Etiket: Mehmet Leblebi

  • 1924 Derbi Kavgası VIII

    1924 Derbi Kavgası VIII

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası VIII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    21 Ağustos 1924

    Galatasaray – Fenerbahçe İhtilafının Son Safhası

    Neticeyi nasıl olsa kazanacaklarına nazaran Galatasaraylılar bari (penaltı)yı bağışlamak suretiyle bir kibarlık göstermeli idiler.

    Galatasaray-Fenerbahçe ihtilafı hallolundu mu, mesele büsbütün kapandı mı, insan bu suale “Evet” demekte tereddüt eder. Fakat son dedikoduların Galatasaraylılar tarafından çekilen penaltı ile nasıl neticelendiğini dünkü nüshamızda yazdık. Verilen karar hakkında Salı günü Taksim Stadyumu’nda son dakikaya kadar münakaşalar devam etmiş olmakla beraber nihayet Fenerbahçe takımı müsabaka meydanına çıktığına nazaran gerek Futbol Federasyonu tarafından gerek hakem Mösyö Haçopulo tarafından verilen hükmü kabul etmiş demektir. Çünkü boş kaleye çekilecek (penaltı) cezası muvazeneyi Galatasaraylılar lehine tebdil edeceğine göre Fenerliler bu kadar muhakkak bir netice karşısında kararı kabul etmezler ve meydana da çıkmayınca hiç olmazsa hükmen mağlup olurlardı. Fener takımının Galatasaray’la en son karar dairesinde yarım dakikalık müsabakayı kabul etmesi ihtilafatın nazarı safahatı nihayet kapandığına delil addolunabilir.

    Fenerbahçe kararı kabul edip meydana çıkmakla şayan-ı takdir bir cesaret göstermiştir.

    Filhakika hemen herkes Fenerbahçe’yi pek aşikâr bir surette mağlubiyete mahkûm eden vaziyet karşısında takımın meydana çıkmayacağını tahmin ediyordu. Fenerliler Federasyonla hakemin müşterek kararına mutâvaat etmekle belki bir gün evvelki sözlerini nakzetmiş oldular fakat sporculuğa pek yakışan bir kibarlıkla temayüz ettiler.

    Buna karşı Galatasaray ne yapmalıydı?

    Mademki Federasyonla hakem müştereken kendilerine hak veriyordu ve mademki Fenerbahçe de bu hakkı tasdik ederek yarım dakikalık bir müsabakayı kabul ediyordu. Artık Galatasaraylılar için manen en büyük muzafferiyet tecelli etmiş oluyordu. O zaman yapılacak pek kibar bir hareket vardı:

    (Penaltı)yı dışarı atmak!..

    Nitekim evvelki gün Fenerbahçe’nin boş kalesine sayı yapmayı şerefsiz bir hareket telakki edenleri gördük. Hatta seyirciler arasında (tabii bunlar da Galatasaraylı değildi!..) “Yuha..” çekenler oldu. Vaka bu da haksızdı. Hasım niçin fazla bir âlîcenap göstermedi diye onu muvaheze etmek, tahkire kalkmak manasız olur. Fakat Galatasaraylılar sporun nizâmatını temsil eden federasyon nezdinde bir hak, hatta bir şeref kazanmışlardı. Boş kaleye (penaltı) çekmekle bu hak, bu şeref adeta biraz husufa uğrar gibi oldu. Hâlbuki bu hakkı büsbütün tecelli ettirmek, şerefi daha ziyade arttırmak ve nihayet rakibi mahcup etmek de pek kabildi: (Penaltı)yı bağışlamak, bu ne kibar bir hareket olacaktı. O zaman herkes Galatasaray’ı alkışlayacak ve rakipleri de başlarını eğerek susacaklardı.

    Galatasaraylılar bundan zararlı çıkmazlardı.

    Penaltı dışarı atılınca yarım dakika bitecek ve böylece müsavat tecelli ederek yeniden yarım saat oyun oynamak lazım gelecekti. Fenerbahçeliler meydana yedi kişilik bir heyetle çıkmışlardı. Kalecileri, Zeki’leri yoktu. Zeki derhal soyunup oyuna girse bile Galatasaraylılar hem adetçe faik olacaklar, hem de maneviyat itibariyle hâkim vaziyete yükseleceklerdi. O zamana kadar itidallerini kaybetmekle meyus olan Fenerbahçe ise Galatasaray’ın bu alicenabı karşısında şaşıracak ve heyecana düşecekti. On kişilik bir Galatasaray takımı tabii yedi kişilik rakibine galip gelirdi. Vaziyetteki bu müsaadeye, kendi lehlerine olan bütün şeraite rağmen galip gelmezlerse demek ki buna liyakatleri yoktu. Bu liyakati hasmın gözüne sokarcasına ispat etmek için dediğimiz gibi şerefli bir hareket lazımdı. Galatasaraylılar mağlup bile olsaydı, şereflerinden bir şey kaybetmeyeceklerdi. Çünkü rakiplerine bir sayı bağışlamış oluyorlardı.

    Kendileri ne diyor?

    Bunu Galatasaraylılara da sorduk. Verdikleri cevap şu oldu: “Fenerbahçe buna layık değildir. Böyle bir ders onlar için lazımdı.”

    Gelelim müsabaka hakkında düşündüklerimize

    İlk karşılaşmanın arz ettiği çirkin safahatı evvelce de uzun uzadıya yazdık. O hadise bin defa tekrara layık olacak kadar çirkin olmakla beraber görüyoruz ki ne kadar söylense hafız bildiğini okuyor. Yalnız oyunun sanat ve fen itibariyle kazanacağı numara sıfırdır. İstanbul şampiyonluğuna namzet iki kulüpten terbiyevi ve manevi meziyetlerden başka bir de sanat ve maharet beklemek hakkımızdı. Halbuki oyun muydu o?.. Neticede beş gol atılmış oldu. Bunun dördü (penaltı)dan yapıldı; doğrusu alkışlanacak maharet!.. Hele Fenerbahçe’nin ahenginden, muhacim hattındaki tesanütten emin olanların iddiasına göre tıkır tıkır dört beş sayı yapmak lazımdı; hani ya?..

    Mağlup bile olsalar Galatasaray kalesinin önünde bu ahengi ispat etmeli, sanat itibariyle alkışlanacak bir iki sayı yapmalı idiler. Yapılan iki gol de (penaltı)dan olduğuna nazaran Fenerbahçe’nin maruf mekanizması hiç işlemedi demektir. Zaten Fenerbahçe’den beklenen pek bariz bir galebe idi. Bire karşı iki, ikiye karşı üç gibi neticelerle kazanılacak galibiyet bile onların iddiasını haksız çıkarabilirdi. Onlar sanatın, kuvvete galebesini ispat için sıfıra üç, bire dört, beş gibi muvaffakiyetlere muhtaçtılar. Dünkü (penaltı) sahnesi olmazsa da netice iki müsabakadaki safahattan ibaret bile kalsa faikıyetin Galatasaraylılara tevcih ettiğini kabul etmek icap eder.

    Bizi bu hadise esnasında Galatasaray’a taraftar zannedenler oldu. Bu meydanda evvela nezahet ve sonra maharet ve sanattan başka bir gayemiz olmadığını ispat etmesi icap eden son mütalaalarımız Galatasaraylıları da gücendirirse aramızda sporun manası sade hissiyata mağlubiyetten ibaret demektir. (K.R.)

    Fenerbahçelilerin Müracaatı

    Fenerliler, Galatasaray-Fener müsabakasının “Ankara”da tekrar icrasını istiyorlar.

    Fenerbahçe kulübü, müessif birtakım hadisatı müteakip Galatasaray kulübüne mağlup olmuş bir vaziyete girdikten sonra, dün İsmet Paşa hazretleriyle Maarif Vekili Vasıf Bey’e uzun bir telgrafname çekmiştir. Bu telgrafnamede, Fenerbahçe’nin mağlubiyetine sebep olan “penaltı” cezasının Galatasaray kulübü murahhasının nizamnameyi keyfi bir surette tefsirinden çıktığı, İstanbul Futbol Birliği’nin nizamnameye mugayir bir surette hakemin kararını “penaltı” cezasına tahvil ettiği, futbol heyetinin de yanlış karar verdiği, bu meselelerde, aynı zamanda Beşiktaş kulübü reisi olan ve nisf-ı nihai müsabakasında kulübünün daha zayıf bir kulüple çarpışarak şampiyon çıkmasını isteyen Futbol Heyeti Reisi Şerafettin Bey’in de tesiri bulunduğu, kararlarını mütemadiyen değiştiren bir hakemin oyunu baştanbaşa iyi idare ettiğinin düşünülemeyeceği kaydedilmektedir. Telgrafname şu cümlelerle hitam bulmaktadır:

    “Olimpiyatlara iştirak eden Türkiye milli takımına yedi oyuncu veren Avrupa’daki futbol galibiyetlerimizi temin eden kulübümüz takımının elinden hakkı olan şampiyonluk zor ile ve entrikalarla alınmak istenmektedir. Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı idare eden ve kulüpçülük zihniyetini maalesef memleket sporuna hizmet maksad-ı ulvisine feda edemeyen kimselerin ızâa etmek istedikleri hukukumuzu muhafaza etmek için müdahalede bulunmanızı ve Galatasaray ile aramızdaki bu maçı merkez-i hükümetimiz olan Ankara’da Reisicumhur hazretleriyle Başvekil Paşa hazretlerinin ve zevat-ı devletlerinin huzurlarında şerefle ve muvaffakiyetle tekrara amade olduğumuzu ve genç Türkiye cumhuriyetinin bihakkın şampiyonu olmaya namzet bulunan kulübümüzün hukuku zayie uğramamak ve hakkı tezahür ettirmek için bu maçın icrası esbabının istikmali zımnında evvel-i emr-i lazımenin taraf-ı devletinizden îtâ buyurulmasını rica ve istirham…”

    22 Ağustos 1924

    Futbol

    Galatasaray – Beşiktaş bugün çarpışıyor.

    Galatasaray – Beşiktaş kulüpleri arasında bugün Taksim Stadyumu’nda saat altı buçukta İstanbul futbol birinciliği son müsabakası icra olunacak ve galip gelen İstanbul şampiyonu unvanını ihraz etmiş olacaktır.

    Dün akşam geç vakit Ziya Bey’in riyaseti altında toplanan Futbol Heyet-i Müttehidesi futbol birliği müsabakalarının devamına ve Galatasaray-Fenerbahçe ihtilafının da müsabakalar hitamından sonra halline karar vermiştir.

    23 Ağustos 1924

    Beşiktaş İstanbul Şampiyonu Oldu.

    Dün akşamüzeri Taksim Stadyumu’nda yapılan müsabakada Galatasaraylılar, sıfıra karşı iki sayı ile Beşiktaş takımına mağlup oldular.

    Fenerbahçe – Galatasaray ihtilafı futbol meydanında kapanıp masa başına havale olunduktan sonra İstanbul birinciliği (finalist)i olmak üzere dün Beşiktaş ve Galatasaray kulüpleri karşılaştı. Galatasaraylılardan Leblebi Mehmet, Fenerbahçe hadisesinde aldığı yaradan dolayı bugün oynayamayacak bir halde idi ve takım Ulvi, Ali, Kerim, Nihat, Hayri, Mehmet (A), Necip, Mithat, Muslih ve Edip Beylerden teşkil edilmişti. Buna mukabil Beşiktaş takımı hemen hemen son müsabakada gördüğümüz şeklini muhafaza ediyordu: Kaleci Sadrettin, Müdafaa: Tevfik, Refik, Yardımcı: Bahattin, Cavit, Şahap, Akıncı: Nafi, Abdi, Edip, Hasan, Saadet Beylerdi.

    Oyun sıfıra karşı iki sayı yapan Beşiktaşlıların galebesi ile neticelendi. Spor muharririmizin dünkü müsabakaya dair mütalaasını yarın neşredeceğiz.

    İstanbul’un bir köşesinde himayesiz kendi kendilerine çalışan bu gençler nihayetsiz tebriklere layıktırlar.

    (DEVAM EDECEK)

  • 1924 Derbi Kavgası VII

    1924 Derbi Kavgası VII

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası VII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    17 Ağustos 1924

    Fenerbahçe – Galatasaray Müsabakasının Tafsilatı

    Müsabaka değil, bu bir kıyamet, bir afettir! – Cezalar, fauller, penaltılar günü.. – Dövüşenler, sövüşenler, bayılanlar ve nihayet mahalli zabıta tarafından müsabakanın tatili.

    İstanbul birinciliğinin hangi kulübe nasip olacağına dair hafta ortasında yaptığımız tahminler bu müsabakaların, hararetini, şiddetini göz önüne getirmek hususunda meğer ne kadar zayıf kalacakmış!..

    Bu tahminleri ve hele Galatasaraylı gençlerin kulüpçülük imanını biraz da latife ile karışık, tasvir için yazılan satırları çok görenler de oldu. Fakat son Galatasaray – Fener müsabakasını seyrettikten sonra bu zevat acaba ne düşündüler? Hele Galatasaraylılarda ancak bir kulüp muhabbeti şeklinde tecelli eden bu aşkın bir gazete tarafından tespit edilen nevini onlar acaba hangi tarafta buldular?

    Şimdiye kadar oyun tarzına ahenk ve nezaketten başka bir şey izafe edilmeyen tarafın bu hususta biçare Galatasaraylılardan çok ileri gittiğine hiç olmazsa hayret etmediler mi?

    Saat beşe doğru Süleymaniye-Beşiktaş müsabakası başladı. Etrafta kesif bir kalabalık vardı. Tıpkı ecnebilerle yapılan müsabakalardaki gibi.

    Beşiktaşlılar Sadri, Tevfik, Refik, Cavit, Şahap, Kemal, Nafi, Abdi, Baha, Edip ve Saadet Beylerden, Süleymaniyeliler de Hamid, Ahmet, Mazlum, Saim, Hüsnü, Selahattin, Niyazi, Avni, Şükrü, Latif ve Kemal Beylerden mürekkepti.

    İlk dakikalarda Süleymaniye faik göründü. Beşiktaşlılar uzun müddet bir derli topluluk gösteremiyorlardı. Birinci sayı Süleymaniye lehine kaydedildi. Kaleci Sadri iki defa topu tuttuktan sonra üçüncüde kaçırmıştı. Bundan sonra beyaz-siyah formada büyük bir gayret tutuştu. O zamana kadar fevkaladeliği görülmeyen Refik şiirlerine başladı. Oyun açıldı. Şahap topu sürerek Süleymaniye kalesine kadar sokulduğu halde atamadı. Yine böyle bir akın Süleymaniyeliler tarafından hatalı surette tevkif edildiği için (penaltı) cezası verildi. Refik’in topa vuruşu görülecek şeydi. Antrenör İstanbul’a geldi geleli, aylardan beri, o en güzide diye ismi çıkan futbolculara (penaltı) nasıl atılacağını öğretmeye çalışıyor. Dün Refik’in çektiği (penaltı)yı gördükten sonra şimdiye kadarki emeklerine acımış olsa gerektir.

    İkinci haftaymda hâkimiyet Beşiktaşlılara geçmişti. Refik açılmış, müdafaada emsalsiz bir kudret gösteriyor, Nafi sağdan, Saadet soldan mükemmel akınlarla rakip kaleyi tehdit ediyorlardı. Süleymaniye müdafaası dün beklediğimiz kudreti gösteremedi. Denilebilir ki bütün ağırlığı Hamit Bey yüklenmişti. Beşiktaşlılar bundan sonra iki sayı daha yaptılar ve kazandıkları galibiyet ile birincilik müsabakalarının son devresine kalmış oldular. Müsabaka heyet-i umumiyesi itibariyle çok kibar cereyan etti. Bazı şedit safahatını görenler bu iki kulübe kırıcılık atfettiler. Fakat bundan sonra o güzide kulüplerin arasında kopan kıyamete acaba ne isim verdiler?

    Galatasaray – Fenerbahçe Afeti

    Bu hakikaten bir fırtına, bir kasırga ve nihayet bütün meydanı altüst eden bir afetti. Galatasaraylılar önde Nihat, meydana çıktıkları zaman takımın Ulvi, Ali, Mehmet (A), Kemal, Hayri, Mehmet (L), Edip, Fehmi, Mithat, Muslih Beylerden teşekkül ettiği anlaşıldı. Sarı-Lacivert formayı da bermutat Şekip, Cafer, Kadri, Ragıp, İsmet, Fahir, Sabih, Alaaddin, Zeki, Ömer, Bedri Beyler taşıyordu. Oyun uzun müddet pek zevksiz, pek renksizdi. Herkes topa çat çut vuruyor, etraftan seyredenler her vuruşta manasız yaygaralarla ortalığı tutuşturuyordu. Bu futbol değil, oynayanların da seyredenlerin de sinirlerini bozan, gözleri büyüleyen bir kasırga idi.

    Galatasaray’ın her zamanki harareti, hararetli imanı vardı. Fakat hücum hattının teşkilinde çok azim hata işlenmişti. Fehmi Bey topa vurmasını beceremedikten başka manasız markalarla kendi arkadaşlarını yoruyor, hücumlarını rakip tarafa tevcih ettiği zaman da kendi zararlı çıkıyordu. Artık ihtiyar diye seyirciler arasına karışan Necip, keşke olsaydı, Fehmi Bey’in kaçırdığı fırsatlardan ne güzel istifade edebilirdi.

    Fenerbahçe müdafaası çok çalışıyordu. Hatta insanın bir kere ismi çıkmasın derler ya, şiddet hususunda Galatasaraylıları kat kat geçtiler. Dillerde dolaşan ahenk ve tesanütten ise iz görünmedi. Nitekim Fenerbahçe hesabına kaydedilen iki sayı takımın ruhunu teşkil eden kombinezondan ve o kombinezonun ruhu olan oyuncuların maharetinden kazanılmadı: İkisi de (penaltı)dan yapıldı.

    Top böyle zevkten, sanattan mahrum bir sarsaklıkla iki kalenin ortasında dolaşırken Galatasaray aleyhine ilk ceza verildi.

    İnsan Ulvi’ye acıyacak gibi oluyordu. Birinci takımda, ilk defa olarak iştirak ettiği mühim bir maçta birinci sayı olmak üzere (penaltı)ya mahkum olmak, ne garip bir tecelli!..

    Ceza vuruşu yerden sürünerek yuvarlandı ve Galatasaraylı kalecinin uzanan ayağının arasından geçti. Alkışlar, fırlayan fesler, kalpaklar, mutat gürültüler, her zamanki kıyamet…

    İlk sayıya mahkûm olan tarafın inkisara uğrayacağı tahmin edilebilirdi. Galatasaraylılarda bilakis böyle bir inkisar yerine mütezayit bir gayret görüldü. Fenerliler ise hiç olmazsa şiddet hususunda rakiplerini geri bırakmak istiyorlardı. Nitekim Galatasaraylılardan daha genç ve daha çelimsiz birkaç oyuncu bu kırıcı tabiyeye kurban oldular. Hele bir aralık Leblebi Mehmet’e Fenerli müdafilerden biri çelme taktığı zaman bu on yedi yaşındaki çocuk kendi süratine inzimam eden çelmenin şiddetinden üç beş adım ileri fırlayarak yüzükoyun yere düştü. Ve öylece bayıldı. İnsan bu sahneyi gördüğü zaman yapılan şey kasapları kıskandıracak bir boğazlaşma mı, yoksa iki Türk kulübü arasında bir müsabaka mı nedir bir türlü kestiremez. Hatta karşıki kulüp bir Yunan, bir Bulgar takımı bile olsa siyasi ve milli adâvetlerin spor sahasına kadar dökülmesi mi lazım gelir? Ya rabbi, Fener ve Galatasaray arasındaki bu rekabet, bazen ne feci bir husumet rengine bürünüyor!.. Hele şurası şayan-ı dikkattir ki dün futbol meydanında toplaşıp bağıran, çırpınan, sövüp sayan ve nihayet ani bir feveranla ortaya fırlayarak birbirlerini hiç de tanımadıkları halde dövüşen, boğazlaşan bu binlerle ahalinin gösterdiği heyecan, asabiyet, şiddet, acaba başka hiçbir sahada görülmüş müdür? Hayır, bu kadarı hiç de kibar ve makul bir şey değil.

    Biz de spor aşkına, sporcu aşkına iman edenlerdeniz. Fakat mesela (boks)a vahşet diyenler dün eline bir (usturpa) alıp ortaya fırlayan, hiç tanımadığı insanlar arasında önüne gelenlere yumruk savuran kahramanlara acaba ne isim verecekler?

    Benim gibi on altı senedir spor sevgisini birçok hislerin üstünde tutanların ekseriyeti de dünkü futbol maçını gördükten sonra, eminim, meşin toptan ve ızgaralı ayakkabıdan iğrenmişlerdir!..

    Galatasaraylılar ilk golü yaptıkları zaman aynı heyecan, aynı kıyamet mukabil tarafta da koptu. Ondan sonra oyuncularda çarpışma, seyredenlerde kaynaşma azami bir şiddet kesbetti. Hakemin ihtarları verdiği (faul) cezaları hep neticesiz kalıyordu. Cafer Bey’i bir aralık bu hatalar yüzünden oyundan çıkarmaya bile mecbur oldu. Fakat kasırga olanca şiddetiyle görülüyordu. Galatasaraylılar arkasından ikinci sayıyı (penaltı)dan yaptılar. Fener akınlarının pek sönük ilerleyişine nazaran Galatasaray’ın galebesi artık muhakkak gibiydi. Nitekim kurulan hesaplara göre o maruf ahenk ve tesanütten şimdiye kadar üç dört sayının doğması lazımdı. Oyunun neticesine ancak beş on dakika kalmıştı. Galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu daha verdiler. Zavallı Haçopulo, biraz evvel Süleymaniye-Beşiktaş maçını da idare ettiği için üç saattir koşmaktan, etrafta tepinenlere meram anlatmaktan bitmiş tükenmişti. Bu, genç hakemler arasında hiç şüphe yok ki vukufu ve bitarafiyesi ile birinciliği kazanabilir. Fakat üst üste iki müsabakayı, hele böyle dünküler gibi idare etmek kabil mi?

    Artık ahali meydana kadar taşmıştı. Penaltı çekmek için bile yer kalmamıştı. Boyunlarında siyah-beyaz renkli (fular) taşıyan izci kıyafetli bazı gençler güya inzibatı temin bahanesiyle otaya çıkmışlar, seyircilerin sırasını, çizgisini kendileri bozdukları gibi bu (penaltı) gürültüsü esnasında ilk kavgayı da onlar çıkarmışlardı. Bunların oymak beyi yok muydu, böyle karışıklığa göz yuman kimlerdi, anlayamadık. İzciler intizam ve sükunet için numune olacak!..

    İkinci gol de Fener hesabına kaydedilince meydanda büsbütün çılgınlık havası esti. Karanlık çökmüştü. Topun peşinde rengârenk kıyafetli adamlar koşuşuyordu. Etrafta bir tepinme, bir feryat, bir kıyamet ki…

    Galatasaray sol açığı Muslih topu sürüp Fener kalesine yaklaştı. Şekip Bey, mutat cesareti, her zamanki mahareti ile topu kurtardı. Fakat arkasından Muslih Bey’e bir de tekme hediye etti. Edip Bey araya girdiği zaman bir tokat da onun hissesine isabet etmişti. Fener’in o sessiz, sade kendi vazifesini düşünen, serinkanlı kalecisine ne olmuştu?

    İşte bu kargaşanın en feci sahifesi bu dakikalarda canlandı. Ortada zavallı Haçopulo, oyunculara mı, seyircilere mi dert anlatacağını şaşırmış, ne yapacağını (Hunter)a soruyordu.

    Hunter İngiltere’de olsa (Şekip)i çıkardıktan sonra müsabakaya devam edileceğini söylüyordu. Antrenör biri Galatasaraylı diğeri Fenerli iki maruf zevatın yanında bundan evvel Fenerbahçe lehine verilen (penaltı) cezasından evvel de (ofsayd) olduğunu söylerken yanına bir gazetecinin yaklaştığını görünce bitaraf bir vaziyet almak mecburiyetini hissetmiş ve kendisi yan hakemi olduğu için meydanın yalnız mukabil cephesine bakmakla mükellef olduğunu, Galatasaray kalesinin önüne bakmanın diğer yan hakemine ait bulunduğunu ilave eylemiştir.

    Meydana koşuşan, öbek öbek birer köşeye mesela bir oyuncunun yahut hakemin yahut da antrenörün etrafına toplanan kalabalık akşamın loşluğunda yavaş yavaş silinen bir gölge oluyordu. Polisler, jandarmalar bu pür heyecan kitleyi tashihe çalışıyordu. Nihayet o mıntıkanın zabıtası oyunun tatilini emretmiş. Halk dalgalana dalgalana kapılardan çıkarken o gittikçe koyulaşan boşluğun ortasında hala bağıran, tepinen gölgeler de vardı. (Kemal Ragıp)

    * * * * *

    Müsabaka akşamı alakadar zevat toplandıkları zaman yarım dakikalık bir karşılaşma için futbol mıntıka reisi tarafından dermeyan edilen fikir kabul edilmiş ise de bilahare sarf-ı nazar edilmiştir. Bugün saat altıda mıntıkada içtima edilerek kati karar ittihaz olunacaktır.

    Galip ve Mağlup Kulüpler Davet Ediliyor

    İstanbul Mıntıkası Futbol Birliği Riyaseti’nden: 15 Ağustos Cuma günü neticesi alınamayan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasının yevm-i icrasını tespit ve nihai müsabakanın icrasına ait ittihaz-ı muharrerat eylemek üzere mıntıka birliğini terkip ve teşkil eyleyen bilumum galip ve mağlup kulüpler murahhaslarının bugün saat altıda Eminönü Rıhtım Hanı’ndaki mıntıka merkezinde behemehâl gelmeleri tebliğ olunur.

    18 Ağustos 1924

    Son Hadiseden Fenerbahçe Haksız Çıktı.

    İstanbul mıntıka futbol birliğinin dünkü kararı.

    Cuma günkü Fenerbahçe-Galatasaray müsabakasından mütevellit vaziyet hakkında ittihaz-ı mukarrerat etmek üzere İstanbul mıntıka futbol birliği dün reis Şerafettin Bey’in riyaseti altında içtima etmiştir.

    Mıntıka birliği, Fenerbahçe kalecisi Şekip Bey’in Galatasaraylı Muslih Bey’e karşı yapmış olduğu hareketin bir (penaltı) cezasını istilzam ettiğine ve mumaileyh Şekip Bey’in sahadan ihracına karar vermiştir. Birlik aynı zamanda aynı eşhasla oyun oynanmasına, bu müsabakanın bu defa natamam kalan müsabakanın mütemmimi olarak yarım dakika devam etmesine ve bu müddet zarfında tarafeyn sayı yapmadıkları takdirde müsabakanın birer çeyreklik iki devre zarfında ikmaline karar vermiştir. Müsabaka Salı günü saat altıda Taksim Stadyumu’nda icra edilecektir.

    Haber aldığımıza göre Fenerbahçe kulübü mıntıka birliğinin kararını kabul etmemiş ve Futbol Heyet-i Müttehidesi nezdinde istinaf etmiştir. Futbol Heyet-i Müttehidesi bugün saat on ikide içtima ederek bu kararı istinaf edecektir. Heyet kararı tasvip ettiği ve Fenerbahçe kulübü Salı günü müsabakaya iştirak etmediği takdirde Galatasaray kulübü galip addedilecektir.

    Bu takdirde nihai müsabaka Cuma günü Galatasaray ve Beşiktaş kulüpleri arasında yapılacaktır.

    20 Ağustos 1924

    Dün Galatasaray Galip Geldi.

    Galatasaray futbol takımı dün Fenerbahçe kalesine (penaltı) çekmek suretiyle üçüncü sayıyı da kazanmış ve bu suretle uzun uzun dedikodulara sebep olan müsabaka Galatasaray’ın galebesiyle neticelenmiştir.

    Maçtan çok evvel başlayan Galatasaray-Fenerbahçe dedikodusu (tabii ki tahmin ettiğimiz gibi) maçtan çok sonra da devam etti ve bu seferi hemen hemen emsalsiz bir hadise oldu. Müsabakanın hemen o akşamı bir heyet tarafından alelacele verilen karar ertesi günü içtima eden futbol federasyonu İstanbul mıntıkası tarafından tadil edilerek Fenerbahçe kalecisinin oyundan ihracıyla (penaltı) çekilmesine hükmedilmişti. Sonra Fenerbahçe kulübü bir itiraz mektubu ile müracaat ederek kendi nokta-i nazarı kabul olunmadığı takdirde federasyondan çekileceğini ileri sürüyor ve bunu gazetelerden biriyle de ilan ediyordu. O akşam federasyon heyeti yeniden içtima ederek hakem Mösyö “Haçopulo”nun raporunu tetkik etti. O gün verilen yeni karar ertesi günü öğleden sonra intişar eden bir gazetede Fenerbahçe nokta-i nazarının kabul edildiğini iddia ediyor ve “Maç o günden beri hala devam ediyor…” diye ortaya çıkarılan yeni şekle Galatasaraylıların bir türlü akıl erdiremediğini kaydediyordu. Bu hadisenin akıl erdirilemeyecek birçok safahatı olduğu cihetle Taksim Stadyumu’nda dünkü yeni müsabaka için toplanan meraklılar son dakikaya kadar ipham içinde kaldılar. Ne oldu, ne olacak sualleri son dakikaya kadar herkesin ağzından düşmedi. Penaltı çekilecek, hayır çekilmeyecek, sade hakem atışı ile iktifa edilecek deniliyordu. Hâlbuki son içtimada ittihaz edilen karar şu şekilde idi:

    “Duçar-ı inkıta olan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakasına Salı günü saat altı buçukta Taksim Stadyumu’nda devam edilecektir. Hakemin kararı ve tensibi veçhile Fenerbahçe kalecisi Şekip hâric-i müsabaka olarak bir hakem atışı veya suver-i muhtelife ile aynı eşhas ve aynı hakem tarafından yarım dakika mühletle müsabaka icrası ve müsabaka yine hitam bulmazsa yeniden para atılmak ve beher kısım birer çeyrek saat olmak üzere iki kısımlık bir müsabakanın yapılması takarrür etmiştir. Bu hususta tarafeyn kaptanları hakemle temas eylemek üzere saat beşte toplanacaklardır.”

    Hâlbuki hakem Mösyö Haçopulo o günkü hatanın (penaltı) cezasını istilzam eylemesi noktasında zühul eylediği ve şimdi bütün talimatnameleri ve bilhassa Fransızca nizamnamelerini tetkik neticesinde bu hadisenin (penaltı) ile cezalandırılması icap edeceğini söylemiş ve tarafeyn mezkûr mevadı tetkik etmişlerdir. Bundan sonra Fenerbahçe’nin itirazları tekrar başlamış ve uzun uzun münakaşa zeminleri çıkmıştır. Saat altıyı geçiyordu, Galatasaraylılar meydana çıktılar. Takım son müsabakadaki oyunculardan mürekkep olmakla beraber Fehmi Bey Edirne’ye gittiği için on kişiyle oyuna devam edilecekti. Fakat Fenerbahçe hala ortada görünmüyordu. Münakaşalar devam ediyormuş. Saat yediyi geçtiği halde ortada sade Galatasaray vardı. Hani on dakika geciken tarafın mağlubiyeti ilan edilecekti?

    Nihayet (Haçopulo) da ortaya çıktı ve futbol meydanının top konulan noktasına gelince düdük çalarak Fenerbahçe’yi sahaya davet etti. Birinci düdükten sonra gözler kapıya çevrildi. Fenerbahçe takımı hala görünmüyordu. O aralık Zeki Bey bir arkadaşıyla beraber kapıdan girdi. Soyunmamıştı. İkinci düdük de duyuldu. Üçüncüde seremoni yapılacaktı. Fakat tahminler birdenbire boşa çıktı, önde Alaaddin… İşte Fenerliler…

    Fakat sarı-lacivert fanila sade yedi kişinin sırtında. Zeki Bey hala soyunmamış. Meydanda Ömer, Sabih, Bedri, Cafer, Kadri, Alaaddin, Ragıp Beyler var. Geçen haftaki kalenin önüne takımlar toplandı. Top (penaltı) çizgisine kondu. Seyirciler helecan içinde dış kapılarda içeri taşmak için kaynayan bir kalabalık var. Stadyum idaresi tarafından getirilen tulumbalar geçen seferki gibi hadisenin vukuunda taşkınlığı teskin için su atmaya hazırlanmış.

    Nihayet hakem düdüğü öttü. Boş Fenerbahçe kalesine (penaltı) çekmek şerefi yine Mithat Bey’e teveccüh ediyordu. Fenerliler kalenin önünde neticeyi seyrediyorlardı. Top düdükten bir saniye sonra Fenerbahçe kalesinin ağlarına çarptı. Ve böylece ikiye karşı üç sayı yapan Galatasaraylılar, İstanbul birinciliğinde Beşiktaş’la karşı karşıya kalan son rakip olmuş oluyordu.

    Müsabakadan sonra seyircilerin mühim bir kısmı, stadyum idaresi tarafından alınan duhuliyenin çokluğundan ve kendilerinin iğfal edildiğinden bahsederek beş kişilik bir heyet halinde Taksim merkezine müracaat etmişler ve kendilerinden alınan duhuliyenin Hilal-i Ahmer’e terkini talep etmişlerdir. Polis merkezince tahkikat yapılmaktadır. Heyet bu babda Hilal-i Ahmer’e de müracaat etmiştir.

    (DEVAM EDECEK)

  • 1924 Derbi Kavgası V

    1924 Derbi Kavgası V

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası V

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    13 Ağustos 1924

    Galatasaray’la Fenerbahçe Cuma günü karşılaşıyor.

    İki kulüp arasındaki rekabet – Galatasaray’ın ateşi neden doğar? – Bu müsabaka değil, futbol kasırgası!

    İstanbul birinciliği için bu iki kulüp yine karşı karşıya gelecek deyince insan, farkında olmadan bir heyecana düşüyor.

    Galatasaray-Fener rekabeti bizde hemen hemen futbol tarihi ile beraber doğmuştur. Her zaman müsabakadan haftalarca evvel dedikodular, bahisler, iddialar başlar ve müsabakadan sonra da yine aylarca yaşar. İki kulüp arasında öyle çarpışmalar hatırlıyoruz ki üzerinden seneler geçtiği halde hatırası hala canlıdır.

    Yapılan müsabakalar ekseriya bütün hesapları şaşırtır ve diyebiliriz ki çarpışan şey müdafaası, hücum hututu muayyen kaidelere, kanunda merbut birer futbol mekanizması değildir de sadece bütün kuvvetlerini maneviyatlarından toplayan birer heyettir. Çok defa gördük ki Galatasaraylılar pek genç oyuncularla adeta ikinci takım halinde ortaya çıkmışlar fakat yüreklerde kaynayıp bütün hesapları alt üst eden bir kuvvetle Fenerbahçe’nin o saat gibi işleyen ahengini dağıtıvermişlerdir. Bu noktadan bakınca Galatasaraylılar kulüpçülük imanı ile bütün diğer heyetler arasında temayüz ederler. Kulüplerine bu kadar merbut insanlar pek nadiren bir araya toplanabilir. Hele arkalarında bir mektep, bir gençlik membaı var ki her an sarı-kırmızı bir ateşle tutuşuyor. Galatasaray’ın mağlup olduğu günler hüngür hüngür ağlayan sekizer, onar yaşında kulüpçüleri hep görmüşsünüzdür.

    Mektepte teneffüs saatlerinde, yemek zamanlarında her boş ve serbest saniyede o gençler arasına sokulunuz, işiteceğiniz şey sadece kulüp bahisleri, müsabaka iddialarıdır ve ekseriya bu dedikodular Fener’le Galatasaray arasındaki ezeli rekabetin etrafında toplanır. Zeki, Nihat’ı geçebilir mi? Ali, Bedri’yi tutamaz mı? Cafer, [Leblebi]nin karşısında şaşırmayacak mı?

    O mini mini zekâlar hep bunun üstünde işler, Nihat o kalplerde kuvvet ve cesaretin abidesi gibi yaşar; ismi arslandır. Necip’i sevmeyen yoktur; artık futbol meydanında ihtiyarlamış olmasına rağmen hala şahin diye anılır. Mehmet’e Türklerin en iyi sağ açığı diye iman etmişlerdir; duydukları muhabbeti leblebi unvanının vererek izhar ederler. (Ali)nin yenilmez müdafaasına nispetle kendisine pek de hoşa gitmeyecek lûgat takanlar vardır.

    Futbol meydanında en canlı ne işitiyorsanız membaı Galatasaray’dır. Zamanına göre [Top yok, adam var] diye destur icat ederler. Sırası gelince on sekiz elif miktarı med ile [ye!] diye teşci nidalarını yine onların arasından duyarsınız.

    Müsabakalardan sonra Galatasaraylıları göğüslerindeki kurdeleye bakarak ayırmaya lüzum yok. Gözünüzü kapayınız, onları seslerinin kısıklığından da tanıyabilirsiniz. Bütün o bir buçuk iki saat içinde “Dayan Galatasaray. Haydi, arslan” diye coşan, taşan feryatları herkesi heyecandan kızıl ile mor arasında bir renge boyamış, bütün hançereleri kanayacak kadar üzmüştür. Sonra onları ya mektebin salonunda yahut Beyoğlu’nda bir pastacının köşesinde toplanmış görürsünüz. O günkü zafer tesit edilirken yahut mağlubiyetin sebepleri münakaşa edilirken müsabakanın her sahnesi, her saniyesi tekrar yaşanır. Denilebilir ki Galatasaray ruhunun en bariz tecellisi bu toplanışlardadır.

    Maçlardan ziyade Galatasaraylıları meşgul eden, yoran şey, müsabakadan pek evvel başlayıp aylarla süregelen münakaşalar, mütalaalardır. Hiçbir tarihi hadise o mektepli sporcuların muhayyilesinde futbol menakıbı kadar canlı bir yer tutamaz. Bütün bu kulüpçülük ateşinin hedefi hemen sadece Fenerbahçe’dir. Mesela Altınordu İstanbul birinciliğini kazandığı uzun senelerde bile Galatasaraylılar için Fenerbahçe derecesinde rakip olamamıştır.

    Mahalle aralarında, altışar, sekizer yaşında çocukların oynadıkları top oyununa dikkat ediniz. Bir taraf Fenerbahçe, diğeri Galatasaray unvanını benimser, Ta böyle sokak aralarında başlayan taraftarlık, müsabaka günlerinde azami bir inkişafa mazhar olur ve sahada birbirine yumruk savuran oyunculardan ziyade tribünlerde, balkonda, seyirciler arasında her an patlamak için soluyan bir heyecana şahit olursunuz. Top hangi tarafın ayağına geçerse bu pür heyecan kitlenin arasından başka bir nida yükselir. Rakip kaleye doğru akan hücum dakikalarında bir feryad-ı şiddetle çınlayan teşcîler, böyle fırsatlar kayboldukça bir figan haline gelir.

    Gol!.. Topun kale ağlarından içeri girmesi böyle müsabakaların etrafını örüp çevreleyen binlerce seyirciyi adeta çıldırtır. O yerler alkış tufanı ile kaynar; fesler, kalpaklar havaya fırlar; birbirini öpenler, kalkıp oynayanlar görülür. Oyuncular arasında sayıyı yapan arkadaşın eli sıkılır; seyirciler arasından fırlayıp onu kucaklamak, omuzlamak için koşanlar olur. O binlerle ve binlerle futbol meraklısının bir kısmı böyle kaynar ve kaynaşırken bir kısmı da yapılan sayıya ofsayd gibi bir bahane arar yahut da “Hakem biraz evvelki hatayı göremedi de…” tarzında çatılacak bir yer bulur. Oyun bitip de son düdük çınlayınca o meydanda emsalsiz bir kasırga kopar.

    Birçok saatten beri galibiyet neşesi veyahut mağlubiyet acısı içinde yandıkları halde yine meydanın etrafındaki çerçeveyi kıramayan meraklıların her biri yayından fırlayan bir ok gibi oyuncuların üstüne üşüşür. O biçareler deminden beri duydukları heyecan, uğradıkları yorgunluk elvermemiş gibi şimdi de güya bu iltifat kıyametinin ortasında omuzdan omuza uçarlar. Ve bu yarı mest, yarı çılgın kalabalık daracık kapılardan birbirini ezip çiğneyerek taşar. Caddede tramvaylar durur, otomobiller bu kıyametin ortasında şaşalayıp homurdar. Gelip geçenler arasında spor ateşini kalbinde duymamış, bu aşkı tatmamış olanlar varsa birdenbire neye uğradığını anlamaz, oradan oraya kaçışırlar. İşte önümüzdeki Cuma, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında böyle bir fırtına daha kopacak.

    Yarın da iki takım arasında mukayeseler yaparak galip gelmek istimallerinin hangi tarafa mütemayil olduğunu tetkik edeceğiz. (K.R.)

    (DEVAM EDECEK)

  • Otomobil Niyazi

    Otomobil Niyazi

    Meşhur Bedri Gürsoy portrelerinden biriyle daha karşınızdayız… Eli kalemi maharetle tutan futbolcumuz, bu defa Otomobil Niyazi Sel’i yazmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaray birinci futbol takımında Leblebi Mehmet’ten sonra sağ açıkta Cici Necdet’i gördük.

    Fenerbahçe’deyse Sabih futbolu bırakınca sağ açıkta Niyazi oynamağa başladı.

    Seri bir açık olduğu için halk tarafından (Otomobil) ismi takılan bu beynelmilel değerli futbol yıldızımızdan gerek kulübünde, gerek muhtelit ve milli takımlarımızda gösterdiği yararlıklar saymakla bitmez.

    Daha Fenerbahçe üçüncü takımında oynarken hepimizin alaka ve takdirini kazanan Niyazi, günden güne gösterdiği ilerleme hamleleriyle memleketimizde çabuk sevilmiş ve tanınmıştır.

    Sol açıkta Fikret, sağ açıkta Niyazi Fenerbahçe birinci takımında senelerce birbirinden süratli birbirinden enerjik iki kıymetli futbol yıldızı olarak parlamışlardır.

    Niyazi ne yazık ki futbolu ani ve menhus bir sakatlanmadan sora vakitsiz olarak bırakmaya hem de pek genç yaşında bırakmaya mecbur olmuştur.

    Niyazi kulübünü ve futbolu çok sever. Bundan dolayıdır ki oyunu bıraktıktan sonra dahi bu çekici muhitten ve spordan uzaklaşamamış, kulübüyle geceli gündüzlü çalışarak ve futbolcu arkadaşlarını çalıştırarak kendisini teselli etmiş, avutmuştur.

    Niyazi’nin futboldaki terakkisi ve pek sevdiği babasının büyük yardımı olmuştur. Futbola son derece meraklı ve koyu Fenerbahçeli olan Niyazi’nin babası oğlunu her fırsatta teşvik etmiş ve onu yetiştirmiştir. Bunun için hakiki Fenerbahçeliler Niyazi’nin babasına karşı kulüpte daima derin bir hürmet ve muhabbet beslerler.

    Kısa bir boy, geniş omuzlar. Çevik ve canlı bir vücut. Kibar tavırlı, güzel ve sempatik bir yüz.

    Oyunu:

    Her şeyden evvel muhakkak ki Niyazi teknik bir oyuncudur. Futbolun inceliklerini kavramış, görüşleri tamdır. Niyazi’nin bir yarış otomobili hızıyla açığından akışları ve zamanında çok ustalıklı manevra ve virajlarıyla kaleye doğru çizdiği kavisleri seyretmek bir zevktir. Bu çevik oyuncumuzun en göze çarpan hususiyeti de buradadır. Kalenin önünde birdenbire beliriverir ve hiç umulmadık bir anda fırsattan istifade ederek gol çıkarır. Bu şekilde can alıcı ve galibiyet kazandıran pek çok goller atmıştır.

    Pasları, çalımları, deplasmanı, eşapeleri, kornerleri fevkaladedir.

    Atletik meziyetleri de mükemmeldir. İcabında gerilere müessir yardımlar yapar. Koşarken birden demarke arkadaşını bulan isabetli ortalayışları vardır.

    Sol ayağı ve kafa vuruşları zariftir. Niyazi çok değerli bir futbolcu olduğu kadar aynı zamanda da son derece temiz ahlaklı, nazik, kibar, samimi, mert; büyüklere hürmet, küçüklere şefkat göstermesini bilen nezih bir arkadaşımızdır..

    Spor terbiyesi ise örnek olacak bir kıymettedir.

    Bedri Gürsoy – 22 Şubat 1942 (Akşam Gazetesi)

  • Canlı Yapraklar – XXVII

    Canlı Yapraklar – XXVII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVII” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXVII

    Paris Olimpiyatları dönüşünde ilk Türkiye birincilikleri sebebiyle eleme usulüyle alelâcele 1924 senesi İstanbul futbol şampiyonluğu tertiplenmişti.

    15 Ağustos 1924 Cuma günü Fenerbahçe ve Galatasaray takımları arasındaki dömifinal maçının son dakikasında zuhur eden bir hâdise 2 kulüp arasında en uzun müddet yaşanmış bir münaferet yarattığı gibi Fenerbahçe ile teşkilât arasında da şiddetli bir ihtilâf doğurmuştu.

    Filhakika; maçın son saniyelerinde Fenerbahçe kalecisi Şekip ile Galatasaray muhacimleri Muslih ve Edip birbirleriyle tartaklaşmışlar, maç, halkın da müdahalesiyle hitama 30 saniye kala 2-2 yarım kalmıştı. Hakem Haçopulo’nun verdiği rapor, Fenerbahçe’ye muârız teşkilâtçılarca beğenilmemişti. Kalecisiz Fenerbahçe kalesine bir penaltı çektirilmesini mutazammın ve yarım dakikanın da bu suretle itmamını âmir ikinci bir rapor yazdırılmış ve tatbik de edilmişti.

    Bu şekilde haksız ve karakuşi bir rapor yazamayacağını bildiren hakeme, zamanın futbol heyeti reisince, vaki tehditlerin ve onu nihayet buna icbar edişin Fenerbahçe umumi kâtibi Ali Naci (Karacan) tarafından dinlenmiş ve zaptedilmiş bulunması fevkalâde bir tesadüf olduğu kadar futbol tarihimizin de cidden yüz kızartıcı bir hâtırasını teşkil eder. Hatta hakem Haçopulo: “Ben artık ne yüzle bu memlekette yaşarım!” demiş ve hâdiseden pek az sonra Yunanistan’a göç etmişti.

    İşte; bu şekilde pek ağır bir gadre uğramış ve zararını yıllarca çekmiş; Fenerbahçe kulübü teşkilâtla alâkasını kesmişti. İhtilâf, aylar geçtikçe büyüyor, müteakip senenin lig maçlarına katılmayan Fenerbahçe, bilmukabele, teşkilâtça boykotla cezalandırılıyordu. 1925 ilkbaharında durum bu halde iken Futbol Federasyonu Bulgar Milli Takımı ile 10 Nisan’da İstanbul’da bir maç için anlaştı. Fakat Fenerbahçelilerden mahrum olarak yapılan hazırlık maçları hiç kimseyi tatmin etmemekteydi.

    Bulgarlara karşı bir hezimetin muhakkak oluşunda herkesin ittifak ettiği bu sıralarda Fenerbahçe takımı İzmir’de bulunuyor ve memleket içindeki bu ilk turnesinde 5 maçta bire karşı (25) gol ve fevkalâde parlak oyunlarla eller üstünde taşınıyordu.

    Fenerbahçe’nin İzmir’deki büyük başarılarına karşı İstanbul’daki hazırlık maçlarının feci akıbetleri, yapılan şiddetli ve ithamkâr neşriyat nihayet teşkilât erkânının akıllarını başlarına getirdi. Daha önce yapılan altı milli maçta Ay-Yıldızlı takımın ceman 15 golünü kâmilen Fenerbahçelilerin yaptıkları, yine ihtilâf sıralarında zayıf ve acemi Rus Milli Takımına karşı 7nci maçta Fenerbahçesiz uğranılan 3-0’lık mağlubiyet de henüz unutulmamıştı.

    İşte, Fenerbahçesiz bir Millî Takım teşkili takdirinde uğranılacak mağlûbiyetin asla affolunamayacağı ve kulüpçülüğü milli duygulara feda eden mesullerin yakalarına milletçe behemehâl yapışılacağı şeklindeki çok ağır neşriyat ve göz önüne alınan tecrübeler Futbol Federasyonunu son dakikada boykotu kaldırmak ve Fenerbahçe kulübünü Milli Takım teşkiline davet etmek mecburiyetinde bırakmıştır.

    Filhakika, 8 Nisan sabahı Sirkeci garında İstanbullu Bulgarların coşkun tezahüratı arasında karşılanan çok iyi hazırlanmış Bulgar Milli Takımına karşı 10 Nisan 1925 Cuma günü Türk Milli Takımı sahaya çıkarken Taksim ufukları uğultular halinde inlemişti. Çünkü Ay-Yıldızlı kadroda Fenerbahçeliler de yer almıştılar. Hele İzmir’de sol dizinden sakatlanan ve pek oynayacak durumda olmayan takımın gol kıralı Zeki’nin de, yerine bir başkasının ikamesini ısrarla istemesine rağmen bu meyanda sahada görülmesi ümit ve sevinçleri kat kat arttırmıştı.

    Türk Milli Takımının bu sekizinci maçı İngiliz hakem müteveffa Allen tarafından idare edildi. Zeki’nin isabetli paslarıyla 25’inci dakikada Mehmet ve 62’nci dakikada da Sabih’in ikl golüne Bulgarlar merkez muhacimlerinin ayağından 70’nci dakikada bir golle mukabele ettiklerinden maç 2-1 kazanıldı.

    İşte, yukarıdaki resim birçok hususiyetler taşıyan 30 sene evvelki ilk Türkiye – Bulgaristan maçına başlanmadan bir iki dakika önce alınmıştır. Bu tarihi resimde Milli Takımımız zamanın Federasyon Reisi Yusuf Ziya (Öniş) ile bir arada görülüyor. 30 sene evvelki millî futbol kadromuzu tanımayanlar bugün muhakkak ki pek çoktur. Bu sebepten, tanıtmak her halde faydalı olur.

    Sağ baştan: Merkez muhacim Fenerbahçeli Zeki (Sporel), sol haf Altaylı Hamit, soliç Fenerbahçeli Sabih (Arca), Sağ haf Fenerbahçeli Dr. İsmet (Uluğ), sağ açık Galatasaraylı Mehmet (Leblebi), sol müdafi Galatasaraylı Ali, sağiç Fenerbahçeli Alâeddin (Baydar), solaçık Fenerbahçeli Dr. Bedri (Gürsoy), sağ müdafi Fenerbahçeli Kadri (Göktulga).

    Yerdekiler: Santrhaf Galatasaraylı Nihat (Bekdik), kaleci Altınordulu Nedim (Kaleci)dir.

    Sol baştaki kalpaklı zat Futbol Federasyonu Reisi Galatasaraylı Yusuf Ziya (Öniş) olup elinde bir iki dakika sonra Bulgarlara sunacağı kırmızı ipekten mâmul federasyon bayrağı görülüyor. Bayrağın üzerinde beyaz renkte şu yazı okunmaktadır:

    “Türkiye Futbol Heyeti Müttehidesi, 10 Nisan 1925.”

    (Heyeti müttehide) sözü o senelerde (Federasyon) mânasına kullanılırdı.

    (Gelecek resim ve yazı: Türkiye İdman Cemiyetleri ittifakı zamanında İstanbul mıntıkasındaki bir toplantıya aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 25 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Büyük Fikret Bölüm VII

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm VII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Yabancı Diyarlarda Top Oynama Teklifi

    Bulgaristan’ın Sofya kentinde yapılan Balkan Oyunları’ndan sonra Türkiye döndüğümüzde o zamanın İngiliz antrenörü Mister Pegnam beni yanına çağırarak, İngiltere’de top oynayıp oynamayacağımı sordu. Futbol tarzımın İngiltere için geçerli olduğunu söylüyordu. Kabul ettiğim takdirde profesyonel futbol hayatımda çok başarılı olacağımı ve maddi yönden hayli yüksek bir ücret alacağımı ima etti.

    Genç yaşta bu teklif cazip olabilirdi. Ancak geçim problemimi asla futbola bağlamak istemiyordum. Hemen reddettim.

    Daha sonra bir millî maçımıza hakem olarak gelen sonra da İtalya Federasyonuna Başkan veya üye olan Moro adlı bir futbol adamı da beni İtalya’ya götürmek istedi. Orada rahatlıkla oynayabileceğimi, daha da ileri giderek zamanın meşhur solaçıkları Bastin ve Osri kadar şöhret yapabileceğimi söyledi.

    Cevabım yine, “Hayır” oldu. Çünkü vatanımdan ayrılarak dilini bilmediğim bir ülkede garip kalmak istemiyordum. Bu durum futboluma muhakkak etki yapacak ve başarı kazanamayacaktım.

    Türkiye’den dış ülkelere dil bilmeden gidip başarı gösteren gencimiz yok gibidir. Ancak Türk olup futbol ve dillerini oralarda geliştirenler müstesna…

    Futbol hayatımın en başarılı devresi 1928-1939 yılları arasında. Bu devrede Avrupa Karması’na aday gösterilmem de bunun ispatıdır.

    İnançlarım

    Futbol hayatımda şimdi tasvip etmediğim batıl inançlarım vardı. Bunları üzerimden atana kadar çok mücadele ettim. Bu ise ancak yaşlandıktan ve aksi sabit olduktan sonra mümkün olabildi.

    Örneğin, kaptan olduktan sonra hakem tarafından yapılan kur’a atışlarına katılmak istemezdim. Karşı kaptanın kazandığını söyleyerek tercih yapmasını rica ederdim. Bir gün bunu fark eden bir kaptan arkadaşım, aynı benim yaptığım gibi yaptı, peşinen “Siz kazandınız” dedi. Ben de kendi teklifimin aynına olmaz diyemedim ve rüzgârla beraber olan kaleyi seçtim. Maçı kazandık. Böylece bu derdimden kurtulmuş oldum.

    Maça giderken yolda bir papaz veya cenaze görmek bana hiç yaramazdı, sanırdım. Allah’tan, kıyafet kanunu çıktı ve papazlar elbiselerini değiştirdiler, bu görüntüden kurtuldum. Fakat cenaze görmek çok uzun sürdü. İnanın maçlara gözüm kapalı giderdim. Çünkü kış günlerinde cenazeler maç saatlerinde kaldırılıyordu. Yöneticilik hayatımda da bir cenaze olayı vardır.

    Galatasaray’la Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı oynamak için Kızılcahamam’daki kamp yerinden Ankara’ya doğru yola çıkmıştık. Yanımda Cemil’in transferine adı karışan Sultan Demircan da vardı. Birden bir araba bizi solladı ve trafik sıkışınca önümüzde durdu. Bir de baktım arabanın bagajında bir tabut vardı. Sesim soluğum kesildi. Sultan ne sorsa, ne söylese cevap vermiyordum. O da bozuldu. Başladı önümüzde oturan çocukların çok sevdiği Bekir’e sataşmaya… Bekir eski güreşçi, Sultan kabadayı. İkisi de silahlı. “Eyvah…” dedim, “Cenaze hükmünü gösteriyor.” Neyse onları yatıştırdık. Maçı da aldık ve bu hoş olmayan itikadımdan kurtulmuş oldum. Ama uzun süre maçlara gözlerim kapalı gittiğimi unutamam.

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Unutamadığım Olaylar

    Macaristan’ın meşhur Ferençvaroş ekibi İstanbul’a gelecekti. O devrin Avrupa’da ün yapmış birçok futbolcusu ve şöhreti Şaroşi kardeşler takımla beraberdi. Maçlar özel olduğu için seyircileri memnun etmek isteyen yöneticiler bu iki kardeşin gelmesini şart koşmuşlardı. Ferençvaroş ve Şaroşi kardeşler İstanbul’a geldiler ve bu büyük takımı yendik. Yabancılara karşı markajdan kurtulduğum için en başarılı oyunlarımdan birini çıkarmıştım. Onlar da ülkelerine dönerken, “Siz de bize geldiğiniz zaman Fikret’te beraber gelecek…” şartını koşmuşlar. Bunu yazan gazete yazarının bir başka kulübe mensup olduğunu söylersem olayın değeri daha iyi anlaşılır sanırım.

    Arzulanması Hoş Olmayan Bir Olay

    Romanya’nın CFR futbol takımı İstanbul’a gelmişti. O zaman Galatasaray ve Beşiktaş’ı yendikten sonra son maçını bizimle oynadı.

    Güzel bir oyun tutturduk ve maçın son dakikasına kadar 2-1 galip durumda geldik. Son dakikada bizim ceza sahası yakınında bir taç kazanmıştık. Mehmet Reşat ağır davrandı atmak için… Bunu fırsat bilen Romenler topu elinden kaptılar ve taç atışını yaptılar. Çocuklar şaşkın bakarken top çoktan bizim filelere gitmişti. Açıkgöz misafir takım hemen orta noktaya toplandı halkı selamlayarak sahadan çıktı. Biz yine şaşkındık.

    Hakeme Müjdat Gezen’in babası Necdet Gezen’le itiraz ettik. Orta hakem Adnan Akın’dı. Durumun ne olduğunu sordum O’na… Akın, “Canım siz 2-1 galipsiniz…” dedi ama sahadaki görüntü öyle değildi.

    Hakemlere dönerek “Kabahat sizde değil, sizi hakem yapanlarda…” dedim. (Aman bunu Önder ve bazı isyankâr futbolcular duymasın). Tabii bu sözlerim rapor edildi, ceza aldım ve takımımı eksik bıraktım. Hoşa gitmeyen hareketlerimin göze batmaya başladığını hissediyordum. Bu ceza çok sürmedi. Milli maç nedeniyle affedildim ve bir daha yapmadım.

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Babamın Benim için Söyledikleri

    Cezadan sonraki milli maçta oynayacaktım. Maçtan önce çıkan Akşam gazetesinin birinci sayfasına, “Fikret oynuyor” diye yazmışlardı ve büyükçe bir fotoğrafımı basmışlardı. Aynı gazetenin aynı sayfasında yeni bir demiryolunun açılışını yapacak olan Başvekil İsmet İnönü’nün de fotoğrafı vardı. Babam gazeteyi görünce, “Bu memleket nereye gidiyor yahu?” diye söylendi. “Sen bir oyunbaz, o da memleketi kurtaranlardan biri… Hem de Başvekil… Rezalete bak…”

    Bu sözler o devrin taassubunu gösterir. Sonradan bütün gazeteler spor sayfalarını ayırdılar. Rahmetli babam sağ olup futbolcuların boy boy fotoğrafını görse acaba ne derdi bilmem…

    Eski Sporcuların Dürüstlüğü

    Takım arkadaşlarım ve kulübüme mensup sporcular kadar sahada bir buçuk saat mücadele ettiğim fakat çok yakın arkadaşlık yaptığım sporcular da vardı.

    Hakkı Yeten, Eşref Bilgiç, Şeref Görkey gibi Beşiktaşlılar, Leblebi Mehmet, Suphi Batur, Şadlı, Necdet Cici gibi Galatasaraylılar, Samih Duransoy, Nevzat ve Fahri gibi İstanbulsporluları sayabilirim. Ben, bu kardeşlerimle saha dışında ne kadar dost olmuşsam tabiatım icabı saha içinde o kadar hırçındım.

    Milli maç için seyahatte bulunuyordum. Bir takım arkadaşım, “Fikret” dedi, “İyi ki, bu seyahatte seni yakından tanıdım. Sahadaki haline hiç benzemiyorsun. Yani daha önce seni sokakta biriyle kavga ederken görsem onunla bir olup seni döverdim…”

    Bunlar bana hep ders olmuştur. Kendimi yaptığım işlerde hep haklı sanırdım. İtirazda bulunurdum. Fakat işler hiç de sandığım gibi değilmiş. Sporcuların dürüstlük ve tahammül göstermeleri gerekiyormuş. Bunun genç sporculara örnek olmasını dilerim.

    Dürüstlüğe bir misal vereyim. Bir Beşiktaş maçında Şükrü Erkuş gol atmıştı. Fakat bu gole karşı taraf oyuncuları itiraz ettiler. Ancak hakem gol kararı vermişti. Israrlar karşısında aynı hakem Şükrü Erkuş’un yanına giderek durumu sordu. O da topla eliyle oynadığını söyledi. Hakem de sayıyı iptal etti. Gençlerimizin bunun gibi olayları kendilerine örnek almalıdırlar.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) 1937’de Maarif Kupası da bizim oldu. Fotoğrafta, Niyazi, ben, Esat birlikte görülüyoruz.

    Fotoğraf-2) Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, Ali Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri. Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan.

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe dergisinde çıkan bir karikatür.

    Fotoğraf-4) Ankara’da yaptığımız maçlardan birinden önce ben, heykel önünde görülüyorum.

  • Büyük Fikret Bölüm IV

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm IV

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Genç Yaşta Takım Kaptanı Oluyorum

    Daha önce de sözünü ettiğim Galatasaray’la oynadığımız Gazi Büstü maçının son dakikasında geride oynamayı teklif ettiğim zaman kaptanımız Zeki Bey pek yanaşmamıştı buna… Sonradan oynayacağımız bir Beykoz maçının başlaması sırasında bana seslendi… “Git kaleyi al” dedi…

    Ben de oraya gitmeye üşeniyor da gitmiyor diye, “Hangi kaleyi alayım?” diye sordum. Bana ciddi ciddi bakarak, “Kaptansın hangi kaleyi istersen onu al…” dedi.

    Vaziyeti anlar gibi olmuştum. Maçtan sonra beni yanına çağırarak, “Ben yanında bulunurken takımı sevk ve idareye alış… Biz artık yaşlandık” diye konuştuk. Fakat iki yıldan fazla süre takımda Umumi Kaptan olarak yerini aldı… Ben de kaptanlık ettim… Bana, “Hemen hemen hiç müdahalede bulunmadı… Ve ilk nasihati şöyle verdi: “Takımda senden yaşlı ağabeylerin var. Onlar hakkındaki düşüncelerini önce bana söyle. Gerekli değişikliği ben onlara söylerim” dedi. Benden yaşlılar bu duruma itiraz edecek olmuşlar, onlara da, “Elbette bu takımın idaresi bir gün bir gencin eline kalacak. Bu çocuk mesuliyet hissine alışık’ demiş…

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Üzücü İki Olay

    Üzücü ve sevindirici olayların hemen hepsi Galatasaray maçlarında olmuştur.

    Bir Galatasaray maçı oynuyorduk. Zeki kaptan bana soyunma odasında, “Sen santrhaf oynayacaksın’ demişti… O kadar hazırlıklı değildim… Oda başıma yıkıldı sandım. O devirde Merkez Muavini denilen santrhaf hem defansa yardım eder hem de forvetin peşinden giderek hücum oynardı.

    Çok sert bir maç oldu. Oyunun başında Kadri ağabeyin bir düşüşte köprücük kemiği kırıldı. Bir süre sonra da Galatasaray beki Mehmet Nazif’in ayağı kırıldı. İki futbolcu da sahayı sedyede terk ettiler… Böyle iki kırıklı bir maç daha görmedim ve oynamadım…

    Yine bir Galatasaray maçıydı ve yine santrhaf oynuyordum. Bu oyunda galip geldiğimiz takdirde şampiyon olacaktık. Beraberlik Galatasaray’ı birinci yapıyordu… Maçın son dakikasına gelmiştik ve durum 1-1 berabere sürüyordu ki, Galatasaray aleyhine bir penaltı oldu. O gün çok yorulmuştum. İlk defa olarak Zeki kaptana, “Ben atmayayım” dedim… Sert sert yüzüme baktı, “Git at…” dedi… Galatasaray kalecisi sanırım Rasim’di. Atışı yaptım. Kaleci topun geleceği yeri anlamıştı yattı ve tuttu. Beynimden vurulmuşa döndüm… Dahası var… Derhal uzun bir degaj yaptı ve soliç Latif de bizim kaleye golü attı… Bu olay cereyan ederken ben daha yerime bile gitmemiştim. Maç bitti. Ben de bitmiştim. Zeki kaptan yanıma geldi, “Aldırma” dedi, “Futboldur bu… Olur böyle şeyler…” O kadarını hatırlıyorum. Gözümü açtığımda yatak odamda iki arkadaşımla, annem vardı. Ne kadar üzüldüğümü tarife imkân olmasa gerektir…

    Karacan’ın Bana İltifatı ve Hediyesi

    İlk oynadığım maçtan sonralarıydı… O zaman İdare Heyetinde bulunan Ali Naci Karacan beni yanına çağırarak parmağındaki çok değerli Fenerbahçe yüzüğünü, “Bu yüzük başarın için sana yakışır…” diye iltifat ederek verdi. Bu anın sevincini hiç unutamam…

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Yunanistan Seyahati

    O devirlerde Galatasaray’la birlikte muhtelit kurar, çok maçlar yapardık, seyahatlere çıkardık. Bunlardan biri de bir Türk futbol takımının ilk defa Yunanistan’a gidişi halinde olmuştur…

    Seyahatimiz deniz yoluyla idi… Çok fırtınalı bir havada Kaplora denilen yerde öyle sallandık ki hepimizi deniz tuttu ve arkadaşlarımızın çoğu “Kendimizi denize atıp kurtulalım…” dediler. Neyse ki salimen kıyıya vardık ve oradan Atina’ya gittik.

    Yunanlı idareciler bize çok yakınlık gösteriyorlardı ancak otobüsümüze Türk bayrağını astırmadılar. İlk maçımızı oranın Olimpiakos-Aris karması ile oynadık… Maçı bir Bulgar hakem idare edecekti. Fakat kendisinin bütün ailesi Yunanlı imiş… Sanki Atina muhtelitinin 12’inci oyuncusu olarak oynadı bize karşı… Maçı açık farkla kaybettik. Ancak maçın ortalarına doğru kalecimiz Avni bir çıkış yaptı ve kafasına yediği bir darbe ile baygınlık geçirdi. Hakem bu olayı görmemezlikten geldi. Rakip oyuncu topu kaleye yolladı. Tam gol olurken yedekte bekleyen kaleci Ulvi Yenal çıkarak topu kaptı ve oyuna soktu. Hakem bunu da görmedi. Top kaleye girmediği için gol olmadı.

    Oyunun ikinci devresinde kaptan bana, “Sen solhafa geç…” dedi. Karşımdaki Mihakis diye Yunanistan’da yılın sporcusu seçilen çok süratli biri oynuyordu. Benim de canım sıkılmış ve çok yorulmuştum. Adamı durdurmak güçtü. Sahanın etrafında uzun bir tel örgü ile bir su kanalı vardı… Adamla boğuşurken bıraktım topu ve bir çarptım ona… Balıklama suyun içine uçtu… Az daha boğulacaktı… Bütün halk üstüme geldi…

    İkinci maçımızda hakeme itiraz ettik. Başka bir hakem bulundu. Yunan kalesinde İstanbul’dan gitme şımarık Yamalis adlı bir kaleci vardı. Sahada formasını değiştiriyor, oyunu durdurup acayip şeyler yapıyordu. Derken Zeki Bey kaleye arkası dönük müthiş bir gol yaptı. Bu golü kendisi gibi 20.000 kişi de görmedi. Böylece itibarımız ve hakiki değerimiz yerine geldi ve maç 2-2 berabere sonuçlandı.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…

    Fotoğraf-2) Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii, Saim, ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin, Fahri, Celal Şefik, Reşat.

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağa ayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret. Oturan: Natık.

    Fotoğraf-4) Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler. Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardeşler de yer almıştı.

  • Büyük Fikret Bölüm III

    Büyük Fikret Bölüm III

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm III

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm III

    Fenerbahçe ile İlk Seyahatim

    Fenerbahçe birinci takımı Bekir Bey ve Alman hanımının da katılmaları ile İzmir’e gidiyordu. Bu seyahate bende iştirak ettim. Bu benim Fenerbahçe’deki ilk seyahatimdi. Bekir Bey’in Alman hanımı ile dolaşmak kafilenin en az 10 yaş küçüğü olan bana verilmişti… Konya vapuru ile gidiyorduk… Yemek durumu da beni çok sıkıyordu… Hanım karşımda, yemek yemenin bütün inceliklerini gösterecek, ben ise ona uymaya gayret edecektim… İçimden “İnşallah tavuk olmaz yemekte…” diye dua ediyordum… Yemesi çok zordu tavuğu…

    Fenerbahçe’nin o kadrosu devrinin en gözde ekiplerinden olduğu için Konya vapurunda mükellef bir sofra hazırlanmıştı… Daha yemek başlamadan karşımda listeyi gördüm… Ne yiyeceğimi kararlaştırmak üzere eğildim ve bakmaya başladım… Doğrulduğumda birden şaşkına döndüm… Garsonun elindeki çorba ensemden aşağı inmişti… Haşlanmıştım… Tabii herkes kahkaha ile güldü, bense rezil olduğumu düşündüm… Başka elbisem olmadığı için hemen makine dairesine indim… Biraz sıcak su, bez ve sabun rica ettim… Önüme istediklerim geldi… Bezi elime sararak suyun içine sokmamla beraber haykırmışım… Sanki parmaklarım ve derim suyun içinde kalmıştı… Meğer kaynar istim koymuşlar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum… Aksiliklerle başlayan bu seyahatin nasıl biteceğini düşünüyordum… Bir de üstelik aç kalmıştım…

    Ertesi günü İzmir rıhtımına yanaştık… Bizi davul ve zurnalarla karşıladılar, Bekir ve Zeki beylere büyük tezahürat yapıldı. İçimden, “Allah büyük bir gün bize de olur…” diye düşünüyordum…

    O seyahate orta hafımız Sadi gelmediği için Beşiktaşlı Hüsnü’yü takviye almıştık. İzmir’de oynadığımız Altay, Altınordu ve İzmir muhteliti maçlarını 4-0, 3-0 ve 2-0 kazandık. Altınordu ile oynadığımız maçta bütün sporseverlerin Mamako Saim diye tanınan ağabeyimiz de yer almıştı… Bu maçların birinde İzmir kalecisinin uzun degajına kafa vurmalarıyla şöhretli Hüsnü’nün kafa vuruşuna, Zeki Bey’in durdurmadan attığı volenin gol oluşu unutulmaz.

    İzmir’deki çilem henüz dolmamıştı. Birinci maçın sonunda Alsancak Stadı’nda giyinirken ayakkabılarımın yerinde olmadığını gördüm. Ne yapacağım şaşırdım. Bir köşede mahzun dururken kaptanımız Zeki Bey, “Ne var sende ne oluyor?”‘ diye sordu… Utanarak ayakkabılarımın yerinde olmadığını söyledim… Kafasını salladı, “Yarın alırız. Şimdi top ayakkabılarını giy’ dedi… Giydim tabii… Tam kapıdan çıkarken ayakkabılarımı bir çocuğun elinde görmeyeyim mi? Fırladım ve ellerine yapıştım… Çocuk ağlamaya başlamıştı. “Ben bunları boyatmak için aldım” diyordu… Fakat çabuk davrandı ve elimden kaçtı…

    Maçlarımız iyi sonuçlarla bitmişti. Tam döneceğimiz zaman kafilede bir telaş başladı… Doktorlar gidip geliyorlardı. Küçük olduğum için kalabalığa yaklaşamıyordum… Sonunda öğrendim ki, o zaman takımda yedek bulunan Nihat Sayar (Tonton Nihat – Yüksek Ticaret Rektörü) sarılık olmuş. Yatacak. Zeki Kaptan yanıma geldi, “Sen gençsin kal. Ağabayine bakarsın” dedi. Hiçbir itirazda bulunamadım. Emir emirdi. Derhal yerine getirdim… İşte birinci seyahatimden arda kalanlar…

    Büyük Fikret Bölüm III

    Takımda Yer Değişikliği

    Bekir Bey ve ailesi bir yıl kadar Türkiye’de kalmışlardı. Fakat Bekir’in hanımı Türkiye’de kalmaktan hiç memnun değildi. Eşini yanına alarak Almanya’ya döndü. Ben genç takımımızın birkaç maçında soliç oynadığımdan ondan açılan yere beni getirdiler. Bedri Bey de solaçık oynuyordu. Sabih, Aladdin, Zeki, ben ve Bedri forvet oynuyorduk… Sabih Bey takımın yerinde oynardı… Onun için, “Ona yer gösterilmez. İstediği yerde oynar” denirdi.

    Ulvi Yenal’a Attığım İlk Gol

    İstanbul’da Galatasaray ile Gazi Büstü için karşılaşacaktık. Maçın başlarında lehimize penaltı oldu. Genç takımlarda penaltıları ben attığım için kaptana, “Ben atayım…” dedim. O da penaltı atmasını sevmezdi. Bıraktı. Bu atış Ulvi Yenal’a ilk golümdü sanırım…

    Oyunun sonlarına doğru durum lehimize gidiyor fakat Galatasaray bizi çok sıkıştırıyordu. Kaptana, “Benim esas yerim hafbektir. Bırakın ben dördüncü haf gibi oynayayım. Böylece Leblebi Mehmed’i, Muslih Hoca’yı, Kemal Faruki’yi hiç bırakmam’ dedim… Kabul etti. Fakat son 10 dakika içinde iki gol yedik ve maç 3-3 berabere bitti. Ertesi hafta yaptığımız rövanş maçında Galatasaray’ın gençleştirdiği kadrosuna 4-0 yenilerek büstü maalesef kaybettik.

    İlk maçta yaptığım uyarı kaptanı etkilemiş olacak ki, ileride sözünü edeceğim şekilde, bana takım içinde hatta kendisi bulunurken yetişmem için kaptanlığı verdi…

    Büyük Fikret Bölüm III

    1928 Amsterdam Olimpiyatları’na Hazırlanışım

    Gençler Şampiyonası olmuş ve bizim takım da kazanmıştı. Ben o maçlarda soliç oynuyordum. O zamanki Federasyonda Muvaffak Menemencioğlu ile Beşiktaşlı Şeref Bey vardı. Prag’da yapılacak hazırlık maçları için beni kadroya davet etmişlerdi. Devrin vasıta olan konvansiyonel trenle Prag’a hareket ettik. Üç gün süren bir yolculuktan sonra Prag’a vardık ve orada otel Splandid Palas isimli otele yerleştik…

    Kafileye Bekir ve Zeki beyler henüz iştirak etmediklerinden soliç mevkiinde ben oynardım. Zeki Bey’in yerinde de Çekoslovakya’nın bizimle çalışmasına izin verdiği Mislik adında bir santrfor vardı… Buranın meşhur takımlarından Brno’yu 4-2 yendik, Kladno’ya da 6-1 yenildik…

    Sıra Çek Milli Takımı ile bir idman maçına gelmişti… Ben yine soliç oynuyordum… Karşımızda olimpiyatlara hazırlanan Çek’lerin meşhur Planiçka, Perner Hoyer, Hayni, Kada, Kolenati gibi Orta Avrupa çapındaki futbolcuları bulunuyordu… Stad kalabalıktı… Her milli takım antrenman maçında olduğu gibi Çek sporseverler kendi takımları başarılı olmadığında ıslıklıyorlardı… Benim karşımda Taksim Stadı’nın bataklığında oynadığı için “Kolenati Bataklığı” adını alan Kolenati oynuyordu. Acımasız ve sert bir futbolcuydu Kolenati. Ben ona alışmadığı çalımlarımdan birini attım ve topla yanından geçerken seyirciler güldü… Buna sinirlenen Kolenati bana tekme ile karışık bir çelme attı… Hiç ümit etmediğim için burnumun üstüne düştüm. Ses çıkarmadan yanımdan gitti. Seyircisi kendisini bir miktar yuhaladı. Fakat karakterim buna karşılık vermemi icap ettiriyordu. Bir müddet sonra topu solaçığa kaçırarak sürmeye başladım. O da yanıma geldi ve benimle koşmaya başladı. Bütün dikkatimle O’nun sağ ayağının yere basmasını bekliyordum. Böylece desteksiz kalacaktı. O an geldi ve ben O’na çarptım. Bu defa O sivri olan burnunun üzerine yere kapaklanmıştı. Yerden kalktı ve beni dövmek üzere üs tüme yürüdü. Meşhur Kada O’nu teskin etti fakat idareciler beni sahadan aldılar.

    Bu idman maçının ertesi günü kaldığımız otele sefaretten bir tercümanle Çek idarecileri geldiler ve İstanbul’da ne iş yaptığımı sordular. Talebe olduğumu söyledim…

    Bana bütün masrafları kendilerinden olmak üzere Prag’da okutacaklarını orada kalmamı söylediler. Halbuki benim yeni bir bisikletim, bir yelkenli kayığım, cennet gibi vatanım vardı. Düşünmeden reddettim.

    Oradaki çalışmalarımız sona erdikten sonra Bekir ve Zeki beylerde geldiler. Onlar Amsterdam’a gittiler. Biz İstanbul’a döndük ve maalesef Olimpiyatlarda Mısır’a 7-1 gibi açık farkla yenildik… Bu Prag çalışmalarına kulübümüzün 11 kişilik kadro ile katılması kayda değerdir…

    İstanbul’a döndüğümde takımımızda bazı yeniliklerin olması gerekiyordu. Muzaffer, Niyazi ve Reşat gibi kabiliyetli arkadaşlarımın da takıma alınması lazımdı. Muzaffer de Zeki gibi genç takımdan santrfor olarak yetiştiği için bir mevkide iki kişi bulunuyordu. Bedri de topu bıraktığı için solaçık yeri boştu. Öyle hissediyordum ki, Muzaffer soliçe, ben solaçığa kaydırılacaktık. Ben topla oynamayı çok sevdiğimden, solaçıktan ayrılmayı istemiyor, o mevkie sanki bir yardımcı yer olarak bakıyordum… Kendimi saha dışı sanarak bir türlü oynamak istemiyordum solaçık.

    O zaman antrenörümüz Necmi ağabeydi… Yılanı deliğinden çıkaracak kadar siyasi ve güzel konuşurdu, fakat tekniği zayıftı. Bir akşam eve geldiğimde Sabih ağabeyle o zamanki Kulüp Müdürü Tevfik Bey’in bizde oturduklarını gördüm. Önce pek bir şey anlayamadım. Uzun süren sohbet sırasında babam bu akşamın iyi bir tesadüf olduğunu ve çocukluğumdan beri kaybettiğimiz amcazadem Tevfik Bey’i gördüğünden son derece memnun olduğunu söyledi. Sonra bana dönerek, “Bir de sen beni memnun edeceksin… Senin bir yerde oynamanı arzu eden büyüklerine karşı gelmeye hazırlanıyormuşsun, bu ne demek?” diye sordu ve onların arzusunu yerine getirmemi söyledi. Bu da bir emirdi ve çare yoktu. Babamın daha fazla sertleşmesini önlemek amacıyla, “Böyle şey olur mu? Nerede olsa oynarım. Bu benim için şeref olur…” dedim. Mesele kapanmış oldu… Böylece beni herkesin yıllarca tanıdığı solaçık yerine geçtim…

    Bu olaydan sonraki ilk maçım Polonyalılara karşıydı. Tabii kaptan Zeki en müsait topları bana yağdırdı. Bol topla oynadım, hem kendimi yabancılara tanıttım hem de tam istediğim gibi bir futbol tutturarak yerime ısındım.

    Cumhuriyet gazetesinde, “42 yılın her mevkide oynayan oyuncuları” anketinde sporseverler lütfetmişler beni de solaçığa seçmişlerdi. Kendilerine hocalık ettiğim sırada futbolcularla sohbet ediyorduk. O gün takımda solaçık oynayan Aydın Yelken ayağa kalkarak, “Fikret Ağabey… Ben milli maçlara baktım. Sen ancak iki defa solaçık oynamışsın. Bense bu mevkide 25 defa oynadım… Sen seçiliyorsun, bu nasıl iştir?” dedi. Bir bakıma yanlış da değildi… “Galiba hakkın var” dedim O’na…

    (DEVAM EDECEK)

    Fotoğraf-1) Fenerbahçe hep Ankara-İzmir arasında mekiki dokurdu. İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü, ben ve Mehmet Reşat görülüyor.

    Fotoğraf-2) 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol milli takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap, Burhan, Beykozlu Şekip, Sadi, Sabih, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Feyzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin.

    Fotoğraf-3) Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti. Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, Amigo Behiç’in babası Sabahattin. Oturanlar: Mehmet Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat.

    Fotoğraf-4) Rahmetli Zeki Rıza kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti. Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor.

  • Aşkolsun!

    Aşkolsun!

    10 Şubat 1933 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 5-1’lik üstünlüğü ile sonuçlanan maçtan sonra Milliyet gazetesi “Sarı Lâcivertli Gençlere Aşkolsun!” başlığını uygun görmüş. Malûmunuz bu sezon sonunda Fenerbahçe ilk Türkiye şampiyonluğunu kazanmıştı. Maç yazısını keyifle okuyacaksınız…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe, Galatasaray’ı 5-1 Mağlup Etti

    Dün Taksim Stadyumu’nda aralarında senelerden beri ölmez bir rekabet bulunan Galatasaray-Fenerbahçe takımları karşılaştılar. Sarı-kırmızılıların bu devrede aldıkları neticeler üzerine maçın zevksiz olacağını tahmin edenler dün bu tahminlerinde yanıldıklarını gördüler. Her ne olursa olsun İstanbul’da oynanacak olan Fenerbahçe-Galatasaray maçı aynı heyecanını ve aynı zevkini verir. Dünkü maç bunu fazlasıyla ispat etmiş oldu.

    Galatasaray hemen ekseri rakiplerine yenildiği halde dün ilk on beş dakikada çok güzel oyun oynadı ve adeta Fenerbahçelileri ve taraftarlarını korkuttu. Maç heyeti umumiyesi itibariyle Fener’in hakimiyeti altında cereyan etti. İlk on beş dakika müstesna, daima hücum vaziyetinde sarı-lacivertliler bulunuyorlardı. Stadyum geçen seneki maçta olduğu gibi gene kalabalık, seyirciler ve taraftarlar gene aynı heyecanın tesiri altında idiler.

    Saat üçü beş geçiyor. Bütün tribünler ve duhuliye tamamen dolmuş bir halde… Hilal-Anadolu maçı biter bitmez tribünlerdeki taraftarlar da coştular ve bütün stadyumu bir uğultu kapladı. Galatasaray tribününde meşhur ve mahut (re.. re.. re..)ler çılgıncasına söyleniyordu. Bütün bunlar gösteriyor ki sinirler son haddine kadar gerilmiştir. Her yerde yer yer münakaşalar yapılıyor ve hangi takımın galip geleceği şimdiden tahmin ediliyordu.

    Takımlar vürudunun müjdecisi olan fotoğrafçılar hazır vaziyetteler. Artık takımlar ha çıktı ha çıkıyor. Bütün gözler kapıda. Bir an evvel kendi rükünlerini müdafaa edecek olan on birlerini bekliyorlar. Sabırsızlık artık son haddini buldu. Herkes bir an evvel maçın başlamasını istiyor. Üçü çeyrek geçiyor, hala takımlar meydanda yok.

    Fenerbahçe tribününden:

    • Haydi arslan Fener..

    Avazesine aynı mealde duhuliye tarafından cevap veriliyor ve bütün stadyuma yalnız bu iki sada hakim oluyordu. Saat üç buçuk.. Önde Fenerliler çılgın alkışlar arasında sahaya çıktılar. Kendi on birlerinin çalak bir surette er meydanına fırladıklarını gören taraftarlar:

    • Haydi çocuklar görelim sizi yüzümüzü ak edin, diye bağırıyorlar.

    Her taraftan:

    • Fenerbahçe çok yaşa.. Sadası duyuluyor.

    Üç dakika sonra Galatasaray takımı aynı çılgın alkışlar ile sahaya çıktılar. Mutat ve malum merasimden sonra her iki takım şu suretle yer aldılar.

    Galatasaray: Avni, Bürhan, Asım, Kamuran, Nihat, Suphi, Şefik, Bülent, Leblebi, Rasih, Rebii.

    Fenerbahçe: Hüsamettin, Füruzan, Yaşar, Esat, Fikret, Cevat, Şaban, Muzaffer, Zeki, Reşat, Niyazi

    Hakem eski Vefalı Sami Bey’di.

    Dörde yirmi beş kala maça başlandı. İlk akını Galatasaraylılar yaptılar. Sağdan inkişaf eden hücum Fener müdafaası önünde durdu ve iade edildi. Mukabil Fener hücumu da bek hattına dayandı. Bu hücumda Galatasaray lehine bir faul oldu. Yaşar bunu ancak korner yaparak kurtarabildi.

    Hücumlar esnasında Muzaffer Zeki’ye daima yardımcı vaziyette oynuyor. Bu arada Asım bozuk bir girişle takımı aleyhine bir frikike sebep oldu. Zeki’nin çektiği bu ceza vuruşu kalenin yanından auta gitti. Mukabil hücumda Hüsamettin Galatasaray forvetinin ayağından topu kaptı.

    Galatasaraylılar fena değil, bilakis çok iyi oynuyorlar. Sarı-Lacivertliler bugün nedense daha düzelemediler. Aradan bir müddet geçtikten sonra Fener santrhafı vaziyete hakim oldu ve hücum hattını işletmeye başladı. Bunun üzerine Galatasaraylılar sert bir oyun tabiyesi kullanmaya başladılar fakat bu da fayda vermedi. Soldan inkişaf eden bir Fener akınında Niyazi topa kale önünde yetişemedi. Mukabil akına geçen sarı-kırmızılılar ileride bulunan Yaşar’ın bir ıskasından istifade ederek Leblebi’nin ayağıyla ilk gollerini kaydettiler.

    Bu sayı her iki takıma da can verdi. Fakat Fenerliler tehlikeyi yakından gördüğü için oyunlarını ıslah ettiler ve mukabil hücumlarda daha fazla müessir olmaya başladılar. Muzaffer çok çalışıyor fakat bütün bu faaliyeti bir semere veremiyor. Bir hücum esnasında Zeki’den aldığı güzel bir pası Reşat kafa ile Galatasaray kalesine gönderdiyse de Avni yerinde kapandı ve topu kurtardı. Hemen bunu müteakip gene bir akın esnasında Muzaffer’den aldığı pası solunda stop ederek sağına geçiren Zeki sıkı ve tutulmasına imkan olmayan bir şutla sağ üst zaviyeden Galatasaray ağlarına taktı. Bu gol haftaymın on ikinci dakikasında olmuştur.

    Bunun üzerine tekrar berabere vaziyete giren Galatasaray hücuma geçti ve bir netice elde edemedi.

    Fener’in hücumlarının ekserisi soldan oluyor. Nedense bugün Niyazi fena günlerinden birinde… İyi oynayamıyor. O zaman çarunaçar akınların bütün yükü sol tarafa yükleniyor. Soldan gelen bir Galatasaray hücumu aut ile neticelendi. Mukabil hücumda ortadan aldığı pası sağa doğru açan Reşat güzel ve hesaplı bir vuruşla ikinci defa olarak Galatasaray ağlarına taktı. Bu gol haftaymın yirminci dakikasında olmuştur.

    Galatasaraylılarda yorgunluk alaimi belirdi. Sakiplerinde ise keyfiyet aksine idi. Her geçen dakika Fener oyuncularını açıyor ve oyun üzerinde daha müessir bir oynamalarını temin ediyordu. Zeki, Şaban, Reşat iyi oynuyorlar. Niyazi ile Muzaffer çalışmalarına rağmen onlar kadar iyi değil… Oyunun büyük bir kısmı Galatasaray nısıf sahasında oynanıyor. Bu arada güzel bir Fener akını ziyan oldu. Buna mukabele olmak üzere Galatasaray da birkaç iyi hücum yaptı ise de bir netice elde edemedi.

    Oyun Fener’in hakimiyeti altına tamamen girdi. Arada sırada tek tük Galatasaray hücumları yapılıyorsa da hiç mesabesinde…

    Bir Fener hücumu esnasında Galatasaray lehine bir frikik oldu. Fener müdafaası bunu da geri çevirmekte büyük müşkülata mazur kalmadı. Hücumlar gene soldan oluyor. Gene bunların meyanında Galatasaray aleyhine ve 18 pas haricinde bir frikik oldu. Herkes bunu gol olacak diye beklerken Zeki bunu kaçırdı. Mukabil akında Rebii’nin uzaktan çekilmiş bir şandel şutunu Hüsamettin bloke etti ve kalesini kurtardı.

    Oyun güzel oluyor. Ancak malum şahsiyetler eski oyunlarını oynamakta devam ediyorlar. Galatasaraylılar Fener hücumlarını hep hentbol ile durdurabiliyorlar. Artık sarı kırmızılılar nefessizlikleri dolayısıyla son gayretlerini sarf ederek oynuyorlar. Bakalım ikinci devreyi nasıl çıkaracaklar? Bu arada Galatasaray’ın bir akınına iki Fener müdafaası yerinde müdahale ederek kornere yolladılar. Korneri Rebii çekti, fakat neticesiz… Bu kornerden iki dakika sonra da maçın birinci devresi bitmiş oldu.

    Beşe yirmi beş kala ikinci devre Fener’in bir akını ile başladı. Bunu müteakip tarafeyn iki neticesiz akın yaptı. Oyun binnisbe mütevazin. Devrenin daha üçüncü dakikasında Zeki Galatasaray müdafileri ile güzel bir eşanj yaptı ve topu arkasında demarke bir vaziyette bulunan Muzaffer’e verdi. O da bunu durdurmadan ve bomba gibi bir şiddetle üçüncü defa olarak Galatasaray kalesine yolladı.

    Oyun tamamen Fener’in hakimiyeti altında… Bir hücum esnasında tehlikeyi gören Galatasaray müdafaası bir penaltı yaptı. Bunu Fikret yedinci dakikada bir daha Galatasaray kalesini deldi. Bunun üzerine sarı-kırmızılılar mağlubiyeti kabul etmiş bir halde ve tamamen kuvvei maneviyeleri kırılmış şekilde oynamaya başladılar. Bundan istifade etmesini bilen Fener muhacimleri Avni’nin müdafaa ettiği kaleyi adeta bir şut yağmuruna maruz bıraktılar. Ancak bu kati sıkıştırma çok devam etmedi ve biraz sonra Fener muhacimleri üç sayı farkının verdiği bir emniyetle biraz gevşek oynamaya başladılar. Eğer Fenerliler bu tarzı tatbik etmemiş olmasalardı behemahal sayı adedini daha fazla yükseltebilirlerdi.

    Rebii mahut çalımlı ve halk için oynadığı oyunlarından birini oynuyor ve her zaman aksi netice veriyor. Ara sıra olan Galatasaray akınları dün hakikaten harikulade oynayan muavin ve müdafaa hattı tarafından kolaylıkla ve güzelce iade ediliyor. Fenerliler sağdan bir hücum yaptılar. Niyazi üç ve dört oyuncu ile epeyce uğraştıktan sonra topu Zeki’ye verdi. O da bir iç plase ile topu Avni’nin hayret nazarları önünde sağ zaviyeden kaleye soktu. Vaziyet 5-1.

    Bu gol üzerine seyirciler arasında bulunan ve Atletizm heyeti azasından olan Vedat Ubut Bey yanındaki Galatasaraylı arkadaşına “Bu mağlubiyetin sarı-kırmızılılar için tarihi bir mağlubiyet olduğunu” esefle anlatıyordu. Galatasaray tribünü adeta boşalmış gibi çıt bile duyulmuyor, maçın sonunu merak eden Galatasaraylıların ağzını bıçak açmıyor. Halbuki Fener tribünü yıkılacak gibi… Herkes bağırıyor, bütün Fenerliler takımının bu şerefli galibiyetini bitmez, tükenmez bir haz ile alkışlıyorlar.

    Bundan sonra, oyun daima Fener’in hakimiyeti altında cereyan etti ve bu tarihi maç da böylece 5-1 Galatasaray’ın mağlubiyetiyle neticelenmiş oldu.

    Galatasaray bugün birinci devrede kümenin sonuncusu vaziyetinde kalmıştır.

    11 Şubat 1933 – Milliyet