Etiket: Kurthan Fişek

  • Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    “1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda, en başından beri “1959 Öncesini İnkar, Devleti İnkardır” noktasında duruyoruz. Aşağıda okuyacağınız Türk Futbolunun İdari Tarihçesi, bu tezimizi kanıtlayan bir derleme olarak tarihe geçiyor.

    Gerek Türkiye Futbol Federasyonu’nun kuracağı komisyon, gerek kulüplerimiz ve gerekse araştırmacılar; bu derlemeden istifade ederek, Fenerbahçe Spor Kulübü tarihçilerine dair tezlerin ne denli isabetli olduğunu tahlil etme imkanı bulacaktır.

    Şimdi tarihe bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    1959 Öncesini İnkar, Devleti İnkardır

    Türk Futbolunun İdari Tarihçesi

    15 Nisan 1921

    “İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi” 269 maddelik son nizamname taslağı üzerinde çalışmaya başladı.

    “İşte, bu tarihlerde İsviçre’den tahsilden dönen Galatasaray’ın eski futbolcularından Yusuf Ziya Öniş, beraberinde getirdiği İsviçre Spor Teşkilatı nizamnamesini Galatasaray kulübünün 1 numaralı kurucusu Ali Sami Yen, Anadolu kulübünden Burhanettin Felek ve Fenerbahçe kulübü kurucularından Nasuhi Baydar ile beraber tercüme ederek 20 maddelik bir tüzük meydana getirmişlerdir” (San, Ünsi ve Var) “…

    “20 maddelik yönetmeliğin yetmeyeceği, “ayrıca kurulması düşünülen teşkilatın yalnız futbol değil, yapılan bütün spor dallarını kapsamasının da ön plana alınmasının zorunlu olduğu anlaşılmıştır.” (Ertuğ)

    20 Haziran 1921

    Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Baron Pierre de Coubertin, Lozan’dan Selim Sırrı Tarcan’a yazdığı mektubunda şöyle diyordu:

    “Aziz meslektaşım; Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin son toplantısında Türkiye temsilcisi olarak yeniden aramıza katılmanızı rica etmekle görevlendirildim. Koşullar, görevinizi bir süre kesintiye uğratmış olsa da herkesin belleğinde yer etmiş bulunan kişisel dostluk duygularında hiçbir eksilme olmamıştır. Bu mektubu en içten duygularımla birlikte bunun güvencesi olarak kabul etmenizi rica ederim.”

    27 Kasım 1921

    İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi’nin Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı tüzel kişiliğine esas olacak nizamnamesi Dâhiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) onayına sunuldu.

    İİHM’nin kuruluş amaçları, kısaca, “Türkiye’deki beden eğitimi ve spor işleriyle spor kulüplerine yardım etmek, üye kulüpler arasındaki ilişkileri kurala bağlayıp düzenli-dostça yürümesini sağlamak, yeni sporcuların yetişip yeni kulüplerin kurulmasına önayak olmak, her türlü spor, beden terbiyesi ve idman faaliyetini idare, teşvik, himaye ve tensip ve Türk idmancılığını dâhilde ve hariçte tam salahiyetle temsil etmektir.”

    22 Mayıs 1922

    İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı adıyla tüzel kişilik kazandı.

    İİHM, doğal gelişme süreçleri içinde, tescil işlemlerinin bittiği 22 Mayıs 1922 tarihinde, yerini, Cemiyetler Kanunu’na göre kendisi de tüzel kişi olan ve bu yönüyle Türkiye’nin ilk biçimsel spor yönetimi olarak beliren “federatif” nitelikteki TİCİ’ye bırakmıştır.

    25 Haziran 1922

    ‘Milli Olimpiyat Cemiyeti’ yerine ‘Kaim Cihan Müsabakalarına İştirak Cemiyeti’ kuruldu.

    Gerçek anlamda Türkiye’nin ilk ulusal olimpiyat komaitesi olan ve yürürlükteki dernekler hukuku hükümlerine göre özel hukuk tüzel kişisi olarak kurulan örgütün Reis-i Fahrîsi Şehzade Abdurrahim Efendi, Reis-i Hamîsi Şehzade Ömer Faruk Efendi, Reis-i Aslîsi Ziraat Müdür-ü Umumîsi Hasip Bey, Reis Vekiller Pertev Paşa ve Kemal Paşa, üyeleri Celal ve Dr. Server Kamil Beyler, saymanı Abidin Bey, veznedarı Ahmet Vefik Bey, merkezi İstanbul, faaliyet sahası ise bütün Türkiye olarak belirlendi.

    Türkiye’nin 1924 Olimpiyatları’na katılabilmesi için hükümetten istenen yardımın tutar ve gerekçelerini açıklayan ve Ali Sami Yen ile Selim Sırrı Tarcan’ın ortak imzalarını taşıyan mektup için:

    “14 Teşrinisani ve 613/110 Numaralı Lütufnameleri ile Talep Olunan Malumatın Berveçh-i Zir Arzı” (TMOK Arşivi)

    14 Temmuz 1922

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, Fenerbahçe kulübü binasında ilk toplantısını yaptı. Bu toplantıda ilk heyet-i merkeziye oluşturuldu.

    31 Temmuz 1922

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın genel merkez toplantısında cemiyetin ilk başkanı olarak Ali Sami Yen ve öteki Meclis-i İdare üyeleri seçildi.

    24 Ağustos 1922

    TİCİ Meclis-i İdaresi, geçici atletizm, güreş ve futbol encümenleri (federasyon) oluşturmuş, başkanlıklarına ise sırayla kendi başkan yardımcıları Burhan Felek ve Ali Seyfi’yle, üye Yusuf Ziya Öniş’i getirmiş, encümen üyelerinin de encümen başkanlarınca TİCİ Meclis-i İdare üyeleri arasından seçilmelerini öngörmüştür.

    1 Kasım 1922

    Türkiye İdman Mecmuası dergisinde yayınlanan bir yazıdan:

    “Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesiyle, yalnız İstanbul’da yapılmakta olan spor türlerinin bütün Anadolu’ya yayıldığını, sırasıyla Ankara, İzmir, Rize, Trabzon, Konya, Mersin, Adana, Zonguldak, Sivas, Erzurum, Samsun, Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Edirne’de 1922 yılı sonlarında yapılmaya başlandığını öğrenmekteyiz. Bu suretle spor türleri bütün yurtta yayılmakta ve dolayısıyla yalnız İstanbul’un dar bir bölgesi içinde sıkışıp kalarak örgütlenmiş TİCİ’nin genişletilmesi ve bölgeleri içine alacak duruma getirilmesi görüşü çoğunluk kazanmaktadır.” (Çeki – 1 Kasım 1922)

    10 Kasım 1922

    TİCİ Genel Merkezi, Ekim ayının başında yapması gereken üçüncü toplantısını yaptı.

    “Cuma günü Fenerbahçe kulübünde yapılan toplantı beş saatten fazla sürmüştür. Bu toplantının yalnız futbol federasyonunun çalışması konusundaki tartışma ile geçtiğini öğrenmekteyiz. Bu suretle de yalnız bir Futbol Federasyonu kimliği altında çalışmalarını sürdürmektedir.” (Çeki – 1 Kasım 1922)

    15 Ocak 1923

    FIFA, Türkiye’nin “nizamname-i dahilisine tevfikan” Türkiye’nin muvakkaten kabul olunduğunu kongrede keyfiyet-i kabulün mevki-i müzakereye konulacağını bildirdi.

    16 Şubat 1923

    TİCİ’nin 1923 Nizamnamesi düzenlendi.

    “İşbu teşkilat-ı umumiyeyi ihzar, ikmal ve tatbik eylemek üzere, en eski idman cemiyetleri murahhasları ve en maruf Türk idman mütehassıs ve muallimlerinin iştirakiyle 1340 (1924) senesi umumi kongresi toplanana kadar umumi kongre salahiyetini haiz” bir Heyet-i İhzariye kuruldu ve eski yönetim kurulunun bu geçici heyet olarak görevde kalması kararlaştırıldı.

    Nizamname “Türkiye’nin aksam-ı memalikinde” (Madde 1) örgütlenilmesini öneriyor ve idman mıntıkalarını “memleketin vaziyet-i coğrafiye ve iklimiye, vesait-i nakliye ve teşkilat-ı mülkiyeye göre tefrik edilen hudutlar dahilinde (Madde 4) kuruyordu.

    16 Mart 1923

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı yeniden örgütlendi.

    13 Nisan 1923

    Şehzadebaşı’nda Letafet Apartmanı’nda Kumkapı kulübünde yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu kuruldu.

    21 Mayıs 1923

    Cenevre’de yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu’nın FIFA üyeliği onaylandı.

    2 Ocak 1924

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararnameleriyle hem “kamu yararı gözeten dernek” statüsü edindi, hem de Türkiye’yi dışarıda temsil etmeye hükümetçe yetkili kılındı.

    4 – 12 Eylül 1924

    Birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    5 – 12 Eylül 1924

    TİCİ 1. Kongresi, Ankara’da Türk Ocağı’nda toplandı.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongreye Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Canik (Samsun), Edirne, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Karesi (Balıkesir), Kocaeli, Konya ve Trabzon “şehir” mıntıkaları katılırken, ordu mıntıkalarından Harbiye ve Bahriye de temsilci göndermişti.

    Federasyonların kuruluş ve ikamet kararları alındı. İşbu Federasyonların 1928 Olimpiyatları hazırlığına şimdiden başlaması kararlaştırıldı. Yeni bölgeler kuruldu ve her sene Türkiye birincilik müsabakalarının farklı yerlerde düzenlenmesi kararı verildi.

    18 – 20 Eylül 1925

    TİCİ 2. Kongresi, Ankara’da Belediye Salonu’nda toplandı.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Açılış konuşmasını yapan Başbakan İsmet Paşa “Memleketimizde spor teşebbüsü henüz sizin idare etmekte olduğunuz son şekliyle birkaç senelik teşebbüs olmakla beraber az zamanda kat ettiğimiz mesafeler bu işi hususi teşebbüslerin hevesleri için vücuda getirdikleri ve mesul oldukları bir teşkilat haricine çıkarmış, memleketin hayat-ı umumiyesinde bütün mücadelâtında onu bir mevki sahibi etmiştir.” dedi.

    Türkiye birinciliklerinin bir arada olmayıp spor mevsimine göre yapılması kabul edildi.

    28 Eylül – 1 Ekim 1926

    TİCİ 3. Kongresi, Ankara’da toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongrenin açış konuşmasını yapan İsmet Paşa, TİCİ “yöneticileri ve kongre üyelerine, mıntıkaların ve federasyonların şikâyetlerinin yersiz olduğunu, her şeyin hükümetten beklenmemesi gerektiğini, hükümetin spora maddi-manevi desteğini verdiğini, hükümetin spor teşkilatına verdiği önem ve saygı derecesini kendilerinin de gösterdiği zaman daha iyi neticeler elde edileceğini, çünkü gençliğin Türk milletinin istikbali olduğunu bunun için çalışmalarda ciddi ve disiplinli olunması gerektiğini” belirtti.

    TİCİ’nin kongre temsilci heyetini kabul eden ve onlara oldukça uzun bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ise sözlerini şöyle bitiriyordu:

    “Sizi bana gönderen hassas insanlardan mürekkep gençlik cevvaliyetiyle vatan ve milliyet aşkıyla hal-i feveranda bulunan kongrenize teşekkür ederim. Sizi avdet ederken Türkiye İdman Cemiyetleri İttihadı’nın teşkiline badi bütün insanların güzel niyetlerine ve baria muvaffakiyetlerine müteşekkir olarak selamlarım. Sözlerimde işaret ettiğim ciddi muvaffakiyatı bana, hükümet-i cumhuriye ve cumhuriyetin sahib-i aslisi ve murakıbı olan büyük Türk milletine fiilen gösterebileceğiniz zamana büyük Türk milleti namına muntazır olduğum sözlerini son sözlerim olarak söylerim.”

    2 – 10 Eylül 1927

    İkinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Muhafızgücü şampiyon oldu.

    6 – 9 Eylül 1927

    TİCİ 4. Kongresi, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Kongrenin açılış konuşmasını yapan Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey; “spor faaliyetlerinin federasyon suretiyle teşekkülünü ve bir program dâhilinde faaliyet yapılmasını arzu ettiklerini, sporun memleketin hayati mesele olduğunu, Türk sporculuğunun diğer yıllara nazaran çok ilerleme gösterdiğini ve bu kongrenin eğitim, ordu, bahriye ve spor teşkilatlarıyla meşgul olacağı için diğer kongrelerden daha büyük önem arz ettiğini” belirtti.

    Bu kongrede nizamname değişikliğiyle, umumî kongrelerin bir yerine iki yılda bir toplanması, mahallî ve millî şampiyonlarla, heyet reislerinin müsabakaları ücretsiz izlemeleri hükme bağlandı.

    21 Mayıs 1928

    1246 sayılı “Türkiye’de Gençlik Teşkilatlarının Türk Vatandaşlarına Hasrı Hakkında Kanun” Resmî Gazete’de yayınlandı.

    Kanun metni şu şekildeydi:

    Madde 1) Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde gerek mekteplerde ve gerek mektep haricinde izcilik, keşşaflık, boyskotluk veya diğer nam ve unvan altında izcilik teşkilatı vücuda getirmek hakkı münhasıran Türk vatandaşlarına aittir.

    Madde 2) Birinci maddede zikredilen teşkilatı ecnebiler vücuda getiremeyeceği gibi bu kabil teşkilata ecnebi gençler dâhil olamazlar.

    Madde 3) Türk vatandaşlarından olanlar dahi birinci maddede zikredilen teşkilatı ancak Maarif Vekaleti’nin müsaadesiyle ve o vekaletin emir ve murakabesine tabi olmak vücuda getirebilirler.

    Madde 4) Bu kanun neşri tarihinden muteberdir. Madde 5) Bu kanunun ahkâmını icraya Dahiliye ve Maarif Vekilleri memurdur.

    2 – 8 Ocak 1931

    TİCİ 5. Kongresi, bir önceki kongreden 4 yıl sonra, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.

    TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.

    Bu kongrede alınan kararlardan bazıları;

    Genelkurmay, Maarif, Sağlık ve Harici Vekilliklerinden genel merkeze oy hakkı olmayan birer delege gönderilmesi ve bunların müşavir üye olarak alınması;

    Hokey, Boks, ve Tenis federasyonları iptal edilerek bu sporların şimdilik tatbik edilmekte oldukları bölge idman heyetlerine bırakılması;

    futbol, güreş, atletizm, denizcilik ve eskrimin birer federasyon olarak muhafaza edilmesi;

    Binicilik, atıcılık, uçuculuk, kızakçılık ve dalgıçlık gibi ordu sporları için, ordu sporları federasyonu namı altında bir federasyon kurulması ve sporcuların, spor turnelerinde gazete muhabirliği yapmamaları idi.

    20 – 25 Haziran 1932

    TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı.

    Merkezi umumî, bu toplanışında İstanbul mıntıkası ile Futbol Federasyonu arasındaki ihtilafı da inceledi ve kongrede bulunan müfettişlerin raporunu, Futbol Federasyonu başkanının izahatını ve İstanbul mıntıkası merkez heyeti reisi Orhan Beyin konuya ilişkin raporunu dinledi.

    Meselenin incelenip karar verildiği son toplantıda, kendisiyle alakalı olduğu için hakem durumunda bulunmasının uygun olmayacağından Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Beye toplantıdan çıkması rica edilmiş, o da bunun üzerine salondan çıkmıştır.

    Kongrede bir konuşma yapan Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker; “Partinin spor işleriyle ve sporculukla fevkalâde alakadar olduğunu, spora maddi-manevi her türlü desteği verdiğini, sporculuğun esaslı bir şekilde tanzim ve teşkilinin zaruri olduğunu, hükümetin spora bu sene önceki senelerden daha fazla para tahsis ettiğini, profesyonelliğe karşı olduklarını ve bunun için her türlü girişmeleri reddettiklerini, Türkiye birinciliklerini önümüzdeki sene yapacaklarını, kulüplerin, sporcuları kendi menfaatleri için değil millet için yetiştirmesi gerektiğini” belirtti.

    Bu kongrede federasyon seçimleri de tartışmalı geçti. Eski federasyon başkanları ve erkanından hiç biri vazife kabul etmek istememiş, bütün ısrarlara rağmen şiddetle reddetmişlerdi. Fakat neticede gene onlar seçilerek bir emrivaki karşısında bırakıldılar.

    7 – 10 Ekim 1932

    Üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. İstanbulspor şampiyon oldu.

    13 Ekim – 10 Kasım 1933

    Dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    25 – 28 Ekim 1933

    TİCİ 7. Kongresi, Ankara Spor Salonu’nda toplandı.

    Kongre heyeti umumiyesi; Cumhuriyetin 10uncu yıl dönümü nedeniyle Bursa’da yapılamayan Türkiye futbol birinciliğinin gelecek sene Bursa’da yapılması kararlaştırıldı. Federasyonların raporlarını inceleyen komisyonun “beş sene müddetle Türkiye birinciliği yapmayarak bu paranın mıntaka sahalarına tahsisi” hakkındaki teklifi kabul etmedi.

    12 – 29 Ekim 1934

    Beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    24 Ağustos – 8 Eylül 1935

    Altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    13 – 18 Nisan 1936

    TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı. Kongrenin son gününde, voleybol ve basketbol federasyonlarının kurulmasına ve cezaların affına, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı namı altında 14 yıl faaliyet gösteren bu teşkilatın nizamnamesinin maksadı temine kâfi gelmediği için yeni icaplara göre hükümler taşıyan bir nizamname ile teşkilat 18 Nisan 1936 tarihinden itibaren adının “Türk Spor Kurumu” olarak değiştirilmesine karar verildi.

    “Türk Spor Kurumu, ‘yarı-resmî niteliğine ve CHP parti örgütünün parçası olmasına karşın, dernekler hukuku hükümlerine göre son kurultayında adını Türk Spor Kurumu olarak değiştirmiş bir ‘özel hukuk tüzel kişisi’, bu yönüyle de Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın yasal devamıdır.” (Kurthan Fişek)

    29 Haziran 1936

    Türk Spor Kurumu Dergisi yayın hayatına başladı.

    İlk sayıda yayınlanan “Maksadımız” başlıklı yazıda şöyle deniyordu:

    “Bu sene sekizinci kongresini akdeden “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı,,, nizamnamesini yeni esaslara göre değiştirerek ismini de [Türk Spor Kurumu] na tahvil etmiştir.Bu yeni esaslara göre Türk Spor Kurumu; Yurdu kurtaran Ulu Önder Kamâl Atatürk’ün cumuriyet ve istiklalimizi kendisine tevdi etmiş olduğu Türk Gençliğini, ruhi ve manevi bakımdan olduğu kadar bedeni ve maddi bakımdan da bu değeri ölçülmez vediayı koruyabilecek iktidara sahip, şuurlu, canlı, bir düşünceli ve bir hareketli [bir sporcu gençlik birliği] halinde ilerletip geliştirmek vazifesini üzerine almıştır.Türk Spor Kurumu; bu vazifesini yaparken gençlerin sıhhat şartlarını göz önünde tutarak memlekette teknik icaplara uygun zevkli bir spor faaliyeti uyandırmıya çalışacak ve bu faaliyetin, ahlâklı ve vatansever Türk Gençliği için millî vasıfları hâiz ve o gayelere müteveccih olmasını temine dikkat ve ehemmiyetle uğraşacaktır.Bugün ilk sayısı çıkan Türk Spor Kurumu Dergisi Türk Spor Kurumunun bu yoldaki çalışmalarında, fikirlerinin yayım organı olacaktır.”

    21 Mart – 11 Temmuz 1937

    Birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    13 Şubat – 5 Haziran 1938

    İkinci Millî Küme düzenlendi. Güneş şampiyon oldu.

    23 Haziran 1938

    İcra Vekilleri Heyetince 6 Haziran 1938 tarihinde Yüksek Meclise arzı kararlaştırılan (Spor Teşkilatı) hakkındaki kanun lâyihası esbabı mucibesi ile birlikte 23 Haziran 1938’de Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine sunuldu..

    29 Haziran 1938

    3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu ile “Başbakanlığa bağlı” Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kuruldu.

    Gençlik Spor Bakanlığı’nın onayıyla federasyon kurmak, ülke çapında spor tesisi yapımıyla ilgili çalışmaları yürütmek, sporcu ve kulüplerin tescil, vize ve transfer işlemlerini izleyip kayıtlarını tutmak, Spor-Toto uygulamalarını düzenlemek ve yurttaşın spordaki bilgi ve ilgi düzeyini yükseltmekti.

    Kanun Maddesi 6) Beden terbiyesi genel direktörü Başvekil tarafından intihab ve Cumhur Reisinin tasdiki ile tayin olunur. Genel direktör bu kanunun hükümleri dairesinde kurulan teşekküllerin merci ve âmiri olup bu teşekküllerin çalışmalarından mesuldür.

    1939

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nce çıkarılan bir talimatnameyle TİCİ’den TSK’ya devredilen Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi, BTGM’ye bağlandı.  

    19 Mart – 9 Temmuz 1939

    Üçüncü Millî Küme düzenlendi. Galatasaray şampiyon oldu.

    31 Mart – 7 Temmuz 1940

    Dördüncü Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    21 – 22 Eylül 1940

    Yedinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Eskişehir Demirspor şampiyon oldu.

    12 Mart 1941

    Resmî Gazete’de 15309 numaralı kararname yayınlandı.

    “İlişik (1) sayılı listede yazılı kulüplerin hizalarında gösterilen adlar altında birleştirilmeleri ve (2) sayılı listede yazılı olanların da kapatılmaları; Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün 15/2/1941 tarih ve 1320 sayılı tezkeresile yapılan teklifi üzerine 3530 sayılı kanunun 13 üncü maddesinin son fıkrasına tevfikan İcra Vekilleri Heyetince 1/3/1941 tarihinde kabul olunmuştur.”

    30 Mart – 6 Temmuz 1941

    Beşinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    12 – 15 Temmuz 1941

    Sekizinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.

    23 – 25 Mayıs 1942

    Dokuzuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    3 Haziran 1942

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 4235 sayılı yasayla Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.

    14 Mart – 19 Mayıs 1943

    Altıncı Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    12 Mart – 19 Mayıs 1944

    Yedinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    27 – 30 Mayıs 1944

    Onuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    11 Mart – 20 Mayıs 1945

    Sekizinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    12 – 29 Mayıs 1945

    On birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.

    6 Nisan – 12 Mayıs 1946

    Dokuzuncu Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    25 – 28 Mayıs 1946

    On ikinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.

    22 Mart – 25 Mayıs 1947

    Onuncu Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    24 – 26 Mayıs 1947

    On üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankara Demirspor şampiyon oldu.

    21 Mayıs – 5 Haziran 1949

    On dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankaragücü şampiyon oldu.

    18 Mart – 21 Mayıs 1950

    On birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.

    1 – 11 Haziran 1950

    On beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Göztepe şampiyon oldu.

    17 – 27 Mayıs 1951

    On altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.

    13 Mayıs 1960

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 7474 sayılı yasayla Başbakanlık makamına bağlandı.

    29 Ağustos 1962

    Profesyonel Futbol Yönetmeliği, Resmî Gazete’de yayınlandı.

    Madde 1) Bu Yönetmelik, profesyonel takım kuran kulüplerle profesyonel futbolcular ve bu teşekkül ve şahıslarla Futbol Federasyonu arasındaki münasebetlerde tatbik olunur.

    85. maddede “Bu yönetmelik hükümlerini Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü yürütür” deniyordu.

    11 Şubat 1970

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 1-21/1156 sayılı kararname ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlandı.

    1977

    Devlet Planlama Teşkilatı’nın “Beden Eğitimi ve Spor Özel İhtisas Komisyonu Ön Raporu” yayınlandı.

    “Federasyon birçok kulübün bir araya gelerek aynı amaç için birleştikleri bir topluluktur. Spor kulüpleri aynı amaç için birleşerek Federasyon’u kurarlar ve bunların yöneticilerini kendi aralarından seçerler. Anayasamızın 29’uncu maddesi gereğince herkes dernek kurrar. Spor kulüpleri de birer dernek olduğuna göre 1630 sayılı Dernekler Kanunu derneklerin federasyon ve konfederasyonlar halinde birleşebileceklerini belirlemektedir ve aynı kanun gereğince de uluslararası beraberlik ve işbirliği sağlayabilirler. Bu durum yurdumuzda ilk federasyonların kurulduğu 1922 yılından 1936’ya kadar Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı zamanında uygulanmıştır.”

    7 Kasım 1982

    Yeni Anayasa’da ilk spora yer verildi. Böylece ülkemizde ilk kez spor ve sporcu Anayasa’nın teminatı altına alındı.

    14 Aralık 1983

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü 179 sayılı kanun hükmünde kararnameyle Milli Eğitim ve Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde yer aldı.

    21 Mayıs 1986

    T.B.M.M.’de kabul edilen 3289 sayılı “Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu” ile Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü adı, Beden Terbiyesi ve Spor Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi.

    5 Mayıs 1988

    T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nün “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri “Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:

    Ülkemizde de her geçen gün gelişen profesyonel futbolun, Batıda olduğu gibi profesyonelce yönetilmesi zaruret haline gelmiştir. Profesyonel futbolun, amatör futbol şartlarına göre düzenlenmiş teşkilat ve kaidelerle yönetilmesi çeşitli aksamalara yol açmaktadır. Bu nedenlerle, profesyonel futbolun, profesyonelce yönetilmesi ve böylece futbolumuzun daha ileriye götürülebilmesi maksadıyla, özel hukuk hükümlerine tabi ve tüzelkişiliği haiz Türkiye Futbol Federasyonunun kuruluş ve görevleri hakkındaki bu Kanunun hazırlanması gerekmiştir.”

    27 Mayıs 1988

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    2 Mart 1989

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair Kanun” kabul edildi.

    1989

    Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün Başbakanlık Devlet Bakanlığı’na bağlanması nedeniyle adı “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” oldu.

    10 Nisan 1992

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Yusuf Namoğlu ve 33 Arkadaşının, 27.5.1988 Tarih ve 3461 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:

    “Ülkemizde futbol faaliyetleri uzun yıllar Beden Terbiyesi ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü çatısı altında ve ona bağlı Futbol Federasyonu eliyle yönetilmiştir. Futbolun ülke sporu içindeki yeri ve önemi dikkate alınarak, özerkleştirilmesi düşüncesi gündeme gelmiştir. Bu amaçla 3461 sayılı Kanun çıkarılmış, futbolun, içinde yer alan birimler ile kurum ve kuruluşlar eliyle kendilerinin seçtikleri kişiler tarafından yönetilmesi amaçlanmıştır. Ancak, bilahara 3461 sayılı Kanunun seçime ilişkin hükümleri 3524 sayılı Kanunla değiştirilerek, Federasyonun organlarının atama yoluyla görevlendirilmesi uygun görülmüştür.”

    17 Haziran 1992

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    18 Şubat 2000

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:

    3.7.1992 tarihinde yürürlüğe konulan 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” ile profesyonel futbolun gelişmesine engel teşkil eden hususların ortadan kaldırılması, futbolun idarî, malî ve hukukî yönden özerk bir yapıya kavuşturularak uluslararası norm ve standartlara uygun bir yapının oluşturulması hedef alınmıştır. Özel hukuk hükümlerine tâbi, tüzelkişiliğe haiz özerk bir federasyonu öngören bu Kanun kapsamında, futbol adına çağdaş bir çalışma ve gelişme ortamının tesis edildiğine ve bu suretle futbolla ilgili tüm sorunların giderileceğine dair kamuoyunda beklentiler yaratılmıştır. Ancak, Kanunun yürürlüğe girdiği 1992 tarihinden itibaren hâsıl olan gelişmeler kamuoyunda yaratılan bu olumlu beklentilere cevap vermede yetersiz kalmıştır.

    14 Nisan 2000

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    12 Mayıs 2004

    Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:

    “Ülkemizde profesyonel futbol faaliyetleri 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca kurulmuş bulunan Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yürütülmektedir. Kanunun 1 inci maddesine göre futbol faaliyetleri millî ve milletlerarası kurallara göre yürütülür, teşkilâtlandırılır ve geliştirilir. Futbolun sürekli gelişmesi ve uluslararası niteliği nedeniyle süratle değişen şartlara uyumun sağlanabilmesi için anılan Kanunda değişiklikler yapılması zorunlu hale gelmiştir.”

    25 Mayıs 2004

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    29 Kasım 2007

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.

    5 Mayıs 2009

    T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.

    2011

    Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın kurulması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 3/6/2011 tarihinde kararlaştırıldı.

    Kanun Hükmünde Kararname ile teşkilat yapısında değişikliğe gidilen Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün 3289 sayılı kanunda yer alan “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” ibaresi “Spor Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.

    2018

    10/07/2018 tarihli 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde “Spor Genel Müdürlüğü” olan adı “Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.

  • Atatürk ve Fenerbahçe Kitabı

    Atatürk ve Fenerbahçe Kitabı

    Fenerbahçe Tarihi Meseleleri | Kuruluş” kitabından sonra, ikinci eserimiz “Atatürk ve Fenerbahçe” kitabı Barış Kenaroğlu imzasıyla yayında… Önsözü sitemizde paylaşıyoruz…

    Kitabı ise “bu bağlantıdan” temin edebilirsiniz.

    Kitapyurdu linkini de “bu bağlantıda” belirtmiş olalım.

    Ve kitabımız Fenerium’da… Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu mağazalarında ve “Fenerium internet sitesinde”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önsöz

    Türkiye’de spor tarihi yazımı, spor ekonomisinde gerçekleşen büyümeye doğru orantılı olarak popülerlik kazanan spor tarihi araştırmalarının ülkemizde geldiği seviye sevindirici olmakla birlikte; spor tarihi yazımında geride bıraktığımız yüzyılın mirası olarak kabul edebileceğimiz yanlış yöntemlerin uygulandığı halen gözlemlenmektedir. Bu durumun tarih biliminin doğasından kaynaklanan sebepleri olmakla birlikte, sporun kendine has özelliklerinden de kaynaklandığı açıktır. Tarih, tıpkı diğer sosyal bilimler gibi, insan eliyle şekillenen, tarihçi olarak sıfatlandırılan kişilerce toplumu besleyen bir bilim dalıdır. Tarihin gözlemlediği de, tarihin kendisini yazan da insandır. Yukarıda “doğası gereği” olarak nitelendirdiğimiz bu özelliği ile tarihin, özellikle spor tarihinin, süregelen en büyük sorunu tarafsız olmaması/olamamasıdır. Tarihçinin elde ettiği bulguları değerlendirirken, kendisini ait hissettiği topluluk ile arasındaki duygusal bağ, yorumlarına etki etmekte, yaptığı çıkarımları sempatizanı olduğu camianın çıkarlarına uygun yapmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, yüzyıllardır süregelen tarih biliminin en büyük sorunu ile ilgili büyük düşünür İbn Haldun’un XIV. asrın sonunda kaleme aldığı Mukaddime adlı eserinde yer verdiği sözler günümüzde halen geçerliliğini korumaktadır:

    “Bir görüşe ve bir inanca bağlılık ve taraftarlık insanın ruhuna işledi mi, kendine uygun düşen haberleri işitir, işitmez hemen kabul eder. Bu temayül ve taraftarlık insanın basiret gözünü örter ve tetkikte bulunmasını engeller, yalan haberi kabul ve nakletme durumunda kalmasına sebep olur.”

    Spor tarihi araştırmalarında benimsenen yanlış yöntemlerin başında belgeye dayanmayan tarih yazımı gelmektedir. Günümüzde geçerliliğini sürdüren bu yöntem, sözü edildiği gibi geçmişin kötü bir mirasıdır. “Kalıtsal” olarak niteleyebileceğimiz bu yanlış yöntemin günümüzde kullanılmasının altında yatan sebepler vardır. Bu sebepleri spor tarihi yazımının sorunları olarak değerlendirmek mümkündür.

    Prof. Dr. Kurthan Fişek’e göre, “Türkiye spor tarihi konusunda yazılanların büyük kısmı, belgelere değil belleklere, yani anlatılara dayalıdır.” Fişek’e göre bu durum, spor tarihi alanındaki belge eksikliğinden kaynaklanmakta, spor tarihçileri anlatılanları kaynak olarak kabul etmek zorunda kalmaktadır. Fişek bu durumun zamanla bir kısır döngü halini aldığını, belgenin tükendiği yerde belleğin devreye girdiğini söylemiş ve “kalıtsal” olarak nitelendirdiğimiz yanlış yöntemi, “belleklerin şaşmazlığına aşırı ölçüde güvenen, belleğe dayanılarak yazılanları belge niteliğinde değerlendiren bir alışkanlık haline geldiği” şeklinde dile getirmiştir.

    Spor tarihçilerinin belge eksikliğini anlatılarla gidermek için gösterdikleri çabanın, tarih yazımı adına alışkanlığına dönüşmesi günümüz spor tarihçiliğinin en büyük sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlatılanlara dayanarak yazılan eserlerin “kaynak” olarak kabul edilip, birbirini tekrar eden amatör çalışmalar yapılması bu anlamda kolaycılık olarak da değerlendirilebilir. Spor kulüplerinin, spor kurumlarının tarihini ilk kez yazan tarihçilerin bulgularını, çoğu zaman ispata ihtiyaç duyulmadan, olduğu gibi kabul ederek yapılan bu amatör çalışmalar, kıymetli bir çabanın ürünü olan eserlerin akademik olarak değer bulmasının önüne geçmiştir.

    Bahsettiğimiz kalıtsal yöntem yanlışlığının evrildiği bu kolaycılık, zamanla sportif anlamda mücadele veren kulüplerin sempatizanı olan amatör tarihçilerin birbirleri ile mücadelesine dönüşmüş, sahadaki rekabet sayfalara taşınmış, bu durum faydacılık evresine geçilmesine neden olmuştur. Şüphesiz bu durumun oluşmasında sporun hitap ettiği kitlenin düşünsel yapısına ilişkin algı da etkilidir. Türk aydınının gerek dini gerek siyasi gerekse ekonomik sebeplerle Osmanlı’nın son yıllarında tanıştıkları “spor” ve “sporcu” kavramlarına küçümseyerek baktığı bir gerçektir. Kanımızca bu bakış açısı aynı zamanda Kurthan Fişek’ten aktardığımız “kısır döngü” tanımlamasının yapılmasına da sebep olmuştur. Spor tarihine ilişkin belgeler, resmi kurumlar nezdinde gereken ilgiyi görmemiş, kimi zaman tasnife değer bulunmamış, asırlık kulüplerin müze ve arşivleri kişisel çabalarla ayakta kalmıştır. Bu bakış açısı yakın zamana kadar hâkimiyetini sürdürmüş, dolayısıyla spor tarihi de akademik ilginin uzağında bir alan olarak kalmıştır. Yiğit Akın, erken Cumhuriyet dönemi spor tarihi üzerine yazdığı “Gürbüz ve Yavuz Evlatlar” isimle eserinde spor tarihinin akademik ilgiden uzak olmasının nedenini, akademisyenlerin spor konusunda problematize edilecek bir şeyler olmadığına inanmaları şeklinde açıklamıştır. Bu ilgisizliğin temel nedeninin belge eksikliği olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

    Sporun ekonomik değerinin fark edilmesi ve bu değerin zamanla hızla artması, Türk aydınının bu alana bakışının değişmesindeki en önemli sebeptir. Her ne kadar son yıllarda spor tarihi üzerine yapılan çalışmalar hatırı sayılır derecede artmış olsa da, bu çalışmaların çoğu amatör spor tarihçilerine aittir. Spor tarihi günümüzde halen amatör spor tarihçilerinin hâkimiyetindedir.

    Ne yazık ki bu hâkim grubun çalışmaları akademik değerin uzağında kalmıştır. Amatör spor tarihçilerinin “kolaycılık – faydacılık” ekseninde sürdürmeye çalıştıkları kısır tartışmalar, sportif tabir ile “savunma – hücum” şeklinde sürmektedir. Amatör spor tarihçileri, çoğu zaman belgeye dayanmayan bulgularını paylaştıkları takipçilerini yüzyıl öncesi aydınının spor ile meşgul olan kitleyi değerlendirdikleri seviye ile aynı seviyede değerlendirmektedirler. Bile isteye yaptıkları bu değerlendirme, sözünü ettiğimiz kolaycı – faydacı bakış açısının bir parçasıdır.

    Okuyacağınız çalışma yukarıda sıralanan spor tarihi yazımı sorunlarına çözüm üretme ve doğru yöntemlerin kullanılmasını teşvik amacı ile yazılmıştır. Çalışmanın yazarı Fenerbahçe camiasının mensubu olsa da, okuyucuya “tarafsız” değerlendirmeler sunma çabası göstermiştir. Çalışma, spor tarihi alanında son dönemde artan araştırmaların bir ürünü olarak, belgelere dayanmaktadır. Bu doğrultuda, anlatılara dayalı tarih yazımının belgelenmesine katkıda bulunduğu noktalar olduğu gibi, bu yöntemin benimsendiği eserlere eleştiriler de içermektedir.

    Çalışma iki bölümden oluşmaktadır.

    İlk bölümde Atatürk’ün Türk spor tarihi yazımında ne şekilde yer aldığına ilişkindir. Bu başlık altında konu bütünlüğü korunarak kaynaklar, ya da kaynak olarak kabul edilen anlatılar, değerlendirilmiş olup, 28 Temmuz 1922’de Akşehir’de oynanan maça geniş bir yer ayrılmıştır.

    İlk bölümün ikinci konu başlığı altında, Atatürk’ün spor kulüpleri nezdinde “paylaşılamaz” konumu açıklanmaya çalışılmış ve bu durumun ortaya çıkardığı tartışmalara yer verilmiştir.

    Çalışmanın ikinci bölümde, Atatürk’ün Fenerbahçe Spor Kulübü ile temasları anlatılmaktadır. Bu temasların yer bulduğu konu başlıkları; kitabın yazarı tarafından yapılan arşiv taramalarında elde edilen belgelere dayanarak yazıldığı gibi, önceden ortaya konulmuş belgelerin ve kaynakların yeniden yorumlandığı analizleri de içermektedir.

    Şüphesiz bu çalışma, Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan, Cumhuriyetin kurucusu, Millî Mücadele’nin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün “hangi takımı tuttuğu” sorusuna bir cevap bulmayı amaçlamamaktadır. Aksine çalışmanın esas yazılış amaçlarından biri de bu soruyu popüler kültürün bir parçası olmaktan çıkarmaktır.

    Çalışmada Gazi Mustafa Kemal Atatürk isminin kullanımı dönemsel olarak farklıdır. Genel analiz ve sonuçlarda Atatürk ismi kullanılmakla beraber;

    1911-1916 yılları arasında Mustafa Kemal Bey;

    1916-1923 yılları arasında Mustafa Kemal Paşa,

    1923-1934 yılları arasında Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal,

    1934-1938 yılları arasında ise Atatürk ismi tercih edilmiştir.

    Çalışmanın yazılma sürecinde desteğini esirgemeyen, rahle-i tedrisinde olmaktan her daim onur duyduğum Hocam Prof. Dr. Vahdetttin Engin’e; elde ettiğimiz belgeler hakkında beni aydınlatan, yol gösteren Doç.Dr. Mehmet Emin Elmacı hocama ve kıymetli büyüklerim Gazeteci-Yazar Murat Bardakçı ile Müzdat Dağlaroğlu’na teşekkürü borç biliyorum.

    Kıymetli büyüğüm Dr. Seyhun Binzet’e verdiği destek için şükranlarımı sunuyorum.

    Karşıyaka Spor Kulübü’nün mensubu, spor tarihçisi kıymetli dostum Bedri Cumhur Doğu’ya yaptığı katkılar için minnettarım.

    Kader birliği yaptığım meslektaşım, kardeşim Barış Eymen olmasaydı bu satırların yazılamayacağını bilmenizi isterim.

    Bu çalışmayı yıllardır tükenmeyen bir sabırla benden merhametini esirgemeyen eşim Nihal Kenaroğlu’na ve yazdıkları, aktardıkları, arşivleri, anıları ile Türk tarih yazımında “Türk Spor Tarihi” faslını açan; Dr. Rüştü Dağlaroğlu, Cem Atabeyoğlu, Vâlâ Somalı ve Haluk San’ın aziz hatıralarına adıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

    Barış Kenaroğlu

    İstanbul (2019-2022)

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip, yeniden yazılması gereken tarihi meseleleri de içerisinde barındırır. Kulübün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikayeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri; ‘Fenerbahçe’nin Kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için yeniden yazdığım Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Bir süredir üzerinde çalıştığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşu” adlı kapsamlı araştırmanın giriş kısmı bu satırlarla başlıyor. Detayları önümüzdeki aylarda araştırma yayınlandığında gün yüzüne çıkacak olan birçok “mesele” var bu dönem ile ilgili. Bugün, Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesinin en önemli meselesini bu yazının konusu olarak sunmak istiyoruz: “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca”

    Kadıköy, Saint Joseph ve Fenerbahçe

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol, Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin kuruluşu, 1864 yılından beri Moda’da faaliyet gösteren bu okulun varlığı ile yakından ilgilidir.

    Moda ve Kadıköy, İstanbul’un “Küçük Britanya” diye anılan, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy bu demografik yapısı nedeniyle başkent genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit kaynaklı baskıdan etkilenmemekte; semtte, şehrin geri kalanına göre “Liberal” bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. Gittikçe zayıflayan devlet mekanizmasının varlığını sürdürebilmesi için yabancı devletlerle kurduğu ilişkilerde “denge” politikasını benimseyen Padişah, genellikle onları kızdırmamak için kendi topraklarında yaşayan yabancıların özgürlüklerine dokunmuyordu.

    Futbol, İstanbul’da, bu koşulların bir araya gelmesiyle Kadıköy’de doğdu. Bu doğumun hangi yıla denk geldiği tartışmalı olsa da İstanbul’da yabancılara yönelik yayın yapan Levant Herald Gazetesi’nin 1 Aralık 1906 tarihli sayısında yer alan şu ifadelerin tartışmayı bitirecek nitelikte olduğu düşünülebilir. “Futbol, çok uzun yıllardır İstanbul’da oynanmasına rağmen, 1895-1897 yılları arasında şehri ziyaret eden İngiliz Kraliyet gemilerinin mürettebatıyla yapılan maçlarla başarılı bir şekilde hayatımıza giriş yapmıştır.”

    Gazetenin değerlendirmesine göre artık Kadıköy’ün genç nesli futboldan başka bir şey düşünmemekte, havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını önemsemeyen 5000’e yakın kişi önemli maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

    Futbol Sıkı Takip Altında

    Yabancıların özgürce futbol oynadıkları Kadıköy’de Türklerin bu spora ilgi duymamaları düşünülemez. Ancak ülkede yaşayan yabancılara ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı izlenen hoşgörülü politikadan, Türkler faydalanamıyor, Black Stockings örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile cezalandırılıyordu. Özetle, bu dönemde futbol “sıkı takip altındaydı.”

    Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol oynamaya başlamasında iki büyük etken vardır. Bunlar, 1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile eğitimde modernleşme kapsamında açılan okullar ve 1902 yılından sonra ülkede siyasi iklimin değişmesidir.

    1854’te Beyoğlu’nda ilk açtığı binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve 1870’de bugünkü yerine geçen Saint Joseph Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani, Fransız eğitim sistemine göre dizayn edilmişti.  Arnavutköy’de 1863 yılında açılan Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı. Bu üç okulun yapısı birbirinden farklı olsa da Türk futbolunun doğuşunda rolleri büyüktür.

    Müslüman olmayan öğrencilerden kurulu Robert Kolej’in futbol takımı İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı. Kolejin öğretmenlerinden Reşat Danyal, Black Stockings’i kuran kadroda yer almış ve kısa ömürlü bu kulübün başkanlığını yapmıştı.

    Osmanlı Devlet mekanizmasına memur yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Sultani 1905 yılında bünyesinden Galatasaray Futbol Takımı’nı çıkarmış ve bu takım ilk Türk takımı olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı.

    Okullar Hafiye Baskısından Kurtuluyor

    Peki Türk gençleri daha birkaç sene önce peşlerindeki hafiyelerin baskısından top oynamaya korkarken nasıl oldu da takım kuracak kadar cesaret buldular?

    Bu sorunun yanıtı gelişen siyasi olaylarda gizlidir. Devlet, bu yıllarda doğuda çıkan ve hızla yayılan vergi isyanları, Balkanlar’daki kaynaşmalar, Ermeni ayaklanmaları, yurtdışına kaçan Jön Türkler’in faaliyetleri ile uğraşıyordu. Bozulan ekonomiyi de hesaba katarsak, Türklerin futbol oynaması bu sayılanların yanında dikkate alınacak bir tehlike değildi. Ki zaten Mekteb-i Sultani, Osmanlı seçkinlerinin çocuklarını devlete memur olarak yetiştiren bir okuldu. Bu sebeple başlayan sportif faaliyetlere engel olunmaması okulun öğrencilerine bürokrasinin tanıdığı bir ayrıcalıktı. Moda’da eğitim veren Saint Joseph ise, tıpkı Robert Kolej gibi yabancı misyonu tarafından kurulmuş, bu özelliği ile Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olmadan eğitim veriyordu.

    Kurthan Fişek’in Türkiye Spor Tarihi adlı kitabındaki analizi bu dönemde okulları ile kurulan futbol takımları arasındaki ilişkiyi net bir şekilde açıklamaktadır: “Takımların büyük bölümünün mektepli oluşu, her türlü örgütlenme ve kalabalıklaşmanın yasak olduğu bu dönemde, okul duvarları arkasında ve spor yapılmasının sağladığı güvenceyle açıklanabilir.”

    Her üç okulun öğrenci sayılarını incelediğimizde Müslüman öğrenci sayısının en fazla olduğu okul Mekteb-i Sultani’ydi. Saint Joseph’in Türk futbolunun başlamasına en büyük etkisi Fenerbahçe’nin kuruluşundaki payından birkaç yıl önce Mekteb-i Sultani’nin futbol topu ile tanışmasıyla ortaya çıktı.  Saint Josephli bir öğretmenin Fransa’dan getirdiği futbol topu, bir öğrenci aracılığıyla Mekteb-i Sultani’ye gelmişti. Bu olaydan yıllar sonra Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, 1904 yılında Kadıköy’de izlediği maçtan sonra bir takım oluşturmaya karar verdi. Galatasaray ve Robert Kolej gibi okul takımlarının da içinde olduğu İstanbul Futbol Ligi’nin karşılaşmaları bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde oynanıyordu.

    Yabancıların tekelinden çıksa da hakimiyetlerinde oynanan ve çoğu kez de üstünlükleriyle biten lig maçlarının izleyicileri arasında Kadıköylü Türk gençleri de vardı. Bu gençlerin 1907 yılına gelindiğinde Fenerbahçe’yi kuran kadroyu oluşturduklarını açıklıkla söyleyebiliriz. Peki Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Hoca bu kadronun neresinde yer alıyordu? Enver Hoca bugün neden Fenerbahçe Tarihi’nin bir meselesi olarak değerlendiriliyor?

    Enver Yetiker’in Hayatı

    Basit bir internet aramasında karşımıza çıkan biyografisinin ötesinde bir hayat hikayesi var Enver Yetiker’in. Bu hikaye ile beraber kendisi hakkında daha önce sorulmamış soruları sorup, yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Hayatının Fenerbahçe ile kesişen döneminden öncesini aktarmadan önce bir teşekkür ile başlamak istiyorum. Barış Eymen’in saatlerce yaptığı arşiv taramalarından bulduğu vesika olmasaydı, Enver Hoca ile ilgili soruları asla soramayacağımızı bilmenizi isterim. Binlerce sayfalık “Sicill-i Ahval” defterlerinden birinde bulduğu Enver Hoca’nın sicil kaydını transkripte ederken duyduğum heyecanı, umarım satırlarıma da yansıtabilirim.

    Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne göre; Enver Efendi, 1869 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Ayasofya Dersiamlarından Adilcevazlı Abdurrahman Hulusi Efendi’dir. Dersiamlık, zamanın medreselerine özel bir sınavla alınan ve dini ve sosyal alanlarda ders verebilen özel statülü müderrislere verilen isimdi. Bu mesleğin önemi devletin istihdam ettiği dersiamların tüm ülke sınırları içerisinde toplamda 120 kişi olmasıyla açıklanabilir.

    Enver Efendi orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra, Mülkiye Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda İstanbul’da eğitim veriyordu.  1892 yılında 23 yaşındayken okulu bitiren Enver Efendi, ‘gümrük memuru’ olarak göreve başladı. Kayıtlara göre, Arapça ve Fransızca biliyordu. 1907 yılının Ağustos ayında ‘istatistik kalemi müdür yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘müfettiş yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırına atandı. Enver Efendi’nin sicili kayıtları 1912 yılına kadar geliyor ve gümrük müfettişi olarak yürüttüğü kariyerinin aşamalarını ortaya koyuyor.

    Saint Joseph Lisesi’nde Bir Türkçe Öğretmeni

    Görüldüğü üzere Enver Efendi’nin sicilinde öğretmenlik yaptığı ile ilgili bir kayıt yok. Biz ise Enver Hoca’nın 1904 yılından itibaren  Saint Joseph Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını, özel arşivlerde ulaştığımız fotoğraflarından biliyoruz. Peki Saint Joseph ile devletin ilişkileri nasıldı? Bahsedildiği gibi Saint Joseph, Fransa merkezli bir misyon okuluydu. Arşivleri incelediğimizde okul ile ilgili bazı vesikalara rastladık. Zaptiye ve Maarif Bakanlıkları memurlarının hazırladıkları raporların yer aldığı bu vesikalarda, okulda okutulan bazı kitapların İslam dinine hakaret ettiği iddiaları yer alırken, Müslüman ailelerin çocuklarını bu okula göndermesinin engellenmesi istenmekteydi. Bu bilgiler ışığında Enver Hoca’nın hayatının buraya kadar kısmı ile ilgili sormamız gereken bir soru var:

    “Bir devlet memuru olan Enver Efendi, devletin alenen karşısında durduğu bir okulda nasıl öğretmenlik yapabilmektedir ve bu görev sicil kayıtlarında neden yer almamaktadır?”

    Bu soruya yanıt verebilmek için önce Enver Hoca’nın öğretmenlik günlerine dönmemiz gerekiyor. Enver Hoca’nın iki öğrencisinin anlattıkları hem o günlerde Saint Joseph’in yapısı hem de öğretmenleri ile ilgili değerli bilgiler veriyor.

    Öğrencileri Anlatıyor

    Bu öğrencilerden ilki Said Selahattin Cihanoğlu. 1971 yılında “Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayınladığı anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905 senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi talebelerden birincilik koparmak bir mesele idi, buna hep hasret içinde idik.”

    Cihanoğlu’nun anlattıklarından anlıyoruz ki, okulda zaten azınlıkta olan Türk öğrenciler, sportif yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisindeler ve bu durum onları bir hayli rahatsız ediyor. Yüzyılın başından itibaren özellikle Balkanlarda yükselen milliyetçilik akımının, başkent topraklarında da yaygınlaşmaya başladığını, Jön Türkler’in de etkisiyle özellikle genç kuşakta bir uyanış olduğunu da değerlendirmeye almalıyız. Öğrencileri futbol topu ile tanışmış hatta bunu karşı kıyıdaki Mekteb-i Sultani ile de tanıştırmış olsa da bu dönemde Saint Joseph’ten belirli bir düzen içerisinde çıkmış bir futbol takımına rastlamıyoruz.

    Futbolun doğduğu toprakların merkezinde oldukları düşünülürse öğrencilerin bu spora ilgili oldukları yönünde fikir yürütebiliriz. Nitekim bu yolla giden araştırmacılar, Moda’daki bir başka Fransız okulu olan Faure Mektebi’nin Rum oyunculardan oluşan futbol takımını, Saint Joseph futbol takımı ile karıştırmışlar, hatta Mekteb-i Sultani öğrencilerinin futbol takımının ilk maçlarını Saint Joseph ile yaptığını ileri sürmüşlerdir.

    Bugün Faure Mektebi’nin varlığı ve Galatasaray’ın ilk futbol maçını bu okulun takımı ile yaptığı ortaya çıkmasına rağmen, birçok kaynakta ve Fenerbahçe resmi internet sitesinde bu yanlış bilgi yer almaktadır. Saint Josephli Türk öğrencilerin yabancı arkadaşlarına özenerek ve onların gerisinde kaldıkları için rahatsızlık hissederek geçirdikleri günlerde karşılarına Enver Hoca çıkmıştır.

    Bir diğer öğrencisi Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca’yı şöyle tarif ediyor: “Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız. Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin ‘Niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük”

    Belgeler

    Okuldaki Türk öğrencilerin psikolojisini ve Enver Hoca’nın karakteri hakkındaki izlenimlerini gördükten sonra sorduğumuz soruların yanıtlarına geçebiliriz. Bu soruların ortaya çıkma nedeninin Enver Hoca’nın sicil kaydında Saint Joseph’de öğretmen olarak yaptığı görevin yazılı olmaması olduğu söylenmişti. Dikkat çeken bu bilginin üzerine okul hakkında resmi makamlarca yazılan raporların içeriği de eklenince Enver Hoca’nın öğretmenliği hakkında aydınlatılması gereken bir şüphe oluşmuş oldu. Bu şüpheyi girmek için Saint Joseph Lisesi arşiv kayıtlarına bakma yönündeki çabamız sonuçsuz kaldı. Nihayetinde Salt Arşivi’nde karşımıza çıkan bir belge Enver Hoca’nın Saint Joseph’de öğretmenlik yaptığını kanıtlamamızı sağladı. Bu belge, Osmanlı Bankası’na ait bir mevduat cüzdanıydı ve Enver Hoca’nın karşısında “Saint Joseph Koleji Türkçe Öğretmeni” yazıyordu. Bu aşamada devam eden arşiv taramasında karşımıza çıkan bir vesika, oluşan soruların yanıtlarına ulaşmamızı sağladı.

    Vesika 1897 yılına aitti ve Gümrük Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılmış bir raporu konu ediyordu. Raporda, Saint Joseph Lisesi’ne Fransa’dan gelen kitapların içeriklerinin kontrol edilmesi sırasında okul tarafından gönderilen görevli ile çıkan tartışma detaylı şekilde anlatılıyordu.

    Bu rapor Gümrük Nezareti’nin okul ile olan ilişkisini ortaya çıkarması anlamında büyük öneme sahip. Çünkü rapor yazıldıktan birkaç yıl sonra bir gümrük memuru olan Enver Efendi’nin okulda öğretmenliğe başlamasının sebebi bu raporda gizli. Gerek bu bilgiler gerekse o dönemin öğrencilerinin aktardıkları birleşince Enver Efendi’nin Enver Hoca olarak okula girmesinin bir görevlendirme sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor.

    Devlet Tarafından Görevlendirilen Bir Memur

    Okulu dışardan kontrol etmenin zorluğuna karşın devlet otoritesinin, içeriye bir kişi sokarak olan biteni öğrenmek istemesi sorunun yanıtıdır. Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi de göz önünde bulundurduğumuzda ortaya attığımız tez böylece bir temele oturmuş oluyordu. Enver Hoca, devlet tarafından görevlendirilen bir memur olarak Saint Joseph’e girmişti. Nitekim Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi adlı eserinin 1987 yılındaki genişletilmiş baskısında yer verdiği Enver Hoca’nın şu ifadeleri de tezimizi destekleyecek nitelikteydi. “Rolüm, istibdat içinde kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamaktı. Futbol toplantıları bu iş için en uygun zamanlardı.”

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol Saint Joseph’de öğretmen olmasıyla başladı. Kulübün tarih yazımında farklı dönemlerde değişik şekillerde değerlendirilen bu rol, günümüze kadar hep tartışıldı.

    Enver Hoca kendi deyimiyle “baskıcı düzen içerisinde ezilen” Türk gençlerine hürriyet düşüncesini aşılamak için futbolu seçmişti. Abdülhamit’in bir memuru olarak görevlendirildiği okulda “Hürriyet” fikrini benimsetmeye çalışması ilk bakışta bir tezat olarak görülebilir. Ancak mezun olduğu Mülkiye’nin Jön Türk fikirlerinin yaygınlaştığı bir okul olması bu durumu biraz da olsa açıklığa kavuşturmaktadır.

    Enver Hoca’nın 1913 yılında dönemin İttihatçı Maliye Bakanı Cavit Bey döneminde İngiliz Crawford isimli bir gümrük uzmanına hazırlatılan sınavı kazanarak müfettiş olan üç kişiden biri olduğu da düşünülürse fikren Abdülhamit ideolojisinden uzak olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerinden Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca ile bir derste yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor. “Bir gün derste arkadaşlardan biri: ‘Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece ortaya çıkmış. Bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu?’ dedi. Yaman bir psikolog olan, bize daima ölçülü olmamızı tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile benimsetme yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi: ‘Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir’”

    Enver Hoca’nın futbol hakkında sorulan soruya verdiği yanıttan, öğrencileri arasında futbolun popüler olduğu, top oynamak istense de sosyal ve dini baskılardan oynanamadığı anlaşılıyor. Şüphesiz Saint Josephli Türk gençleri lig maçlarını takip ediyorlardı. Kurulan takımlardan da haberdardılar.

    Enver Hoca Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nerede?

    Bu paragraf ile birlikte Enver Yetiker’in Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolü üzerine yapılan tartışmaları ve karşıt görüşleri değerlendireceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Enver Hoca’yı Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu sayanlar Saint Josephli Türk öğrencileri. Yaptığım alıntılarda da görüldüğü üzere Nasuhi Esat Baydar ve Sait Selahattin Cihanoğlu bu görüşü anılarında aktarıyorlar.

    Karşı tarafta ise kulübün bir diğer kurucusu Necip Okaner’in yazdığı mektup aracılığı ile bu görüşe karşı çıkışı var.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    Nasuhi Esat Baydar’ın İdman Dergisi’nde 1913’te yazdığı yazıda belirttiği görüşü ile Necip Okaner’in 1952 yılında yazdığı mektup arasında geçen 39 yılda Enver Yetiker’in kuruluştaki rolü kaynaklardaki farklılıklardan da görüleceği üzere hep tartışmalı kalmış.

    İlk görüşü destekler ifadeleri aktararak başlayalım. Kuruluşun 6.yılında, Nasuhi Esat şunları söylüyor: “1907 yılında Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Bey, eski öğrencilerinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp kurmak arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları katılmış ve akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı. Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları oluşturdukları kadroya bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir siyasi fikre mal edilmemesi için Fenerbahçe ismini bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına hız verdi, böylece dört beş ay içinde üye sayısı yirmiye ulaştı. Biraz sonra Enver Bey ‘Fahri Başkanlık’ makamından çekildi. Kulübün yönetimi, girişken ve faal olan Nurizade Ziya Bey’e verildi.”  

    Nasuhi Esat Baydar, 1913 yılında anlattığı kuruluş hikayesini 1944 yılında Öz Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği röportajda detaylandırıp, son cümlesiyle de bir anlamda tamamlıyor: “Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık. Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize oranla yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, Enver Bey’i bulduk. İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun toplumsal faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda yardımlaşma ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe Kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neşelenmeleri amacıyla Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.”

    Sait Selahattin Cihanoğlu Anlatıyor

    Said Selahattin Cihanoğlu ise Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolünü şöyle anlatıyor: “Türkçe hocamız Enver Bey isminde çok sevdiğimiz ve kendisine büyük bir hürmetle bağlandığımız bir kişi vardı. Enver Bey her cumartesi günleri, öğleden sonra bizi Fenerbahçe’ye futbol oynamaya götürürdü. İki takım yapardı. Birinin ismi Fenerbahçe, diğeri de Sen Jozef olurdu. o devirde Abdülhamit korkusuyla kulüp ismini vermeye kimse cesaret edemezdi. Türk öğrenciler arasına yabancı ve yerli gayrimüslim öğrencileri doldururdu. Yıllar böylece pek çabuk geçmişti. 1907’de Nurizade Ziya Bey, Ayetullah, Bahriyeli Enver (Yazarın Notu: Necip Okaner’in ön adı Enver’di) ve Hakkı Beyler Fenerbahçe Kulübü’nü kurma girişiminde bulundular. Enver Hoca kulübün isminin Fenerbahçe olması konusunda ısrar ediyordu. Özel bir yaratılışta ve Avrupai zihniyette bir kişi olan Ziya Bey Reis oldu. Çok mükemmel İngilizce bilen Ziya Bey Moda’daki İngilizlerle derhal temasa geçerek kulübü geliştirdi.”

    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İki öğrencisinin aktardığı bilgilerin benzerini 1949 yılında Enver Yetiker ile yaptığı röportajdan sonra Öz Fenerbahçe Dergisi’nde yazdığı uzun yazıda dile getiren Rüştü Dağlaroğlu ise, onun kulübü kuran bir numaralı üye olduğunu ilan etmişti. Yazıda dikkat çeken iki konu vardı. Birincisi Enver Hoca’nın kulübün renkleri olarak kırmızı-beyaz’ı seçmeyi düşünse de bu renklerden “milliyet”i temsil ettiği için vazgeçerek Fenerbahçe çayırındaki papatyalardan esinlenerek sarı-beyaz’da karar kıldığıydı. İkinci konu ise kulübün idare heyeti seçilirken Nurizade Ziya Bey’in başkan olduğu, Enver Hoca’nın resmi bir görev almadığıydı. Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu olduğunu öne süren bu görüşleri 4 madde ile özetleyebiliriz:

    – Saint Joseph’de öğretmenlik yaparken bir futbol kulübü kurma fikri Enver Hoca’ya aitti.

    – Enver Hoca, öğrencileri arasından birçok kişiyi kulübe kazandırmıştı.

    – Kulübün adı ve renkleri Enver Hoca tarafından belirlenmişti.

    – Enver Hoca, kulübün ilk idare heyetinde görev almamış,  sadece Fahri Başkanlık görevini yürütmüştür.

    Karşıt Görüşler ve 1 Numara Kim Sorusu

    Bu görüşlere karşı Necip Okaner’in 1952 yılında Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektuptaki ifadeleri koyabiliriz. Okaner mektubunda “Enver Bey’in kulüpte hiçbir zaman resmî olarak görev almadığını, kulübün kuruluşu ile bir alakası olmadığını” belirtmiştir.

    Bu görüşü paylaşanlardan biri de 2007’de yayınlanan Asr-ı Fener’in yayın kuruludur. Kitapta Enver Hoca’nın kurucu olduğunu söyleyen Nasuhi Esat’ın bu iddiasının diğer tanıklarca doğrulanmadığı, Nasuhi Esat’ın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi olarak da kendisini Fenerbahçe’ye kazandıran kişinin Enver Hoca olması yazmaktadır. Kitaba göre Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişi Nurizade Ziya Bey’dir. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1949 yılında benimsediği görüşünden vazgeçtiği de kitapta yer alan bir diğer ifadedir.

    Gerçekte Dağlaroğlu, 1949 yılındaki düşüncelerinden Necip Okaner’in 1952 yılında kendisine yazdığı mektuptan hemen sonra vazgeçmemiştir. Bunun en büyük kanıtı Enver Yetiker’in 1955 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı veda yazısıdır. Bu yazı “Fenerbahçe Kulübü büyük ve muhterem kurucusu ve 1 numaralı üyesini kaybetmiş bulunuyor” diye sonlanmaktadır.

    Fenerbahçe’nin tarihini 1957 yılında kitaplaştıran Dağlaroğlu’nun görüşünü Enver Yetiker’in ölümünden sonra değiştirdiği kesindir. Kapsamlı eserinde Enver Yetiker için “Öğrencilerinin Fenerbahçe’yi kurmasına içten yardımcı olmuş ve kulübün ilk üyeleri arasında yerini almıştır.” ifadesini kullanması görüşünü değiştirdiği tarihi belirlememizi sağlamıştır.

    Kitabını 1987 yılında, o yıla kadar genişleterek yeniden yayınlayan Dağlaroğlu, Bu kez Enver Yetiker’i kurucular sıralamasında 4.sıraya yerleştirmiştir. Yazılanlar ışığında Enver Hoca’nın kurucu olmadığını ileri sürenlerin görüşleri üç maddede özetlenebilir:

    – Enver Hoca’nın kurucu olduğu iddiası öğrencisi Nasuhi Esat Baydar’a aittir ve diğer tanıklarca desteklenmemektedir.

    – Enver Hoca, Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırarak kulübe katkı sağlamıştır.

    – Fenerbahçe’yi  iki arkadaşı ile beraber kuran Nurizade Ziya Bey, Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişidir.

    Kulübün Enver Yetiker’e Bakışı

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü kurumsal olarak Enver Yetiker’e nasıl bakmaktadır? Bu sorunun yanıtı için bakmamız gereken ilk yer şüphesiz kulübün tüzükleri. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü 1913 yılında yazılmış ve içerisinde kurucuların isimlerine yer verilmemiş. 1923’te yazılan ikinci tüzükte ise kurucular kıdemlerine göre şu sırayla yer almıştır:

    1. Nurizade Ziya (Songülen)
    2. Enver Bey (Yetiker)
    3. Galip Bey (Kulaksızoğlu)
    4. Nasuhi Esat Bey (Baydar)
    5. Haccarzade Tevfik Bey (Taşçı)

    Şimdi de 2016 yılında kabul edilen kulübün son tüzüğünün 2.maddesinde yer verilen kurucuları sıralayalım:

    1. Ziya Songülen
    2. Ayetullah Bey
    3. Necip Okaner
    4. Asaf Beşpınar 
    5. Enver Yetiker

    İlk tüzük ile son tüzükte yer alan kurucular listesi arasındaki fark dikkat çekici durumdadır. 1923’te 2.sırada yer verilen Enver Bey, 2016’da 5.sırada kendine yer bulmuş gözüküyor. İki listenin de ortak tarafları Nurizade Ziya Songülen’in kurucular listesinde ilk sırada olması ve sırası değişse de Enver Hoca’nın her iki listede de yer almasıdır.

    Şüphesiz kurucular listelerindeki tutarsızlıklar, yıllara göre silinen ve eklenen isimler bambaşka bir araştırmanın konusu. Asıl konumuza dönecek olursak, Enver Yetiker’in kulüple 1949 yılına kadar kaynaklarda yer alan hiçbir teması olmamıştır. Bu tarihte ise Fenerbahçe Stadı’nın açılışında, açılışı yapan kişilerden biri olarak fotoğraf karelerine girmiştir. Enver Hoca’nın 1955’teki ölümünün ardından kulübün gazetelere verdiği ölüm ilanında kendisinden “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi” diye bahsedilmiştir. Yüksek olasılıkla Rüştü Dağlaroğlu tarafından kaleme alınan bu ilan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurumsal olarak Enver Yetiker’i son kez anmasıdır.

    Günümüzde resmi internet sitesinde yer alan tarihçede Enver Yetiker’den şu şekilde bahsedilmektedir: “Kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver (Yetiker) Bey üstleniyordu.” Bu ifadeden, Fenerbahçe kurumsal tarih tezinin, önceki sayfalarda sözü edilen ikinci görüşe paralel olduğu; Enver Hoca’nın kulüp kuruluşundaki katkısının, takıma oyuncu bulmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır.

    İstiklal Madalyalı Kurucu

    Enver Hoca’nın hayatının Fenerbahçe ile kesişmeyen yıllarında yaşadıklarını sıralayarak meselenin çözümleme bölümüne geçelim. Enver Bey, 1909 yılında müfettiş yardımcısı olarak Bulgaristan sınırına atandı. 1913 yılında girdiği sınavı kazanarak müfettiş oldu ve sırasıyla Trabzon ve İzmir’de görev aldı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yılda görev yeri Sirkeci, görevi ise gümrük müdürlüğü idi. Anadolu’ya silah kaçırılmasında aktif görev alması sebebiyle 1938 yılında İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ölene kadar Kızıltoprak İstasyon Caddesi’nde yaşadı.

    Enver Hoca için yapılan tartışmalar ve yıllar içerisinde değişen değerlendirmeler böylece sona eriyor. Çalışmanın sonuç kısmında değerlendirmelerimizi aktaracağız.

    Sonuç

    Öncelikle  iki zıt görüşün düşüncelerinin tek ortak noktası Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırmasıdır. İki yıl önce kurulan ve Galatasaray adını alan Mekteb-i Sultani futbol takımında top oynamaya başlayan Galip (Kulaksızoğlu) onun son sınıftaki öğrencilerindendi. Galip’in Galatasaray’dan ayrılarak yeni kurulan Fenerbahçe’ye gelmesinde Enver Hoca’nın payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kuvvetli varsayımın yanında alt sınıflardaki öğrencileri Galip ile temas ettirerek Fenerbahçe için idman yapmalarını sağladığı dönemin iki tanığı tarafından teyit edilmiş bir gerçektir. Galip’in ortaokulu Mekteb-i Sultani’de okuduktan sonra liseye Saint Joseph’de başlaması ve kısa süre Galatasaray’da top oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye katılmasını “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar kurdu” şeklinde değerlendirmelere karşı Enver Hoca’nın kişiliği ve Saint Joseph’deki faaliyetleri, öne sürülecek kuvvetli bir olarak argüman olarak elimizdedir.

    Enver Hoca’nın Büyük Rolü

    Enver Hoca’nın gerçek kuruculardan olmadığını öne sürenlerin en etkili söylemi olan Nasuhi Esat Baydar’dan başka tanık olmadığı görüşü de Sait Selahattin Cihanoğlu’nun aktardıklarıyla çürümektedir. Kulübün adı, renkleri gibi daha detaylı araştırma ve farklı kaynaklardan onay gerektiren konular üzerinde olmasa da, takım oluşturma aşamasında Enver Hoca’nın katkısı konusunda şüphe yoktur. Özellikle Sait Selahattin’in ilerleyen yaşına rağmen berrak bir zihne sahip olduğu bilgisi, Enver Hoca’nın rolü hakkında yaptığımız değerlendirmelere dayanak olmuştur.

    Mektup

    Her iki tanığın da Saint Josephli olması sübjektif değerlendirme yaptıkları şüphesini doğursa da, son tüzükte adları sıralanan 5 kurucudan sadece Necip Okaner’in Saint Joseph ile ilgisi yoktur. (Okaner’in 1952’de Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektup düşünüldüğünde bu ayrıntı daha da önemli hale gelmektedir. Bugün Dağlaroğlu Ailesi’nde bulunan mektubun deşifre edilmesi konunun açıklığa kavuşması için önemlidir) Dolayısıyla Fenerbahçe’nin, kurulduğu semtin bu en büyük okulu ile inkar edilemez bir bağı vardır. Kulübün kuruluşundan kısa bir süre geçtikten sonra başlayan Meşrutiyet dönemi ve devamında İttihat ve Terakki rejiminin de etkisiyle zayıflatılmaya çalışılan bu bağ şüphesiz okulun Fransız misyonunu temsil etmesinden kaynaklanmaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinin En Önemli Noktası

    Meşrutiyet devrinin temellerini atan Jön Türkler’in başat aktörlerinden Mizancı Murat’ın yakın geçmişte verdiği tarih derslerinin etkisinin sürdüğü bir ortamda Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün altyapısını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır.

    Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir.

    1923 Tüzüğünde sıralanan kurucular listesi şüphesiz hatalıdır. Ancak ilk iki sırada yer alan Nurizade Ziya Bey ve Enver Bey isimleri bu hatalı sıralamanın içerisinde doğru yerleştirilmiş iki isimdir. Kulübün maddi ihtiyaçları, 1903 yılında Saint Joseph’den mezun olduktan sonra eğitimini İngiltere’de tamamlayıp yurda dönen Ziya Bey tarafından sağlanmış, Enver Hoca ise kulübe insan kaynağı bulmuş, öğrencilerini kulübe yönlendirmiştir. Ziya Bey’in gerek maddi gücü gerekse popüler bir kişi olması bu görev dağılımında etkili olmuştur. Kulübün kuruluşunda yer alan bu iki isim, tıpkı diğer kurucu Necip Okaner gibi kuruluştan 1 yıl sonra kulüp yönetiminden ayrılarak bir daha aktif  görev almamışlardır. Bu ayrılışlar ve kulübün girdiği bunalım, tamamlanacak olan çalışmamızın içerisinde detaylarıyla analiz edilecek konu başlıklarından biridir.

    Barış Kenaroğlu


    Fotoğraflar