarafından getirilen tulumbalar geçen seferki gibi hadisenin vukuunda taşkınlığı teskin için su atmaya hazırlanmış.

    Nihayet hakem düdüğü öttü. Boş Fenerbahçe kalesine (penaltı) çekmek şerefi yine Mithat Bey’e teveccüh ediyordu. Fenerliler kalenin önünde neticeyi seyrediyorlardı. Top düdükten bir saniye sonra Fenerbahçe kalesinin ağlarına çarptı. Ve böylece ikiye karşı üç sayı yapan Galatasaraylılar, İstanbul birinciliğinde Beşiktaş’la karşı karşıya kalan son rakip olmuş oluyordu.

    Müsabakadan sonra seyircilerin mühim bir kısmı, stadyum idaresi tarafından alınan duhuliyenin çokluğundan ve kendilerinin iğfal edildiğinden bahsederek beş kişilik bir heyet halinde Taksim merkezine müracaat etmişler ve kendilerinden alınan duhuliyenin Hilal-i Ahmer’e terkini talep etmişlerdir. Polis merkezince tahkikat yapılmaktadır. Heyet bu babda Hilal-i Ahmer’e de müracaat etmiştir.

    (DEVAM EDECEK)