Etiket: Fuat Hüsnü Kayacan

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    ÇOCUK BAYRAMI! [1]

    Çocuk Bayramı bir hafta sürdü ve bitti. Bu bir hafta müsamereler, balolar, eğlentilerle geçen tam bir bayram oldu, fakat ne yazık ki her günleri zaten bir bayram olan zengin çocuklarının bayramı…

    Çocuk bayramı yapmak fikrini Garptan aldık; fakat yarım aldık, yalnız eğlence ve zevk kısmını aldık, vazife ve şefkat kısmını bıraktık… Bu bayram, zengini, fakiri ayırmayan, daha ziyade hasta, fakir, kimsesiz yavruları düşünen bir bayram olacaktı… Maalesef olamadı, nazarı dikkati celbettiğimiz halde, gene olmadı ve bayram bir hafta sürdükten sonra masrafla, yorgunlukla biten uzun bir eğlentiden ibaret kaldı. İnşallah gelecek seneki Çocuk Bayramı daha ziyade bütün sene yüzü gülmeyen bedbaht ve talihsiz yavruların bayramı olur.

    SPORCULARIMIZ MÜHİM MAÇLAR ARİFESİNDEDİR [2]

    Hemen bir seneden beri ecnebi takımlarla karşılaşmamış olan futbolcularımız önümüzdeki haftalar içinde iki mühim maç yapacaklardır. Bu müsabakaların birisi 10-12 Mayıs’ta Mısır’ın “Arsenal” takımıyla yapılacaktır.

    Dünkü nüshamızda da yazdığımız üzere Arsenal takımı 8 Mayıs’ta şehrimizde bulunacak, 10 Mayıs Cuma, 12 Mayıs Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarıyla karşılaşacaktır. Arsenal Mısır’ın kuvvetli takımlarından biri olduğundan bu müsabakalar çok enteresan olacaktır.

    Mısırlılarla yapılacak bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı çok kuvvetli bir takımdır. Bu takım on seneden beri beş defa Avusturya kupasını kazanmış, lig maçlarında sekiz defa finale kalmış, 1918’den beri 3 defa birinci, 5 defa ikinci olmuştur. (…)

    GALATASARAY MEKTEP ŞAMPİYONASI [3]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda saat on beş buçukta mühim atletizm müsabakaları yapılacaktır. Bu müsabakalar Galatasaray Mektep Şampiyonası finalleridir.

    Galatasaray kulübünün atletizm şubesine mensup gençlerin çoğunu Galatasaray lisesindeki atletler teşkil ettiği halde bu seneye kadar sırf bu atletlere münhasır bir mektep şampiyonası yapılmamaktaydı. Galatasaray atletizm şubesinin musip bir teşebbüsü olmak üzere bu sene ilk defa olarak mektep şampiyona müsabakaları ihdas edildi.

    Bu müsabakaların seçmeleri geçen Cuma Kadıköy İttihat Spor çayırında, dömi-finaller de Salı günü stadyumda yapılmıştı.

    Gerek seçmelerde ve gerek dömi-finallerde gençlerin gösterdikleri alaka ve gayret bugünkü final müsabakalarının çok güzel ve hararetli olacağına en büyük delildir. Bilhassa Salı günkü müsabakalarda Galatasaray’ın maruf yüz metrecisi Semih’in elde ettiği netayiç bu mevsim zarfında bu gençten çok iyi dereceler bekleyebileceğimizi göstermektedir.

    Bugünkü müsabakalar program sırasıyla şunlardır: 800 metre gülle atma, 400 metre disk atma, 1500 metre üç adım atlama, 200 metre uzun atlama, 4×100 ve 4×400 bayrak koşuları.

    Müsabakalar yazdığımız gibi ilk defa olmak üzere mektep şampiyonası unvanı altında yapılacağı için elde edilecek dereceler de mektebin ilk ve yeni rekorları olacaktır. Bakalım bu şeref hangi atletlere nasip olacak.

    Genç atletlere muvaffakiyet temenni eyleriz.

    ŞEKSPİR PERESTLER AYAKLANDI [4]

    Alay Köşkü Müntesiplerinden 22 Zat Hüseyin Suat Bey’i Protesto Ediyorlar

    Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi’nden, sanat ve matbuat âlemimize mensup 25 imza ile şubemize varit olan aşağıdaki protesto mektubunu bütün matbuatımıza tevdi ediyoruz:

    “Cihan edebiyatının en büyük ve ebedi simalarından biri olan Vilyam Şekspir’in eserlerinin zamanı geçmiş antika şeyler olduğu, Şekspir’in olsa olsa İngilizler için kıymeti tarihiyesi bulunduğu, Türkiye’de bunları kimsenin anlayamayacağı tarzında Akşam gazetesinde bazı sözler söyleyen Hüseyin Suat Bey’in ancak kendi fikrinin ve zevkinin seviyesi hakkında müspet beynebir vesikadan başka manası ve şümulü olmayan beyanatını hem beynelmilel bir edebi bir simaya karşı hem de Türk milletinin seviyesine karşı tevcih edilmiş bir bühtan saydığımız için protesto ederiz.”

    Etem İzzet, Ziya Refik, Sadri Etem, Refik Ahmet, Suat Derviş, Elif Naci, Reşat Nuri, Nahit Sırrı, Peyami Safa, Vasfi Raşit, Sabiha Zekeriya, Nizamettin Nazif, Mesut Cemil, Muhittin Sadık, Abdullah Cevdet, Emin Ali, Halit Fahri, Vedat Nedim, İlhami Safa, Mehmet Nurettin, M.Zekeriya, Nazım Hikmet, Hakkı Süha, Necip Fazıl.

    DÜNKÜ FUTBOL MAÇLARI [5]

    Dün Taksim Stadyumu’nda lig maçlarına devam edilmiştir. Fikstür mucibince ilk maç Galatasaray ile Vefa arasında yapılmıştır. Vefalıların Galatasaray’a karşı ne kadar şanslı olduklarına dün işaret etmiştik. Dünkü müsabaka bu hakikati bir defa daha teyit etmiştir.

    Bu müsabaka baştan nihayete kadar iki tafın da kati bir hâkimiyetine girmeden tam bir tevazun içinde cereyan etmiş, sıfır sıfıra nihayet bulmuştur.

    Vefalılar, takdire seza şuurlu bir oyun sistemi takip ederek Galatasaray’ın akınlarını durdurmuşlar, her fırsatta kendileri de güzel hücumlarla Galatasaray kalesini sık sık ziyaret etmişlerdir. Vefalılar bu hücumlar esnasında birkaç da sayı fırsatı kaçırmışlardır.

    İki tarafın da mütekabilen devam eden bu akınları hiçbir netice vermemiş, oyun sıfır sıfıra berabere neticelenmiştir.

    (…) Son müsabaka Beşiktaş ile Beykoz arasında olmuştur. Bu oyun çok hararetli cereyan etmiş, Beykozlular dün güzel bir oyun göstererek Beşiktaşlılara mağlup olmamışlardır. Bu oyunun birinci devresi sıfır sıfıra bitmiş, ikinci derecede ilk golü Beşiktaş yapmıştır.

    Beykozlular biraz sonra buna mukabele ederek oyunu beraberlikle bitirmeye muvaffak olmuşlardır.

    Beşiktaş takımı dün eksik bir kadro ile sahaya çıkmakla beraber kendisinden beklenilen oyunu gösterememiştir.

    Hilal takımı dün Kadıköyü sahasında Beylerbeyi takımıyla bir müsabaka yapmış 2-1 galip gelmiştir.

    SÜLEYMANİYE – FENERBAHÇE [6]

    İkinci maçı Fenerbahçe-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya şöyle çıkmışlardı:

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Reşat, Ali, Muzaffer, Zeki, Fikret, Ziya.

    Süleymaniye: Mansur, Hüsnü, Sadi, Ruhi, Murat, Ekrem, Sadi, İhsan, Burhan, Halit, Necati.

    Müsabaka ekseriyetle Fener’in hâkimiyet altında cereyan etti ve Süleymaniye 6-2 mağlup oldu. Fenerliler başta Reşat olduğu halde birkaç oyuncularının idmansızlığı yüzünden beklenildiği kadar iyi oynayamadılar.

    ARSENAL BU HAFTA GELEMİYOR [7]

    Bu hafta şehrimize gelerek Cuma ve Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe ile iki maç yapması esas itibariyle takarrür etmiş olan Mısır’ın meşhur Arsenal takımı, bu hafta şehrimize gelemeyeceğini bildirmiştir.

    Arsenal Kurban Bayramı’nda gelebilecekse de o zaman Osturya takımı da geleceğinden Mısırlılara Haziran’ın ilk Cumasında gelmeleri teklif edilecektir. Binaenaleyh bu Cuma lig maçlarına devam edilecek ve Galatasaray’la Fener karşılaşacaktır.

    ŞEKSPİRCİLER [8]

    Bir bu eksikti. Bir takım zevat Hüseyin Suat Bey’in “Şekspir” ismindeki İngiliz edibi hakkındaki sözlerine kızmışlar, gazetelere 22 imzalı bir protesto göndermişler. Bir bu eksikti. Hüseyin Suat Bey de bunlara cevap verirken bunların Şekspir’i tanımadıklarını söylemiş. Ben Şekspircilerden biriyle görüştüm:

    • Nasıl tanımam yahu. Dünyanın bildiği Amerikalı musikişinas Şeksper’i tanımaz olur muyum? Dedi.

    Latife bertaraf, ben bizi üdebamızdan yirmiyi mütecaviz kimsenin Şekspir gibi bir kikirik hakkında tarafgirlik göstermelerini hamiyete mugayir bulurum. Her şeyde yerli malı kullanalım derken Şekspir’in eserleriyle oynamak doğru mudur? Şah İsmail, Köroğlu, Arabüzengi ne güne duruyor?

    SON HAFTAKİ NETİCELER VAZİYETİ KARIŞTIRDI [9]

    (…) Şampiyonluk ihtimalinin gittikçe dumanlı bir vaziyet almasına mukabil küme sonuncusu olacak ekibin hangisi olacağı taayyün etmiş gibidir. Birinci devredeki vaziyete nazaran sonunculuk Vefa ve Süleymaniye arasında muhayyerdi. Fakat Vefalılar ikinci devrede gösterdikleri gayretle Süleymaniye’nin küme sonuncusu olması artık tamamen mukarrerdir.

    Birinci küme sonuncusu olan takımın ikinci küme şampiyonu ile yerini değiştirmesi evvelden mukarrer olduğuna göre Süleymaniye gibi tarihi spor tarihimizin başlangıcına kadar uzayan bir kulüp için bu hal şayanı eseftir.

    İkinci küme şampiyonluğunu kazanacak takıma gelince, bu hususta tahminatta bulunmak kelimenin tam manası ile imkânsızdır. Bütün takımların mütekabilen birbirlerini yenmeleri ortaya karışık, girift bir vaziyet çıkarmıştır. Maçlar hemen hemen hitama yaklaştığı halde 3-4 takım puan itibariyle at başı gitmektedirler. Bu kararsız vaziyetin ortaya bir sürpriz çıkarması da muhtemeldir.

    TEŞBİH VE İSTİARE [10]

    Edebiyat anketinde, hayvan teşbihleri çoğaldı. Geçenlerde bir aygır teşbihi vardı, dün de ceylan ve öküz istiareleri görüldü.

    Şair Necip Fazıl, Peyami Safa’yı anlamayanların asılları öküz olduğunu söylüyor. Allah’a şükür ki öteden beri Peyami’yi anlayanlardanım.

    Geçen gün bu nevi teşbihler devam derse edebiyat meydanının at pazarına döneceğinden endişe ettiğimi yazarken küçük bir hata etmişim: hayvan pazarı demek lazım imiş.

    Anketin sonuna kadar, bakalım bu teşbih pazarında daha hangi cins hayvanları göreceğiz? Yarın bir edip veya şairin diğer bir meslektaşını uyuz eşeğe benzettiğini görürsek hiç şaşmayalım; hatta hiç kızmayalım!

    ŞAMPİYONLUK KİMİN? [11]

    Maruf tabiri biraz değiştirebiliriz; “Bu Cuma şampiyonluk davasının kuyruğu kopuyor!”

    Bakalım bu yağlı kuyruk her sene olduğu gibi Galatasaray’ın elinde mi kalacak yoksa dört seneden sonra sahibini değiştirerek Fenerbahçe’nin eline mi geçecek?

    Galatasaraylılar en kuvvetli takımlarını çıkarmak ve puan meselesinin ince noktalarını düşünüp biraz ehemmiyet vermek suretiyle Vefa ile berabere kalmamış olsalardı, yukarıdaki suali irat kimsenin aklından bile geçmezdi.

    Fakat ne yapalım ki Galatasaraylılar, buna bile bile ve yahut da hiç de farkında olmayarak meydan verdikten sonra, suali irat etmemek tabiatıyla bize düşmez. Şimdi geriye bu sualin cevabı kalır. Bunu da az çok doğru verebilmek için her takımın vaziyetini tespit etmek lazım gelir.

    Galatasaray’ın son yani Vefa ile berabere kalan şeklini ele alalım. O gün bütün oyuncuların fena oynamış olmasıyla beraber ademi muvaffakiyetin en mühim amili takımın fena teşkil edilmiş olmasıdır. Bu sui teşekkül esas itibariyle üç noktadadır. Mithat’ın müdafaaya alınarak sol muavin yerine Vahi’nin ikamesi, sağ için merkez muhacim yerine ve merkez muhacimin sağ iç yerine getirilerek ikincisinin de oyununun bozulması, Leblei Mehmet’in (belki de bir mecburiyet tahtında) onun yerini orada hiç tutamayacak bir oyuncuyla istihlafı.

    Galatasaray bu hatalarını ikinci devrede fark etti, fakat oyuncuları boş yere yorulup bir şey yapmayacak vaziyete düştükten sonra!

    Binaenaleyh Galatasaray Fener’e yenilip şampiyonluğu kaybetmemek için bu Cuma aynı veya buna benzer hatalara düşmemek mecburiyetindedir. Müdafaa eskisi gibi Burhan, Mehmet Nazif, Nihat ve Suphi’den mürekkep olursa en dayanıklı bir müdafaaya malik olur. Muhacim hattına gelince en zayıf noktası sağ açıktır. Leblebi Mehmet oynayamadığı takdirde, diğer gençlerden birini oynatmak Vefa maçındaki topu bir defa bile stop etmek meziyetini kaybetmiş oyuncuyu oynatmaktan iyidir.

    Takım teşkilindeki hataları ve zayıf noktaları saydık, bunları ıslah veya bunlarda ısrar Galatasaray’a aittir. Fakat ısrar halinde neticenin yüzde seksen hüsran olacağını söylemek de bize…

    Fenerbahçe’ye gelince bunun da son, yani geçen Cuma Süleymaniye’yi 6-2 mağlup eden şeklini nazarı itibara alacağız.

    Fenerbahçe muhacim hattı tesanüt ve hücum itibariyle geçen hafta Galatasaray’a yüzde doksan faikti. Bu faikıyet bilhassa Zeki’nn güzel tevziatında, Muzaffer’in kuvvetli bir oyuncu olmasında ve beş muhacimin (yüzleri daima hedefe müteveccih olarak) hep birden hücum etmesinde mündemiçti. Ancak bu muhacim hattının geçen hafta çok zayıf bir müdafaa önünde oynadığını unutmamak lazım gelir. Bu muhacim hattı yukarıda teşkilini tavsiye ettiğimiz Galatasaray müdafaası karşısında aynı sehil muvaffakiyeti elde edebilir mi? Buna biz değil, bizzat Fenerliler bile evet cevabını veremezler.

    Galatasaray’ın beş maruf müdafaa oyuncusu arasında eski formalarında olmayanlar da bulunmakla beraber, Zeki’ye mükemmel pas tevziatı yaptırmayacak oyuncuları kaleye iki metreye kadar yaklaştırmayacak ve mesela geçen hafta olduğu gibi Alâ’nın merkeze kadar sokulmasına meydan verilmeyecek derecede bu işin sırrına vakıf oldukları inkar kabul etmez bir hakikattir.

    Fener müdafaasına gelince iş görebilecek gayretli bir hücum hattı için geçilmez bir hat değildir. Geçen hafta Süleymaniyelilerin dört akında iki sayı yapmaları buna en parlak misaldir.

    Diğer taraftan Fener’in müdafaa hattında zayıf noktaları sahaya tekrar Sabih ve Bedri’yi çıkarmak suretiyle ıslak edecekleri söyleniyor. Bize kalırsa bu biraz “İşleyen demir ışıldar” sözüne münafi bir hareket olur.

    Hülasa etmek lazım gelirse eldeki unsurlarla her iki takım da en iyi ve en kuvvetli şekillerde çıkarsa Galatasaray’ın muvaffakiyet ihtimali ağır basar.

    TENZİLATTAN İSTİFADE [12]

    İstanbul Mıntıkası Riyaseti’nden:

    Kulüp hüviyet varakaları hakkında Mart 929 tarihinde gazetelerle yapılan tebligat mucibince 10 Mayıs 929 tarihinden itibaren yeni hüviyet varakaları esası üzerinden stadyuma kulüp mensubinine tenzilat icra kılınacaktır. Mektepli bileti mülgadır. Kulüplere ait hüviyet varakalarının şekli de tebligatımız dâhilinde olmadıkça makbul ve muteber olmayacağı berayı malumat arz olunur.

    GALATASARAY MI, FENERBAHÇE Mİ? [13]

    Bugün stadyumda şampiyonluk üzerine müessir bir maç yapılacak.

    Ezeli iki rakip olan Galatasaray, Fenerbahçe ile bugün tekrar karşılaşacak. Bu sefer kim kazanacak?

    Son lig maçlarında alınan neticelere bakılırsa mantık, Fenerbahçe’nin galibiyetini natıktır. Ancak Galatasaray-Fener maçlarında havaya mantıktan ziyade bir nevi asabiyet hâkim olduğu için netice üzerinde kati bir hüküm yürütmek kabil olamaz. Mahaza 5 seneden beri devam eden mantıksızlığın bu sefer akim kalması ve tekniğin asabiyete ve gelişi güzel hamlelere galebe çalması ihtimali de müştebal sayılmamalıdır. Biz bu kanaatteyiz.

    Fener-Galatasaray maçını idare etmek için mıntıka Futbol Heyetince Vefa kulübünden Saim Turgut Bey intihap olunmuştur. Saim Turgut Bey bu maçı idare etmek istemediğini ve mazur görülmesini Futbol Heyeti riyasetine bildirmiştir. Saim Turgut Bey ısrar ederse maçı başka bir hakem idare edecektir.

    EDEBİ ÖLÜLER ÇOĞALIYOR! [14]

    İbnirrefik Ahmet Nuri Bey de…

    Vedat Nedim Bey’le arkadaşları, Hüseyin Suat Bey’in Şekispir meselesinde verdiği cevapla ölmüş olduğunu ilan etmişlerdi. Hüseyin Suat Bey bu karara vakıf olduktan sonra Cumhuriyet refikimizde bir cevap neşretti.

    Zannediyorduk ki Hüseyin Suat Bey hakkındaki edebi idam kararına şiddetle itiraz edecektir; fakat öyle yapmadı. Bilakis bunu büyük bir tevekkülle karşıladı ve muarızlarına “Eğer ölümümde ısrar ederseniz ben de cesedimi tıpkı tıbbiye teşrih masasına yatırılmış faideli bir ölü gibi vakfederim. Ve bununla iftihar eylerim” şeklinde bir mukabelede bulundu.

    Acaba muarızları Hüseyin Suat Bey’in büyük bir feragatı nefis ile kendisini vakfetmesine ne diyeceklerdir? Hakikaten hadise çok meraklı bir mecraya girmiştir. İhtimal ki Abdullah Cevdet Bey bu fırsattan istifade ederek Hüseyin Suat Bey’in naaşının etrafında yeni nesli toplayarak “edebi ölümlerin alameti” hakkında bir ders verecektir!

    Fakat işin mühim noktası şudur:

    Eğer “Ben Şekispir’den zevk almam” demek edebi ölüm alametlerinin biri ise Hüseyin Suat Bey’den sonra “İbnirrefik Ahmet Nuri” Bey’i de “edebi ölüler” arasına katmak lazım gelecektir; çünkü o da dün verdiği bir mülakatta ne diyeyim bilmem ki ben de Hüseyin Suat Bey’in fikrindeyim!” demiştir.

    DÜNKÜ MAÇ TATSIZ OLDU [15]

    Samimi Bir Hava İçinde Başlayan Maç Facia ile Nihayet Bulacak Kadar Müessif Sahneler Geçirdi

    Lig maçlarının en mühimi olan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakası dün Taksim Stadyumu’nda kesif bir seyirci huzurunda büyük bir gürültü ve asabiyet içinde oynandı ve Galatasaray takımı 1-2 ile galip geldi.

    Senenin bu en mühim müsabakası tam bir samimiyetle başladı, maalesef çok çirkin safahat geçirdikten sonra üzüntü ve ıztırap ile hitam buldu.

    Müsabakanın tafsilatına geçmeden evvel, stadyumda bulunanlara üzüntü ve ıztırap veren bu hadisatı hikâye edelim: Müsabaka başladıktan on dakika sonra Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’in bir çarpışma neticesinde kolu kırıldı, baygın bir halde sahadan çıkarıldı, ikinci devrenin 12nci dakikasında Galatasaray müdafilerinden Mehmet Nazif Bey, Zeki Bey ile çarpıştı, bir ayağı çok fena sakatlandı, sedye ile o da dışarı çıkarıldı; bu hadiselerden biraz sonra Alâettin ile Mithat arasında bir dövüşme oldu, hadise büyüdü.

    Oyuncuların ekserisi birbirine girdi, saha kenarında bulunan seyircilerden birçokları sahaya atlayarak kavgaya iştirak ettiler ki bunlar arasında en ziyade mektepli gençler vardı. Bu kavga da bir müddet devam ettikten sonra, nispeten sükunet hâsıl oldu. Son dakikalarda hakem Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı ve nihayet bu mühim maç kargaşalıklar arasında hitam buldu.

    Müsabaka esnasında güzeran eden bu hadisatı okuduktan sonra maçın nasıl bir haleti ruhiye tahtında cereyan ettiğini tahmin etmek müşkül değildir, mamafih bu musaraanın sureti cereyanını aldığımız notlara bakarak berveçhi ati yazıyoruz:

    Oyuncular alkışlar arasında sahaya çıktıktan sonra Galatasaray, o sırada şiddetle esen rüzgâr aleyhine olarak oyuna başladı.

    Fenerliler şu takımla sahaya çıkmışlardı: Rıza, Sabih, Kadri, Cevat, Fikret, Reşat, Alaettin, Seyfi, Zeki, Muzaffer, Nevzat.

    Galatasaray da: Rasim, Mehmet, Burhan, Suphi, Nihat, Mithat, Kemal, Latif, Necdet, K.Faruki, L.Mehmet.

    Rüzgâr Galatasaraylıların aleyhinde olduğu için Fenerliler bundan istifade ederek hücuma başladılar. Bu akınlar Fenerlilerin iyi günlerini hatırlattıracak kadar güzel oluyordu. Galatasaray müdafaası bu akınları tevkif ediyor, topu kaleden uzaklaştırarak kendi muhacimlerine gönderiyordu. İşte bu sırada Kadri dışarı çıktı, Fener müdafaası tek bekle kaldı. Oyun mütevazin bir şekle girdi.

    Nihat topu kaparak Fener kalesine kadar sokuldu, güzel bir gol yaptı. Bu gol oyuna heyecan verdi, akınlar şiddetlendi. Fakat Galatasaray muhacim hattının iki cenahı da layıkıyla işlemiyor, üç ortanın ihzar ettiği fırsatlar kaçıyordu. Buna mukabil Fener muhacim hattının da sol tarafı, bilhassa sol açık bütün fırsatları kaçırmaya memur imiş gibi fena oynuyordu.

    Fenerliler on kişi oynamalarına rağmen ezilmiyor, bilakis sağ cenahlarından akın yapıyorlardı. Galatasaray müdafileri, Fener muhacimlerine gayet iyi marke ettiklerinden bunlara sayı fırsatı vermiyorlardı. Devre nihayetinde Alaettin güzel bir sıyrılışla Galatasaray’a yegâne golü yaptı ve birinci devre bu vaziyette bitti.

    İkinci devreye aynı hararetle başlandı. Hariçteki asabiyet havası yavaş yavaş oyunculara sirayet ediyordu. İki tarafın da yaptığı akınlar bir netice vermeden devam ederken Zeki ile Mehmet Nazif çarpıştılar. Bu müsademe neticesinde Mehmet Nazif’in ayağı sakatlandı, o da dışarı çıkarıldıktan sonra takımlar onar oyuncu ile kaldı. Asabiyet artmış, ufak tefek hadiseler baş göstermeye başlamıştı. Bu sırada bir hücum esnasında Mithat, Alaettin’in ayağından topu alırken Alaettin yere düştü ve kalkarak Mithat’a bir tekme ve bir de tokat attı. Kavgaya oyunculardan bazıları da iştirak ettiler ve müessif hadiseyi meydana çıkardılar.

    Hadise sükûnet bulduktan sonra oyunun fenni bir kıymeti kalmamıştı. 20 kişinin oynadığı oyun fenni bir futbol değil bir musaraa şeklini almıştı.

    Oyuncular, berabere olan bu vaziyeti kendi lehlerine halletmek için bütün gayretleri ile çalışıyorlardı. Hakem bu sırada Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı.

    Fenerliler korkulu hücumlarına başlamışlardı. Galatasaray aleyhine bir penaltı oldu, herkes galibiyet golünü Fenerlilerin yapacağını ümit ediyordu. Fikret’in attığı penaltıyı Rasim tam bir soğukkanlılıkla karşılayarak kurtardı. Oyunun bitmesine üç dakika varken Latif galibiyet sayısını Galatasaray hesabına yaptı ve oyun da bu şekilde hitam buldu.

    Bu maçı umumî surette tetkik lazım gelirse Fenerliler Galatasaray’dan daha iyi oynamışlar, fakat çok güzel fırsatlar kaçırmışlardır.

    GALATASARAY’LA FENERBAHÇE DÜN ÇARPIŞTILAR [16]

    (…) Nihayet on Galatasaraylı, on Fenerli… Yumruk yumruğa, tokat tokata, tekme tekmeye… Sarı Kırmızı ve Sarı Lacivert forma, ortada boğuşuyor! Yirmi kadar polis sahanın kenarından ortaya yürüyor. Ne elim hal!

    Polis sporcuları ayırmaya koşuyor… Ne oldu bilmem, ortadaki kavga dairesi genişledi, asker elbiseli adamlar, lacivert elbiseli göğüsleri kordonlu mektep talebeleri birbirlerine girdiler. Şimdi yumruk ve tekmelerin arasından bel kayışları, tokalar da fark oluyor.

    Polis ve jandarma hadiseyi bastırdı. Hakemin düdüğü öttü. Oyun yine devam ediyor. Neticede Galatasaray bire karşı iki ile galip… Bir netice de şu:

    Mehmet Nazif Fransız Hastanesi’nde, Kadri Fransız Hastanesi’nde, Küçük Kemal Amerikan Hastanesi’nde tahtı tedaviye alınmışlardır. Taksim merkezi kavga meselesini tahkik etmektedir. Kavgaya iştiraki sabit olan seyircileri isticvap etmiştir.

    ÇELEBİ BÖYLE OLUR, BİZDE DE SPOR DEDİĞİN… [17]

    Galatasaray ile Fenerbahçe Cuma günü sözde bir spor müsabakası yaptılar. Fener’den bir oyuncunun omuzu çıktı, Galatasaray’dan bir oyuncunun bacağı kırıldı, bir diğerinin karaciğeri bir tekme ile ezildi. İki taraf, müteaddit defalar sille, tokat, yumruk yumruğa dövüştüler. Bazı kendini bilmez seyirciler, oyuncuların bir kısmını taşa tuttular ve nihayet müsabakadan sonra üzerlerine hücum ettiler. Hülasa müsabaka muharebe şeklinde bitti.

    Spor, ruh ve bedeni terbiye ve tehzip için yapılır, derler. Fakat galiz küfürler içinde cereyan eden bu ağlanacak kadar feci ve çirkin boğuşmaları gördükten sonra artık: Uzun söze ne hacet! Düşünelim ve ibret alalım!

    GALATASARAY-FENER MUHAREBESİNİN KURBANLARI [18]

    Galatasaray-Fener muharebesinin kurbanlarından Kadri Bey’in omzu çıkmıştır, epey müddet tedaviye muhtaçtır.

    Zeki Bey’den bir tekme yiyerek Fransız hastanesine kaldırılmış olan Galatasaraylı Mehmet Nazif Bey’in sağ ayağının iki kemiği birden kırılmış olup alçıya konulacaktır; Mehmet Nazif asgari iki ay yatakta kalmaya mahkumdur.

    Sabih Bey’den bir tekme yemiş ve o gece saat 12’ye kadar baygın yatmış olan Galatasaraylı küçük Kemal Bey’in karaciğeri zedelendiği için hali hayli vahimdir. Doktorlar bir ihtilat olmadığı takdirde hayatının kurtulacağını söylüyorlar. Kemal Nişantaşı Amerika hastanesindedir.

    Kemal Faruki’ye bacaklarındaki yaralardan dolayı dün tetanos serumu yapılmıştır.

    O elim ve feci maçın zavallı kurbanlarına seri afiyet temenni ederiz.

    Bu hadise etrafında dün alakadarlar arasında tahkikatta bulunduk. İki taraf da bu vahim neticeden müteessirdir. Mamafih kabahati kimse üstüne almamakta, yekdiğerine atfetmektedir.

    Zabıta hadiseye vaziyet ederek tahkikata başlamıştır. Dün sabah Zeki Bey’in ifadesi alınmış, hastanede bulunan Mehmet Nazif, Kadri, Kemal Beyler de dinlenmiştir.

    Söylenildiğine göre Mehmet Nazif Bey kendisine kasten tekme vurmak iddiasıyla Zeki Bey aleyhine bir dava ikame edecektir. Fenerliler de bilmukabele dava açacaklarını söylemektedirler. Bu haberler tahakkuk ederse adliye tarihi şayanı dikkat bir dava rü’yet edecektir.

    Cuma günkü musaraanın kurbanları yalnız hastanede yatanlar değildir, geride kalan oyuncular da hemen umumiyetle muhtelif yerlerinden ağır ve hafif yaralıdırlar.

    Bu hadise hakkında zabıta şu raporu neşretmiştir:

    “Dün stadyum dahilinde bulunan Galatasaray-Fenerbahçe kulüpleri arasında yapılan maç esnasında Fenerbahçe’den Zeki Efendi topla Galatasaray kalesine gelmekte iken oyun beki Mehmet’in bacağına tekme vurmak suretiyle mecruhiyetine, diğer Fenerbahçe’den Kadri Efendi Galatasaray’dan Latif’ten topu almak üzere yekdiğeriyle müsademe neticesi Kadri’nin sukut ve kolunun mafsalından çıkmasına, diğer Kemal Efendi dahi stadyumdan çıkarken ahar tarafından tekme ile vurulmak suretiyle bayılmış olduğu iddia edilmiş, mecruhlar hastaneye sevk edilerek tahkikata devam olunmaktadır.”

    Zabıta raporunun son kısmında K.Kemal’in stadyumdan çıkarken yediği bir tekme yüzünden hastaneye yatırıldığı beyan ediliyorsa da çocuğun stadyumdan çıkarken yanında bulunanların verdikleri ifadeye nazaran böyle bir hadise vuku bulmamış ve K.Kemal bidayette yediği tekmeden bayılarak hastaneye yatırılmıştır.

    FUTBOLCU ZEKİ NE DİYOR? [19]

    Cuma günü oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçı dün sporla alakadar muhitlerde günün en hararetli meselesi halinde idi. Fener’den Kadri’nin ve Galatasaray’dan Mehmet Nazif’in sakatlanmaları ile neticelenen müsabakanın tarzı cereyanı hakkında herkes bir fikir söylüyordu.

    Kaç defa milli takımda oynamış bu iki gencin mühim bir ecnebi maçı arifesinde sakatlanmaları müşterek teessürü arttıran başka bir sebep oluyordu.

    Esasen Galatasaray-Fenerbahçe lig maçının böyle mühim bir ecnebi müsabakasından bir hafta evvelki tarihte icrasının tespiti dahi büyük bir hata idi. Bu hataya daima olduğu gibi sert ve kırıcı oyunla rakibi yıldırıp maçı kazanmak fikri inzimam edince korkulan müessif sakatlıklar husule geldi. Kadri Fener’in en yılmaz ve Mehmet Nazif ise Galatasaray’ın bilhassa Fener maçları için ihtimam ettiği ve en çok güvendiği birer oyuncusu oldukları içindir ki hadise bahsettiğimiz büyük alakayı tevlit etti.

    Ancak hadiseyi böyle kulüp telakkileri noktai nazarından değil de daha umumi bir zaviyeden mütalaa etmek elbet ki daha doğru olur.

    Haddizatında haluk, mert ve iyi bir çocuk olan Mehmet Nazif, tribünlerde oturup “Kır, öldür!” diye bağıran ve ne söylediklerini bilmeyecek kadar asabiyetten bunalmış olan arkadaşlarının teşvik ve teşcileri yüzündendir ki bu sakatlığa maruz kaldı. Çünkü öteden beri Mehmet Nazif’e “Fenerbahçe için biçilmiş kaftan” sıfatı veriliyor ve her maça çıkmadan evvel arkadaşları da kendisi de olacağı evvelden bildirir gibi kahinane tavırlar almaktan zevk duyuyordu.

    Senelerden beri bütün muhitinin ümidini nefsinde taşımak telkini altında yaşayan bu iyi çocuk, ne yazık ki, oynadığı sert oyunla, tribünlerde oturan ve kendisini yakından tanıyan insanlar nazarında kırasıya oyun oynayan ve karşısındakine acımayan bir futbolcu tesiri bırakıyordu.

    Bunun içindir ki her hareketi mütemadi bir takbihe maruz oluyordu. Bu satırları şu son kazadan dolayı çok derin bir teessür duyduğumuz Mehmet Nazif’in uğradığı sakatlığa asıl sebebi göstermek için yazıyoruz.

    Daima Galatasaray kalesi önündeki ceza sahası dâhilinde dolaşan Mehmet Nazif, arkadaşlarının tabirince, o sahayı Fener muhacimleri için mıntıkai memnua haline koymuştu. O sahaya girmek cüretinde bulunacak olanların her ne pahasına olursa olsun, menedileceğini bazen şaka ile bazen ciddi ve bazen de hiddetli, fakat her fırsatta ve her maç arifesinde söylüyordu.

    İşte sakatlık o sahanın içine girilmek istendiği bir anda ve bu haleti ruhiyenin tesiri altında vuku buldu. Sert oyunla hatalı oyunu daima birbirine karıştıran ve “Sert oynuyorsunuz, çok faul yapıyorsunuz, kaza çıkacak, daha düzgün oynayınız” ihtarlarına, mütemadiyen “Futbol sert oyun demektir, bilardo oynamıyoruz” mukabelesinde bulunan yanlış görüşlü kulüpçülerin noktai nazarlarıdır ki oyunları bu kadar sert ve bu derece kazalı yapıyor.

    Bu zaruri mukaddemeden sonra Fener kaptanı Zeki’nin anlattıklarını nakledelim:

    “Bu oynanan oyunun futbol olmadığını her vesile ile müteaddit defalar söyledim. Fakat cereyanın önüne geçmek maalesef kabil olmadı. Bunun sebebi Galatasaray’ın artık anane haline gelen ve taraftarlarının da teşvikine mazhar olan sert ve pür hata oyun sistemidir. Müsabakayı kazanmak için her çareyi ve her vasıtayı mubah gören bu zihniyetin bu şekilde neticeler vermesi ilk defa değildir. Fakat müteaddit ve şayanı ibret hadiselere rağmen Galatasaray’ın itiyadını tashih etmesi kabil olmamıştır.

    Eğer bu böyle devam ederse yetişmiş ve yetişecek bütün oyuncuların futbolu sakat bir zihniyetle anlamaları ve oyun sahasında bazen kasde, bazen kazaya kurban olmaları bir emrivaki olacaktır. Dünkü feci neticelerden ders alarak bu tarzın tamamen ortadan kalkmasını temin edecek esbabı aramak lazımdır. Bu vazife Federasyon’a ve kulüplerin fenni idaresini deruhte edenlere düşer. Alakadar teşekküllerin artık harekete gelmesi gençlik namına elzemdir.

    Kazalara gelince: Latif’in gelişigüzel topun üzerine gitmesi ve sağına soluna bakmadan tehlikeli vaziyetlerde topa girmesi Kadri’nin düşerek omuz kemiğinin kırılmasını intaç etti. Hakem bu hadisede doğrudan doğruya Latif’i hatalı addederek Galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu verdi.

    İkinci kazaya da Mehmet Nazif kurban oldu. Vaziyeti tarif edeyim:

    İkimizin arasına düşen topu kapmak için harekete geçmiştim. Mehmet Nazif her zaman mutadı olduğu veçhile topla beraber rakibi de tekmelemek arzusuna tabi olarak koştuğunu görüyorum. Hem tekmeden korunmak hem de topu kaçırmamak icap ediyordu. Bu vaziyette ayağımı topa koymaklığım lazım geldi ve öyle yaptım. Mehmet topa ayağımı koyduğumu gördü, fakat ya çok sert gelişinden korkarak ayağımı çekeceğimi zannettiğinden yahut topla beraber ayağımı da sökeceği ümidine düştüğünden hareketimi nazarı dikkate almadı ve bacağını bütün kuvvetiyle salladı. İşte bacağının kırılmasını intaç eden kazaya bu sebeple uğradı. Hareketimde hiçbir hata yoktu.

    Ne söylediğini bilmeyen bazı budala ve adi ruhlu insanlara nazaran ben bunu kasten yapmışım. 18 seneden beri herkesin iyi bildiği futbol hayatım içinde hiçkimsenin burnunu bile kanatmadım. Hâlbuki üç defa ehemmiyetle uğradığım gibi hiçbir maçtan 5-6 yara almadan çıktığımı hatırlamam. Beni tanıyanlar böyle şeylere sebep olmayacağımı bilirler.

    Futbolun daha nazik oynanması lazım geldiğini senelerden beri söylüyorum. Fakat bu tavsiyelerim benim sert oyun oynayamadığım şeklinde teklakki ediliyor. İşte dünkü maçın kurbanlarını gören muarızlarım eserleriyle iftihar etsinler.”

    Zeki Bey’in pek haklı olarak dediği gibi dünkü maçın şekli bile baştanbaşa faciadır. Kadri, Mehmet, Kemal Şefik, Rıza ehemmiyetli surette yaralandıkları gibi değil oyuncuların hepsi arızaya uğramışlardır.

    Zeki Bey’in bile biri boynunda olmak üzere vücudunun muhtelif aksamında tam 12 tekme yarası vardır.

    GALATASARAY – FENER MÜSADEMESİ!? [20]

    Paydos Efendiler paydos! Türk milleti tekme tokat değil, centilmenlere yakışan bir oyun tarzı istiyor ve… Bunu bize verecek yeni kuvvetlerimiz var!

    Soruyoruz: Bu cana kıyan ikiliğin sonu geldi mi? Cuma günü kırılan kol ve bacaklardan akan kan şimdiye kadar yapılan günahları ödedi mi?

    Evvelki gün Taksim Stadyumu’nda yapılan Galatasaray-Fenerbahçe maçının tafsilatını dün yazmıştık. Üç oyuncunun hastaneye kaldırılması ve dört beşinin de mecruhiyeti ile neticelenen ve Türk sporculuğunda bir leke teşkil eden bu hadiseye bugün tekrar avdete mecbur oluyoruz. On gün sonra Avusturya takımı ile çarpışacak olan milli takımı teşkil edecek olan oyuncuların birbirlerini öldürürcesine maç yapmaları şüphe yok ki umumi bir teessür uyandırmıştır.

    Tekme ve küfürle başlayıp mecruhiyet ve arbede ile neticelenen hadise hakkında polis tahkikat yapmaktadır.

    Mecruhlardan hastaneye kaldırılanlar Fenerbahçe’den Kadri, Galatasaray’dan Kemal ve Mehmet Nazif’tir. Ancak dün akşam kendine gelebilen Kemal polise şu ifadeyi vermiştir:

    • Birinci haftaymda Sabih’ten gayrikasdi bir tekme yedim, oyunun sonunda kendimi kaybettim.

    Kemal Bey Amerikan hastanesinde tedavi edilmektedir. Yine polis tahkikatında Fener’den Kadri Bey Latif’le çarpışmış ve bunun üzerine Kadri’nin kolu üç yerinden kırılmıştır.

    Tahkikata nazaran Zeki Bey Galatasaray’dan Mehmet Bey’e kasdi bir tekme atmış ve demiştir ki:

    • Keşke iki ayağı kırılsaydı!

    Zeki Bey bir muharririmize “Böyle bir şey söylemedim!” demiştir.

    Polis tahkikatına nazaran kabahat müşterektir.

    Bu hadisede Sabih, Latif, Zeki Beyler maznundur. Maznunlar dün isticvap edilmişler ve kefalete rapten tahliye edilmişlerdir.

    Sahaya atılıp arbede çıkarmak isteyen Kuleli talebesi de Merkez kumandanlığına teslim edilmişlerdir.

    Hadise esnasında yaralanmayan bir oyuncu kalmamıştır.

    Diğer taraftan maç esnasındaki müessif vakalar nöbetçi müddei umumiliğine polisçe ihbar edilmiş olduğundan Adliye’ce tahkikata başlanmıştır.

    Müddei umumi muavinlerinden Necmettin Bey tahkikata memur edilmiştir. Necmettin Bey, dün Taksim merkezinden, hadisenin muhtelif safahatına dair malumat almış, hastanede bulunan yaralıların da ahvali sıhhiyelerini sormuştur.

    Maçın ilk dakikalarında Galatasaraylı Latif Bey tarafından düşürülen Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’le, Fenerli Zeki Bey’le bir karşılaşma esnasında yuvarlanan Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in vaziyetlerinin vehamet kesbetmediği, kendilerinin ifade verebilecek bir halde bulundukları Taksim merkezi tarafından müddei umumiliğe bildirilmiştir.

    Gerek Kadri, gerek Mehmet Nazif Bey’lerin kast ile mi yoksa kazaen mi bu hale geldikleri de tespit olunacak, muhtelif şahitlerin de bilhassa hakem Vefa kulübünden Necmeddin Bey’in de malumatına müracaat olunacaktır.

    Bu hadise hakkında Fenerbahçe kaptanı Zeki Bey bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Galatasaray kulübünün kuvvetine müsavi bir kuvvet tesis edildiği zaman bunlarla maç yapılamaz. Çünkü onlar için her vasıta mubahtır. Oyunda asabiyet havası esiyordu. Çünkü Galatasaray oyuncuları en müstehcen küfürleri söylüyorlardı.
    • Dünkü hadiseye Alaaddin Bey’in sebebiyet verdiğini söylüyorlar.
    • Zevcesinin ırzına kadar küfür ederek Alaaddin’i kızdırmışlardır. Galatasaray iyi tekme atanları takımında koç gibi besliyor, icabında en müstehcen küfürleri de yapıyorlar.
    • Hadisede hakemin de kusuru var mıdır?
    • Sebebiyet veren Necmi Bey’dir. Avrupalı bir hakem böyle bir oyuna bir dakika bile müsaade etmezdi. Öyle bir oyun ki dayak yiyen ve atan belli değildi. Federasyona müracaat edeceğiz ve bu oyuncuların diskalifiye edilmesini isteyeceğiz. Aynı zamanda mahkemeye de müracaat edeceğiz.
    • Kolları ve bacakları kırılan oyuncular sigortalı mıydı?
    • Fener, Galatasaray maçı için hiçbir sigorta şirketinin böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini zannediyorum.

    Zeki Bey’i her tarafı yara içindedir. Ensesi de Nihat Bey’in manikürlü tırnakları ile yırtılmıştır.

    Galatasaray kaptanı Nihat Bey de bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Kabahat bizim muhacimlerdedir. Evvela sıfıra karşı altı sayı yapsalardı, Fener de dünkü küstahlığa yeltenmezdi. Dayak hakkında bir şey söyleyemem. Bu hadise Alaaddin’den çıkmıştır ve bir plan dâhilinde tertip edilmiştir. Kemal Şefik’in ciğeri patladı, Mehmed’in ayağı kırıldı.

    ACINACAK ŞEY [21]

    Bu sütunlar alelmutad, daha ziyade neşeli yazılara mahsustur, lakin ara sıra elemlerimizi, endişelerimizi de burada söylemekle kariin istemediği bir şey yapmadığımıza kaniyiz.

    Cuma günü (mutadın hilafına olarak) Galatasaray-Fenerbahçe takımlarının senelik müsabakalarından ikincisini seyre gittim. Şahit olduğum manzara bana elim bir inkisar hissi verdi.

    Senelerca rekabet etmiş bu iki büyük kulübün arasındaki maçta tarafeynden üç kişi sakatlanarak hastaneye götürüldü.

    Oyuncular birbirlerine karşı, nizamın ve insanlığın müsaade etmediği şekilde sert ve kaba oynamayı kâfi görmeyerek binlerce kişi önünde dövüştüler ve polisle ayrılmaya mecburiyet hâsıl oldu.

    Unutmayın ki bu birbirini bir Poruk iftirasıyla harap etmeye çalışan ve maalesef kısmen de muvaffak olan iki takım on gün sonra Avrupa’nın en kuvvetli futbolcularından Avusturya takımına karşı Türk futbolunun şerefini müdafaa edecek.

    Esasen her zaman lüzumundan fazla şişirilen bu maçlarda senelerin biriktirdiği ananevi rekabet, kontrolsüz ve baskısız kaldıkça böyle feci netice verdiği sporla edna mertebe meşgul olanlarca bile malum idi. Buna rağmen bu tehlikeli maçın idaresi futbol sahasının en zayıf, en mütereddit ve en korkak hakemine tevdi edilmişti. Eğer bu işte bir kasıt yoksa idaresizlik, basiretsizlik olduğu muhakkaktır. Cuma günü kendi başlarına bırakılmış yirmi iki tane müteheyyiç genç eğer daha berbat bir vaziyete düşmedilerse bunu içlerinde soğukkanlılığını muhafaza edebilen birkaçına medyundurlar, hakemin ötmeyen düdüğüne değil!

    İbretle gördüm ki sahada bu facialar cereyan eder ve polisler bir hukuk umumiye mücrimine olduğu gibi oyuncularla temasa geçerlerken bu işin zorla başına geçenler ve futbolun idaresiyle birinci derecede mesul olanlar, uzaktan ama çok uzaktan bu yanan ateşi seyrediyorlardı.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN BİR REDDİYESİ [22]

    Galatasaray Kulübünden:

    Son müessif hadise münasebetiyle gazetelerde cereyan eden dedikodular arasında alakadarlardan birinin Galatasaray birinci takım oyuncularından, Fenerli arkadaşlarının zevcelerinin ırzlarına küfür ettiklerini söylediği teessüfle görüldü.

    Galatasaraylılar hemen hepsi bu memleketin en büyük irfan müesseselerinden biri olan Galatasaray Lisesi’nde terbiye görmüş münevver gençlerdir. Bu gençlerin, küfürbaz tulumbacılar menzelesine indirilmesini nefretle karşılarız.

    Maçta kırılan ve yaralananların mesuliyetini tayin hususunun ise kime ait olduğunu Cumhuriyet hâkimlerinin adaletine tevdi ediyoruz.

    HAZİN FAKAT DOĞRU [23]

    Galatasaray umumi kaptanının gazetemize hazin fakat doğru bir itirafı vardır. O iş işten geçtikten sonra şunu söylüyor:

    • Dövüşmeyelim. Kusur ve kabahat kimde olursa olsun dövüşmeyelim. Çünkü sporculuk nezahet ve civanmertliği mahvoluyor. Hem herkeste de futbol müsabakalarının menini isteyecek kadar iğrençlik hissi hâsıl oluyor.

    Bu söz doğrudur. Onun için biz de diyoruz ki:

    • Gün bugündür. Kangren olan uzuvları keselim. Hatta elimiz, ayağımız olsa bile. Türk sporunun nezahetini yükseltecek ve ona tekrar layık olduğu mevkii verecek taze kuvvetlere malikiz. Hem de gene Galatasaray-Fener içindeki taze kuvvetler başta olmak üzere.

    ŞU SUALLERE CEVAP İSTERDİK [24]

    Futbol işleri ile meşgul olan heyet yirmi seneden beri takip olan iki kulübün maçı için tedabir ittihaz etmiş midir? Bilhassa sert oyunu ile maruf olan Galatasaray’ın maçı için neden gevşek bir hakem intihap etti? Oyun bir dövüş halini aldıktan sonra maçı seyreden mıntıka Futbol Heyeti reisleri hadiseye neden müdahale etmişdiler? Maçın tatili için hakemin nazarı dikkatini neden celbetmediler? Öteden beri sert oyunlarıyla maruz olan bazı oyuncular şimdiye kadar neden tecziye edilmediler? Türk sporculuğunun şerefi mevzubahis olan bu hadisede alakadarlar neden bati davranıyor? Mesuller ne vakit tayin edilecek?

    Sporculuğumuzun istikbale mevzubahis olan bu hadise hakkında alakadardan yukarıki suallere cevap istedik. Çünkü artık hadisenin kökünden halledilmesine ihtiyaç var.

    Bu suallere ilk önce İstanbul mıntıkası reisi ve federasyon umumi katibi Şeref Bey şu cevapları vermiştir:

    • Ben de umumi teessüre iştirak ediyorum. Hadiseye müdahale edemezdim, beynelmilel kavait mucibince bu kabil hadiselere hakemden başka kimse müdahale edemez. Bu hadise ile Türk sporculuğunun şerefinin alakası yoktur, iki üç kişi dövüşmüştür, bu kadar! (!?) Galatasaray-Fenerbahçe maçları tatil edilemez, çünkü bu oyuncuların şahsiyeti maneviyelerine tecavüz etmek demektir. Hakem aleyhinde bir şey söyleyemem çünkü ben de hakemim. Hakem mütehassıs bir heyet tarafından intihap edilmiştir.
    • Siz de hakemsiniz, maçı idare etse idiniz böyle bir hadise olur mu idi?
    • Herhalde olmazdı, maç devam ederdi.
    • Ne yapardınız?
    • Düdük çalardım.
    • Necmi Bey de çalmış!
    • Benim düdüğüm fazla öterdi. Hadise mesullerinin anlaşılması için heyetin hakem raporunu tetkik etmesi lazımdır. Hakem raporunu bugün verecektir. Heyet bugün toplanarak mühim ve cezri kararlar alacaktır.

    GALATASARAY UMUMİ KAPTANI DİYOR Kİ [25]

    Dün bir muharririmizi Galatasaray kulübü ikinci reisi ve futbol başkaptanı Abidin Daver Bey’e gönderdik ve fikirlerini sorduk. Abidin Daver Bey dedi ki

    “Spor hayatımızda ara sıra vuku bulan bu gibi çirkin hadiselere müteessir ve müteessif olmamak kabil değildir.

    Oyuncuları milli takımlarda daima yan yana oynamış, zaferlerin zevkini mağlubiyetlerin acısını beraberce tatmış olan Türk gençlerinin yekdiğerini kırıp dökmesi çok feci bir haldir. Bu Cuma günü Avusturyalılarla yapılacak bir maç arifesinde Fener’den bir oyuncunun omzu çıkmış, Galatasaray’dan bir oyuncunun ayağı kırılmıştır, bir diğeri de ölüm halinde yatıyor.

    Bunu kim ister?

    Ben 25 sene evvel ilk müessislerinden bulunduğum Galatasaray kulübünde ahiren resmi bir vazife deruhte ettiğim günden beri kırıcı ve dövüşlü oyun oynanmamasına rağmen bütün gayretimle çalışıyordum. O vakitten beri (FENER)le yapılan üç maçta hakem Şeref Bey’in de yardımı ile hiçbir dövüş olmadı, fakat dördüncü maçta iş çığırından çıktı.

    Galatasaray’la Fener’i dövüştüren en mühim amil, bir kısım spor terbiyesi noksan seyirciler ile hakemin gevşekliğidir. Böyle hararetli maçları idare edecek hakemlerimiz gayet azdır. Öyle olduğu halde bu maçlar nadiren erbabına idare ettirilir.

    Maçın en hararetli bir zamanında duhuliye tarafındaki bazı taşkın seyirciler Galatasaray muhacim hattı oyuncularını taşa tuttular. Buna ne hakem, ne de inzibatı temine memur olanlar aldırmadılar.

    Hakem bütün dövüşlere rağmen oyunu sonuna kadar devam ettirdi.

    Halktan oyunculara sirayet eden asabiyet bazı oyuncuları şuursuz bir hale getirdiği gibi bazı meşhur oyunculara da halk bizimle beraberdir, diye büyük bir cesaret veriyor.

    Ayağı kırılan oyuncunun bu hale gelmesinden gene onu mesul tutmak “Sorsalar mağdurunu gaddar kendini gösterir” sözünü hatırlatıyor. Mehmet Nazif o gün o kadar dürüst bir oyun oynamıştır ki hakem kendisine hemen hemen hiçbir ceza vermemiştir. Mehmet kendisinin adı çıktığını bildiği için azami dikkatle oynuyordu.

    Haksız yere iddia edildiği gibi kırıcı bir oyun oynasaydı bugün belki hastanede bulunmazdı.

    Ya Küçük Kemal’in karaciğerini patlatan tekmeye ne diyelim?

    O da Mehmet gibi mi oynuyordu?

    Kavgalara gelince, bütün seyircilerin gördüğü gibi bunların hepsine evvela Fener oyuncuları başlamışlardır.

    Alaettin Bey’in Mithat’a bir tekme bir de tokat vurduğunu herkes gördü, ondan sonra tekme ve tokatın cezasız kaldığını görünce Fikret Bey de Necdet’e bir tekme yapıştırdı.

    Burada Galatasaraylıların kabahati mukabele etmeleridir. Hepsi tokat karşısında Kemal Faruki gibi soğukkanlı ve sabırlı olsaydı mesele çıkmazdı.

    Galatasaraylılar, Alaattin Bey’in refikasına küfür ettikleri iddiası çok çirkin bir şeydir. Galatasaraylıları, külhanbeyi ve tulumbacı addetmek herkesten evvel onların arkadaşlarına yaraşmaz. Çünkü Galatasaraylı ve Fenerli oyuncular gece gündüz beraber gezen arkadaşlardır.

    Bu mütalaalarımı Galatasaraylı olduğum için tarafgirane telakki edecekler olacaktır.

    Ben bu bahsin gazetelere düşmesinde mahzur gördüğüm için kendi gazetemde bile şu mesul, bu mesul diye bir şey yazmadım. Fakat nihayet kırılan bacaklardan, yapılan dövüşlerden, asgari Galatasaraylılar kadar mesul olan Fenerli arkadaşlarımızın davayı gazete sütunlarında kazanmak istediklerini görünce bu cevapları vermek mecburiyetinde kaldım.

    FACİANIN İKİNCİ PERDESİ [26]

    Türkiye’de futbol biraz tebellür etti edeli bir Fener-Galatasaray rekabeti vardır. Bu rekabet hissi bu iki kulübün başında bulunan müdürlerin karakterleriyle artar ve eksilirdi. Herkes bilirdi ki Galatasaray-Fener maçı patırtılı, dövüşlü bir maçtır. Bu maç her zaman fena şekil almak tabiatında bir maçtır. Eğer her defa geçen Cumaki gibi yaralı ve dövüşlü olmuyorsa bu sükun hakemin diriliğinden veya tarafeynden birinin mağlubiyeti daha evvelinden kabul etmiş olmasından ileri geliyordu. Bu defa öyle olmadı ve iş feci şekil aldı. Lakin bütün bu fecaata bir de uzun uzadı gazeteci mülakatları yaparak sahadaki kargaşalığın tekrar devamına müsaade etmemeliyiz. Hele filan, falan dava açacakmış diye saçma fikirlere revaç vermemeliyiz. Zaten sahada dövüşerek çirkin bir iş yaptık, şimdi bir de mahkemelere düşerek Türk sporunu maznun sandalyasına oturtmayalım. Ayıptır.

    ESKİ BİR SPOR HADİSESİ NASIL TAHLİL EDİLİYOR [27]

    Eski ve maruf sporcularımızdan Sait Selahattin Bey’i tanımayan yoktur. Türk spor tarihinin bir faslını hatıratıyla dolduran Sait Bey futbolda, teniste, hokeyde, denizcilikte ve en nihayet avcılıktan büyük muvaffakiyetler yaratmıştır. Sait Bey, son Galatasaray-Fenerbahçe maçında vukua gelen hadisat ve onun polis ve matbuata akseden safahatı hakkında kendisiyle görüşen bir muharririmize şayanı dikkat beyanatta bulunmuştur.

    Zuhur eden hadisenin hakiki sebebini izah eden bu beyanatı aynen derç ediyoruz:

    “Müessif hadisenin zuhurunda en büyük amil hakemin bariz idaresizliği olmuştur. Futbol hiç şüphe yok ki bir kadın sporu değildir, sert oynanabilir. Fakat maalesef bizde sert oyun “hatalı oyun” olarak telakki olunuyor. Böyle mühim ve oyuncuların asabının gergin olduğu maçlarda hakemin çok müteyakkız bulunması ve en ufak hatayı tecziye etmesi lazım gelir. Halbuki hakem bu pek tabii vazifesini yapmamıştır. Kasti hatalar iptizale uğradığı halde hata sahipleri oyunun sonuna kadar sahada kalabilmişler, tekme, yumruk, tokat taatı edildiği zaman topun yalnız havaya atılması ile iktifa olunmak garabeti gösterilmiştir. Mesela yaptığı hareketle rakibini baygın bir halde hastaneye gitmesini intaç eden oyuncunun hatası kabul ve cezaya çarptırıldığı halde sahada kalabilmek hakemin yerinde olmayan lütufkârlığından başka hiçbir şeyle izah edilemez.

    Mamafih bütün mesuliyeti yalnızca hakeme yükletmek ve adeta fedakârlık denecek bir feragati nefisle maçı idareyi kabul eden bir adamı rencide etmek doğru değildir. Hepsi de münevver ve mevkii içtimai sahibi olan tarafeyn oyuncularının da bütün mantıki düşünce ve şuurdan mahrum bir kütle halinde yalnız sevk ve idareye muhtaç olmamaları lazım gelirdi. Fakat Fenerbahçe-Galatasaray maçları, maalesef açılmış yanlış bir çığır yüzünden, bu futbol müsabakalarından ziyade bir sinir mücadelesine inkılap ediyor.

    Bunun sebeplerini, eski ve vaziyeti tahlil etmiş bir sporcu sıfatı ile anlatmak isterim.

    Vaziyetin bu şekli almasının en büyük sebebi münhasıran Galatasaraylıların gururudur. Kulüplerine misafir gidenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” vehmini verecek ezici bir göz hapsine alacak kadar mağrur ve kendilerini cemiyetin fevkinde sayan sarı-kırmızı mensubini mağlubiyeti haysiyetsizlik telakki eden bir zihniyete sahiptirler. İşte bu tarzı tefekkürün sevkiyledir ki kazanmak için her çareye başvuruyor ve her şeyi mubah görüyorlar. Galatasaray-Fener rekabetinin çirkin bir şekil aldığı ve sahada dövüşmenin moda olduğu son beş senenin tarihini tetkih edenlerin hatıralarını intibaha davet ederim: Fenerbahçe’nin büyük sayı farkları ile mağlup olduğu maçlarda en küçük bir hadise bile zuhur etmemiştir.

    Fakat Fenerbahçe ne zaman tehlikeli olmuşsa, ne vakit galibiyete yaklaşmışsa tekme ve tahvif siyaseti başlamış, fena akıbetler zuhur etmiştir. Eğer kavgaya sebebiyet verenler Fenerliler olsaydı gürültülerin sarı-lacivert takımın müşkül vaziyetlerde olduğu zamanlar çıkması lazım gelmez miydi? Galatasaraylılar da Fenerli rakipleri gibi mağlubiyeti sportmence bir tevekkülle kabul etmek nezaketini gösterebilseler mesele kalmaz.

    Fakat Galatasaray’ın sahadan mağlup çıkmayı bir haysiyet meselesi haline sokan zihniyeti işte bu tokatların, tekmelerin, kırılan kol ve bacakların hakiki ve yegâne sebebidir.

    Misal ve ispat mı istersiniz? İşte Galatasaray kaptanının Pazar günkü Milliyet gazetesindeki beyanatı… Nihat Bey diyor ki: “Eğer bizim muhacimlerimiz sıfıra karşı altı sayı yapsalardı mesele kalmazdı. Kabahat onlarda…”

    Demek hadise Galatasaray muhacimlerinin 6 sayı yapamamasından tevellüt etmiş. Kabahat o halde Galatasaraylıların değil, onları tıkır tıkır gol yapmaya bırakmayan Fenerlilerin olacak!!

    Memleketten bu zihniyet kalkmazsa spor yapılamaz.”

    ORHAN BEY NE DİYOR? [28]

    Son maç münasebetiyle Galatasaraylılarla Fenerliler mesuliyeti yekdiğerine atfetmektedirler. Biz düşündük, alakadarlardan ziyade bitaraf zevatın fikirlerini soralım dedik ve İstanbul Futbol Heyeti reisi, dürüstlüğüyle maruf Orhan Bey’le görüştük. Orhan Bey’le spor muharririmiz arasında cereyan eden mülakatı atiye dercediyoruz:

    • Siz bu müsabakayı baştan nihayete kadar seyrettiniz. Kavganın esbabı hakkındaki mütalaanız nedir?
    • Alaaddin ile Mithat arasında çıkan kavga hadiseye sebep olmuştur. Bu kavganın müsebbibi Alaaddin Bey’dir. Çünkü ilk defa olarak Mithat’a bir tekme, bir de tokat atmıştır. Mithat da ona mukabele etmiştir. Mamafih etmemesi lazımdı.
    • Vukua gelen müessif kazalar hakkında mütalaanız nedir?
    • Hakem, raporunda kazaları gayrikasti olarak gösteriyor. Filhakika Kadri Bey’in her zamanki gibi topa sert çıkışı, Latif’in de ondan kaçması kendisinin düşüp sakatlanmasına sebep olmuştur. Mehmet Bey’in sakatlanmasına gelince: Mehmet’in kuvvetle salladığı ayağına Zeki, ayak kaymak suretiyle kazaya sebebiyet vermiştir. Zeki Bey bu kazaya (Mehmet’in oyun tarzını bilmesi itibariyle) mani olabilirdi. Fakat ya topu kaçırmamak yahut da bu ayak sallayıştan korkmamış olmak için ayağını çekmemiştir.
    • Bu şekilde ayak kaynak doğru mudur?
    • Bu şekilde ayak kaynak böyle mühlik kazaları intaç edeceğinden katiyen doğru değildir. Hakem, bu şekilde ayak konduğu için ceza verebilir.
    • Kemal Şefik Bey’in yaralanması nasıl olmuştur?
    • Sabih Bey aut çizgisi haricinde bulunan bir oyuncuya tekme atmak ve tamamen futbol nizamatına muhalif hareket etmek suretiyle Kemal’in rahatsızlanmasına sebep olmuştur. Bütün bu hareketler esasen beynelmilel futbol nizamatınca men edilmiş ve mütecasirleri hakkında muhtelif cezalar vazolunmuştur. Bunlar aynı zamanda zabıta ve adliyeyi tahrik edecek cürüm olmaktan evvel spor nizamatınca da bir cürümdür.
    • Hadiseden kim mesul? Bu itibarla hadisenin bu şekle girmesinde Fenerliler mi amil olmuştur?
    • Galatasaray-Fener oyunları bir anane şeklinde öteden beri sert oynanmaktadır. Galatasaray ötenden beri canlı ve kuvvetli bir oyun sistemi kabul etmiştir. Fenerliler kendi usullerini Galatasaray oyun sistemine benzetmek, onlara bu yolda mukabele etmek için aynı tedbirlere müracaat etmişler ve bunun için sureti mahsusada adam yetiştirmişlerdir. Bu maçta hataların ekserisinin Fenerliler tarafından yapıldığı nazarı dikkate alınırsa bu mukabelede Fenerlilerin haddi aştıklarını görürüz.

    MÜTEVELLİ MEHMET BEY NE DİYOR? [29]

    Fenerbahçe’nin eski futbolcularından ve rüesasından Sait Bey, dün bir gazetede Galatasaray-Fener hadisesinden bahsetmiş ve kabahati kamilen Galatasaray oyuncularına yüklemiştir. Sait Bey’in bu sözleri hakkında Galatasaray kulübü idare heyetinden Mütevelli Mehmet Bey’in fikrini sorduk. Dedi ki:

    “Sait Bey’in kabahati Galatasaraylılara yüklemek istemesini mazur ve tabii görmek lazımdır. Zeki Bey, zavallı Mehmet’in bacağını kırdıktan sonra kabahati Mehmet’e yüklemeye kalkışmadı mı? Aynı şeyi Sait Bey neden yapmasın? Galatasaraylılar mesuliyetlerin kime raci olduğunu tayin keyfiyetini Cumhuriyet adliyesine bırakmışlardır.

    Bu hususta fazla söze hacet yoktu. Kemal Şefik ile Mehmet’in hali hangi tarafın daha hatalı ve kırıcı oynadığını ispat eder.

    Bizim Fener’e yenildiğimiz seneler hiç kavga çıkmazdı; Fener’in yenilmeye başladığı beş seneden beri ise kavgasız maç olmuyor. Galibiyet gibi mağlubiyete de sportmence tahammül eden tarafın hangisi olduğunu bu mukayese gösterir.

    Bizim kulübümüze misafir gelenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” der gibi ezici bir göz hapsine aldığımız iddiasına gelince, Sait Bey’in bu sözlerine sadece güleriz. Mahalle kahvesi dedikodusu yapmaya terbiyemiz müsait değildir.

    Yalnız şu kadar söyleyeyim ki Galatasaray kulübünün kapıları ardına kadar bütün sporculara açıktır. Herkes gelir, salonumuzdan, duşumuzdan, binamızdan istifade eder; hatta Fenerli arkadaşlarımız bile birçok maçlarda orada soyunup giyinirler, Bayram maçlarında Alaaddin Bey bile kulübümüze misafir olmuşlardı.

    Bizzat Sait Bey en çok hürmetle karşıladığımız bir arkadaştır.

    Biz Fenerli arkadaşımız bizi küfürbaz tulumbacılarla aynı dereceye indirmişti, bir ikincisi de kulübümüze misafir gelen arkadaşları göz hapsine alacak kadar terbiyesiz gösteriyor.

    Cuma günkü maça kadar elimizi sıkan, bizimle arkadaşlık eden bu zevatın sözlerine karşı:

    • Bu kadar fena insanlardık da bizim ile neden senelerden beri dost ve arkadaş idiniz, diye sormaya hakkımız yok mu?

    O müessif hadiseden beri bazı Fenerli zevatın gazete sütunlarında mütemadiyen Galatasaraylılara hakaret etmekte olanları Fenerli arkadaşlarımızın bize karşı ne fena hisler beslediklerini gösteren ibrete layık bir haldir.”

    FUTBOL HEYETİNİN MUKARRERATI [30]

    İstanbul Futbol Heyeti dün akşam geç vakit içtima ederek mühim mukarrerat ittihaz etmiştir. Bu içtimada hakem raporu tetkik edilmiş ve rapora nazaran maçtaki kazalarda kasıt olmadığına karar vermiştir. Futbol Heyeti bu gibi hadiselerin tekerrür etmemesi için bir tebliğ neşretmeye de karar vermiştir. Bu tebliğde oyuncuların sert oyun tarzına veda etmeleri lazım geldiğini ve seyircilerin müsabakaları ihlal edecek harekette bulunmamalarını tebliğ eyleyecektir.

    Bundan başka Futbol Heyeti Galatasaray-Fenerbahçe arasında bir dostluk maçı yapılmasına, bu maçın Şeref Bey tarafından idare edilmesine, maç hasılatının Beşiktaş kulübünden olup geçen sene bir tekme yüzünden vefat eden Adil Bey’in ailesiyle Mehmet Nazif, Kadri ve Kemal Bey’lerin tedavilerine sarf edilmesine karar verilmiştir.

    TENİS FAALİYETİ [31]

    “1929” Mevsimi Büyük Tenis Turnuvaları, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından tertip edilmiştir. Baş Hakem: Galip Bey.

    Müsabakalar Fenerbahçe kulübünün Kadıköyü’ndeki sahalarında icra edilecektir.

    Müsabakalar: Tek Erkek, Çift Erkek, Handikapsız.

    Müsabakalara her ayın ilk Cuması başlanacak ve Pazar’a bitecek.

    İştirak arzusunda olanlar her ayın 25inci günü akşamına kadar.

    1. Kadıköyü’nde kulüp merkezinde Galip Bey
    2. İstanbul’da Zeki Rıza Spor Mağazası’na müracaatları.

    Turnuvaların icra edileceği tarihler:

    1. 7 Haziran 1929
    2. 5 Temmuz 1929
    3. 2 Ağustos 1929
    4. 6 Eylül 1929

    Şeraiti duhul: Her müsabaka için -1- liradır.

    Müsabakalar için DÜNLOP ve SPOLDİNG topları kullanılacaktır.

    YAZIK OLUYOR! [32]

    Galatasaray-Fener hadisesi maalesef bir zabıta vakası şekline sokuldu ve o şekilde devam edip gidiyor. Bu iki büyük kulübün müdiranı pek ala bilirler ki şimdi ihdas edilmek istenen hava bundan dört beş sene evvel daha şiddetli esiyordu. Lakin bundan her iki tarafa olduğu kadar memleket sporuna da ne büyük zarar geldiğini acı delillerle gördükleri için bu iki kulüp badema, her şeye rağmen dost geçinmeye karar vermişlerdi. O zaman bu mesut neticenin istihsaline hadim naçiz bir uzuv sıfatıyla şimdiki manzaraya büyük bir elemle şahit oluyorum.

    Vakıa vaktiyle Fener-Galatasaray husumetinden istifade etmek isteyenler vardı, ummak hakkımızdır ki beş senelik hadisatın verdiği terbiye artık içimizde bu zihniyette kimse bırakmamıştır. Bu işle meşgul olanların bence yapacakları en hayırlı iş, şu dedikodunun önüne geçmektir.

    HAKİKAT NEDİR? [33]

    Fenerbahçeliler Vaziyeti Tasrih Ediyorlar

    [Son Galatasaray-Fenerbahçe maçı hadisesi uzadı. Bazı rüfekamızın muayyen maksatlarla işi alevlendirmeye çalışması ve bu yolda yapılan neşriyat efkarı umumiyede haklı bir şüphe uyandırmaya başlamıştı. Fenerbahçe katibi umumiliğinden aldığımız atideki beyanname vaziyeti tenvir etmektedir.]

    “Geçen Cuma günü Taksim Stadyumu’nda Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız lig maçı esnasında vukua gelen malum ve müessif kazalar üzerine Galatasaray kulübü tarafından birkaç günden beri gazetelerde beyanname ve tahkikat şeklinde yaptırılmakta olan ve efkarı umumiyede Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in ayağının takımımız kaptanı Zeki Bey tarafından kasten kırıldığı zehabını uyandırmak maksadına matuf bulunan sistematik neşriyat üzerine bu elim bahis üzerinde ilk ve son söz olarak berveçhi ati beyannamenin neşri Fenerbahçeliler için bir şeref ve haysiyet meselesi olmuştur:

    Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız maçların daima bir sertlik ve huşunet havası içinde cereyan etmesi geçen Cuma gününe mahsus yeni bir hadise değildir. Yirmi beş seneden beri bu takımla yaptığımız maçların hepsi Galatasaray kulübünün kendisi mukaddes anane haline koyduğu sert ve kırıcı oyun sistemi yüzünden aynı haşin eşkal ve şerait dairesinde cereyan etmiştir. Ve binlerce Fenerbahçe takımına karşı hiçbir suretle sarsılmayan muhabbet ve teveccühün doğması ve artması ve bugünkü azim vüsati alması ve bu kırıcı oyuna daima teknik oyunu tercih etmekliğimizden ve mağlubiyetleri sportmence ve efendice kabul etmeyi bilmekliğimizden ileri gelmiştir.

    İki takım arasında yirmi beş seneden beri bizim gördüğümüz yegane ayrılık noktası fenni oyunumuza onların daima bu sert ve muvaffakiyete esas addettikleri yıldırıcı oyun sistemiyle mukabele etmeleridir. Ancak bu ayrılıktır ki maçları seyreden halk üzerinde iki kulüp arasında şiddetli bir husumet olduğu kanaatini hasıl etmiş ve görünen köy kılavuz istemediği için ecnebi takımlara karşı yapamadıkları sertliği bize karşı yapmaktan kaçınmadıklarını gören halk arasında bu telakki kolaylıkla yer almıştır.

    Tavzih etmek istediğimiz nokta hülasatan şudur ki:

    Bizim oyunumuza bakanlar onlara karşı husumet görmemiş, fakat bize karşı onların oynadıklarını oyunu görenler bu husumetin varlığına daima ve bihakkın hükmetmiştir. Mamafih bu noktayı tavzih etmekle senede birkaç kere ve binlerce insanın gözü önünde cereyan eden Galatasaray-Fenerbahçe maçlarından doğan hadiselere ait manvi mesuliyetin hangi tarafta olduğuna dair kimseye yeni bir şey öğretmiyoruz.

    Fakat belki o ananevi sisteminin tabii bir neticesi olarak kazaen kırılan bir ayağın üzerine yüklenmek istenen lekesinin asıl kimlere ait olduğunu tespit ediyoruz. On beş seneden beri futbol oynayan ve temiz bir oyuncumuz olduğu kadar civanmert ve haluk bir genç olan Zeki’nin, Mehmet Nazif’in ayağını kasten kırdığı yollu şayiatı bu suretle ve nefretle reddederken, Galatasaray kulübü tarafından neşredilen ve Mehmet Nazif’in ayağının kırılması iddiasını Cumhuriyet adliyesine havala edileceğini bildiren tebliğine karşı alenen beyanı teessüf etmemek kabil değildir.

    Binlerce seyircinin gözü önünde cereyan etmiş ve hiçbir kaste makrum olmadığı hakem raporu ve raporu tetkik eden selahiyettar heyetlerin kararıyla tebeyyün eden bir kaza hadisesini her ne suretle olursa olsun bir zabıta vakası haline sokmaya çalışan ve senelerce karşılarında ve ecnebi takımlarına karşı yanlarında oynamış ve bütün memleketçe tanınmış temiz bir genci fırsat bu fırsattır diye hukuku umumiye maznun sırasına koymak gayretkeşliğini her hissin fevkinde tutmak keyfiyetinin o beyannamede tefahür edilen ilim ve faziletle ne derece uygun düştüğü de ayrıca şayanı temessül bir keyfiyettir.

    Sporcu şeref ve haysiyetini korumayı bilen, rakiplerine karşı hiçbir zaman kasten fenalık yapacak tıynette olmayan, hatta oyuncularından birinin aynı maçta kolu kırıldığı halde bunun için rakibine kast atfederek adliyeye müracaatı aklından bile geçirmeyen kulübümüz alelade bir spor kazasını bir hukuk umumiye vakası haline sokmak isteyen bu çirkin temayül karşısında kendisine mensup gençleri isnadatı vakıadan tenzih eyler ve cumhuriyet adliyesinin adil kararına hürmetle intizar eder.

    Umumi Kaptan Hayri Celalettin

    MÜHENDİS MEKTEBİNDE 60 TALEBENİN TARDEDİLDİ  [34]

    Mühendis mektebinde zuhur eden hadiselerin mahiyeti hakkında bir muharririmiz tahkikat yapmıştır. Bu hadiselerin başlıca sebeplerinden biri de Galatasaray-Fener münaferetidir. Mektebin voleybol takımlarının iyi oyuncularının bir kısmı, hariçta Galatasaray ve diğer kısmı da Fenerbahçe’ye mensuptur. Bu iki parti arasında birçok anlaşamamazlıklar olmuş ve mektebin gerek talebe cemiyetinde, gerek idman yurdunda idare heyetini kazanmak rekabetine müncer olmuştur.

    Bu meseleler için için kaynarken ekseriyeti kazanmaya zemini müsait bulan dördüncü sınıftan iki kişi bir ay kadar evvel kongre akdine dair bir takrir gezdiriyor ve imza topluyorlar. Muvaffak oluyorlar. Beyoğlu Fırka merkezinde toplanan kongrede dördüncü sınıf idare heyetini kazanıyor ve bütün sınıflara çalışkan ve fedakar gözükmek için bir de yemek meselesi çıkarıyorlar, hararetle ve ateşin içtimalarla birinci ve ikinci sınıfların tam müzaharetini temin ediyorlar. Ankara’ya iki murahhas gönderiyorlar.

    Bunun üzerine mektepte tahkikat başlıyor. Dördüncü sınıf ve bu sınıftan müşevvik olanlar da işin sarpa sardığını görerek izharı nedamet ediyorlar. Elebaşıların bu rücatini bilmeyen ikinci sınıf, mektep inzibat meclisi huzurunda evet yiyeceklerimiz fenadır diyorlar ve mektep idaresi bunlardan altı kişiyi tardediyor.

    Binaenaleyh ikinci sınıf, esasta alakadar olmadığı halde kendi arkadaşlarından altısının atılmasını hayretle karşılamışlar. İki şubeden ibaret talebe “Ya arkadaşlarımız mektebe alınır yahut biz derse girmeziz” demişlerdir.

    Bu yeni vaziyet karşısında inzibat meclisi ikinci bir kararla bu derse girmeyen altmış efendiyi tardetmiş ve mektep dahiline talik edilen bir ilanda bunlar da pişman olup derse devama başlayacakların affedileceğini beyan etmiştir. Son vaziyet budur.

    İKİNCİ İDMAN BAYRAMI [35]

    Dünkü Bayrama 3.000 Mektepli İştirak Etti

    Mektepliler arasında tertip edilen idman bayramı dün sabah Taksim Stadyumu’nda 15.000 seyircinin huzurunda yapılmıştır.

    İkinci defa olarak yapılan bu bayram geçen sene yapılan bayramdan daha çok alaka uyandırmış, aynı zamanda daha muntazam olmuştur.

    Taksim Stadyumu daha sabahtan itibaren dolmaya başlamıştı. Bayrama iştirak edecek mektepliler muntazam kafileler halinde stadyuma gelerek kendilerine tahsis edilen mevkilerde yer almışlar, bu bayramı görmek için gelenler de tribünlere ve sahanın etrafına yerleşmişlerdir. Mektepliler kafilesi tamamen geldikten sonra Selim Sırrı Bey saha kenarına konulan kürsüye çıkarak bir nutuk söylemiştir.

    Selim Sırrı Bey bu nutkunda iki seneden beri yapılmakta olan idman bayramlarının gayesinden bahsetmiş ve bu münasebetle merhum Necati Bey’in namını hürmetle yadetmiştir.

    Selim Sırrı Bey’in şiddetle alkışlanan nutkundan sonra mızıka istiklal marşını terennüm etmiştir.

    Bu merasimden sonra idman harekatına başlanmıştır.

    2.000 erkek 1.000 kız talebenin ayrı ayrı yaptıkları muhtelif beden hareketleri stadyumu dolduran 15 bin seyirci tarafından şiddetle alkışlanmıştır. Kız ve erkek talebe bu beden hareketlerinde gösterdikleri ahenk ve intizam itibariyle hakikaten muvaffak olmuşlardır.

    Mektep talebelerinin harekatından sonra Çapa terbiyei bedeniye kursu kız ve erkek talebeleri Matmazel Everman ve M. Conso’nun nezaret ve kumandaları altında şayanı dikkat beden harekatı yapmışlardır.

    Yarım saatten fazla süren bu harekat esnasında kurs talebeleri çok muvaffakiyetli şeyler göstermişlerdir.

    Bundan sonra Selim Sırrı Bey tekrar kürsüye çıkarak bayrama iştirak eden talebeyi Türkiye Cumhuriyeti ve onun banisi büyük Gazi’yi selamlamaya davet etmiş, 3.000 talebe ve 15.000 halk hep bir ağızdan üç defa “yaşa” diye bağırmıştır.

    Bu harekatın hitamından sonra mektepliler arasında umumi bir geçit resmi yapılmış, ikinci idman bayramı bu suretle hitam bulmuştur.

    OSTURYA DÜN İLK MAÇINI YAPTI [36]

    Galatasaray 1’e Karşı 3 Sayıyla Mağlup Oldu

    (…) Fener ve Vefalı küçükler arasındaki ilk maç bire karşı iki ile Fenerbahçe tarafından kazanıldıktan sonra, takımların sahaya çıkması on yedi buçuğa kadar gecikti. Nihayet Osturyalılar tribünleri ve sahayı dolduran halkın alkışları arasında sahaya geldiler, arkasından kıpkırmızı ve sapsarı renklerden yapılmış yeni gömlekleriyle Galatasaraylılar.

    Viyanalı oyuncular beyaz kollu mor fanilalar giyiyorlardı. Saha ortasında kendilerine merasimle buket verildi ve maça başlandı.

    Galatasaray takımı: Rasim, Burhan, Vahi, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Şadi, Necdet, Latif, Rebii.

    Ovusturya takımı: Yoki, Regnoht, Tantler, Moğ, Graf, Gol, Snayder, Ropan, Sindila, Çiser, Firtu.

    İlk yirmi beş dakika mütekabil akınlarla neticesiz geçti. Nihayet top bizim bir müdafile onların koşan muhacimleri arasından sıçrayıp içeri giriverdi. İlk golü bu suretle yaptılar.

    İkinci devrenin on dördüncü dakikasında Muslih’in himmetiyle ve Şadi’nin ayağıyla bir golümüzü yaptık. Bu ara Galatasaray çok muvaffakiyetli oynuyordu. Devrenin sonlarına doğru üçüncü golü de yine bir hücumla kazandılar. Oyun bu netice ile bitti.

    Hakeme gelince: Hamdi Emin Bey dün bize güzel bir hakem idaresinin nasıl olabileceğini gösterdi.

    AVUSTURYALILARIN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ TENEZZÜHLERİ [37]

    Osturya takımı oyuncuları dün refakatlerinde Galatasaraylı mihmandarları olduğu halde sabahleyin Galatasaray Lisesi’ne giderek mektebi ve spor teşkilatının müzesini gezmişler, öğleyin de Büyükada’ya gitmişlerdir. Bugün de akşama kadar şehrin muhtelif yerlerini gezdikten sonra saat beşte Galatasaray kulübü tarafından, denizcilik şubesinin Bebek’teki merkezinde şereflerine verilecek olan çay ziyafetinde hazır bulunacaklardır. Bayramın birinci günü de saat beşte Fener takımı ile ikinci maçlarını yapacaklardır.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN CEVABI [38]

    Galatasaray Kulübünden: Geçen maçta vukua gelen müessif hadise münasebetiyle Fenerbahçe kulübünün neşrettiği beyannameyi teessüfle okuduk. Senelerce karşı karşıya, yan yana oynadığımız, ellerini sıktığımız ve arkadaş ve kardeş bildiğimiz Fenerbahçelilerin, kulübümüze karşı yirmi beş senedir spor terbiyesiyle gayri kabili telif bir husumet beslediklerini her satırında ayrı ayrı ifade eden bu garip beyannameye uzun uzadıya cevap vermeyi lüzumsuz addederiz.

    Galatasaray’a karşı hatır ve hayale gelmez birçok ithamları ihtiva eden bu beyannameye bilhassa Fenerli arkadaşlarımızla yan yana bir ecnebi takımına karşı maç yapacağımız günün arifesinde cevap vermek birbirine hürmet ve muhabbet beslemeleri sporun en tabii neticelerinden olması lazım gelen gençler arasında yeni münaferetler uyandırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

    Onun için bir Türk kulübünün diğer bir Türk kulübü hakkında vaki olan ve spor tarihimizde bir misli görülmemiş bulunan bu lüzumsuz hücumları vakalar zikrederek red ve cerhetmek kolay olmakla beraber sükutun terbiyemizle daha mütenasip ve müreccah olduğuna kani olarak susuyoruz.

    Cumhuriyet: Geçen gün Fenerbahçe kulübünün beyannamesini dercetmiştik. Bugün de Galatasaraylıların gönderdikleri beyannameyi neşrediyoruz. Bu iki güzide kulübümüzden bir haftadan beri efkarı umumiyeti ve gazeteleri işgal eden bu lüzumsuz münakaşaları kesmelerini temenni ederiz.

    MÜHENDİS MEKTEBİNDEKİ HADİSE ve FENERBAHÇELİLER [39]

    Fenerbahçe umumi katipliğinden: “18 Mayıs 920 tarihli gazetenizde Mühendis Mektebindeki hadise münasebetiyle bir fıkra neşredilmiştir.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’ne mensup voleybolcuların bu mesele ile alakaları olmadığından keyfiyetin tashihini rica ederim efendim.”

    BAYRAMDAKİ MAÇLAR [40]

    Osturyalılar Fenerbahçe’yi ve Muhtelit Takımı Mağlup Ettiler

    Bayram spor noktayı nazarından faaliyetle geçti. Ecnebi bir takımın şehrimizde bulunması dolayısıyla futbol meraklılarının çoktan beri özledikleri fırsat zuhur etmiş demektir. Onun içindir ki Taksim Stadyumu bayramın birinci ve üçüncü günleri kalabalık bir manzara arz ediyordu.

    Birinci günü Fenerbahçe takımı misafirleriyle karşılaşacaktı. Fenerbahçe’nin ecnebi takımlara karşı daima muvaffak olan oyun sistemi ve bu ekibin ekseriyetle en iyi neticeleri elde etmekle maruf olması stadyuma çok kalabalık bir halk kitlesi toplamıştı.

    Günün ilk oyununu Galatasaray-Beşiktaş küçükleri yaptılar. Evvela çok düzgün oynayan Beşiktaşlılar hâkim ve faik bir vaziyet aldılarsa da ikinci devrede bu faikiyeti muhafaza edemediler ve 1-4 mağlup oldular.

    Tam muayyen saatte Fener ve Osturya takımları küçük fasılalarla sahaya çıktılar. Mutat merasimden sonra takımlar karşılaştığı zaman Fenerbahçe’nin şu teşekkülle sahaya çıktığı görülüyordu:

    Rıza, Sabih, Füruzan, Mahmut, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Fikret, Muzaffer

    Osturyalılar orta muhacim mevkiinde Şafer’i oynatak suretiyle takımlarında küçük bir tebeddül yapmışlardı. Oyuna Şeref Bey’in idaresinde başlandı. İlk dakikalarda hücuma geçen Fenerliler süratle Osturyalıların kalesine indiler ve üçüncü dakikada Alaaddin’in çok güzel bir vuruşu ile ilk golü yaptılar. Bu sayı stadyumu dolduran binlerce halk tarafından alkışlar, takdir ve meserret avazeleri ile karşılandı.

    Daha ilk dakikada kaydedilen bu sayı Osturyalıların maneviyatı üzerinde gözle görülen bir tesir yaptı.

    Fakat Fener’in hücum hattı birkaç dakika süren afallamadan bir menfaat temin edemedi.

    Aradan kısa bir müddet geçmemişti ki Osturyalılar muvazenelerini buldular. Artık oyun merkezi sikleti Fenerbahçe kalesinin önüne intikal etmişti. Gayretle oynayan Fener defansının bütün mesaisine rağmen Osturyalılar sıkı ve sert hamlelerle mütemadiyen tehlikeli vaziyetler ihdas ediyorlardı. Nitekim böyle anlardan birinde Şafer’den yerinde bir pas alan sol iç kısa mesafeden sert bir şut attı. Fener kalecisi kucağına düşen topu bloke edemedi ve Osturyalılar müsavatı temin eden sayıyı böyle bedavadan kazandılar. Müsavat sayısı Fenerlilerin gayretini tahrik etti ve bu sefer de Osturyalılar sıkışmaya başladılar.

    Aradan birkaç dakika geçmemişti ki bugün en güzel oyunlarından birini oynayan Alaaddin sayısız driplinglerle kaleye kadar götürdüğü topu ağlara taktı. Tefevvuk yine Fenerlilere geçmişti.

    Arka arkaya yapılan bu sayılar heyecanı azami haddine getirmişti. Basit hareketler bile alkışlanıyor, takdir nidaları, teşvik sesleri bir türlü nihayete ermiyordu. Devrenin hitamına kadar faik vaziyetini idameye muvaffak olan Fenerbahçe, yine kalecinin hatasından bir sayı daha kaybetti ve 2-0 galibiyetle bitirebileceği ilk devreyi 2-2 müsavatla nihayete erdirdi.

    İkinci devre her iki takımın mütevali hücumları ile geçti.

    Her iki takım neticeyi kendi lehine çevirmek için kabiliyetinin üstüne çıkmaya çalışıyor, didiniyor, terliyordu.

    Muntazam paslar, seri hamlelerle baştan başa bir futbol şaheseri halinde devam eden oyun seyircilerin alaka ve heyecandan büyüyen gözleri önünde bütün hızıyla devam ediyor, herkes canla başla oynuyordu.

    Devre ortalarına doğru sağ içten güzel bir pas alan Osturya sağ açığı mükemmel bir sayı yaptı. Fenerliler müsavatı temin edecek sayıyı yapmak için çok çalışıyorlardı. Fakat bir defasında Zeki’nin direğe çarpan enfes bir şutunu Niyazi’nin kafasıyla boş kaleye sokamamasından, bir defa Zeki’nin boş kaleye plase şut atmak arzusu ile topu kaptırmasından, yine bir defa da Zeki’nin tam biçiminde sol ayağına gelen topu Niyazi’nin kaparak kalecinin kolları arasına atmasından bu müsavat sayısı bir türlü yapılamadı.

    Bayramın üçüncü günü misafirlerimizle üçüncü maç yapıldı. Bu son maçta Osturyalıların önüne Fener-Galatasaray muhteliti çıkartıldı. Son maça en son ümidimizi sakladığımız için stadyuma çok kalabalık toplanmıştı. Muhtelit takım sahaya çıktığı zaman şu şekilde idi: Rıza, Burhan, Sabih, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Ala, Zeki, Kemal, Fikret.

    Bu teşekkülün ümit edildiği kuvvette olmadığı derhal gözüküyordu. İlk devre baştan başa Osturyalıların hakimiyeti altında geçti. Misafirlerin 3 sayısına mukabil ancak bir gol yapabilmiştik. İkinci devrede biri bariz ofsayttan, diğeri de penaltıdan iki sayı yapabildik ve 3-4 mağlup olduk.

    Üçüncü maç günü çok çirkin iki hadise oldu.

    Birinci hadiseye muhtelit takım oyuncularından küçük Fikret’in babası yerinde bir rakip oyuncuya tokat atması sebep oldu. Güzel futbol oynayan bu gence bu çirkin itiyattan vazgeçmesini tavsiye ederiz.

    İkinci hadise daha garip ve belki daha çirkin düştü.

    Sahada sıfat ve selahiyeti meçhul şişman bir adam, kendi takımının kalesi yanına gitmek isteyen antrenör Şafer’i polis vasıtasıyla sahadan harice atmaya kalkıştı. Eğer vaziyetin nezaketini kavrayan birkaç kişi müdahale etmeseydi çok çirkin bir hadise olacaktı. Kendimizi Osturya’ya tanıtmak için celbettiğimiz takımların oyuncularını tokatlar ve antrenörünü polise teslim edersek acaba nasıl bir tesir hasıl etmek istiyoruz?

    Bu çirkin ve insanı spordan artık hakikaten iğrendiren hallere bir nihayet versek iyi ederiz fikrindeyiz.

    LİG MAÇLARI DÜN BİTTİ [41]

    Galatasaray İstanbul Şampiyonu, Fenerbahçe de İkinci Oldular

    Lig maçları dün yapılan müsabakalardan sonra hitam bulmuş addolunabilir. Yalnız, gelecek hafta Vefa-Fenerbahçe müsabakası yapılacaktır ki bu maçın neticesi ne olursa olsun, altı aydan beri iki devre üzerine devam eden müsabakalar neticesinde Galatasaray bu sene de İstanbul şampiyonu olmuştur.

    Galatasaray dün son maçını Süleymaniye ile yapmıştır. Bu maçın ilk devresini Süleymaniye 3-1 galibiyetle bitirmiş, fakat ikinci devrede Galatasaray 7 gol yaparak 3-8 galip gelmiş ve şampiyonluğu kazanmıştır.

    Bundan sonra Vefa-Beykoz karşılaşmıştır. Vefalılar güzel bir oyundan sonra Beykoz’u 0-3 yenmişlerdir.

    Son maç Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında yapılmıştır. Beşiktaşlılar güzel bir oyun oynamalarına rağmen 3-1 mağlup olarak ikinciliği Fenerlilere vermişlerdir.

    (…) Fenerbahçe, gelecek hafta Vefa’ya yenilse bile 22 puanla ikinci olacaktır.

    Bu sene de şampiyon olan Galatasaray, askeri kümenin şampiyonu ve teamül mucibince İstanbul muhteliti ile birer maç yapacaktır.

    İstanbul şampiyonunu tebrik ederiz.

    Dün bu maçlardan evvel Harbiye ile Halıcıoğlu takımları karşılaşmış, Harbiye 3-1 galip gelmiştir.

    FENERBAHÇE BEŞİKTAŞ’I 3-1 MAĞLUP ETTİ [42]

    (…) Son maç günün en mühim karşılaşmasını teşkil ediyordu. Beşiktaş ve Fenerbahçe bu maçta ikincilik meselesini halledecekti.

    Galatasaray’dan Adil Giray Bey’in hakemliği ile iki takım sahaya çıktılar. Takımlar şöyle teşkil edilmiş:

    Beşiktaş: Osman, Tevfik, Adnan, Hüsnü, Rıdvan, Rüştü, Hayati, İbrahim, Şükrü, Eşref, Salah.

    Fenerbahçe: Rıza, Sabih, Füruzan, Nihat, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Muzaffer, Fikret.

    İlk devrede Beşiktaş rüzgarı lehine almış ve hücuma geçmişti. Fakat Fener müdafaası sık bir tabiye ile bu hücumları akamete uğratmaya muvaffak oldu. Kaleleri etrafındaki tazyiki kaldırarak hücuma geçen Fenerliler 12nci dakikada Zeki’nin güzel bir şutu ile ilk sayıyı yaptılar. Bu golden sonra faaliyetlerini arttıran Beşiktaşlılar mükemmel bir eşape ile sıyrılan Eşref’in ayağı ile müsavat sayısını yaptılar. Bu sayıdan sonra faik bir oyun oynamaya başlayan Beşiktaş, birkaç fırsat kaçırdı ve devre 1-1’e müsavatla bitti.

    İkinci devrede Fenerliler rüzgârı da lehlerine alıyorlardı. Bu avantaj tabii semeresini verdi ve iki sayı daha yapan Fenerbahçeliler maçı 3-1 galibiyetle bitirdiler.

    HAKEM ENCÜMENİ REİSİ FUAT HÜSNÜ BEY NE DİYOR? [43]

    [Türkler arasında futbolu ilk oynayan ve tamimine çalışanlardan biri Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Bey’dir. Futbolun nazariyatına derin vukufu herkesçe teslim olunan bu zat, aynı zamanda teşkilat içinde de mühim bir mevki sahibidir.

    Son Galatasaray-Fenerbahçe maçının, bütün emsali gibi, baştanbaşa hata içinde geçen safahatından sonra Fuat Hüsnü Bey’den bir mektup almıştık. Çok kıymetli bir tetkik mahsulü esaslı fikirleri ihtiva eden bu mektubun neşrini dedikodu safhasının kapanmasına talik etmiştik. Artık münasip zamanın hülul ettiğini tahmin ederek mektubu aynen neşrediyoruz.]

    Futbolda Hata ve Ceza: Asabiyet, hüküm ve kararla itidal ve basiretin düşmanıdır. Bir oyuncu oyunda asabiyete kapıldı mı hatadan hataya düşer, oyunu hem hasmına, hem kendine ve hatta arkadaşına tehlikeli olur. Asabi vuruşlarla nereye gideceğini düşünmeden topu tekmeler durur, bu şuursuz harekâtıyla oyunun ahengini bozar, lüzumsuz hamlelerle hasmın, hatta göz kararmasıyla arkadaşının üstüne atılır. Bu manasız hareketleriyle ya hasmını yaralar yahut kendi yaralanır. Kendi yaralanırsa amelinin cezasını çekmiş olur, fakat hasmını yaralarsa hakem tarafından oyundan kovulur.

    Tehlikeli Oyun: Futbol baştan nihayete kadar tehlike ile dolu bir oyundur. Bunun için futbol hakemlerinin vazifesi gayet mühimdir.

    Hakem futbol kavaidini emri tatbikinde küçük bir teseyyübü büyük felaketler doğurur. Bahusus yan hakemlerinin hakemin gözünden kaçan mugayiri nizam harekâta nazarı lakaydi ile bakması yalnız oyunun intizamını bozmakla kalmaz; belki bir an sonra vuku bulacak büyük bir felaketin masdarı olur. Zira yaptığı bir hatadan dolayı ceza görmeyen bir oyuncu ikinci defasında daha büyük bir hata yapmaya pek müstaittir. Futbol nizamatı yalnız felaket doğuracak tehlikeli oyunları değil, mugayiri nezaket harekâtı bile tecziyeyi amirdir. Hakemin kararı ne derece muta ise nizamname de o derece sarihtir. Şu halde hakem kuvvei nufüziye sahibi ve azimkâr olur ve emrini infaz için kuvvei teyidiyesi olursa ya tehlikeli oyun büsbütün tatil olunur yahut kaza tevlit edebilecek mikroplar oyundan çıkarılır.

    Hasmı Tutmak ve Topa Elle Dokunmak: Oyunda yapılacak bu hatalar filhakika başlıca tehlike tevlid etmez. Fakat bu küçük hataların hakem tarafından lakaydi ile karşılanması daha büyük felaketlerin zuhuruna en birinci sebeptir.

    Zira ceza sahası dâhilinde şut çekmek üzere bulunan bir oyuncunun hasmı tarafından gayri nizami bir şekilde harekatına mümanaat olunması ve bu hareketin cezasız kalması tabiatıyla o oyuncu üzerinde fena bir tesir bırakır ve bu oyuncu ikinci defa böyle bir muameleye maruz kalınca (asabiyetten veya yine cürmün cezasız kalacağı zannına düşmesinden) hatayı bizzat tecziyeye kalkar ve tokat, dirsek, yahut tekmeye müracaatla oyunun nizam ve intizamını ihlal eder.

    Çelme Takmak, Tekme Atmak: Bu iki hareketten tevellüt edecek netice vücutta ve ayakta sükûtun ve darbenin tesirine göre mütenevvidir. Sükût hafif veya şedit olduğuna göre bere, incik, iltihabat veya kırık, çıkık muhakkak olduğu gibi tekmenin şiddetine göre de incik, mafsal çıkması, kemik kırılması bir emri vakidir.

    Bu gibi sui harekâta meyyal oyuncular, ekseriyetle hasmına başka türlü ve meşru şekilde galebe çalmayanlardır.

    DÜN BİR KADIN ZEVCİNİ SOKAKTA DÖVDÜ [44]

    Dün, Ankara caddesinde, Vilayet konağının tam karşısında, herkesin gözü önünde şık giyinmiş genç bir hanımın gözlüklü bir erkeği adam akıllı dövdüğü görülmüştür.

    Erkek, yediği dayağa mütevekillane ses çıkarmıyor, sadece etrafını ihata eden kalabalığı “Şahitsiniz ya” demekle iktifa ediyordu. Kadın, her darbede hiddeti artarak şemsiyesini erkeğin kafasına indirmekte devam ediyor ve “Şahit olsunlar, hele sen şu dayağı ye de!” diyordu.

    Dayak yiyen erkek, polis 3üncü şübe ikinci sınıf ketebesinden Adil Efendi, dayak atan da 40ıncı İlk Mektep Müdiresi Süheyla Hanımdır.

    Adil Efendi ve Süheyla Hanım evlenmişler, üç çocuk sahibi olmuşlar. Bir gün Adil Efendi karısını, Taksim’de, çocuklarına hususi ders verdiği bir erkekle otomobile binerken görmüş, karakola düşmüşler. Şimdi mahkemededirler.

    Dün Süheyla Hanım’ın babası, torunlarından biriyle Polis merkezine gitmiş, hizmetçi arıyormuş, Adil Efendi kendi çocuğunu görünce yanına almış, sevmiş ve bir şıra içirmek için sokağa çıkarmış. Fena bir tesadüf eseri Süheyla Hanım o sırada otomobille geçiyormuş, aşağı inmiş, çocuğu babasından alırken arada fena bazı sözler sarfedilmiş ve netice darp hadisesine müncer olmuştur.

    GALATASARAY-FENER MUHTELİTİNDE KUVVET KALMADI [45]

    (…) Galatasaray-Fenerbahçe maçından sonra sıra Osturya ekibiyle yaptığımız maçlara geliyor. Bu takımın şimdiye kadar İstanbul’a gelen takımların (Sparta ve Slavya’dan sonra) en kuvvetlilerinden biri olduğu muhakkak bulunmakla beraber aldığımız neticelerin, bilhassa Galatasaray-Fener muhtelitinin aldığı neticenin pek de tabii bir netice olmadığını da kabul etmek lazım gelir.

    Bu gayritabii netice evvela Galatasaray-Fener muhtelitinin iyi teşkil edilmemesinden, saniyen bu muhtelitin birkaç sene evvele nazaran çok yıpranmış ve kuvvetini çok zayi etmiş olmasından ileri gelmektedir. Galatasaray ve Fener’in en maruf oyuncularını ihtiva eden bu son çıkarılandan biraz daha kuvvetli bir Galatasaray-Fener muhtelitinin bir iki ay evvel Beşiktaş takımı karşısında uğradığı acı mağlubiyet dahi, artın bundan sonrası için ecnebi takımlara karşı bu muhtelitten hiçbir şey ümit etmemek lazım geldiğine kâfi bir delil idi.

    Bilhassa iki takımdan bir muhtelit teşkili münakaşa edilirken henüz topa vurmasını bilmeyen bilnisbe tecrübesiz oyuncuları “Çok atılgandır!” gibi mülahazalarla takıma sokmak arzuları da araya girince, netice, son beynelmilel maçta olduğu gibi mağlubiyet oluyor. Bütün bu hadiseler artık tadı tuzu kaçan Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin ve bu rekabete müstenit Galatasaray-Fener kombinezonlarının külliyen terk edilmesi zamanının geldiğini, hatta son maça nazaran geçtiğini açıktan gösteriyor. Futbol hayatımızda bir merhale olan ve yeni bir dönüm noktası teşkil eden bu vaziyetin diğer safhasını başka bir yazımızda mütalaa ederiz.

    İSTANBUL BÜYÜK GAZİ’Yİ İSTİKBAL İÇİN HAZIRLANIYOR [46]

    Program için Bir Komisyon Toplanacak

    Reisicumhur Hazretlerinin İstanbul’u teşrif buyuracakları gün yaklaşmaktadır. Gazi Hazretleri’nin Büyük Millet Meclisi’nin tatilinden sonra şehrimizi teşrif edecekleri anlaşılmaktadır. Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarındaki noksanlar ikmal edilmektedir. Büyük müncinin istikbal programını tanzim için muhtelif devair mümesillerinden mürekkep olarak bugünlerde bir komisyon teşkil edileceği haber alınmıştır.

    Ankara 27 (Hususi Muhabir) – Gazi Hazretleri’nin 1 Haziran’da Marmara köşkünde vereceği garden parti için yapılan hazırlıklar bitmiştir. Davetli Sefirler Ankara’ya gelmeye başlamışlardır.

    İSTANBUL-İZMİR TENİS MAÇLARI BU CUMA YAPILACAK [47]

    İstanbul-İzmir tenis maçlarının bu hafta yapılacağından bahsetmiştik. İzmirli tenisçiler bugün Adnan vapuru ile şehrimize gelecekler ve ilk maçlarını Cuma günü Taksim’deki “Lavn Tenis Kulüp”te yapacaklardır. İstanbul’la İzmir arasında yapılan temasların üçüncüsünü teşkil eden bu maçlar çok mühim olacaktır. Çünkü bundan evvel yapılan diğer iki maç İzmirlilerin lehine neticelenmişti.

    Filhakika içlerinde C.Jiro, Şarno, H.Jiro gibi beynelmilel tenis âleminde tanınmış simalara malik bulunan İzmir ekibine mukabil, İstanbul takımı kuvvetli bir manzara arz etmekten uzak kalıyor, mukavemet edemeden yeniliyordu. Esasen bundan evvelki seneler İstanbul takımının mümessilleri arasında İstanbullu tenisçilerden ziyade İngilizler bulunuyordu. Halbuki geçen seneler içinde çok kıymetli tenisçiler yetişmiş ve bu seferki İstanbul-İzmir maçına hakikaten İstanbullu bir takım çıkarmak imkanı hâsıl olmuştur.

    Cuma günü yapılacak İstanbul-İzmir maçı şimdiye kadar yapılan bütün emsalinden daha heyecanlı ve alakabahş olacaktır. Bunun esbabı basittir:

    1. İstanbul ekibi tamamen İstanbullulardan mürekkeptir. Bu itibarla hadiseyi daha yakından alakadarız.
    2. İstanbul takımı bu sefer geçen defalara nazaran galibiyete daha çok kuvvetli namzettir. Hatta bu defaki neticenin yüzde yetmiş beş İstanbul takımı lehine tahmin olunması çok hatalı olmaz. Çünkü İzmir takımının hemen hemen aynı rakip olmasına rağmen İstanbul takımı eskisine nazaran çok kuvvetlidir. Bahusus İzmir takımının esaslı galibiyet elemanlarından olan C.Jiro bu sefer gelememektedir. Jiro’nun gelememesiyle zayıflayan İzmir takımı karşısında kuvvetli bir İstanbul takımı bulacaktır.

    İzmir’den gelen oyuncular şunlardır: C.Jiro, Şarno, Alpoti, Jiro’nun iki oğlu ve bir İngiliz. İstanbul takımını teşkil edecek oyuncular şunlardır: Suat, Sedat, Şirinyan, Şadvar, Karakaş, Ratyani. Maçların hakemleri: Başhakem Rins, hakem Tevfik Haccar.

    EŞREF’İN KIT’ALARI VE HİKÂYELERİ [48]

    Bir gün Şair Eşref, İzmir’de avukat Mehmet Şeref Bey’e sormuştu:

    • Ben padişaha söversem bana ne yaparlar?
    • Tam üç ay kaparlar ama sen oradan artık çıkabilir misin bilemem!

    Eşref, bu cevap üzerine:

    • Öyle ise ben de işi değiştiririm… Ya vükelâya söversem ne yaparlar? diye sordu.
    • Ceza kanununda bunun cezası sarihtir, cezayı naktî alırlar!

    Eşref, cevap üzerine şu kıt’ayı söyledi:

    Bize kanunu ceza vermiş iken hakkı sarih,

    Vükelânın ….lim avradını milletçe..

    Verelim her ne ise bunda cezayı naktî,

    Gaib olmaz gene irat yazılır devletçe!

    VEFA – FENERBAHÇE [49]

    Bugün yapılacak Vefa-Fenerbahçe maçından dün bahsetmiştik. Bugün Taksim Stadyumu’nda icrası mukarrer olan bu müsabaka cidden heyecanlı olacaktır.

    Maçın netice itibariyle şampiyona tasnifi üzerinde müessir olamayacağını izah etmiştik. Vefa-Fener maçı, bu tesirsizliğine rağmen çok alaka uyandırmaktadır.

    Vefa takımı bugün sahaya kuvvetli bir şekilde çıkacaktır. Esasen ikinci devre maçlarında Vefa’nın gösterdiği muvaffakiyetler bu takımın ihmali caiz olmadığını anlatmaktadır.

    Fenerbahçe’ye gelince; Fenerliler Vefa maçına lig maçlarında çıkardıkları en zayıf takımlardan birisiyle çıkacaklardır. Son Galatasaray maçında sakatlanan Kadri’den mahrumiyet Fener defansını zayıflatmışken Çarşamba günü de Sabih’in Uşak hareketi bu hatta büsbütün mefluç bir hale getirmiştir. Buna inzimamen Beşiktaş maçında ayağı sakatlanan Sadi’nin bugün oynayamayacak bir vaziyette bulunması, Cevad’ın takıma iltihakının imkansızlığı, Fenerbahçe müdafaa ve muavin hatlarının tecrübesiz oyuncularla teşkilini zaruri kılmaktadır. Bu vaziyet muvacehesinde, Vefa gibi kuvvetli bir rakibe galebe çalmak için, her şeyden ziyade Fenerbahçe hücum hattının çok çalışması, kendi defansının hatalarını bu fazla faaliyetiyle telafi etmesi lazım gelmektedir. Fenerbahçe’nin zayıf bir teşekkülle sahaya çıkması Vefa’nın muvaffakıyetli bir netice alabilmesini teshil edecek bir amil olmakla beraber bu vaziyeti Vefa için muhakkak bir galebe vesilesi olarak kabul etmek de hatalı olur. Geçen devre maçlarında Vefa yine Fenerbahçe’yi Zeki ve Sadi’den mahrum bir halde yakalamış, oyunun daha başında üst üste iki sayı yapmasına rağmen vaziyeti idame edememiş ve mağlup olmuştu.


    [1] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [2] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [3] 2 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [4] 3 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [5]

    [6]

    [7] 5 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [8] 5 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [9] 6 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [10] 7 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [11] 8 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Sadun Galip)

    [12] 9 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [13] 10 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [14] 10 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [15] 11 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [16] 11 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi (T.M.)

    [17] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [18] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 12 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [21] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [22] 13 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [23] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [24] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [25] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [26] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [27] 14 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [29] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [31] 16 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 16 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [33] 17 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [34] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [35] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [36] 18 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [37] 19 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [38] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [39] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [40] 24 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [41] 25 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [42] 25 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 26 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [44] 27 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [45] 27 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [46] 28 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [47]

    [48] 30 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [49] 31 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XLI

    Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLI” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe futboldaki büyük şöhretini ocağında yetişmiş ve gelişmiş çocuklarına borçludur. Esasen, memleketimizde genç takımları ilk kuran kulüp Fenerbahçe ve bu lüzumu duyan ve onu tatbik mevkiine koyan ilk idareci de Elkâtip Zade Mustafa beydir. Bu ileri görüşlü zat bu işe 1911 senesinde girişti.

    Elkâtip Zade ve takımları neden sonra diğer kulüplerimize örnek oldular…

    Fenerbahçe’de, hiç bir kulüple ölçülemeyecek nispette, şöhretli genç takımlar yetişmiştir.

    Bunların birincisi 1913 yılı genç takımıdır. Haydar, Ecvet, Fahri, Nuri, Necip Şahin, Necmi, Baron Feyzi, Zeki, Alâ, Bekir, Cafer ve Refik Osman’dan mürekkep olan bu kadro o yıl memleketimizde ilk defa olarak organize edilen İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğunu hiç yenilmeden almış ve Mahmut Muhtar Paşa merhumun, üzerinde: “Yarının kıymetli futbolcularına…” yazılı gümüş kupasını kazanmıştı.

    İmparatorluk devrinin spor muhibbi bu meşhur Paşasının kupaya yazdırdığı “Yarının kıymetli futbolcularına” sözü onun isabetli görüş kudretinin de mükemmel bir ölçüsüdür. Çünkü tam 10 yıl sonra, 1923’de Türk millî takımı kurulurken bu arada yetişmiş ve gelişmiş yukarıdaki gençler, yani 10 yıl önceki Fenerbahçe üçüncü takımı ay-yıldızlı ilk kadrolara esas olmuştu.

    Filhakika; ilk takımlarımızın meşhur Zeki, Alâ, Cafer, Bekir, Feyzi ve Refik Osman gibi 6 esas siması futbolu 1913’ün Fenerbahçe üçüncü takımında öğrenmiş gençlerdi.

    Futbol tarihimizin bu canlı hakikati Fenerbahçe kulübünün genç takımlar mevzuunda vaktiyle başardığı alemdarlık ve harcadığı büyük emeklerin ölmez hâtıra ve hattâ mükâfatı olarak yaşayacaktır.

    Filhakika; Sami Bey tarafından sol köşeye yazılmış şu bir kaç kelime yalnız bir şükran ifadesi değil; aynı zamanda, Fenerbahçeliler arasında cari sevgi, hürmet ve kadirşinaslık örneğidir de:

    (Fenerbahçe küçüklerinin muhterem muallimleri Fuat Beyefendiye. Bir hâtırai şükran olmak üzere takdim…)

    Bugün 30 yılını doldurmuş olan şu fotoğraftaki eski genç Fenerlileri birçok kimseler tanımayacaklar, fakat hüviyetleri sunuldukça içlerinde tanınacak ve hatırlanacaklar çok olacaktır.

    Ön sırada oturanlar, sağdan:

    Suat Belgin (Tekel levazım müdürü),

    Solaçık Seyfi, İzmir Fuar müdürü Ferruh Örel,

    Santrfor ve hâlen İstanbul futbol ajanı Sedat Taylan,

    Sağiç Şahap,

    Aynı zamanda milli atlet Haydar Aşan,

    Balkan şampiyonu tenisçilerimizden ve hâlen İstanbul Belediyesi Reis muavini Sedat Erkoğlu,

    Santrhaf ve hâlen İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret okulu müdürü Doktor Nihat Sayar.

    Ayaktakiler;

    Sağ baştaki kısaca boylu genç Suat Belgin’in ağabeysi Mocuk Hikmet merhumdur. Hikmet; milli takımımıza Fikret, Muzaffer, Niyazi ve Mehmet Reşat’ı veren Fenerbahçe’nin 1927 yılı genç takımının fedakâr antrenörü olup bu uğurda evvelâ sıhhatini, bir yıl sonra da hayatını feda etti.

    Merhum Hikmetin sağındaki beyaz saçlı zat Fenerbahçe’nin emektar uzvu ve eski reislerinden Doktor Hamit Hüsnü Kayacan merhumdur.

    Beyaz gömlekli genç de milli sağaçık ve eski Fenerbahçe genç takımlarının amatör antrenörlerinden Paşabahçe Cam fabrikası muhasebe müdürü Sabih Arca’dır.

    Sabih’in sağında solhaf Şevki, onun da sağında merhum bek Ziya görülüyor.

    Fenerbahçe kulübü, bugün, “genç takım” davasını ele almış bulunuyor. Gerçi şartlar düne nazaran çok değişmiştir. Fakat hâdisat ve hakikatler gösteriyor ki, randıman nispeti düne nazaran az da olsa, bu yola dönmeğe lüzum vardır. Bu bakımdan, Fenerbahçe kulübünde genç takım dâvasını feragat ve fedakârlıkla güden, vaktiyle o takımlardan yetişmiş, Sayın Siyami Arda’yı tebrik etmek ve ona müzahir olmak vazifedir.

    Fenerbahçe’nin 1913’ten sonraki ikinci meşhur genç takımı yukarıda resmini gördüğünüz 1924 yılı genç kadrosudur. Bu takım, 1924 yazında iki ay ilk milli takım antrenörü Hanter tarafından çalıştırılmış; sonra da, ilk Türk futbolcusu Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Kayacan ve nihayet Sami Coşar elinde tekâmül etmiştir.

    Bu takım, o yılın genç takımları arasında tertiplenen meşhur (Fen kupası) galibidir. Ayrıca, futbol tarihimizde yurt içinde turneye çıkan ilk genç takımdır. Hatırlayacaklar çok olsa gerek; Fenerbahçe’nin 1924 genç takımı, yukardaki fotoğrafın alındığı tarihlerde, 16 eylül 1924 günü merhum doktor Håmit Hüsnü Kayacan’ın riyaseti altında İzmir’e hareket etmiş ve orada 4 muhtelif kulübün birinci – ikinci takımlar muhtelitleriyle maç yapmıştır.

    Altay’ı 8 – 0, Altınordu’yu 6 – 0, Hilâli 4 – 0 ve Karşıyaka’yı da (11 – 0) yenen Fenerbahçe küçükleri 4 galibiyet almak ve hiç gol yemeden 29 gol atmak gibi fevkalade bir başarı sağlamış ve İzmir’de umumi hayranlık uyandırmışlardı.

    İşte, yukardaki fotoğraf Türk futbolunun baktıkça insana fevkalâdelikler okuyan 1924 senesi Fenerbahçe üçüncü takımının canlı bir hâtırasıdır. 1924 sonbaharında çekilmiş ve 20 Aralık’ta Sami Coşar tarafından Fuat Hüsnü Kayacan’a hâtıra olarak sunulmuştur.

    Arkadaki takımın yedek haflarından Hikmet’tir.

    Sonra, sol müdafi Füruzan Şansal ve müteakiben de iki kaleciyi görüyorsunuz.

    Beyaz fanilalı İhsan’dır. Geçen seneler Ankara futbol ajanı idi.

    Başında kep olan da merhum Hüsnü’dür.

    Hüsnü’nün sağında (Bloke) namiyle maruf müdafi İhsan, sonra muavinlerden Ulvi Örel, gene muavinlerden hâlâ veteriner albay Hakkı Gürtay ve nihayet gene haf hattından, hâlen Devlet Demiryollarında, Hayri Başol’u görüyorsunuz.

    İki sivilden sağdaki devrin birinci takım futbolcularından ziraat mühendisi Ragıp Mağden, soldaki de Fenerbahçe’nin ilk kadrolarının teknik ve zekasıyla maruf forveti, o tarihlerde yeni kurulmuş İş bankası müfettişlerinden ve bu meşhur takımın püramatör antrenörü ve geçen yılların da Urfa mebusu Hüseyin Sami Coşardır.

    (Gelecek resim ve yazı; 32 sene evvel ilk milli takım antrenman maçında milli takımının Türk futbolunda pek meşhur 5 muhacimini, yağmurlu bir havada Kadıköy sahasında göstermektedir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 1 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Slavyalılar Şehrimizde İken

    12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.

    Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.

    Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.

    Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?

    Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.

    13 Temmuz Cuma

    Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.

    Slavya 7 – 0 Galatasaray

    Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.

    Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.

    Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.

    İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.

    Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim

    Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.                

    Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır.  Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.

    Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.

    Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.

    Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.

    Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    14 Temmuz Cumartesi                

    Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.

    Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.

    (Yemek Listesi) Slavya Çorbası, Mayonezli Levrek Balığı Fileto (Tezyin edilmiş), Elmalı Strudel, Piyaz, Dondurma, Meyve, Kahve.

    Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.

    Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.

    Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.

    Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat                

    Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.

    8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.

    Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler                

    Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    15 Temmuz Pazar                

    Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.

    Slavya 7 – 0 Altınordu                

    Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.

    İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.

    Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.

    16 Temmuz Pazartesi                

    Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.

    Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.

    Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.

    17 Temmuz Salı                

    Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.

    Fenerbahçe 1 – 10 Slavya                

    Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.

    Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.

    Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.

    Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.

    İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.

    Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.

    18 Temmuz Çarşamba                

    Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.

    Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya                

    Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.

    Nedim – Cafer, Tevfik – Feyzi, Nihat, İbrahim – Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, Emin

    Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.                

    Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.

    Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.

    Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.

    (Yemek Listesi) Çorba, Börek, Havyarlı Levrek, Kuzu Fırını, Piliçli Pilav, Kayısı Tatlısı, Meyve, Dondurma, Ayran, Kahve

    Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”

    Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar                

    Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”

    19 Temmuz Perşembe                

    Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.

    Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.

    Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz

    • Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
    • Pek nazik…
    • Altınordu’yu?
    • Mukavim ve şiddetli…
    • Fenerbahçe’yi?
    • Çok mahir…
    • Muhtelit takımı?
    • Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.

    Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı

    “Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:

    • “Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.

    Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:

    • “Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.

    Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:

    • “İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”

    Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.

    • “Ha, şöyle!” dedi.

    Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!

    • “Bugün ‘Çapek’ çok fena, çok!” dedi. “Öyle fena ‘şut’lar çekiyor ki”

    Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:

    • “Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”

    Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:

    • “Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
    • “Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
    • “Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
    • “Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
    • “Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”

    Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.

    F. Hüsnü

  • Canlı Yapraklar – XXI

    Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXI” : 1925 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe, futbolda ilk taşra temasını 1913’de İstanbul’a gelen İzmir muhtelitiyle yaptı.

    İzmir muhteliti o tarihlerde tatlı su frenklerinden kurulurdu. Aralarında tek bir Müslüman Türk görülmezdi.

    Fenerbahçe: Mateosyan, Şehit Arif, merhum Galip, merhum Süreyya, müteveffa Vilhelm, Kemal Aşkı, merhum Otomobil Nuri, Hasan Kâmil, Nüzhet, Sait Salahaddin ve Topuz Hikmet’ten mürekkep kadrosiyle bu takımı, 42 sene evvel, 7 Haziran 1913 Cuma günü 4-1 yendi. Gollerin ikisini Hasan Kâmil (Sporel), diğerlerini de Topuz Hikmet’le Sait Salâhaddin (Cihanoğlu) atmışlardı.

    Fenerbahçe’nin ilk taşra maçı İzmir’le olduğu gibi, ilk taşra seyahati de yine İzmir’e yapılmıştır. Üçüncü takımın 1924 Eylülünde merhum Doktor Hâmit Hüsnü Kayacan’ın başkanlığında yaptığı 4 maçlık bu seyahat ve sıfıra karşı 29 gol atarak temin ettiği 4 galibiyet İzmir’de unutulmaz hâtıralar bırakmıştır.

    Fenerbahçe üçüncü takımının Türk futbolunun beşiği olan İzmir’de verdiği bu futbol ziyafetinin müspet tesirleri o derece büyük olmuştu ki, 6 ay sonra birinci takım da davet olunuyor ve yaratılan sevgi kat kat yükseliyordu.

    Bu defa, Doktor Hâmit Hüsnü’nün ağabeysi, ilk Türk futbolcusu, Fuat Hüsnü Kayacan’ın riyasetinde İzmir’e giden Fenerbahçe birinci takımı orada 5 maç yaptı ve yine hiç yenilmeden (1)e karşı (25) gol atıp İzmir’i yerinden oynattı.

    İşte, yukarıdaki resim 5 maçlık bu seyahatin 4üncü müsabakası olan Fenerbahçe – İzmir muhteliti maçından önce alınmıştır, 27 Mart 1925 cuma günü yapılan bu müsabakayı 7-0 Fenerbahçe kazanmıştı.

    Kenan, Sezai, Burhan, Vahyi Hamit, Baron Feyzi, Zeki, Ali, Mamako Saim, Necati ve Nebil tertibindeki İzmir muhtelitine karşı; Şekip, Kadri, Cafer, Ulvi, İsmet, Fahir, Alâaddin, Şahap, Zeki, Sabih ve Bedri şeklinde çıkan Fenerbahçe’nin gollerinden dördünü Zeki, ikisini Sabih ve birini de Bedri atmıştır.

    İşte, yukarıdaki resim 30 sene önce, Alsancak Stadı’nda mahşeri bir kalabalık önünde yapılan bu tarihi maçın muzaffer çocuklarını göstermektedir.

    Sağ baştaki iki fesliden öndeki meşhur Çelebizade Sait merhum, gerideki de üçüncü takımdan sol muhacim Seyfi’dir. Sonra sırasıyla Fahir, Doktor İsmet, Saadet, Şahap ve Alâaddin görülüyorlar. Ortadaki fesli kafile başkanı ve müessis aza, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’dır. Onun sağında, o zamanlar pek moda olan, Sarı – Lâcivert çubuklu ceketiyle takım kaptanı Zeki (Sporel) görülmektedir. Diğer futbolcular sıra ile Cafer, Kadri, Ulvi ve Doktor Bedri’dir.

    Yine o zamanlar moda olan beyaz zemin üzerine yakası Sarı lâcivert çubuklu yün süveterli genç aynı zamanda rekortmen atletlerden olan üçüncü takım sağ açığı Haydar (Aşan)dır.

    Elinde fotoğraf makinesi bulunan fesli genç de ikinci takım müdafii Halid’dir.

    Yerdekilere gelince, bunlardan top üzerine oturan Sabih, diğerleri de Şekip ve üçüncü takım haflarından Hayri’dir.

    (Gelecek resim ve yazı; 22 yıl önceki Süleymaniye futbol takımını galip geldiği bir Galatasaray lig maçından önce Taksim stadında canlandırmaktadır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 14 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Tenisin Kalbi Sende Atar

    Tenisin Kalbi Sende Atar

    24 Haziran 1923 tarihli Vatan gazetesindeki bir haber, Fenerbahçelilere “Tenisin Kalbi Sende Atar” dedirtiyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cuma Günkü Tenis Maçları

    Bugünkü Büyük Futbol Müsabakası

    Fenerbahçe, İngiliz Muhtelit Takımının Davetini Kabul Etti.

    Evvelce haber verdiğimiz veçhile Fenerbahçe tenisçileriyle Harbiye’deki İngiliz zabitleri arasındaki tenis maçları Cuma günü icra edilmiş ve hemen cümlesinde Türk gençleri muvaffak olmuşlardır. Tek (singl) müsabakalarda beşe karşı yedi ile Fenerbahçe Tevfik Bey (mumaileyh İstanbul Tenis Federasyonu Reisidir), dörde karşı altı ile Said Bey, beşe karşı yedi ile Zeki Bey, dörde karşı altı ile Galip Bey, dörde karşı altı ile Fuad Bey kazanmış ve yalnız sekize karşı yedi ile Şefik Bey mağlup olmuştur.

    Çift (dabl) müsabakalarda Said ve Tevfik Beyler takımı dörde karşı altı ile, Zeki ve Galip Beyler takımı üçe karşı altı ile, Fuad ve Reşad Beyler takımı beşe karşı yedi ile, Kemal ve Şefik Beyler takımı bire karşı Altı ile İsmet ve Suad Beyler takımı ikiye karşı altı ile galip gelmişler ve yalnız Semih ve Sabih Beyler takımı altıya karşı iki ile yenilmişlerdir.

    Kadınlar arasındaki tek müsabakalarda Fenerbahçe’den Matmazel Lusi, Miss Diana’yı bire karşı altı ile, Matmael Roza, Miss Beta’yı dörde karşı altı ile mağlup etmişlerdir.

    Kadın erkek muhtelit müsabakalarda Said Bey’le Matmazel Lusi takımı bire karşı altı ile ve Zeki Bey’le Matmazel Roza takımı keza bire karşı altı ile ihraz-ı galibiyet etmişlerdir.

    Fenerbahçeliler Cuma günü yaptıkları bu on altı maçtan on dördünü kazanmışlar ve rakiplerinin elli sekiz oyununa mukabil doksan altı oyun yapmışlardır.

    Müsabakaların nihayetinde İngilizler tarafından bir çay ziyafeti verilmiş ve Türk gençlerinin teniste kendilerine tefevvuk ettikleri beyan edilerek cümlesi ayrı ayrı tebrik edilmişlerdir.

    İngiliz oyunu olan teniste kendilerine mütefevvik oldukları bizzat İngilizler tarafından itiraf olunan gençlerimizin bu muvaffakiyetlerinden dolayı ne kadar iftihar edilse azdır.


    Bugün Taksim Stadyumu’nda Altınordu kulübü ile İngilizler arasında bir futbol müsabakası icra edileceğini yazmıştık. Türk kulübüne karşı çıkacak olan takım İngiliz topçu kıtaatının futbol takımıdır. Bu takım Fenerbahçe ile müsabaka icra etmiş olan topçu takımı ise pek kuvvetlidir. Mamafih Altınordu da en kuvvetli takımını tekrar tesis ve Refik Bey gibi maruf futbolistlerin iştirakini temin eylemiştir. Oyunun heyecanlı olacağını umarız. Neticeyi karilerimize arz edeceğiz.


    Turnuva şampiyonluğunu kazandığı için Fenerbahçe’yi maça davet ederek galip geldiği takdirde bir de kupa vadeden İngiliz takımının Irish Guard, Grenadier Guard ve Coldstream Guard’dan mürekkeb bir muhtelit takım olduğu tahakkuk etmiştir. Her biri ayrı ayrı mühim bir kuvvet olan bu İngiliz takımlarının birleştikleri takdirde arz edecekleri manzara ancak “müthiş” kelimesiyle tarif olunabilir ve Fenerbahçe’nin bu muhtelit takımı yenmesi müstehildir denilebilir. Mamafih bu Cuma günü Taksim’de icra edilecek olan bu müsabakadan -çok gayret ederlerse- gençlerimizin mahcup olarak çıkmayacaklarını ümit ederiz.


    Bugünkü Büyük Futbol Müsabakası

    Bugün Taksim Stadyumu’nda saat beş buçukta Altınordu ile İngiliz topçuları arasında icra edilecek futbol müsabakası bilumum spor müntesiplerini meraklı ve heyecanlı zamanlar geçirtecektir. Altınordululara galibiyet temenni olunur.

    24 Haziran 1923 – Vatan Gazetesi

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Ali Sami Yen, Nasuhi Baydar ve Burhan Felek… Bu üçlü olmasa bizler için Türk futbolunun bazı ilkleri hep gölgeler arasında kalacaktı. Bu sefer mikrofonlarımız Burhan Felek’te. Milliyet gazetesindeki köşesinde, tanıdığı eski sporcuları anlatıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tanıdığım Eski Sporcular

    Bu tanımak sözünden iki türlü mana çıkaracaksınız. Birisi gördüğüm sporcular, ötekisi görüştüğüm, tanıştığım kimseler. Bunların birincisi azdır. İkinci kısmı hayli dolgundur. Şimdi bu eski amatörleri sayıp dökmeye başlamadan evvel bizdeki eski sporlar bahsini burada kapatmak isterim.

    Sanırım bundan evvelki yazımda bazı eski sporlardan bahsetmiştim. Bunlar arasında kayık yarışlarını yazdığımı hatırlamıyorum. Kayık yarışları programlı, tertipli olmakla beraber ara sıra yapılırdı. Bu ekseriya Donanma Cemiyeti menfaatine tertiplenen deniz bayramlarında yapılırdı. Bugün olimpik sporlar arasına girmiş ve beynelmilel nizamlara bağlanmış olan kürek yarışlarına benzemezdi. Mesela alamana kayıkları yarışı, piyade dediğimiz iki ucu sivri, şimdi tarihe karışmış kayık yarışları ve bildiğimiz sandal yarışları olduğu gibi yazın nadiren de futa denilen ince uzun sandal yarışları da olurdu. Bugünkü yarış teknelerinin hiçbirisi o zaman mevcut değildi.

    Yüzme sporu da pek başıbozuk olarak yapılırdı. Devirde denize girmek için deniz hamamlarına gidilirdi. Bu hamamlar sahilden 5-10 metre uzakta, denize çakılmış direkler üzerine inşa edilmiş tahta salaş deniz hamamlarıydı. Etrafı tahtadan bir dolanma yeri, üstü kısmen kapalı, etrafı kapalı, deniz kısmi da kısmen kapalı birer havuz gibiydiler. İstanbul’un birçok sahillerine kurulurdu Bugünkü plaj hayatı çok yenidir ve o devirde âdeta ayıp sayılacak bir şeydi. Evinin önünden denize girenler bile bir küçük kulübe yaptırırlardı.

    Şimdi mevcudu kalmamış sporlardan biri de çayır hokeyi idi. Hokey, bildiğiniz gibi buz üzerinde veya tekerlekli patenlerle skating dediğimiz kapalı salonlarda, bir de çayırda oynanan üç çeşittir. Bizde bunun ikisi yapılırdı. Çayırda[BE1]  hokey, bir de salonda hokey.

    Bilhassa İkinci Meşrutiyet’ten sonra Galatasaray, Anadoluhisarı, İdmanyurdu gibi Büyük kulüplerin hokey takımları vardı, Hokey, futbol sabasına yakın bir saha üzerinde ucu eğilmiş sopalarla oynanır ve oldukça sert bir Topa bu sopalarla vurarak futbol kalesinin yarısı kadar bir kaleye topu sokmaktan ibaret bir oyundu. Sopalar ve sert top bakımından oldukça tehlikeliydi. Bu sporun en meşhur simalarından birisi Galatasaraylı Rıza idi.

    Bu sporun oynandığı İstanbul’da birkaç salon vardı. Bunlara skating adı verilirdi. Birisi Taksim’de eski Taksim Kışlası’nın şimdi yeri meydana gitmiş olan köşesinde büyük ve zemini çimentodan yapılmış bir salondu.

    Hiç unutmam, biz o salonda Kazım Karabekir Paşa’nın himayesinde bir spor müsamere gecesi tertiplemiştik. Gecenin en mühim müsabakası, o devirde parlamış olan iki genç güreşçiyi karşılaştırmaktı. Bunlar birisi Haliç’ten veya Fatih Güreş Kulübü’nden Vehbi, diğeri Anadolu Kulübü’nden Enver ismindeki genç amatör pehlivanlardı. Hatırımda kaldığına göre Enver daha teknik, Vehbi daha kuvvetliydi. Güreş ne netice verdi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey, gecenin geç saatlerine kadar süren o müsamere sebebiyle Üsküdar’a geçemeyip Beyoğlu’nda bir otelde kaldık. Gece sabaha karşı top atışlarıyla uyandık. Ne olduğunu anlayamadık. Fakat sabah gazetelerde bunun Cumhuriyet ilanı için atılmış toplar olduğunu öğrendik. Günlerden 29 Ekim 1923’tü,

    Bu iki pehlivandan Enver bir bağırsak düğümlenmesi sonucu o müsabakadan biraz sonra hayatını kaybetti. Spor âlemini ve Anadolu Kulübü’nü mateme boğdu. Çünkü çok sevilen, nazik, terbiyeli, malumatlı ve aslan gibi güzel bir delikanlıydı. Rakibi Vehbi ise bildiğimiz arkadaşımız Vehbi Emre’dir. Uzun müddet, Türk güreşine ve beynelmilel federasyona hizmetten sonra sanırım şimdi emekli olmuştur. Allah uzun ömür versin.

    Gelelim tanıdığım eski sporculara…

    Bunların başında adını işittiğiniz ve Kadıköylü futbolcuların tanıdığı “Tahtaperde Aleko” gelir. Tahtaperde Aleko, sanırım Kadıköy Futbol Kulübü’nün sağbekiydi. Ben onu bir kere Kuşdili’nde Galatasaray’a karşı oynarken görmüştüm. O devirde futbol müsabakaları herkese açık çayırlarda oynanır, yalnız etrafına çelik tel halattan bir korkuluk gerilirdi. Biz de, oyunu bu telin dışından seyrederdik. Bir Galatasaray-Kadıköy maçında Galatasaray’da solaçık oynayan meşhur Emin Bülent Bey’di. (Merhumun Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın torunu olduğu söylenirdi).

    O zaman da hücumlar kanatlardan yapılırdı. Bir gün Emin Bülent, topu sürüyor, sürüyor, tam ortalayacağı sırada Aleko ayak koyup topu alıyor yahut çeliyordu. Bu iki defa tekerrür etti. Üçüncüsünde Emin içerledi:

    “Herif! Seninle karakola gideceğiz galiba! Ne çelme takıyorsun?” diyecek oldu.

    Aleko şakacı, yumuşak, terbiyeli bir sporcu idi. Rum şivesiyle:

    “Neden karakola gidelim beyim? Birahaneye gideriz!” cevabını vermişti. Bunlar birbirinin arkadaşıydılar.

    O devirdeki Türk takımında oynamayan ve önde gelen Türk futbolcularını yazmıştım. Bir daha sempati ve rahmetle hatırlayalım: Hasan, Hüseyin ve Fuat Bey.

    Hasan ile Hüseyin Kadıköy takımında, Bahriyeli Fuat Bey Moda Kulübü’nde oynardı. Bunların içinde Hasan adındaki oyuncu bugün futbolun sihirbazı sayılan Pele ayarında bir oyuncuydu. Topa hâkimiyeti cambazlık derecesine varmıştı. İyi zamanında haf bek oynardı. Son zamanlarda bek oynamaya başlamıştı. Futbol hayatında Hasan’ın bizim Anadolu Kulübü de dâhil girmediği kulüp kalmamıştı. Maalesef, futboldaki büyük yeteneğine mukabil, hususi hayatı son derece intizamsız geçti ve genç yaşında hastanede öldü.

    Hüseyin’in adı Dalaklı idi. Çünkü Hüseyin şişman ve kuvvetli bir futbolcu idi. Attığı şutu tutacak kaleci nadir bulunurdu. Ama kondisyonu yoktu. Daha ilk yarıda şişerdi. Onu için adına “Dalaklı” demişlerdir.

    Fuat Bey de sağ veya solaçık oynardı. İyi İngilizce bilmesi sebebiyle futbolun bütün nazariyatına vâkıftı. Lakin oyuncu olarak orta halli bir açık forvetti.

    Dediğim gibi Türkiye’de ilk Türk takımı Galatasaray’dır. Fenerbahçe ondan sonra gelir

    Türk olmayan takımlara gelince…

    Bunların hemen hemen hepsi Kadıköy ve Moda’da kurulmuş Rum, İngiliz veya karma takımlarıydı. Başlıcaları Kadıköy, (Rum, İngiliz ve Türk), Moda (İngiliz ve Türk), Strugglers Rum, Helis Rum kulüpleriydi. Sonra Progre adıyla bir kulüp kuruldu. Bu kulüp sonradan Altınordu oldu. Anadolu, Süleymaniye, Şehremini, Türkgücü, Vefa, Nişantaşı, Hilal, Beşiktaş, Anadoluhisarı, İdmanyurdu, Beylerbeyi, Beykoz hep sonradan kurulan Türk kulüpleridir.

    Galatasaray takımı futbol sahasına girdiği zaman, belli başlı oyuncuları başta Emin Bülent ve Ali Sami gelir, Ali Sami az oynamıştır. Sonra Bekir gelir, Bekir, beş-on sene evveline kadar İngiliz Mektebi Türk müdürü idi. Ben Emin Bülent’i oynarken gördüm, Bekir’i ve Ali Sami’yi hatırlamıyorum.

    Ama Galatasaray’ın meşhur beki Adnan’ı herkes tanır. Adnan, kuvvetli bir bekti. Fakat her kuvvetli bek gibi bazen ıska geçerdi. Adnan, İttihatçıların Adliye Nâzırı merhum Müsahipzade Müsahip Molla’nın oğlu İbrahim Hakkı Bey’in oğlu idi. Bunu da yazıyorum ki, o zamanın sporcu neslinin hangi sınıftan geldiğini göresiniz diye!

    İngilizlerden tanıdıklarımı değil de, oyununu gördüklerimi de sayayım.

    Başta o zaman bizim Komber diye telaffuz ettiğimiz Cumber adındaki İngiliz ile onun soliçi Haytung dediğimiz arkadaşıydı. Bunlar, bize dripling, şut ve pasın ne olduğunu öğretmişlerdi. İngilizlerin bir de Jim Lafonten adında sonradan idareci olan birisi vardı. Daha sonra Novil ailesi katıldı. Bu İngilizler içinde uzun boylu, esmer, iriyarı bir bek vardı ki, Türkler adını Karamanlı koymuşlardı.

    Galatasaray’ın ilk takımında ün yapmış oyuncuların başında Kürt Celal dediğimiz genç gelirdi. Celâl, aslında Kürt mü idi, yoksa karayağız ve çetin bir çocuk olduğundan mı öyle denirdi, bilemem. Ama şimdiye kadar gördüğüm santrhafların en kuvvetli ve yorulmayanı idi. Bugünkü futbol, artık oyuncuları oyuna başlarken diziliş tertibine göre adlandırıyorlar. Bizim anlatmaya çalıştığımız o devirde santrhaf takımın en mühim mevkii ve haf hattı belkemiği idi.

    Kalecilere gelince… O devirde neden bilmem, iyi kaleci yok gibiydi, Bugün kalecilerin gösterdikleri tehlikeli ve fedakâr müdafaa oyunu hemen hemen yok gibiydi. Galatasaray’ın kalecisi Ahmet Robenson adında Güney Afrikalı bir mühtedi (sonradan Müslüman olmuş) İngiliz ailesinin çocuklarından en büyüğü idi sanırım. Hiçbir kuvvetli şutu tuttuğunu görmedim. Golü yedikten sonra topun nereden girdiğini, kendisinin nerede kaldığını uzun uzadı etüt ederdi. Ve bu hareketiyle şöhret bulmuştu. Bu Robenson ailesinin Abdurrahman Robenson adında pekiyi bir cimnastik hocası oğulları daha vardı. Bir de oldukça safdil Yakup Robenson vardı ki, herkesle dost, her yere girer çıkar, safsaf laflar ederdi. Birinci Cihan Harbi’nde casusluk suçuyla biçarenin kurşuna dizildiğini söylemişlerdi.

    Kadıköylülerin kalecileri biri lokumcu, bir diğeri demirciydi, hatırımda öyle kalmış. Bunların hiçbirisi bugünkü gibi bir kaleci şöhreti yapmamışlardı. Aslına bakarsanız kaleci, o devirde futbola meraklı, fakat iyi oynayamayan çocuklardan seçilirdi. Size Anadolu Kulübü’nün birisi topal, diğerinin bir gözü sakat iki kaleciyle senelerce lig maçlarına iştirak ettiğini söylersem şaşar mısınız? İlk şöhretli kaleci Fenerbahçe’nin Arslanyan adındaki Ermeni kalecisi olmuştur. Tıknaz bir çocuktu. Bütün meziyeti çevik ve refleksinin süratli oluşundan ibaretti.

    Burhan Felek (Geçmiş Zaman Olur ki – Tanıdığım Eski Sporcular)

  • 1899 Hikayesinin Sonu

    1899 Hikayesinin Sonu

    İlk Türk futbol takımı olan Siyah Çoraplılar hakkında İskoçya gazetelerinde rastladığımız haber zaten soru işaretlerini ortadan kaldırmıştı ama bu takımın kurucularından olan “Fenerbahçeli” Fuat Hüsnü Kayacan, kuruluş tarihi olarak 1317 (1901) senesini vurgulayınca 1899 hikayesinin sonu gelmiş oldu…

    12 Eylül 1923 tarihli Spor Alemi dergisinden, Fuat Hüsnü Bey’in oldukça ağır üslubuyla fakat keyifle okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bizde Futbol

    Mazi, Hâl ve İstikbâl

    315 senesi sonbaharı idi, o devrin içtima-i töhmet, kulübü fesat ocağı telakki eylediği elemli günlerde adedi mahdut bazı gençler sporun cazibesine tutulmuşve ayakları ilk defa “futbol” tesmiye olunan topa temas etmiş idi. Spor o devirde mergup değildi, birkaç gencin çayırlarda baldırı çıplak top oynaması halkın nazar-ı husumetini celp eder, ihtiyarlar “baldırı çıplak” namıyla tevsiim ettikleri “futbolist”lere fena nazarla bakar, hanımlar hiss-i hicap ile başlarını çevirir, hanım neneler ise oyuncuların yanından kâh nasihat, kâh tekdir ile geçerlerdi.

    Filhakika o devrin şübbanında zevk-i hayat namına sefahat, azamet namına da derin bir atalet hükümran idi. Meyl-i sefahatle heder olan vücutlar iddia-yı azamet ve arzu-yı debdebe ile tebah olan servetler nesli kurt gibi kemirmekte, gençliği çürütmekte idi. Cehlin fikre telkin eylediği muzır ve bî-süd düşüncelerle meşbu olan halkı meyhanede kadeh kıran, çift atlı arabada fenerde “tur” yapan genci takdir fakat sporu ve sporcuyu hakir görür, tezyif ederdi.

    Doğrudan doğruya hakikat-i hâlde bu suküt-i müellimde o zamanın gençliğine bir kabahat atfetmek biraz müşküldür. Zira efrad-ı milletten velev üç beş kişinin içtimaindan husule gelecek netâyic-i vahimeye göğüs germek, hele “kulüp” teşkili gibi mucib-i idbâr bir işe teşebbüs her yiğidin kârı değildi. Fakat her nasılsa iptilanın ruha verdiği kudret ve kutsiyet ile birkaç genç bu mehâlike atladı ve 317 senesi sonbaharında Black Stocking Futbol Kulübü namı tahtında sırf Türk neslinden mürekkep bir kulüp teşkil olundu. İşte bugünkü futbolun meşkür faaliyeti o zamanın üzüntülü teşebbüsatının mesut netâyicidir.

    O zamanın sönük hatıralarını yokladıkça bugünün futbolunda bariz bir tezat nazara çarpıyor. Fakat bu tezat umumî değildir. Zira o devrin futbolunda şekl-i fennînin tecelliyâtı o kadar vasi olmadığı gibi vukufsuzluk yüzünden “çarpmak” bir cesaret ve topu grup hâlinde kovalamak bir meziyet telakki olunurdu. Bu nokta-i nazardan bugünün fenne adem-i rağbetle münferiden meziyet-i şahsiye göstermeye hasr-ı mesai edenlerle ilk futbolcuların vukufsuzluğu arasındaki fark pek çok değildir. Ve o günün küme hâlinde top peşinden koşmak hususu, bugünün topu manasız, düşüncesiz sürmek veya bî-süd çalım yapmak şekline inkılap eylemiştir ki her iki şekilde de husule gelecek neticede ancak hemen hemen yekdiğerine müsavidir.

    Bu tezat bazı müstesna şahsiyetlerde pek ayan olarak nazara çarpar ve o zamanın, hatta yakın bir mazinin maruf futbolistleri son zamanın müstesna mütehassıslarıyla mukayese edecek olursak arada azim bir fark görülür. Fakat bu fark o derece mahdut ve adeden o kadar azdır ki ne futbolun hâlihazırını islah edebilecek bir kudret ve ne de istikbalini parlatacak bir vüsat ve tekemmül izharından pek uzaktır.

    Black Stocking Kulübü’nün hayat ve faaliyeti pek kısa ve sönük geçti. Mesken namına mümarese facialarında azâ Hurşit Ağa’nın kahvesinde ârâm eder, levazim namına elde mevcut bir topla Papazın Çayırı’nda bir fikr-i taannüt ile mütemadi mümareseler yaparlardı. Reis, Reşat Danyal Bey elde düdük bildiği kadarını telkine çalışır, fazlasını da azâlar müfekkirenin ve mümaresenin verdiği kudret ile anlatmaya cehdederdi. Kaptan, Mehmet Ali Bey tannan sesiyle “Çarp! Devir!” sözleriyle azâyı ikaz eder, çarpmanın, devirmenin yolunu bilmeyen oyuncular itişe kakışa çamur içinde yuvarlanırlardı. Futbolun bu şekl-i iptidaisi hiç de cazip değildi. Gençliğin verdiği kudret ve cesaret ile müptediliğin mezcinden husule gelen çarpışmaların, didişmelerin muhassalası bacakta, kolda hatta kafada bir sürü cerihalardan ibaretti.

    Zaman geçti, mütemadî mümareseler yapıldı. Black Stocking azâları güya mazhar-ı tekemmülât oldu ve indî faraziyelerle futbolu az çok anladı. Şimdi, oldukça meşakkatle geçen bu eyyam-ı mümaresenin vasıl olduğu tekâmülü anlamak ve bunun için de bir “tim” ile çarpışmak lâzım idi.

    317 senesi Eylül’ünde Türkiye’de futbol bazı temel direklerini teşkil eden ilk kale sütunları “Papazın Çayırı” namıyla maruf şimdiki “Ittihat Spor Kulübü” sahasına dikildi. Müsabaka futbolda -o zamana göre- mühim bir mevki sahibi olan Rumlarla icra olunacak idi. Istanbul muhitinde o devirde futbolun mümtaz üstatlarından ma’dud “Darmi” ve “Paçko” biraderler, Mösyo “Koko”, “Vasilliadis”, “Talis” muhasım timin ser-firazânı idi. Bizde ise mümareselerde az çok muvaffakiyet gösteren birkaç zevattan başka oyuna vukufu olan eşhas mefkût idi.

    Black Stocking oyuncularının kırmızı beyaz fanilaları, yeknesak siyah çorapları nazara pek hoş görünüyor. Müsabaka başlamadan evvel sanki çoktan beri futbol ile me’lûf imiş gibi oyuncuların hemen mevkilerini alması ümit ve cesaret uyandırıyordu. Hakemin çaldığı düdükle oyuna başlayınca bir hercümerç baş gösterdi. Herkes topun cazibesine tutulmuş gibi küme hâlinde topun peşinden koşmaya, rastgele çarpmaya başladı. Zaman oldu ki hırs ve arzu-yı galibiyet ile kulak hakemin işaretini duymaz oldu. Vakt-i zaman geldi ki Black Stocking oyuncuları mütemadi ve bi-lüzum koşmaktan bí-tabü tüvân yerlere serildi. Hasmın bize nazaran az çok futbolun gavâmızına vukufu, bir dereceye kadar müttehit harekâtı neticesinde bire karşı beş gol ile Black Stocking ilk ve son müsabakasında mağlubiyetin acısını tattı.

    (Mâ-ba’di var)

  • Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Merhum Burhan Felek, Milliyet gazetesinde “Yaşadığımız Günler” başlığı altında anılarını yazmıştı. Bunlardan biri olan “Burhan Felek’in Futbol Hatıraları” sadece kendi kulübü Anadolu için değil, Fenerbahçe için de önemli detayları haiz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spora Nasıl Başladım?

    Üsküdar’da İhsaniye mahallesi doğduğum, büyüdüğüm bir mahalledir. Havalar İhsaniye yamacının derece derece yükselişine göre yumuşaktan serte kadar giden bir gam gösterir. Biz Sultaniye sokağında hem poyraza hem lodosa bakan sırttayız.

    İhsaniye mahallesi bir bakıma Üsküdar’ın bir sınır mahallesi idi. Gerçi daha doğusunda Selimiye vardı ama burası da Üçüncü Selim’in planını Fransız mühendislere yaptırdığı ve daha ziyade Selimiye kışlasındaki zabitlerin ailelerini barındırmak için tasarladığı bir lojman mahallesi idi.

    Kuzey tarafı ise Karacaahmet mezarlığı denilen büyük servi ormanıyla çevrilmiş olduğu için, İhsaniye mahallesi, Üsküdar’ın diğer mahallelerinden farklı ve oldukça tecrit edilmiş durumda idi. Ondan dolayı bu mahalle halkının diğerlerine göre gece veya tatil günü hayatı daha mahdut imkanlarla zor doldurulabilirdi.

    Aslına bakarsanız mahallenin bir tek kahvesi vardı: Çiçekçi kahvesi. Bir tek bakkalı vardı: Çiçekçi bakkalı…

    Birbirine ve denize paralel üç uzun ve genişçe sokağı vardı. Yukarıdan denize doğru da üç yokuş inerdi. Bunların üst sokağının adı Sultaniye, ikinci sokağının adı Aziziye, alt sokağındakini hatırlamıyorum, galiba alt sokak idi.

    Birim evin hemen karşısından alt sokağa inen yokuştan Selimiye caddesine çıkan daracık ve ancak 100 metre kadar uzun bir sokak vardı. Burada Mısır çarşılı Sadık Bey, Müftü Şamlı Ahmet Efendi (kendisinden hukuk imtihanına hazırlanmak için Arapça ve vakit geçirmek için satranç öğrenmiştim), daha ileride pek güzel bir kızı ve torunları olan Mabeynci Mahir Bey otururdu. Bu küçük sokağın adı “Çiçekçi Sokağı” idi. Yani mahalle bakkalı ve mahalle kahvesi adlarını bu sokaktan almışlardı.

    Bunun sebebini bir türlü anlayamamışımdır. Evvela bu “Çiçekçi” lafı nereden geliyordu. Çünkü, gerek bakkal, gerekse kahve zamanının isim yapmış dükkanlarından idi. O devirde bazı dükkanlar bilinmeyen sebeplerle ün salmış ve halkça yeri dahi bilinmeden ismi şöhret bulmuş yerlerdi. “Çiçekli Bakkal” da (Sinekli Bakkal gibi) bunlardan biriydi. Çiçekçi Kahvesi de öyle! Bunların ne büyüğünün ne küçüğünün sattığı mal bakımından hiçbir fevkaladeliği yoktu.

    Bütün bu tafsilatı verişimin sebebi İhsaniye mahallesinde 14-15 yaşında bir çocuğun vakit geçirmek için gidebileceği bir yer olmadığını anlatmaktır. Onun için babam beni Çiçekçi kahvesine götürürdü.

    Çiçekçi kahvesi bizim eve pek yakın da değildi. En azından 100-150 metre yürümek lazımdı. Ama kahvenin hemen civarındaki evlerde oturan mahalleli erkekler boş zamanlarını hemen hemen kahvede geçirirlerdi. Bunlardan biri de sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Serasker kapusu ketebesinden Ziya Bey’di. Bu Ziya Bey kısa boylu, çabuk konuşur bir adamdı. Ziya Bey kahveye başında kalıplı bir fes, sırtında entari ve üstünde hafif bir cübbe veya ince abamsı bir şey ve ayağında potin kundura ile gelirdi. Merhum şair Talat Bey ve arkadaşları Ziya Bey’e (arkasından) “Apitintoni” adını takmışlardı.

    Bütün bunları size zamanın mahalle hayatını gözünüzün önünde mümkün olduğu kadar iyi canlandırabilmek için yazıyorum.

    Evet, Ziya Bey bir gün kahve halkına daha doğrusu bize bir haber verdi:

    “Aman efendim, Kuşdili çayırında İngilizler bir top oyunu oynuyorlar, görülecek şey! Bir Pazar gidip görelim…”

    Bu Ziya Bey’in babası kimdi, bilmem. Yalnız annesi mahallece sesi kısık Şadiye Hanım ismiyle anılan, oldukça tanınmış bir hanımdı. Karşılarında Abdi Bey’ler otururdu. Bu Abdi Bey’ler de Serasker Kapusu “Harbiye Nezareti” memurlarından idi. Kahvenin hemen ensesine düşen bir de çiçek bahçesi olan ve çiçekçilikle para kazanan Esvapçıbaşı zade Behçet Bey vardı. Mahallenin Selimiye kıyısında ise Kağıtçıbaşıların Hacı Raşit Bey ile damadı Selahattin Bey otururdu.

    Bir de “Birdirbir” dediğimiz beli bükük birinin üstünden atlamak oyunu vardı. Bunların az çok sportif kıymeti olduğu inkar edilemez. Bu arada birkaç kişinin üstünden atlamadan ibaret “uzun eşek” ismindeki oyun zorluğu bakımından her zaman oynanmazdı. Ne kalıyordu? Kaydırak. Muayyen bir hedefe yassı bir taşla vurmak…

    E… Bunlar 15 yaşından sonraki gençliği pek tatmin edecek şeyler değildi. Onun için o devirlerdeki gençlik oyunsuzluk yüzünden karakter ve meyline, ailesinin kendine karşı olan kaydlanma derecesine göre kahve peykelerine, tulumbacı koğuşlarına veya meyhane köşelerine düşer, yahut eve kapanıp abdallaşırdı. Çiçekçi kahvesinde konuşan sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Apitintoni Ziya Bey beni bu akıbetten kurtardı.

    Haberi aldığımızın ertesi Pazarı babamla beraber Kuşdili’ne gittik ki bir kıyamet! Yani o zamana göre birkaç bin kişi var…

    Kuşdili çayırı (adı üstünde) açık bir çayırdı. Ne duhuliye var, ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiştir.

    İlk oyun Moda kulübü ile Kadıköy kulübü arasında imiş. Modalılar içinde sonradan Fenerbahçe kulübünde şöhret bulan Bahriyeli Fuat Bey vardı. Fuat Bey galiba sol açık oynardı. Sahanın dört bir tarafını halk sarmıştı. Daha iyi seyretmek için açık fayton arabası tutup üstünde oyun seyredenler de vardı. Bu futbolu ilk görüşümdür. Tarihi 1906’ya düşer. O günden bugüne futbol ve onun bahanesiyle spora ömrümün 66 yılını verdim.

    1907’de Üsküdar’da bir kısım gençler, Nafia Nezareti ketebesinden Şucauddin Bey adından oldukça müstebit birinin başkanlığı altında hala üçüncü kümede oynayan Anadolu kulübünü kurduk. Kurucular arasında Kaptan Paşa camii imamı huzur hocalarından ve sonradan Sinop sürgünlerinden meşhur Hafız Nazif Efendi’nin oğulları Hafız Nasuhi, Hafiz Macit, onların akrabalarından Telgrafçı Atıf, Rıza Suneri Sadullah, Selahattin, daha hatırlayamadığım kimseler vardı

    Ne var ki biz yani Türkler uzun müddet Pazar günleri oynayan Kadıköy, Moda, Barham, Strugglers (İngiliz sefareti gemisi mürettebatı) takımlarının kurdukları Pazar Ligi’ne giremedik. Ama Galatasaray ve Fenerbahçe ile Progre (daha sonraki Altınordu) takımı girdi. Zaten biz Pazarları oyun oynayamazdık. Memleketin resmi tatili Cuma günü idi.

    Oyunlarımızı ekseri tek kale halinde İbrahim Ağa çayırında yapardık. Bir gece bizim evdeki toplantıyı polis bastı. Durumumuzu anlattık. Hemen cemiyetler kanununa göre kendimizi “nizami”leştirmemizi emrettiler. 1907’de kurulmuş olan “Anadolu” kulübü resmi tescil tarihi olan 1908’de kurulmuş göründü.

    Bir müddet sonra bizim gibi semtlerdeki bazı Türk takımlarını bir araya getirip Cuma Ligi’ni kurduk. Bu ligde ilk önce sekiz takım vardı. Bazılarını hatırlarım: Anadolu, Süleymaniye, İdman Yurdu, Şehremini, Türkgücü, Vefa gibi.

    1914 Harbi’nden sonra Cuma Ligi ve Pazar Ligi birleşti ve birinci, ikinci futbol ligleri kuruldu. Bunların hepsi amatördü. Bu ligde de Fenerbahçe ve Galatasaray hep başta gitti.

    Kabul etmek lazımdır ki Pazar Ligi bizden kuvvetli idi. Anadolu kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşti. Sait Selahattin falan o sıralarda takıma yeni giriyorlardı. Sonra tekrar ayrıldım.

    Ben takımda yer almak suretiyle futbola 17 yaşında başladım. Sol haf oynadım. 29 yaşımda 12 sene oyundan sonra kestim. İyi bir oyuncu olamadım ama Anadolu kulübünün kuruluşundan itibaren idarecilikte vazife aldım.

    1918 yıllarında kulübün reisi idim. Sonradan işlerimizle kulübün işlerini telif etmek mümkün olamadı. 1923’de Ali Sami, Yusuf Ziya merhumlarla Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı kurduk. Bu Türkiye’nin ilk amatör ve esaslı spor kuruluşudur.

    1906 tarihlerinde Çiçekçi kahvesinde sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Ziya Bey’in teşvikiyle bende başlayan spor merakı bugün Türkiye Olimpiyat Komitesi Başkanlığını yüklenmeye ve ona gelinceye kadar ne tehlikeli ve pürüzlü işlere, mihnetlere katlanmaya yetti de arttı bile…

    Çünkü 66 yıllık spor hayatımızın süt limanlık geçmediğini söylemem lazım. Az kalsın unutuyordum. Gene bu merak saikasiyle 1908 tarihinde Üsküdar’da “Futbol” adında bir spor mecmuası çıkardıktı. Dört nüsha yayınlanabildi. Paramız bitti, kapadık. Bu Türkiye’de çıkan ilk spor mecmuasıdır.

    Burhan Felek

  • 107 Yıl Önce

    107 Yıl Önce

    Seferberlikte Fenerbahçe” sayfasına içerik sağlamaya devam ederken, karşımıza çıkan ilginç haberleri ana sayfaya da topluyoruz. Aşağıdaki haber, 107 yıl önce, 24 Nisan 1915 tarihli İkdam gazetesinde yayınlandı. Her ne kadar bu iki maç daha önceden biliniyorsa da haberleri okumak ayrıca keyifli oluyor…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şehrimizde İdman

    Hilal-i Ahmer Cemiyeti menfaatine Kadıköy İttihat Kulübü’nde Galatasaray takımı ile Alman Bahriye futbol takımı arasında yapılacağını daha evvelce yazdığımız müsabaka dün icra edilmiştir. Daha sabahtan birçok halk bu mühim müsabakayı seyre şitaban olmaya başladılar. Havanın letafeti ise erbab-ı rağbet ve merakın bir kat daha tezayidine vesile olmuştur.

    İstanbul Şampiyonluğu Ligi’ne ait olan Türk İdman Ocağı ile Fenerbahçe takımları arasında müsabaka icra edildi ve Fenerbahçe sıfıra karşı üç sayı ile galip geldi.

    Herkes büyük bir intizar içinde iken Alman ve müteakiben Galatasaray takımları hararetli alkışlar içinde ortaya çıktılar. Hakem olarak Galatasaray’dan Fuat Bey intihap edilmişti. Tarafeyn parlak ve devamlı fasılalarla mütekabil kaleleri sıkıştırıyorlardı. Bu sırada Alman Bahriye takımının medar-ı iftiharı olan merkez muhacimi Galatasaraylılara bir sayı yapmaya muvaffak oldu. Galatasaraylılar da Hasnun Galip Bey’in fedakarlığı ile bir sayı yaptılar. Şimdi tarafeyn müsavi kalmışlardı. Biraz sonra yine o fedakar oyuncu Galatasaraylılara bir sayı kazandırdı. Tarafeynin şiddetli hücumlarıyla kaleler tehdit edilmekte iken hakem birinci kısmın hitamını ihbar etti.

    Biraz fasıladan sonra ikinci kısma iptidar edildi. Bu defa mevki Galatasaraylılara daha müsait idi. Tarafeynin akın ve müdafaaları temadi ediyor ve herkes oyunu büyük bir merak ve heyecanla seyrediyordu. Galip Bey üçüncü sayıyı da yaptı. Bunu Alman takımının gayet parlak hücumu takip etti. Çok geçmeden yine Hasnun Galip Bey bir sayı daha yaptı. Bu sırada Almanlar bir sayı daha yaptılarsa da hakem bunun usulsüz olduğunu beyan ederek kabul etmedi. Biraz sonra da oyun hitama erdi. Bu oyun heyet-i umumiyesi itibariyle gayet muntazam olmuştur.

    Alman takımından kaleci, merkez müdafi ve bilhassa merkez muhacim pek büyük fedakarlıklar ibraz ettiler. Galatasaray’dan Hüseyin, Sedat, Muzaffer, Fazıl, Hasnun Galip Bey, çok mühim hünerler, fedakarlıklar gösterdi. Galatasaray’ın muvaffakiyeti ve Hasnun Galip Bey’in fedakarlığı şayan-ı takdirdir.

    24 Nisan 1915 – İkdam Gazetesi (107 Yıl Önce)