Etiket: Enver Paşa

  • Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, babasının evrak-ı metrukesinde sportif bir hazine bulmuş. Konusu “Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları” olan ve (hakkında çok az malumata sahip olduğumuz) kurucumuz Asaf Beşpınar’ın da adının geçtiği bu kitapçık, Fenerbahçe tarihi için önemli doneler ve isimler içeriyor. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Salname

    Babamın bıraktığı kitapları karıştırırken yelken tarihimize ışık tutacak bir belge buldum:

    1933 senesi Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Denizcilik Federasyonu Salnamesi

    26 Temmuz tarihinde Demir Turgut ağabeyin olimpiyat üzüntüsünü yazmıştım. Şimdi bu belge ile o bilgileri derinleştireceğim.

    Bu kitapçığa göre 1914 senesinde tertip edilen deniz müsabakalarında yelken yarışları da yapılmıştır ama bu tarihten 1932 senesine kadar bir daha yelken yarışı icra edilmemiştir. Hâlbuki 1917 senesinde donanma yararına yapılan ve devrin güçlü adamı Enver Paşa’nın start verdiği yarış vardır. Neyse, bu olayı genç Cumhuriyetin hassasiyetine bırakıp biz tekrar yazılanlara dönelim.

    1932 senesinde iki uluslararası yarış sınıfı teknesinin ihzar ve ölçüleri bu sporu yapacak gönüllülere verilmiş, planları Türkçeye çevrilmiş, uluslararası yarış kuralları da Türkçeye çevrilmiştir. Bu işleri, başkanı Demir Turgut olan yelken komitesi gerçekleştirmiştir.

    Demek ki o sene yarışçılar kendi teknelerini yaparak yarışlara katılmışlardır.

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Cumhuriyetin ilk yarışı 12 Ağustos 1932 Cuma günü Moda parkurunda yapılmıştır. İkinci yarış 2 Eylül 1932 tarihinde Yeşilköy parkurunda ve üçüncü büyük yarış ise 16 Eylül 1932’de tekrar Moda parkurunda yapılmış ve 47 tekne yarışmıştır.

    Bu yarışlarda sporcularımız kendi yaptıkları teknelerle büyük başarı kazanmışlardır.

    12 Kadem Dingi sınıfında Selim Zeki ve Faruk Beyler açık ara birinci olmuşlar; 15 m2 yole sınıfında ise genç mühendislerimizden Harun Bey, kıymetli denizcimiz Behzat Bey için inşa ettiği teknede beraber yarışmışlar ve iftihar edilecek bir farkla birinci olmuşlardır.

    1932 senesinde 2 ay gibi kısa bir zamanda planlanan yarışçı sınıf teknesi 12 m2 şarpiden iki adet inşa edilmiştir. Bir tanesi Eczacı Şeref Bey ve Posta telgraf müdürü Celal Bey tarafından kullanılmıştır. Bu federasyonun ilk tescil edilen uluslararası yarış teknesi olmuştur. Diğer tekne Federasyon tarafından ecnebi bir rakibe verilmiş (büyük ihtimalle Romanyalı) ama Şeref-Celal ekibi büyük farkla birinci olarak ilk yabancı rakibi geçen Türk sporcuları olmuşlardır.

    Kitapçığın sonunda ise “Artık daha fazla şarpi yapıp, uluslararası temaslar için hazır hale geleceğiz” diyor.

    Bu yazının özeti ismi geçen Demir Turgut, Behzat Baydar, Şeref Birgen, Harun Ülman hep İstanbul Yelkeni kurucuları oluşudur. Fen heyetinde bulunan iki deniz inşaat mühendisi Ata Bey ve Asaf Bey İstanbul yelkenden ağabeylerimizdir. Ana yelken kulübü derken kastedilen kulüp büyüklüğü veya sporcu çokluğu değil, işte bu öncülüktür.

    Cumhuriyetimizde yelken yarışları 1932 senesinde başlamıştır; sporumuzu Atatürk’ün direktifi ve Refik Saydam’ın önderliği ile Halk Evleri’ne sokan nesil işte bu nesildir. Yarıştıkları tekneleri bile kendileri inşa etmiştir.

    Seyhun Binzet (Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları)

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
  • Fenerbahçe, Mustafa Kemal Paşa’nın Gazetesinde

    Fenerbahçe, Mustafa Kemal Paşa’nın Gazetesinde

    Fenerbahçe – Atatürk ilişkisine dair sözlü aktarımlar hepimizin malumu. Tüm bu aktarımları saygıyla kabul edip; tarihin yasası gereği somut kanıtlara, belgelere ulaşma amacıyla yaptığımız çalışmaların verdiği meyveleri sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Cumhuriyet’in kuruluşunun 98. yılında, Fenerbahçemiz’in Mustafa Kemal Paşa’nın gazetesi “Minber”de yer alan haberi ile karşınızdayız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dostluklar

    Adını dini bir terim olan ve “Yüksek, özel yer” anlamına gelen minberden alan gazete, I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı Devleti’nin galip devletler ile Mondros ateşkes antlaşmasını imzalamasından 1 gün sonra yayın hayatına başladı.

    Gazetenin sahibi olarak Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostu Ali Fethi (Okyar) Bey, sorumlu müdürü ise yine Mustafa Kemal Paşa’nın uzun yıllar yakınında olacak olan Doktor Rasim Ferit (Talay) Bey gözüküyordu.

    Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fethi Bey’in dostluklarının ve birbirine yakın siyasi düşüncelerinin, Minber’in yayın hayatına başlamasındaki en önemli etken olduğunu söyleyebiliriz. Peki iki arkadaşın buluştuğu ortak payda neydi?

    Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi Bey, İttihatçı iki subaydılar. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde Ta­lât, Enver ve Cemal Beylerin yönlendirdiği genel merkezin otoriter tutu­muna karşı çıkan bu iki arkadaş İttihat ve Terakki’nin liberal kanadını temsil ediyorlardı. Bu karşıtlığın en çok kendini gösterdiği konu ise, cemiyetin asker üyelerinin politikaya ve devletin idari işlerinde söz sahibi olup olmamasıydı. Genel Merkez, asker olan üyelerin politikaya ve devletin idari işlerine karışmalarına karşı çıkmazken, Mustafa Kemal ile Fethi Beyler, cemiyetin kongrelerinde bu tutumu eleştirmişler, askerlerin politikadan uzaklaştırılmasını istemişlerdi.

    Gazetenin genel yayın yönetmeni olan Dr. Rasim Ferit ise o yıllarda İstanbul İl Sıhhiye müdürü olarak görev yapıyordu. Dr. Rasim Bey, hem Mustafa Kemal Paşa’nın hem de Ali Fethi Bey’in ortak arkadaşıydı.

    Dr. Rasim’in Mustafa Kemal Paşa ile olan yakınlığını mektuplaşmalarından anlıyoruz. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul dışında bulunurken, önemli konularda Başkent’teki yüksek makamlar ve kişilerle haberleşmesi gerektiğinde, mesajlarını, güvendiği arkadaşı Dr. Râsim Ferit Bey aracılığı ile yolluyordu. Bu mektuplardan birinde ortaya çıkan detay ise, Minber Gazetesi’nin doğmasına yol açacaktı.

    İktidar Boşluğu ve Teklif

    Savaşın kaybedilmesinin ardından devleti savaş döneminde yöneten İttihat ve Terakki Hükümetinin istifa etmesi ile iktidar koltuğu boşalmıştı. Bu iktidar boşluğunun doldurulması, devletin ateşkes ve barış antlaşması sürecinde iyi temsil edilmesi için çare arayanlardan birisi de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığında ikinci adam olan Mustafa Kemal Paşa’ydı.

    Hükümetin istifasından sonra kurulacak İzzet Paşa hükümetinde  “Harbiye Nazırı” ve “Başkomutanlık Genelkurmay Başkanlığı” görevlerini yürütmek isteyen Paşa, bu teklifini Adana’dan çektiği telgrafla İstanbul’a iletti. Telgrafın gönderildiği kişi ise arkadaşı Dr. Rasim Bey’di.

    Mustafa Kemal Paşa, Dr.Rasim Bey’den teklifini hem sadrazama hem de Padişah Vahdettin’e iletmesini istiyordu. Dr. Rasim Bey’in aracılığı ile saraya giden teklifin reddedilmesinin ardından kurulmuş olan İzzet Paşa hükümetinin ömrü de uzun olmayacaktı. Bu aşamada Mustafa Kemal Paşa, Dr.Rasim Bey’e gönderdiği ikinci mektupta, teklifinin reddedilmesinin sebeplerinin araştırılmasını ve konunun Ali Fethi Bey ile de değerlendirilmesini arkadaşı Dr. Rasim Bey’den rica ediyordu.

    “Minber”

    İşte Minber Gazetesi Osmanlı Başkentinde bir iktidar boşluğu varken, devlet yenik ayrıldığı savaşın ardından Mondros Ateşkesi’ni imzalamışken yayın hayatına başladı. İlk sayının kapağında Mondros Ateşkes Antlaşmasının maddeleri yer alıyordu.

    Gazetenin, ülkenin içinde bulunduğu durumdan çıkarmak için çareler arayan ve o dönemde “Milliyetçi” olarak nitelenen Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi Bey gibi kişilerin fikirlerinin kamuoyunda destek bulması için bir araçtı.

    Kuruluş için gereken sermayeyi 3 arkadaş sağladılar ve “Siyasi, İlmi, Edebi, İktisadi Günlük Gazete” olan Minber, Mondros Ateşkesinin imzalanmasının ertesi günü İstanbul’da yayınlanmaya başlandı.

    İzzet Paşa hükümetine girmek için yaptığı teklifin reddedilmesine rağmen, daha önceden yaverliğini yaptığı Padişah Vahdettin’e birkaç ziyarette bulunan Mustafa Kemal Paşa, bir yandan da Minber aracılığı ile kendisini kamuoyuna tanıtmaya çalışıyordu. Gazetenin 17.sayısında kendisi ile yapılmış ve askeri kariyerini anlatan bir haber, gazetenin ilk sayfasını süslüyordu.

    İzzet Paşa hükümetinin kısa sürede istifa etmesinin ardından, Padişah Vahdettin hükümeti kurma görevini Tevfik Paşa’ya verdi. Bu esnada Minber grubu, Meclis-i Mebusan’da Tevfik Paşa’nın güvenoyu olmaması için çalışmalar yaptı. Ancak başarılı olamadı.

    Mustafa Kemal Paşa’nın, kabinede yer alma ümidi; bir anlamda da Minber’in misyonu, 21 Aralık 1918’de sona erdi. Bu tarihte Tevfik Paşa hükümeti Meclis-i Mebusan’ı süresiz olarak feshetti. Gazetenin 51 sayılık yayın hayatı bu olay ile birlikte noktalanmış oldu. Minber döneminin sona ermesinin, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Osmanlı’nın milliyetçi kanadının mücadelelerini meşruti zeminde yapma umutlarını tükettiğini de değerlendirmelerimize ekleyebiliriz.

    Fenerbahçe, Minber’de

    Ülkenin genel siyasi durumuna paralel olarak, dönemin tabiri ile “spor aleminde” de durum farklı değildi. Balkan Savaşlarının ardından liglerin yönetimini yabancılardan devralan Türkler, kendi aralarında yaptıkları mücadeleleri sadece sahada değil, masada da sürdürüyorlardı. Fenerbahçe – Galatasaray ekseninde geçen bu mücadeleyi fırsat bilip aradan sıyrılan ve İttihat ve Terakki’nin takımı hüviyetini taşıyan Altınordu, İstanbul’un mütareke dönemi futbolunda öne çıkıyordu. Maçların yarım kaldığı, savaşların liglerin tamamlanmasına engel oluşturduğu bu dönem, aynı zamanda Kadıköy’ün Sarı-Lacivert takımının “Esir Şehrin Moral Kaynağı” olmasına şahitlik edecekti.

    Fenerbahçe’nin mütareke ve işgal yıllarında İngiliz takımları ile yaptığı maçların ilki “Atatürk ve Fenerbahçe” ilişkisinin yeni ve önemli bir satır başı olarak tarihteki yerini bu yazı ile birlikte alıyor. Mustafa Kemal Paşa için o dönem taşıdığı önemi yukarıda ortaya koyduğumuz Minber Gazetesi’nin 29. sayısında yer alan Fenerbahçe haberinin, detayları dikkate alındığında, kulübümüzün gurur vesilelerinden biri olacağından şüphe duymuyoruz.

    Fenerbahçe’nin mütareke döneminde İngiliz takımlarıyla yaptığı maçların ikincisi, Minber’in 30 Kasım 1918 tarihli sayısında şu ifadelerle yer buldu:

    “Dün Union Kulüp’te Fenerbahçe ile İngiliz Takımı arasında bir futbol maçı yapıldı. Fenerbahçe kulübü bu müsabakaya ümit edildiği kadar kuvvetli bir takım ile çıkamadığı gibi oyuncular arasında da kendilerinden beklendiği ölçüde bir yardımlaşma yoktu. Birinci yarıda her iki tarafın hücumları sonuçsuz kaldı. İkinci yarıda İngilizler ard arda iki gol yaptılar. Maçın sonlarına doğru Fenerbahçe de buna bir sayı ile karşılık verdiği için oyun bire karşı iki gol yapan ingilizlerin galibiyeti ile sonuçlandı. İngilizlerin dün çıkarmış oldukları takım kuvvetli kabul edilemez. Bunun bizim kulüplerin kuvvetini ölçmek için yapılmış bir tecrübe olduğuna, şehrimizde bir çok ingiliz askeri bulunduğu için pek kuvvetli takımlar çıkaracaklarına şüphe yoktur. Dört senedir birkaç müsabaka haricinde spor aleminde geniş bir durgunluk hüküm sürerken, Balkan muharebesi esnasında olduğu gibi bu sene de iyiden iyiye faaliyetler başlayacağı tabidir. Önümüzdeki cumadan itibaren lig maçlarına başlanacaktır.”

    29 Kasım 1918’deki maç ile ilgili diğer bilgilere dönem basınının diğer temsilcilerinden ulaşmak mümkün. 30 Kasım 1918 tarihli İkdam Gazetesi’nde bu önemli maçın haberi şu satırlarla okuyucuya aktarılmış:

    “İngiliz ikinci alayı üyeleriyle Fenerbahçe Kulübü arasında dün saat ikide Kadıköy İttihat Kulübü’nde bir müsabaka yapılmıştır. İngiliz takımı egzersizleri bulunduğundan dolayı (muhtemelen maçtan sonra kışlada egzersiz olduğuna atıf var) kırk beşer dakika olan oyun devrelerinin yarımşar saate indirilmesini istemişler ve bu talep kabul edilerek oyun müddeti bir saat olmak üzere ayarlanmıştır. İlk yarıda her iki taraf da şiddetli hücumlarda bulunduğu halde bir netice çıkmamıştır. Bu müddet zarfında İngiliz kaleci Mister Morris kaleyi gayet iyi müdafaa etmiştir. İkinci yarıda Fener’in müdafi (bek) tarafından yapılan hata üzerine İngilizler tarafından bir penaltı vuruşu yapılmış ve bu suretle Fener ilk golü yemiştir. Bunun üzerine oyun devam etmiş ve İngilizler bir, Fenerbahçe de daha bir gol yemişler. Bu suretle oyun bir karşı iki olarak Fenerbahçe aleyhine neticelenmiştir. Oyun esnasında Fener’in bazı azası Kadıköyü’ndeki yangın sebebiyle oyunda hazır bulunmamışlar ve bu sebepten gelecek Pazartesine bir maç daha yapılmasına karar verilmiştir. Oyun esnasında Galip ve Zeki Bey’ler özellikle takdir edilmişlerdir.

    Dönemin iki gazetesinin haberlerini, Fenerbahçe ve Türk Spor tarihçiliğinin önemli ismi Rüştü Dağlaroğlu’nun notlarında yer alan bilgilerle desteklediğimizde; İkdam Gazetesi’nde sözü edilen ve Fenerbahçe’nin sahada eksik takımla yer almasına neden olan yangının kaleci Karnik Arslanyan’ın evinde çıktığını öğreniyoruz.

    Fenerbahçe : Ümit Edilen

    Haberi bulduğumuzda “Mustafa Kemal Paşa, kendi gazetesini okuyordur herhalde” diye düşünmüştük.

    Haberin detaylarını ortaya çıkarmaya başladığımızda, gözlerimiz buğulandı önce.

    Fenerbahçe tarihine bir Cumhuriyet Bayramı hediyesi bırakacak olmanın gururunu “Fenerbahçe kulübü bu müsabakaya ümit edildiği kadar kuvvetli bir takım ile çıkamadığı gibi” cümlesine sığdırdık.

    Mustafa Kemal Paşa bir gazete çıkaracak, gazete sadece 51 gün yayınlanacak, bu 51 günün içinde Fenerbahçe maçının haberi olacak, haberde de Fenerbahçe’den “ümit edilen” diye bahsedilecek.

    Fenerbahçe’nin, Mustafa Kemal’in ümit ettiği kadar kuvvetli bir takımla sahaya çıkamamasının sebebi de takımın yarısının Kaleci Karnik Arslanyan’ın evinde çıkan yangını söndürmek için yardıma koşması olacak. Sahaya çıkan takıma “Fenerbahçe” emanet edilecek.

    Kendi vatanında, ülkeyi işgale gelen İngiliz takımına yenilgi hazmedilemeyecek. “Gelecek hafta bir daha oynayalım” denilecek… Fenerbahçe… Ümit edilen…

    Barış KENAROĞLU

  • Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Okuyacağınız bu yazının konusu, eski bir Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey… Selanik’te başlayıp Paris-İstanbul-Berlin-Moskova-İzmir’de devam eden ve Ankara’da sonlanan hikayenin kahramanı; hakkında üç kez idam cezası verilmiş, Meşrutiyet döneminin baş aktörlerinden olan bir İttihatçı… Doktor Nazım Bey’in hikayesi ile karşınızdayız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yazının Öyküsü

    Kaleme aldığımız yazıların, yaptığımız araştırmaların hepsinin şüphesiz bir hazırlanış öyküsü var. İtiraf etmeliyiz ki hiçbirisi bu yazınınki kadar etkileyici değil.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Tarihi’nin aydınlatılmaya en çok ihtiyaç duyulan meselelerinden biri olduğunu hepimiz biliyorduk. Bununla beraber “Atatürk’e suikast düzenleyen Fenerbahçe Başkanı” yalanının popülist spor tarihçiliği (daha doğrusu tarih denemeciliği) için tükenmez bir kaynak olması, konuyu aydınlatmamızın zorunluluğuna olan inancımızı da hep canlı tutuyordu. Fenerbahçe Tarihinde Doktor Nazım’ın varlığına ilişkin maddi bir kanıt bulmak için yaptığımız arşiv taramalarından sonuç alamamıştık.

    Doktor Nazım Bey’in adı Fenerbahçe resmi kayıtlarına Rüştü Dağlaroğlu’nun yazımı ile girmişti. Dağlaroğlu yayınladığı kurucular listesinde Doktor Nazım Bey’e yer vermiş, ancak meslek kısmını boş bırakmıştı. Fenerbahçe resmi kayıtlarında adının sadece başkanlar listesinde bir fotoğrafı ile yer alması dışında kulüpteki günleri hakkında hiçbir bilgiye sahip değildik. Bu durumda ikincil kaynaklara başvurduk.

    Doktor Nazım Bey hakkında 1988 yılında bir doktora tezi yazan Profesör Ahmet Eyicil’in satırlarında, 19 Nisan 1971 tarihinde Fenerbahçe Kulübü’ne Doktor Nazım Bey’in başkanlığına dair bilgi isteyen bir mektup yazdığına ve karşılığında Doktor Nazım Bey’in 1916 yılında Fenerbahçe’de başkanlık yaptığını doğrulayan bir mektup aldığına ilişkin bir dipnota rastladık.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe başkanlığına ilişkin Soner Yalçın’ın 2004 yılında yayınlanan “Efendi” isimli kitabındaki detaylar ise konu hakkındaki kısıtlı bilgilerimizi giderecek nitelikte değildi. Soner Yalçın’ın kaynak göstermeden verdiği bilgiye göre; “Doktor Nazım, 1917 yılının Aralık 17’sinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-3’lük yenilgisi ile sonuçlanan maçı İttihatspor Sahası’nda ‘Başkan’ olarak izlemişti” ve Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda oynanan bu maç öncesinde Doktor Nazım Bey, “cephede olan Fenerbahçe takımı oyuncularının maça yetiştirilmesi için çaba göstermişti.”

    Doğrulanmaya muhtaç olan bu bilgiler için maç kayıtlarına baktığımızda maçın yazılanın aksine 21 Aralık’ta oynandığı görülmekteydi. Başkan olduğuna dair verilen tarih ise, kulübün kayıtlarındaki 1916 yılı ile çelişmekteydi. Ayrıca maçın haberini yapan Tasvir-i Efkar gazetesinde maç ile ilgili bir çok detaya yer verilmesine rağmen Doktor Nazım Bey’in ismine rastlanmıyordu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    22 Aralık 1917 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde Fenerbahçe-Galatasaray maçının haberi

    Sürpriz Haber

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe’deki günlerine ulaşma çabalarımız belge ve kaynak yetersizliğine rağmen devam ederken, eş zamanlı olarak Fenerbahçe Anı Defteri üzerinde yaptığımız incelemelerde bir imza dikkatimizi çekti. İmzadaki ismin “Nazım” olduğuna emindik. İmza sahibinin Doktor Nazım Bey olma ihtimali karşısında çalışmaya başladık. İmzanın üzerindeki metnin çevirisini yaptıktan sonra, metni tarihlendirdik. İmzanın yanında tarih olmadığı için, önceki ve sonraki sayfalarda, metne en yakın tarihlerden bir aralık belirledik. “Nazım”, Fenerbahçe’yi  9 Nisan 1915 ile 23 Nisan 1915  tarihleri arasında ziyaret etmişti.

    Topladığımız bu verileri Doktor Nazım Bey’in evrakını elinde bulunduran çok kıymetli bir “büyüğümüze” ilettik ve imzanın Doktor Nazım Bey’e ait olup olmadığını sorduk. Kendisinden gelen cevap “Evet”ti. Gönderdiğimiz imza, Doktor Nazım Bey’in mektuplarının altındaki imza ile karşılaştırılmış ve eşleşmişti.

    Eşleşme haberinden sonra arşivlerde Doktor Nazım Bey’in el yazısının olduğu belgeleri aramaya devam ettik ve aradığımızı Taha Toros Arşivi’nde bulduk. Doktor Nazım Bey’in, 10 Mayıs 1907’de yazdığı mektuptaki el yazısı ve imza detaylarını Anı Defteri’ndeki yazısıyla karşılaştırıp, sözlü teyitten sonra maddi teyidi de yapmış olduk.

    Fenerbahçe’nin eski bir başkanının kulübün anı defterinde izini bulmamız, üstelik hakkında bu kadar az bilgi ve belgeye sahipken, Fenerbahçe Tarihi açısından çok önemli bir gelişme. Bu gelişmenin önemine dair yapacağımız vurguları yazımızın sonuna bırakarak, Doktor Nazım Bey’in hayatından satır başlarını aktarmaya başlıyoruz.

    Doktor Nazım Bey’in Ahmet Rıza Bey’e yazdığı mektup ve imzası

    Paris

    Nazım Bey, 1872 yılında Selânik’te doğdu. ilk eğitimini burada aldı. Önce Askeri Tıbbiye Lisesi’ne, ardından Mekteb-i Tıbbiye’ye girdi. Daha henüz öğrenciyken, İttihat Terakki’nin temelini oluşturan İttihad-ı Osmani Cemiyeti’ne üye oldu. Cemiyet içinde aktif görevler aldı ve 1893’te cemiyet tarafından Paris’e gönderildi. Öğrenimini tamamlamak için Sorbonne Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. Paris’teki İttihatçı gençleri bir araya toplamak amacıyla 1895’te Meşveret Gazetesi’ni yayınlayan kadronun içinde yer aldı. Abdülhamid yönetimini eleştirdi. Yazılarında muhalefetin örgütlenmesini savunan Doktor Nazım Bey, 1894’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Cemiyetin kadrolaşma ve teşkilatlanma görevini 1907’den itibaren üstlendi. Yurt içinde ve dışında yeni şubeler açılmasını sağladı. Bu çalışmalarından dolayı Doktor Nâzım Bey “vatan haini” ilan edilerek sonraki yıllarda 2 kez daha yüzleşeceği idam cezalarının ilki ile yüzleşti. İttihat Terakki’nin 27 Eylül 1907’de Selanik’te yaptığı ikinci kongresinden sonra kılık ve kimlik değiştirerek, gizlice İzmir’e geldi.

    İzmir’de Bir Teşkilatçı

    Doktor Nazım Bey ile İttihat Terakki Cemiyeti yöneticileri, Selanik’teki kongrede bir ihtilalin yapılmasına karar vermişlerdi. Abdülhamid’e karşı Meşrutiyeti yeniden ilan etmek için gerçekleştirilecek ihtilali o dönemde sadece İzmir Kolordusu önleyebilirdi. Doktor Nazım Bey İzmir Kolordusu subaylarını cemiyete üye yapmaya ve onların yardımı almaya çalıştı. İzmir’de çeşitli yerlerde toplantılar düzenleyip kadrolaşmayı sağladı. Sadece İzmir’de değil Ege Bölgesinin tamamında özellikle Aydın ve Denizli’de tanınmış kişileri cemiyete üye olarak kazandırdı.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Meşveret gazetesi… En altta “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin vasıta-i neşriyatıdır” yazılı.

    Meşrutiyet’in Yeniden İlanı

    Meşrutiyet yeniden ilan edildiğinde Doktor Nazım Bey İzmir’deydi. Onun faaliyetleri sayesinde, İzmir Kolordusu askerleri Meşrutiyet’e karşı harekette bulunmamışlardı. Hatta Selanik’e gönderilen İzmir Kolordusu’nun ilk taburları rıhtıma çıkınca silahlarını bırakıp göğüslerine hürriyet işaretlerini takarak Hürriyet hareketine katılmışlardı. Doktor Nazım Bey, Meşrutiyet’in yeniden ilanını haber alır almaz Selânik’e gitti ve bir süre orada kaldıktan sonra 27 Temmuz 1908’de İzmir’e döndü. İzmir’e dönüşünde halkın söylediği “yaşasın hürriyet” tezahüratlarıyla karşılandı. 

    Katib-i Umumilik ve Esaret

    İttihat Terakki yapılanmasının en önemli görevi olan ve günümüzde “genel sekreterlik” olarak tanımlanan Katib-i Umumilik görevini 3 Temmuz 1909 – 23 Temmuz 1910 tarihleri arasında sürdürdü. 1908-1918 yılları arasında da cemiyette Merkez-i Umumi üyesi olarak yer aldı. Bu görevlerde bulunduğu sırada Avrupa’ya öğrenciler gönderdi. Balkan Savaşı esnasında Kızılay  Hastahanesi Başhekimliği yaptı. Selanik işgal edilince Yunanlılar’a esir düştü ve Atina’da 11 ay hapsedildi. I. Dünya Savaşı’ndan birkaç ay önce esaretten kurtularak İstanbul’a geldi.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi, üzerinde “Kanun-i Esasi (Anayasa)” yazan bayraklarla kutlanıyor

    Sonun Başlangıcı

    Doktor Nazım Bey, I. Dünya Savaşı sırasında askere gitmek istediyse de arkadaşları tarafından İttihat Terakki’nin Merkez-i Umumi üyeliği görevinde kalması daha uygun bulundu. Savaş esnasında Talat Paşa’nın ısrarı ile 21 Temmuz 1918’de Eğitim Bakanlığı görevini üstlendi. Üç ay süren bu görevi sırasında devlet malını titizlikle koruduğu, hatta şahsına ayrılan makam arabasına bile binmediği dönemin tanıklarının anılarında yer almaktadır. Savaşın kaybedilmesi ile birlikte önde gelen diğer İttihatçılarla beraber İstanbul’dan ayrıldı ve 1 Kasım 1918 gecesi bir Alman torpidosuyla Sivastopol’a, oradan da Berlin’e gitti. İttihat Terakki’nin ilk yargılanması olan 5 Temmuz 1919 tarihli duruşma sonucunda Divan-ı Harb-i Örfi tarafından idam cezasına çarptırıldı. Bu onun için verilen 2.idam kararıydı.

    Berlin-Moskova

    Doktor Nazım Bey, Berlin’de iken İngiliz ve Fransızlar karşısında ezilen müslüman milletlerin haklarını korumak için “İslam İhtilalleri Cemiyeti”nin kurulması çalışmalarına katıldı. Halklarının çoğunluğu müslüman olan devletlere mektuplar, bildiriler gönderdi. Enver Paşa’nın esir düştüğünü öğrenince onu kurtarmak amacıyla Moskova’ya gitti. Hapisten çıkarılmasını sağladıktan sonra tekrar Berlin’e döndü.

    Berlin’de müslüman milletlerin lehinde propaganda yapmak amacıyla bir büro açtı. Burada yaptığı çalışmalarda Anadolu’da devam eden Milli Mücadele tarafında yer aldı. İttihatçıların Milli Mücadele’ye katkı sağlayacaklarını belirterek, ülkeye dönüşlerine izin verilmesini yazdığı bir mektup ile Mustafa Kemal Paşa’dan istedi, ancak cevap alamadı.

    1921’de tekrar Moskova’ya gitti. Enver Paşa’nın yanında kalarak onun Anadolu’ya geçerek Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif bir pozisyon almasını engellediği bazı kaynaklarda yer aldı. Berlin’deyken Ermeni katliamıyla suçlanan İttihatçı arkadaşı Bahaeddin Şakir’in 1922’de bir suikast sonucu öldürülmesi ile hayatı hakkında endişelenmeye başladı. Milli Mücadele’nin başarıyla sonlanmasının ardından siyasete karışmaması şartıyla İzmir’e geldi. İzmir’de yaşamını sürdüren Doktor Nazım Bey’in hayatı Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından verilen idam cezasının uygulanması ile 1926’da Ankara’da son buldu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    İstanbul’un işgalinden sonra Malta’ya sürgüne gönderilenler arasında elbette İttihatçılar çoğunluktaydı.

    Mustafa Kemal Paşa – Doktor Nazım İlişkisi

    Suikast Girişimi Davası yargılamaları ile ilgili değerlendirmelerimize başlamadan önce, Doktor Nazım Bey’in Mustafa Kemal Paşa ile ilişkisine yer vermenin doğru olacağını düşünüyoruz. Öncelikle Doktor Nazım Bey’in Fransız devlet yönetim sistemini benimsediğini, “laik ve demokratik” bir anlayışa sahip olduğunu söylemeliyiz. Bu yönüyle Mustafa Kemal Paşa ile paralel bir düşünce yapısındaydı. Doktor Nazım Bey ile Mustafa Kemal Paşa’nın hayatı Çanakkale Savaşları’ndan sonra Mustafa Kemal Bey’in terfi meselesinde kesişti. Profesör Ahmet Eyicil, savaştan hemen sonra İttihat Terakki Merkez-i Umumi toplantısında gerçekleşen terfi tartışmasında yaşananları şöyle özetlemiştir:

    “Doktor Nazım, Talat Paşa’ya Mustafa Kemal’in terfi meselesinin neden uzadığını sordu. Talat Paşa, terfi işinin Enver Paşa’ya ait olduğunu söyledi. Bu defa Doktor Nazım öfkeyle aynı soruyu Enver Paşa’ya sordu. Enver Paşa onun daha fazla konuşmasına fırsat vermeden “işin bana ait olan kısmı bitmiştir. Padişaha arz olundu. Bugün yarın Mustafa Kemal Bey generalliğe terfi etmiş olacaktır” dedi. Bu cevap üzerine Doktor Nazım Bey ayağa kalkarak Enver Paşa’yı kucakladı ve yanaklarından öptü.”

    Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey, İttihat Terakki’ye 1908 yılından sonra Trablusgarp delegesi olarak katılmıştı. Cemiyetin bir üyesi olsa da yöntem olarak ordunun siyasetten ayrılmasını savunan Mustafa Kemal, askeri gücün ve uygulamaların hayli etkin olduğu bu oluşumun içinde aktif olarak yer almamıştı. İsmet İnönü “Hatıralar” adlı kitabında Mustafa Kemal – İttihat Terakki ilişkisi için şunları yazmıştır: “Mustafa Kemal İttihatçıları her dönem tehlikeli bulmuştu. Onlarla ilişkilerinde ihtiyatlı davranmaya dikkat etmişti. Kısacası Mustafa Kemal Paşa, İttihat Terakki’yi çok iyi biliyor ve tanıyordu”

    Mustafa Kemal Atatürk, Yüzbaşı rütbesiyle…

    Suikast Girişimine Giden Yol

    Osmanlı’nın son yıllarında gerçekleşen olaylar ve İttihat Terakki’nin idaresi altında olan devletin I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla Türkiye bir yönetim boşluğuna düştü. Ülke fiilen işgal altındaydı. Mustafa Kemal Paşa, işgal dönemindeki yönetim boşluğunu Milli Mücadele’yi örgütleyerek doldurdu. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra, Cumhuriyet 1923 yılında ilan edildi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa, yukarıda da belirttiğimiz gibi demokratik ve laik bir devlet sistemine inanıyordu. Gerek imparatorluk mirasından gerekse yerleşmiş geleneklerden kaynaklanan zorluklara rağmen “Türk Devrimi” uygulamaya konuldu. Türk milletinin, sosyal ve siyasal alanlarda çağın gereklerine uygun bir sistem içerisinde yaşaması ideali Cumhuriyet ile birlikte hedef olarak belirlenmişt. Şüphesiz bu dönem muhalif düşünceler de ortaya çıktı. Özellikle laiklik ilkesinin devlet sistemine hakim olması gelenekçi askerler ve siyasetçilerin rahatsızlığına neden oluyordu. Devrim faaliyetlerinin başlaması sonucunda birkaç sene önce yitip giden bir milletin, üstelik dünyanın en önemli coğrafyalarından birinde, tekrar ayağa kalkması, yabancı devletlerin müdahalesini de geciktirmedi. Şeyh Sait İsyanı bu müdahaleye örnek bir olay olarak tarihe geçti.

    Mustafa Kemal Paşa, devrim kanunlarını çıkartırken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kozmopolit yapısı dolayısıyla sıkıntı yaşıyor, muhalif cephe Kurtuluş Savaşı’nın diğer paşaları etrafında birleşiyordu. Profesör Tarık Zafer Tunaya, bu dönemi en iyi ifade eden değerlendirmeyi “Gerginliğini kaybetmeyen siyasal hava” şeklinde yapmıştır. Özellikle İstanbul Basınının Ankara’ya olan eleştirilerinin sürekli hale gelmesi havayı daha da gerginleştiriyordu. Bu siyasi hava içerisinde genç cumhuriyetin ilk muhalefet partisi kuruldu. 1924 Yılı Kasım ayında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile muhalefet tek çatı altında örgütlenmeye başladı. Ancak partinin ömrü kısa oldu ve Şeyh Sait isyanı sonrasında Haziran 1925’te kapatıldı.

    İzmir İstiklal Mahkemesi

    Bu siyasi gerginlik içerisinde, aralarında bazı milletvekillerinin ve eski İttihatçıların da olduğu kişiler Mustafa Kemal Paşa’ya suikast planladılar. İzmir’de yapılacak suikast öncesinde yapılan bir ihbar sonucu suikast olayı bir girişim olarak kaldı. Olağanüstü bir yargı organı olan ve aldığı kararların temyize götürülemeyeceği İstiklal Mahkemesi İzmir’de kurularak 15 kişinin idamına karar verdi. Aralarında Kazım Karabekir, Ali Fuat, ve Refet Paşaların da olduğu 24 kişi ise beraat etti.

    Ankara İstiklal Mahkemesi ve Tasfiye

    Suikasti planlayanları ve eylemi gerçekleştirecek olanları İzmir’de cezalandıran mahkeme, Ankara’da siyasi yargılama yapmaya karar verdi. Bu defa suikast ile ilişkisi olmayan ancak yeni rejim için tehlikeli olduğu düşünülen eski ve önemli İttihatçılar yargılanacaktı. Bu bağlamda İzmir’de tutuklanan Doktor Nazım Bey de Ankara’ya götürüldü. Muhalefetin varlığından güç alanların, suikastı gerçekleştirmeye fırsat bulamadan yakalanıp cezalandırılmaları, siyasal ortamın yeniden şekillendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştı.

    Profesör Vahdettin Engin ve Profesör Tarık Zafer Tunaya’nın “Hesaplaşma”, Erol Şadi Erdinç’in “Tasfiye” olarak tanımladığı davada; Doktor Nazım Bey, Cavit Bey gibi önemli İttihatçılar yargılandı.

    Bugün TBMM arşivinde yer alan duruşma tutanaklarında da görüleceği üzere, sanıklara suikast ile ilgili bir tek soru bile sorulmadı. İttihat Terakki’nin faaliyetleri yargılanıyor, sanıklara siyasi hayatları üzerinden sorular soruluyordu. Dönem Basını bu yargılamalar sürerken “İttihat Terakki Belasından Kurtuluş manşetleri atıyordu.

    Profesör Tarık Zafer Tunaya, tutanaklara dayanarak yaptığı değerlendirmede, “mahkeme heyetinin tarihsel bilgi ve belgeye sahip olmadığını” belirtir. Ona göre; “yargılayanlar, yargılananlara kişisel anılarına ve rivayetlere dayalı sorular sormuşlardı”

    Erol Şadi Erdinç, Cavit Bey’in çok parlak bir savunma yapması üzerine, Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya’nın “Ben seni şimdi asmayayım da ne yapayım?” demesini aktarır. Bu anektod mahkemenin yapısını ortaya koyan önemli bir örnektir.

    Profesör Vahdettin Engin; “Kimin suçlu kimin suçsuz olduğu konusunda çok hassas davranılmadı” değerlendirmesiyle yukarıdaki yargıları desteklemektedir.

    Sanıkların avukat tutmasına izin verilmeyen yargılamalar idam ile sonuçlandı ve aralarında Doktor Nazım Bey, Cavit Bey gibi İttihatçıların olduğu 4 kişi idam cezasına çarptırılırken 8 kişi de hapis cezası aldı. Doktor Nazım Bey  “Fesh olmuş bir partiyi (İttihat Terakki) yeniden canlandırmak için propaganda yapmak” suçundan 26 Ağustos 1926 gecesi idam edildi.  Son sözleri: “Efendiler, bu mesele ile katiyen alakam yoktur. Kusurum yoktur” oldu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Ankara İstiklal Mahkemesi’nin Doktor Nazım Bey’i yargıladığı zabıtların başlangıç sayfası

    “Günahsız Arkadaşlar”

    Ankara İstiklal Mahkemesi’nin yargılamaları sonucunda ülkede muhalefetin etkinliği kalmamış oldu. Cumhuriyet rejimi devrimi yerleştirmek için gerekli siyasi ortamı böylece yakaladı. Falih Rıfkı Atay bu durumu şöyle açıklamıştır: “Yeni rejimin otoritesi İzmir ve Ankara sehpalarının üzerine tutundu. Mustafa Kemal Paşa’ya başladığı devrimi tamamlama fırsatını verdi.”

    Bunlarla beraber Profesör Vahdettin Engin’in aşağıdaki satırlarının, bu meselenin olası sonuçları hakkında en isabetli değerlendirme olduğunu söyleyebiliriz: “Suikast girişiminin başarılı bir istihbarat faaliyeti ile sonuçsuz kalması ülke için şans olmuştur. Eğer başarılı olsaydı, kaos ortamına girilir, iktidarı ele geçiren kadrolar ülkeyi felakete sürüklerdi”

    Ankara İstiklal Mahkemesinin verdiği idam kararları özellikle Doktor Nazım ve Cavit Beyler özelinde dönem üzerinde araştırma yapan tarihçilerin tamamı tarafından haksız olarak nitelendirilmektedir.

    Uğur Mumcu, “Gazi Paşa’ya Suikast” kitabında “Doktor Nazım ve Cavit Bey gibi İttihatçılar suikast ile uzaktan yakından bir ilgileri olmamalarına karşın ölüm cezasına çarptırılmışlardır.” değerlendirmesinde bulunur.

    Falih Rıfkı Atay, 1968 yılında yayınladığı “Çankaya” adlı kitabında  “Cavit ve arkadaşlarının suikastçı olamayacaklarını biliyorduk. Günahsız arkadaşların ölümden kurtulamamış olmalarına hala vicdanım yanar” demektedir.

    İzmir İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp beraat eden Kazım Karabekir Paşa’ya göre ise: “Her inkılapta olduğu gibi, ilk zamanda birlikte çalışanlar, maksat hasıl olduktan sonra or­taya çıkan parazitler yüzünden bu birliği kaybederler.”

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Doktor Nazım Bey Ankara İstiklal Mahkemesi’nde

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Doktor Nazım Bey’in idam ile sonuçlanan yaşam öyküsü iniş çıkışlarla doludur. Cinayete kurban giden babasının yokluğunda öğrenimini tamamlamış ve Jön Türk fikirlerini benimseyerek iyi bir teşkilatçı olarak Osmanlı’nın son dönemine hükmeden İttihat Terakki’nin en etkili isimlerinden biri olmuştu. Doktor Nazım Bey, siyasi hayatı boyunca 1918’de getirildiği Eğitim Bakanlığı dışında hiçbir memuriyeti kabul etmemişti. Bu görevi de Talat Paşa’nın yoğun ısrarları sonucu kabul ettiği dönemi inceleyen tüm kaynaklarda ve mahkemedeki ifadesinde yer almaktadır.

    Siyasi hayatının satırbaşları ve yargılanmasının detaylarından sonra Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey için değerlendirmelerimize başlayabiliriz.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Başkanı olmasını, ülkenin savaşta olduğu yıllarda yürütülen bir siyasi faaliyetin, teşkilatçılığın bir sonucu olarak açıklamak mümkündür. Kendisinden önceki Başkan Hamit Hüsnü Kayacan’ın İttihatçı arkadaşı Doktor Nazım Bey’i kulübe kazandırdığı açıktır. Gençlerle iyi anlaşan, öğretici bir karakterinin olması bu siyasi faaliyeti yürütmesine şüphesiz etki etmiştir.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    15 Mayıs 1330 (1914) tarihli İdman dergisinde Hamit Hüsnü Kayacan (soldan ikinci) : Kadıköyü’nde Union Club’de Donanma menfaatine icra olunan idman müsabakalarında Bahriye Nazırı Cemal Paşa hazretleri ve sair zevât-ı kiram mükâfat tevzi ederler iken…

    Doktor Nazım Bey’i Fenerbahçe Tarihi’ne yazarak “mazinde bir tarih yatar” sözünü adeta ispat eden Rüştü Dağlaroğlu’nun verdiği bilgiye göre bir yıldan az bir süre başkanlık yapmıştır. Başkanlık dönemi ile ilgili herhangi bir faaliyette, maçta ya da olayda ismine rastlamadığımız Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Spor Kulübü’ndeki tek izini bulmanın gururu ile, yazımızın başında bahsettiğimiz Anı Defteri’ndeki yazısını ve imzasını yayınlıyoruz. Çalışmalarımız ve umudumuz bu dönem için daha fazla bilgi ve belge bulmak üzerinedir. Doktor Nazım Bey, henüz başkan değilken Fenerbahçe’yi 9 Nisan 1915 ile 23 Nisan 1915 tarihleri arasında bir tarihte ziyaret etmiş ve Anı Defterine şu satırları kaydetmişti:

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ndeki yazısı.

    “Memleketimizde spor oyunlarının …… edildiği (azaldığı) bir zamana tesadüf ettiğine müteessifim” 

    Nazım

    Bu satırlarında Doktor Nazım Bey, kulübü ziyaret ettiği sırada savaş dolayısıyla ülkede spor oyunlarının sık yapılamadığı için üzüntüsünü belirtmiştir. Ziyaretin gerçekleştiği dönemde, 2 Temmuz 1915 – 24 Aralık 1915 tarihleri arasında, Fenerbahçe futbol takımının sadece 6 maç yaptığı kayıtlıdır. Böylece Doktor Nazım Bey’in sık maç yapılamadığı için duyduğu üzüntüyü anı defterine kaydettiği ziyaret, maç kayıtları tarafından da doğrulanmıştır.

    Zenginlik…

    Yazdıkları gayrimeşru satırlarda; gerçekleri, cehaletin karanlığını beslemek için kurban eden tarih bezirganlarının kafalarını, yaptığımız her yayın ile birlikte, gömdükleri çukurlardan bir daha çıkarmamaları için son söz olarak şunu söylüyoruz: Tarih yazmaya çalışırken yaptığınız kasıtlı “Anakronik” hatalardan kaynaklanan  “Doktor Nazım, Atatürk’e suikast düzenlediği için idam edildi” yalanınız bu yazıyla beraber yok olmuştur.

    Bugün, ona atfedilen suç ile ilgisi olmadığı ortaya çıkmış olsa da, kısa bir süre başkanlığını yaptığı Fenerbahçe’ye olan nefretlerini onun üzerinden kusacaklara karşı, Doktor Nazım Bey’in hikayesinin gerçekleri yukarıda yazılıdır. Doktor Nazım Bey; siyasi faaliyetleri, hayatının dönemeçlerinde aldığı kararlar bir yana Fenerbahçe Tarihi’nin bir zenginliğidir. 110 Yaşındaki küçücük bir defterde onun imzası ile Mustafa Kemal Paşa’nın imzası arasında sadece bir yaprak vardır. Fenerbahçe’yi seven ziyaretçileri; Meclis-i Mebusan üyelerinden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin milletvekillerine, Saltanatı İstanbul’dan çıkarmaya gelen Refet Paşa’dan, o saltanatın üyelerinden olan Şehzade Ömer Faruk ve Şehzade Osman Fuat Efendilere uzanan büyük bir topluluktur. Çağı aşan bu zenginlik; farklı düşünen, hayata farklı bakan kişilerin ortak paydası olarak Fenerbahçe’nin gururudur.

    *Doktor Nazım Bey ve İzmir Suikast Girişimi ile ilgili çalışmalarıyla ufkumuzu açan; başta artık aramızda olmayan Erol Şadi Erdinç, Uğur Mumcu, Tarık Zafer Tunaya, Falih Rıfkı Atay ve Kazım Karabekir olmak üzere; sayın Murat Bardakçı, Prof. Dr. Erhan Afyoncu, Prof. Dr. Vahdettin Engin ve Prof. Dr. Ahmet Eyicil’e saygı ve minnetle…

    Barış KENAROĞLU