Etiket: FIFA

  • Ercan Aktuna Röportajı

    Ercan Aktuna Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Ercan Aktuna röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çekirdekten Fenerbahçeli

    Biz aramızda her zaman “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur,” deriz. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Ercan Bey?

    Rahmetli amcam savcı muaviniydi. Sekiz yaşındayken beni alır, maçlara götürürdü. İlk maçımız için Dolmabahçe Stadı’nın açılışına götürdü. Protokol kısmında oturmuştuk. Unutulmaz bir gündü.

    Fenerbahçe maçlarından sonra çok mutlu olurdu. Amcam da zamanında futbol oynamış. Lakabı Pire Mehmet’ti. Bana Fenerbahçe’yi ilk sevdiren amcam oldu.

    Annem çok sert mizaçlıydı. Maçları seyretmeye gitmeme izin vermek istemezdi.

    Fenerbahçe maçları öncesi erkenden Üsküdar’a gider Canavar Burhan, Basri, Özcan, Naci Ağabeyleri beklemeye başlardım. Onlar da bizler gibi arabalı vapura binerler, üst katta çay ocağına yakın yerde otururlardı. Elimden geldiğince onlara yakın olmak için gayret gösterirdim.

    O yıllarda inanamazdım elbet gönül verdiğim Fenerbahçe’de ben de top koşturacaktım.

    Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı?

    İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyordum. O sıralar Fenerbahçe genç takımda idmanlara çıkıyordum.

    Önceleri mektep maçları vardı. Ahmet Erol da Fenerbahçe’de menajerdi. Beni beğendiler, fakat yaşımdan dolayı daha lisansım yoktu. 17 yaşındayım, bir gün eski Fenerbahçeli kaleci Sabri Kiraz Hoca bana “Gel seni İstanbulspor’a götüreyim. Yatılı olarak yazdırayım,” dedi. 1957 yılıydı. Meseleyi amcama açtım. Ona Sabri Hoca’nın önerisini anlattım. Amcam da “Sabri Hoca’yı dinle, önce oku,” dedi

     Çok az maçlara giriyordum. O zamanlar İstanbulspor çok kuvvetli bir kulüp. Kadrosu da çok iyiydi. Senede 2-3 maç oynuyordum. İstanbulspor’un yanı sıra genç milli takımda da oynuyordum.

    1960 yılında Turkcell lig gibi bir milli lig kuruldu. O zamanlar cumartesi ve pazar olmak üzere haftada iki kere maç yapılıyordu. Deplasmanlara giderdik. 6 takım kura çekiyordu. İzmir ve Ankara’da; Altay, Göztepe, Altınordu gibi güçlü takımlar vardı.

    Hatırlıyorum o zamanlar İzmir’e deplasmanlara gittiğimizde Fenerbahçeliler Alsancak’ta iyi otellerde kalır, uçakla giderlerdi. Biz ise Basmane’deki otellerde kalır, otobüsle yolculuk ederdik. Küçük kulüplerin kaderidir bu.

    İzmir’de felaket sıcak olurdu. Fenerbahçe Karşıyaka ile oynar. Biz Altay’la oynarız. Ertesi gün de Fenerbahçe Altay’la oynar, biz de Karşıyaka ile oynarız. Günümüze baktığınızda haftanın iki günü üst üste maç yoktur. 

    İstanbulspor’da oynarken Fenerbahçe ile karşı karşıya kaldığınızdaki duygularınız?

    Bir keresinde Fenerbahçe bir mağlubiyeti İstanbulspor’dan aldı. Üzüleyim mi? Ağlayayım mı? İki arada bir derede kaldım. Bilemedim! Ama ondan sonra Allah gönlüme göre verdi. Neyse neticede Fenerli olduk, mutlu olduk.

    Fenerbahçe transferiniz nasıl gerçekleşti?

    1965 yıllarıydı. Milli takımda oynadığımdan dolayı gündeme gelmiştim. Galatasaray Beşiktaş ve Fenerbahçe beni istiyordu. Benim gönlüm Fenerbahçe’deydi. Ve Fenerbahçe kulübü beni takımda istediğini bir aracı vasıtasıyla iletti. Hayallerim gerçekleşecekti…

    Ama o zamanlar transferler bugün olduğu gibi bazı prosedürlerle yapılmıyordu. Futbolcu önce kendi onayıyla kaçırılır ve bir yerde kısa bir süre saklanırdı. Basından uzak tutulur, diğer kulüplerin futbolcuya ulaşması engellenirdi. Bana da Koyu Fenerbahçeli Hırsız Semai lakaplı ağabeyimiz eşlik etti.

    O dönem İsmet Uluğ Başkan, Faruk Ilgaz ise Genel Sekreterdi. Semai ağabey “Evladım seninle güzel bir yere gideceğiz,” dedi. Neticede enteresan bir olay, Semai ağabeye “Semai ağabey ben deniz çocuğuyum, deniz kenarı olsun, ben denizden ayrı kalamam,” dedim. Kocaeli yakınlarında Tütünçiftlik’te bir ayakkabı mağazalarının sahibinin villasında 21 gün kaldık. O zamanlar İzmit Körfezi’nden denize girilebiliyordu.

    21 günün sonunda Kadıköy Belvü Restoran’da Kadıköy grubundan Muhittin Bulgurlu ile buluştuk. Bir çantayla gelmişti.

    Muhittin Bulgurlu bana “Evladım işin en zor tarafını bitirdik. Şimdi transfer zamanı imzalar atılacak. Sen ne kadar istiyorsun?” dedi.

    Bizim dönemimizde o formayı giymek şerefti. Ona “Ne verirseniz verin takdir sizin efendim” dedim.

    Bana önce 50.000 TL sonra da 5000 TL daha verdi. Transferim 55.000 TL’ye gerçekleşti.

    Muhittin Bulgurlu sonra orada bulunan kişilere dönerek “Gördünüz mü, ne tok bir insan aldık. Tam bir Fenerbahçeli” demişti.

    Galatasaray’ın bana teklifi 160.000 TL ile 180.000 TL arasında bir rakamdı. Hepsini Fenerbahçeli olmak uğruna elimin tersiyle itmiştim.

    Aramızda Erdal Kocaçimen de vardı. O da eski kalecilerimizden. “Ağabey merak ettim sadece, çantada ne kadar vardı?” dedim.

    Bana “165.000 TL civarı vardı, isteseydin senindi” dedi. Ama ben o an onu düşünmüyordum, manevi yönü daha önemliydi.

    1965 yılında Fenerbahçe ile bağlanan hayatım 1975 yılına kadar devam etti.

    Kaç kez Milli takım formasını giydiniz?

    O formayı 29 kez giymek nasip oldu bana…

    Oynadığınız yıllardan bir anınızı anlatır mısınız?

    1965’de bir Avrupa Kupası eleme maçı vardı. İstanbulspor’da oynadığım dönemdi. Bizim oynadığımız dönem saha zemini şimdiki gibi değildi tabii. Bir milli maç için Portekiz’e gitmiştik. Onların sahası çimdi tabii.

    Sonra onlar rövanş için geldiler. Yeniköy’de otelde kamptayız. Kampa takviye olarak İtalya’dan Can Bartu, Avusturya’dan Özcan Erkoç geldi. Portekiz idman için oynanacak sahayı bir gördü. Tabii toprak saha Portekiz milli takım yetkilileri “Biz bu sahada oynamayız dönüyoruz ve FIFA’ya bildireceğiz” dediler.

    Bizi bir telaş aldı. Maç için Yeniköy’den Ankara’ya taşındık. Şimdi bakıyorum da 2008-2009 UEFA finalinin Türkiye’de ve Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda oynanacak olması ne kadar haklı gurur bizim için…

    Savunmanın bel kemiğiydiniz. Lakabınız var mıydı?

    Benim lakabım Maldini idi. Tribün öyle takdir etmişti. Fizik olarak da Milan’da oynayan Maldini’nin babasına benzetirlerdi.

    En beğendiğiniz ve kendinizi yakın hissettiğiniz takım arkadaşlarınız kimler?

    Adada güzel günlerimiz geçti. Lefter ağabey “Hadi kros yapalım,” derdi. Koşardık. Nerdeyse 40 yaşına kadar oynadı; müthiş bir topçuydu. Böyle bir futbolcu bir daha gelmez. İki ayağı aynı. Çalım atamayacağı adam yok. Burada bir Macaristan maçı oynadılar, paramparça etti. Bir vole bir de penaltı 3-1 yendik. Macarlar o zaman sistemi öyle bir oturtmuş ki İngiltere’ye 6 atıyorlar. İki golü Lefter ağabey, bir golü Metin Oktay attı. Onu da çok severdim.

    Bir derbi maçımızda o kadar kötü oynuyoruz ki Galatasaray baskı kuruyor, biz kontra atak oynuyoruz. 3 kontra atak yaptık. Maç 0-3 oldu. Maçın bitmesine 8 dakikaya yakın bir zaman vardı. Metin Oktay “Biraz yavaş olun, zaten maç 0-3,” dedi. Yılmaz Şen de biraz kötü sözler söyledi. Bunun üzerine Metin Oktay çok kızdı, Yılmaz’ın boğazına sarıldı. Ve hakem Metin Oktay’ı maçtan çıkardı. Metin çok efendi bir insandı, onun ilk defa oyundan çıkarılmasına şahit oluyorduk. Küfrü bile olmayan bir insandı. Ve o gün soyunma odasına gittiğimiz de hepimiz 0-3 galibiyetimize sevineceğimize Metin ağabeyin oyundan çıkarılmasına üzülüyorduk. Futbolcular arasında çok büyük samimiyet vardı; kardeş gibiydik.

    Şeref Has’ı çok severdim çok âlem ve titiz bir insandı. Aynı odada kaldığımız bir dönem, “Ercan yatağın yerini değiştirelim,” der, bir o tarafa bir bu tarafa… Yastık kılıflarını evden getirirdi. Benim saatim vardı başucumda meğer onun tik tak sesinden rahatsız olurmuş. Kendine çok iyi bakardı, müthiş bir oyuncuydu. Arkadaşlarımızın hepsiyle uyum içindeydik. Herkesle iyi geçinirdim.

    Bir stoper oyuncusuydunuz. Oyun kurmadaki ustalığınız ve hava toplarındaki hâkimiyetiniz en büyük özelliğinizdi. Bir de penaltılar… Bu meziyetleri nasıl kazandınız?

    İstanbulspor’dan başlayarak zor anların adamı, Yılmaz Şen’le 14 sene birlikte oynadık.

    Bir de disiplinli, futbol sezgisi kuvvetli, Bükreş dinamosu Ion Nunweiller vardı. Dört dörtlük bir futbolcuydu o da, çok iyi anlaşırdık.

    Yılmaz’la da birbirimizi tamamlardık. Spor devamlılık ister, istikrar ister, kararlılık ister. Onlarla birbirimize baktığımızda “Keser mi keser, alır mı almaz mı” anlardık hemen.

    Molnar zamanında penaltıları ben atardım. Antrenmanda hepimizi toplar, herkese 10 penaltı attırır. Kim daha fazla atarsa onu tercih ederdi. Galatasaray’a karşı penaltılarım vardır.

    Sahaya çıkarken uğurlarınız var mıydı?

    Takımla sahaya çıkarken sağ ayağımla çıkardım, çizgiyi geçerken sağ ayağımı atardım. Çok sakin bir oyuncuydum. Hiç kırmızı kartım olmadı. Profesyonel top oynadım. Bizim zamanımızda kırmızı kart yoktu, hakem “Çık dışarı!” derdi. 

    Fenerbahçe tarihinde beş kupa aldığımız 1967-68 kadrosunda siz de vardınız…

    Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası, TSYD, Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı ve Balkan Kupası maçlarını kazanarak beş kupayı aldığımız bir dönemdi. Çok iyi anlaşan bir kadroydu.

    1975 yılında futbolu Fenerbahçe’de bıraktıktan sonra çalışmalarınız nasıl devam etti?

    Futbolu bıraktıktan sonra İngiltere’ye menajerlik eğitimi için gittim. Eğitimimi tamamladıktan sonra kulübüme tekrar geri döndüm. Gitmeden evvel 6 senelik bir mukavele imzalamıştım. 2-3 sene menajerlik görevinde ve yönetimde bulundum. Primleri ben tespit ederdim,

    1974-1976 Emin Cankurtaran başkan olduğu dönemde başladım. 1975’de Rıdvan’ı aldım, kaçırdım. Rıdvan’ı o zamanlar Galatasaraylılar istiyordu. O da ayrı bir maceradır.

    1983-1984 Faruk Ilgaz’ın başkanlığında da görevdeydim. Faruk ağabey borçtan korkardı, “Açılmayalım” derdi. Futbolcular beni tanıdıklarından, başkanımız Faruk Bey Yüksel Bey’le beraber transfer işlerini yürütmemi istemişti. Altay’dan Erol’u aldım.

    En son 1989-1993 Metin Aşık’ın başkanlık döneminde görev yaptım.

    Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde sizi en çok etkileyen, sizde en çok iz bırakan isim kimdi?

    Derbi maçları öncesi Moda Burnu’ndaki Mona Palas’ta kalırdık. Maça gitmeden evvelde Moda Deniz Kulübü’ne uğrardık.

    Eski efsane Fenerbahçeli futbolcu Zeki Rıza Sporel aynı zamanda Moda Deniz Kulübü’nün kurucularındandı. O müthiş bir insandı. Nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe flamasını eline almış, Taksim Stadı’nda başlamış gümbür gümbür gollerini atmaya.

    Onun gibi biriyle tanışmış olmak bizim için bir şeref olmuştur. Başarı dileklerini kabul etmek üzere bizi kulübün başkanlık odasında ağırlardı. Çok klas bir insandı. Fazla konuşmayı sevmezdi. Bize asla “Şöyle yapın, böyle yapın” diye taktikler vermezdi.

    Zeki Rıza Sporel’in söylediği sözler bugün hala kulağımda “Fenerbahçeli gibi oynarsanız maçı kazanırsınız; oynayacaksınız ve kazanacaksınız,” derdi. Sonra odasından çıkar, maçımız için önce taksilerle Üsküdar’a, Üsküdar’dan da vapura binerek Dolmabahçe’ye giderdik. Antrenörümüz Molnar takımı soyunma odasında açıklardı.

    Derbi maçları nasıl geçerdi?

    Galatasaray- Fenerbahçe maçları çok elektrikli geçerdi. Sakin olan maçı kazanır. Sinirli olmak insanı kontrolden çıkarır. Bugün de böyle… Son maçta Galatasaray’ın hiç üstünlüğü yoktu. Bu sezon yine deplasmanda da yenecek Fener…

    Boyunuz uzun, neden basketbolu tercih etmediniz?

    Boyumun uzunluğu sanırım yüzmeden geliyor. Boğaz çocuğu olduğumdan çocukluğumdan beri yüzerim. O zamanlar boğazı geçmek Rumeli İskelesi ile Kuzguncuk arasında olurdu. Bu da bayağı uzun bir mesafe. Çok iyi yüzerdim. Kaptanların başlarının belasıydık. Gemiden atlardık. Yaramaz çocuk futbolcu olur, sakin çocuktan futbolcu olmaz. (Gülüyor)

    Bir arkadaşınızın evlenmesine vesile oldunuz… Bizimle paylaşır mısınız?

    Takım arkadaşlarımın hepsiyle çok samimiydik. Fakat Selim’le dostluğumuz biraz daha fazlaydı. Kamplarda aynı odada kalırdık. Hülya ile Selim’i ben tanıştırmıştım. Bugün baktığımda buna vesile olduğuma çok seviniyorum.

    Bir Galatasaray maçı öncesi adada kamptaydık. Hülya hanım da oraya istirahate gelmiş.

    Hülya ve ailesiyle Kuzguncuk’ta komşuyduk. Hatta ben genç takımda oynarken okul sıralarında annem derdi ki “Oğlum sen bu mahallenin ağabeyisin, kızlarda aklım kalıyor, 3 kız kardeş kalkıp gidecekler, onları tiyatroya, görevlerine sen götür getir,” derdi.

    Babaları Sedat Bey sağdı. Tiyatro Tepebaşı’ndaydı. Hülya ve kardeşleri Feryal ve Nilüfer hepsi tiyatroda oynuyordu. 00.15 ve 00.30 son vapura biniyor. 3 kuzuyu ailelerine teslim ediyordum. Hülya beni çok sever, hep Ağabey derdi.

    Kampa geldik. Selim görmüş, “Tanıştır bizi” dedi.

    Ben de dedim ki “O senin bildiğin kızlardan değil” ama ısrar etti.

    Ertesi gün oldu idmandan dönmüştük. Sabah kahvaltısını yapıyorduk Selim’e de “Sen de arkamdan gel Hülya ile tanıştırayım,” dedim.

    Tam tanıştıracağım ikisini “Günaydın” dedim Hülya’ya baktım Selim’e döndüm ki Selim yok.

    Hülya’ya “Ya seni çok cici tatlı dilli ayrıca oda arkadaşım olan biriyle tanıştıracaktım, ama utandı yok oldu galiba” dedim.

    Hülya’da Selim’i çağırarak “Gelin utanmayın” dedi.

    Sonra ada’da kaldığımız süre içinde Hülya, kızkardeşi Feryal hep beraber eşli pişpirik oynuyoruz. Tabii Selim tatlı dilli. Kamp bitti fakat Selim Hülya’yı setlerde hiç yalnız bırakmadı, çiçekler yağdırıyor, arada bir bana anlatıyordu.

    Ben 1968’ de evlendim, sanırım Selim’de 1969’ da evlendi. Şimdi torun sahibi bile oldular… Mutluyum tabii… İkisi de mükemmel insanlar.

    Peki ya sizin aileniz… Biraz aileniz hakkında bilgi alabilir miyiz?

    İki evladım var Zeynep ve Ali. Zeynep grafik mezunu. Ada Mobilya’da yönetici konumunda. Oğlum çok iyi bir futbolcu olabilirdi.

    Can Bartu ile evlerimiz çok yakın. Ali’yi çocukken top oynarken gördüğünde “Ya Ercan bu aynı benim gençliğime benziyor,” derdi.

    Fakat ne yazık ki futbolcu olamadı. Biraz fazla yakışıklı bir çocuktu, kızlar peşini bırakmadılar. Şimdi reklam sektöründe çalışıyor.

    Eşim Barkın da yine Ada Mobilya’da dekorasyon üzerine çalışıyor. Boş durmayı hiç sevmeyen bir yapısı var. Çok çalışkan bir insan. 40 yıllık mutlu bir evliliğimiz var. Boş zamanlarımızda sık sık kulübe veya sosyal tesislerimize gideriz.

    Ben maçları mutlaka seyrederim. Oynamak ve seyretmek arasında çok fark var. Ama şimdi eski bir futbolcu olarak seyretmek çok farklı bir duygu oluyor.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi

  • İlk Millî Maç

    İlk Millî Maç

    1923-1959 arasında Türkiye’de futbolun mahalle maçlarından ibaret olduğunu zannedenlere gelsin. Tarih 26 Ekim 1923… Yedisi Fenerbahçeli on bir Türk futbolcusu, bugünden tam 100 yıl önce “İlk Millî Maç” için sahaya çıkıyor. O günü Cem Atabeyoğlu‘nun kaleminden okuyalım… Tuncay Yavuz aktarıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türk Millî Takımı Sahada

    Türkiye’nin FIFA’ya resmen kabulünden sonra Futbol Encümeni milli maç imkanları aramaya başlamış ve sonunda Romanya Futbol Federasyonu ile anlaşma sağlanmıştı. Ancak parasızlık çok şeyi engelliyordu. Bu nedenle ilk milli maçımıza çıkacak takımı hazırlayacak bir antrenör temini de mümkün olamamış ve bu görevi Galatasaraylı Ali Sami Yen Bey fahri olarak yükümlenmişti.

    Maçın oynanacağı Taksim Stadı müsteciri tarafından elden geçirilmiş ve giriş kapısının iki yanına biner kişilik iki kapalı tahta tribün ile 100 kişi alabilecek bir de balkon yapılmıştı. Ayrıca sahayı çevreleyen pist ile seyircilerin oturacakları yerler arasında tahta parmaklıklar konulmuştu.

    Bu maçın hakemliği FIFA’nın da izniyle, İstanbul’da oturan Çek asıllı hakem Cratky’ye verilmişti. Milli forma olarak temizliğin simgesi olan kar gibi beyaz forma ve şort seçilmiş, formanın göğsüne sarılmış bir bayrak simgesi olan kırmızı bant üzerindeki Ay-Yıldız ile güzeller güzeli bir “milli forma” ortaya çıkarılmıştı. Kırmızı bant kollar altından geçip sırtı da sarıyordu.

    İlk milli maç ve ilk milli takımın o tarifsiz heyecanı tüm İstanbul şehrini sardığından günün erken saatlerinden itibaren Taksim Stadı büyük bir meraklı hücumuna uğramış, tribünlerden aşan kalabalık taç ve avut çizgilerine kadar bütün sahayı doldurmuştu.

    26 Ekim 1923 gününü gösteriyordu takvimler. Maç saati geldiğinde önce maçın hakemi Cratky üzerinde lacivert kostümleri ve iki yanında iki yan hakemi, Rumen Gregoriu ve Türk Abdullah Güz olduğu halde sahaya çıkmış ve arkasından göğsünde Romanya bayrağının renkli kokardı bulunan beyaz formaları ve lacivert şortlarıyla Romanya milli takımı sahaya çıkmıştı. Bu sırada stadyumu dolduran seyircilerin heyecanı son haddini bulmuştu.

    Önde mavi kazağı ve upuzun boyuyla kaleci Nedim olmak üzere Ay-Yıldızlı bayrak forma içindeki Türk milli takımı kapıda görüldüğünde stadı büyük ve coşkun bir tezahürat kaplamıştı. Tarifsiz bir heyecan içindeydi stadı dolduran halk ve “Milli Takım”ını tarifsiz bir coşku içinde karşılıyordu. O ne büyük heyecandı.

    Saha ortasında kısa bir tören yapıldı. Rumen kafile reisi ile Türkiye Futbol Federasyonu başkanı Yusuf Ziya Öniş Bey arasında bayrak teatisi yapıldı. Kura atışını biz kazandık, takım kaptanı Hasan Kamil Sporel Bey, Harbiye yönündeki kaleyi tercih etti. Forvetlerimiz Taksim yönündeki Romanya kalesine hücum edeceklerdi.

    Ve takımlar şu tertipleriyle sahada yerlerini aldılar:

    TÜRKİYE: Nedim Kaleci (Altınordu), Hasan Kamil Sporel (Fenerbahçe), Cafer Çağatay (Fenerbahçe), İsmet Uluğ (Fenerbahçe), Nihat Bekdik (Galatasaray), Baron Feyzi (Altınordu), Emin (Altınordu), Alaeddin Baydar (Fenerbahçe), Zeki Rıza Sporel (Fenerbahçe), Sabih Arca (Fenerbahçe), Bedri Gürsoy (Fenerbahçe)

    ROMANYA: Pavlini (Romkomib Bükreş), Vetasyano (Venüs Bükreş), Protopescu (Trikolor Bükreş), Triç II (Braşova), Florian (Venüs Bükreş), Teklo (Venüs Bükreş), Norican (MTK Mareş Vaşarkey), Triç I (Braşova), Ganzel (Malbaki Bukovina), Klein (Polonia Bukovina), Dobic (MTK Mareş Vaşarkey)

    Büyük bir heyecan içindeki Türk futbolcuları bir türlü kendilerini toparlayıp gerçek futbollarını sergileyemiyorlardı. İlk milli maçın o büyük heyecanı hepsini sarmıştı ve bu büyük heyecanı üzerlerinden bir türlü atamıyorlardı. Bu aşırı heyecan takımımıza bir de gol mal oldu. Maçın 25’inci dakikasında Romanya santrforu Ganzel yerden sert bir vuruşla topu kalemize sokunca stadı bir anda büyük bir sessizlik kaplamıştı. İşte bu gol ve o büyük sessizlik futbolcuların üzerinde büyük etki yapmış ve Ay-Yıldızlı takım birden coşarak Romanya kalesine akın üzerine akın tazelemeye başlamıştı. 32’nci dakikada soldan bir akınımızda Ceylan Bedri ayağında topla ceylan gibi Romanya kalesine süzülürken çok sert bir hareketle durdurulmuştu. Hakem Cratky derhal frikik vermiş ancak ağır biçimde sakatlanan solaçık Bedri Bey sedye ile sahayı terketmek zorunda kalmıştı. Bu durum karşısında Baron Feyzi solaçığa geçerken solhafa da Altınordulu İbrahim Kelle alınmıştı.

    30-35 metre uzaklıktan frikik atışını Zeki Rıza Bey yapmış ve çok sert bir vuruşla topu Romanya kalecisi ve defansının şaşkın bakışları arasında solüst köşeden ağlara mıhlamıştı.

    İşte o anda Taksim Stadı’nda yer yerinden oynamıştı. Fesler havada uçuşmaya ve tezahürat emektar Topçu Kışlasının taş duvarlarından yankılar yapmaya başlamıştı.

    O ne büyük sevinç, o ne büyük heyecandı.

    Ay-Yıldızlı takım her an galibiyet golünü atabilirdi. Çocuklar coşmuşlardı artık. Romanya defansı tehlike üzerine tehlike atlatıyor, bunalıyordu adeta. Ancak ikinci golümüze kavuşamıyorduk bir türlü.

    İlk 45 dakika böylece kapanmıştı. Milli takımımız ikinci yarıya da aynı hızlı tempoyla başlamıştı. Daha beş dakika dolmadan bir akınımzda Sabih Bey’in yerden sert bir şutunda Romanya kalecisi topu tutamayıp elinden kaçırdığı anda hemen kale ağzında bitiveren Zeki Rıza Bey bomba gibi bir şutla topu Romanya ağlarına takmıştı.

    Yenilgiden galibiyete geçmiştik bu golle. Yer yerinden oynuyordu Taksim Stadı’nda.

    Oyunun geri kalan kısmında hakimiyet yine Türk takımındaydı. Sağlı sollu akınlarla Romanya defansını bunaltmamıza rağmen üçüncü golümüzü çıkaramıyorduk. Bunda Romanya defansının sert oyununun da etkisi oluyordu.

    62’nci dakikada ani bir Romanya akınında Cafer Bey, santrfor Ganzel’i faulle kesince hakem Cratky bu hareketi faul atışıyla cezalandırdı. Romen sağiçi Triç I, defansımızın baraj kurmasına fırsat bırakmadan yaptığı yerden sert bir vuruşla beraberliği sağladı.

    Bundan sonra Ay-Yıldızlı takımımız tekrar galibiyeti ele geçirmek için çok çaba harcadıysa da sonuç değişmedi ve maç 2-2 berabere sona erdi.

    Cem Atabeyoğlu – Türk Spor Tarihi Ansiklopedisi – 1991

  • Canlı Yapraklar – XLII

    Canlı Yapraklar – XLII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLII” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLII

    Şu çömelmiş grubu görecek bugünkü nesil: “Bunlar da kimmişler?” diyebilirler ve diyeceklerdir de.

    Eğer bugünkü nesil, meşhur, hem de pek meşhurlarını tanımıyorsa bunun kabahati onun mudur? Asla! Bu, hepimizin suçudur.

    Türk futbolu beynelmilel âlemdeki bugünkü hatırı sayılır mevkiini bir çok fedakârların geçmişteki himmet ve gayretlerine borçludur. İlk kulüplerimizin feragat sahibi idarecilerinin himmetleri, ilk takımlarımızın tertemiz ruhlu futbolcularının gayretleri olmasaydı, futbol bu memlekette bugünkü sevgi ve alâkayı toplamaz, statlarımız insan yığınlarıyla dolup taşmazdı.

    Dünün bu fedakâr neslini bugünkü nesle tanıtmak lazımdır. Bu hem spor gazete ve mecmuaları ve hem de spora her memlekettekinden fazla yer veren günlük gazetelerimiz için ilk vazifelerden olmak gerekir. İşte; görülen fotoğraf, bu bakımdan ve türlü noktalardan pek kıymetli ve tarihi bir vesikadır. F.İ.F.A. ya kabulümüzü müteakip ilk defa teşkil olunan Milli Takım namzet kadrosunun ilk hazırlık maçı sırasında alınmış bulunuyor.

    Filhakika; Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı 1923 yılı ilkbaharında yapılması düşünülen Türkiye – Fransa milli maçı için – ki yapılamamıştır – ilk defa olarak o yılın ocak ayında Milli Takım teşkili işine girişmişti. Bu maksatla; Fenerbahçe’den Şekip, Hasan Kâmil, Cafer, İsmet, Kadri, Bedri, Zeki, Alâeddin, Sabih, Altınordu’dan Nedim, Refik Osman, Şükrü, Hüsnü, Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü ve Sadi olmak üzere 17 futbolcu davet etmişti.

    Bu kadronun antrenörlüğünü İttifak Reisi Ali Sami (Yen) merhum deruhte etmiş ve takıma her antrenmandan önce bir futbol kaidesinin nazari olarak gösterilmesi; bunu takiben de sahada yarım saat fi’li antrenman yapılması ve bu talimlerde müsellesi paslar, muhtelif hücum ve müdafaa şekilleri tatbiki takarrür eylemişti.

    Gene bu çalışmalarda püramatör futbolcular için devam, dikkat ve itaat ilk şark olarak ileri sürülmüş bulunuyordu.

    1923 senesi Ocak ayının 18inci Perşembe günü Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli)nde, adları yukarıda geçen 17 futbolcu önünde varılan bu kararlar gereğince, ilk milli takım namzetlerinin ilk idmanları 28 Ocak 1923 Pazar günü Kadıköy sahasında işgal ordusundan İngilizlerle yapılmıştır.

    Yukarıdaki resim, o gün yağmurlu hava ve çamur bir sahada yapılan bu ilk çalışma esnasında alınmış cidden tarihi ve kıymettar bir hâtıradır. Bu resimde, ilk milli takım namzetlerinin forvet hattını teşkil eden 5 eski ve kıymetli Türk futbolcusunu görüyorsunuz.

    Şimdiki Fenerbahçe stadının tahta perde ile çevrili zamanına rastlayan bu fotoğraf her bakımdan manalıdır. Ve baktıkça insana hüzün vermemesi, mazinin daha dün gibi gelen kocaman 32 senelik derinliklerinin tahassürle yâdına vesile olmaması imkânsız bulunuyor!

    Tahta perdelere bakın memleketin tribünsüz yegâne futbol sahasına bakın! Yağmur, çamur demeden antrenmana koşan her yaştan vefakâr meraklılara bakın… Ve nihayet, her birinin yüzlerinde asalet, bakışlarında metanet okunan dünün mahrumiyet, kahır ve cefaya mütehammil fedakâr futbolcularına bakın!

    “O halde, kimdir bunlar; o fedakârlar zümresinin bu 5 temsilcisi kimlerdir?” diyenleriniz şimdi büyük ekseriyeti teşkil ediyordur, değil mi?

    İşte onlar; mevkilerine göre bakın hem de ne muntazam sıralanmışlar:

    Sağ baştaki, sağ dizini çamur sahaya dayamaktan çekinmemiş genç meşhur soliç Bedridir. Fenerbahçe’nin, o sıralarda henüz (18) ini doldurmamış bu ceylân tipli açığı azimli ve gayretli çalışmasının mükâfatını birkaç ay sonra görecek ve ilk milli takımımızın solaçık mevkiini, o şipşirin ay yıldızlı forma sırtında olarak, süslemek şerefini o kazanacaktır. Bugünün kıymetli diş tabibi Bedri Gürsoy bu büyük şerefe, aynı mevkide, tam 12 defa ulaşmıştır.

    Sağdan ikinci, soliç mevkiini tutmuş kara bıyıklı yağız genç Badi Şükrüdür. Süleymaniye’nin kıymettar müdafii iken o yıl Altınordu’nun pek kudretli bir muhacimi oluveren Şükrü, büyük kabiliyetine rağmen, maalesef milli olamadı ve ondan çok daha acıdır ki, pek genç yaşta hayata da veda etti.

    Ortada hem tevazu, hem de ihtişamla duran genç meşhur Zeki’dir. Fenerbahçe ve milli takım kaptanı Zeki Türk futbolunda (Üstad) lakabıyla anılır. Ağır sanılırken yırtıcı hücumları, otoritesi, zekâsı, takımı sevk ve idaresi ve nihayet sağlı sollu kurşun gibi ve isabetli şütleriyle Türk futbolunun santrfor mevkiinde bir eşini daha göremediği bir kıymettir. Merkezi Avrupa kupası finalini oynayacak Först Wienna onu (Rapid)e karşı merkez muhacim oynatmak için, 28 sene önce, Viyana’ya kadar davet etmiş ve el üstünde taşımıştı. Şimdiki İstanbul Milletvekili Zeki Sporel (millî gol kralı) unvanını 15 sayı ile 30 yıldır muhafaza ediyor. Bu müstesna şeref daha kaç yıl onun uhdesinde kalacaktır, kim bilir!

    Resme göre (Üstad)in solundaki, sağ iç meşhur (Alaeddin)dir. Futbola, Zeki ile beraber, 44 sene evvel Fenerbahçe dördüncü takımında başlamışlar, 4 sene sonra, yani 40 yıl önce aynı gün birinci takıma geçmişler, 7 – 0 galip geldikleri o günkü lig maçında biri sağ ve diğeri de solaçıktan (3)er gol atmışlardı. Bu garip ve şayanı hayret beraberlik, bir kaç sene sonra, mevkileri yan yana olunca Türk futbolunda ilk ahenk olan (Zeki – Alâ’) kombinezonunu yarattı ve bu, milli takımda da yıllarca yaşadı… Alâeddin Baydar harikulade kıvraklık ve top hâkimiyeti, şedit şütleri ve bu meziyetlerinin neticesi attığı sayısız nefis gollerle Fenerbahçe futbolunun sevilmesinin başlıca amillerindendir.

    Nihayet; köşede, sol baştaki delikanlı sağaçık Sabih Arca’dır. Türk futbolunun ender yetişmiş incelik ve zarafet örneğidir. Fenerbahçe’nin bu kıymettar forvet ve defans oyuncusu milli takımımızın da sağaçık, soliç, solhaf, santrfor ve santrhaf mevkilerinde yıllarca aynı derecede maharetle oynamak suretiyle futbol bilgi ve kabiliyetinin enginliğini fi’len ispat ettiği gibi tertemiz spor hayatını da tevazu ve centilmenlikle taçlandırmıştır.

    (Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe – Altınordu Ramblez muhteliti İngiliz Inflexible dritnot takımıyle 42 yıl önce Kadıköy sahasında…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 9 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXXII

    Canlı Yapraklar – XXXII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXII” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXXII

    Milli Takım Polonya’da

    Beynelmilel Futbol İttihadı’na 1923’de kabul olunan Türkiye 1924 senesinde ilk defa olarak dünya olimpiyatlarına katıldı. 1924 senesi Mayıs ve Haziran aylarında Paris’te yapılan bu dördüncü olimpiyatlar cereyan ederken, 25 Mayıs günü Çekoslovakya karşısında 5-2 netice ile tasfiyeye uğrayan futbol takımımız, olimpiyatların kapanış merasiminde tekrar Paris’te bulunmak üzere Şimal memleketlerinde bir buçuk aylık bir turneye çıkmıştır.

    İsveç’te ikisi galibiyet ve biri mağlubiyetle neticelenen 3 temsili, Finlandiya, Estonya ve Litvanya’da hepsi de galibiyetle neticelenen üç milli maç yapan takımımız Polonya’ya geçmiş ve orada da 3 müsabaka yapmıştır. Bu maçlardan Krakovi temsili ve Polonya milli maçları kaybedilmiş, hem Polonya ve hem de bu Şimal turnesinin son karşılaşması olan Prezemişl temsili maçı 3-3 beraberlikle neticelenmiştir.

    İşte, yukarıdaki resim Milli Takımımızın 1924 senesindeki meşhur Şimal turnesinin dokuzuncu ve sonuncu karşılaşmasını teşkil eden Türkiye – Prezemişl muhtelitleri maçından bir kaç saat önce, 1 Temmuz 924 pazar günü Prezemişl şehrinde alınmış tarihi bir hâtıradır.

    Futbolcularımızla idarecilerimiz otellerinin bahçesinde kendilerini ziyarete gelen şehrin askeri valisi ile bir aradalar. Bu 3 – 3 beraberlikle neticelenen Prezemişl maçını Türk muhteliti şu kadro ile oynamıştı:

    Nedim (Altınordu), Cafer (Fenerbahçe), Ali (Galatasaray), Kadri (Fenerbahçe), İsmet (Fenerbahçe), Hamit (Altay), Mehmet (Galatasaray), Alâeddin (Fenerbahçe), Hanter (Antrenör), Zeki (Fenerbahçe), Bedri (Fenerbahçe)

    Yukarıdaki resimde bu kadroyu, yalnız Doktor Bedri Gürsoy müstesna, diğer arkadaşlarıyla beraber görüyorsunuz.

    Sağ baştan itibaren ayaktakiler: Mehmet, kafile mutemedi merhum Otomobil Nuri, Fenerli Sabih, Altınordulu Kemal, Cafer, Ali, Alâeddin, Galatasaraylı Muslih, Polonyalı bir zat, Altınordulu kelle İbrahim, İzmirli Hamit ve bir Polonyalı.

    Oturanlar, yine sağdan: Nedim, Kadri, Dr. İsmet, Prezemişl askeri valisi, Federasyon ikinci başkanı Hamdi Emin Çap, Milli Takım antrenörü Billi Hanter, Nihat, Zeki ve kaleci Süleymaniyeli Hamit’tirler.

    Polonyalılarla futbolda milli, temsili ve kulüpler arası birçok temaslarımız vardır, Fakat bugüne kadar futbolu ileri bu memlekete karşı ancak tek bir galebe temin edebilmişizdir. Bu galibiyet maçımız yine 1924 senesindedir.

    1924 Eylül’ünde Tophane rıhtımında muazzam bir Polonya sanayi sergisi kurulmuştu. Bu münasebetle Polonya’nın futbol şampiyonu Polonia kulübü, aynı zamanda siyasi maksatlarla, İstanbul’u ziyarete gelmişti. Malûm olduğu üzere, tarihte Rusya ile Prusya arasında üç defa paylaşılan Polonya’nın bu hazin akıbetlerini memleketimiz hiç bir zaman kabul etmemiş ve hatta bu uğurda Çarlık Rusyası ile harp de etmiştir. Tarihi boyunca kendisini himaye eden Türkiye’ye nihayetsiz minnet borcu olan Polonya bu yeniden istiklale kavuşmasının henüz dördüncü yılında İstanbul’da büyük bir sergi kurmak ve şampiyon takımını göndermekle memleketimize olan bağlılık ve şükran hislerini ifade etmek istiyordu.

    İşte, Varşova ve Polonya şampiyonu bu ziyareti esnasında yaptığı 4 maçın yalnız son karşılaşmasında, çok heyecanlı bir mücadeleyi müteakip, 19 Eylül 1924 günü Fenerbahçe’ye 1-3 mağlup olmuştur. Polonya şampiyonunun bu ziyaretinin sportif olmaktan ziyade siyasi ve hatta manevi bir hâdise olduğu, o tarihlerde Rusya ile de dost olmamız hasebiyle, gizlenmişse de keyfiyet Batı matbuatının gözünden kaçmamış ve bu durum karşısında hükûmetimiz de, muvazeneyi temin için, Milli Takımımızı Ekim 1924 de alelâcele Moskova’ya göndermişti.

    (Gelecek resim ve yazı: 32 sene evvel bir Fenerbahçe-Altınordu lig maçını seyre gelen Rafet Paşanın Ünyon Kulüp balkonundan gençliğe hitabesidir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 30 Ekim 1954 – Akşam Gazetesi

  • Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    “1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda, en başından beri “1959 Öncesini İnkar, Devleti İnkardır” noktasında duruyoruz. Aşağıda okuyacağınız Türk Futbolunun İdari Tarihçesi, bu tezimizi kanıtlayan bir derleme olarak tarihe geçiyor.

    Gerek Türkiye Futbol Federasyonu’nun kuracağı komisyon, gerek kulüplerimiz ve gerekse araştırmacılar; bu derlemeden istifade ederek, Fenerbahçe Spor Kulübü tarihçilerine dair tezlerin ne denli isabetli olduğunu tahlil etme imkanı bulacaktır.

    Şimdi tarihe bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    1959 Öncesini İnkar, Devleti İnkardır

    Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    15 Nisan 1921

    “İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi” 269 maddelik son nizamname taslağı üzerinde çalışmaya başladı.

    “İşte, bu tarihlerde İsviçre’den tahsilden dönen Galatasaray’ın eski futbolcularından Yusuf Ziya Öniş, beraberinde getirdiği İsviçre Spor Teşkilatı nizamnamesini Galatasaray kulübünün 1 numaralı kurucusu Ali Sami Yen, Anadolu kulübünden Burhanettin Felek ve Fenerbahçe kulübü kurucularından Nasuhi Baydar ile beraber tercüme ederek 20 maddelik bir tüzük meydana getirmişlerdir” (San, Ünsi ve Var) “…

    “20 maddelik yönetmeliğin yetmeyeceği, “ayrıca kurulması düşünülen teşkilatın yalnız futbol değil, yapılan bütün spor dallarını kapsamasının da ön plana alınmasının zorunlu olduğu anlaşılmıştır.” (Ertuğ)

    20 Haziran 1921

    Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Baron Pierre de Coubertin, Lozan’dan Selim Sırrı Tarcan’a yazdığı mektubunda şöyle diyordu:

    “Aziz meslektaşım; Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin son toplantısında Türkiye temsilcisi olarak yeniden aramıza katılmanızı rica etmekle görevlendirildim. Koşullar, görevinizi bir süre kesintiye uğratmış olsa da herkesin belleğinde yer etmiş bulunan kişisel dostluk duygularında hiçbir eksilme olmamıştır. Bu mektubu en içten duygularımla birlikte bunun güvencesi olarak kabul etmenizi rica ederim.”

    27 Kasım 1921

    İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi’nin Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı tüzel kişiliğine esas olacak nizamnamesi Dâhiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) onayına sunuldu.

    İİHM’nin kuruluş amaçları, kısaca, “Türkiye’deki beden eğitimi ve spor işleriyle spor kulüplerine yardım etmek, üye kulüpler arasındaki ilişkileri kurala bağlayıp düzenli-dostça yürümesini sağlamak, yeni sporcuların yetişip yeni kulüplerin kurulmasına önayak olmak, her türlü spor, beden terbiyesi ve idman faaliyetini idare, teşvik, himaye ve tensip ve Türk idmancılığını dâhilde ve hariçte tam salahiyetle temsil etmektir.”

    22 Mayıs 1922

    İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı adıyla tüzel kişilik kazandı.

    İİHM, doğal gelişme süreçleri içinde, tescil işlemlerinin bittiği 22 Mayıs 1922 tarihinde, yerini, Cemiyetler Kanunu’na göre kendisi de tüzel kişi olan ve bu yönüyle Türkiye’nin ilk biçimsel spor yönetimi olarak beliren “federatif” nitelikteki TİCİ’ye bırakmıştır.

    25 Haziran 1922

    ‘Milli Olimpiyat Cemiyeti’ yerine ‘Kaim Cihan Müsabakalarına İştirak Cemiyeti’ kuruldu.

    Gerçek anlamda Türkiye’nin ilk ulusal olimpiyat komaitesi olan ve yürürlükteki dernekler hukuku hükümlerine göre özel hukuk tüzel kişisi olarak kurulan örgütün Reis-i Fahrîsi Şehzade Abdurrahim Efendi, Reis-i Hamîsi Şehzade Ömer Faruk Efendi, Reis-i Aslîsi Ziraat Müdür-ü Umumîsi Hasip Bey, Reis Vekiller Pertev Paşa ve Kemal Paşa, üyeleri Celal ve Dr. Server Kamil Beyler, saymanı Abidin Bey, veznedarı Ahmet Vefik Bey, merkezi İstanbul, faaliyet sahası ise bütün Türkiye olarak belirlendi.

    Türkiye’nin 1924 Olimpiyatları’na katılabilmesi için hükümetten istenen yardımın tutar ve gerekçelerini açıklayan ve Ali Sami Yen ile Selim Sırrı Tarcan’ın ortak imzalarını taşıyan mektup için:

    “14 Teşrinisani ve 613/110 Numaralı Lütufnameleri ile Talep Olunan Malumatın Berveçh-i Zir Arzı” (TMOK Arşivi)

    14 Temmuz 1922

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, Fenerbahçe kulübü binasında ilk toplantısını yaptı. Bu toplantıda ilk heyet-i merkeziye oluşturuldu.

    31 Temmuz 1922

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın genel merkez toplantısında cemiyetin ilk başkanı olarak Ali Sami Yen ve öteki Meclis-i İdare üyeleri seçildi.

    24 Ağustos 1922

    TİCİ Meclis-i İdaresi, geçici atletizm, güreş ve futbol encümenleri (federasyon) oluşturmuş, başkanlıklarına ise sırayla kendi başkan yardımcıları Burhan Felek ve Ali Seyfi’yle, üye Yusuf Ziya Öniş’i getirmiş, encümen üyelerinin de encümen başkanlarınca TİCİ Meclis-i İdare üyeleri arasından seçilmelerini öngörmüştür.

    1 Kasım 1922

    Türkiye İdman Mecmuası dergisinde yayınlanan bir yazıdan:

    “Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesiyle, yalnız İstanbul’da yapılmakta olan spor türlerinin bütün Anadolu’ya yayıldığını, sırasıyla Ankara, İzmir, Rize, Trabzon, Konya, Mersin, Adana, Zonguldak, Sivas, Erzurum, Samsun, Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Edirne’de 1922 yılı sonlarında yapılmaya başlandığını öğrenmekteyiz. Bu suretle spor türleri bütün yurtta yayılmakta ve dolayısıyla yalnız İstanbul’un dar bir bölgesi içinde sıkışıp kalarak örgütlenmiş TİCİ’nin genişletilmesi ve bölgeleri içine alacak duruma getirilmesi görüşü çoğunluk kazanmaktadır.” (Çeki – 1 Kasım 1922)

    10 Kasım 1922

    TİCİ Genel Merkezi, Ekim ayının başında yapması gereken üçüncü toplantısını yaptı.

    “Cuma günü Fenerbahçe kulübünde yapılan toplantı beş saatten fazla sürmüştür. Bu toplantının yalnız futbol federasyonunun çalışması konusundaki tartışma ile geçtiğini öğrenmekteyiz. Bu suretle de yalnız bir Futbol Federasyonu kimliği altında çalışmalarını sürdürmektedir.” (Çeki – 1 Kasım 1922)

    15 Ocak 1923

    FIFA, Türkiye’nin “nizamname-i dahilisine tevfikan” Türkiye’nin muvakkaten kabul olunduğunu kongrede keyfiyet-i kabulün mevki-i müzakereye konulacağını bildirdi.

    16 Şubat 1923

    TİCİ’nin 1923 Nizamnamesi düzenlendi.

    “İşbu teşkilat-ı umumiyeyi ihzar, ikmal ve tatbik eylemek üzere, en eski idman cemiyetleri murahhasları ve en maruf Türk idman mütehassıs ve muallimlerinin iştirakiyle 1340 (1924) senesi umumi kongresi toplanana kadar umumi kongre salahiyetini haiz” bir Heyet-i İhzariye kuruldu ve eski yönetim kurulunun bu geçici heyet olarak görevde kalması kararlaştırıldı.

    Nizamname “Türkiye’nin aksam-ı memalikinde” (Madde 1) örgütlenilmesini öneriyor ve idman mıntıkalarını “memleketin vaziyet-i coğrafiye ve iklimiye, vesait-i nakliye ve teşkilat-ı mülkiyeye göre tefrik edilen hudutlar dahilinde (Madde 4) kuruyordu.

    16 Mart 1923

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı yeniden örgütlendi.

    13 Nisan 1923

    Şehzadebaşı’nda Letafet Apartmanı’nda Kumkapı kulübünde yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu kuruldu.

    21 Mayıs 1923

    Cenevre’de yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu’nın FIFA üyeliği onaylandı.

    2 Ocak 1924

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararnameleriyle hem “kamu yararı gözeten dernek” statüsü edindi, hem de Türkiye’yi dışarıda temsil etmeye hükümetçe yetkili kılındı.

    4 – 12 Eylül 1924

    Birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    5 – 12 Eylül 1924

    TİCİ 1. Kongresi, Ankara’da Türk Ocağı’nda toplandı.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongreye Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Canik (Samsun), Edirne, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Karesi (Balıkesir), Kocaeli, Konya ve Trabzon “şehir” mıntıkaları katılırken, ordu mıntıkalarından Harbiye ve Bahriye de temsilci göndermişti.

    Federasyonların kuruluş ve ikamet kararları alındı. İşbu Federasyonların 1928 Olimpiyatları hazırlığına şimdiden başlaması kararlaştırıldı. Yeni bölgeler kuruldu ve her sene Türkiye birincilik müsabakalarının farklı yerlerde düzenlenmesi kararı verildi.

    18 – 20 Eylül 1925

    TİCİ 2. Kongresi, Ankara’da Belediye Salonu’nda toplandı.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Açılış konuşmasını yapan Başbakan İsmet Paşa “Memleketimizde spor teşebbüsü henüz sizin idare etmekte olduğunuz son şekliyle birkaç senelik teşebbüs olmakla beraber az zamanda kat ettiğimiz mesafeler bu işi hususi teşebbüslerin hevesleri için vücuda getirdikleri ve mesul oldukları bir teşkilat haricine çıkarmış, memleketin hayat-ı umumiyesinde bütün mücadelâtında onu bir mevki sahibi etmiştir.” dedi.

    Türkiye birinciliklerinin bir arada olmayıp spor mevsimine göre yapılması kabul edildi.

    28 Eylül – 1 Ekim 1926

    TİCİ 3. Kongresi, Ankara’da toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongrenin açış konuşmasını yapan İsmet Paşa, TİCİ “yöneticileri ve kongre üyelerine, mıntıkaların ve federasyonların şikâyetlerinin yersiz olduğunu, her şeyin hükümetten beklenmemesi gerektiğini, hükümetin spora maddi-manevi desteğini verdiğini, hükümetin spor teşkilatına verdiği önem ve saygı derecesini kendilerinin de gösterdiği zaman daha iyi neticeler elde edileceğini, çünkü gençliğin Türk milletinin istikbali olduğunu bunun için çalışmalarda ciddi ve disiplinli olunması gerektiğini” belirtti.

    TİCİ’nin kongre temsilci heyetini kabul eden ve onlara oldukça uzun bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ise sözlerini şöyle bitiriyordu:

    “Sizi bana gönderen hassas insanlardan mürekkep gençlik cevvaliyetiyle vatan ve milliyet aşkıyla hal-i feveranda bulunan kongrenize teşekkür ederim. Sizi avdet ederken Türkiye İdman Cemiyetleri İttihadı’nın teşkiline badi bütün insanların güzel niyetlerine ve baria muvaffakiyetlerine müteşekkir olarak selamlarım. Sözlerimde işaret ettiğim ciddi muvaffakiyatı bana, hükümet-i cumhuriye ve cumhuriyetin sahib-i aslisi ve murakıbı olan büyük Türk milletine fiilen gösterebileceğiniz zamana büyük Türk milleti namına muntazır olduğum sözlerini son sözlerim olarak söylerim.”

    2 – 10 Eylül 1927

    İkinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Muhafızgücü şampiyon oldu.

    6 – 9 Eylül 1927

    TİCİ 4. Kongresi, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongrenin açılış konuşmasını yapan Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey; “spor faaliyetlerinin federasyon suretiyle teşekkülünü ve bir program dâhilinde faaliyet yapılmasını arzu ettiklerini, sporun memleketin hayati mesele olduğunu, Türk sporculuğunun diğer yıllara nazaran çok ilerleme gösterdiğini ve bu kongrenin eğitim, ordu, bahriye ve spor teşkilatlarıyla meşgul olacağı için diğer kongrelerden daha büyük önem arz ettiğini” belirtti.

    Bu kongrede nizamname değişikliğiyle, umumî kongrelerin bir yerine iki yılda bir toplanması, mahallî ve millî şampiyonlarla, heyet reislerinin müsabakaları ücretsiz izlemeleri hükme bağlandı.

    21 Mayıs 1928

    1246 sayılı “Türkiye’de Gençlik Teşkilatlarının Türk Vatandaşlarına Hasrı Hakkında Kanun” Resmî Gazete’de yayınlandı.

    Kanun metni şu şekildeydi:

    Madde 1) Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde gerek mekteplerde ve gerek mektep haricinde izcilik, keşşaflık, boyskotluk veya diğer nam ve unvan altında izcilik teşkilatı vücuda getirmek hakkı münhasıran Türk vatandaşlarına aittir.

    Madde 2) Birinci maddede zikredilen teşkilatı ecnebiler vücuda getiremeyeceği gibi bu kabil teşkilata ecnebi gençler dâhil olamazlar.

    Madde 3) Türk vatandaşlarından olanlar dahi birinci maddede zikredilen teşkilatı ancak Maarif Vekaleti’nin müsaadesiyle ve o vekaletin emir ve murakabesine tabi olmak vücuda getirebilirler.

    Madde 4) Bu kanun neşri tarihinden muteberdir. Madde 5) Bu kanunun ahkâmını icraya Dahiliye ve Maarif Vekilleri memurdur.

    2 – 8 Ocak 1931

    TİCİ 5. Kongresi, bir önceki kongreden 4 yıl sonra, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Bu kongrede alınan kararlardan bazıları;

    Genelkurmay, Maarif, Sağlık ve Harici Vekilliklerinden genel merkeze oy hakkı olmayan birer delege gönderilmesi ve bunların müşavir üye olarak alınması;

    Hokey, Boks, ve Tenis federasyonları iptal edilerek bu sporların şimdilik tatbik edilmekte oldukları bölge idman heyetlerine bırakılması;

    futbol, güreş, atletizm, denizcilik ve eskrimin birer federasyon olarak muhafaza edilmesi;

    Binicilik, atıcılık, uçuculuk, kızakçılık ve dalgıçlık gibi ordu sporları için, ordu sporları federasyonu namı altında bir federasyon kurulması ve sporcuların, spor turnelerinde gazete muhabirliği yapmamaları idi.

    20 – 25 Haziran 1932

    TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı.

    Merkezi umumî, bu toplanışında İstanbul mıntıkası ile Futbol Federasyonu arasındaki ihtilafı da inceledi ve kongrede bulunan müfettişlerin raporunu, Futbol Federasyonu başkanının izahatını ve İstanbul mıntıkası merkez heyeti reisi Orhan Beyin konuya ilişkin raporunu dinledi.

    Meselenin incelenip karar verildiği son toplantıda, kendisiyle alakalı olduğu için hakem durumunda bulunmasının uygun olmayacağından Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Beye toplantıdan çıkması rica edilmiş, o da bunun üzerine salondan çıkmıştır.

    Kongrede bir konuşma yapan Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker; “Partinin spor işleriyle ve sporculukla fevkalâde alakadar olduğunu, spora maddi-manevi her türlü desteği verdiğini, sporculuğun esaslı bir şekilde tanzim ve teşkilinin zaruri olduğunu, hükümetin spora bu sene önceki senelerden daha fazla para tahsis ettiğini, profesyonelliğe karşı olduklarını ve bunun için her türlü girişmeleri reddettiklerini, Türkiye birinciliklerini önümüzdeki sene yapacaklarını, kulüplerin, sporcuları kendi menfaatleri için değil millet için yetiştirmesi gerektiğini” belirtti.

    Bu kongrede federasyon seçimleri de tartışmalı geçti. Eski federasyon başkanları ve erkanından hiç biri vazife kabul etmek istememiş, bütün ısrarlara rağmen şiddetle reddetmişlerdi. Fakat neticede gene onlar seçilerek bir emrivaki karşısında bırakıldılar.

    7 – 10 Ekim 1932

    Üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. İstanbulspor şampiyon oldu.

    13 Ekim – 10 Kasım 1933

    Dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    25 – 28 Ekim 1933

    TİCİ 7. Kongresi, Ankara Spor Salonu’nda toplandı.

    Kongre heyeti umumiyesi; Cumhuriyetin 10uncu yıl dönümü nedeniyle Bursa’da yapılamayan Türkiye futbol birinciliğinin gelecek sene Bursa’da yapılması kararlaştırıldı. Federasyonların raporlarını inceleyen komisyonun “beş sene müddetle Türkiye birinciliği yapmayarak bu paranın mıntaka sahalarına tahsisi” hakkındaki teklifi kabul etmedi.

    12 – 29 Ekim 1934

    Beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    24 Ağustos – 8 Eylül 1935

    Altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    13 – 18 Nisan 1936

    TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı. Kongrenin son gününde, voleybol ve basketbol federasyonlarının kurulmasına ve cezaların affına, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı namı altında 14 yıl faaliyet gösteren bu teşkilatın nizamnamesinin maksadı temine kâfi gelmediği için yeni icaplara göre hükümler taşıyan bir nizamname ile teşkilat 18 Nisan 1936 tarihinden itibaren adının “Türk Spor Kurumu” olarak değiştirilmesine karar verildi.

    “Türk Spor Kurumu, ‘yarı-resmî niteliğine ve CHP parti örgütünün parçası olmasına karşın, dernekler hukuku hükümlerine göre son kurultayında adını Türk Spor Kurumu olarak değiştirmiş bir ‘özel hukuk tüzel kişisi’, bu yönüyle de Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın yasal devamıdır.” (Kurthan Fişek)

    29 Haziran 1936

    Türk Spor Kurumu Dergisi yayın hayatına başladı.

    İlk sayıda yayınlanan “Maksadımız” başlıklı yazıda şöyle deniyordu:

    “Bu sene sekizinci kongresini akdeden “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı,,, nizamnamesini yeni esaslara göre değiştirerek ismini de [Türk Spor Kurumu] na tahvil etmiştir.Bu yeni esaslara göre Türk Spor Kurumu; Yurdu kurtaran Ulu Önder Kamâl Atatürk’ün cumuriyet ve istiklalimizi kendisine tevdi etmiş olduğu Türk Gençliğini, ruhi ve manevi bakımdan olduğu kadar bedeni ve maddi bakımdan da bu değeri ölçülmez vediayı koruyabilecek iktidara sahip, şuurlu, canlı, bir düşünceli ve bir hareketli [bir sporcu gençlik birliği] halinde ilerletip geliştirmek vazifesini üzerine almıştır.Türk Spor Kurumu; bu vazifesini yaparken gençlerin sıhhat şartlarını göz önünde tutarak memlekette teknik icaplara uygun zevkli bir spor faaliyeti uyandırmıya çalışacak ve bu faaliyetin, ahlâklı ve vatansever Türk Gençliği için millî vasıfları hâiz ve o gayelere müteveccih olmasını temine dikkat ve ehemmiyetle uğraşacaktır.Bugün ilk sayısı çıkan Türk Spor Kurumu Dergisi Türk Spor Kurumunun bu yoldaki çalışmalarında, fikirlerinin yayım organı olacaktır.”

    21 Mart – 11 Temmuz 1937

    Birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    13 Şubat – 5 Haziran 1938

    İkinci Millî Küme düzenlendi. Güneş şampiyon oldu.

    23 Haziran 1938

    İcra Vekilleri Heyetince 6 Haziran 1938 tarihinde Yüksek Meclise arzı kararlaştırılan (Spor Teşkilatı) hakkındaki kanun lâyihası esbabı mucibesi ile birlikte 23 Haziran 1938’de Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine sunuldu..

    29 Haziran 1938

    3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu ile “Başbakanlığa bağlı” Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kuruldu.

    Gençlik Spor Bakanlığı’nın onayıyla federasyon kurmak, ülke çapında spor tesisi yapımıyla ilgili çalışmaları yürütmek, sporcu ve kulüplerin tescil, vize ve transfer işlemlerini izleyip kayıtlarını tutmak, Spor-Toto uygulamalarını düzenlemek ve yurttaşın spordaki bilgi ve ilgi düzeyini yükseltmekti.

    Kanun Maddesi 6) Beden terbiyesi genel direktörü Başvekil tarafından intihab ve Cumhur Reisinin tasdiki ile tayin olunur. Genel direktör bu kanunun hükümleri dairesinde kurulan teşekküllerin merci ve âmiri olup bu teşekküllerin çalışmalarından mesuldür.

    1939

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nce çıkarılan bir talimatnameyle TİCİ’den TSK’ya devredilen Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi, BTGM’ye bağlandı.  

    19 Mart – 9 Temmuz 1939

    Üçüncü Millî Küme düzenlendi. Galatasaray şampiyon oldu.

    31 Mart – 7 Temmuz 1940

    Dördüncü Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    21 – 22 Eylül 1940

    Yedinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Eskişehir Demirspor şampiyon oldu.

    12 Mart 1941

    Resmî Gazete’de 15309 numaralı kararname yayınlandı.

    “İlişik (1) sayılı listede yazılı kulüplerin hizalarında gösterilen adlar altında birleştirilmeleri ve (2) sayılı listede yazılı olanların da kapatılmaları; Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün 15/2/1941 tarih ve 1320 sayılı tezkeresile yapılan teklifi üzerine 3530 sayılı kanunun 13 üncü maddesinin son fıkrasına tevfikan İcra Vekilleri Heyetince 1/3/1941 tarihinde kabul olunmuştur.”

    30 Mart – 6 Temmuz 1941

    Beşinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    12 – 15 Temmuz 1941

    Sekizinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.

    23 – 25 Mayıs 1942

    Dokuzuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    3 Haziran 1942

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 4235 sayılı yasayla Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.

    14 Mart – 19 Mayıs 1943

    Altıncı Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    12 Mart – 19 Mayıs 1944

    Yedinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    27 – 30 Mayıs 1944

    Onuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    11 Mart – 20 Mayıs 1945

    Sekizinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    12 – 29 Mayıs 1945

    On birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    6 Nisan – 12 Mayıs 1946

    Dokuzuncu Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    25 – 28 Mayıs 1946

    On ikinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.

    22 Mart – 25 Mayıs 1947

    Onuncu Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    24 – 26 Mayıs 1947

    On üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankara Demirspor şampiyon oldu.

    21 Mayıs – 5 Haziran 1949

    On dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankaragücü şampiyon oldu.

    18 Mart – 21 Mayıs 1950

    On birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    1 – 11 Haziran 1950

    On beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Göztepe şampiyon oldu.

    17 – 27 Mayıs 1951

    On altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    13 Mayıs 1960

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 7474 sayılı yasayla Başbakanlık makamına bağlandı.

    29 Ağustos 1962

    Profesyonel Futbol Yönetmeliği, Resmî Gazete’de yayınlandı.

    Madde 1) Bu Yönetmelik, profesyonel takım kuran kulüplerle profesyonel futbolcular ve bu teşekkül ve şahıslarla Futbol Federasyonu arasındaki münasebetlerde tatbik olunur.

    85. maddede “Bu yönetmelik hükümlerini Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü yürütür” deniyordu.

    11 Şubat 1970

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 1-21/1156 sayılı kararname ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlandı.

    1977

    Devlet Planlama Teşkilatı’nın “Beden Eğitimi ve Spor Özel İhtisas Komisyonu Ön Raporu” yayınlandı.

    “Federasyon birçok kulübün bir araya gelerek aynı amaç için birleştikleri bir topluluktur. Spor kulüpleri aynı amaç için birleşerek Federasyon’u kurarlar ve bunların yöneticilerini kendi aralarından seçerler. Anayasamızın 29’uncu maddesi gereğince herkes dernek kurrar. Spor kulüpleri de birer dernek olduğuna göre 1630 sayılı Dernekler Kanunu derneklerin federasyon ve konfederasyonlar halinde birleşebileceklerini belirlemektedir ve aynı kanun gereğince de uluslararası beraberlik ve işbirliği sağlayabilirler. Bu durum yurdumuzda ilk federasyonların kurulduğu 1922 yılından 1936’ya kadar Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı zamanında uygulanmıştır.”

    7 Kasım 1982

    Yeni Anayasa’da ilk spora yer verildi. Böylece ülkemizde ilk kez spor ve sporcu Anayasa’nın teminatı altına alındı.

    14 Aralık 1983

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü 179 sayılı kanun hükmünde kararnameyle Milli Eğitim ve Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde yer aldı.

    21 Mayıs 1986

    T.B.M.M.’de kabul edilen 3289 sayılı “Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu” ile Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü adı, Beden Terbiyesi ve Spor Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi.

    5 Mayıs 1988

    T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nün “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri “Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:

    Ülkemizde de her geçen gün gelişen profesyonel futbolun, Batıda olduğu gibi profesyonelce yönetilmesi zaruret haline gelmiştir. Profesyonel futbolun, amatör futbol şartlarına göre düzenlenmiş teşkilat ve kaidelerle yönetilmesi çeşitli aksamalara yol açmaktadır. Bu nedenlerle, profesyonel futbolun, profesyonelce yönetilmesi ve böylece futbolumuzun daha ileriye götürülebilmesi maksadıyla, özel hukuk hükümlerine tabi ve tüzelkişiliği haiz Türkiye Futbol Federasyonunun kuruluş ve görevleri hakkındaki bu Kanunun hazırlanması gerekmiştir.”

    27 Mayıs 1988

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    2 Mart 1989

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair Kanun” kabul edildi.

    1989

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün Başbakanlık Devlet Bakanlığı’na bağlanması nedeniyle adı “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” oldu.

    10 Nisan 1992

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Yusuf Namoğlu ve 33 Arkadaşının, 27.5.1988 Tarih ve 3461 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:

    “Ülkemizde futbol faaliyetleri uzun yıllar Beden Terbiyesi ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü çatısı altında ve ona bağlı Futbol Federasyonu eliyle yönetilmiştir. Futbolun ülke sporu içindeki yeri ve önemi dikkate alınarak, özerkleştirilmesi düşüncesi gündeme gelmiştir. Bu amaçla 3461 sayılı Kanun çıkarılmış, futbolun, içinde yer alan birimler ile kurum ve kuruluşlar eliyle kendilerinin seçtikleri kişiler tarafından yönetilmesi amaçlanmıştır. Ancak, bilahara 3461 sayılı Kanunun seçime ilişkin hükümleri 3524 sayılı Kanunla değiştirilerek, Federasyonun organlarının atama yoluyla görevlendirilmesi uygun görülmüştür.”

    17 Haziran 1992

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    18 Şubat 2000

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:

    3.7.1992 tarihinde yürürlüğe konulan 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” ile profesyonel futbolun gelişmesine engel teşkil eden hususların ortadan kaldırılması, futbolun idarî, malî ve hukukî yönden özerk bir yapıya kavuşturularak uluslararası norm ve standartlara uygun bir yapının oluşturulması hedef alınmıştır. Özel hukuk hükümlerine tâbi, tüzelkişiliğe haiz özerk bir federasyonu öngören bu Kanun kapsamında, futbol adına çağdaş bir çalışma ve gelişme ortamının tesis edildiğine ve bu suretle futbolla ilgili tüm sorunların giderileceğine dair kamuoyunda beklentiler yaratılmıştır. Ancak, Kanunun yürürlüğe girdiği 1992 tarihinden itibaren hâsıl olan gelişmeler kamuoyunda yaratılan bu olumlu beklentilere cevap vermede yetersiz kalmıştır.

    14 Nisan 2000

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    12 Mayıs 2004

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:

    “Ülkemizde profesyonel futbol faaliyetleri 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca kurulmuş bulunan Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yürütülmektedir. Kanunun 1 inci maddesine göre futbol faaliyetleri millî ve milletlerarası kurallara göre yürütülür, teşkilâtlandırılır ve geliştirilir. Futbolun sürekli gelişmesi ve uluslararası niteliği nedeniyle süratle değişen şartlara uyumun sağlanabilmesi için anılan Kanunda değişiklikler yapılması zorunlu hale gelmiştir.”

    25 Mayıs 2004

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    29 Kasım 2007

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    5 Mayıs 2009

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    2011

    Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın kurulması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 3/6/2011 tarihinde kararlaştırıldı.

    Kanun Hükmünde Kararname ile teşkilat yapısında değişikliğe gidilen Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün 3289 sayılı kanunda yer alan “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” ibaresi “Spor Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.

    2018

    10/07/2018 tarihli 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde “Spor Genel Müdürlüğü” olan adı “Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.

  • 1939’da Ne Oldu?

    1939’da Ne Oldu?

    1939 yılı Milli Küme maçları sonunda Galatasaray, 1959 öncesindeki ilk ve tek ulusal şampiyonluğunu kazandı. Şampiyonun iki maçta belirlenmesi planlanmıştı ama “müessif bir hadise” bunun önüne geçti. Peki 1939’da ne oldu? İşte bu sorunun cevaplarını aşağıdaki gazete haberlerinde bulabiliriz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Olayın kahramanı (!) Necdet Erdem, futbola Fenerbahçe’de başladı. İlginçtir, olaydan seneler sonra Galatasaray’da bıraktı. Hakem Tarık Özerengin ile seneler sonra bir araya geldiler. O günün bilgilerine de “buradan” ulaşabilirsiniz.


    Dün Maçta Müessif Bir Hadise Oldu

    Demirspor kalecisi ve takımın kaptanı Necdet, maçı idare eden hakem Tarık’a hücum ederek gözünden yaraladı. Hakem, maçı tatil ve Demirspor’u mağlup ilan etti.

    Milli küme şampiyonasının günlerden beri dedikodusu devam eden son maçı dün Fenerbahçe stadyumunda Galatasaray’la Demirspor takımları arasında oynanırken, spor tarihimizde şimdiye kadar vukua gelmemiş müessif bir hâdise olmuş ve bu yüzden maç tatil ve Demirspor takımı mağlup addedilmiştir.

    Mevzuubahis hâdise, Demirspor takımı kalecisi ve takımın kaptanı Necdet’in, hakem Tarık’a hücum ederek gözüne yumruk atması ve yüzünde büyük bir yara açmasıdır. Şimdiye kadar spor sahalarımızda oyuncular arasında müteaddit kavgalar olmuş, seyirciler birbirine girmiş, fakat oyunculardan hiçbirisi müsabaka hakemini döğmemişti. Dünkü maçta nihayet hakem de dövülmüştür.

    Fenerbahçe stadyumunda dün on bine yakın seyirci toplanmıştı. Milli küme şampiyonunu tayın edecek olan bu maçı herkes merak ediyordu. Takımlar da bir haftadan beri kampa girmişler, hazırlanmışlardı. Fakat müsabaka, normal bir oyundan ziyade bir sinir işi haline getirildiği için, zevkli bir maç seyretmek pek de mümkün görülmüyordu.

    Takımlar saat beş buçukta kol kola dizilmiş bir halde sahaya çıktılar; halkı selâmladıktan sonra şu şekilde dizildiler:

    Galatasaray: Osman, Faruk, Adnan, Musa, Rıza, Yusuf, Salim, Salâhaddin, Cemil, Boduri, Bedii

    Demirspor: Necdet, Şevket, İbrahim, İbrahim, Şemsi, Salih, Hakkı, Orhan, Orhan. Gazi, Arif.

    Oyunu, hakem Tarık idare ediyor.

    Ankara’dan sureti mahsusada gelen ve Futbol Federasyonu reisinin riyasetinde bulunan bir heyet de maçı, saha kenarından kontrol ediyordu.

    Oyuna, asabi bir hava içinde başlandı.

    İki taraf da bütün enerjisini ortaya koyduğu için ciddi bir mücadele cereyan ediyordu. Fakat bu mücadele yavaş yavaş sportif mahiyetini kaybetmeye, başka bir kalıba gitmeye başladı. Hakem, müsabakaya başlamadan evvel, müsabıklara bazı nesayihte bulunmuş, bu maçın ehemmiyetini izah ederek sert oyuna müsaade etmeyeceğini ve temiz bir müsabaka yapmalarını bildirmişti. Buna rağmen sertlik yüz göstermişti. Hakem, sık sık faul, frikik cezaları vermek mecburiyetini hissediyor, bazı oyunculara da ihtarda bulunuyordu. Verilen cezalar ve yapılan ihtarların yüzde yetmiş beşi Demirsporlulara aitti. Müsabakanın her safhasında müessif bir vaka zuhurundan korkuluyordu. Fakat ilk devre, sıfır sıfıra berabere bitti.

    İkinci devre, birinciye nazaran daha sert ve daha asabi bir tarzda başladı.

    Tekme vurmak, çelme takmak mubah sayılacak bir hale geldi. Hakem, o kadar çok ihtarda bulunuyor ve o kadar ceza vermeğe mecbur kalıyordu ki, inkıtaa uğramadan beş dakika oyun seyretmek kabil olamıyordu. Nihayet Demirspor kalesi önünde yapılan pek bariz bir hata üzerine Galatasaray lehine penaltı verildi. Galatasaraylılar, topu dışarı atarak bu fırsatı kaçırdılar. Bundan bir dakika sonra da Demirspor bir gol kazandı.

    Demirspor’un 1 – 0 galip vaziyete gelmesi, Ankaralılar için bulunmaz bir avantajdı ve oyunu bu vaziyette bitirmeleri de mümkündü. Fakat buna rağmen Demirsporlular sert oyuna bir kat daha germi verdiler; bilhassa bu işte takımın kaptanı ve kalecisi olan Necdet pek ileri gidiyor, kaleye her yaklaşan muhacime tekme vurmak, çelme takmakta tereddüt etmiyordu.

    İkinci devrenin 33üncü dakikasında Galatasaray’ın yaptığı bir hücum esnasında, Necdet, bu defa da Galatasaraylı Cemil’i yere yıktı. Hakem, evvelce müteaddit defalar ihtara maruz bıraktığı Necdet’i oyundan çıkarmak mecburiyetini hissetti ve kararını tebliğ etmek üzere yanına gitti. Hakem Tarık, kararını resmen bildirmesiyle beraber gözünün üstüne kuvvetli birkaç yumruk yemesi bir oldu. Takım kaptanı Necdet, şimdiye kadar hiçbir sporcumuza nasip olmayan bir tarzda, hakeme hücum etmiş ve gözünden yaralamıştı.

    Etraftaki polis kuvvetleri derhal hâdise mahalline koştular. Necdet’i yakaladılar, diğer taraftan da hakem Tarık, yüzünden kanlar aka aka sahadan çıkarıldı. Soyunma odasında tedavi altına alındı. Biraz sonra da oyuncular, müsabaka, hakem tarafından tatil edildiği için sahadan ayrıldılar.

    Hâdisenin hikâye tarafı budur. Vakanın çirkinliğini tavsif etmek için kelimeler ve sıfatlar bulmağa ihtiyaç görmüyoruz. Güzide bir takımın kaptanlığı mevkiinde bulunan bir adamın hakem döğmeğe teşebbüs etmesi, en hafif tabirle iptidailiktir, kabalıktır. Sonra tecavüze uğrayan hakem, öyle bir gençtir ki, bütün sporcularımıza numunevi imtisal olacak temiz bir karaktere, dürüst bir ahlâka ve insanı kendine meclup eden bir nezakete sahiptir. Bu sene yüksek tahsilini bitirmiş, doktor olmuştur, şimdiye kadar en ufak şekilde bile kimseye tek kelime fena bir söz sarf etmemiştir. İdare ettiği bütün maçlarda dürüstlüğü, nezaketi, bitaraflığı ve temiz ahlâkı ile tanınmıştır. O kadar ki, iki takımın bu maç için bir hakem intihap etmelerine karar verildiği vakit, Demirspor takımı Tarık’ın bu maçı idare etmesinde şiddetle ısrar etmiştir.

    Spor, mutlaka bir maçı kazanmak, her ne pahasına olursa olsun galip gelmek demek değildir. Bizim spordan anladığımız ilk mana, temiz ahlâk, dürüstlük ve insanlıktır. Hakemi döğecek kadar terbiye, insanlık ve ahlâk hututlarının haricine çıkan bir insanın spor mefhumile hiçbir alâka ve münasebeti yoktur. Bu vakada, asabına hâkim olamamak, yapılan haksızlıklara tahammül gösterememek gibi bir mazeret dermeyan etmeğe bile imkân tasavvur edilemez. Çünkü Tarık, eğer bu maçta bir haksızlık yapmış ise, Galatasaray’ın aleyhine yapmıştır ve Demirspor’a birçok ahvalde mümaşatkâr davranmıştır, denilebilir.

    Halkın yuhaları, hakaretleri arasında polis nezaretinde sahadan çıkarılan bu adam, derhal tevkif edilerek cürmü meşhud mahkemesine verilmiştir. Hakem Tarık da ayrıca bir dava ikame etmiştir.

    Bu çirkin vak’aya, maalesef büyüklerimiz de şahit olmuşlardır. Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu, eski Milli Müdafaa Vekili General Kâzım Özalp ve diğer devlet erkânından bir kısmı stadda bulunuyorlardı. Federasyon rüesası, İstanbul mıntakası erkân ve azaları da hep beraber orada idiler.

    Bu vak’adan sonra, Necdet, bu memlekette müebbeden spor yapmak hakkını kaybetmiştir. Çünkü kendisine verilecek nizami ceza, müebbed boykottur. Bundan başka, yaptığı tecavüzden dolayı da mahkemenin vereceği cezaî karar da vardır.

    Demirspor takımının vaziyetine gelince; evvelce umumi merkezin yaptığı bir tamimle de sarahat kesbettiği üzere takım diskalifiye edilmiştir. Dünkü maçın nizami galibi Galatasaray’dır. Bu şerait içinde Ankara’da ikinci bir defa daha iki takımın karşılaştırılmasına da imkân görülememektedir.

    Hakem ne diyor?

    Dün akşam geç vakit hakem Tarık’la görüştük.

    Bize şunları söyledi:

    “Demirspor kalecisi Necdet’e, yaptığı müteaddit hatalı hareketlerinden dolayı birkaç defa ihtarda bulundum; fakat bu oyuncu, kasti hareketlerde devam etti. Galatasaray muhacimlerinden Cemile yaptığı son hareketi üzerine müsabakanın selâmeti için kendisini oyundan çıkarmak mecburiyetinde kaldım. Bu kararımı kendisine usulen tebliğ ettim. Fakat Necdet derhal üstüme hücum ederek beni yumruklamaya başladı. Yüzüm, gözüm kan içinde ve polis refakatinde sahadan ayrıldım. Bu vaziyette maçın idaresine imkân göremediğimden oyunu tatil etmek mecburiyetinde kaldım ve bu hâdiseden dolayı da Adliye ve zabıta makamlarına müracaatle cürmü meşhud kanununa göre takibat yapılmasını istedim.”

    Federasyonlar Dairesi Reisinin Beyanatı

    Müessif hadiseden sonra kendisini gördüğümüz federasyonlar dairesi başkanı B. Ziya Ateş şunları söylemiştir:

     “Müsabakanın 33 üncü dakikasında Necdet tarafından hakem Tarığa yapılan fiilî tecavüzle başlıyan hadiseyi müteakip Tarık ve Necdet sahadan ayrılarak polis refakatinde soyunma odasına götürülmüşlerdir. Sahada idaresiz kalan oyun hakkında son kararın ne olduğu sorulmak üzere maçın seyrini takib heyeti bizzat hakeme de kararını sorarak Demirspor kaptanını cürmümeşhud mahkemesine vermiş ve maçı tatil etmek mecburiyetinde kalmıştır.”

    24 Temmuz 1939 – Cumhuriyet Gazetesi


    F.I.F.A.’dan Cevap Geldi

    Galatasaray’ın millî küme şampiyonluğu tasdik edildi

    Galatasaray ile Demirspor kulüpleri arasında milli küme şampiyonluğu için biri Ankara’da diğeri İstanbul’da yapılmak üzere tertip edilen maçlarda birincisinde malûm hâdise çıkmış ve maç yarıda kalmıştı.

    Futbol federasyonu tarafından o zaman bu hâdise beynelmilel futbol federasyonuna sorulmuş ve beklenen cevap dün gelmiştir.

    Alınan cevapta “Demirspor kulübünün 0-1 galip vaziyette olmasına rağmen hâdiseye müsebbip olduğu için hükmen mağlup sayılacağı” bildirilmiştir. Bunun üzerine genel direktörlükte yüksek hakem komitesi ve futbol federasyonu azalarının bulunduğu bir toplantı yapılmış ve Galatasaray kulübünün bu maçta hükmen galibiyetine karar verilmiştir.

    İki maç üzerine tertip edilen bu müsabakaların birincisinde, Demirspor kulübüne hükmen mağlup sayıldığı için puan verilemeyeceği cihetle ikinci maçın yapılmasına lüzum kalmamış ve Galatasaray kulübünün 938-939 milli küme şampiyonluğu tasdik edilmiştir.

    Keyfiyet alâkadar bölge ve kulüplere derhal tebliğ edilecektir. Uzun bir beklemeden sonra hakları teslim edilen sarı kırmızılıları şampiyonluklarından dolayı tebrik ederiz.

    27 Ekim 1939 – Akşam Gazetesi


  • Canlı Yapraklar – XVI

    Canlı Yapraklar – XVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVI” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XVI

    26 Ekim 1923 Cuma günü oynanan ve 2-2 beraberlikle neticelenen ilk milli karşılaşmamız Türkiye – Romanya maçı umumi efkârda yüksek maneviyat yarattı. Hatta o maçta muhakkak bir galibiyet fırsatının kaçırılmış olduğu kanaati de doğdu. Filhakika; milli maçtan 4 gün sonra, 30 Ekim 1923 Salı günü Fenerbahçe’nin Macarlarla takviyeli ve (Romanya muhteliti) adı altında oynayan daha kuvvetli kadro ile tek başına berabere kalması ve hatta çok hâkim oynaması bu kanaati takviye de etmişti.

    İşte; umumi efkâr, büyük gelişme halindeki futbolumuzla övünürken 6 ay sonraki 8’inci dünya olimpiyatları günün mevzuunu teşkil etmeğe başladı. Mayıs ayında Paris’te yapılacak bu 1924 olimpiyatlarına iştirakimiz bütün spor umumi efkârınca yürekten arzulanıyordu.

    Filhakika; Türkiye aleyhinde asırlardan beri bin bir kötü propagandalara sahne olmuş yeryüzünün her tarafından Paris’e gelecek sporcu, gazeteci ve seyirci yüz binlerce insana Türkü asil sporcu gençliği vasıtasıyla tanıtıp bu propagandaların yalan olduklarını ispat etmek imkânı böylece ele geçmiş olacaktı.

    Milli propaganda için bundan daha mükemmel fırsat olamazdı. Ayrıca, beynelmilel olimpiyatlar cemiyetinin 1923’teki sorusuna da esasen müspet cevap verilmiş ve hatta katılacağımız branşların güreş, atletizm, atıcılık ve futbol olduğu da tasrih olunmuştu. Fakat o tarihten bu yana, yani bir senedir ileri atılmış bir adım yoktu. Acaba yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümeti İdman Cemiyetleri İttifakı’nı tanıyacak mı idi? Bu meçhul olduğu gibi, gereken masraf da nereden temin edilecekti?

    İşte, alâkalılar için bu cidden endişeli günlerde Maarif Vekili merhum İsmail Safa Bey Türkiye Milli Olimpiyatlar Komitesi’ne bir mektup yollayarak gençlerimizin Paris olimpiyatlarına iştirakleri için ne gibi yardıma ihtiyaç duyulduğunu sordu.

    Bunu Aralık 1923’te Maarif Vekâleti Vekili Necati Bey’in İdman Cemiyetleri İttifakı’na yolladığı bir telgraf takip etti. Merhum, bu telgrafında “Gençlerimizin ecnebi takımlar karşısında ihraz ettikleri muvaffakıyetler mucibi iftiharımız olmaktadır” diyor ve bir heyetin derhal Ankara’ya gelip hükûmetle temas etmesini tavsiye ediyordu. Bu, cidden büyük bir müjde idi. Çünkü devlet, hem teşkilâtı tanımış, hem de sporu bir kültür dâvası saydığını bu iş için Maarif Vekâletini vazifelendirmekle göstermişti. Necati Bey merhumun telgrafının ilk kısmı o günleri yaşayanlarca kabul olunacaktır ki, Fenerbahçe kulübünün faaliyetiyle ilgilidir.

    Fenerbahçe’nin 5 işgal ve mütareke senesinde inatçı düşman takımlarına karşı temin ettiği fasılasız zaferler milletimizin nihai zafer ve istiklâle olan inancını kuvvetlendirirken, bu mutlu keyfiyet Anadolu yaylalarında savaşan ve düşmanı vatanın harimi ismetinde boğmağa azimli milli kahramanları da hoşnut etmekte idi. İşte, bu tarihi zafer silsilesinin yarattığı memnuniyet devlette spora karşı alâkayı arttırdı ve Cumhuriyet hükûmeti, teessüsünden bir kaç ay sonra, fakir bütçesinden 50 bin lira tahsisat ayırdı.

    Bu para sayesindedir ki Türk sporu ilk defa olarak olimpiyatlara katılmak ve kendini tanıtmak imkânına kavuşmuştur. Kabul olunmalıdır ki talih bu ilk büyük imtihanında Türk futboluna yâr olmamış ve dişimize uygun bir yığın rakip dururken karşımıza Çekler gibi kuvvetli bir milleti çıkarmıştır. Çekoslovakya o tarihlerde futbolda en ileri memleketlerin başında idi. Buna rağmen, maneviyat bozulmadı ve kadromuz, tarihteki bu ikinci beynelmilel maçına metanetle hazır bulundu.

    2,5 sene önce takviyeli Galatasaray’ın Avrupa turnesinde Almanya’da kalan Bekir de Paris’e getirildiğinden 25 Mayıs 1924’te Çekoslovakya’nın karşısına şu tertipte çıktık:

    Nedim (Altınordu) – Cafer (Fenerbahçe), Ali (Galatasaray) – Kadri (Fenerbahçe), İsmet (Fenerbahçe), Nihat (Galatasaray) – Mehmet (Galatasaray). Alâeddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Bekir (Fenix), Bedri (Fenerbahçe).

    İsveçli Anderson idaresindeki bu maç, malûm olduğu üzere 5-2 kaybedilmiştir.

    Nedim Kaleci’yi el üstünde taşıyanlar arasında o zamanlar dünyanın en meşhur kalecisi İspanyol Zamora da vardı. Zamora, Olimpiyat köyündeki antrenmanlarda Nedim’i yakından görmüş ve hayran olmuştu.

    Çekoslovakya maçı akşamı Paté sinemasında müsabakanın filmi gösteriliyordu. Zeki (Sporel) ile beraber kapıda Ay-Yıldızlı resmini gören Nedim (Kaleci) hemen sinemaya girdiler. 10 dakika devam eden bu filmde Nedimin o günkü harikulâde kurtarışları gösterilirken Fransız spiker şöyle konuşmuştu:

    “İşte Türk kalecisi ki bugün kalesini bir aslan gibi müdafaa etti.”

    İşte, yukarıdaki resim milli takımımızı 25 Mayıs 1924 maçından bir saat kadar önce Colombe’deki Willage Olympique’de gösteriyor. Takımımız, buradan 20 dakika mesafedeki stada gidecek ve şöhretli rakiple karşılaşacaktır. Her halde bu ilk olimpiyatlar kadromuzu tanıyacaksınız.

    Sağ baştaki koyu renk fanilalı o gün cidden fedakârane bir oyun çıkaran ve bu arada parmağı çıktığı halde kalesini terk etmeyen Nedim (Kaleci)dir ki, maçı müteakip Fransız seyirciler tarafından el üstün de taşınmıştı. Sonra Bedri, Cafer, Nihat, Zeki, Kadri ve antrenör Billi Hanter. Çömelenler de yine sağdan Leblebi Mehmet, Bekir, Âli, Alâeddin ve İsmet’tirler.

    (Gelecek resim ve yazı, Milli Takımımızın meşhur Şimal turnesi ve futbolda ilk milli galibiyetimize dairdir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 10 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XV

    Canlı Yapraklar – XV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XV” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XV

    Bilindiği veçhile (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) teessüs eder etmez 1921 yazında Beynelmilel Futbol Federasyonu’na müracaatla üyeliğe kabulünü istemişti.

    FİFA, Birinci Dünya Savaşından sonraki ilk toplantısında, yani 1923 Mayısında bu talebimizi ittifakla kabul etti. Cenevre’deki bu içtimada memleketimizi (Serveti Fünun) sahibi merhum Ahmet İhsan Bey’in temsil ettiği de malumdur. Böylece, Türkiye için beynelmilel temaslar imkânı artık sağlanmış oluyordu.

    (Mayıs 1923)ü biraz tahlil edersek hatırlarız ki; Anadolu tahripkâr bir harbden yeni çıkmış, İstanbul da işgal altındadır. Bir husumet cihanına karşı Lozan’da tek başımızayız. Milli haklarımız katra katra kurtarılabilinmektedir. Böyle bir durumda bünyesini henüz tamamlayamamış Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın derhal milli temaslara girişebilmesine bittabi imkân görülemez. Bununla beraber (Milli takım) sözü bir yıldan fazladır artık duyulmağa, yazılmağa ve hatta şiddetle de sevilmeğe başlanmıştır.

    (Milli takım) sözünün bu derece içten sevilmesinde milletin o yıllarda içinde bulunduğu durum ve çektiği kahrın rolü şüphesiz ki çok büyük ve birinci derecededir. Parçalanmış, istilâ ve tahkir olunmuş harap bir yurtta asırların efendi bir milleti, artık büyüğü küçüğü; kadını erkeği el ele vermiş, namus ve istiklâli kurtarma uğrunda yıllardır türlü fedakârlıklarla savaşıyordu. Milletin kanla yazdığı ve çizdiği hedef (misakı milli), bunun tahakkuku uğrunda girişilen savaş (Milli Mücadele), savaşın önderleri (milli kahraman), onu yapan kuvvetler de (milli ordu) isimleriyle anılıyorlardı.

    İşte, vatanın harimi ismetine tecavüz eden düşmanlarla bir ölüm dirim mücadelesine atıldığımız 1920-23 senelerindeki milli misak, millî mücadele, milli kahraman ve milli ordu ad ve mefhumları yanında (milli takım) sözü de pek tabiidir ki çok müessir bir tabir olarak milli duyguları alevlenmiş yaralı milletçe kalpten benimseyecek ve sevilecekti.

    Bu tabir gazete sütunlarında ilk defa 1922 Martında okundu. (Akşam) gazetesi (Türk milli takımı kimlerden müteşekkil olmalıdır?) diye bir anket açmıştı. Görülen büyük alâka üzerine, 15 Haziran 1922’den itibaren, stat idareleri İstanbul’un en iyi futbolcularından, gayri resmi olarak milli takımlar kurmağa ve maçlar organize etmeğe başladılar. 15, 19, 22 Haziran ve 8 Temmuz 1922 günlerinde bu gayri resmi (milli takım)lar, göğsü kırmızı bantlı formalarla, işgal kuvvetlerine karşı 4 maç yaptılar ve bu maçları sırasıyla 3 -1, 9-1, 5-0, 40 kazandılar.

    FİFA’ya müracaatımızın henüz cevaplanmadığı bu sıralarda (milli takım) mevzuunun gördüğü büyük alâka, karşısında T. İ. C. İ. Merkez heyeti reisi Ali Sami (Yen) merhum, 1923 ilkbaharı için milli takım namına bir Fransız takımıyla angajmana girişti ve bu maksatla 17 futbolcu 18 Ocak 1923 günü için Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli) ne davet olundular. Türk futbol tarihinde teşkilât tarafından ilk defa ve resmen davet olunan bu milli kadro şudur:

    Hilal’den Sadi (Çoban) merhum; Süleymaniye’den Hüsnü (Erceyiş); Altınordu’dan Nedim (Kaleci), Refik Osman (Top) ve Badi Şükrü merhum; Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü; Fenerbahçe’den Şekip (Kulaksızoğlu), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), İsmet (Uluğ), Kadri (Göktulga), Bedri (Gürsoy), Zeki (Sporel), Alâaddin (Baydar) ve Sabih (Arca).

    Bu kadro 1923 Şubatından itibaren hazırlık maçlarına başladı. İlk giyilen forma beyaz pantolon ve yeşil fanilâdır.

    İşte, bu sıralarda nisan ayında beklenen Fransız takımının gelemeyeceği öğrenilirken mayısta F.İ.F.A. ya kabulümüz haberi gelmiştir. Bu sevindirici haber üzerine, zemini de müsait görüp, harekete geçen Futbol Federasyonu bir kaç memleketle muhaberata girişti ve bunlardan Romanya ile mütekabil ziyaret esasına dayanan bir anlaşmaya vardı. İlk maç 26 Ekim 1923 Cuma günü İstanbul’da yapılacaktı.

    24 Ekim 1923 Çarşamba akşamı Galata rıhtımına yanaşan İmparator Trayan adlı beyaz vapur ilk rakibimizle Karadeniz boğazı istikametinden memleketimize getirmiştir. Bu ne muazzam bir hâdise idi, Galata rıhtımı binlerce karşılayıcı ile dolmuş, istikbalcıların feslerini giyen Rumenlerin mütemadi fotoğrafları çekiliyor; beri yanda eski tarihi topçu kışlası meydanı Taksim stadında da hummalı bir faaliyettir gidiyordu. İki bin kişilik kapalı ahşap bir tribün ve bir balkon inşa edilmiş, duhuliye tarafına tahta parmaklıklar yapılmıştı. 26 Ekim 1923 cuma günü bu stat, o devirler için en büyük rakam olan, 8 bin kişi ile dolmuş taşıyordu… Buruşuk çehresi değişmiş ve taravet kazanmış tarihi stadyumda, tam 20 gün önce sona eren, o 5 senelik meş’um işgal felâketinden sonra İstanbul’un 8 bin futbol âşığı, ilk defa olarak, hürriyet havası teneffüs ederek bir maç seyredecekti. Hem de, yine ilk defa olarak, bir milli maç!

    Heyecan eşsizdi. Halk sabırsızlanıyor, haftalardır yapılan neşriyat, münakaşalar, takımın tertip şekli ve maçın neticesi hakkındaki tahminlerle gerilmiş sinirler yaylarından fırlayacak oklara benziyorlardı.

    İşte, nihayet hakem Kratky sahaya çıktı. Onu alkışlar arasında Rumenler takip ettiler. Siyah pantolon ve göğüsleri milli armalı beyaz fanila giymişlerdi.

    Halkın yüzde 99’u ilk defa gördükleri bir yabancı milli takımını merak ve tecessüsle seyrederlerken yeni balkonun altındaki kapıdan görünen bir çiçek demeti halindeki grup stadı yerinden oynatan heyecan ve tezahürata sebep oldu: Türk milli takımı çıkıyordu!

    Hem futbolcular alkışlanıyorlardı, hem de o güzelim formaları… Beyaz pantolon ve beyaz fanilâ giymiş 11 Türk gencinin göğüslerini çevreleyen ay yıldızlı kırmızı bant, bu güzelim Türk sancağı bu bahtiyar delikanlılara ne güzel de yakışmıştı. Bu sevimli formayı, bu güzelim tabloyu ilk defa olarak görmenin mesut heyecanını halk bir türlü yenemiyor, (Yaşa; milli takım!) sesleri Taksim ufuklarını inletiyordu.

    Uzun süren merasimden sonra, yıllardır özlenen hâdise nihayet yaşanmış ve Türk milli futbol takımı ilk defa rakip bir milli takım karşısında mevki almıştı. Bu tarihi şerefe ulaşan 11 Türk genci şunlar olmuştur:

    Nedim (Altınordu )- Hasan Kâmil (kaptan. Fenerbahçe), Cafer (Fenerbahçe) – Nihat (Galatasaray), İsmet (Fenerbahçe), Feyzi (Altınordu) – Emin (Altınordu), Alâaddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Sabih (Fenerbahçe), Bedri (Fenerbahçe)

    Bu ilk maçımız, malûm olduğu üzere 2-2 beraberlikle neticelendi ve Türk milli takımının bu ilk iki golünü atmak tarihi ve ebedi şerefi de Fenerbahçeli Zeki (Sporel) e nasip oldu.

    İşte, yukarıdaki resim Türk ve Rumen milli takımlarını maçtan önce bir arada gösteriyor.

    Sağ baştaki şapkalı Rumen milli takımının meşhur kalecisi Pavlini’dir Onun sağında bizim kaleci Nedim, sonda Alâaddin, Emin, İsmet, Nihat, Sabih, Hasan Kâmil, Baron Feyzi merhum, Cafer, Zeki ve ortada çömelmiş olan da o gün ağır sakatlanmış olan Bedri’dir ki, yerine Kelle İbrahim girmişti.

    (Gelecek resim ve yazı: Türk sporunun ilk defa olarak olimpiyatlarda temsili ve 1924’de Paris’te Çekoslovakya’ya karşı çıkan futbol takımımız…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 19 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi

  • Abesle İştigal

    Abesle İştigal

    Fenerbahçe’nin 1959 öncesi şampiyonluklar hakkında Türkiye Futbol Federasyonu’na sunduğu ek başvuruya Galatasaray’ın 26 Nisan’daki itirazında yukarıdaki ifadeler yer alıyor. Bakalım abesle iştigal eden kimmiş?

    Başvuruda; Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın 1909 Cemiyetler Kanunu’na göre kurulduğu söyleniyor ki doğrudur.

    Ancak Galatasaray, 16 Ocak 1924 tarihindeki Bakanlar Kurulu kararıyla aynı kurumun “Kamu Yararına Çalışan Dernek” statüsüne alındığını göz ardı ediyor ya da bilmiyor.

    1924’teki İlk Türkiye Şampiyonluğu öncesinde çıkan bu karar ile Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı resmi statü kazanmıştır. Bu kararın bir özelliği de, kararda “Ali Sami Bey’in imzasıyla gönderilen tüzüğün kabul edildiği ve bugüne kadar gerçekleşen faaliyetler dolayısıyla bu kararın alındığı”nın belirtilmesidir.

    Galatasaray itirazında, 2009/5894 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu’nun kuruluş ve görevleri hakkındaki kanuna atıf yaparak, Türkiye Futbol Federasyonu’nun öncüllerinden farklı görev ve amaçlarla kurulduğu söylüyor. Sözü geçen kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasının a bendinde: “TFF’nin görevi, Türkiye’de futbol faaliyetlerini yürütmek, düzenlemek ve denetlemektir” denmektedir.

    Galatasaray’ın iddialarının aksine, bu ifade; Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, Türk Spor Kurumu ve Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü tüzüklerinde yer alan ifadelerle birebir uyuşmaktadır. Galatasaray açıkça Türkiye Futbol Federasyonu’nu yanıltmaya çalışmaktadır. Yukarıda adı geçen kurumların tüzük ve talimatnameleri, günümüzde kamunun bilgisine açıktır.

    Galatasaray itiraz dilekçesinde 1923-1959 yılları arasındaki maçların “IFAB kurallarına göre oynanmadığını” iddia ediyor. İşin aslı öyle mi? Bakalım. Uluslararası Futbol Birliği Kurumu (IFAB) 1886’da kuruluyor. FIFA ise 1913 yılında bu birliğe katılıyor.

    Bilindiği üzere 1923’te kurulan Türkiye Futbol Federasyonu, aynı yıl FIFA’ya katılırken kabul ettiği tüzüğünde müsabakaları bu kurallara göre oynatacağını taahhüt etmiş ve bu tüzüğü kabul ederek FIFA’nın 26.üyesi olmuştur. Bugün Milli Kütüphane’de yer alan bu tüzükte yer alan maddeler ile Galatasaray’ın bu iddası da çürümüş olmaktadır.

    Türkiye Futbol Federasyonu’nun sayın yetkilileri;

    Fenerbahçe’nin başvurularında yer alan argümanları reddetmek veya yok saymak, yetersiz hakemlerinizin yaptığı kural hatalarını onaylayarak hukuksuzluk yapmaya benzemez.

    Son olarak, 1923 yılında kurulan kurumunuzun, 1959 yılına kadar düzenlediği Türkiye Şampiyonluğu organizasyonları için sizi “yetkisiz” olarak değerlendiren Galatasaray Spor Kulübü’nün, bundan sonra yapacağı olası başvuruları işleme almanız, Türk futboluna kuruluşundan beri emek vermiş on binlerce kişinin hatırasına en büyük hakaret olacaktır.

    Barış KENAROĞLU / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • 1925 Türkiye’sinde Spor Teşkilatlanması

    1925 Türkiye’sinde Spor Teşkilatlanması

    Bir süredir yayınlamayı sürdürdüğüm Türk spor yapılanmasının ilk yıllarına ait hukuki metinlerde bugün sırayı, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ), 1922-1925 yılları arasında, Türkiye’deki Spor Teşkilatlanmasını kayıtlara geçirdiği belge alıyor.

    Hatırlanacağı üzere Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın 1922 yılında yazılmış kuruluş tüzüğünün ve TFF’nin 1923 yılında FIFA’ya katılırken kabul ettiği tüzüğün bazı maddeleri ile 1924 İlk Türkiye Birinciliği Organizasyonu Talimatnamesi ve programını geçtiğimiz günlerde sitemizde yayınlamış, bu metinlere dayanarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1959 öncesi şampiyonluklar konusundaki tezine hukuki bir temel oluşturmaya çalışmıştım.

    Çevirisini yaparken beni fazlaca heyecanlandırmış olan belge; ortaya koyduğu detaylar ile Türk spor yapılanmasının kuruluşundan itibaren organize, kurumsal ve resmi nitelikte olduğunu kanıtlıyor. Türk spor tarihinde ilk kez yayınlanan bu belge üzerinde yaptığım değerlendirme ve analizlerin,  başta 1959 öncesi Şampiyonluklar olmak üzere, döneme ilişkin meselelerin çözüme kavuşturulmasında önemli bir kaynak olacağı düşüncesindeyim. Yazının son kısmında, belgede İstanbul Bölgesi’ne ilişkin yazılan bilgileri aktaracak, İstanbul’un spor hayatına ve kulüplerine ilişkin sayısal detaylara da yer vereceğim.

    Barış Kenaroğlu


    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Teşkilatı

    Kuruluşundan (1922), ikinci genel kongreye kadar (18 Eylül 1925);
    Genel Merkez, Federasyonlar, Bölgeler ve Spor Kulüpleri hakkında bilgiler

    Hami
    Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri
    Fahri Başkan Başbakan İsmet Paşa Hazretleri


    Himaye

    Yukarıda belgenin başlığı ve giriş sayfasını görüyorsunuz. Israrla üzerinde durduğumuz “1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır” tezi adeta giriş sayfasındaki ifade ile vücut buluyor. Dönemin spor yapılanmasını “gayrıresmi” olarak niteleyen karşı tezi, TİCİ’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa himayesinde ve Başbakan İsmet Paşa Fahri Başkanlığı’nda faaliyet gösteren bir kurum olduğunu kanıtlayan bu ifade ile çürütmüş oluyoruz. Devam eden satırlarda sözü edilen tezin, daha birçok yerde çürütüldüğüne tanık olacaksınız.

    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden:
    Heyet-i vekile büyük müsabakaları temaşa ederlerken. (Kaynak : Wikipedia)

    9 Federasyon – 18 Bölge – 120 Kulüp – 10.000’i Aşkın Sporcu

    Belge, 1922-1925 yılları arasında Türkiye’de 9 spor branşının Federasyonunun kurulduğu bilgisini bize veriyor. Bunlar;

    Atletizm, Atletik (Voleybol-Basketbol) Eskrim, Bisiklet, Boks, Futbol, Denizcilik, Güreş, Hokey ve Tenis

    Yine belgede Türkiye’nin 18 bölgeye ayrıldığını ve her bir bölgenin kendine ait yöneticilerinin olduğunu görüyoruz. Bu bölgeler;

    Edirne, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Adana, Antalya, Ankara, Giresun, Trabzon, Uşak, Balıkesir, Bursa, Samsun, Denizli, Canik, Konya, Kocaeli ve Ordu Spor Teşkilatı.

    Yukarıdaki 18 bölgede TİCİ’ye katılmış kulüplerin tamamının isimleri belgede sıralanmış durumda. Bu bilgiden, o dönemde, Türkiye’deki toplam spor kulübü sayısı olan 120’ye ulaşıyoruz. Ayrıca ülkedeki toplam sporcu sayısı olarak 10.443 karşımıza çıkıyor.

    Belge üzerinde yapılabilecek bir diğer değerlendirme de spor dallarının ülkedeki faaliyet dağılımı. Tüm bölge yöneticilerinin genel merkeze gönderdiği raporlarda yer alan bu bilgiden, hangi spor dalının kaç bölgede faal olduğunu öğrenmiş oluyoruz.

    Futbol: 18 Bölgenin 17’sinde
    Atletizm: 18 Bölgenin 14’ünde
    Güreş: 18 Bölgenin 4’ünde
    Denizcilik: 18 Bölgenin 5’inde
    Bisiklet: 18 Bölgenin 4’ünde
    Atletik: 18 Bölgenin 4’ünde
    Boks: 18 Bölgenin 3’ünde
    Hokey: 18 Bölgenin 1’inde
    Tenis: 18 Bölgenin 1’inde
    Eskrim: Kuruluş aşamasında.

    Görüldüğü üzere futbol, hem kurulma hem de gelişme (belgedeki tanımlamasıyla “inkişaf”) bakımından diğer spor dallarının hepsinden ileride yer almaktadır. Futbol, genel merkeze gönderdiği raporda yeterli bilgi vermeyen Antalya Bölgesi hariç, tüm bölgelerde faaldir ve bölgelerin tamamının gönderdiği raporlarda ilk sırada yazılmıştır.

    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden :
    Konya mıntıkasını temsil ederek Ankara’ya gelen Konya futbolcuları. (Kaynak : Wikipedia)

    “Resmî” Teşkilat

    TİCİ’nin devletin himayesinde teşkilatlandığını, buradan hareketle TİCİ tarafından yapılan organizasyonların “resmi” nitelik taşıdığını defalarca dile getirmiştik. Bu belge üzerinde yaptığımız bir diğer analiz ile, teşkilatın bu niteliğini kanıtlamış olacağız.

    Belgede isim, adres ve meslekleri hakkında bilgiler verilen yöneticilerin sayısını 126 olarak belirledik. Bu sayıya; başkanlığını Galatasaray’ın kurucularından olan Ali Sami Bey’in yaptığı, Genel Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, Federasyon Yönetim Kurulu üyeleri ve Bölge Yönetim Kurulu üyeleri dahil edilmişken, sayıları 120 olan Spor Kulüplerinin yöneticileri ise hariç tutulmuştur.

    Bu ayrımı, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı yalnızca isminin günümüz Türkçesi’ndeki anlamı olan “Türkiye Spor Kulüpleri Birliği”ne dayanarak, günümüzün “Kulüpler Birliği” statüsünde değerlendiren ve bu doğrultuda 1959 öncesi organizasyonları “gayrıresmi” olarak niteleyen tezi çürütmek için yapan aslında biz değiliz. Spor Kulüplerinin yöneticilerinin isimlerine belgede yer vermeyerek bu ayrımı Ali Sami Bey’in başında bulunduğu TİCİ Genel Merkezi Yönetim Kurulu yapmış durumda.

    Peki Türk Sporunun 126 yöneticisinin meslekleri neydi? Federasyonlarda, Bölgelerde, Genel Merkezde görev yapan bu kişiler profesyonel olarak nereye bağlıydılar? Bu soruların cevabı bizi, TİCİ’nin resmi bir teşkilat olduğu gerçeğine daha da yaklaştıracak. Basit bir ayrım ile 126 kişinin sadece 40 tanesi özel sektörde, kalan 86 kişi ise devletin çeşitli kurumlarında değişik kademelerde çalışmakta olduğunu anlayabiliyoruz. Bu iki sayı bize TİCİ teşkilat yöneticilerinin %68’nin devlet memuru olduğunu göstermektedir. Bu memurlar arasında valiler, öğretmenler, doktorlar, çeşitli rütbelerden askerler vardır.

    Türkiye’nin En Büyük Spor Kulübü

    Belgede İstanbul Bölgesi ile ilgili kayda geçirilen bilgilerin yer aldığı bölümü aktararak yazımızı sonlandırıyoruz. İstanbul bölgesi, teşkilata kayıtlı 25 kulübü ile ülkenin sportif olarak en faal bölgesi durumunda. Bölgenin bir diğer özelliği olarak, teşkilata bağlı, federasyonu kurulmuş bütün spor dallarının bölgede faal olmasını gösterebiliriz. Ülke çapında teşkilata kayıtlı sporcuların üçte biri, kulüplerin ise beşte birinin İstanbul bölgesinde yer alması da dikkate değer bir başka noktadır. Fenerbahçe’ye bu noktada özel bir yer vermek gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü 1922-1925 yılları arasında, bünyesindeki 576 sporcusu ile sadece İstanbul’un değil, aynı zamanda Türkiye’nin de en büyük spor kulübü olduğu bu belge ile ortaya çıkmıştır.

    File:19240925 SporAlemi 5.jpg
    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde Fenerbahçe ve Polonyalı futbolcular. (Kaynak : Wikimedia Commons)

    İstanbul Bölgesi

    Rengi: Kırmızı

    İttifaka Kabul Edildiği Tarih: İlk olarak kurulmuş olup, Birinci resmi kongresi Haziran 1923’te yapılmıştır.

    Merkezinin Bulunduğu Yerin Adresi: Eminönü Rıhtım Han, numara:10

    Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri
    Başkan: Servet Bey (Sultanhamam İstanbul Ticaret Odası Müdürü)
    İkinci Başkan: Burhanettin Bey (Babıali Şeref Sokağında Yenises Gazetesi Yazı Heyetinden
    Genel Sekreter: Hamit Bey (Anadoluhisarı – İdman Yurdu)
    Muhasip Veznedar: Saim Turgut Bey (İstanbul Erkek Lisesinde Öğretmen)
    Müfettiş: Mahmut Eşref Bey (Sultanhamamda İstanbul Ticaret Odasında )

    Bölgedeki Spor Sahaları ve Sahiplik Durumları: Taksim’de eski kışla avlusunda (Manifatura Tüccarı Münazırzade Abdulaziz Bey tarafından kiralanmış), Kadıköy İttihat Spor Kulübü Meydanı: Günümüzde Beşezade Emin Bey idaresinde

    Bölgede faaliyet gösteren Spor Branşları: (Sporun bölgedeki gelişmesi sırasıyla) Futbol, Atletizm, Güreş, Hokey, Denizcilik, Tenis, Bisiklet, Basketbol ve Voleybol, Boks

    Bölgede Federasyona Üye Olmayan Kulüp Sayısı : Sekiz Türk Kulübüdür.


    İstanbul Bölgesindeki Spor Kulüpleri

    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden :
    İstanbul sporcularını Ankara istasyonunda istikbal. (Kaynak : Wikipedia)

    Barış Kenaroğlu

    Not : En üstteki fotoğraf, 25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden… İstanbul sporcularını Ankara istasyonunda istikbal. (Kaynak : Wikipedia)