Etiket: Eşref Şefik Atabey

  • Eşref Şefik Bey’in İhracı

    Eşref Şefik Bey’in İhracı

    Güneş Spor Kulübü’nün ortaya çıkışında önemli mihenk taşlarından biri de Eşref Şefik Bey’in Galatasaray’dan ihracı olayıdır. Dönemin gazetelerinde önemli isimlerin bu konuya dair yazdığı yazıları derleyelim istedik. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Terkini Kayıt

    Galatasaray Spor Kulübü Reisliğinden   Azamızdan Eşref Şefik Bey’in kendi kulübünün şahsiyeti maneviyesini ve oyuncularını haksız ve müstekreh mütemadi neşriyatı ile tahkir etmiş olmasını hayret ve teessüfle karşılayan idare heyetimiz mümaileyhin kulüpten kaydının terkinine karar vermiştir.   Keyfiyet tebliğ olunur.

    4 Ocak 1933 – Milliyet Gazetesi


    Tenkide de İdman Lazım

    Bir boksör için, ringde, rakibinden aldığı darbelere tahammül, bir futbolcu için karşı tarafın yaptığı gollere tahammül, bir pehlivan için güreştiği insanın oyunlarına tahammül, adalenin kuvvetine ve kendinden emin oluşuna delildir.

    Fakat sporcu, silme adaleden mürekkep bir mahlûk değildir; onun bir zekâsı da vardır. Sporcunun adalesinden beklediğimiz tahammülü sinirlerinde ve zekâsında da ararız: O, bu tecrübeyi ve bu imtihanı tenkitler karşısında da geçirir. En şiddetli yazılara karşı sinirleri ve zekâsı metanetini kaybetmeyen bir sporcu, ringde, statta gösterdiği tahammülü matbuat sahnesinde de ortaya koyan dayanıklı ve kuvvetli bir adamdır. Fakat bu yazı tenkitlerine karşı sinirlenen bir sporcu da, ringde de stadda da beklediğimiz asabi mukavemetten eser yok demektir. Çünkü insanın “cümlei asabiye”si, her iki tarafta da ayni kuvvet manzumesidir ve değişmez.

    Dostum Eşref Şefik, Akşam gazetesinde, Galatasaraylıların uğradığı hezimetleri tenkit ediyordu. Kulüp idaresi bu yazılardan sinirlenmiş ve Eşref’in kaydını silmeye karar vermiş. Bu herhangi bir maçta yenilişten daha fena bir sinir bozukluğudur. Bence Galatasaray’ın hezimetlerinin o kulübe mensup bir muharrir tarafından tenkit edilmesi, Galatasaraylıların kuvvetini ve şerefini gösterirdi; çünkü eskilerin “marifeti nefis” dedikleri hassanın ve “autocritique” denilen kabiliyetin en güzel örneğiydi. Eşref Şefik’i fedaya karar vermekle Galatasaray kulübü idaresi, bu kabiliyetinin zaafa uğradığını meydana vurmuş oluyor. Tenkit, canlı ve dayanıklı uzviyetler içine şifa verici bir cerrahi ameliye gibidir; dişçinin kerpeteninden kaçan ürken çocuğu yarın, daha müthiş ağrılar bekliyor.

    4 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi (Peyami Safa)


    Eşref Şefik Bey Dava Açıyor

    Galatasaray İdare Heyetini Mahkemeye Verecek 

    (…) Kulüp idare heyetinin yazdığı tebliğin tarzı tahriri ve kullanılan kelime ve cümlelerin hakaretamiz bir mahiyette olması, Eşref Şefik Bey’i de çok müteessir etmiştir. Eşref Bey, dün kendisiyle görüştüğümüz vakit bize şunları söylemiştir:

    “Bu sarı kırmızı renkleri daima temiz olarak tutmak istedim. Yazılarım hiçbir vakit samimi tenkit hududunu geçmemiştir. Mensup olduğum bir kulübün mağlubiyetten mağlubiyete uğraması, sarı kırmızı rengi benim gibi sevenler kadar yüreğimi sızlatmıştır. Bir kulübe mensup olmak, o kulübün renklerini taşımak demektir, fakat hiçbir vakit meddah olmak, hakikati görmemek demek değildir. Kulüp heyeti idaresinin hakkımda yazdığı tebliğde baştan nihayete kadar şahsıma hakaret edilmiştir. Matbuat kanunu, bu gibi ahvalde gayet sarih ahkâmı ihtiva etmektedir. Neşir vasıtasile şahsıma karşı yapılan bu hakaretten dolayı kulüp idare heyeti aleyhine hakaret davası ikame edeceğim. Fakat bütün bu dedikodular, beni kulübüme karşı duyduğum sevgiden ayıramayacaktır”

    5 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi


    Kafamızın İdmanı

    Eski şerefli günlerinin iç gıcıklayıcı zaferlerile sermest olan Galatasaray futbol takımı bu seneki resmî maçlarda hezimetten hezimete düşerken kulüp erkân ve azası da biribirlerine düşmeğe başladılar.

    Galatasaray, memleketin spor tarihine kıymetli hatıralar kaydetmiş ve kendini münevver bir zümreye sevdirmiş emektar bir kulüptür. Bu kulübün futbol takımını ezeli bir rakip olarak tanıyan ve ağlarını gol demetlerile donatan Fenerbahçeliler bile bu akıbetten müteessirdirler.

    Şerefli bir rakip değersiz bir düşmandan çok kıymetlidir. Fakat zamanla telafi edilecek spor mağlubiyetleri arasına bir varlığın eczasını parçalayacak sinir buhranları girmesi tehlikelidir.

    Galatasaray’ın mağlubiyetlerini hiç şüphesiz samimi bir sporculuk gayretile ve gene şüphesiz salahiyettar bir kalemle tenkit eden Eşref Şefik Bey hakkında kulüp idaresinin verdiği karar işte bu tehlikenin işaretidir. Galatasaray şimdiye kadar çok şerefli zaferler kazanmıştır. Bir iki mağlubiyet ancak bir idman zaafı ve bir devre ricatidir. Muntazam bir antrenman bu sukutu tevkif edebilir.

    Fakat en mütehassıs azasının içten gelen bir teessürle ortaya attığı kusurları benimseyecek yerde acı söyleyen bu dost ağzını tıkamaya kalkmak bir kulübün maneviyatında telafisi güç rahneler açar.

    Anlaşılıyor ki tenkide karşı kalplerimizde teşekkür ve tesamüh yerine hala kin ve istan hissediyoruz.

    Her şeyden evvel tenkit ve münakaşa işin kafamızın idman etmesi lazımdır. Çünkü bu idmansızlık spor mağlubiyeti gibi geçici bir akıbet değil, bizi gülünç ve biraz da müstebit yapan bir afettir.

    5 Ocak 1933 – Milliyet Gazetesi (Burhan Cahit)


    Elifi Öldürün!

    Ehibba, şivei yağmada mebhut eyler âdâyı,Hüda göstermesin âsarı izmihlal bir yerde!

    Galatasaray izmihlal âsarı gösterir göstermez, en yakın dostu Eşref Şefik’in kaydını sildi. Eşref Şefik –idare heyetine göre- artık Galatasaraylı değildir.  

    Oh!.. Artık mesele kalmadı demektir. Kulüpteki bozgunlara, idaresizliklere, hoşnutsuzluklara sebebiyet veren, meğerse, Eşref Şefikmiş. Mağlubiyetlerin en büyük âmili bu arkadaşmış…

    Eğer Eşref Şefik Galatasaray’ın mağlup olacağını evvelden yazmasaymış, galibiyet muhakkakmış.

    İdare mekanizması bozuktur, futbol ekibi çalıştırılmıyor, bu şekilde galibiyet temin edilmesi imkansızdır, demek müstekreh neşriyat yapmakmış.

    Meğer mensup olduğu kulübün düzeltilmesini istemek “mensup olduğu kulübün şahsiyeti maneviyesini tahkir” imiş…  

    Bir kağıt, bir kalem, gazetelere bir tebliğ: Eşref Şefik Bey’in kaydını terkin ettik…

    Bundan böyle idare heyetini herkes sevecek, idare mekanizması kronometre gibi işleyecek, futbol takımı artık galip gelecek…

    Doğrusu, idare heyetinin kulüp işlerini tanzim için bir çırpıda bulduğu çareye deyecek yok…

    Vakti evailde, mahalle mekteplerindeki çocuklar, elifbeyi bir türlü öğrenemiyorlarmış. Dersi zihinlerine yerleştiremeyince aralarında karar vermişler:  

    • Hocayı öldürelim.

    Karar mı karar. Ellerine birer sopa alıp, köşebaşında hocayı beklemeye başlamışlar. Oradan geçen bir zat, çocuklara sormuş:  

    • Ne yapıyorsunuz burada?
    • Hocamızı bekliyoruz.
    • Neden?
    • Onu öldüreceğiz.
    • Sebep?
    • Elifbeyi öğrenemiyoruz.
    • Ayol, hocayı öldürürseniz yerine başkası gelir, elinizde ise elifbeyi öldürün!

    Eşref Şefik’i –hem de salahiyetleri yokken– kulüpten addetmemekle işler düzelecek mi? Eşref artık tenkit etmeyecek mi? Doğru yolu göstermeyecek mi? O olmazsa, başkası yazamaz mı?

    Bu neşrettikleri tebliğden sonra –bize kalırsa– idare heyeti, kendi kayıtlarını silmelidirler…

    5 Ocak 1933 – Vakit Gazetesi (Selami İzzet)


    Vur Abalıya!

    Eskiden, her futbol mağlubiyetinin sayılı sebepleri vardı: İlkbaharsa, rüzgârın altına düşmek; yazsa, güneşe karşı oynamak; güzse, çamura batmak; mevsim müsaitse hakemin haksızlığı; hakem adilse, şanssızlık!

    Bu beş gizli düşmandan biri, muhakkak her yaptığımız milli maçta bizim on bir oyuncumuzun ayrı ayrı ayaklarına dolaşır, nefeslerini tıkar, hücumlarını keser, şütlerini çelerdi.

    Fakat bu beş düşmandan üçü, rüzgâr, güneş, yağmur, tabiatın korkunç kuvvetleri olduğu için kolay kolay başa çıkılmaz. Dördüncüsü, hakem denen münferit hâkimdir ki ona söz söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Beşincisi olan şansa gelince, bu gizli sihirbazın, yeryüzünde oyuncağı olmayan kim var?

    Bundan dolayıdır ki galip gelmek için, yalnız on bir rakibini değil, rüzgârı, güneşi, yağmuru, hakemi, şansı da mağlup etmeye mecbur olan takımlarımız, ekseriya sahadan başları önderine düşük çıkıyorlardı.

    Son günlerde, bu yenilme salgınına Sarı-Kırmızılılar tutuldular: Beşiktaş’a yenildiler, İstanbulspor’a yenildiler, Süleymaniye’ye yenildiler… Sebep? Bunu, Galatasaray idaresi uzun uzun düşünmüş, aramış ve bulmuş: Güneş değil, rüzgâr değil, yağmur değil, hakem değil, şans değil. Ya kim? Söyleyeyim: Eşref Şefik Bey’in tenkitleri!

    Ve Eşref Şefik Bey’i kulüpten ihraç etmişler…  

    Bu adilane kararlarile Galatasaray’ı gelecek mağlubiyetlerden kurtaran idare heyetini tebrik ederiz.    

    6 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi (Yusuf Ziya)

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Wacker’e Karşı

    Wacker’e Karşı

    1949 yılında Fenerbahçe’nin kuruluş yıldönümü / bayramı, Şubat ayında gerçekleştirildi. Wacker’e karşı yaptığı maçı 4-2 kazanan Fenerbahçe, 1965’e kadar maçlarını yeniden açılan Fenerbahçe Stadyumu’nda yapacaktı… Maçın detaylarını Eşref Şefik Bey’in kaleminden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Vaker’i Dün 4-2 Mağlup Etti

    Her tarafı tamamlanmamış olduğu halde, Avrupa’daki kulüp statlarının çoğundan daha derli toplu bir tesir bırakan Fenerbahçe’nin yeni ve eski tribünleri dün hıncahınç dolmuştu. Açılma merasiminin spor sahalarına uyacak bir tarzda kısa ve samimi tertip edilmiş olmasını, Fener idarecilerinin bundan sonra da ağırbaşlı ve mütevazı çalışmak istediklerinin hayırlı bir alâmeti olarak kabul etmeliyiz.

    Saracoğlu’ndan, Milli Eğitim Bakanı’ndan, Celâl Bayar’dan, Nizameddin Kırşan’dan gelen tebrik telgraflarının okunmasını ve kulüp namına halka söylenen teşekkür nutkunun devre arasına bırakılmasını da takdirle karşıladık. Bir spor sahasında halkın en fazla ehemmiyet verdiği şeyin müsabaka olduğunu kavramış olan Fenerliler, merasimi lâfzenlikle, sıkıcı nutuklarla uzatmamak dirayetini göstermek suretiyle, yeni statlarıyla beraber yeni bir idare çığırı açmak istediklerini hissettirmiş oldular.

    Maçın ilk top vuruşunu, İstanbul Vali ve Belediye Reisi Doktor Lütfi Kırdar yaptı.

    Yunanistan maçlarında çok hırpalandıkları ve yıprandıkları, oyuncularının topallamalarından ve mecalsiz hareketlerinden hemen belli olan Vaker’e karşı Fenerliler oyuna şu tertipte başladılar:

    Cihad,  Erdoğan, Ahmed, Salâhaddin, Samim, Müjdad, Fikret, Erol, Suphi, Lefter, Halid.

    Hakem Feridun Kılıç’ın idare ettiği maçın ilk dakikalarında Fenerbahçeliler sıkı hücumlara giriştikleri için üstünlüğü temin etmekte gecikmediler.

    Bazılarının futbol oyununu iyice kavradıkları hareketlerinden, yer tutuşlarından belli olan Vakerliler sakatlıkları ve mecalsizlikleri yüzünden bir türlü kalkınamıyorlardı.

    Dünkü Vaker oyuncularının pek yıpranmış oldukları halde, tereddütsüzce çıkışlarını ve canlarını dişlerine takarak çalıştıklarını gördük de profesyonel futbolculuğun zannedildiğinden ne kadar ağır ve acı bir meslek olduğunu bir daha düşündük. Kendi lig maçları devamınca, «hafta sekiz, gün on dokuz» çalışan profesyonellerin kulübün masraflarını, dolayısile kendi ücretlerini çıkarabilmek için turnelerde icabında sakatlığa filân bakmadan da oyun oynamağa mecbur kaldıklarına dün bir daha şahit olduk. Topallayarak koşan, bacaklarına kramp girdiği halde sahadan çıkmamağa çabalayan Vaker oyuncularının profesyonellik gayretiyle de olsa, kulüplerine gösterdikleri bağlılığın, çıtkırıldım, keyifleri kekâh ve amatör sınıfından sayılan nice futbolcudan daha kuvvetli olduğunu acı acı seyrettik.

    On dördüncü dakikaya kadar Fener baskısı altında kalan Vaker’in sağ içi bacağına giren krampın ıstırabına dayanamayarak oyundan çıktı. Oyundan çıkanı sedye ile içeri getirirlerken, yerine ondan üç gömlek eksik bir ihtiyat oyuncuyu soktular.

    Fenerliler müsait vaziyetlerde üç fırsat kaçırdıktan sonra, yirmi üçüncü dakikada soldan çekilen bir korneri müteakip sağ açık Fikret’in, bazılarınca şüpheli görülen bir dalışile ilk gollerini yaptılar. Bu golde şüpheli görülen vaziyeti oturduğum yere nazaran şöyle tespit edebildim:

    Soldan korner çekildi. Top kalenin köşesine kadar düzgün geldi. Vaker kalecisi sıkışık vaziyette yumruklayarak topu sola aktardı. Avt çizgisi üstünde yarı yolda topu tekrar kapan Lefter içeri doldurduğu sırada, Fikret de sağdan kaleye daldı. Topun kale çizgisini geçerken, hızına hâkim olamayan Fikret’in ellerinden sektiğini fark ettik. Fakat yan hakemleriyle orta hakemi, topun ele dokunuşunun kale çizgisini geçtikten sonra vaki olduğuna hükmettikleri için tabiatile gol saydılar. Kanaatimce, o gol verilebilirdi ve hakem golü tarafgirlik kasdile vermedi.

    Bir dakika sonra Fenerin ofsayd vaziyetinde akışını vaktinde durdurmadığı halde sonradan kesmek suretiyle taraf tutmadığını ispat etmek isteyen hakeme seyircilerden bir kısmı itiraz ettiler. Fakat hakem aldırış etmedi.

    Yorgunlukları ve Yunanistan maçlarından kalan sakatlıkları gittikçe artan misafirlere karşı, Fenerbahçe hâkim oynamakta devam etmekle beraber düzgün kombinezonlu ve güzel akışlı bir oyun çıkaramıyordu.

    Otuzuncu dakikada çabuk inkişaf eden bir Fener akınında, Fikret’in çektiği sıkı şut kale önünde bir oyuncunun başından sekerek seyrini değiştirdiği için Vaker kalecisi yetişemedi. İkinci golü de Fenerliler bu suretle kazanmış oldular.

    Otuz ikinci dakikada soldan ilerlemeğe başlayan Fenerin merkez muhacim ofsayd vaziyetinde akını takip ederken Vakerliler hakemin ofsayd çalacağı zannına kapılarak bir an durakladılar. Hakem ofsayd çalmayınca tekrar yer tutmağa koştular, fakat gecikmişlerdi. Erol yetişip yerden bir şutla üçüncü golü yaptı. İlk devre bu şekilde 3-0 Fenerin lehine nihayetlendi.

    İkinci devrenin başlarında, Fener merkez muhacimi iki kere gol pozisyonuna girdi. Fakat topu müsait zaviyelerde kullanmağa imkân bulamadığından fırsatları neticelendiremedi.

    Vakerliler biraz daha gayretli oynamak azmiyle mukabil hücumlara başladıkları sırada, sol için pek güzel sürüp çektiği şutu Cihad yerinde kurtardı.

    Evvelce sağ açığı sakatlanarak çıkan Vaker takımının boş kalan sağ açık mevkiini ihtiyar Zişek topallayarak doldurmağa çalışıyordu. Sekizinci dakikada Fener kalesi önüne kadar gelen bir hücum esnasında, «ummadık taş bas yarar» kabilinden o ihtiyar ve topallayan oyuncu düzgün bir şutla ilk golü yaptı.

    On üçüncü dakikada, Fener sol açığının iyi sürüp çektiği şut kaleyi aştı.

    On sekizinci dakikada Suphi’nin ofsayd vaziyetinde attığı golü hakem haklı olarak saymadı.

    Yirmi birinci dakikada sağdan uzun ortalanan topa yetişen Suphi Fener’in dördüncü golünü atmağa muvaffak oldu. Bu dördüncü golden sonra Fenerliler gevşediler. Vaker de biraz açıldı.

    Yirmi altıncı dakikada, sahalarımızda az görülen ustaca bir top alış ve vücut çalımları ile Fener kalesine süzülen Vaker merkez muhacimi ikinci golü yaptı.

    Vaker’in bu golünden evvel, midesine top gelip baygınlık geçiren Ahmet çıkmış, yerine Hilmi girmişti. Biraz sonra da Samim hastalandığından yerine Saraceddin girmişti.

    Otuz ikinci dakikada soldan ortalanan topa çıkış yapan Suphi hızını alamayarak topu geçtiği için gol atamadı.

    Bu fırsattan sonra Vakerliler oyunu bitirmeğe başladılar. Fenerbahçe gol farkını muhafaza edebilmek üzere hayli yoruldu. Fakat dünkü çok kalabalık maçı 4-2 kazanmış oldu.

    Eşref Şefik – 14 Şubat 1949 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Halit Kıvanç’ın Anıları I

    Halit Kıvanç’ın Anıları I

    Fenerbahçe tarihinin en büyük iz bırakan isimlerinden biri olan Halit Kıvanç, anılarını “Gool diye diye” kitabında derlemişti. Bu hatıralardan Fenerbahçe ile ilgili olanlar sitemizde bulunsun istedik. “Halit Kıvanç’ın Anıları I” Türkiye’de maç yayınları ve spikerlik hakkında çok kıymetli bilgiler içeriyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Futbol Maçı Eve Giriyor

    İstanbul Radyosu’nda o günkü telaş haksız sayılmazdı. Kolay değildi. Bir futbol maçı naklen yayınlanacaktı staddan… Canlı canlı… Dakikası dakikasına… Sporsever evinde otururken, staddaki karşılaşmanın heyecanını saniyesi saniyesine yaşayacaktı.

    Takvimler, 1934 yılının 20 Temmuz’unu gösteriyordu. Kadıköy’deki emektar Fenerbahçe Stadı’nda gerekli hazırlıklar tamamlanmıştı. İşte maçın spikerliğini üstlenen Eşref Şefik de mikrofon başına geçiyor, Fenerbahçe ile Avusturya’nın WAC takımları arasındaki maçın nakline başlıyordu. Yani maç, radyoda da başlıyordu. Bu, Türkiye’de hem spor hem yayın tarihinde bir futbol maçının radyodan ilk kez naklen yayınıydı.

    O hafta yayınlanan, dönemin popüler dergisi Olimpiyat, bu naklen yayını “Yılın olayı” öneminde görerek şunları yazıyordu:

    “Umumi yerlerde cereyan eden hadisatın birçoğu radyolar ile nakil suretiyle neşredilir. Bunların en heyecanlılarından biri, şüphesiz futbol sahalarından nakledilen mühim maçlardır. Maçlar stadyumlara konulan bir mikrofon ile nakledilerek mürsile vasıtasıyla neşredilir. İstanbul’da ilk yapılan spor röportajı geçen hafta Fenerbahçe Stadyumu’nda Fenerbahçe-Avusturya takımları arasında yapılan maç olmuştur. Reportörlüğü Eşref Şefik Bey yapmıştır. Radyoda konuşma tarzını pekiyi bilen Eşref Şetik Bey aynı zamanda futboldan anladığı için maçı hoparlörde tamamiyle canlandırmaya muvaffak olmuştur. Bu defaki maçta 10 bin kişi gibi büyük bir seyirci kitlesinin bulunmasından dolayı şüphesiz bu kalabalık halkın bağırışlarıyla alkışlarından mikrofon fazlaca müteessir olmuştur. Binaenaleyh bu gürültülü sahneler esnasında, reportörün sesi gürültüye boğulmuş ve hiç anlaşılmayacak kadar az işitilmiştir. Fakat bu işe kabiliyetl olan reportör, bu sıralarda geçen harekâtı gürültü biter bitmez bir kere daha çabucak tekrar ederek maçı hiç noksansız olarak bitirmiştir. Hele Eşref Şefik Bey topun kimden kime pas verilmesi ile, kaleye yaklaştığı sıralarda ‘tehlike var, tehlike var’ deyişiyle bütün dinleyenlerin heyecanlandığı bu anda ‘aut oldu’ demesi, dinleyicileri müsterih ediyordu. Büyük muvaffakiyetle yapılan bu naklin en mühim faydalarından biri de, maçlardan diğer vilayetlerimizin aynı dakikada haberdar edilmeleridir. Bu suretle İstanbul Radyosu bütün dinleyicilerini memnun edecek bir hizmette bulunmuş olduğundan takdire şayandır.”

    Halit Kıvanç'ın Anıları I

    Mikrofon Yanında Süt

    Eşref Şefik, hem yazardı, hem spikerdi. Spordaki bilgisi ve spikerlikteki yeteneği, bu ilk maç spikerliği görevini üstlenmesinin başlıca nedenleriydi. Ancak Eşref Hoca bu işin fazla gönüllüsü değildi. ilerleyen yıllarda güreş ve boks naklen yayınlarında spikerlik yapmayı daha çok sevecekti. Aslında kendine özgü anlatımıyla Eşref Şefik, ağzından bal damlayan bir konuşmacıydı. Gerek radyodaki haftalık programlarında gerekse naklen yayınlarında öyle tatlı konuşurdu ki, spor yayınını değil ama Eşref Şefik Usta’yı dinlemek için radyo başına geçenler olurdu. Bir de naklen yayınlarda mikrofonun yanında sütle dolu bardağı durur, zaman zaman “Hele şu sütümü içeyim” derdi. Bazen güreş ya da boks maçlarında tribünlerden “Eşref Ağabey, sütünü iç!” diye tempo tutan muzip gençlere rastlandığı olurdu.

    Ama dedim ya, Eşref Hoca futbol spikerliğine devamı pek arzulamıyordu. Bunu yıllar yılı Babıali’de gazetecilik yaptığımda, radyoda spikerlik görevi üstlendiğimde tanıdığım Eşref Şefik’ten çok duymuştum: “Ben İstanbul Radyosu’nda spikerim. Ağzım laf yapar. Eh sporu, futbolu da anlarız, diye düşünüp benim üstüme yıkmışlardı bu işi… Ama ben çok ısınamadım futbol nakline… Güreş veya boks anlatmak daha hoşuma gitti. Bu işi hem sevecek, hem becerecek birisini aradık. Ararken de buluverdik.”

    Bulunan maç spikeri, bu alanda öncü olarak tarihimizdeki yerini alacak Sait Çelebi idi.

    Halit Kıvanç'ın Anıları I

    Sohbetli Naklen Yayın

    Sait Çelebi aslında bu işin yabancısı sayılmazdı. Çünkü kaç zamandır güreş müsabakalarını radyoda naklediyordu. Organize ettiği güreş karşılaşmalarının radyoda naklen yayın spikerliğini de kendisi yapıyordu. Hatta bunlardan birinin çok önemli anısı vardı:

    1933 yılının 19 Eylül gecesi, İstanbul’da Maksim salonunda Türkiye-İtalya grekoromen güreş teması yapılıyordu. Güreşler sürerken salonda bir kıpırdanma başlamış, “Gazi geliyor” sesleri her yanı kaplamıştı. Gerçekten Atatürk gelmişti salona… Sonradan öğrenildiğine göre, Atatürk’ün gelmesinin nedeni, radyodaki naklen yayındı. Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda Sait Çelebi’nin naklettiği güreşleri radyoda dinlerken çok heyecanlanmış ve heyecanını yenemeyerek güreşleri yerinde görmek istemişti. Çok geçmeden de yanındakilerle birlikte Maksim salonuna varmıştı.

    Sait Çelebi, Atatürk’ün geleceğini duyduğunda paniğe kapılmıştı. Çünkü salon tıka basa doluydu. Mustafa Kemal’i nasıl karşılayacaktı? Radyodaki naklen yayını filan unutmuştu Çelebi… Ve salonda yüksekçe bir yere çıkmış, avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı: “Yer açın! Gazi Hazretleri teşrif ediyorlar. Yer açın… Atatürk geldiğinde salondaki kalabalıktan havanın çok bozulmuş olduğuna dikkat etmiş ve pencerelerin açılması için uyarıda bulunmuştu.

    Haluk San’ın Belgeleriyle Türk Spor Tarihinde Atatürk kitabında yer alan bu anı, Sait Çelebi’nin çok canlı, hareketli, yetenekli bir kişi olduğunu da kanıtlıyordu. Aynı zamanda esprisi bol bir insan olduğu da, hem yakından tanıyanlar tarafından naklediliyor hem de maç nakillerinden biliniyor. Hatta bir akşam kiraladığı bir spor salonundan ampul çalan hırsızın peşinden koşmuş, yakaladığında “Bu ne?” diye sormuştu. Hırsız inkâra sapmış, “Bakkaldan şimdi aldım” demişti. Sait Çelebi, adamın cebindeki ampulü çekmiş, takılı olduğu yerden az önce alındığı için sıcaklığını hissetmiş ve hırsıza “Bu ekmek mi?” Fırından yeni mi aldın böyle sıcak sıcak?” diye sormuştu.

    Sait Çelebi, maç nakillerinde de tribünde bulunan eşine dostuna takılır, onlarla sohbet ederdi. Tabii bu sohbeti radyoları başındaki yüzbinler de dinlerdi. Bugün için böyle bir uygulama yadırganır, hatta eleştirilir. Ne var ki, o günlerde bu biçim naklen yayınlar, aslında sporu ve spor yayınını sevdirmek gibi bir hizmet görmüştü. Sait Çelebi yıllarca sadece futbol değil, birçok spor dalında naklen yayın spikerliği yaptı, pek çok dinleyiciyi radyo başına çekti. Konuşma tatlılığı yanında geniş spor kültürüyle de Sait Çelebi, spor ve yayın tarihimizde gerçek bir öncüydü. Maç spikerlerinin öncüsü…

    (DEVAM EDECEK)

    Not: Fotoğraflar Faik Şenol imzalı