Etiket: Milli Küme

  • 1939’da Ne Oldu?

    1939’da Ne Oldu?

    1939 yılı Milli Küme maçları sonunda Galatasaray, 1959 öncesindeki ilk ve tek ulusal şampiyonluğunu kazandı. Şampiyonun iki maçta belirlenmesi planlanmıştı ama “müessif bir hadise” bunun önüne geçti. Peki 1939’da ne oldu? İşte bu sorunun cevaplarını aşağıdaki gazete haberlerinde bulabiliriz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Olayın kahramanı (!) Necdet Erdem, futbola Fenerbahçe’de başladı. İlginçtir, olaydan seneler sonra Galatasaray’da bıraktı. Hakem Tarık Özerengin ile seneler sonra bir araya geldiler. O günün bilgilerine de “buradan” ulaşabilirsiniz.


    Dün Maçta Müessif Bir Hadise Oldu

    Demirspor kalecisi ve takımın kaptanı Necdet, maçı idare eden hakem Tarık’a hücum ederek gözünden yaraladı. Hakem, maçı tatil ve Demirspor’u mağlup ilan etti.

    Milli küme şampiyonasının günlerden beri dedikodusu devam eden son maçı dün Fenerbahçe stadyumunda Galatasaray’la Demirspor takımları arasında oynanırken, spor tarihimizde şimdiye kadar vukua gelmemiş müessif bir hâdise olmuş ve bu yüzden maç tatil ve Demirspor takımı mağlup addedilmiştir.

    Mevzuubahis hâdise, Demirspor takımı kalecisi ve takımın kaptanı Necdet’in, hakem Tarık’a hücum ederek gözüne yumruk atması ve yüzünde büyük bir yara açmasıdır. Şimdiye kadar spor sahalarımızda oyuncular arasında müteaddit kavgalar olmuş, seyirciler birbirine girmiş, fakat oyunculardan hiçbirisi müsabaka hakemini döğmemişti. Dünkü maçta nihayet hakem de dövülmüştür.

    Fenerbahçe stadyumunda dün on bine yakın seyirci toplanmıştı. Milli küme şampiyonunu tayın edecek olan bu maçı herkes merak ediyordu. Takımlar da bir haftadan beri kampa girmişler, hazırlanmışlardı. Fakat müsabaka, normal bir oyundan ziyade bir sinir işi haline getirildiği için, zevkli bir maç seyretmek pek de mümkün görülmüyordu.

    Takımlar saat beş buçukta kol kola dizilmiş bir halde sahaya çıktılar; halkı selâmladıktan sonra şu şekilde dizildiler:

    Galatasaray: Osman, Faruk, Adnan, Musa, Rıza, Yusuf, Salim, Salâhaddin, Cemil, Boduri, Bedii

    Demirspor: Necdet, Şevket, İbrahim, İbrahim, Şemsi, Salih, Hakkı, Orhan, Orhan. Gazi, Arif.

    Oyunu, hakem Tarık idare ediyor.

    Ankara’dan sureti mahsusada gelen ve Futbol Federasyonu reisinin riyasetinde bulunan bir heyet de maçı, saha kenarından kontrol ediyordu.

    Oyuna, asabi bir hava içinde başlandı.

    İki taraf da bütün enerjisini ortaya koyduğu için ciddi bir mücadele cereyan ediyordu. Fakat bu mücadele yavaş yavaş sportif mahiyetini kaybetmeye, başka bir kalıba gitmeye başladı. Hakem, müsabakaya başlamadan evvel, müsabıklara bazı nesayihte bulunmuş, bu maçın ehemmiyetini izah ederek sert oyuna müsaade etmeyeceğini ve temiz bir müsabaka yapmalarını bildirmişti. Buna rağmen sertlik yüz göstermişti. Hakem, sık sık faul, frikik cezaları vermek mecburiyetini hissediyor, bazı oyunculara da ihtarda bulunuyordu. Verilen cezalar ve yapılan ihtarların yüzde yetmiş beşi Demirsporlulara aitti. Müsabakanın her safhasında müessif bir vaka zuhurundan korkuluyordu. Fakat ilk devre, sıfır sıfıra berabere bitti.

    İkinci devre, birinciye nazaran daha sert ve daha asabi bir tarzda başladı.

    Tekme vurmak, çelme takmak mubah sayılacak bir hale geldi. Hakem, o kadar çok ihtarda bulunuyor ve o kadar ceza vermeğe mecbur kalıyordu ki, inkıtaa uğramadan beş dakika oyun seyretmek kabil olamıyordu. Nihayet Demirspor kalesi önünde yapılan pek bariz bir hata üzerine Galatasaray lehine penaltı verildi. Galatasaraylılar, topu dışarı atarak bu fırsatı kaçırdılar. Bundan bir dakika sonra da Demirspor bir gol kazandı.

    Demirspor’un 1 – 0 galip vaziyete gelmesi, Ankaralılar için bulunmaz bir avantajdı ve oyunu bu vaziyette bitirmeleri de mümkündü. Fakat buna rağmen Demirsporlular sert oyuna bir kat daha germi verdiler; bilhassa bu işte takımın kaptanı ve kalecisi olan Necdet pek ileri gidiyor, kaleye her yaklaşan muhacime tekme vurmak, çelme takmakta tereddüt etmiyordu.

    İkinci devrenin 33üncü dakikasında Galatasaray’ın yaptığı bir hücum esnasında, Necdet, bu defa da Galatasaraylı Cemil’i yere yıktı. Hakem, evvelce müteaddit defalar ihtara maruz bıraktığı Necdet’i oyundan çıkarmak mecburiyetini hissetti ve kararını tebliğ etmek üzere yanına gitti. Hakem Tarık, kararını resmen bildirmesiyle beraber gözünün üstüne kuvvetli birkaç yumruk yemesi bir oldu. Takım kaptanı Necdet, şimdiye kadar hiçbir sporcumuza nasip olmayan bir tarzda, hakeme hücum etmiş ve gözünden yaralamıştı.

    Etraftaki polis kuvvetleri derhal hâdise mahalline koştular. Necdet’i yakaladılar, diğer taraftan da hakem Tarık, yüzünden kanlar aka aka sahadan çıkarıldı. Soyunma odasında tedavi altına alındı. Biraz sonra da oyuncular, müsabaka, hakem tarafından tatil edildiği için sahadan ayrıldılar.

    Hâdisenin hikâye tarafı budur. Vakanın çirkinliğini tavsif etmek için kelimeler ve sıfatlar bulmağa ihtiyaç görmüyoruz. Güzide bir takımın kaptanlığı mevkiinde bulunan bir adamın hakem döğmeğe teşebbüs etmesi, en hafif tabirle iptidailiktir, kabalıktır. Sonra tecavüze uğrayan hakem, öyle bir gençtir ki, bütün sporcularımıza numunevi imtisal olacak temiz bir karaktere, dürüst bir ahlâka ve insanı kendine meclup eden bir nezakete sahiptir. Bu sene yüksek tahsilini bitirmiş, doktor olmuştur, şimdiye kadar en ufak şekilde bile kimseye tek kelime fena bir söz sarf etmemiştir. İdare ettiği bütün maçlarda dürüstlüğü, nezaketi, bitaraflığı ve temiz ahlâkı ile tanınmıştır. O kadar ki, iki takımın bu maç için bir hakem intihap etmelerine karar verildiği vakit, Demirspor takımı Tarık’ın bu maçı idare etmesinde şiddetle ısrar etmiştir.

    Spor, mutlaka bir maçı kazanmak, her ne pahasına olursa olsun galip gelmek demek değildir. Bizim spordan anladığımız ilk mana, temiz ahlâk, dürüstlük ve insanlıktır. Hakemi döğecek kadar terbiye, insanlık ve ahlâk hututlarının haricine çıkan bir insanın spor mefhumile hiçbir alâka ve münasebeti yoktur. Bu vakada, asabına hâkim olamamak, yapılan haksızlıklara tahammül gösterememek gibi bir mazeret dermeyan etmeğe bile imkân tasavvur edilemez. Çünkü Tarık, eğer bu maçta bir haksızlık yapmış ise, Galatasaray’ın aleyhine yapmıştır ve Demirspor’a birçok ahvalde mümaşatkâr davranmıştır, denilebilir.

    Halkın yuhaları, hakaretleri arasında polis nezaretinde sahadan çıkarılan bu adam, derhal tevkif edilerek cürmü meşhud mahkemesine verilmiştir. Hakem Tarık da ayrıca bir dava ikame etmiştir.

    Bu çirkin vak’aya, maalesef büyüklerimiz de şahit olmuşlardır. Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu, eski Milli Müdafaa Vekili General Kâzım Özalp ve diğer devlet erkânından bir kısmı stadda bulunuyorlardı. Federasyon rüesası, İstanbul mıntakası erkân ve azaları da hep beraber orada idiler.

    Bu vak’adan sonra, Necdet, bu memlekette müebbeden spor yapmak hakkını kaybetmiştir. Çünkü kendisine verilecek nizami ceza, müebbed boykottur. Bundan başka, yaptığı tecavüzden dolayı da mahkemenin vereceği cezaî karar da vardır.

    Demirspor takımının vaziyetine gelince; evvelce umumi merkezin yaptığı bir tamimle de sarahat kesbettiği üzere takım diskalifiye edilmiştir. Dünkü maçın nizami galibi Galatasaray’dır. Bu şerait içinde Ankara’da ikinci bir defa daha iki takımın karşılaştırılmasına da imkân görülememektedir.

    Hakem ne diyor?

    Dün akşam geç vakit hakem Tarık’la görüştük.

    Bize şunları söyledi:

    “Demirspor kalecisi Necdet’e, yaptığı müteaddit hatalı hareketlerinden dolayı birkaç defa ihtarda bulundum; fakat bu oyuncu, kasti hareketlerde devam etti. Galatasaray muhacimlerinden Cemile yaptığı son hareketi üzerine müsabakanın selâmeti için kendisini oyundan çıkarmak mecburiyetinde kaldım. Bu kararımı kendisine usulen tebliğ ettim. Fakat Necdet derhal üstüme hücum ederek beni yumruklamaya başladı. Yüzüm, gözüm kan içinde ve polis refakatinde sahadan ayrıldım. Bu vaziyette maçın idaresine imkân göremediğimden oyunu tatil etmek mecburiyetinde kaldım ve bu hâdiseden dolayı da Adliye ve zabıta makamlarına müracaatle cürmü meşhud kanununa göre takibat yapılmasını istedim.”

    Federasyonlar Dairesi Reisinin Beyanatı

    Müessif hadiseden sonra kendisini gördüğümüz federasyonlar dairesi başkanı B. Ziya Ateş şunları söylemiştir:

     “Müsabakanın 33 üncü dakikasında Necdet tarafından hakem Tarığa yapılan fiilî tecavüzle başlıyan hadiseyi müteakip Tarık ve Necdet sahadan ayrılarak polis refakatinde soyunma odasına götürülmüşlerdir. Sahada idaresiz kalan oyun hakkında son kararın ne olduğu sorulmak üzere maçın seyrini takib heyeti bizzat hakeme de kararını sorarak Demirspor kaptanını cürmümeşhud mahkemesine vermiş ve maçı tatil etmek mecburiyetinde kalmıştır.”

    24 Temmuz 1939 – Cumhuriyet Gazetesi


    F.I.F.A.’dan Cevap Geldi

    Galatasaray’ın millî küme şampiyonluğu tasdik edildi

    Galatasaray ile Demirspor kulüpleri arasında milli küme şampiyonluğu için biri Ankara’da diğeri İstanbul’da yapılmak üzere tertip edilen maçlarda birincisinde malûm hâdise çıkmış ve maç yarıda kalmıştı.

    Futbol federasyonu tarafından o zaman bu hâdise beynelmilel futbol federasyonuna sorulmuş ve beklenen cevap dün gelmiştir.

    Alınan cevapta “Demirspor kulübünün 0-1 galip vaziyette olmasına rağmen hâdiseye müsebbip olduğu için hükmen mağlup sayılacağı” bildirilmiştir. Bunun üzerine genel direktörlükte yüksek hakem komitesi ve futbol federasyonu azalarının bulunduğu bir toplantı yapılmış ve Galatasaray kulübünün bu maçta hükmen galibiyetine karar verilmiştir.

    İki maç üzerine tertip edilen bu müsabakaların birincisinde, Demirspor kulübüne hükmen mağlup sayıldığı için puan verilemeyeceği cihetle ikinci maçın yapılmasına lüzum kalmamış ve Galatasaray kulübünün 938-939 milli küme şampiyonluğu tasdik edilmiştir.

    Keyfiyet alâkadar bölge ve kulüplere derhal tebliğ edilecektir. Uzun bir beklemeden sonra hakları teslim edilen sarı kırmızılıları şampiyonluklarından dolayı tebrik ederiz.

    27 Ekim 1939 – Akşam Gazetesi


  • Dörtler Kupası

    Dörtler Kupası

    1941 yılında Milli Küme’ye katılma hakkı kazanan dört İstanbul kulübü, Türkiye şampiyonluğu maçlarına hazırlanmak için bir “Dörtler Kupası” tertip etmişler. “Tarihte Bugün” maçları serisinin 9 Mart karşılaşması olarak bu derbiyi seçtik.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Fotoğraf Tan gazetesinden.


    Dörtler Kupası Maçları

    Fenerbahçe, Galatasaray’ı 2-0; Beşiktaş İstanbulspor’u 3-0 mağlup etti.

    Lig maçlarını dördüncülüğe kadar nihayetlendiren Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve İstanbulspor kulüpleri arasında milli kümeye hazırlık mahiyetinde tertip edilen kupa maçlarına dün Şeref stadında başlanmıştır, Havanın futbol maçlarına çok müsait oluşu ve milli küme arifesinde takımların yeni kadrolarını öğrenmek merakı stada sekiz bini aşan büyük bir kalabalığın toplanmasına sebep olmuştu.

    Yapılan her iki karşılaşma maalesef futbol zevki vermekten uzak bir şekilde geçmiş, heyecansız ve gelişi güzel bir oyundan sonra Beşiktaş, İstanbulspor’u 3-0, Fenerbahçe, Galatasaray’ı 2-0 mağlup etmiştir. Maçların tafsilâtını sırasile veriyoruz:

    Fenerbahçe – G. Saray

    Sıra günün ikinci ve mühim maçına geldiği zaman seyircilerdeki heyecan azami haddini bulmuştu. Nihayet 16.45’de halkın sürekli alkışları arasında takımlar göründü. Bir yenilik yaparak ipek Sarı Kırmızı gömleklerle sahaya çıkan Galatasaraylılar şu şekilde dizildiler:

    Osman, Faruk, Adnan, Musa, Enver, Eşfak, Mustafa, Salâhaddin, Nino, Salim, Sarafim.

    Buna mukabil Fenerbahçeliler Esad ve Niyazi’den mahrum olarak şu şekilde yer aldılar:

    Cihat Arman, Taci Ece, Murat Alyüz, Nazif Şengezer, Ömer Boncuk, Lebip Elmas, Fikret Kırcan, Nail, Yaşar Yalçınpınar, Fikret Arıcan, Rebii Erkal

    Hakem Samih’in idare ettiği oyuna Fenerlilerin soldan açılan seri bir hücumile başlandı. Galatasaray müdafaasında kesilen bu hücum derhal merkezden mukabele gördüyse de Salimin şutu avuta gitti,

    Dakikalar ilerledikçe oyunun mütevazin geçtiği və tarafeynin tefevvuku temin etmek için sarf ettiği gayretlerin boşa gittiği görülüyor ve zaman, zaman her iki kale de tehlike geçiriyordu.

    10 uncu dakikada küçük Fikret’in sağdan sürüklediği topu hiç beklenmedik bir şutla kaleye havale etmesi Galatasaray’a ilk gol tehlikesini yarattıysa da Osman’ın elinden kaçan topu Adnan kaleye girmek üzere iken kurtardı.

    Aynı vaziyette bir tehlikeyi Fenerliler hemen iki dakika sonra atlattılar. Ceza çizgisi üzerinden Selâhaddin’in bomba gibi bir şutla çektiği favulü Cihat âdeta uçarak kornere atmağa muvaffak oldu. Korner avutla neticelendi.

    20 nci dakikadan itibaren Galatasaraylılar nisbi bir üstünlük teminine muvaffak oldular. Müdafaanın desteklediği muhacimler kale önüne kadar çok seyyal bir şekilde geldikleri halde burada bir türlü netice alamayarak pozisyona giremiyorlardı, 35 inci dakikadan itibaren oyun tekrar mütevazin bir şekle girdi. Fenerliler de arada sırada yaptıkları ani akınlarla Galatasaray müdafaasını zorluyorlardı. Fakat bu hücumlar daha fazla sol taraftan Rebii ile yapılmak istendiği için müessir olamıyordu. Çünkü Rebii’nin tehlikeli bir oyuncu olduğunu bilen Galatasaray müdafii Faruk bilhassa Rebii’yi marke etmişti.

    Diğer Fener muhacimlerinin, sol tarafta Rebii’nin tutulduğunu gördükten sonra sağ tarafı ihmalde ısrarları aleyhlerine oluyordu. Bu şekilde ve karşılıklı akınlar altında geçen birinci devre bütün çalışmalara rağmen 0-0 berabere nihayetlendi.

    İkinci devreye her iki takım tadilât yaparak çıkmıştı. Galatasaray’da Selâhaddin’in yerine, Mehmet Ali, Osman’ın yerine Saim girmişti. Fenerbahçe’de de Fikret santrhafa, Ömer sağ hafa geçmiş ve Nazif’in yerine de Kadri (Ulukal) sağiçe alınmıştı.

    Oyuna Galatasaraylılar başladılar.

    İlk anlar birinci devrede olduğu gibi mütevazin ve her iki muhacim hattının müteaddit fırsatları öldürmeleriyle geçti, Onuncu dakikadan itibaren oyun sert bir şekil aldı, Bu sırada küçük Fikret’e tekme atan Galatasaraylı Adnan’ı hakem dışarı çıkardı.

    Galatasaray’ın 10 kişi ile oyuna devam etmesi Fenerlilerin işine yaradı. Üst üste yaptıkları akınlarla Galatasaray kalesini tazyike başladılar. On dokuzuncu dakikada Naci güzel bir sıyrılıştan sonra kaleci ile karşı karşıya kaldıysa da çektiği şut kalecinin kucağında kaldı.

    Bir dakika sonra Galatasaray’ın yaptığı bir akında, Fenerden Murad da sakatlanarak çıktıysa da biraz sonra tekrar girdi, Dakikalar ilerledikçe her iki taraf da gelişi güzel oynuyor ve oyun bu yüzden çok zevksiz oluyordu, Otuz beşinci dakikada Galatasaray kalesi yakınında top Salimin eline çarptı. Verilen frikiki küçük Fikret çok ustalıklı bir vuruşla kaleye havale etti. Faruk’un kaçınması kalecinin mütereddit kalması topun kaleye girmesini temin etti. Fenerliler bu suretle birinci gollerini kazandılar. Tam son dakikada yeni bir Fener hücumunda Rebii’den nefis bir pas alan Yaşar sıkı bir vuruşla takımının ikinci golünü de çıkardı ve bu suretle Fenerliler ezeli rakiplerini aynı sezonda ikinci defa olarak 2 – 0 mağlup ederek sahadan galip ayrıldılar.

    10 Mart 1941 – Akşam Gazetesi

  • Hodri Meydan

    Hodri Meydan

    15 Mayıs 1950 tarihli Türkspor dergisinde (bir dönem vekaleten Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı da yapan) Ziya Ateş, “Fenerbahçe-Galatasaray Rekabeti” başlıklı bir yazı kaleme almış ve 1950 Türkiye Futbol Şampiyonunu belirleyen averaja dair fikirlerini belirtmiş… Milli Küme ve Milli Eğitim Kupası devamlığı yazıda gayet bariz. Rahmetlinin o zamanlar dediği gibi, 1959 öncesi şampiyonluklar konusunda Fenerbahçe’nin tavrı açık: Hodri meydan!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Hodri Meydan

    Milli Eğitim Kupası maçlarının şampiyonunu tayin edecek olan maç geçen hafta İzmir’de yapıldı ve Fenerbahçe Altay’ı 4-0 yenerek bu şerefi kazandı. Kutlu olsun.

    Bununla Fenerbahçeliler altıncı defadır ki Milli Eğitim Şampiyonu olmaktadır. Tarihini alın teri ve emeği ile yazmış olan Fenerbahçe’nin bu gibi muvaffakiyetleri her zaman kazanmak kudretinde olduğunu söylemekle biz bir hakikati ifade etmiş olacağız.

    Son puvantajları henüz gözlerimizin önünde serili duran Milli Eğitim Kupası maçlarını genel olarak mütelâa ederken görürüz ki, Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti bu defa da bütün şümûliyle kendini hissettirmekten hâli kalmamıştır. Ne tesadüf ve ne de talih eseri olmayarak sadece gayret ve liyakate dayanan gerçek, onları yine bir safta ve bir derecede bulundurmak kadirşinaslığını göstermiştir. Maçları, her ikisi de 35’er puvanla berabere bitirmişlerdir. Yalnız kıl kadar bir fark, averaj hesabında, Fenerbahçe’ye küçük bir üstünlük sağlayarak ona bir şampiyonluk tacı hediye etmiştir.

    Bu kazanç Galatasaraylıları ne kızdırmış ve ne de kıskandırmıştır. Ancak onların rekabet duygularını arttırmış ve bu kaybı telafi için daha ziyade hıza getirmiştir.

    Ortada Fenerlilerin de “Asil bir jest” diye ifade ettikleri bir hakikat vardır ki o da kendilerine ilk tebrik telgrafını çeken Galatasaraylıların oluşudur. Bu hareket cidden, diğer kulüplerimize örnek teşkil edecek asilane bir jesttir.

    Sporda maç kazanmaktan ziyade sevgi kazanmak, kalp kazanmak esastır. Kırılan kalbi tamir, kaybedilen sempatiyi telafi güçtür.

    Fenerle Galatasaray’ın en çok sevilen ve en çok taraftar toplayan kulüp oluşlarının birinci sırrı, sporu spor diye yapışlarıdır.

    Ben şu dakikada çok eminim ki Galatasaraylılar, bıçak sırtı kadar bir farkla kaçırdıkları şampiyonluktan ziyade, kendilerini bu mertebeye ulaştıran maçlarda yüzde yüz gollük fırsatları iyi kullanamıyarak averajı kaybettiklerine hayıflanmaktadırlar.

    Bununla ikinci defa oluyor ki Milli Eğitim maçları şampiyonluğunu averaj tayin etmektedir:

    Bunlardan birisi Galatasaray’ın Demirspor’la puvan ouvana gelerek pek cüz’i bir averaj farkile kazandığı şampiyonluk, diğeri de yine Galatasaray’ın ayni şekilde Fener’e karşı averaj farkile kaybetiği şampiyonluktur. Şu tesadüfün cilvesine bakınız ki bu usülle kazanan da kaybeden de aynı takım, yani Galatasaray takımıdır.

    SOn hadise sporcularımıza ibret verici bir olaydır. Onlar ki idarecilerinin durmadan yaptıkları telkinlere rağmen gol adedinin fazlalığına kıymet vermezler ve sen puvana bak derler. Kimisi laubalidir, işi gevşek tutar, kimisi karşısındakine kıymet vermez, istihfaf eder. Eloğlu bu, hiç senin gözünün yaşına bakar mı? Fırsatı yakaladı mı senin atmadığın golü o atıverir. İşte o bir tek goldür ki koskoca bir şampiyonluğa mal olur.

    Durumla ilgili de onun için söylüyorum; son Fenerbahçe-Galatasaray maçında kaleci ile başbaşa kalan Galatasaraylı milli bir oyuncunun topu iki metreden dikip de dışarı atmasını (tamamen bitaraf olmama rağmen) ben bile unutamıyorum.

    Sağlık olsun; kazananlar da kaybedenler de bu vatanın evlatlarıdır. Gaye; memleket sporunun yükselmesine hizmettir. Esasen ortada kaybedilmiş bir şey de yoktur. Önümüzde namütenahi zaman vardır. Zafer doğrunun, istikbal çalışanındır.

    Hodri meydan…

    Ziya Ateş

  • Yolun Sonu

    Yolun Sonu

    Bu sitede “1959 Öncesi Şampiyonluklar” hakkında onlarca yazı kaleme aldık. Yine bu konuda Twitter hesabımızdaki bir flood içerisinde bilgi üzerine bilgi yayınlandı. Finalde, hepsi birbirinden kıymetli olan bu yazıların ve dökümanların bağlama kavuştuğu yer ise Türkiye Büyük Millet Meclisi, yani milli irade oldu. Evet, yolun sonu geldi! 1959 öncesi şampiyonlukların inkârı artık mümkün değil!


    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu” olarak işin başından beri aynı şeyleri söylüyoruz:

    “1959 öncesini inkâr, cumhuriyeti inkardır.”

    “1959 öncesini inkâr, imparatorluk mirasını inkardır.”

    “1959 öncesini inkâr, devleti inkardır.”

    Bunları dile getirirken tezimizi “Tarihin ve Devletin Devamlılığı” üzerine kuruyorduk. Çünkü Türkiye Futbol Federasyonu, aşağıdaki kurumların, yani devletin altında işliyordu. Dolayısıyla “Türkiye Futbol Birinciliği” ve “Milli Küme” de Türkiye Cumhuriyeti devletinin “ulusal ve resmî” futbol organizasyonları idi.

    • Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı
    • Türk Spor Kurumu
    • Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü
    • Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
    • Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü

    Türkiye’nin tarihsel sürecinde sporu idare eden mekanizmanın ismi değişse de sahibi hiç değişmedi.

    Türk millî futbol takımının mazisini 1923’den başlatan tarih anlayışının “ulusal kulüp” şampiyonluklarını ise 1959’dan itibaren tanımasının zemininde bir Fenerbahçe kıskançlığı olduğunu hep söyledik. Bu çiğ duygunun insanları sürüklediği yerin, kendi kurucularını ve devleti inkar noktasına geldiğini hep yazdık. İşte ispatı!

    Atatürk’ün Başbakanı Celal Bayar Diyor ki

    Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanaklar Arşivi” herkese açık. Burada yayınlanan 23 Haziran 1938 tarih ve 6/2692 numaralı belgede Başbakan Celal Bayar, “Spor Teşkilatı Hakkında Kanun Layihası”nı ve “Muvakkat Encümen Mazbatası”nı Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sunuyor.

    Peki metni bu kadar önemli yapan şey nedir?

    Bu belgede yukarıda bahsettiğimiz spor kurumları silsilesi, yani 1959 öncesi şampiyonluklar, ilk kez bir “Kanun Layihası” içerisinde anlatılıyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu silsileyi “resmî ve ulusal” olarak sahipleniyor.

    Hiç şüphesiz, hukukçular bunu çok daha iyi ifade edeceklerdir. Fakat işin özünde, bu metin sayesinde Fenerbahçe’nin tezine türlü yalanlarla karşı çıkanların bütün argümanları temelden başlayarak birer birer yıkılıyor.

    Netice itibariyle Galatasaray’ın “hukuki temeli ve geçerliliği bulunmayan, gayriciddi iddia” dediği şeylerin aslında (Atatürk’ün son Başbakanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü Cumhurbaşkanı) Celal Bayar’ın T.B.M.M.’ye sunduğu bir kanun olduğu ortaya çıkarken, Türkiye Futbol Federasyonu’nun “1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda kaçacak bir yeri kalmıyor.

    Bu araştırmaların nihai başarısındaki ana etken, camianın lideri olan Fenerbahçe Başkanlarının ve Yönetim Kurullarının yüreklendirmeleri olmakla beraber; başta Fenerbahçe ve Türk spor tarihi araştırmalarının büyük ismi ve bizim de yol göstericimiz olan Prof. Dr. Vahdettin Engin hocamıza ve bu mücadelenin kitlelere ulaşmasında büyük payı bulunan Metin Sipahioğlu ile tüm emeği geçenlere teşekkürü borç biliyoruz.

    Evet, inkarcılar için yolun sonuna geldik. Bundan sonrası sadece zaman meselesi… Tarih boyunca bazen Milli Eğitim Bakanlığı’na bazen de doğrudan Başbakanlığa bağlı çalışan Türkiye Spor Teşkilatı ve Türkiye Futbol Federasyonu er ya da geç bilimin ışığında kararını verecek, “resmî ve ulusal” 1959 öncesi şampiyonlukların hakkını teslim edecektir.

    Emeği geçen futbolcularımızın ve bu yazıda andığımız devlet büyüklerimizin ruhu şâd olsun.

    Fenerbahçe’nin 28 Şampiyonluğu kutlu olsun!


    Spor teşkilâtı hakkında kanun lâyihası ve Muvakkat encümen mazbatası (1/1125)

    T.C. Başvekalet Kararlar Müdürlüğü

    Sayı: 6/2692

    23-VI-1938

    Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine

    İcra Vekilleri Heyetince 6-VI-1938 tarihinde Yüksek Meclise arzı kararlaştırılan (Spor teşkilâtı) hakkındaki kanun lâyihası esbabı mucibesile birlikde sunulmuştur.

    Başvekil C. Bayar

    Mucib Sebebler

    Cumhuriyet rejiminin kurulmasını müteakip (1922) İstanbul’daki spor kulüpleri müşterek münasebetlerini temin ve yabancı federasyonlarla irtibat tesis etmek maksadile Avrupa’da olduğu gibi bir (Spor Teşekkülleri Birliği) kurmak istemişler ve buna (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) adını vermişlerdir.

    Bu kurum nizamnamesile üzerine almış olduğu vazifenin ifasında suhulete mazhar olmak kaygusile Hükümete müracaat ederek (Menafii umumiyeye hadim) cemiyetlerden addolunmasını istemiş ve bu talep o zaman bir kararname ile isaf olunmuştur. Bu tarihden itibaren İstanbul’dan maada vilâyetler sporunu da idareye başlayan ve 1924 olimpiyadlarına katılmak Devletten gördüğü yardımı her yıl mütezayid surette tecdid ettiren T.İ.C.İ. Türkiye sporunun az çok inkişafına muvaffak olabilmiş ise de teşekkül tarzındaki hususî mahiyet dolayısile bütün sporcularca muta bir otorite haline bir türlü gelmemiştir.

    1935’de toplanan spor kongresinin kararı ile adını (Türk Spor Kurumu’na) değiştiren bu müessese, sevk ve idareyi bir miktar merkezileştirmek ve gençliğin sporunu futboldan maada diğer, asrî ve vatan müdafaasına yarayacak sahalara (Kış sporları, atıcılık, yelkenli uçuş sporları)na teşmil etmiş ve millî sporlara da önem vermek çığırını açmıştır.

    Fakat her iki devrenin verdiği tecrübeler ve son yıllarda garb memleketlerinde sporun sevk ve idaresinde tecelli eden fikirler ve hareketler sporun tıpkı Maarif ve Sıhhat işleri gibi bir Devlet işi olarak ele alınması lüzumunu ortaya koymuştur.

    Birçok garb memleketleri neslin ıslâhını ve yurddaşların yüksek beden ve normal vasıflı insanlar olarak yetiştirilmesini memleket müdafaasının ve iktisadî kalkınmanın en mühim bir âmili olarak telâkki eylediklerinden spor ve beden terbiyesine birinci derecede yer vermişler ve sporun sevk ve idaresini yalnız Devlet hizmetleri araşma almakla kalmayıb ona Devlet makanizması içinde yer vermişlerdir. (Yugoslavya’da: Beden Terbiyesi Nezareti, Sovyetler Birliği’nde: Vekiller Heyeti’ne dâhil Beden Terbiyesi Başkanlığı, Almanya’da: Nazır mevkili Devlet Spor Başkanlığı, Fransa’da: Nezaret) gibi.

    Garb memleketlerinin birçoklarına nisbetle sporda olan geriliğimizi kısa bir zamanda gidermek için sporda kuvvetli bir otorite ve disiplin kurmak şiddetli ihtiyacı da bu düşünceyi teyid eder.

    Filhakika Maarif, iktisad, ordu ve halk gibi büyük insan topluluklarını sinesinde bulunduran müesseselerin beden terbiyesini ve sporu ancak müesseselerin üstündeki bir makamın prestiji ile sevk ve idare edebileceği düşünülerek bu kanun ile sporun sevk ve idaresi Başbakanlık makamı ile ilgilendirilmiştir.

    (Spor Umum Müdürlüğü adı) başbakanlığın prestiji altında müstakil bir idare makanizmasının yaratılması ifadesidir.

    Bu kanun ile kurulan (İstişare Heyeti) ise Umum Müdürlük nezdinde yüksek bir istişare makamı tesis eder, muhtelif vekâletlerde spor hareketleri için gösterilecek temayülleri inceler ve spor başkanlığının bütün teknik müdevvenatını hazırlar. Nâzım, nasihatçi, sporun önemini tebarüz ettirici bir heyettir. Ayni fikir ve gaye iledir ki spor ve beden terbiyesi ile ilgili vekâletlerde işlerini sevk ve idare edecek bir (Spor Umum Müdürlüğü) ihdası derpiş ve iltizam edilmiştir.

    Sporun kısa bir zamanda ileriye yol almasını sağlayacak bir âmil de ordu gibi iktisad ve Nafia

    Başkanlığı gibi kalabalık insan kitlelerini toplu bir halde bulunduran müesseseler, fabrika ve iş evlerinde çalışmaktır. Bu sebebden bu gibi müesseseler (garb memleketlerinde olduğu gibi kendi adamlarına ve onların ailelerine spor ve beden terbiyesi yaptırmağa ve bunun yapılması için beden terbiyesi tesisleri vücuda getirmeğe bu kanun ile mükellef tutulmuştur.

    Beden terbiyesini 45 yaşına kadar bütün yurddaşlara teşmil etmek üzere bütün Devlet dairelerinde çalışma ve bu yaşa kadar olan memurların her gün muayyen zamanlarda bir mütehassısın nezaretinde beden terbiyesi yapmaları mecburî tutulmuştur. Bu kanun ile kurulması düşünülen Yüksek beden terbiyesi enstitüsünün açılması sporun teknik ve sıhhat bakımlarından yükseltilmesini sağlamak ve memleketi çok muhtaç olduğu yüksek ve orta vasıflı uzman, öğretmen, antrenör ve monitörleri yetiştirmek bakımından en önemli bir ihtiyacı kapatmış olacaktır. Ancak Devlet bütçesinde birdenbire büyük bir yük olmamak için kanunda bu müessesenin kurulması bütçe imkânlarının müsaadesine talik edilmiştir.

    Memlekette sporu büyük şehirlerden maada bütün kasabalı ve köylü halk tabakaları içine yaymak ve bilhassa millî sporlara (güreş, binicilik, atıcılık, cirid) şimdiye kadar olandan çok fazla önem vermek gaye edinilmiştir. Bu maksadla binicilik, cirid, atıcılık ve avcılık ile okçuluk dahi federasyonlar çerçevesi içine alınmışlardır. Bedenden olduğu gibi normal bakımdan da yüksek vasıflı bir Türk gençliği yaratmak gayelerin başında gelmektedir.

    Yurddaşlara spor yaptıracak müessese, eskiden olduğu gibi bu kanunda dahi ordu ve mekteb haricinde kulüb olacaktır. Spor kulüblerinin adedi ne kadar çoğalırsa sporun yurdda yayılması da o nisbette artacağına göre bu kanun ile (köylerde 50 genç başına bir spor kulübü ve kasaba ve şehirlerde de 500 genç başına bir spor kulübü kurulması düşünülmek suretile) alâkalılar klüblerin sayısını arttırmakla mükellef kılınmaktadırlar. Fakat amatörler tarafından kurulan kulüblerin bir Devlet otoritesi ile olan çalışmalarında intizam ve inzibatın, idare heyetlerinin Spor Umum Müdürlüğü kademelerinde tasdik edilmek suretile temin edilmek lüzumu uzun yılların tecrübelerinin mahsulüdür. Spor, sağlık ve kültür gibi bir Devlet hizmeti olarak telâkki edilince pek tabiî olarak Spor Umum Müdürlüğü’nün müsaadesine iktiran etmeyen beden terbiyesi ve spor müesseseleri vücude gelmemek icab eder.

    Bölge ve kulüblerin yıllık mesaisini destekleyecek ve şimdilik vilâyet merkezlerinde yapılmağa başlanılan spor sahaları ile diğer spor tesislerini vücude getirmeğe yardım olmak üzere vilâyet hususî idarelerile belediyelerin bütçelerine konulan yardım parası bu müesseselerin zaten birkaç yıldan beri ödemeğe alışmış oldukları. mütevazi bir yardımdır. Spor kurumu gelirinin ve bütçesinin hakikate uygun ye mütevazin olmasını teminen bu yardımın muayyen ve mukannen bir hadde tesbiti maksadile lâyihaya hükümler konulmuştur.

    İki yıldan beri memlekette spor sahalarını ve tesislerini vücude getirmek için girişilen teşebbüsü devam ettirmek, memlekette sporu yaymak en önde gelen tedbirlerden ise de bu yıl bütçesine konmuş olan 239 bin küsur liralık yardım parası, bu yıl bir çok sporların mefluç kalmasına sebeb olacak kadar az olduğundan bu kanunun kabul ve tasdikini müteakib spor için munzam bir yardımın acele düşünülmesi icab edecektir.

    Spor umum müdürlüğü teşkilât ve kadrosunun alması lâzım gelen kati şekil gelecek sene tespit ve teklif edilmek üzere 1938 malî senesi bütçe ve kadrosunun verilecek tahsisata göre İcra Vekilleri Heyetince tespit ve tasdiki zarurî görülmüş ve ona göre hükümler konmuştur.


    Muvakkat Encümen Mazbatası

    T.B.M.M. Spor Teşkilatı Kanunu Layihası Muvakkat Encümeni

    Esas No. 1/1125

    27-VI-1938

    Yüksek Reisliğe

    İcra Vekilleri Heyetinin 23-VI-1938 tarih ve 6/2692 sayılı tezkeresile Kamutay yüksek katına arzı kararlaştırılan ve Bütçe, Dahiliye, M. Müdafaa, Sıhhat ve Maarif encümenlerinden seçilen üçer üyeden teşekkül eden muvakkat encümenimize havale buyurulan spor teşkilâtı kanun lâyihası, Dahiliye vekili Şükrü Kaya ve Başvekâlet müsteşarı Kemal Gedeleç hazır olduğu halde tedkik ve müzakere edildi:

    Hükümetin mucib sebebler lâyihasında serdeylediği sebeblere ve Dahiliye Vekili ile Başvekâlet müsteşarı tarafından verilen izahlara göre teklif esas itibarile ve aşağıda arz edilen encümence yapılan değiştirmeler ve tadillerle kabaule şayan görülmüştür:

    1 – Hükümetin teklifinde zikredilen (Spor Teşkilâtı Kanun Lâyihası) adı (Beden Terbiyesi Kanunu)na tahvil edildi. Çünkü: Beden terbiyesi şamil mefhumu içinde yer alan cüzülerden birisidir.

    2 – Merkez istişare heyetinin bir kısım vazifeleri tamamile istişarî mahiyette ve diğerleri de karar alıcı mahiyette olarak tasrih edilmek suretile sadeleştirilmiş ve vuzuhlandırılmıştır.

    3 – Vilâyet, kaza ve nahiyeler istişare heyetlerinde vazifedar edilenlerin sayısı bunlardan en lüzumluları alıkonmak suretile tahdid edilmiştir.

    4 – Hükümetin 11inci maddesine lüzum görülmedi; çünkü belediyelere ve hususî idarelere zaten lüzumu olan mükellefiyetler konmuştur.

    5 – Halkevleri teşkilâtı, öteden beri yurdda beden terbiyesinin yayılmasına hizmet etmiş müesseselerden olmak bakımından bu teşkilâtın bazı spor nevilerile iştigal eylemelerini sağlayacak istisnaî hüküm kondu.

    6 – Hükümetin 14üncü maddesinde istenilen beden terbiyesi mecburiyetlerinin şimdilik her tarafta ve tamamen tatbiki güç görülerek Hükümetin tatbik imkânına bırakılmıştır.

    7 – Spor kulüplerinin kendileri tarafından seçilen idare heyetlerinin bölgelerin tasdikinden geçirilmesi hakkındaki Hükümet teklifi gençliğin hevesini kırar telâkkisile onaylanmadı.

    8 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü’nce yurdda yapılacak teşkilâttan başkaca hususî eşhas ve müesseselerin beden terbiyesini doğrudan doğruya veya endirek olarak ilgilendirecek teşebbüslerine açık kapı bırakılması sporun yurdda yayılmasını çabuklaştıracak bir âmil telâkki edilmesindendir.

    9 – 2 maddede Hükümetin teklif eylediği müstakil bütçe kaydi usul ve teamüle uygun görülmediğinden mülhak bütçe olarak tadil edilmiştir.

    Umumî Heyetin tasvibine arz edilmek ve müstaceliyetle kabul buyurulmak dileğile Yüksek Reisliğe sunulur.

    Muvakkat E. Reisi M. M.

    Aziz Akyürek (Erzurum)

    Alaattin Tiridoğlu (Maraş)

    Hüsrev Sami Kızıldoğan (Kars)

    Dr. Fatma Memik (Edirne)

    Dr. Mehmet Sami Konuk (Bursa)

    Hüseyin Rahmi Apak (Tekirdağ)

    Süreyya Tevfik Genca (Tokad)

    Zeki Soydemir (Erzurum)

    Salih Turgay (Kayseri)

    Hikmet Işık (Erzincan)

    Seniha Hızal (Trabzon)

    Nakiye Elgün (Erzurum)

    Memet Somer (Kütahya)

    Hamdi Ülkümen (Trabzon)

  • Hani Resmî Değildi?

    Hani Resmî Değildi?

    1959 öncesi şampiyonluklar konusunda Fenerbahçe’nin tezine karşı çıkanların ne kadar tutarsız argümanlara sahip olduğunu sürekli belirtiyoruz. Bu organizasyonları gayriresmî olarak göstermeye çalışanlara Sedat Ziya Kantoğlu da tarihten bir cevap veriyor. Bir “Galatasaray Başkanı”nın Millî Küme’nin ne kadar da “resmî” bir şampiyona olduğunu anlatan tarihî beyanatı ile sizleri baş başa bırakıyoruz. Sedat Ziya Bey, 1959 öncesi şampiyonluklar için adeta tarihten bugüne sesleniyor : “Hani resmî değildi?

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaray Millî Kümeye Girdi

    Millî kümeye dâhil dört kulüp anlaşmasının üç beş gün için, ortaya çıkardığı karışık vaziyet üzerine bu anlaşmada yalnız başına kalan Galatasaray kulübü, kendi noktai nazarını müdafaa etmek maksadıyla Beden Terbiyesi Umumî Müdürlüğü nezdinde teşebbüsatta bulunmağa karar vermiş ve idare heyeti reisi Sedad Ziya Ankara’ya gitmişti. Sedad Ziya, dün sabah İstanbul’a gelmiş ve bize şu izahatı vermiştir:

    Sedat Ziya Bey Diyor ki

    “Millî küme maçları münasebetiyle ortaya çıkan hadiseden sonra Beşiktaş, Vefa ve bilahare Fenerbahçe Millî küme maçlarına girince Galatasaray kulübü, cidden garip bir vaziyette kalmıştı. Beden Terbiyesi Umumî Müdürlüğüne dört kulüp namına yapılan müracaata cevap gelinceye kadar beklemeye karar vermiş olduğumuz halde, kulübümüzün vaziyeti hakkında her gün birbirini takip eden muhtelif rivayet ve şayialar üzerine Ankara’ya giderek yalnız kaldığımız bir davada nokta-i nazarımızı müdafaa etmek ve ortaya çıkan dedikoduları önlemek istedik.

    Beden Terbiyesi Umumî Müdürü General Cemil Tahir Taner’le uzun boylu konuşmak imkanlarını buldum. Uzun seneler memleket sporuna hizmet etmek maksadıyla memlekette tatbik edilen bütün sporları imkan dahilinde tatbike çalışan Galatasaray Kulübünün, öteden beri olduğu gibi sırf spor yapmak maksadıyla çalıştığını, teşkilata karşı olan sıkı alaka ve bağlılığını etrafıyla izah ettim.

    Arada, hiç istemediğimiz halde bir sui tefehhüm meydana gelmiş olduğunu anlattım.

    Spor işlerimizin dünden, bugün ve yarın daha iyi bir şekilde inkişafı için elinden geldiği kadar ciddi mesai sarf eden Beden Terbiyesi Umum Müdürü’nün millî küme maçları dolayısıyla ortaya çıkan ihtilaftan cidden müteessir olduğunu gördüm. Sonunda büyük bir hüsnüniyet gösteren Beden Terbiyesi Genel Direktörü ile temas ettikten ve anlaştıktan sonra, futbol takımımızın millî küme maçlarına iştirakinde hiçbir mahzur kalmamış olduğunu söyleyebilirim. Genel Direktör Galatasaraylı sporculara sevgi ve selamlarını yolladılar.

    Millî küme maçımızın ilk oyunu dostumuz Beşiktaş’la idi. Beşiktaş kulübü idare heyeti namına bir sabah gazetesinde Galatasaray’la maç yapamadığı için teessür duyduğunu ve Beşiktaş kulübünün bu yapılamayan maçı her zaman oynamaya hazır bulunduğunu söyleyen Beşiktaş kulübünün kıymetli idarecisi Sadri ile de görüştüm. Tıpkı kendi ifadeleri gibi bu dost kulüple her zaman oynamaya hazır olduğumuzu, yalnız millî küme maçlarının başlamış olmasını nazarı itibara alarak, Genel Direktörlüğün tespit edeceği tarihte ve yerde bu maçı memnuniyetle yapacağımızı söyledim. Sadri yüksek bir sportmenlikle bunu kabul etti. Bu hususta icap eden muamelenin yapılması için de İstanbul mıntıkasına usulen ve resmen müracaat ediyoruz.

    Beden Terbiyesi Umumî Müdürlüğü’nün birinci defa tertip etmiş olduğu millî küme maçları meselesinin bu suretle halledilmiş olmasından dolayı, bütün Galatasaraylılar gibi ben de memnunum.

    (Kaynak : Taha Toros Arşivi)

  • Devamlılık

    Devamlılık

    1959 öncesi şampiyonluklar konusunda Fenerbahçe’nin tezine karşı çıkanların diline pelesenk olan ajitasyon cümlelerinden biri de Milli Küme’ye yönelik “Adında Milli var diye, bu organizasyon ulusal olmaz” tümcesi… Prof. Dr. Vahdettin Engin hocamızın (kendimize rehber edindiğimiz) “Tarihi Devamlılık” ilkesinden bihaber olan bu kişilere, gazete haberleri eşliğinde, bir mesaj daha vermek istedik.

    Tarih çuvala sığmaz… 1959 öncesini inkar, devleti inkardır! Keyifli okumalar…

    “Bir Nevi” Millî Küme

    4 Mayıs 1957 tarihli Milliyet gazetesinde “Federasyon Kupası Maçları Bugün Başlıyor” başlıklı bir haber yayınlandı. Haber metni şöyleydi :

    “Profesyonel Lig”in heyecanı henüz yatışmadan futbolseverler şimdi de “Federasyon Kupası” maçlarıyla yeni bir atmosfer içine gireceklerdir. Bir hafta geri bırakılmış bulunan “Federasyon Kupası” maçları bugün Ankara ve İzmir’de yapılacak maçlarla başlayacaktır.

    Hazırlanan fikstür gereğince İstanbul ikincisi Galatasaray bugün ve yarın İzmir’de oynayacak, İstanbul beşincisi Beşiktaş da haftayı Ankara’da yapacağı iki maçla geçirecektir. Galatasaray bugün Kültürspor’la, yarın da Altay’la karşılaşacaktır. Beşiktaş ise bugün Adana Milli Mensucat’la, yarın da Ankara Gençlerbirliği ile çarpışacaktır.

    İstanbul liginde arzuladıkları dereceyi alamayan Sarı-Kırmızılı ve Siyah-Beyazlı takımlar şimdi bütün ümitlerini “Federasyon Kupası”na bağlamış bulunmaktadırlar. Diğer taraftan Ankara, İzmir ve Adana takımları da bir nevi “milli küme” hüviyetindeki bu müsabakalarda şehirlerini gereği gibi temsil ve futbollerini değerlendirmek bakımından iddia sahibidirler. Böylece “Federasyon Kupası” maçları futbol meraklıları için yeni bir heyecan kaynağı olacaktır.

    Federasyon Kupası

    Tarih 25 Nisan 1958… Yine Milliyet gazetesi… Bu defa haber başlığı “Federasyon Kupası’nın yerini alacak Milli Lig kat’ileşti”… Hep birlikte okuyalım :

    Futbol Federasyonu Reisi Orhan Şeref Apak Federasyon Kupası’nın mevsim sonunda iptal edileceğini ve bu kupanın yerini milli lig’in alacağını açıklamıştır. Evvelce de bildirdiğimiz gibi Türkiye Ligi 1959 sezonundan itibaren başlayacaktır. Apak, Milli Lig’in kuruluş sebeplerini şöyle izah etmiştir :

    ‘Türk futbolunun manevi bakımdan kalkınmaya ihtiyacı var. İşte, milli lig buna cevap verecektir. Hasılat meselesi ikinci planda mütalaa edilmektedir. 1959 sezonu başından itibaren Türkiye milli lig’ine gireceğiz. Hazırlıkların müsbet bir safhaya girdiğini açıklamak isterim’

    Projeleri hazırlanarak futbol federasyonunun tetkikine gönderilen Türkiye Ligi’ne, birinci sene İstanbul, Ankara ve İzmir takımları iştirak edecektir. İlk tecrübe devresini müteakip lig genişletilecek ve ismine muvazi bir şekil alacaktır.”

    Tarihi Devamlılık

    Yukarıdaki haberleri gördünüz… Peki Fenerbahçe’nin tezine karşı çıkanlar ne diyor?

    Onlara sorarsanız;

    • 1959’da başlayan ve neredeyse 10 sene boyunca üç şehrin takımıyla oynanan lig “Milli” sayılıyor ama 1959 öncesinde aynı şartlarda yapılan lig “Milli” olarak değerlendirilmiyor.
    • Federasyon Kupası “bir nevi” Milli Küme iken sayılıyor ama “özbeöz” Milli Küme hesaba katılmıyor.
    • 1923’den beri düzenlenen (ve devamlılık sağladığı Türkiye Futbol Federasyonu tarafından son derece açık ve net olarak belirtilen) organizasyonlar yok sayılıyor.

    Adeta, durmadan işleyen bir nalıncı keseri…

    Biz ise sürekli yinelediğimiz şekilde bitirelim : Türkiye Cumhuriyeti devleti (sırasıyla Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, Türk Spor Kurumu ve Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ismi verilen resmî kurumlarının emri altındaki) Türkiye Futbol Federasyonu’na, Türkiye Futbol Birinciliği, Milli Küme, Federasyon Kupası ve Milli Lig turnuvalarını düzenletmiştir. Bu şampiyonlukları birbirinden ayırabilmek mümkün değildir. Hepsi resmî, hepsi ulusaldır…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Utanmadan Kuralsız Dediler

    Utanmadan Kuralsız Dediler

    1959 öncesi şampiyonluklara karşı çıkanların en favori yalanlarından birisi de bu organizasyonların hiçbir kaide olmadan düzenlendiği idi. Evet, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bunca emeği sonucu ortaya çıkan şampiyonalara, utanmadan kuralsız dediler.

    Aşağıdaki metin, dönemin süreli yayınlarında yer bulan, 1937 Milli Küme Talimatnamesi! Şüphesiz, kendileri bunu da beğenmeyecekler ama mızrak (tarihen ve mantıken) çuvala sığmıyor. 1959 öncesini inkar, Cumhuriyeti inkardır!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    1937 Milli Küme Talimatnamesi

    1. İstanbul’dan Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Güneş, Ankara’dan Ankaragücü, Gençlerbirliği, İzmir’den Altay, Göztepe kulüpleri bu maçlara iştirak edeceklerdir.
    2. Mıntıka dahilindeki kulüplerin birbirleriyle yapacakları maçlar hasılatı ve masarifatı kendilerine aittir.
    3. Şehirler arasındaki maçların masraf ve varidatı Federasyona aittir. Yalnız safi kar hasıl olursa buna İstanbul, Ankara, İzmir şehirlerinin nüfusu nispeti esas tutularak kulüpler arasında taksim edilir.
    4. Milli Küme’ye iştirak edecek olan takımlar bu maçlara yalnız kendi nizami kadrolarıyla gireceklerdir.
    5. Milli Küme’ye girecek sporculara federasyon yeni lisanslar verecektir.
      Lisans ibraz edemeyen sporcular hakem tarafından oynatılmayacak ve lisanslı oyuncular hakkında hiçbir itiraz kabul edilmeyecektir. Yalnız lisansların numaraları ve idmancıların isimleri her maçtan sonra hakem tarafından federasyona derhal verilecek rapora eklenecektir.
    6. Aynı mevsim zarfında bir idmancı iki mıntıkada milli küme maçlarına iştirak edemeyecektir.
    7. Şehir deplasmanlarının sırası geldiği halde icabet etmeyen veya kendi şehrinde müsabakaya iştirak etmeyen veya maç esnasında sahayı terk ederek müsabakayı sekteye uğratan kulüp hakkında aşağıdaki hükümler tatbik edilecektir.
      A – Şehir deplasmanına iştirak etmeyen kulüp 150 Lira para cezası öder. Tekerrürü halinde müteakip müsabakalara girmek hakkını kaybeder ve hükmen mağlup olur.
      B – Kendi şehrinde hariçten gelen kulüple yapılacak müsabakaya iştirak etmeyen kulüp gene müteakip müsabakalara iştirak hakkını kaybeder ve hükmen mağlup addedilir. Aynı zamanda 250 Lira para cezası verir.
      C – Müsabakayı yarıda bırakıp terk eden takım mağlup addedilir. Ve o günkü maç hasılatından hissesine düşeni alamaz. (Bu madde mahalli maçlar içindir.)
      D – Sahayı terk eden veya hakemin sahadan çıkardığı idmancılar evvelemirde otomatikman müteakip müsabakaya girmek hakkını kaybeder. Saniyen hakem raporu üzerine federasyon bu sporcu hakkında resen ceza tayin eder.
    8. Esbab-ı mucibe olmadıka fikstür her ne suretle olursa olsun tebdil ve maçlar tehir edilemez. Esbabı mucibenin takdiri yalnız federasyona ve o gün maçı idare edecek hakeme aittir.
    9. Milli Küme birinci ve ikincisine Kurum tarafından birer kupa verilecektir.
    10. Hakemler : Milli Küme maçları Ajanlar tarafından federasyona isimleri bildirilen aşağıdaki hakemler tarafından idare edilecektir.
      A – Ankara’dan Alaaddin, İbrahim, Selahattin, Kemal Halim.
      İstanbul’dan Sait Selahattin, Sadi, Nihat, Şazi.
      İzmir’den : Mustafa, Mustafa Şenkal, Esat
      B – Yan hakemleri, hakemler tarafından tayin olunacaktır.
      C – Şehirler arası maçları idare edecek hakemler federasyon tarafından tayin olunur.
      D – Mıntıka dahilindeki maçların hakemleri tarafeyn kulüplerinin muvafakati ile tayin olunur. Anlaşma hasıl olmazsa mıntıka hakem komiteleri bu hakemleri tayin eder.

    11. Çekilen kur’aya göre : Fenerbahçe 1, Beşiktaş 2, Güneş 3, Galatasaray 4, Altay 5, Göztepe 6, Ankaragücü 7, Gençlerbirliği 8 numaraları almışlardır.
    12. Mali Şerait : Mahalli maçlar hasılatı doğrudan doğruya oynayan kulüpler arasında taksim edilir.
    13. Stad Hisseleri :
      A – İstanbul’da Cumartesi günleri için kapı hasılatından yüzde 15 Pazar günleri için yüzde 20 kabul edilmiştir.
      B – Cumartesi maçlarının hepsi Taksim Stadı’nda yapılacaktır. Pazar maçlarını her takım kendi stadında yapacaktır.
      C – Ankara ve İzmir stadları hisseleri federasyonca tespit edilecektir.
  • Kuru Gürültü

    Kuru Gürültü

    1959 öncesi şampiyonluklar konusunda Fenerbahçe’nin tezine karşı çıkanlar, belge ile görüş arasındaki farkı bilmedikleri (veya daha kötüsü, bilip de bilmezden geldikleri) için, sağdan soldan topladıkları gazete kupürleri ile geçmişi silmeye çalışıyorlar. Tabii mızrak çuvala sığmıyor… 1930’lar ve takip eden yıllarda Türkiye’de spor dergiciliği gerçekten oldukça üst seviyedeydi. O dergilerden biri olan “Top”ta yazan (meşhur Galatasaraylı ve sonraki yılların kulüp başkanı) Ulvi Yenal, Milli Küme’nin başlamasına itiraz edenlere “Kuru Gürültü” diyor.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başvuru detaylarını bilmediğimiz için hukuken bir yorum yapmak mümkün değil fakat bugün gelinen noktada Fenerbahçe’nin bu konudaki tarih tezinin tartışılacak bir tarafı yok. Belgeyse belge, bağlamsa bağlam… Bununla beraber, aşağıdaki görüş de çok kıymetli.

    Dönem kaynaklarını aktarmaya ve bu organizasyonların ne kadar “ciddi ve ulusal” olduğunu ispat etmeye devam edeceğiz. Kuru gürültü istediği kadar devam edebilir. 1959 öncesini inkar, devleti inkardır!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Milli Küme Başlıyor

    Bulgarca spor gazetesinin genç baş muharriri Ivan Seleviev ile otelin salonunda konuşuyoruz. Meşhur Fransızca Auto gazetesi baş muharriri Henri Desgrange’ın talebesi olduğunu, Fransa turunu müteaddit defalar bizzat takip ettiğini anlatıyor. Bahis, dönüp dolaşıp (Milli Küme) işine intikal ediyor. Muharrir, güler bir yüzle:

    • Bu sene biz de (Milli Kümeyi) kabul ettik. Birkaç seneden beri (Milli Küme) teşkili için gazetemde müthiş bir mücadele açmıştım. Nihayet muvaffak olduk. Bu seneki lik maçları (Milli Küme)ye alınacak kulüpler için esas olacak. Monoton lik maçları bütün ehemmiyetini kaybetmişti. Şimdi büyük bir canlılık olacak.

    Muharririn bu sözleri üzerine Bulgaristan’ın en kuvvetli takımı Levski’nin niye ikinci takımını lig maçlarına bırakıp da Baltık turnesine çıktığını ve yine niye bu sene lig maçlarına büyük bir ehemmiyetle başlamakta olduğunu hatırlıyorum.

    (Milli Küme)yi herkese empoze eden bu neş’eli muharririn sözleri, canımı sıkıyor ve sadece:

    • Bizde henüz kabul edilmedi, diyorum ve düşünüyorum:

    Bizde de er geç kabul edilecek. 1932 senesinde, yani bundan dört sene evvel, biz de aynı mücadeleyi açmış, hatta daha birkaç nüsha evvel (Top)da zaif, yorgun bir lisanla son bir yazı da yazmıştık… Ne yazık!..

    Biz de kabul edeceğiz. Fakat daha dört sene sonra… Kaybolan bu zamana yazık değil mi?

    (Milli Küme) teşkili için, Sofya’dan gönderdiğim yazıda, -misal göstererek- bir mücadele kokusu yok mu?

    Garip bir tesadüf eseri olarak bu düşüncelerin tesiri altında, Bulgaristan’da da (Milli Küme)nin kabul edildiğini yazdığım mektubun (Top)da çıktığı hafta aynı gazetenin başka sütunlarında bizde de (Milli Küme)nin kabul edilmiş olduğu müjdesi veriliyor…

    Dört sene kaybettik, fakat gelecek dört seneyi kazandık… Zararın neresinden dönülse kardır.


    Tabii her yenilik, her ileri adımda olduğu gibi, bunda da, kendi düşüncelerine göre menfaatlarının zarara uğradığını zannedenler bir itiraz sadası yükselttiler.

    Halbuki, (Milli Küme) teşkili spor hayatımızda her teşekkülün, her kulübün, hatta her şahsın lehine bir harekettir. Esasen muterizler de kuru bir gürültüden başka, ufak bir sebep gösterememişlerdir.

    Dört sene evvel ortaya atmış olduğumuz ve faydalarını birer birer saydığımız, mücadele ettiğimiz bir fikrin kabul edilmiş olması insana manevi bir haz veriyor. Ve bilhassa bu fikri iş olup bittikten sonra kabullenmek ve benimsemek açık gözlülüğünü gösteren kimse de meydana çıkmazsa bu haz büsbütün artıyor.

    Yalnız şimdi tatbikatta isabetli davranmak, bu işi muvaffakiyete götürecek bir şekilde idare etmek lazım ve hatta şarttır.

    Ulvi Ziya Yenal / 26 Ekim 1936 / Top Dergisi / Kuru Gürültü

  • 3 Mayıs

    3 Mayıs

    Fenerbahçe’nin kuruluşunun Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen dönem içerisinde özel bir anlamı vardır. Bu anlam, bir avuç gencin, yaşadıkları topraklarda yabancıların hakimiyetinde oynanan futbol oyununa, adeta isyan ederek, dahil olmalarında gizlidir.

    Nurizade Ziya, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Asaf adlı gençler, semtleri Kadıköy’ün en büyük okulu Saint Joseph Lisesi’nin Türkçe öğretmeni Enver Bey ile bir araya gelerek bu isyanı başlatanlardır.

    Çoğunlukla yabancıların yaşadığı Kadıköy’de, yine yabancı çocukların çoğunlukta olduğu bir okulda görev yapan bir Türk öğretmenin sözleriyle filizlenen “bağımsızlık” ve “eşitlik” gibi duygular; Fenerbahçe burnundaki çayırlarda yaptığı antrenmanlarla kendini göstermiş ve Fener’e ışık olmuştur.

    1907 yılının bahar aylarında Fenerbahçe Spor Kulübü’nü meydana getiren gençlerin taşıdığı duygular, kuruluş yıllarında çekilen zorluklara rağmen zayıflamamış; ülkemizin (Mustafa Kemal Paşa tarafından yakılan) bağımsızlık ateşinin etrafında pervane olmuştur.

    Fenerbahçe Spor Kulübü, “kendisine ebedi muvaffakiyetler” dileyen Mustafa Kemal Paşa’nın kulübü ziyaret günü olan 3 Mayıs’ı,  “Kuruluş Günü” olarak kutlamaktadır. İşte bugün 114 yaşına gelen Fenerbahçemizin içinde tarih yatan mazisinden satır başları….

    23 Temmuz 1908’de tekrar ilan edilen Meşrutiyet sonrasında Türkiye toprakları adeta cemiyetler ve kulüplerle dolup taşmıştı.

    Fenerbahçe’nin ismi 1908 yılı başlarından itibaren günlük gazetelerde maç haberleri görülmeye başlanmış, bugüne kadar tespit edilen ilk fotoğrafı ise, 1908’in Aralık ayında Musavver Muhit adlı dergide yayınlanmıştı.

    Bu sırada Padişaha ait olan Papazın Çayırı’nın bir bölümü Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Songülen’in de aralarında bulunduğu girişimciler tarafından kiralanarak “Union Club” kurulmuş, günümüzün Fenerbahçe Stadyumu’nun bir anlamda temeli atılmıştı.

    Bu tarihten kısa bir süre sonra Ayetullah Bey dışında kalan kurucular türlü nedenlerle kulüpten ayrıldılar. O zaman yüzbaşı olan Mustafa Kemal Bey Fransa’da, Picardie manevralarında iken, Fenerbahçe tarihinin ilk buhranını geçiriyordu.

    Sahaya çıkaracak sporcu bulamadığı için Üsküdar Pazaryolu Kulübü ile birleşen Fenerbahçe’nin, yapılan ilk toplantıda bağımsızlığının tehlikeye düşmesi üzerine ayağa kalkan Ayetullah Bey’in kulübü bu badireden nasıl kurtardığını, o gün o toplantıda bulunan Nasuhi Baydar’dan dinleyelim:

    Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di. …. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp…. ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”
    Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi :
    – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır”
    Sonra bir teklif ile geldi:
    – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”

    Ayetullah, birdenbire, köpürdü:
    – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz”
    Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu :
    – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?”
    “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”

    Fenerbahçe, bu tehlikeli dönemeçten iki sene sonra, 1912’de ilk şampiyonluğunu yaşadı.

    Mekteb-i Sultani’den ve Galatasaray takımından ayrılan Hasan Kamil Sporel ile birlikte daha da güçlenen Fenerbahçe’de; Elkatipzade Mustafa Bey, İstanbul çayırlarından topladığı futbolcularla Türkiye’nin ilk altyapı takımlarını oluşturarak, futbol tarihine ve Fenerbahçe’nin sonraki 20 yılına adeta tek başına damgasını vurdu.

    Nasuhi Baydar, bu büyük Fenerbahçeliyi şöyle anlatacaktı:

    “Gündüz mağazaya, gece eve gitmeyip Fenerbahçe’nin istikbal ve hali ile meşgul olduğu günler birbirini takip etti. Mustafa artık kulüpte yatıyor, kulüpte yiyor, yalnız kulübün işleriyle alakalanıyordu. Fenerbahçe’ye maddi veya manevi yardımda bulunabilecek kim varsa, Mustafa bunların hepsiyle dost oluyordu Filan yerde bir sandal, falan yerde iki kale filesi, şu gümrük ambarında birkaç çift spor kundurası, burada bir az tahsisat, hepsini Mustafa öğreniyor, Fenerbahçe’ye temin etmenin yolunu buluyordu. Ve böylece, Fenerbahçe varlıklı bir müessese olurken Mustafa da kendi varlığını kaybetti, babasının mirasını bile… Fenerbahçe Mustafa’ya neler borçlu değildir? Bunun muhasebesini değme mütehassıs tutamaz. Fakat, Mustafa bütün alacaklarını bir iki gole, bir şampiyonluğa çoktan helal etmiştir.”

    Ertesi sene 1913 tarihli tüzüğünü yazan Fenerbahçe, Cemiyetler Kanunu’na göre tescil edilen kulüpler arasına katıldı.

    Nafia Nazırı Mehmet Hulusi Bey’in ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Doktor Hamit Hüsnü Kayacan’ın, sırayla Başkan oldukları 1913-1915 yılları arasında Fenerbahçe başarıdan başarıya koşarken, kulüp tarihini asıl damga vuran isim ise Galip Kulaksızoğlu oldu.

    Seneler boyunca kulübe yeni gelen bütün genç sporcuları Atatürk’ün Fenerbahçe hatıra defterine yazdığı yazının karşısına götürüp onlara bu yazıyı okuyan, bütün çağdaşlarının deyimiyle “en büyük Türk sporcusu” Galip, Fenerbahçe’nin kuruluşundan itibaren bütün branşlarda spor yaptı. Genel kaptanlık, başkanlık, hatta stadyum müdürlüğü bile yaptı. Ölene kadar kulübüne hizmet etti, kulübü için yaşadı.

    1914 yılı, artık bir spor kulübü olan Fenerbahçe için alabildiğine hareketli geçti.

    O sene ilk Galatasaray galibiyeti alındı.

    1932’deki yangın felaketine kadar evimiz olacak ve birbirinden meşhur konukları ağırlayan Kuşdili Lokali açıldı.

    İkinci İstanbul Ligi şampiyonluğu kazanıldı ve Fenerbahçe ilk yurt dışı seyahatine, Rusya’ya gitti.

    Fakat 1914 yılı bitmeden dünya kelimenin tam anlamıyla birbirine girdi.

    Cumhuriyet döneminde bakanlık görevi de yapacak olan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kadıköy sorumlusu Sabri Toprak, savaş yıllarında kulübün başkanlığını yürüttü ve kulüp üyelerinin cepheden cepheye koştuğu seferberlik zamanlarında kulübe muazzam hizmetlerde bulundu. Sabri Toprak, aynı zamanda Fenerbahçe tarihinin en kıymetli misafirini kulübe getiren isim olacaktı.

    Savaş sona ermeden kısa bir süre önce, 3 Mayıs 1918 tarihinde, o dönem adı İttihat Spor Sahası olarak bilinen Kadıköy Fenerbahçe Stadı’nda bir İdman Bayramı yapılacaktı.

    Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, bir önceki geceyi, Fenerbahçe Başkanı olan, arkadaşı Sabri Bey’in evinde misafir olarak geçirdi.

    Öğlen saatlerinde de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kuşdili’ndeki lokalini ziyarete geldi ve burada saatlerce kaldı.

    Son dönemde yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gazete haberleri, Mustafa Kemal Paşa’nın sadece Fenerbahçe kulübü’ne değil, aynı zamanda Fenerbahçe Stadyumu’na da geldiğini böylece kanıtlamış oldu.

    Yalnızca 1 sene sonra millî mücadeleyi başlatmak için Anadolu’ya geçecek olan Atatürk, önce kulüp hatıra defterini imzaladı.

    Günün sonunda Elkatipzade Mustafa Bey’in idaresindeki futaya binip Sabri Bey’in Moda’daki evine geri dönmeden önce iskeleden kendisini uğurlayanlara dönerek “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler dilerim” dedi.

    O gün orada olanlardan biri de Münir Nurettin Selçuk’tu. Seneler sonra bir röportajında o günü anlattı :

    19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarına İstanbul’da destek verenler içinde Fenerbahçe Spor Kulübü de bulunuyordu.

    Mütareke ve işgal yıllarında esir şehrin moral kaynağı olan takım, Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık etmişti.

    Sabri Toprak uzun bir süre, diğer vatanseverlerle birlikte Malta’da sürgündü. Geri döner dönmez, Anadolu’ya geçti.

    1921 senesinde Londra’ya giden Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetinde, Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Bey bulunuyor, kulübün 1 numaralı üyesi Enver Yetiker, İstanbul gümrüğünde Milli Mücadele için çalışıyor, bir diğer kurucumuz Necip Okaner ise deniz subayı olarak çarpışıyordu.

    Fenerbahçeliler sadece sahada değil, Milli Mücadele’nin her cephesinde savaşıyorlardı.

    Teceddüt Fırkası - Malta Sürgünleri > Bilimdili.com

    1922 Türkiye için zaferin yılı oldu.

    Anadolu’da Milli Mücadele’yi kazanan Türk ordusu, aynı yılın Ekim ayında, başlarında Refet Paşa olduğu halde İstanbul’a giriyor, onları karşılayanlar arasında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı heyeti de bulunuyordu.

    Refet Paşa birkaç gün sonra, önce Fenerbahçe Stadyumu’na, sonra da kulübün Kuşdili’ndeki lokaline ziyarete gelecek, orada 4 sene önce Mustafa Kemal Paşa’nın imzaladığı deftere “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçelilere” yazacaktı.

    1923’de Fenerbahçe, artık onlarca şubesi olan çok büyük bir spor kulübü olarak, üçüncü tüzüğünü kaleme aldı.

    Cumhuriyet’in ilanından sonra, Fenerbahçe Atatürk’ün “Yeni Devlet, Yeni Toplum” idealine sıkı sıkı sarılacak, Atatürk’ün gösterdiği yolda, bütün inkılapları canı gönülden destekleyecekti.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında Bursa’da bir Fenerbahçe maçını izledi. Dönemin resmi gazetesi sayılan Hakimiyet-i Milliye’de yer alan habere göre Mustafa Kemal Paşa; Fenerbahçe ile Bursa ve Ankara karmasının karşı karşıya geldiği ve 1-1 sonuçlanan maçı, kendisi için özel olarak hazırlanan tribünde izlemişti.

    1926 Şubat ayında, Fenerbahçe Stadı’nda ilk Türkiye Kadınlar Atletizm müsabakaları yapılacak. Fenerbahçeli Mübeccel Argun da şampiyonlar arasında yerini alacaktı.

    1929 yılında, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendislerinden Sabiha Rıfat Ecebilge Gürayman, Fenerbahçe’nin şampiyon erkek voleybol takımında forma giydi.

    “Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır: “Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur” diyen Atatürk’ün aydınlık toplum ideali, Fenerbahçe’nin ışık saçan feneri oldu.

    1927 senesi, hem Fenerbahçe hem de İstanbul’un tarihi için önemli bir senedir.

    Cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayanlar arasında Fenerbahçe Spor Kulübü de vardır.

    Fenerbahçeli denizcilerin Moda açıklarına gelen Mustafa Kemal Paşa’ya kayıklarıyla yaptıkları karşılama dönem basınınca “emsalsiz” olarak nitelenmiştir. Bu karşılamadan sonra teknesi kıyıya yanaşan Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerden bir dürbün istemiş ve bir süre Fenerbahçe kıyılarını seyrettikten sonra “Şurası ne güzel bir yerdir” demiştir.

    1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından günler boyunca okunan “Nutuk” adlı eserin, seneler sonra Fenerbahçe Başkanlığı da yapacak olan, Fenerbahçeli futbolcu Bedii Yazıcı tarafından günümüz Türkçesine uyarlanması, Fenerbahçe ile Atatürk’ü tekrar bir araya getiren önemli bir olaydır.

    1931 ve 1932 yıllarında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı iki kararname ile Fenerbahçe Stadyumu önce 10 yıllığına Fenerbahçe’ye kiralandı, sonrasında ise Fenerbahçe’nin mülkü oldu.

    1932’nin 5 Haziran gecesini 6 Haziran sabahına bağlayan saatlerde, Fenerbahçe tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı.

    18 sene boyunca Fenerbahçe’nin bütün hatıralarına ev sahipliği yapan Kuşdili Lokali feci bir yangın neticesinde yok oldu. Türkiye’nin dört bir yanından taraftarların, gazetelerin bağış kampanyaları aracılığıyla yardıma koştuğu Fenerbahçe’ye en büyük bağış Mustafa Kemal Atatürk’ten geldi.

    1933 yılında Fenerbahçe, yurtta büyük yankı uyandıran, ilk Türkiye Şampiyonluğu’nu kazandı.

    Fenerbahçe Atatürk’ün sağlığında biri 1935, diğeri 1937 yıllarında olmak üzere iki ulusal şampiyonluk daha kazanacak, 28 şampiyonlukla bugüne kadar en çok Türkiye şampiyonu olan takım unvanını koruyacaktı.

    1934 senesinde, büyük bir törenle Fenerbahçe Stadyumu’na Atatürk’ün bir büstü konuldu.

    Fenerbahçeli sporcular, Atatürk’ün Fenerbahçeli çocukları, yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:

    “Büyük Atatürk, Senin açtığın yolda, senin göstereceğin hedefe yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ve mertliği ile senin peşinden geleceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.…

    Bundan sonra, uzun seneler boyunca ve 1938’de sonra gitgide artan bir özlemle, bütün kuruluş yıl dönümleri o büstün önünde kutlanacaktı.

    1935’de kurucuları arasında Celal Bayar’ın ve Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’in de bulunduğu Moda Deniz Kulübü kuruldu.

    Atatürk, çok sevdiği Kadıköy’e ve Fenerbahçe’ye her sene bir kez geliyordu. Fakat 17 Mayıs 1936’da Mustafa Kemal Atatürk Kadıköy ve Fenerbahçe semtlerine adeta bir güneş gibi doğdu.

    Bu ziyaretin bir fotoğrafı bugün Fenerbahçe Stadı’nı süslüyor. O mutlu günün diğer resimleri ise Suna ve İnan Kıraç Vakfı – İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinde ortaya çıktı.

    Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni iken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün temellerini atan Enver Yetiker, 1937 yılında İstiklal Madalyası aldı. Fenerbahçe’yi beraber kurduğu Nurizade Ziya Songülen, bir sene önce, 1936’da hayata veda etmişti… 1938’in Şubat ayında ise Sabri Toprak vefat etti…

    Birkaç ay sonra, Türkiye en büyük kaybını yaşayacaktı…

    10 Kasım 1938’de, sabah 09:05’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayata gözlerini yumdu. Hatırası sonsuza dek Türk halkının ve “takdirlerine ve tebriklerine mazhar olan” Fenerbahçe camiasının kalbinde yaşayacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Muhteşem Bir Kupa Hikayesi

    Muhteşem Bir Kupa Hikayesi

    Fenerbahçe kulübünün müzesinde yer alan bir kupa, spor tarihine dair muazzam bir öykünün gün yüzüne çıkmasına vesile oldu. Fenerbahçe’nin 1959 öncesinde kazandığı iki Türkiye şampiyonluğu (1937 ve 1940) için, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından sarı kanaryalara verilen muhteşem bir kupa hikayesi ile Tuncay Yavuz karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Regatta’dan Milli Küme’ye

    Bir gazete fotoğrafı… Beden Terbiyesi Genel Direktörü Feridun Dirimtekin’i elindeki ilginç kupayı büyük kaptan Fikret Arıcan’a verirken görüyoruz. Altındaki nottan anladığımız kadarıyla kupa, Fenerbahçe’nin 1937 ve 1940 Milli Küme şampiyonlukları şerefine veriliyor.

    Diyoruz ya kupa ilginç. Fenerbahçe müzesinin en değerli parçalarından biri olan bu kupanın üzerine “1937 ve 1940 seneleri TÜRKİYE MİLLİ KÜME BİRİNCİSİ Fener Bahçe Spor Kulübüne” işlenmiş.  Rivayete göre bu kupa Britanya Kralı VIII. Edward’ın 1936’daki Türkiye ziyareti sırasında Atatürk’e hediye edilmiş ve sonrasında Milli Küme şampiyonuna verilmesi kararlaştırılmış. 

    Yıllarca bu şekilde ve bu bilgiyle müzede kalmış kupanın üzerinde yakın dönemdeki düzenlemeler sırasında, daha önce pek de dikkati çekmemiş başka bir yazı fark ediliyor:

    “The Citt of Her Majesty TO THE Royal Southern Yacht Club – Regatta – 1857”

    Tabii ki üzerimize düşeni yapıyor ve bu yazıdan başlayarak kupanın izini sürmeye başlıyoruz.

    Muhteşem Bir Kupa Hikayesi

    Kırım’da Savaşan Müttefik Komodor

    Her zaman söylediğimiz gibi, dönemin şartlarını, bugün oturduğumuz yerden değerlendirmek sağlıklı olmayacaktır. Ancak dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Büyük Britanya’nın kralının Atatürk’e hediye olarak bir yat kulübü kupası getirmesi de garibimize gitmiyor değil. Hikayede bir eksiklik olduğunu düşünüyor ve kurcalıyoruz.

    Elbette hedef belli : Royal Southern Yat Kulübü.

    1837’de İngiltere’nin güneyinde Southampton’da kurulan ve ilk yıllarından itibaren kraliyetin himayesinde büyüyen, neredeyse 200 yıllık tarihe sahip olan bu kulüp, uzun yıllar içerisinde zirveyi de dibi de görmüş

    Kraliçe Victoria’nın hüküm sürdüğü yıllarda tek aktivite olarak yıllık tekne yarışlarını düzenleyen, sonrasında kulüp evini açan Royal Southern Yat Kulübünün komodorluğunu 1847’den 1868’e kadar 7. Earl of Cardigan James Brudenell yapmış.

    Kupanın kazanıldığı yılları da kapsayan bu komodorluk üzerinden, James Brudenell ismini biraz daha incelemek istedik. 19. Yüzyıl Türk tarihinin dönüm noktalarından birisi olan Kırım Savaşı’nda aktif bir rol alan Brudenell, savaşta Türk ordusuyla birlikte cephede yer almış, hatta savaşın önemli aşamalarından birisi olan Balaklava Muharabesi’deki Hafif Süvari Alayının Hücumu’nu yönetmiş.

    Bu Türk kontağı kupanın Türkiye’ye ulaşmasına dair bize bir ipucu verebilir. Çünkü bu yazının sonunda göreceğiniz bir yazışmadan edindiğimiz bilgiye göre, o yıllarda tekne yarışlarında kazanılan kupalar kulüplerde değil tekne sahiplerinin kendilerinde kalırmış. Bu yüzden 1857’de kazanılan bu kupanın Royal Southern Yat Kulübü müzesine hiç gidip gitmediğini bilemiyoruz.

    James Brudenell, 7th Earl of Cardigan

    Kupanın Akıl Almaz Yolculuğu

    Yine kulübün tarihinden ilerlediğimizde gözümüze birkaç önemli nokta daha çarpıyor. Kupanın kazanıldığı yılın hemen sonrasında Royal Southern Yat Kulübü’nün bir sıkıntı yaşadığını ve küçülmeye gittiğini görüyoruz. Bu dönemde kulübün bazı eşyalarının el değiştirdiğini, yok olduğunu okuyoruz. Kulüp, adresini değiştirmek zorunda kalıyor ve bir süre oradan oraya taşınarak yıllarını geçiriyor.

    İkinci nokta ise kupanın Türkiye’de tekrar göründüğü tarihe yakın dönemde gelişen olaylar. Dünyadaki büyük buhranın etkisi kulüpte de görülüyor. Southampton’daki kulüp evi satılıyor, çeşitli önlemler alınıyor. Yine bu dönemde kulübün giderek küçüldüğü ve elindeki pek çok şeyi kaybettiğini not ediyoruz.

    Bugün hala varlığını sürdüren kulübe de bu süreçte ulaşmayı başardık. Kendileri de konuyla fazlasıyla ilgilendiler ve hem bizim merak ettiklerimizi cevaplamaya çalıştılar, hem de kendi yayınları için konuyu derinlemesine incelemek istediler. Hatta işler normale döndüğünde İstanbul’a gelip kupayı yakından incelemeye de can atıyorlar.

    Royal Southern Yacht Club

    Bize Göre Ne Oldu?

    Şimdi gelelim bütün öğrendiklerimiz ışığında bizim “şimdilik” tezimize.

    Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu kupanın kral Edward tarafından Atatürk’e hediye edilmesi ve onun da bir lig kupasına dönüşmesi hikayesi bize çok tatmin edici gelmiyor.

    Biz kupanın bir şekilde İstanbul’a ulaşıp Beden Terbiyesi’nin eline geçtiğini ve onların da üzerinde küçük bir eklemeyle lig şampiyonuna takdim ettiklerini düşünüyoruz.

    Kupa bizzat eski komodor James Brudenell tarafından da getirilmiş olabilir, 1857’de kupayı kazanan teknenin sahibinin mirasçıları tarafından ya da kulübün elindeki malların satışı sırasında kulübün yöneticileri tarafından bir tüccara satılmış ve bu tüccar tarafından Türkiye’ye pazarlanmış da olabilir. Dediğimiz gibi, şimdilik hikayenin bu kısmında soru işaretleri var.

    Neticede elimizde, Güney İngiltere’nin soğuk denizlerinde kazanılan ve 80 yıl sonra ise binlerce kilometre uzaktaki bir futbol takımına ulaşan muhteşem bir kupa var. Bizce spor tarihi, bu ilginç tesadüfleri içinde barındırdığı için bir başka güzel.

    Tuncay Yavuz

    Royal Southern Yacht Club ile Yazışmamız

    Sevgili Barış,

    3 Mart 2021’de Royal Southern Yat Kulübü’ne gönderdiğiniz e-posta, kulübün kupalarıyla ilgili bilgim sebebiyle bana iletildi.

    Sizden bu haberi aldığımıza kesinlikle çok sevindik, ancak maalesef o kupanın 1940 yılında nasıl Türkiye Futbol Federasyonu’nun eline geçtiğine dair bir bilgi veremiyoruz. 1937-40 arası Türkiye Futbol şampiyonluğunuzu tebrik ederiz. Ben İstanbul’da epey vakit geçirdim ve hatta Bodrum-Kuşadası civarlarında 1960’larda yelken de yaptım. O günlerden bugüne çok şey değişti. O zamanlar İstanbul’a uçakla gider, sonra İzmir’e aktarma ile geçip Bodrum’a 8 saat otobüs yolculuğu yapardık! Buna rağmen itiraf etmeliyim ki Bodrum’daki arkadaş çevrem çoğunlukla Galatasaray’ı tutardı. Bir keresinde iki kulübün karşılaştığı maça denk gelmiştim, nasıl bir atmosferdi o öyle, Bodrum uğulduyordu!

    Kırım Savaşı’daki Balaklava Muharebesi’nde Hafif Süvari Alayının Hücumu’nu yöneten The Earl of Cardigan (İngiliz asilzadeler sınıfında bir başlık), 1847 – 1868 yılları arasında bizim komodorumuzdu. Eski bir komodorumuz, onun Kırım’dan ülkesine dönerken İstanbul’a uğrayıp kupayı bırakmış olabileceği yorumunu yaptı.

    Ancak, ben 4 Haziran 1857’de yapılan toplantının notlarını buldum, o dönem biz Kraliçe Victoria’nın himayesindeydik.

    “Majesteleri (Kraliçe Victoria) tarafından Royal Yacht Squadron (Kraliyet Yat Filosu)’a sunulan kupanın 6 Ağustos’ta denize indirilmesi gerektiğinden ve Majesteleri tarafından Majesteleri adına yapılan kupa yarışı için belirlenen günün de bu olması sebebiyle, Majestleri’ne bir mektup yazılarak tarihin 25 Temmuz olarak değiştirilmesinden memnun olmalarını rica eden bir mektıp yazılması”

    Bundan başka ilgili bir toplantı notu bulamadım. Bahsedilen yarış kesinlikle Cowes Week ve bence o zamanlar Kraliçe Victoria himayesinde olduğumuz için kendisi kupayı bizzat filoya Southern Yacht Club adına yarış günlerinde sunulmak üzere verdi. Cowes Week, geleneksel olarak Kraliyet Yat Filosu tarafından yönetilir ve The Solent bölgesindeki her yat kulübü kendi günlerinin sorumluluğunu alır. Kupanın filo tarafından verildiğine eminim. O günlerde, kupalar yatın sahibine verilirdi, bu yüzden Royal Southern Yacht’ın ona erişimi olmazdı. Maalesef covid sebebiyle Kraliyet Yat Filosu arşivlerinde o yılın notlarına ulaşamıyorum, ama işler düzelir düzelmez o güne dair bir kayıt var mı diye soracağım.

    Şu anki komodorumuz Robert Vose, bu kupayı Royal Southern’in gündemine getirmenizle çok ilgilendi, hatta yakından incelemek için İstanbul’a bir seyahat yapmayı bile düşünüyor. Belki ben de gelirsem hep beraber buluşabiliriz.

    Elbette başka bir bilgiye rastlarsam size ileteceğim. Bize gönderdiğiniz fotoğraflar da çok ilginç, tahmin edeceğiniz üzere burada çok ilgi gördü ve spekülasyona sebep oldu.

    Umarım Fenerbahçe iyi bir sezon geçiriyordur, tabii ki eğer futbol bu zor zamanlarda oynanabiliyor ve güvenli kalabiliyorsa.

    Saygılarımla

    Shira Robinson


    Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun büyük bir emekle tek tek fotoğraflarını çektirdiği Fenerbahçe Müzesi’ndeki kupaların biri de bu muhteşem kupa imiş. Aşağıdaki fotoğraflar öncesini ve sonrasını gösteriyor. Ne yazık ki sağdaki figür, kopmuş, koparılmış.