Etiket: Emin Bülent Serdaroğlu

  • Canlı Yapraklar – XLIV

    Canlı Yapraklar – XLIV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLIV” : 1913 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLIV

    Gördüğünüz fotoğraf yurdumuzun en eski iki kulübünün 42 sene önceki bir karşılaşmalarını canlandıran tarihi vesikadır.

    7 Haziran 1913 tarihinde Fenerbahçe santrforu Hasan Kâmil (Sporel)e bir arkadaşı tarafından imzalanarak sunulan bu resmin o tarihten önceki 12/25 Mayıs 1913’teki Fenerbahçe – Galatasaray maçına ait olduğunu tahmin etmek hata olmaz.

    Resimde dilimli formalılar Fenerliler, parçalı formalılar da Galatasaraylılardır. Futbolcuların pozisyonlarına göre de maç Galatasaray ceza sahası içinde oynanıyor.

    O zamanlarki Fenerbahçe Galatasaray maçları, bittabi, ne bugünkü heyecanı taşır ve ne de kalabalık toplardı. Mevsimin ilkbahar olmasına ve karşılaşmanın da güzel bir havada oynanmasına rağmen seyircilerin parmakla sayılacak kadar az olması insana garip geliyor.

    Bugün hiç kimse demez ki bu bir Fenerbahçe – Galatasaray maçıdır. Fakat uzağa gitmeğe hiç lüzum yok. İki ezeli rakip arasında yalnız iki tarafın idealist idarecileri önünde oynanmış maçlar yaşandığını iki kulübümüzün eski mensupları pekiyi hatırlarlar…

    İşte; ilk seneler böyle heyecansız ve alâkasız geçmiş Fenerbahçe – Galatasaray maçları, zamanla doğan şedit rekabet yüzünden, bugün memleketin en muazzam sportif hareketi seviyesine yükselmiş bulunuyor. Bunun böyle devam edip gitmesi aşikâr ve mukadderdir.

    Türk futbolunun yükselmesinde birinci derecede rol oynamış böyle bir rekabet çerçevesi içinde iki kulübümüzün yaptığı maçların adet ve neticelerinin umumi efkârca tam ve doğru olarak bilinmesi kadar tabii bir şey olmamak gerekir.

    Fakat bugün hakikat böyle midir? Maalesef, hayır!

    Her Fenerbahçe – Galatasaray maçı arifesinde gündelik gazetelere bakınız, spor mecmualarına bakınız. Birbirini tutmayan çeşitli rakamlar, türlü türlü istatistikler göze çarpar ve okuyanlar âdeta aldatılır… Ne ayıp!

    Memleketin en eski iki spor kulübü, aralarında kaç maç yapmışlar ve ne netice almışlardır? Bunu, maalesef, doğru olarak hemen kimse bilmez.

    Çünkü doğrusunu söyleyen ve ispata da muktedir kimse çıkmamıştır. Yanlışlıklar bazen ikaz olunur. Fakat bilindiğinden şaşılmaz. Bir rakam keşmekeşi içinde, haklı olarak, ya itimat uyanmaz veya verilen rakamlar işe gelmez… Hâlbuki hakikati tahrif akıbeti tehlikeli bir oyundur. O, er veya geç tezahür edecek ve kendini kabul ettirecektir.

    Biz, gazetelerimizin daima tezat ve hataya düştükleri bir mevzuu kesin surette halle yardım maksadıyla, aşağıdaki malumat ve istatistiği neşretmeği lüzumlu ve faydalı gördük. İki ezeli rakip amatörlük devrinde birinci ve profesyonelliğin kabulünden sonra da profesyonel takımlarıyla kaç maç yapmışlar, kaçar defa kazanıp yenilmiş veya berabere kalmışlar, yekdiğerlerine kaçar gol atmışlar ve ne kadar maçları, ne gibi sebeplerden, yarım kalmıştır?

    İşte bugün ve gelecek haftaki yazılarımızda bu noktalar, maçların nevileri ve oynandıkları sahalarla beraber sıra ile ve vuzuhla görülecektir.

    Takımların birinci ve profesyonel olarak tahdidi noktasına karşı şöyle bir fikir ileri sürülebilir:

    Profesyonelliğin kabulünün ilk yılında müteaddit profesyonel oyuncularla oynanmış ve ikisi Galatasaray ve biri de Fenerbahçe tarafından kazanılmış 3 amatör takımlar maçı vardır. Müteaddit profesyonel oyuncular oynatıldığına göre bu maçlar niçin liste haricinde kalsın? Bu fikre şu yolda mukabelede bulunulabilir:

    Amatörlük devrinde de, 19 Mayıs 1935 ve 21 Şubat 1939’da her ikisi de Fenerbahçe takımı tarafından kazanılmış öyle B takımları final maçları vardır ki iki kulüp bu müsabakalarda, hatta anlaşarak, sahaya birinci takımlar kadrosuyla çıkmışlardır. Şu halde bu maçların da- listede yer almaları icap eder…

    İşte; biz bu gibi ihtilâflara mahal bırakmamak için takımların tertiplerini değil, resmi hüviyetlerini göz önünde tuttuk ki doğrusu da, şüphesiz budur.

    Çok mühim bir mevzu karşısında ve mesuliyetin de büyüklüğünü müdrik olduğumuzdan, burada bir tarafı iltizam katiyen mevzuu bahis olamaz. Bu noktayı açıkça ileri sürdükten sonra yazı ve rakamlarımızın doğru olmadığını ispata her kendine güvenen bu sütunlarda davetlidir.

    Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerimizin birinci ve profesyonel futbol takımları, ilki 4 Ocak 1909 ve sonuncusu da 19 Aralık 1954’te olmak üzere, 46 yılda birbirleriyle tam 144 maç yapmışlardır.

    Bu 144 maçın (70)i lig, (48)i hususi (18)i milli küme, (8)i de şilt ve resmi kupa maçlarıdır. Gene bu 144 maçın (64)ü Kadıköy, (39)u Taksim, (22)si Mithatpaşa ve (19)u da Şeref Stadlarında oynanılmış bulunuyor. Bu (144) karşılaşmanın (53)ünü Fenerbahçe, (49)unu Galatasaray kazanmış, 35 maçta da taraflar yenişememişlerdir. Ayrıca 7 maç yarım kalmış bulunmaktadır.

    Gol bakımından ise, 144 maçta bugün için cidden garip bir tesadüf olarak tam bir beraberlik vardır ve iki taraf birbirlerine (210)ar gol atmış durumdadırlar.

    Fenerbahçe – Galatasaray maçları mevzuunda izaha muhtaç noktaların başında yarım kalan müsabakalar gelir. Tamamlanmamış bu 7 maçtan, inkıta sıralarında, üçünde Fenerbahçe, birinde Galatasaray galip, üçünde de iki taraf berabere vaziyette idiler.

    Gerçi, bu 7 maçtan ayrı olarak, yarım kalmış iki müsabaka daha vardır ve bunlara 16 Ekim 1915 ve 15 Ağustos 1924 teki lig maçlarıdır. Fakat halkın müdahalesi dolayısıyla, birincisi 20, ikincisi ise 1 dakika noksan aynanmış, bu lig maçlarının geri kalan zamanları 19 Şubat 1916 ve 19 Ağustos 1924 günlerinde taraflarca sahada ikmal edilmiş ve kati neticeler alınmış olduğundan bu iki müsabakayı yarım kalmış saymak ve tamamlanmaları için tekrar sahaya çıkışlar, dolayısıyla 4 maç olarak kabul ve listeye öyle ithal etmek manasız olur.

    Bu bakımdan, bu iki müsabaka, alâkalı lig heyetlerince de bu yolda muamele gördüklerinden, listemizde ilk tarih ve son neticeleriyle nazarı itibara alınmışlardır.

    Şimdi, yarım kalan 7 müsabakayı kısaca izah edelim:

    1) 12 Mayıs 1913’teki Fenerbahçe bayramında durum 0 – 0 iken nihayete 10 dakika kala merhum Emin Bülend’in çektiği şutu, kaleci Mateosyan’ın içerde tuttuğu iddiasıyla, hakem Aydınoğlu Raşit merhum gol saymak istememiştir. Fenerbahçeliler ise çizgi dışında tutulduğunu iddia ettiklerinden münakaşa uzamış ve Reşit sahayı terk ettiğinden müsabaka yarım kalmıştır.

    2) 15 Haziran 1923’teki Spor Alemi ve Türkiye İdman Mecmuaları turnuva kupasının finalinde taraflar 0 – 0 iken 67’nci dakikadaki korner atışında Ömer topu Galatasaray kalesine sokmuş ve hakem mister Allen gol kararı vermemiştir. Galatasaray, bu golün faulle atıldığını iddia ve karara itiraz ettiğinden müsabaka yarım kalmıştır.

    3) 6 Mayıs 1927’de Altınordulu Abdullah idaresinde oynanan (Cumhuriyet kupası) finalinin 68inci dakikasında iki taraf 1 – 1 berabere iken futbolcular arasındaki münazaaya halk da karışmış ve müsabaka yarım kalmıştır.

    4) 30 Haziran 1933’te oynanan şild maçı finalinde Fenerbahçe 2 – 0 galipken hakem İstanbulsporlu Emin halkın tezahüratını ileri sürerek 29’uncu dakikada sahayı terk etmiş ve maç neticelenmemiştir.

    5) 23 Şubat 1934’te Kasımpaşalı Nuri (Bosut) idaresindeki lig maçının 60ıncı dakikasında vaziyet 0 – 0 iken Galatasaray sağ hafı eski Kasımpaşalı, Kadri (Dağ) ile Fenerbahçe sol hafı Mehmet Reşat (Nayır) arasında geçen bir tekme atma hâdisesine diğer futbolcular da karışmışlar ve tabaddüs eden iki kulübümüz futbolcuları arasındaki bu en büyük kavga dolayısıyla maç yarım kalmıştır.

    6) 30 Ekim 1939’daki (Cumhuriyet kupası) maçının 65inci dakikasında Fenerbahçe 2-1 galipken hakem Şazi Tezcan’ın Ali Rıza’yı oyundan çıkarmak istemesine Fenerbahçe baş kaptanının itiraz ve muhalefeti üzerine hakem sahayı terk etmiştir.

    7) 13 Aralık 1942’de oynanan (Dostluk Kupası) maçının 67inci dakikasında taraflar 2 – 2 berabere iken hakem İstanbulsporlu Samih Duransov bir avut kararını, bilahare bazı Galatasaraylı futbolcuların itirazları üzerine. Fenerbahçe aleyhine penaltı cezasına çevirince bu defa da Fenerliler itiraz etmişler, sahada yer ve tartaklaşmalar ve nihayet Samih’in sahayı terk etmesi üzerine bu (Dostluk maçı) da tatsızca yarım kalmıştır.

    En eski iki kulübümüzün hem yarım kalan, hem de dostluğa aykırı son maçları 12 yıl önceki bu karşılaşmadır. Ebediyen son olması candan temenni olunur.

    (Gelecek haftaki resim ve yazı; gene eski bir Fenerbahçe Galatasaray maçı sahnesiyle şimdiye kadar oynanmış 144 maçın listesidir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 22 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • Şa Şa Şa

    Şa Şa Şa

    2 Kasım 1923 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 4-0 üstünlüğü ile biten karşılaşmadan sonra Fenerbahçe ve Galatasaray oyuncuları, Fenerbahçe kulübünde bir araya gelmişler. Birbirleri için “Şa Şa Şa” diye bağıracak kadar sıcak bir ortamın oluştuğu günü, dönemin gazetelerinden görelim istedik… Emin Bülent Serdaroğlu’nun müthiş nutku da cabası… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Samimi Bir İçtima

    Dün akşamki maçtan sonra Fenerbahçeli gençler, Galatasaraylı arkadaşları şerefine, kulüpleri dahilinde bir çay ziyafeti verdiler.

    Başta timin kaptanı Emin Bülend Bey olmak üzere, dünkü maça iştirak eden Galatasaraylılar ve bu iki eski kulübün müdürleri, bu ziyafette hazır idiler.

    İki rakip kulüp azasının galebeyi temin için sahada merdane bir musaraadan sonra, aynı masa etrafında bu samimi ve sportmence içtimaı, bütün kulüplerimiz için numune-i imtisal olmalıdır.

    Galatasaraylı ve Fenerbahçeli gençler, rekabetle husumet arasında azim bir fark olduğunu ve her iki kulübün bu farkı idrak edecek ahlak ve kabiliyette insanlardan müteşekkil bulunduğunu dün akşamki kardeşçe toplanmalarıyla ispat ettiler. Her biri memlekete yüzlerce kuvvetli ve seciyeli uzuv yetiştirmiş bu iki kıymetli müessesemizin dün akşamki dostane telakisi, sporun, bizde yalnız kol ve ayak adalelerini değil, aynı zamanda ve dimağı da lazım geldiği veçhile terbiye etmekte olduğuna en büyük delildir.

    Bu ziyaretin hitamında güzide şairimiz ve Galatasaray mektebinin yetiştirdiği pek kıymetli gencimiz Emin Bülend Bey, kendisine mahsus necib ifadesiyle:

    “Fenerbahçeli arkadaşlar, bizi davetinizden dolayı size müteşekkiri. Evvela bugünkü çok güzel ve muvaffakiyetli oyununuzdan dolayı sizleri tebrik ederiz. Biz bu maçı kazanmak için çok çalıştık, arkadaşlarım çok himmet ettiler, kendilerine gösterdikleri bu fedakarlıktan ve gayretten dolayı teşekkür ederim. Fakat bizi en ziyade memnun eden, oyunun şayan-ı teessüf hiçbir vaka olmaksızın, sportmence cereyan etmesidir. Bu suretle gençlerimiz maçları seyretmeye gelen halka da bundan böyle nasıl hareket edecekleri hakkında bir fikir vermiş oldular. Bu tarz-ı hareket yarın memleketimize gelecek ecnebilere karşı daha kuvvetli ve mükemmel bir surette çıkmaklığımıza da hiç şüphesiz yardımda bulunacaktır. İnşallah 7 Kanunievvel’de yapacağımız maç da, aynı sporun aşk ve rekabetiyle, fakat yine bugünkü gibi spor vakar ve necabetin hürmetkar şerait dairesinde cereyan eder. Arkadaşlar, bu samimi davetinize bir daha teşekkür ederim” dedi.

    Asil merd ahlakıyla bütün kendisini tanıyanlar hürmetini kazanmış Galatasaray kaptanının bu centilmence sözlerini , hazır bulunanların hepsi hulus-u kalp ile alkışladılar.

    Bunun üzerine Fenerbahçe kaptanı Zeki Bey arkadaşlarıyla beraber Galatasaray şerefine, Galatasaraylılar da mütekabilen Fenerbahçe şerefine “üç defa çok çok, şa, şa, şa!” diye bağırdılar.

    Dün akşamki içtimaı Fenerbahçe ile Galatasaray’ın başlarında bulunan güzide gençlere ve bilhassa Emin Bülend Bey’in terbiye-i ictimaiyesine medyunuz. Her iki kulübü tebrik ederiz ve aynı samim bu muhabbetin devamını temenni ederiz.

    Galatasaray, memleketin içinde ün salmış büyük ananesi ile, yetiştirdiği fedakar gençlik ile daima iftihara hak kazanmış kadim ve kıymetli müessesemizdir. Hepimizi o yetiştirmiş, ilk feyzi hepimize o vermiştir.

    “Fenerbahçe” ise, bilhassa ecnebilere karşı yüzümüzü ağartan, büyük kabiliyet ile mütemadi sa’i ve faaliyeti ile, her gün daha ziyade terakki ve inkişaf eden oyuncuları ile, yar ve ağyara göğüs kabartarak gösterilebilecek olan en mütekamil spor müessesemizdir.

    Bu iki müessesenin yekdiğere karşı vaziyetleri memleket zararına olarak birbirlerini yenmek, bitirmek, mahvetmek değil, fakat memleketin nef’ine olarak birbirlerine kuvvet olmak, yardım etmek, aralarındaki meşru rekabeti her ikisinin de müşterek olduğu bir memleket gayesine göre tanzim etmektir. Buna muvaffak olacaklarından biz eminiz.

    (N)

  • Selahaddin Adil Paşa’nın Kararı

    Selahaddin Adil Paşa’nın Kararı

    Fenerbahçe ile Galatasaray, 15 Haziran 1923 tarihinde “Spor Matbuatı Kupası” finalinde karşı karşıya geldiler. “Spor Âlemi” ve “Türkiye İdman Mecmuası” dergilerinin düzenlediği turnuvanın finalinde Galatasaray, yedikleri golün ofsayt olduğunu iddia edip de sahadan çekilince Selahattin Adil Paşa’nın kararı şampiyonu belirledi. Aşağıda Vatan gazetesinde yayınlanan ve keyifle okuyacağınız maç haberi var.

    Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kıymetli oyuncuları ile beraber, Millî Mücadelemizin kahramanı Selahattin Adil Paşa’yı saygı ve rahmetle anıyoruz. Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cuma Günkü Futbol Müsabakası

    Fenerbahçe Kulübü Sıfıra Karşı Bir Sayı ile Nasıl Galip Geldi?

    Saat beş buçuğu bulmuştu. Eski Taksim Kışlası’nın avlusu, bütün pencereleri, damları fesli, şapkalı, genç, ihtiyar, kadın, erkek belki on bin kişi ile dolmuştu. Ortada Galatasaray ile Altınordu’nun mütekait futbolistleri düşe kalka, inleye oflaya topun peşinde koşuyorlar, yekdiğerlerini teşvik için bağırıyorlar, bazen aralarında şakalaşıyor, gülüyor, güldürüyorlardı. Nihayet Galatasaraylılar bir gol yapmaya muvaffak oldular ve biraz sonra oyunları bitti. “Kin” şairi Emin Bülent Bey kollarını kabartarak geldi, İstanbul Kumandanı’nın elinden ihtiyarlar turnuvasına mahsus kupayı aldı.

    Şimdi büyük maç başlayacaktı. Seyirci safları sıkıştı, gözler Fenerbahçe ile Galatasaray’ın birinci takımlarının görüneceği kapıya dikildi. Evvela Fenerbahçeli, sonra Galatasaraylı gençler koşa koşa meydana çıktılar. Arkalarından Hakem Mösyö “Krati” göründü. Sükût umumileşti. Spor Âlemi gazetesi sahibi Sait Tevfik Bey tarafeyn takımları kaptanlarının kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Günün kahramanları yan yana iki sıra oldular. İstanbul Kumandanı’nın önüne kadar gelip durdular. Kumandan Paşa her birine ayrı ayrı iltifat ederek göğüslerine iki kulübün renklerini taşıyan rozetleri taktı. Takım azası yerlerine gittiler ve altıya çeyrek kala müsabaka başladı. İlk haftaymın ilk nısfı Galatasaray’ın mütemadi hücumları ve Fenerbahçe’nin şedit bir müdafaasıyla geçti. Yirminci dakikadan sonra Fener de akınlarına germi vermiş. Fakat beklenmeyen zamanlarda yaptığı gollerine alıştığımız Zeki Bey, rakip tarafın müdafaa hututu arasından bir sel gibi akan Alâeddin Bey bugün Galatasaray kalesine ancak yirmi beş metre yaklaşabiliyorlar, ya ayaklarından topu kaçırıyor yahut neticesiz şutlarla izaa-i vakit ediyorlardı. Çünkü galibiyeti akla getirmeyen Galatasaray iki seneden beri tahakkuk eden mağlubiyetlerinde olduğu gibi üç veya dört gol ile yenilmemek için hücum hattından sol açığı muavinler hattına almış ve esasen ayağından sakat olan Fenerbahçe sol açığını büsbütün ihmal ederek geri kalan dört muhacimin karşısına altı kişi ikame etmişti. Ve ne kadar mahir olsalar, dört kişinin dört muavin, iki müdafi ve bir kaleciden mürekkep olan müdafaa hattını yarıp geçmesi imkânını selb eylemişti. Binaenaleyh birinci haftaym (yukarıda dediğimiz gibi) kısmen Galatasaray’ın ve kısmen Fenerbahçe’nin neticesiz akınlarıyla geçti.

    Neticeye taalluk eden cihetler itibariyle bu suretle geçen kırk beş dakika futbol kavaidi nokta-i nazarından türlü vekaile dolu idi. Tarafeyn onlarca “faul” yaptılar, oyun mütemadiyen durdu ve tekrar başladı. Hatta bir kere çirkin bir şekil almak üzere bulundu. Fenerbahçe sağ açığı Sabih Bey topu Galatasaray kalesine doğru sürerken Galatasaray muavinlerinden Edip Bey’i kazara veya ankasdin düşürdü. Edip Bey ayağa kalkar kalkmaz, Sabih Bey’in boynuna sarılarak vurmaya başladı. “Yanağına vurana öteki yanağını da arz et!” nasihat-i mesihanesine yirminci asırda kimde ittiba etmez. Binaenaleyh Sabih Bey de elini kolunu bağlayıp mütearrızın karşısında durmadı. İşe diğer müsabıklar da karıştı. Neyse takım kaptanlarının müdahalesi ile delikanlılar yekdiğerinden ayrıldı. Ama herkesin asabiyeti ziyadeleşti, etrafta ağır, korkunç bir kavga havası esmeye başladı.

    İkinci haftaymda başından itibaren Fenerbahçe vaziyete katiyen hâkim olmuştu. Artık top sahanın Fenerbahçe’ye ait olan nısfına nadiren geçiyor ve oyun Galatasaray kalesi civarında cereyan ediyordu.

    On sekiz dakika böyle geçti. Sıkışan Galatasaray müdafaası topu kale hattından harice attılar ve bittabi “korner”den bir ceza vuruşu verildi. Bedri Bey attı, top havalanarak Galatasaray kalesinin önüne, orada birikmiş olanların başlarının üzerine düştü ve baştanbaşa zıplamaya başladı; kaleye doğru giderken kaleci kurtardı, fakat Ömer Bey tarafından bir kafa darbesiyle kalenin sağ köşesinden içeri girdi. İlk golü Fenerbahçe yapmıştı. Derken dışarıdan birkaç kişi Galatasaray kalesine doğru koşuştular. Ve baktık ki top hakemin işaret ettiği gibi oyuna tekrar başlanmak üzere ortaya geleceğine kalenin önünde duruyor ve Galatasaraylılar sahayı terk etmeye hazırlanıyor. O zaman herkes sahaya hücum etti ve artık her kafadan bir ses çıkmaya başladı.

    • Gol!
    • Hayır!
    • Ofsayt!
    • On kişi kalenin içinde iken ofsayt olur mu?
    • Olur.
    • Nasıl olur?
    • Bayağı olur.

    Artık laf ayağa düşmüştü. Altısından altmışına kadar herkes fikrini söylüyor, arada birkaç kişi (yeni bir maçın getireceği harı düşünerek): “Artık devam edilmez. Başka bir gün oynamalı” mütalaasını ileri sürüyordu. Bu keşmekeş içinde Türk sporculuğunun şerefini Selahattin Adil Paşa kurtardılar. Tarafeyni dinlediler. Hakemden iştişarede bulundular ve Galatasaray Reisi Yusuf Ziya Bey’e “Görüyorsunuz ki sahada itiraz dermeyanı usulden değildir. Müsabakaya devam ve lazımsa itirazınızı Federasyon’a bilahare arz edin” dediler. Ziya Bey: “Emredersiniz” dedi, fakat sahayı çoktan terk edip “Lokal”lerine avdet eden azayı bir türlü toplayamadı. O zaman Paşa Hazretleri selis bir Fransızca ile hakeme: “İcap eden merasimi ifa ediniz” buyurdular.

    Mösyö Krati de Fransızca olarak ilan etti: “Fenerbahçe sıfıra karşı bir gol ile Galatasaray’ı mağlup etmiştir”

    Bunun üzerine Paşa Hazretleri önlerinde duran kupayı Fenerbahçe takımı kaptanı Zeki Bey’e tevdi ve Fenerbahçe’yi sportmence harekâtından dolayı tebrik ettiler. İşte Fenerbahçe böyle turnuva şampiyonluğunu kazandı.

    Gelelim bu vakanın cihet-i fenniyesine: Galatasaray itirazında tamamen haksızdı. Çünkü evvela: Gol “ofsayt”tan olmamıştı. Saniyen: Ofsayttan olduğu kabul edilse bile bu husustaki itiraz sahada ve başıbozukçasına değil, dünyanın her tarafında olduğu gibi oyun ikmal edildikten sonra tahriren heyet-i aidesi (mesela İstanbul Futbol Federasyonu) nezdinde teşebbüsatta bulunarak dermeyan edilmek lazımdı.

    Bugünkü Müsabaka

    Bugün Kadıköyü’nde İttihat Kulübü’nde saat beşte mühim bir müsabaka icra edilecektir. Tarafeynden biri üç hafta evvel Fenerbahçe’yi ikiye karşı üç gol ile mağlup eden ve sonra Fenerbahçe’ye bire karşı beş gol ile yenilen İngiliz muhtelit takımı, diğeri de İstanbul’un en kuvvetli kulüplerinden Altınordu’dur. Gençlerimize muvaffakiyetler temenni ederiz.

    17 Haziran 1923 – Vatan Gazetesi


    Selahattin Adil Paşa'nın Kararı
  • Canlı Yapraklar – XI

    Canlı Yapraklar – XI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XI” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XI

    Evvelce de bilmünasebe bahsettiğimiz gibi, Fenerbahçe 1922/23 senesi İstanbul şampiyonluğunu yalnız hiç yenilmeden değil, aynı zamanda, 14 maçta attığı 67 gole karşı kalesine tek bir sayı yaptırmadan kazanmıştı. Bu fevkalade hâdise, 1904’den beri, tam 50 senedir devam eden İstanbul futbol şampiyonasında eşi olmayan bir başarıdır. Yukarıda sunduğumuz resim, işte, o yılın maçlarından ikinci devredeki Fenerbahçe – Galatasaray karşılaşmasından bir kaç dakika önce alınmış bulunuyor.

    Tutunabilmiş ilk Türk kulübü olan Galatasaray, ilk seneler üst üste 3 yıl yeni doğmuş genç Fenerbahçe’yi yenmişti. Zinde ve sabırlı Fenerbahçe kendisinden 2 yıl kıdemli rakibine nihayet 22 Aralık 1913’teki lig maçında mağlûbiyet acısını 4-2 netice ile tattırdı. Böylece, iki en eski Türk kulübü arasında teessüs eden muvazene şedit, fakat samimi ve hayırlı bir rekabetin de doğmasına imkân verdi. Bir ara, Altınordu’nun sahneye çıkmasıyla, birkaç yıl hararetini kaybeden bu rekabetin 1921’den sonra yeniden canlandığını görürüz… Fakat bu şiddetli rekabet, o zamanki gençliğin spor telâkkilerindeki şuur ve olgunluk dolayısıyla yalnız sahada kalır, maç bitince, tebrik ve tesellileri müteakip, galibiyet – mağlubiyet artık unutulurdu.

    İşte; yukarıdaki fotoğraf, eski Fenerbahçe ve Galatasaray sporcularındaki bu büyük meziyetin en canlı misali ve hâtırasını da taşımaktadır. Gün 9 Mart 1923 Cuma’dır.

    Fenerbahçe’nin Şekip, Hasan Kamil, Cafer, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Âlâ, Zeki, Ömer ve Bedri’den müteşekkil o meşhur mütareke seneleri kadrosu; Nüzhet, Necip, Edip, Salâhaddin, Nihat, Hayri, Arif, Mehmet Nazif, Kemal Nejat, Muslih ve Ulvi’den müteşekkil Galatasaray’ı hakem Kratki’nin İdaresinde Taksim’de 4-0 yenmiştir.

    Dedikodu ve münakaşası haftalarca önce gazete sütunları ve dillerde başlayıp ve uzayıp giden bu maç, takımlar sahadan çekildikten sonra artık tarihe karışmış ve esas kardeşlik devam eder olmuştur.

    Nitekim maçtan sonra Galatasaray futbolcu ve idarecileri Fenerbahçelilerin davetlisi olarak Beyoğlu’nda Chat Noir pastahanesinde büyük bir çay masası etrafında toplandılar.

    Galatasaray’ın o zamanki cidden çok kıymetli ve fevkalade sportmen idarecilerinden meşhur “Kin” şairi Emin Bülent merhum ayağa kalktı. Beliğ hitabetiyle uzun bir nutuk söyledi: Sporun gayesini hatırlattı. İki kulüp arasındaki samimi rekabetin Türk sporuna ettiği faydaları teşrih etti ve nihayet günün galiplerinin cidden güzel oyun ve haklı galebelerini övüp onları tebrik etti.

    Fenerbahçeliler de aynı şekilde konuştular ve arkadaşlarına teşekkür ettiler. İki grup yekdiğerlerini (Şa… Şa… Şa…)larla selamladılar ve birbirlerine kardeşçe sarılıp ayrıldılar.

    Esefle itiraf olunmalıdır; bugün bu yakınlık ve samimiyet sahnelerinin artık sadece tatlı hâtıraları kalmıştır. İki en eski Türk kulübüne düşen vazife bir zamandan beri hasreti çekilen mazinin kardeşlik havasını ihya etmek olmalıdır. Yurdumuzun bu medarı iftihar spor ocakları arasında yeniden yaşanacak böyle mutlu bir havanın manevi büyük huzuru karşısında sevinmeyecek, iftihar etmeyecek tek bir insan tasavvur olunabilir mi?

    İşte, o mutlu devirden 9 Mart 1923 ün kıymetli hâtırasını canlandıran yukarıdaki resimde futbolumuzun ne kıymetli ve ne şöhretli simaları bir araya gelmemişler ki!

    Bakın; sağ baştaki gözlüklü sivil Galatasaray’ın eski meşhur sağaçığı Fazıl’dır. Ağır ve mülâhham vücuduna rağmen merhumdaki sürat ve çeviklik harikulâde idi. Sağındaki Fenerbahçe’nin çetin müdafii meşhur Kadri (Göktulga)dır. Sonra, Fenerbahçe kalecisi Şekip (Kulaksızoğlu), Fenerbahçe sol hafı ve halen İstanbul Üniversitesi Rektörü Fahir (Yeniçay), Galatasaraylı Necip Şahin merhum, Sokoni Vokum Türkiye Müdürü ve Amerikalarda (Çanakkale fırtınası) lakabıyla anılmış, Milli Takımımızın ilk kaptanı Hasan Kâmil (Sporel), futbolumuzda (A) ve (Ye) Mehmet lakaplarıyla maruf ve meşhur Galatasaraylı Mehmet Nazif, Galatasaraylı aslan Nihat (Bekdik), Galatasaraylı Arif, Milli Takımımızın (15) golle 32 yıldan beri ve hâlâ gol kıralı ve İstanbul mebusu Fenerbahçeli üstat ve kaptan Zeki (Sporel), hâlen büyükelçi Galatasaraylı Kemal Nejat (Kavur), futbolumuzun meşhur (Beleş) i Fenerli Ömer (Tanyeri), Türk Ticaret Bankası Umum Müdürü Galatasaraylı Hayri (Gönen), Galatasaraylı Salâhaddin (Uzer), Galatasaraylı meşhur Muslih Hoca (Peykoğlu), Fransa’da talebe müfettişi Galatasaraylı Uzun Ali ve Galatasaraylı Edip.

    Yerdekiler; yine sağdan: Fenerli Sabih (Arca); Galatasaray’ın Adil Giray’ı istihlâf eden kalecisi Nüzhet; futbolumuzun bir zamanlar rakipsiz solaçığı Fenerbahçeli meşhur Dr. Bedri (Gürsoy); Fenerbahçeli Alâeddin (Baydar); Türk futbolu ve Fenerbahçe’nin celâdet örneği ve namdar (Yavuz) u Dr. İsmet (Uluğ) ve nihayet devrinin şöhretli ve çetin sol müdafii Fenerbahçeli Eczacı Cafer (Çağatay).

    Ya sol baştaki 4 sivil kimlerdir, dersiniz? Birçoğunuz pek seçemeyeceksiniz… İşte, her biri büyük şöhret olan bu zevat da sağdan itibaren:

    Romanya ile milli temasımızın hakemi ve Avusturya milli takımının eski oyuncularından, hâlen İstanbul’da ticaretle meşgul, Çekoslovakyalı maruf Kratki; (Spor âlemi)nin o müteşebbis ve fedakâr sahip ve kurucusu, girgin organizatör, Taksim Stadı’nın pek talihsiz banisi ve ilk Türk spikeri Fenerbahçeli Çelebizade Sait (Çelebi) merhum ve nihayet kalpaklı Galatasaraylı Sermet Kevkep’tir.

    İki, üç dakika sonra başlayacak bu lig maçının hakeminin uzun pantolon ve iskarpinli kıyafeti garibinize mi gitti? Hiç de gitmesin… Zira o devirde hakemler bugünkü gibi kısa pantolon ve kramponlu futbol ayakkabısı giymezlerdi! Umumiyetle şehir kıyafetiyle, hatta kravatlarıyla; en fazla ceketlerini çıkararak, maç idare ederlerdi!

    (Gelecek resim ve yazı: Takviyeli Galatasaray takımı 33 yıl önce Almanya’da Karlsruhe sahasında…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 5 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi

  • Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Ali Sami Yen, Nasuhi Baydar ve Burhan Felek… Bu üçlü olmasa bizler için Türk futbolunun bazı ilkleri hep gölgeler arasında kalacaktı. Bu sefer mikrofonlarımız Burhan Felek’te. Milliyet gazetesindeki köşesinde, tanıdığı eski sporcuları anlatıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tanıdığım Eski Sporcular

    Bu tanımak sözünden iki türlü mana çıkaracaksınız. Birisi gördüğüm sporcular, ötekisi görüştüğüm, tanıştığım kimseler. Bunların birincisi azdır. İkinci kısmı hayli dolgundur. Şimdi bu eski amatörleri sayıp dökmeye başlamadan evvel bizdeki eski sporlar bahsini burada kapatmak isterim.

    Sanırım bundan evvelki yazımda bazı eski sporlardan bahsetmiştim. Bunlar arasında kayık yarışlarını yazdığımı hatırlamıyorum. Kayık yarışları programlı, tertipli olmakla beraber ara sıra yapılırdı. Bu ekseriya Donanma Cemiyeti menfaatine tertiplenen deniz bayramlarında yapılırdı. Bugün olimpik sporlar arasına girmiş ve beynelmilel nizamlara bağlanmış olan kürek yarışlarına benzemezdi. Mesela alamana kayıkları yarışı, piyade dediğimiz iki ucu sivri, şimdi tarihe karışmış kayık yarışları ve bildiğimiz sandal yarışları olduğu gibi yazın nadiren de futa denilen ince uzun sandal yarışları da olurdu. Bugünkü yarış teknelerinin hiçbirisi o zaman mevcut değildi.

    Yüzme sporu da pek başıbozuk olarak yapılırdı. Devirde denize girmek için deniz hamamlarına gidilirdi. Bu hamamlar sahilden 5-10 metre uzakta, denize çakılmış direkler üzerine inşa edilmiş tahta salaş deniz hamamlarıydı. Etrafı tahtadan bir dolanma yeri, üstü kısmen kapalı, etrafı kapalı, deniz kısmi da kısmen kapalı birer havuz gibiydiler. İstanbul’un birçok sahillerine kurulurdu Bugünkü plaj hayatı çok yenidir ve o devirde âdeta ayıp sayılacak bir şeydi. Evinin önünden denize girenler bile bir küçük kulübe yaptırırlardı.

    Şimdi mevcudu kalmamış sporlardan biri de çayır hokeyi idi. Hokey, bildiğiniz gibi buz üzerinde veya tekerlekli patenlerle skating dediğimiz kapalı salonlarda, bir de çayırda oynanan üç çeşittir. Bizde bunun ikisi yapılırdı. Çayırda[BE1]  hokey, bir de salonda hokey.

    Bilhassa İkinci Meşrutiyet’ten sonra Galatasaray, Anadoluhisarı, İdmanyurdu gibi Büyük kulüplerin hokey takımları vardı, Hokey, futbol sabasına yakın bir saha üzerinde ucu eğilmiş sopalarla oynanır ve oldukça sert bir Topa bu sopalarla vurarak futbol kalesinin yarısı kadar bir kaleye topu sokmaktan ibaret bir oyundu. Sopalar ve sert top bakımından oldukça tehlikeliydi. Bu sporun en meşhur simalarından birisi Galatasaraylı Rıza idi.

    Bu sporun oynandığı İstanbul’da birkaç salon vardı. Bunlara skating adı verilirdi. Birisi Taksim’de eski Taksim Kışlası’nın şimdi yeri meydana gitmiş olan köşesinde büyük ve zemini çimentodan yapılmış bir salondu.

    Hiç unutmam, biz o salonda Kazım Karabekir Paşa’nın himayesinde bir spor müsamere gecesi tertiplemiştik. Gecenin en mühim müsabakası, o devirde parlamış olan iki genç güreşçiyi karşılaştırmaktı. Bunlar birisi Haliç’ten veya Fatih Güreş Kulübü’nden Vehbi, diğeri Anadolu Kulübü’nden Enver ismindeki genç amatör pehlivanlardı. Hatırımda kaldığına göre Enver daha teknik, Vehbi daha kuvvetliydi. Güreş ne netice verdi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey, gecenin geç saatlerine kadar süren o müsamere sebebiyle Üsküdar’a geçemeyip Beyoğlu’nda bir otelde kaldık. Gece sabaha karşı top atışlarıyla uyandık. Ne olduğunu anlayamadık. Fakat sabah gazetelerde bunun Cumhuriyet ilanı için atılmış toplar olduğunu öğrendik. Günlerden 29 Ekim 1923’tü,

    Bu iki pehlivandan Enver bir bağırsak düğümlenmesi sonucu o müsabakadan biraz sonra hayatını kaybetti. Spor âlemini ve Anadolu Kulübü’nü mateme boğdu. Çünkü çok sevilen, nazik, terbiyeli, malumatlı ve aslan gibi güzel bir delikanlıydı. Rakibi Vehbi ise bildiğimiz arkadaşımız Vehbi Emre’dir. Uzun müddet, Türk güreşine ve beynelmilel federasyona hizmetten sonra sanırım şimdi emekli olmuştur. Allah uzun ömür versin.

    Gelelim tanıdığım eski sporculara…

    Bunların başında adını işittiğiniz ve Kadıköylü futbolcuların tanıdığı “Tahtaperde Aleko” gelir. Tahtaperde Aleko, sanırım Kadıköy Futbol Kulübü’nün sağbekiydi. Ben onu bir kere Kuşdili’nde Galatasaray’a karşı oynarken görmüştüm. O devirde futbol müsabakaları herkese açık çayırlarda oynanır, yalnız etrafına çelik tel halattan bir korkuluk gerilirdi. Biz de, oyunu bu telin dışından seyrederdik. Bir Galatasaray-Kadıköy maçında Galatasaray’da solaçık oynayan meşhur Emin Bülent Bey’di. (Merhumun Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın torunu olduğu söylenirdi).

    O zaman da hücumlar kanatlardan yapılırdı. Bir gün Emin Bülent, topu sürüyor, sürüyor, tam ortalayacağı sırada Aleko ayak koyup topu alıyor yahut çeliyordu. Bu iki defa tekerrür etti. Üçüncüsünde Emin içerledi:

    “Herif! Seninle karakola gideceğiz galiba! Ne çelme takıyorsun?” diyecek oldu.

    Aleko şakacı, yumuşak, terbiyeli bir sporcu idi. Rum şivesiyle:

    “Neden karakola gidelim beyim? Birahaneye gideriz!” cevabını vermişti. Bunlar birbirinin arkadaşıydılar.

    O devirdeki Türk takımında oynamayan ve önde gelen Türk futbolcularını yazmıştım. Bir daha sempati ve rahmetle hatırlayalım: Hasan, Hüseyin ve Fuat Bey.

    Hasan ile Hüseyin Kadıköy takımında, Bahriyeli Fuat Bey Moda Kulübü’nde oynardı. Bunların içinde Hasan adındaki oyuncu bugün futbolun sihirbazı sayılan Pele ayarında bir oyuncuydu. Topa hâkimiyeti cambazlık derecesine varmıştı. İyi zamanında haf bek oynardı. Son zamanlarda bek oynamaya başlamıştı. Futbol hayatında Hasan’ın bizim Anadolu Kulübü de dâhil girmediği kulüp kalmamıştı. Maalesef, futboldaki büyük yeteneğine mukabil, hususi hayatı son derece intizamsız geçti ve genç yaşında hastanede öldü.

    Hüseyin’in adı Dalaklı idi. Çünkü Hüseyin şişman ve kuvvetli bir futbolcu idi. Attığı şutu tutacak kaleci nadir bulunurdu. Ama kondisyonu yoktu. Daha ilk yarıda şişerdi. Onu için adına “Dalaklı” demişlerdir.

    Fuat Bey de sağ veya solaçık oynardı. İyi İngilizce bilmesi sebebiyle futbolun bütün nazariyatına vâkıftı. Lakin oyuncu olarak orta halli bir açık forvetti.

    Dediğim gibi Türkiye’de ilk Türk takımı Galatasaray’dır. Fenerbahçe ondan sonra gelir

    Türk olmayan takımlara gelince…

    Bunların hemen hemen hepsi Kadıköy ve Moda’da kurulmuş Rum, İngiliz veya karma takımlarıydı. Başlıcaları Kadıköy, (Rum, İngiliz ve Türk), Moda (İngiliz ve Türk), Strugglers Rum, Helis Rum kulüpleriydi. Sonra Progre adıyla bir kulüp kuruldu. Bu kulüp sonradan Altınordu oldu. Anadolu, Süleymaniye, Şehremini, Türkgücü, Vefa, Nişantaşı, Hilal, Beşiktaş, Anadoluhisarı, İdmanyurdu, Beylerbeyi, Beykoz hep sonradan kurulan Türk kulüpleridir.

    Galatasaray takımı futbol sahasına girdiği zaman, belli başlı oyuncuları başta Emin Bülent ve Ali Sami gelir, Ali Sami az oynamıştır. Sonra Bekir gelir, Bekir, beş-on sene evveline kadar İngiliz Mektebi Türk müdürü idi. Ben Emin Bülent’i oynarken gördüm, Bekir’i ve Ali Sami’yi hatırlamıyorum.

    Ama Galatasaray’ın meşhur beki Adnan’ı herkes tanır. Adnan, kuvvetli bir bekti. Fakat her kuvvetli bek gibi bazen ıska geçerdi. Adnan, İttihatçıların Adliye Nâzırı merhum Müsahipzade Müsahip Molla’nın oğlu İbrahim Hakkı Bey’in oğlu idi. Bunu da yazıyorum ki, o zamanın sporcu neslinin hangi sınıftan geldiğini göresiniz diye!

    İngilizlerden tanıdıklarımı değil de, oyununu gördüklerimi de sayayım.

    Başta o zaman bizim Komber diye telaffuz ettiğimiz Cumber adındaki İngiliz ile onun soliçi Haytung dediğimiz arkadaşıydı. Bunlar, bize dripling, şut ve pasın ne olduğunu öğretmişlerdi. İngilizlerin bir de Jim Lafonten adında sonradan idareci olan birisi vardı. Daha sonra Novil ailesi katıldı. Bu İngilizler içinde uzun boylu, esmer, iriyarı bir bek vardı ki, Türkler adını Karamanlı koymuşlardı.

    Galatasaray’ın ilk takımında ün yapmış oyuncuların başında Kürt Celal dediğimiz genç gelirdi. Celâl, aslında Kürt mü idi, yoksa karayağız ve çetin bir çocuk olduğundan mı öyle denirdi, bilemem. Ama şimdiye kadar gördüğüm santrhafların en kuvvetli ve yorulmayanı idi. Bugünkü futbol, artık oyuncuları oyuna başlarken diziliş tertibine göre adlandırıyorlar. Bizim anlatmaya çalıştığımız o devirde santrhaf takımın en mühim mevkii ve haf hattı belkemiği idi.

    Kalecilere gelince… O devirde neden bilmem, iyi kaleci yok gibiydi, Bugün kalecilerin gösterdikleri tehlikeli ve fedakâr müdafaa oyunu hemen hemen yok gibiydi. Galatasaray’ın kalecisi Ahmet Robenson adında Güney Afrikalı bir mühtedi (sonradan Müslüman olmuş) İngiliz ailesinin çocuklarından en büyüğü idi sanırım. Hiçbir kuvvetli şutu tuttuğunu görmedim. Golü yedikten sonra topun nereden girdiğini, kendisinin nerede kaldığını uzun uzadı etüt ederdi. Ve bu hareketiyle şöhret bulmuştu. Bu Robenson ailesinin Abdurrahman Robenson adında pekiyi bir cimnastik hocası oğulları daha vardı. Bir de oldukça safdil Yakup Robenson vardı ki, herkesle dost, her yere girer çıkar, safsaf laflar ederdi. Birinci Cihan Harbi’nde casusluk suçuyla biçarenin kurşuna dizildiğini söylemişlerdi.

    Kadıköylülerin kalecileri biri lokumcu, bir diğeri demirciydi, hatırımda öyle kalmış. Bunların hiçbirisi bugünkü gibi bir kaleci şöhreti yapmamışlardı. Aslına bakarsanız kaleci, o devirde futbola meraklı, fakat iyi oynayamayan çocuklardan seçilirdi. Size Anadolu Kulübü’nün birisi topal, diğerinin bir gözü sakat iki kaleciyle senelerce lig maçlarına iştirak ettiğini söylersem şaşar mısınız? İlk şöhretli kaleci Fenerbahçe’nin Arslanyan adındaki Ermeni kalecisi olmuştur. Tıknaz bir çocuktu. Bütün meziyeti çevik ve refleksinin süratli oluşundan ibaretti.

    Burhan Felek (Geçmiş Zaman Olur ki – Tanıdığım Eski Sporcular)

  • Said Selahaddin Cihanoğlu

    Said Selahaddin Cihanoğlu

    1922 yılının Mart ayında, Spor Alemi dergisinde yayınlanan Said Selahaddin Cihanoğlu röportajı ile 2020’nin son yazısını yayınlamış oluyoruz. Kısacık bir metinde Türk spor tarihi okumaları için kritik detaylar verilmesi hem şaşırtıcı, hem de çok güzel olmuş.

    Yeni yılda da çalışmalarımız olanca hızıyla sürecek, diyerek bütün okuyucularımıza sağlıklı seneler diliyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tenisçi Said Bey

    Sait Bey spora ilk olarak 1320 (1904) senesinde Haydarpaşa civarında ikamet eden şair merhum Tahsin Nahid’in evinde aşılanmıştır. Büyük biraderiyle birlikte bir ziyaret günü futbolu bu genç şairin elinde tanımış ve birinci oyunu da oradaki çayırda aynı Pazar günü Tahsin Nahid, Emin Bülend ve arkadaşları arasında görmüştü. Uykusuz geçen birkaç geceden sonra merhum Nahid’in biraderi Neşet ile bu çayırda akşamları ağabeylerinden gizli olarak top çayıra çıkartılıp büyükler taklide çalışmaya başlanılmış… Bugünler arasında da Papazın Çayırı’nda (şimdiki İttihat Kulübü) yapılan İngilizlerin bir müsabakası merakı daha ziyade tezyid etmişti…

    Seneler geçmiş, Moda’daki Saint Joseph mektebinde… Türkçe muallimleri Enver Bey‘in tesis ettiği Fenerbahçe Kulübü’ne girmek için yeni bir heves uyanmıştı ve arkadaşı Hikmet ile müracaat etmek istemişlerse de yaşlarının küçük olmasından cesaret edemeyip bir iki sene sonra dahil olabilmişler. İşte bu tarih 1326’yı (1910) gösteriyormuş… O sırada ilk olarak egzersizleri Galip, Tevfik, Nasuhi, Mustafa ve Sabri ile yaparak bir senelik bir sa’iden sonra yani 328 (1912) senesinde birinci takımda görünmeye başlamış…

    330 (1914) senesinde Fenerbahçe takımıyla Odesa ve Nikolayef’de muhtelif müsabakalar yapmak için gitmiştir.

    Said Selahaddin Cihanoğlu Anlatıyor

    Kendisine dokuz senelik futbol hayatının en tatlı ve en acı günlerini sorduğumuz zaman şöyle anlattı :

    “Futbolda en tatlı günüm “Futbol Şild”i için yaptığımız müsabaka anı olmuştu. Buraya kulübümüzün ismini yazdırmak dolayısıyla o sene fevkalade çalışmıştık ve son müsabaka da İngilizler ile olup galibiyet behemahal lazım idi. Çünkü berabere kalsak bile yine bu şild yine bizim aramıza gelemeyecekti… Müsabakadan on beş gün evvel bir kulüpten ziyade kardeş ocağına benzettiğim takım arkadaşlarının evlerinde toplanmaya başlamıştık. Her gece birçok ağızlardan vaadler yükseliyordu. Bilhassa Mustafa ilk gole iki sandık hurma gönderecek, davetler, ziyafetler de diğer arkadaşlarımızdan tevali edecekti…

    Müsabakaya yaklaştıkça kaptanımız Galip daimi nasihatlarını vermeye başladı. Müsabaka günü binlerce halk arasında ortaya çıktık. Muavin Kemal’in (şimdi Amerika’dadır) karşısına en belalı bir oyuncu isabet etmişti. İlk parti berabere devam etti. Devre arasında etrafımıza koşan arkadaşlarımızın elinde muhtelif iştiha-aver şeyler görülüyordu… İkinci parti de başladı ve hatta kırk geçtiği halde yine beraberliğe halel gelmemişti. Fakat bu sırada ortadan Kamil’in yer pasıyla zaviyeden attığım gol bu koca şildi ilk olarak bize kavuşturmuştu. İşte o gün spor hayatımın en kıymetli bir anıdır. Ve bundan sonra da dört sene o şildi muhafaza ettiğimizden ebedi olarak bize bırakıldı…

    En fena gördüğüm gün ise şimdiki devredir. Çünkü harpteki halk temaşadan ziyade mübareze için geliyorlar. Hatta bazılarında esliha bile mevcutmuş… Sahada birisikavga etti mi hücum emri verilmiş gibi etraftan bir akındır başlıyor… Halbuki bu sırada bütün salahiyet hakemdedir. Hatta Rusya’da yaptığımız bir müsabaka esnasında hakem, müdahale eden seyirciden birini polise teslim etmişti… Gerçi bizde evvelden de kavgalar olurdu. Fakat şimdiki gibi sokak başını beklemek suretinde değil… Mesela hatırımda kalanlardan birkaçını söylemek isterim. Merhum bizim müdafi Arif ile Galatasaraylı Muzaffer birbirleriyle karşılaşırken dişlerini sıkarak hücum ederlerdi. Sonra Galatasaray müdafii Adnan benim en can ciğer arkadaşım olduğu halde eski oyunlarda mutlaka birkaç tekmesini yerdim. Bilhassa kale önlerinde aşılanmadan ayrılmak gayrikabildi… Fakat oyundan sonra husumet kalmazdı. Şimdi yalnız bir ilan-ı harp eksik. İşte bu vaziyet beni sporun bu şubesinden uzaklaştırdı”

    Komple Sporcu

    Kendisi futbolun revaç bulduğu sıralarda hokeye de başlayıp o sene şampiyonluğu kazanan Fenerbahçe takımının da kaptanı bulunuyor idi. Ve şimdi de İstanbul’da bir hokey muhtelit takımı yapılsa müdafaa hattında birinci olarak hatıra gelecek Said’in ismidir… Bundan başka harb-i umuminin ilk sıralarında kürekçiliğe, yüzücülüğe de heves etmiş ve o sıralarda Fenerbahçe kulübünün (Belkıs) nam kotrasının serdümencisi olmuştu. Bilhassa aynı senelerde Bahriye Mektebi’ne jimnastik muallimi olduktan sonra bu hevesi tezayid etmiştir… Bir müddet krikete de merakı uyanmış ise de mahdut kimseler tarafından yapıldığından terke mecbur kalmış ve hemen o sene tenise başlamıştır. Fenerbahçe kulübünde ve Bahriye Mektebi’nde yapılan (pist)ler kendisini fazla çalıştırmaya teşvik ederek bugün memleketimizdeki ecnebiler ve bilhassa İngilizler ile boy ölçüştürebilecek kıymetli bir tenisçi olarak bu hayata da karıştırmıştır. Şimdi Fenerbahçe’nin birinci tenis grubundadır.

    Spor Alemi Dergisi / 22 Mart 1338 (1922) / Said Selahaddin Cihanoğlu