Hepimizin sevdiği bir yönetici olan Yavuz Kayral hakkında, Fenerbahçe Spor Dergisi’nin Aralık 1983 tarihli sayısında çıkan yazı… Kendisine sağlıklı bir ömür diliyoruz. Gerçekten çok özledik. Keyifli okumalar…
Kulübümüzün iki yıldan beri Ankara temsilciliğini yapmakta olan iş adamı Yavuz Kayral, günün üç dört saatini Fenerbahçe’ye ayırmaktan kendini alamıyor. Yoğun işleri arasında, kulübün önemli işlerini de Ankara’da sürat ve ustalıkla halleden Kayral’a kendi işinden fedakarlık ederek kulüp işlerine bu kadar vakit ayırmak epeyce pahalıya mal oluyor amma onun üstün kulüp sevgisi ve Sarı-Lacivertli renklere olan tutkusu, her şeyin üstünde geliyor.
Çankaya’da çok şık bir mobilya mağazasına sahip olan Kayral, Fenerbahçe’nin yurt içi ve yurt dışı tüm maçlarını da izlemekten kendini alamıyor. Son Çekoslovakya seyahatine de katılan Kayral, Sarı-Lacivertli takımı bir an yalnız bırakmamaktadır.
Fenerbahçe Kulübü’nün Ankara’da çeşitli resmî makamlarda, en üst zirvedeki işlerinden tutunuz, lisans ve askerlik işlerine kadar her şeyi seve seve yüklenen ve bu işler için tek kuruş almayan bu vefakar kulüp üyemiz, Ankara’da seçkin iş adamlarını kulübe kayıt ettirmekten geri kalmamış ve bu alanda da Fenerbahçe’ye hizmetler ifa etmiştir.
Yavuz Kayral Her Maçı İzler
Yavuz Kayral’ın en büyük özelliği onun Fenerbahçe’nin her maçını izlemesidir. Yurt içinde ve yurt dışında Fenerbahçe’yi izlemekten geri kalmaz ve bu uğurda her türlü maddi fedakarlığa katlanır.
Kayral’a göre, Fenerbahçe’nin hem Türkiye Ligi’nde, hem de kupadaki şampiyonluğu büyük başarıdır.
Takım içindeki uyumun, Yönetim Kurulu’nda uyum olduğu sürece devamlı olabileceğine işaret eden Yavuz Kayral, Fenerbahçe’nin Ankara’da bir lokali olması gerektiğini ve şayet bina işi halledilirse, bu lokalin möble ve dekorasyonunu kendisinin yüklenebileceğini söylemektedir.
Futbolda olduğu gibi, basketbolda da bu yıl şampiyon olabileceğimize değinen Kayral, “Geçen yıl kıl payı kaçırdığımız şampiyonluğu elde etmemiz gerekiyor ve müessese takımları da artık hegemonyalarını sürdüremezler” diyor.
Yavuz Kayral’ın Biyografisi
1954 yılında Ankara’da doğan Yavuz Kayral, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi mezunudur. İngilizce bilir. Möble ve dekorasyon üzerine büyük tecrübe ve ihtisası vardır. Ankara’da amatör olarak futbol oynamıştır. Evli ve iki çocuk sahibidir.
Aralık 1983 – Fenerbahçe Spor Dergisi (Kamuran Tekil)
Kamuran Tekil‘in Fenerbahçe Spor Dergisi’nde Ocak 1984 tarihinde yayınlanan bir yazıda müessese kulüplerinin basketbolda Fenerbahçe karşısındaki vaziyeti “Haçlı Seferi” tabiriyle anlatılmış. Bugünlerde yaşadıklarımız neredeyse 40 yıl önce anlatılmış, desek yeridir. Tarihi bilince günü idare etmek çok daha basit. Keyifli okumalar…
Basketbol, futbola oranla şimdiye kadar olaysız ve tartışmasız biçimde ele alınan bir spor olarak tanımlanırken, bazı müessese kulüplerinin hegemonyalarını devam ettiremeyeceklerini anlamaları üzerine, ortalık karışmaya başladı.
Fenerbahçe’nin geçen yıldan bu yana yeni ve güçlü bir kadro ile ortaya çıkması bazı müessese kulüplerini telaşa düşürmüştü. Bunlar bir süreden beri devam ettirdikleri hegemonyalarının yok olacağını düşünerek, her türlü önleme başvurmuşlar ve artık hakemlerden medet ummaya başlamışlardı. Onlara göre Fenerbahçe büyük bir güç ve tehlike olarak ortaya çıkmıştı. Bu gidişle Sarı-Lacivertli takım futbolda olduğu gibi basketbolda da artık iddia sahibi olacaktı.
Fenerbahçe’nin ne işi vardı basketbol alanında… O gitsin futbol ile meşgul olsundu…
İşte bu zihniyetle, Fenerbahçe’yi durdurtmak gerekiyordu.
Halbuki bu müessese kulüplerinden çok daha önce, Fenerbahçe 1950’li yıllarda Galatasaray karşısına güçlü bir kadro ile çıkarak, basketbolun gelişmesinde büyük rol oynamıştı.
Ne var ki; müessese kulüpleri reklam amacı ile sadece basketbola eğilerek milyonları bu şubeye harcamaya başlamışlardı.
Spor kulüpleri ise futboldan kazandıkları paranın küçük bir kısmı ile bu şubelerini yönetebiliyorlardı.
Böylece finansman dengesi bozulmuş, müessese kulüpleri bol para ile hegemonyalarını kurmuşlardı.
İşte Fenerbahçe’nin geçen yıldan itibaren basketbolda ciddi bir hamleye atılması ve geçen sezon Türkiye basketbol liginde Efes Pilsen’in ardında kıl payı ile ikinci olması bu hegemonyayı kökünden sarsmaya başlamıştı. Artık meydan boş değildi ve müessese kulüpleri için tehlike çanları çalıyordu. Bu nasıl durdurulacaktı?
Basketbol Federasyonu’nun koyu Galatasaraylı başkanı da, esasen Fenerbahçe’nin üste çıkmasını istemezdi. Ve bir hakem sorunu ortaya çıkarıldı.
Son Fenerbahçe-Eczacıbaşı maçı bu sorunu iyice belirlemişti. Ve Fenerbahçe bir çeşit Haçlı seferlerine maruz kalmıştı sanki..
Bu, Fenerbahçe’yi durdurmak için son çare idi. Bu çare de işi halletmezse artık yapılacak iş, pek azdı.
Ve bazı çevrelerin istedikleri oldu. Fenerbahçe Eczacıbaşı’ya yenilmiş miydi, yoksa yendirilmiş miydi?
Ne olursa olsun, Sarı-Lacivertli takımın 1 puan kaybetmesinden bayram edenler vardı. Bunlar bir türlü kulüpçülüklerini, renk tutmayı ve duygularını yenememiş kimselerdi.
Böylece basketbolda da dejenerasyon devri başlatılmış oluyordu.
Bu gafiller, gerçekte Basketbol sporuna kıydıklarının farkında bile değillerdi.
2000 yılında Neriman Tekil‘in Fenerbahçe Spor Dergisi’nde Hüseyin Denizci beyefendi Fenerbahçe Müzesi ile ilgili kısa fakat mükemmel bir yazı kaleme almış. Artık Fenerbahçe’nin bir müzesi var. Fakat yazıda geçen diğer konulara bakılacak olursa, aradan geçen 22 sene neyi, ne kadar değiştirdi, tartışmak gerekir. Fenerbahçe’nin zafer hatıraları birden çok müzeyi bihakkkın doldurur.
Fenerbahçe, müzesinden yoksun olarak 93 yılını geçirdi. Yılların birikimi o değerli hatıralar her zaman uygun olmayan yerlerde ve uygun olmayan şartlarda korumasız depolandı. Hepsi spora ait bu kültür eserleri ne müze kurulunun sorumluluğuna terk edildi ve ne de kulüp içinde bu değerli emanetleri zimmetlenen birileri oldu.
1992-1994 döneminde müze kurulunda görevliydim. Arkadaşlarımla birlikte çok güzel çalışmalar yapıyorduk. Ayrıca “Danışma Komitesi” olarak sınıflandırdığımız çok kıymetli Fenerbahçeliler müze kurulu ile toplanıyor ve çalışmalara renk ve anlam katıyorlardı. Uzun müzakereler sonunda alınan kararlar yönetim kuruluna yazılı olarak iletiliyor ve gelecek yanıt heyecanla bekleniyordu. Fakat ne yazık ki kurumsal bir Fenerbahçe yaratmayı vadedenler bir yasal kurulun yazılı başvurularına hiçbir zaman yanıt vermek gereğini duymadılar.
1994 yılında eski binanın boşaltılması sırasında müze eşyalarını bir bir paketleyip Dereağzı’nda bize tahsis edilen odaya depolamıştık. Binanın inşaatı bittiğinde sıra müzenin yerleşmesine gelmişti. Bu arada genel kurul olmuş ve biz görevi devretmiştik. Yerleştirme işini müze kurulunun yapamayacağına karar veren yönetim kurulu bir vitrin dekoratörü çağırıp işi hallettiler. Tabii olarak iş erbabının elinden çıkmayınca ne müze müzeye benzedi ve ne de müzenin düzeni. Bir de heykelini diktiler yaptıranın bu tuhaf yapının girişine, iş tamamlandı.
Fenerbahçe için emek, kafa ve para harcayanlara her zaman teşekkür borcumuz vardır. Ama biz bir asra yaklaşan bir beklentinin mutlu son ile noktalanmasını bekliyorduk. Bu olmadı. Umutlarımız bir başka bahara kaldı.
Her şey bir uzmanlık işidir. Müzecilik de öyle.
Yapısı ayrı, işletmesi ayrı bir uzmanlık konusu. Ciddiye alınmazsa bocalamak kaçınılmaz olur.
Hüseyin Denizci| Fenerbahçe Spor Dergisi – 2000 (Fenerbahçe Müzesi)
Mayıs 1988 tarihli Fenerbahçe Spor Dergisi’nde Firüzan Tekil, Fahir Bey’in ölümü ardından kaleme aldığı yazıda, Fenerbahçe’nin en büyük sorunlarından birisine işaret ediyor.
Gönüllerin içindeki spor kulüpleri ile gözlerin önündeki kulüpler arasında hayli fark vardır. Bu fark, giderek büyümekte. Buna paralel, anlayışlar arasındaki farklar da belirgin hale gelmektedir.
Kimi, eski tertip, kulüplerin insan yetiştirme ocakları olduğunu düşünür ve baş fonksiyonun eğitim olduğuna inanır, kimi de, futbol oyununu bir temaşa işi olarak görür, öyle değerlendirir; adam toplar, güçlü takımı kurar; bunu, bir zafer ve övünç yolu olarak anlar.
Bir diğer kategori ise, bu ikinci yolu benimsedikten sonra, her işin başının para olduğu inancından yola çıkarak, kesenin ağzını, faizsiz borç verme doğrultusunda açar, iş hayatında, TV’lere milyonlar, yüz milyonlar verse elde edemeyeceği bir reklamın yolundan gidip, meçhul iken meşhurlaşarak, tüm kapıların kendine ardına kadar açılmasını sağlamış olur.
Futbol ve kulüpçülük, şimdi bunları getiriyor. Kuşkusuz bu kategoriler arasında büyük lisan farkları da belirmiştir. Birbirlerinin dediklerini hayli zor anlıyorlar.
Türk toplumuna armağan edilen, büyük, değerli isimler arasında tek tük de olsa eski spor anlayışına sahip kişiler çıkmıştır. Bu, daima istenen ve özlenen bir durumdur. Sporcunun, bir yandan da aydın kişi olması hep arzu edilmiştir. Ne var ki, bu gibi insanlara az rastlanıyor. Fahir Emin Yeniçay bu tür isimlerin başında gelir. Fâhir Emin, işgal senelerinin bitimine doğru Kadıköy’deki (Sen Jozef) kolejini bitiriyordu. Bu bitiriş, o zamanlar gerçekten çetin ceviz olan bu koleji, birincilikle bitirme biçimindedir, çok parlak bir sonuçtur. Bundan sonra genç adam kendini, ilme ve fenne verecek, belli süreler geçtikten sonra, Türkiye’nin bir numaralı fizik alimi, Prof. Fahir Yeniçay olarak, İstanbul Üniversitesi’nin yıllar boyu rektörlüğünü yapacaktır.
Tamamiyle Batı’ya dönük bir üstün kişi olan baba Emin Bey, bu yönünden ötürü, yakın tanıdıklarınca bilinen bir de lâkap taşır. Vazifesi, şimdiki Başbakanlık müsteşarlığının çok daha tantanalı karşılığı olan Sadaret müsteşarlığıdır. Bu yüksek makamdan kimler geçmedi ki? Maruf Halit Ziya Uşaklıgil, Cevat Açıkalın’ın babası, (Löbo Cevat),”Görüp işittiklerim’ müellifi Ali Fuat Türkgeldi gibi…
O zamanki ev, Sen Jozef’in paralel sokağı olan eski Şekerci Bakkal, Şimdiki Şâir Lâtifi Sokağı ki, 27 numura, oymalı rölyefleriyle hâlâ suskun suskun duruyor.
Emin Beyefendinin, üçü kız, üçü erkek altı çocuğu olmuştur. En büyükleri Fâhir Bey’dir.
Aynı Emin Beyefendi, Şâiri Azam Abdülhak Hâmit’in damadıdır, yani Fâhir Bey, büyük şairin torunudur.
İşte bu Fâhir Bey, Fenerbahçe takımımızın uzun süre sol haf bekidir. Futbolu bırakırken, yerini Büyük Fikret’e devretmiştir. Erkek kardeşlerden biri, Tarık Bey, bir zaman önce vefat etmiş, o da Fenerbahçe’de bir yandan futbol oynamış, bir yandan atletizm yapmıştı. Kariyeri Hariciye olduğundan, son görevi Helsinki B.Elçimiz idi.
Fâhir Yeniçay, bu Mayıs ayı başında vefat etti, altı kardeş de bu suretle hayata veda etmiş oldu. Profesör Fâhir Yeniçay’ın, Milliyet gazetesinde çıkan vefat haberi, ailenin dikkatli ifadesiyle gerçekten ilginçtir. Belki de rahmetli, öyle yazılmasını istemiştir, mümkündür.
Bu ilânda Profesör Fâhir Yeniçay nasıl belirtilmiştir, biliyor musunuz? ‘Eski, Fenerbahçe futbolcularından ve eski Üniversite rektörlerinden”
Böyle bir vetat ilânını, insan okurken, müteveffanın sporu ne kadar önemli gördüğünü heyecanla düşünmeden edemiyor. Profesör Fahir Yeniçay, gerek sporcu olarak, gerek topluma armağan edilmiş büyük ve değerli insan olarak demek ki bu iki niteliği birbiriyle bağdaşır değerde görmektedir. Gerçekten, Fâhir Yeniçay, Türkiyemizin yetiştirdiği en değerli, en üstün insanlardan biri idi. Onun ismi Fenerbahçe kulübü üstünde bir çeşit (heykel-fligran) olarak duruyor şimdi.
Acaba, Fenerbahçe yönetimi bu değerli ufûl karşısında ne yaptı? Bir kısacık bildiriyi gözleriniz boşuna aramıştır. Teşvikiye Camii’ne acaba bir çelenk gitti mi? Hiçbir şeye hayret etmemek gerekiyor. Yazının başında söyledik ya. Gönüllerin içindeki spor kulüpleri bile gözlerin önündeki kulüpler arasında hayli fark var. Bir kayıtsızlık görülüyorsa, bunu tabii karşılamak, hatta hoş görmek gerekecek.
Kulüp yöneticileri arasında da fark yok değil. Mesela, kısa bir süre önce vefat eden Prof. Turhan Feyzioğiu, Galatasaray mezunudur, fakat hiç top oynamamış, spor da yapmamıştır, Galatasaray yöneticileri, onun vefatı üzerine, takımlarına sahada saygı duruşu yaptırdılar. Seçkin futbolcu Profesör,eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Fahir Yeniçay’ı ise, sadece yakınları, onu bilenler, tanıyanlar düşündüler, saygı duruşlarını içlerinde yaptılar ve de yutkundular.
Firüzan Tekil – Mart 1988 – Fenerbahçe Spor Dergisi / Fahir Bey’in Ölümü
Mart 1998 tarihli (Neriman Tekil‘in) Fenerbahçe Spor Dergisi’nde, Hüseyin Denizci imzalı bir yazıda 15 Şubat 1998’de yapılan olağan genel kurul toplantısında Kongre Divan Başkanlığı eleştirilmiş. Her ne kadar Hüseyin Bey’in bahsettiği “ULAN’lı Kongre” unutulmuş da olsa, yazı tarihten bugüne ilginç bir vesika…
ULAN’lı Kongre veya Kongre Divan Başkanlığı’nın Sorumluluğu
14-15 Şubat 1998 günleri İstek Vakfı büyük salonunda yapılan Fenerbahçe’nin olağan genel kurul toplantısının en dikkate değer yanı kongre divanının seçimi ve seçilenlerin kongre boyunca söz alan konuşmacılarla ve salonla devamlı bir çekişme içinde olmasıdır.
Divan seçimleri iki ayrı listeyi destekleyen grupların önerdiği isimlerden oluşan ve net bir şekilde gözle belirlenmesi olanaksız bir sayısallığın gereksiz bir tavırla zorunlu karara dönüştürülmesi ile kabul edilemez bir kargaşa yaratmıştır.
Kongrenin açılışını yapan zatın haşin ve kaba tarzı ile o güzel salonu strese sokması ve O’nun yaptığı hatayı düzeltmeye çalışan Ali Şen’in olaya müdahalesinin itibar görmemesi kongrenin adaleti konusunda herkesi peşinen şüpheye düşürmüştür. Bu nedenle galeyana kapılan bazı üyelerin yaptığı karşılıklı saldırgan hareketler kongrenin uzun süre rayına oturmasını engellemiştir.
Fenerbahçe’nin hemen her kongresinde usül ve hukuk hataları yapılmaktadır. Bir önceki kongrede yapılan yanlışların faturası gelmiş önümüze konmuştur. Fenerbahçelilerin her kongreden sonra hukuk anlaşmazlığına düşülmesinden son derece rahatsız olduklarını Mısır’daki sağır sultan bile duymuştur.
Ne olurdu, divan seçiminde kaldırılan eller bir defa daha sayılmış olsaydı. Ne olurdu, kongre açılışını kongrede “ULAN” kelimesinin kullanılamayacağını bilen birine yaptırmış olsaydık.
Kongre, Fenerbahçelilerin spor kamuoyunun beklediği olgunluk içinde maalesef geçmemiştir. Divan Başkanlığı genel kurul boyunca konuşmacılarla cebelleş edip durdu. Büyük özveri ve cesaretle kürsüye çıkanlar konuşmaları boyunca divanın haksız müdahaleleri ile karşılaştılar.
Daha üçüncü konuşmacıdan sonra kabul edilen on dakikalık süre kısıtlamasını takiben her konuşmacının sözü kesildi. Çoğu kürsüden kırgın ve kızgın ayrıldı.
Tahammülsüzlük salonda değil Divan’dan geliyordu. Görüşlerini tamamlayamadan konuşma hakları engellenenler oldu.
Fenerbahçe’de kongre yönetmesini bilen çok insanlar vardır. Bu muhterem kişilere görev vermek yerine küçük ayak oyunlarıyla belki de kendilerine haksız çıkar sağlayacak sivri ve deneyimsiz kişilere görev vermenin âlemi ne?
Herkesin kafasını allak bullak edip çok daha mantık ve net bir sonuç alınamamasının kime faydası olmuştur?
Sevgili Fenerbahçeliler, karşı düşünceye saygılı olmayanlar konuşmalarında toplumsal yarar olan birçok insanın ifade özgürlüğünü engellemişler ve kongrenin tartışılabilirliğini gündeme getirmişlerdir.
Bunun için Fenerbahçeliler ULAN’lı kongrelerini hiç unutmayacaklardır.
Hüseyin Denizci / Mart 1998 – Fenerbahçe Spor Dergisi
Neriman Tekil‘in Fenerbahçe Dergisi, seneler boyunca Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Yüksek Divan Kurulu toplantılarını yayınladı. Eli bihakkın kalem tutan büyüklerimiz sayesinde muhteşem metinler halinde tarihe geçen o günlerden birini , bir divan toplantısı özetini sizlere aktaralım istedik. Kimler, kimler ne konular! Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün son dönem divan toplantısı 21 Ekim 1988 Cumartesi günü yapıldı. Saat 10.30’da başlayan toplantı Mart 1988’den itibaren vefat edenlere saygı duruşuyla başladı.
Toplantının açış konuşmasını yapan Divan Başkanı Osman Kavrakoğlu kulübün mali imkanlarının yetersizliğine değinirken, özellikle son zamanlarda devletin ve özel teşebbüsün Naim Süleymanoğlu’na yaptığı yardımı eleştirdi. Kavrakoğlu sözlerine şöyle devam etti:
“Maç hasılatı dolayısıyla yapılan kesintiler % 40’ı aşmıştır. Türkiye’de bir tutarsızlığın üzerine parmak basmaya mecburuz. Bunu basından rica ediyoruz. Şüphesiz bir Türk çocuğunun dünya şampiyonluğunu kazanması gurur vericidir. Ama işi çığırından çıkartıp, milyarları döküp, bu arada Fenerbahçe gibi, Galatasaray gibi, Beşiktaş gibi artık asrı dolduran hizmetleri yapanlara üç kuruş vermeye sıra geldi mi, % 42 keseriz demek, sporu teşvik etme iddiasında olan idarecilere, bilhassa devlet erkânına yakışmıyor. Biz Süleymanoğlu’na her şeyi verebiliriz. Ama bakıyoruz hesaplar öyle şaşırılmış ki, Bulgar Radyosu 75 milyon aldık, diyor. Başvekilimiz 1 milyon dolar verdik, diyor. Bu toplam, 1.5 milyarı geçer. Eğer Süleymanoğlu’na yardım etmek istiyorsak ki, hepimizin milli vazifesidir. 120 bin kişi yetiştirir, adını da Süleymanoğlu koyarız. Bu olaya Fenerbahçe önder olarak ilk itiraz bayrağını açmıştır. Öyle bir kanun çıkmıştır ki, Fenerbahçe kendi üyelerine bir taahhütlü mektup göndermek için 4-5 bin TL harcamaya mecburdur. Böyle spor himayesi olmaz. Biz ricamızı basına intikal ettiriyoruz ve diğer kulüpleri de elbirliğiyle bu kampanyaya çağırıyoruz, bu anormal duruma, hükümete rica ederiz buna bir çare bulsun, ayıptır beyler…” diyerek sözlerine son verdi.
Hasan Özaydın Konuşuyor
Daha sonra Yönetim Kurulu adına Hasan Özaydın söz alarak çalışmaları hakkında bilgi verdi. (Bu arada 15 Yönetim Kurulu üyesinden 4’ünün bulunması dikkati çekti).
Özaydın “Tüm dallarımızda kaliteli ve verimli sporcu temini için transferlerle, başarısız olan futbolcuların eski hale dönmesi için çalışmalarımız olmuştur. Maddi, manevi hiçbir sorundan kaçınılmamıştır. Ve bunun sonucu bir Ergin, bir B.Bilal çıkarılmıştır. Bu arada ara transferlerle mevcut oyuncular değerlendirilmiştir. Bunlar: Abdülkerim Durmaz Ankaragücü’ne, Hasan Öztürk, Dusan Pesiç Sakaryaspor’a, Hüseyin Sarıca, Müslüm Gülhan, Birol Altın, Ayvalıkspor’a Necdet Zengin ve Gülhan Kuşadasıspor’a Oğuz Karakaya Çorluspor’a, Zafer Tüzün Adana Demirspor’a, Bülent Yenidoğan Erzurumspor’a, Osman Giresunspor’a kiraya verilmiştir. Bu arada altyapı tesislerine önem verilmiştir. Kasım ayında altyapı Fikirtepe tesislerine taşınacaktır. Transfer giderleri yaklaşık 2 milyardır. Mevcut kadronun Fenerbahçe’ye maliyeti 3.2 milyardır. Bu rakamları belirtmemdeki amaç altyapıya dönmenin buraya önem vermenin ne kadar önemli olduğunu belirtmektir. Sezon hazırlıkları konusunda çalışmalarımız olmuştur. Basketbolda gerekli para tahsis edilmiş, ancak 88-89 sezonunda maliyeti artmıştır. Voleybolda başarılıyız. Boks da amatör spor dallarında en başarılı olan şubedir. Seul Olimpiyatları’na 2 boksör göndermiştir. Kürekte ise genç ve kızlar da başarılı olduk. Atletizmde ise Türkiye ikincisiyiz. Kulübümüze yapılan teberrular: Sait Tandoğan 48 milyon, Kayalar A.Ş. 120 milyon, Metin Aşık 40 milyon, Mehmet Özbek 70 milyon, Hasan Özaydın 40 milyondur”
Özaydın daha sonra Kayışdağı’nda 250 dönümlük arsanın Fenerbahçe’ye tahsis edileceğini ve bütün ünitelerin Dereağzı’nda bir binada toplanacağını söyleyerek sözlerine son verdi.
Üyelik Ücreti Tartışması
Fenerbahçe Kulübü’ne üye olma şartları ve yeni teklifler, üyeler arasında karşılıklı eleştirilere neden oldu. Bu en çok tartışılan konu üyenin eş ve çocuklarından alınacak miktar ile amatör sporculardan alınacak miktar oldu. Özellikle amatör sporculardan oylama sonucu üyelik için 100 bin TL alınmasının kararlaştırılması Yönetim Kurulu üyelerini sinirlendirdi.
Daha sonra söz alan Özaydın “Hiç alınmasın daha iyi” diyerek sitem etti.
Bu arada üyelik için düşünülen yeni şartlar ise şöyle sıralandı:
Dışarıdan gelenler için üyelik şartı 5 milyon TL
Üyenin eş ve çocuklarının üyelik için şartı 2 milyon TL.
Amatör sporcular için üyelik şartı 500 bin TL.
Bu konuda görüşlerini belirtmek üzere ilk sözü alan Turan Akra oldu.
Akra: ”Türkiye’deki bu ekonomik çıkmazda 3 milyon 5 milyona çıkarmakla ne kazanılır? Bunlar kendi ölçülerine göre yapılmış rakamlardır. Fenerbahçe bu rakamlarla bir yere gelmez. Amatör sporcular hâlâ ebeveynlerinin eline bakıyor. 500 bini nasıl versin?’ diyerek daha evvelki rakamların sabit tutulmasını istedi.
Akra’dan sonra söz alan Altan Ayanoğlu bu konudaki düşünce ve eleştirilerini şöyle sıraladı:
“Öncelikle teklif noksan. Amatör sporcu kulüpten ücret almayan kişidir, profesyonel sporcular ise maddiyat için oynar, kulüp sevgisi sonra gelir. Örneğin Oğuz 300 milyonu, 2 yıl için aldı. Üyenin eş ve çocukları zaten kulüpten yararlanıyordu. Ama bunların tek tek kulüp üyesi olması düşüncesindeyim. Kısaca amatör sporcu ile üyenin eş ve çocukları için düşünülen yeni ücret çok fazladır.”
Daha sonra söz alan Reşat Göz yeni üye şartları ve kulüp hakkındaki düşüncelerini ise kısaca şöyle sıraladı:
“Sayın Başkan’ın nasıl olsa geliri yerinde ancak kendi ailesini bile zor geçindirebilecek kişi 4-5 milyonu nereden bulacak? Büyük harcamalarla bu cemiyet ayakta durmaz. Ben futbol antrenörümüzü Beşiktaş maçında ayıpladım. Bazı arkadaşları yerinde oynatmadı. Daha önceleri B.Fikret olmadan da takım galip geliyordu. Beşiktaş maçında rıdvan olmayınca başarısızlık oldu. son olarak amatör şube den gelecek arkadaşları az para ile almalıyız”
Bu konuda Necdet Kuba ve Turgut Sevenler, Semih Gölpınar görüşlerini belirttiler.
Daha sonra üyelik sonuçta şu karara bağlandı:
Yeni üye olacaklar 5 milyon TL.
Üyenin eş ve çocukları 250 bin TL.
Amatör sporcular 100 bin TL. ödeyerek Fenerbahçe Kulübü’ne üye olabilecekler.
Madalyalar ve Gerilen Ortam
Bu konu karara bağlandıktan sonra Fenerbahçe Kulübü’de 40 yılını tamamlamış üyelere rozetler dağıtıldı. Bunlar Naip Akbay, Bartan Abakyan, Nihat Başgöze, Adnan Çekmece, Nejat Duysak, Nejat Diyarbakırlı, Kamil Ekin, Kamuran Ekin, Hüsnü Göker, Vecdi Himmetoğlu, Süleyman Koyuncu, Refik Konuk, Şefik Konuk, Esin Kent, Abdurrahman Mısırlı, Leon Russo, Recai Soydaner, Haldun Sürer, Sacit Seldüz, Burhan Şener, Erdoğan Türetgen, Kemalettin Ererdağ
Toplantının son kısmında Fenerbahçe ve Denetleme Kurulu adına Üstün Akmen 3 aylık denetim raporunu sundu. Akmen Fenerbahçe Kulübü’nün para girişi ile para çıkışı arasında hem zamanlık olmadığını vurgularken heyetlerinin hiçbir zaman Yönetim Kurulu ile görüş ayrılığında olmadığını, amaçlarının yardımcı olmaktan ileri gitmemekle birlikte, teftişlerini yapacaklarını, defter ve kayıtları inceleyeceklerini, kısaca görevleri neyi gerektiriyorsa onu yapacaklarını söyledi.
Divan üyelerinden Alparslan söz aldı. Sosyal lokalin üyeleri tatminden uzak olduğunu söyledi.
Fakat Akmen’in söz almasıyla birlikte divan toplantısı gergin bir havaya girdi. Yönetimden hiçbir yakınlık görmediklerini belirten Akmen, “Her türlü denememiz sonuçsuz kaldı. Bir türlü yönetim kurulu bizimle çalışmadı. Son olarak yönetim kuruluna katılmak istedik, sonuçta kovulduk” dedi.
Bu konuşma üzerine söz alan Hasan Özaydın, “Denetleme kurulu elemanları kendi başlarına hareket ediyorlar. Toplantı başlamak üzereyken gelip oturdular. Sorunları olup olmadığını sorduk bize sadece ‘Toplantıya katılacağız’ dediler. Olay bundan ibarettir” dedi.
Daha sonra söz alan Hulusi Altınok’un Denetleme Kurulu üyelerinin bu hareketini eşkiyalık olarak nitelendirmesinden sonra karşılıklı bağrışmalar başladı. Denetleme Kurulu Başkanı Umur Türe tartışma sırasında Hulusi Altınok’a “Eşkıya senin sülalen” diye bağırdı.
Altan Ayanoğlu taraflara uzlaşma teklif etti. Böyle bir havada kendisinin de birçok görüşlerini dile getirmekten kaçındığını söyledi.
Osman Kavrakoğlu’nun da ortalığı biraz olsun yatıştırmasının ardından kürsüye gelen Denetleme Kurulu Başkanı Umur Türe, “Fenerbahçe’de kimse denetlenmek istemiyor. Her ay rapor yazıyoruz cevap veren yok. Denetleme Kurulu görev yapacaktır, burası köşe başı değil. 600 milyon liralık ansüsman fatura var. Bunun ne olduğunu bilen yok. Bize yöneltilen her türlü suçlamaları ispata davet ediyorum. İspat ederler yoksa yalancılıkla itham ediyorum. Eğer gerekirse genel kurulu toplarız” dedi.
Toplantıda zaman zaman bazı konuşmacıların konuşmaları eleştirildi ve oldukça elektrikli bir hava estiyse de bazı konularda birlik ve beraberlik içinde karar alındı.
Toplantıya katılan üyelerin azlığı dikkati çekerken, 40 yılını doldurmuş üyelere rastgele bir şekilde rozetlerinin verilmesi eleştirildi. Toplantı, Divan Başkanı Osman Kavrakoğlu’nun sonuç konuşmasıyla son buldu.
Fenerbahçe Spor Dergisi – Kasım 1988 – Bir Divan Toplantısı
Ekim 1988 tarihli Fenerbahçe Dergisi’nde, muhtemelen Neriman Tekil‘in kaleme aldığı “Fenerbahçe Spor Dergisi” bir yazıya rastladık. “Fenerbahçe’de eleştiri kültürü” diye bir şey varsa, buna emeği geçenlerin başında rahmetli Neriman Tekil de geliyor. Nur içinde yatsın.
Geçenlerde bir tesadüf eseri, Yönetim Kurulu üyelerimizden biri ile tanıştık. Müşterek dostumuz bizi birbirimize takdim ederken:
– Tanışıyor muydunuz? diye sordu.
– Hayır! dedik, karşılıklı olarak. İki Fenerbahçeli değil, iki yabancıydık sanki. Son yıllarda böyle oldu. Kulüp, birbirlerini tanımayan Fenerbahçelilerle doldu. Her neyse… Karşılıklı ‘hayır” deyişimizin de bir hayrı oldu sonunda. Hiç değilse bu suretle bir takım gerçeklerde ortaya çıkmış oldu.
Kısa görüşmemizde, Fenerbahçe Dergisi hakkında sitemde bulunuldu. Neymiş efendim? Fenerbahçe Dergisi kulübe para verenleri tenkit ediyormuş. Yönetim Kurulunca tasvip edilmeyen yazılar yazılıyormuş…
Öncelikle şunu söyleyeyim: Bu dergi 40 yıldır, kişilerin değil, Fenerbahçe âmaline hizmet etmek için çıkmaktadır. Ve bir takım tenkitler yapılıyorsa, bunlar, sadece yapılan yanlışlıkları düzelttirmek içindir. Eğer bir üye:
– Ben para veririm ama, şu şubenin de başına geçmek isterim! derse, biz bu gibilere de öncelikle ehliyet sorarız. Şoförlükte ehliyet aranır da, koskoca Fenerbahçe’nin üzerine titrediği bir şubenin başına geçenlerde, bu, kulak ardı edilirse, biz buna karşı çıkarız. Zira sadece para ile her işin halledileceği inancında değiliz. Eğer halledilmiş olsaydı, geçen yıl sarf edilen milyarlar sonucu, o canım Fenerbahçemiz 8. sırada yer almazdı.
Kişilik arayanların, Fenerbahçe’yi basamak yapmak isteyenlerine de karşıyız. Bu iş, Nasrettin Hoca’nın sakalı gibi yol olursa, önüne zor geçilir. Her şöhret olmak isteyen, Fenerbahçe’ye girişinde, kartvizitini değil, parasını göstermeye kalkar. Ve ondan sonra da, o şanlı şerefli Fenerbahçe’nin de kimlerin barınağı olduğu meydana çıkmış olur. Bu bir.
Yönetim Kurulunca tasvip edilmeyen yazıya gelince; söz konusu yazı imzalı yayınlanmıştır. Yazan da bellidir. Sayın Başkanımızın yıllardır beraber çalıştığı, özbeöz bir Fenerbahçelidir. Şayet yazı, gerçekleri yansıtmıyorsa, bunun karşılığı yazılır ve tarafımızdan seve seve yayınlanır. Zira biz, şu veya bu kişinin değil, Fenerbahçe’nin hizmetindeyiz. Sayın Başkanımızın, 2. Başkanın ve diğer ileri gelen yöneticilerimizin görüş ve düşüncelerini zaman zaman nasıl geniş şekilde yayınlamışsak, yönetimi tenkit eden Fenerbahçelilerin de gönderdikleri yazıları yayınlamayı bir vicdan borcu saymaktayız.
Sonra tenkit olarak biz ne yapıyoruz? Son kongrede müjde olarak verdiğiniz vaatler ne oldu diyoruz? Bunların hangileri ele alındı, alındı ise ne safhada olduklarını soruyoruz? Bunlar bizim hakkımız değil mi? Her Fenerbahçelinin sorması gereken sorular değil mi?
Yönetim Kurulumuzda bulunan bir garip âdem de, vaktiyle dergimizi tenkit ederken bula bula ne bulmuştu biliyor musunuz?
– Siz bu dergiden para kazanıyor musunuz? diye sormuştu.
– Kazanmıyoruz! demiştik.
– Öyle ise ne duruyorsunuz, kapatın, demez mi? 40 yıldır yayın hayatını sürdüren bu dergiyi bakkal dükkânı sanmıştı zahir. Ama biz kendisine:
– Siz Yönetim Kuruluna girmek için çalmadık kapı bırakmazken, bu girişiminizden bir menfaat bekliyor muydunuz? diye sormamıştık.
Sonuç olarak şunu söylemek isteriz: Bu dergi Fenerbahçelilerindir. Ve Fenerbahçe’ye hizmet için çıkmaktadır. Her Fenerbahçelinin yazısını yayınlamaktan zevk duyarız. Bizim bir ard düşüncemiz yoktur. Ne bir mevkide gözümüz var, ne de şu veya bu kişinin amaline hizmet etme niyetindeyiz. Unumuzu elemiş, eleğimizi asmışız. Gerek sportif alanda, gerekse idari sahada, canımız kadar sevdiğimiz, elinde yetiştiğimiz Fenerbahçe’ye, yarım yüzyılı aşan bir zaman hizmetimiz olmuştur. Gururumuz bundan ileri gelmektedir.
2000 yılının Mart ayında Fenerbahçe Spor Dergisi’nde yayınlanan Neriman Tekil imzalı bir yazı, bizi 1919 yılına ve birbirinden ilginç isimlere götürüyor. Fenerbahçe’nin meşhur futbolcusu Yedibela Fahri’nin dans yarışması macerası, aynı yarışmada şampiyon olan Nurettin Otmar Savcı ve fotoğraflarda “Sinyor” Can Bartu’nun babası… O zaman dans!
Levent’te bir Reşat Nuri Güntekin sokağı vardır. 1950’li yılların başlarında burada bir sosyal kulüp vardı. Bilhassa yılbaşı geceleri dillere destan bir gece olurdu. Büyük salon duvarları tavanları hulasa her yer rengarenk kağıt ve balonlarla süslenir, bir yıl boyunca bu süslü salon aynen muhafaza edilirdi. Sosyal lokalin iki odasını ben yıl boyunca ayda 75 TL’den İstanbul Bölgesi Atletizm Ajanlığı adına kiralardım. Böylece kış aylarının haftada 2 günü atletler burada soyunur, Levent parkurunda koşar, sonra da burada duş alma imkanı bulurlardı.
Bunun dışında her ay, Atletizm hakemleri için süslü salonda bir yemek tertip ederdim. 3 çeşit yemek için 3 TL öderdik. Yemekleri ahçı değil, sosyal lokalin müdavimi hanımlar hazır ederlerdi. Biz bu hanımların yüzlerini bile görmezdik. Servisi garsonlar yapar, her ayın değişik yemekleri ekip halinde ayrı ayrı Türk, Alman, Macar hanımlar tarafından pişirilirdi.
Bunun dışında Tepebaşı’ndan temin edilen bir madam yemekte akordion çalarken ona kemanı ile bir mösyö refakat ederdi. Akordiona 5, kemana 7.5 TL olmak üzere ödenen para sadece 12.5 TL idi. Salonda bulunan çok uzun kablolu bir mikrofon elden ele dolaşır, isteyen konuşur, sonra konuşan sual yağmuruna tutulurdu. Biz evlerimize, Karaköy’den Kadıköy’e son vapur olan 24.30 ile dönerdik.
İşte günlerden bir gün mikrofonu 1918 yılı eski mukavemet koşucularından ve İstanbul Bölgesi Atletizm Başhakemlerinden Röntgen Mütehassısı rahmetli Dr. Nurettin Otmar Savcı (1900-1972) aldı. Türkiye’deki ilk dans müsabakasında birinci olduğunu anlattı. Ama, evvela kimse inanmadı. Sonra bu dansın kesintisiz 21 saat sürdüğünü söyleyince kendisine iki sual soruldu :
Ne zaman ve nasıl yemek yediniz?
Tuvalet ihtiyacınız nasıl karşılandı?
Cevaplar şöyleydi :
Sandöviç yerken dansa vermeden devam ettik.
Küçük abdestimiz gelince kendimizi olduğu gibi koyuverirdik. Çamaşırlarımız, vücudumuz, elbiselerimiz evvelce ıslanır, sonra kururdu.
19. asır başlarında, Avrupa’dan memleketimize atlayan klasik dans çeşitleri, 1904-1919 yılları arasında hızla gelişmeye başlamıştı. Zamanla şehrin büyük salonlarında dans müsabakaları yapabilecek bir olgunluğa erişildi.
Nitekim, 1919 yılında Türkiye’de ilk defa “Mukavemet Dansı Müsabakası” Beyoğlu’ndaki Union Française dans salonunda yapılınca salon iğne atılsa yere düşmeyecek kadar hınca hınç dolmuştu. Jüride, basından tanınmış birkaç isim de görev almıştı. İşte Tanin gazetesinin ünlü başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) elinde kalemi, önündeki kağıtlara bir şeyler yazıyor, hemen yanıbaşında da Ahmet Emin (Yalman) görülüyordu.
Müsabakayı idare etmekle görevli 3 dans profesörü, pistin yanında başbaşa vermişler, durumu son bir defa gözden geçiriyorlardı. Nizamnameye göre müsabaka süresince yalnız Foxtrott oynanacak, iki defa üst üste tempo kaçıran çift, müsabaka dışı bırakılacaktı. Dam ve kavalye değiştirilmesi de kesin olarak yasaklanmıştı.
Köşedeki orkestra yerini almıştı. Bu orkestrada 4 keman, saksafon, kontrabas, bir de akordion mevcuttu.
25 çift pistteki yerlerini aldıktan sonra, müsabaka başladı. Bunlardan bazıları, dans salonlarında sık sık rastlanan ve güzel dans etmekle ün salmış kişilerdi.
Mesela ilk bakışta görülenler arasında 1913 yılında Fenerbahçe 1. futbol takımında oynamış Yedibela Fahri vardı. “Yedibela” denilmesinin nedeni ip ve kazık kaçkını, Kasımpaşa veya Çeşme meydanından bir bıçkın olduğu için değil de futbol sahalarında ele avuca sığmaz güzel oyunundan ileri gelmiş bir yakıştırmaydı. Spor sahaları dışında Fahri “şiir gibi dans eden adam” diye şöhret yapmış, dans pistlerinin emsalsiz yıldızlarından biriydi.
Yine güzel dansçılardan Alber ve eşi, Fenerbahçe’nin tanınmış mukavemet koşucularından Dr. Nurettin Otmar Savcı ve eşi, Fenerbahçeli bisiklet şampiyonlarından Arşod ve nişanlısı, ünlü kadın yazarlarımızdan Halide Edip Adıvar’ın oğlu Said ve damı, boksörlerden Sarango ve damı ilk göze batan simalardandı.
Yıl 1919. Evvela işaret verildi. Sonra orkestra başladı. Pistin kenarlarında görevli 3 dans profesörü, çiftlerin figürlerini çok dikkatle takip etmeye başladılar. Saatler ilerledikçe ilk çalak hareketler hızını kaybetti. Yavaş yavaş pisti kendiliğinden bırakanlar görülmeye başladı.
Oynayanların yüzleri gittikçe kızarıyor, ter damlaları gözle görülür bir hal alıyordu. Tempoyu bozmaksızın ilkin mendiller yardıma yetişiyor, bir müddet sonra vücutlar kızıştıkça yerler daha da çoğalıyordu. Bu defa kravatlar, yakar, en sonunda da ceketler fora ediliyor, peşinden de birer birer atılıyorlardı. Bir süre daha geçince, pist üzerinde “terki sefine” edilmiş gibi, birkaç iskarpin, ayakkabı pistin ortasında sahipsiz kalıyordu.
Aradan tam 14 saat geçmişti. Seyirciler içinde midelerinin açlığına dayanamayanlar, salondan dışarı çıkıp, en yakın yerlerde alelacele karınlarını doyuruyor, sonra yine aynı hızla geri dönüyorlardı.
Bir ara, orkestrada dayanma gücünü tüketen bir kemancı şak diye, sırtüstü yere düşüp bayılıyor (!).. Onu az sonra bir ikinci kemancı takip ediyordu. Salonun ortasında, sanki hayal aleminde cereyan etmekte olan, acayip bir hal vardı. Yorgunluktan bitkin düşmüş çiftler, biribirlerinden medet umar gibi, yek diğerini desteklercesine tutunmuşlar, hala dans ediyorlardı. Evvela Said çifti 15 saat 10 dakika ile elendi. Ondan iki saat sonra da Yedibela Fahri’nin damı Neomi, kavalyesinin kolları arasından sökülüp, pistin ortasına yığılıverdi.
Pistte kalanlar arasında mukavemet koşucusu Dr. Nurettin Otmar Savcı, bisiklet yarışçısı Arşod Alber çiftleri işi inada bindirmişler, 21 saattir yorgunluk, uykusuzluk içinde hala dans ediyorlardı. Artık müsabaka havası iyice kaybolmuş, yerini bir işkence sahnesi almıştı. O kadar ki, seyircilerin bile itiraz sesleri, protestolar şeklinde başlamıştı. Bu sırada da pistin üzerinde kırmızı kan lekeleri ayan beyan görülüyordu. Arşod’un damı Lisa’nın tabanı patladığından, adımlarını attıkça, arkasında kan izleri bırakıyordu…
Birden bire salonun büyük kapısı açıldı. İçeriye ellerinde cop olduğu halde İngiliz polisleri girdi. Onların bu müdahelesi üzerine müsabaka durdu. Finale kalan üç çift müsabakanın galibi ilan edildiler.
Neriman Tekil / Fenerbahçe Spor Dergisi – Mart 2000
1919 yılındaki müsabakada dans edenlerin arasında daire içinde (Fenerbahçe’nin 1913 yılı futbolcularından Yedibela Fahri’yi görüyorsunuz)
Kadıköy Süreyya Sineması salonlarında “V” gecesini tertipleyen (ortada eli cebinde) tanınmış futbolculardan Can Bartu’nun babası Vefik Bartu’dur. Kendi cazı da bu adı taşıyordu.
Yedibela Fahri ile ablasının 1930 yıllarında çekilmiş dikkate değer bir fotoğrafı: O zamanki kasket ve bere modasını Fahri Ayad ailesi de benimsemekte gecikmemiştir.
1919 kıyafeti Union Francaise salonlarında yapılan mukavemet dansı müsabakasında 21 saat danstan sonra, tabanları yarılan bisiklet yarışçısı Arşod’un nisanlısı Lisa’nın bir fotoğrafını görüyorsunuz.