Etiket: Rebii Erkal

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – III

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – III

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – III”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    VOLEYBOL MAÇLARI [1]

    Dün Yapılan Müsabakalar Çok Heyecanlı Oldu

    İstanbul mıntıkası voleybol heyeti tarafından tertip edilen voleybol müsabakalarına dün de Beyoğlu Amerikan Kulübü’nde devam edilmiştir. Dün yapılan müsabakalar çok heyecanlı olmuştur.

    Evvela Fenerbahçe-Beşiktaş ikinci takımları karşılaşmışlardır. Beşiktaşlılar güzel bir oyun oynayarak 5-15, 6-15 galip gelmişlerdir.

    Bundan sonra İstanbulspor ile Vefa ikinci takımları karşılaşmışlardır. Bunda da Vefalılar 8-15, 9-15 galip gelmişlerdir.

    Bu müsabakaların en heyecanlısı Vefa-Fenerbahçe birinci takımları arasında cereyan etmiştir. İlk devrede Vefalılar 13-15 galip gelmişler, ikinci devrede Fenerliler 17-15 Vefa’yı mağlup etmişlerdir. Bu vaziyet üzerine müsabaka bir devre daha temdit edilmiş, bu devrede de gene Fenerliler 15-11 galip gelmişlerdir.

    Dünkü müsabakaların sonuncusu Beşiktaş ve Beykoz birinci takımları arasında yapılmıştır. Bu müsabakada da Beşiktaş birinci takımı 13-15, 12-15 sayı ile galip gelmiştir.

    GALATASARAY-İSTANBULSPOR MAÇI [2]

    Şiddetli soğuklarda sonra bir iki gündür havaların adeta bir bahar havasını andırması sporculara biraz fırsat verecek gibi görünüyor. Bu kabilden olarak Kadıköy İttihat Spor sahasında Galatasaraylı ilk pist idmanlarından başka Taksim Stadyumu’nda da futbol maçları yapılacağı haber verilmektedir.

    Bugün öğleden sonra stadyumda evvela Galatasaray üçüncü takımını Taksim Tatavla Yeni Yıldız karşısında göreceğiz. Malumdur ki Galatasaray üçüncü takımının güzel ve haklı bir şöhreti vardır. Bir aralık şehrimizin bazı birinci takımlarıyla bile muvaffak oyunlar yapan bu küçükler geçen mevsimde “Milliyet” kupasını ve daha sonra da Tayyare Cemiyeti’nin hediye ettiği “Gazi” büstünü kazanmışlardı.

    Oldukça uzun süren bir istirahat devrinden sonra sarı-kırmızılı küçükler, bakalım, bugün kuvvetli hasımları karşısında ne yapacaklardır?

    Bu maçı Galatasaray birinci takımının İstanbulsporla yapacağı hususi maç takip edecektir. Bu müsabaka çoktan beri futbol maçı seyretmeyen meraklılar için yerinde bir fırsat olabileceği gibi, zannedersek, Galatasaraylıların bayramdaki maçlara mühim bir hazırlığı olacaktır.

    Bu haftaki spor sahifemizde tekrar haber verdiğimiz gibi bayramın ilk ve üçüncü günleri Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Vefa takımları arasında mühim müsabakalar tertip edilmiştir. Hiç şüphe yok ki bu maçlar dört kuvvetli kulüp futbolcuları arasında cereyan edeceği için pek hararetli olacaktır. Diyorlar ki bayram müsabakaları şampiyonluğa namzet takımların ikinci devrede gösterebilecekleri kabiliyete az çok bir miyar olacaktır.

    Bu iddia tamamıyla doğru olmasa bile bir cihetten de yabana atılabilecek bir iddia da değildir. Bu itibarla takımların bayramda en iyi dereceyi almak için canı gönülden çalışması pek tabiidir. İşte Galatasaray’ın bugün İstanbulsporla yapacağı müsabakayı bu arzunun tevlit etmiş olmasına hamledebiliriz. Spor faaliyeti noktai nazarından da Galatasaray-İstanbulspor maçı merakla seyredilecek bir müsabakadır. Zira İstanbulspor çalışmış gençlerden mürekkep bir takımdır.

    FENERBAHÇE VEFA’YI GÜÇLÜKLE YENEBİLDİ [3]

    İstanbul mıntıkası voleybol birincilik maçlarına Perşembe günü devam edildi. Birinci küme maçları Fenerbahçe-Vefa, Beykoz-Beşiktaş takımlarını karşılaştırıyordu.

    İlk maç Fenerbahçe-Vefa müsabakasıydı. Maça muayyen saatten tam 45 dakika sonra başlanabildi. Fenerliler sahada ispatı vücut ettikleri halde Vefalı oyuncular bir türlü gözükmüyorlardı. Nihayet, takarrür eden saatten çok geç sahaya gelebildiler ve maç başladı.

    İlk devrede Fenerbahçeliler kaptanları Bedi Bey’den mahrum bulunmakta idi. Bedi Bey orada hazır bulunduğu halde, kulübünde idari vazife deruhte ettiği bahanesiyle maça iştirak etmiyordu. Şampiyonluğu kazanması en ziyade muhtemel bir takımın Vefa gibi ehemmiyetli bir rakip muvacehesinde en iyi oyuncusundan, kaptanından mahrum bir halde sahaya çıkması esasen idaresizliğin en büyüğü olduğu halde buna “idari” mazeretler terfiki çok şayanı hayrettir. Nitekim birinci devreyi kaybeden Fenerliler de bu hakikati anladılar da ikinci devrede Bedi Bey’i oynattılar ve tahakkuk etmek üzere bulunan bir mağlubiyeti def edebildiler.

    İlk devre Vefa takımının bariz tefevvuku altında geçti. Vefa takımı biraz daha mantıklı oynuyor, top daha şuurlu bir idare ile maksada yaklaşıyordu. Vefa’nın ilk devreyi kazanması bu güzel oyunun semeresi oldu. Hüsamettin Bey’in çok güzel vuruşları nazarı dikkati celbediyordu. Fenerliler ikinci devreyi müşkülatla, üçüncü devreyi de oldukça bir farkla kazandılar ve bu suretle Vefa’yı mağlup edebildiler. Vefa’nın gecikmiş olması dolayısıyla Beykoz-Beşiktaş maçının tehiri zaruri oldu.

    Voleybol maçlarının devamı ve intihası esasında çok şayanı dikkat bir zihniyete tesadüf ettik ki üzerinde tevakkuf etmeyi spor noktasından faydalı görüyoruz.

    Maçın bütün imtidadınca her iki takım oyuncuları hakeme her fırsat düştükçe, haklı ve haksız itiraz ediyorlardı. Hakemlik vazifesini kabul etmek bedbahtlığında bulunmuş olan Beşiktaşlı Necmi Bey müteaddit defalar tarize uğradı, hem de hiç arzu edilmeyecek bir şekilde… Necmi Bey yüksek itidalini muhafaza ederek çirkin bir hadiseye sebebiyet verdi. Eğer dünkü maçlarda bir zabıta vakası zuhur etmediyse bunun sebebi Necmi Bey’le ona terbiye haricine çıkan bir şekilde hücum eden adamlar arasında terbiye noktayı nazarından çok esaslı farklar bulunması olmuştur. Bilhassa bunlardan biri sahada söylendiği yetmiyormuş gibi, soyunma odasında ufunetli ağzını açtı ve hakemden başlayarak bütün federasyon erkanına burada tekrar edemeyeceğimiz küfürler savurdu. Orada mevcut oldukları halde cevap vermemek nezaketinde bulunan muhataplarının kabahati ne idi, hangi hataları dolayısıyla böyle kanalizasyona düşmeye mahkum oluyorlardı? Meçhul!

    Yalnız şurasını unutmayalım ki bu adamlar hasbeten lillah çalışıyorlar. Eğer hata ediyorlarsa bu hatayı tamir ettirmek için daha terbiyeli bir hareket tarzı takip etmek lazımdır.

    KUTUP DENİZLERİ GİBİ BUZLARLA ÇEVRİLDİK [4]

    Kaç günden beri ortalıkta bir şayia dolaşıyordu:

    Karadeniz Boğazı dışarısında parça parça buzlar görünmüş. Vapurlar yollarına devam edemeyip geri dönmüşler ve saire.

    Sadece gazeteci muhayelesinde vücut bulduğunu sandığımız havadis dün sabah, canlanmış şekilde karşımıza çıktı: İstanbul limanı Tuna munsabından kopup parçalanan kalın buz tabakalarının taarruzuna uğradı.

    Vapurların acı birer istimdat çığlığına benzeyen düdük sesleriyle uykumdan uyandım. Acaba limanda bir kaza filan mı oldu endişesiyle denize bakan odanın penceresine koştum.

    Bir de ne göreyim: Deniz adeta kutup denizleri gibi buzlarla çepçevre sarılmıştı ve Bebek’ten Haliç’e kadar bütün sahiller bembeyazdı. Adeta içime dehşet geldi.

    Bundan şu kadar sene evvel Akdeniz yine böyle buz tabakaları altında kalmış. Hatta zamane şairleri:

    “Yol oldu Üsküdar’a 4030 ds Akdeniz dnodu” diye bir de tarih düşürmüşlerdi.

    Tarih, tekerrürden ibarettir. İster misiniz tekrar şiddetli bir don başlasın da buzlar arasında büsbütün sıkışıp kalalım.

    Ey, son neslin çocukları, asırlardan beri İstanbul’un görmediği böyle bir hadiseye siz şahit oluyorsunuz. Çocuklarınıza anlatacak başka şey bulamadığınız zaman masal yerine İstanbul’un bu seneki dehşetli kışını anlatırsınız.

    Sirkeci vapur iskelesinin önünde epeyce kalabalık toplanmıştı. Bunlar kuvvetli şimal rüzgârının önüne katıp parça parça boğazdan içeri soktuğu buzları seyretmeye gelmişlerdi. Aralarına sokuldum. Tabii bahis hep buna aitti. Bir ihtiyar diyordu ki:

    • Şükür Allah’a… Bunu da gördük. Güya deniz suyu tuzlu olduğu için buz tutmazmış. Kim demiş onu?

    Günün havadislerini takip ettiği anlaşılan bir delikanlı ihtiyara cevap verdi:

    • Baba, iş senin bildiğin gibi değil… Bu buzlar Tuna nehrinden geliyor.

    İhtiyar şaşaladı.

    • Tuna’dan mı geliyor, dedin. Amma da ettin. Tuna nire, İstanbul nire hey oğul?
    • Rüzgârı görmüyorsun galiba. Bunları hep rüzgâr getiriyor.

    İhtiyarcık, hayretle başını sallayarak uzaklaştı. Daha ileride bir mektepli grubu arasında bir muhavere cereyan ediyor:

    • Bu sabah Bebek önünde çocuklar buzlar üstünde top oynuyorlardı.
    • Deme canım?
    • Vallahi be… Hatta bir tanesi buluyordu ahiretin yolunu. Hadi cumburlop dibuhu…

    Köprü üzerinin manzarası da ömürdü. Tramvaylar, birbirinin ardına dizilmiş, bekliyordu. Meğer tel kopmuş. Çok geçmedi telin kopan yerlerini bağladılar.

    Arkadaki sağlam telden cereyan alan tramvay, öndekini dürtüştürerek sürüyor, sonra öteki de aynı yere gelince dürtüştürme vazifesi daha arkadakine kalıyordu. Böylelikle tramvaylar yolundan kalmadı. Galata’da manzara değişiyordu. Buz tabakaları, bu sahilde daha kesif görünüyordu.

    Tramvayda birisi yanındakine anlattı:

    • Bizim şişman Kadri’yi tanırsın… Bu sabah Arnavutköy önünde buzun üstüne çıkıp resmini aldırdı.
    • Kadri mi? Aman birader, hiç durma kartpostal yaptır. İstanbul limanında ayı balığı diye seyyahlara satarsın.

    Akşam matbaada Fransızca “Milliyet”in öteberi işlerini gören ihtiyar Musevi niçin geç kaldığını soran sekretere şu cevabı verdi:

    • Matbaneyi her yün yörüyorum. Ama yetmiş yedi yaşındayım. Böyle karpuz yörmedim.

    Hep gülüştük:

    • Ne karpuzu bu?

    Yok, karpuz canım dedi, üstünde kar altında buz… Aman aman denizin üstünde ikisi beraber yüzüyor.

    Dün her yerde, bundan başka şeyin lafı olmadı ve bütün İstanbul, belki ömürleri müddetince bir daha görmeyecekleri bu manzarayı doya doya temaşa etmek için akın akın soğuğa, kara bakmayarak sahillere koştu.

    ÜÇ SARHOŞ KADIN BİR HADİSE ÇIKARDILAR [5]

    Dün gece Şehzadebaşı’nda Millet tiyatrosunda bir hadise olmuştur. Bedia, Meliha, Nebahat isimlerinde üç kadın dün gece sarhoş oldukları ve yanlarında bir komisyoncu olduğu halde Millet tiyatrosuna gidip bir loca işgal etmişlerdir.

    O sırada ince saz çalmakta imiş. Bunu müteakip hanende gazel okumaya başlamış, sarhoş kadınlar aşka gelerek: “Aman Allah!” diye feryadı vermişler ve bağırıp çağırmaya başlamışlardır.

    Bunların sesleri etraftakileri rahatsız edecek dereceye vardığından tiyatro müdüriyeti tarafından kendileri sükûnete davet edilmişlerse de dinlememişler ve müdür Cemal Bey’i dövmüşlerdir. Nihayet polis davetine mecburiyet hâsıl olmuştur.

    Bu sarhoş kadınlar memurini zabıtaya da hakarette bulunduklarından karakola sevklerine mecburiyet hâsıl olmuştur.

    Bunların muayenelerinde sarhoş oldukları anlaşıldığı gibi Nebahat Hanım alaimi cinnet gösterdiğinden tahtı müşahedeye alınmak üzere hastaneye sevk edilmiştir.

    BAYRAMDA FUTBOL [6]

    Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş Karşılaşıyorlar

    İstanbul “A” muhtelitinin İzmir seyahatının akim kalması üzerine bayramda bir turnuva yapılması ihtimali mevzubahis olmaya başlamıştı. Bu tasavvur müteaddit istihaleler geçirdikten sonra nihai şeklini almış ve alakadarlar arasında lazım gelen mukaveleler imzalanmıştır. Kabul edilen şekle göre bayramda yapılacak futbol faaliyeti bir turnuva esası üzerine ve dört kulüp arasında icra edilecek değildir.

    Bayramın ilk günü Beşiktaş-Fenerbahçe muhteliti, Galatasaray takımıyla karşılaşacak. Bayramın üçüncü günü de Galatasaray-Beşiktaş muhteliti Fenerbahçe’ye karşı oynayacaktır.

    Yapılacak maçların, uzun zamanlardan beri iyi bir futbol müsabakası seyretmekten mahrum olan İstanbul spor meraklılarını tatmin edeceği şüphesizdir.

    Bayramın birinci günü yapılacak maça Fenerbahçe-Beşiktaş muhtelitinin şu şekilde çıkması muhtemeldir: Osman, Kadri, Hüsnü, M.Reşat, Sadi, Rüştü, Alâ, Şükrü, Zeki, Fikri, Eşref.

    Bu takım oldukça kuvvetli bir cephe arz etmektedir. Takımın beraberlik kabiliyetini artırmak için maçtan evvel hep birlikte (eğer hava müsait olura) bir antrenman yapılması mukarrerdir.

    YANLIŞ LEVHALAR [7]

    Şehremaneti, imlası yanlış levha ve tabelalardan Mart iptidasından itibaren ceza almaya başlamış. İyi ama levhalardaki yanlışları kim tayin edecek? Zabıtai belediye memurları mı? Bu memurların imlaları kuvvetli olduğuna benim gibi Emanet erkânının da kanaatları kuvvetli olsa gerektir.

    Sonra İmla Lugatı, henüz “N” harfinin ortasına kadar neşredilmiştir, son kısmı daha çıkmamıştır. Hiç olmazsa lugatın tamamen neşrinden sonra ceza almak daha doğru olmaz mıydı?

    Mamafih gözümüze ilişen bir iki yanlışı haber verelim de lütfen ceza alıversinler.

    “Tepebaşı Bahçesi”nin levhasındaki “Bagçesi” yanlıştır.

    Vilayet otomobilinin plakasındaki “Vilayet” kelimesi yanlıştır, “A”nın üstüne inceltme işareti konulmamıştır.

    Fırka merkezinin levhasında da “İstanbul”, “İ” yerine “I” ile yazılmış, “Vilayet” kelimesindeki “a”nın üstüne inceltme işareti konulması unutulmuştur.

    NİHAT SPOR KUPASI [8]

    15 Şubat’ta Galatasaray kros şampiyonasına 40 atlet iştirak ettiren Galatasaray atletizm şubesi 8 Mart Cuma günü “Nihat Spor Kupası” namıyla büyük bir kır koşusu tertip etmiştir.

    Müsabaka Hürriyeti Ebediye tepesinde başlayarak Şişli, Harbiye, Taksim tarikiyle Galatasaray mektebine kadar devam edecektir.

    Müsabakaya dörder kişilik takımlar dahil olacak, en az sayı alan takım “Nihat Spor Kupası”nı kazanacaktır.

    Bu kupa yarışı her sene Mart’ın ikinci Cuması tekrar edilecek ve bu suretle galip takım kupayı ancak bir sene muhafaza edecektir.

    Koşuya saat onda başlanacaktır.

    BU NE KÜSTAHLIKTIR? [9]

    Bütün Bir Şehir Halkına Nasıl Tecavüz Edilir?

    Darülbedayiin rejisörü Ertuğrul Muhsin Bey bir aylık mecmuada Darülbedayi işlerine dair bir makale neşretmiş. Muhsin Bey bu yazısında şehir halkına pek iğrenç bir tarzda, nankörcesine hakaret ediyor ve ezcümle diyor ki:

    “Darülbedayi sanatkârları için en zevkli gece Salı akşamıdır. O akşam tiyatroda sanatkârları ve temsil ettikleri eşhası anlayan geniş ve okumuş bir kitle, o akşam tiyatronun havasında mutlak bir samimiyet, candan bir arkadaşlık vardır.

    Yalnız o gece elbiselerini veya kendilerini göstermek için tiyatroya gelen snob sınıfının cahil, fakat mütecaviz gözleri yoktur. Züppe tabakasının küstah ve yılan gözleri yoktur. Paraları mukabilinde vicdanları bile satın alınacaklarına kani, fırlama zenginlerin kaba ve terbiyesiz gözleri yoktur.

    O gece yüz liralık bir banknotun satın almadığı bir yeri mütevazı bir talebenin vesikası alır. Bir gece evvel lop etli bir şişkonun uyku kestirdiği koltukta bu gece sinirli bir genç baştan ayağa kadar uyanıktır.”

    “Hakaret muhayyerdir, iade olunur” dedikten sonra bir noktaya nazarı dikkati celbediyoruz:

    Darülbedayi bir şehir tiyatrosudur ve Şehremanetine merbuttur. Ertuğrul Muhsin Bey ise bu tiyatronun, yani İstanbul şehrinin maaşlı bir memurudur. Nasıl olur da durup dururken şehrin bir memuru şehir halkını tahkir edebilir?

    Ne hazin ve ne elimdir ki Darülbedayii ve onun sanatkârlarını, memurlarını, rejisörlerini besleyen ve yaşatan bu şehir halkı ve o halkın verdiği paralardır. Bu çirkin hakaret ve taarruz üzerine Şehremaneti, derhal Ertuğrul Muhsin Bey’e şehir halkına tarziye verdirmeyecek midir?

    ATLETİZM HAZIRLIĞI [10]

    Fenerbahçe atletizm kaptanlığından aldığımız varakada Balkan turnuvasına hazırlanmak üzere Fenerli atletlerin Cuma sabahı kulüpte bulunmaları ve atletizm antrenörü Her Abraham’ın da lütfen teşrifleri rica olunur.

    BİLARDO ŞAMPİYONASI [11]

    Bundan 6 sene evvel Beyoğlu’nda bir bilardo şampiyonası yapılmıştı. Avrupa’da sporun kıymetli bir şubesi olarak tanınan bilardonun şimdi İstanbul’da oldukça meraklı müntesipleri vardır.

    Geçen neslin kıymetli bilardistleri ayarında, mesela bir Fuat ve bir Hasan Bey ayarında yüksek teknik sahipleri mevcut değilse bile bugünün gençleri içinde buna yakın bir istidat arz edenleri bulmak imkânsız değildir.

    İstihbaratımıza nazaran yakında bir bilardo şampiyonası yapılması mevzubahis olmaktadır. Bu turnuva icra edilirse hiç şüphe yok ki bir alaka tevlit edecektir.

    YANLIŞ BİR İŞ! [12]

    Fikrimizi sadece şahsi bir kanaat olarak yazacağız:

    Birkaç zamandır, sabah refiklerimizden birisi geçenlerde Avrupa’da yapılıp biten bir müsabakadan ilham alarak bizde en güzel Türk kadını kim olduğu anlaşılsın diye bir müsabaka tertip etti.

    Evvela Avrupa’da bu müsabaka bitti ve biz geç kaldık.

    Saniyen Avrupa’da bile yüz binlerce güzel kadın kendini teşhir etmekten çekinerek bu müsabakaya girmemiş iken bizde hakiki Türk güzelliğini arz edebilecek aile kızlarının bu müsabakaya iştiraki ve kendini teşhire razı olması pek az muhtemeldir.

    Korkarız ki bu müsabaka neticesinde seçilecek kadın bizim güzelliğimizi hakkıyla takdim etmekten uzak olmasın.

    ERTUĞRUL MUHSİN BEY [13]

    Şehremini ve Muhsin Bey Ne Diyorlar?

    (…) Diğer bir refikimizde de şehremini Muhittin Bey’in bu mesele hakkında şu sözleri intişar etti:

    • Her fikir münakaşa sahasıdır. Ertuğrul Muhsin Bey edebi bir mecmuada fikrini yazabilir ve alakadarlar da bilmukabele fikirlerini yazarlar. Bu emaneti alakadar etmez. Ertuğrul Muhsin Bey Darülbedayi kapısından girdikten sonradır ki harekâtı ile alakadar oluruz.

    Dün Ertuğrul Muhsin Bey bir muharririmize bu mesele hakkında şunları söylemiştir:

    • O yazımda snop ve züppelere taalluk eden kısmın bu zümre tarafından infialle karşılandığını gördüm. Hatamı itiraf ediyorum, şahsen bana müracaat ettikleri takdirde kendilerine yegân yegân tarziye vermeye amadeyim.

    BİR SPORCU KAYBETTİK [14]

    Elektriğin Öldürdüğü Bir Sporcu Kız

    Evvelki günkü gazetelerin zabıta sütununda kısa bir havadis vardı: Sütlüceli bir genç kız, bir elektrik kontağı neticesinde kömür haline inkılap etmişti.

    Bu muhtasar satırları okuyanlar bu tanımadıkları gencin heder oluşu karşısında beşeri bir tecessüs duydular ve hadise gün geçmeden unutuldu.

    Hâlbuki gençliğini bir elektrik sademesine kurban veren bu bedbaht kız, henüz 17 yaşında bir sporcu, 1927 deniz yarışlarında Fenerbahçe’nin fıtasiyle birincilik kazanan namlı bir kürekçiydi. Bu seneki yarışlara, İzmir’de olduğu için, iştirak edememiş ve Fenerliler bu güzide istidattan mahrum oldukları için hanımlar yarışını kaybetmişlerdi.

    Nevhilal, mükemmel bir sporcu, nadir tesadüf edilen istidatlı bir denizciydi. Onun ufulile Türk sporculuğu kıymetli bir uzvunu kaybetti. Ve bunun için Nevhilal’in kendi öz babası kadar müteessir, muhtacı taziyedir.

    KIR KOŞUSU [15]

    Dün şehrin muhtelif yerlerinde, muhtelif kulüplere mensup atletler arasında kır koşuları yapılmıştır.

    Yakınlaşan Balkan Şampiyonası için bir nevi hazırlık olmak üzere idmanlara başlayan genç atletlerimiz bu suretle faaliyete geçmişler demektir.

    Yapılan kır koşuları şunlardır:

    Nihat Spor Kupası için dün, havanın muhalefetine rağmen Şişli’den Galatasaray’a kadar bir kır koşusu yapıldı. Koşuya Galatasaraylı kırk atlet iştirak etti. Baştanbaşa intizamla geçen bu koşuyu bütün atletler muvaffakıyetle bitirdiler. Bu suretle Nihat Spor Kupası gene genç Galatasaray’ın müzesine nasip oldu.

    Fenerli atletlerin dünden itibaren hazırlığa başlayacaklarını yazmıştık. Bu faaliyete dün bir kır koşusu ile başlandı. Kadıköy’de yapılan bu koşu, ekseri atletlerin idmansız bulunması dolayısıyla iyi bir derece ile neticelenmemişse de koşuya iştirak edenlerin adedi ispat ediyor: Fenerbahçe’deki geçen sene başlayan atletizm faaliyeti bu sene daha müsmer neticeler verecektir.

    Beşiktaşlı atletler dün yedinci kır koşularını yaptılar. Bütün kış faaliyetleriyle yegâne atletik hareketi ihdas eden Beşiktaşlılar cidden takdire layık bir gayret gösteriyorlar.

    FAALİYETTEN GÖZLERİMİZ KAMAŞIYOR! [16]

    Birbirlerini Yiyen Sporcu Efendilere İthaf!

    Hayalhanesi biraz kuvvetlice olan bizim spor muharririne ve sporu laf etmekten ibaret farz eden bazı muhterem kimselere nazaran, lehülhamt, memleketimizdeki spor faaliyeti oldukça hararetli bir manzara arz etmektedir. Takımlar getiriliyor, takımlar götürülüyor, müzakereler oluyor, mukabil teklifler dermeyan ediliyor, cevap gelecek, cevap verilecek ve hatta çok muhtemeldir ki Balkan turnuvası dahi şehrimizde icra edilecek…

    İnsan şu İstanbul’da oturmasa ve sporcularla onları yakından idare eden zevatı tanımasa bu nevi havadisleri gazetede okuyunca: “Aferin be yahu! Ne derin spor aşkı ve ne mükemmel bir teşkilat var! Bu kış kıyamette, kar demiyor, yağmur demiyor, çalışıp duruyorlar!” diyecek. Fakat ne çare ki hakikati hal hiç de bu güzel hikâyelerin anlattığı gibi değildir.

    Hakikatı hal şudur ki federasyon ismini verdiğimiz müessese bugün tam manasıyla bir miskinler tekkesine dönmüş ve kulüplerimizde ise kımıldanacak tabü takat kalmamıştır.

    Çok uzak değil, şu memlekette bir kere o meşhur olimpiyat kepazeliğinden evvelki spor, bilhassa futbol faaliyetini hatırlayınız. Bir de bugünkü uyuşuk, tembel, aciz, miskin manzaraya bakın. Aradaki farkın azameti karşısında rüya görmüş gibi, şaşar kalırsınız. Bu teşkilat, o teşkilat mı? Bu kulüpler, o kulüpler mi? Bu adamlar, o adamlar mı? Ve bu milli takım, o milli takım mı? Bilhassa haniya o bir kelime hücum ediliği zaman derhal asabiyet kesilen, rekabet gayretiyle coşan ve amatör futbolcunun yüksek şerefini muhafaza için haftalarca idman yapan, perhiz eden ve galibiyeti kendisine en güzel rüya edinen gençler nerede?

    Bu memlekette spor, 5 ene içinde 100 senelik bir inkişafa mazhar olmuştu. Türk milli takımı, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi iki büyük gençlik ocağının elleri üzerinde günden güne yükseliyordu.

    Bu iki el arasındaki şiddetli rekabet (bazı ahmakların münaferet zannettikleri ve hakikatta bu memleket sporu için hayat iksiri olan rekabet) Türk milli takımını hatta merkezi Avrupa’nın en yüksek milli takımlarıyla boy ölçüşecek bir hale getirmiş bulunuyordu.  Türk milli takımı beynelmilel futbol terazisi üzerinde sayılı bir ağırlık olmuştu. Senelerin ve birçok himmetlerin bu yüksek eseri, her nasılsa spor işlerine musallat olmuş bazı aptalların beceriksizlikleri yüzünden bir iki ay içinde mahvoldu. Türki milli takımının bin bir emekle vücuda getirilen şöhret ve itibarı, federasyon ismini verdiğimiz teşkilatın bu işi kavramaya ve idare etmeye ehliyetsiz azası elinde heder oldu. Her tarafta mağlup ve perişan olduktan sonra, kıymeti sıfıra inmiş bir takımla İstanbul’a dönüldü ve tabii bu takımla hiçbir iş yapılamayacağı için memleketteki futbol faaliyeti de söndü.

    Şimdi gazetelerde “F.T.S.” geliyor, “M.T.K.” gidiyor! Tarzında haberleri okuyunca kendimi gülmekten zor menediyorum. Hangi M.T.K. gelecek? Niçin gelecek? Kiminle oynayacak?

    İla maşallah, erkânı muhtereme, birbirlerini yemekten henüz doymadılar. Onların milli takımla uğraşmak, hakım getirmek, bu işi ölüm halinden kurtarmak için biraz silkinivermekten daha evvel, birbirlerini kemiklerinin son zerresine kadar yemek gibi çok mühim işleri var. Bu elde kalan sıfıra müsavi kuvvetle seyahat de yapılamaz. O halde artık tadı tuzu kaçan ve hiçbir cazibesi kalmayan bu işle neden uğraşsınlar? Esasen uğraşsalar da bir şey yapamazlar. Her şeyi yüzlerine, gözlerine bulaştırırlar. Eskiden başkaları çalışır, başkaları hazırlar, onlar da, boy gösterir, bedava maç seyreder, ziyafetlerde yemek yer ve icabında ahkâm vazederler; amiyane tabiriyle yalnız lüpe konarlardı.

    Binaenaleyh, şu geliyor, bu gidiyor, şöyle olacak, böyle olacak laflarına aldırmayınız. Bu gidişle bu adamlarla ve bu takımla hiçbir şey olamaz. Çünkü olmasına hesaben ve maddeten imkân kalmamıştır. Bu efendileri miskinlikten kurtarıncaya kadar bu işleri, bu sütunlarda mevzubahis etmeye devam edeceğiz.

    50 KADIN! [17]

    Afrika’daki İngiliz müstemlekelerinden birinde bir zenci reisi ölmüş, 50 tane karısı dul kalmış. İşin daha şayanı hayret ciheti 300 de çocuk bırakmış.

    Bu rakamı görenler harikulade bir hadise telakki etmiş olmalıdırlar ki gazetelere bir garibe olarak yazmışlar. Lakin efendim! Biraz insaflı düşünürsek içimizde öyle “zendostlar” var ki bu zenci reisini gölgede bırakır. Yalnız siyahi ile bunlar arasındaki fark, yalnız renk değil biraz da “sadakat” farkı var.

    Siyah reis karılarını alarak terk etmiş; hayatı cariyemizde birçokları tarafından bırakılan kadınların adedi bundan her halde çoktur.

    HEM STADYUM HEM DE… [18]

    Şehremanetinin, inşallah, yaptıracağını çoktan beri işitip durduğumuz Stadyumu için pek münasip gördüğü mahut Çukurbostan, bir refikimizde intişar eden resmine nazaran, son karlar ve yağmurlar üzerine bostanlıktan akmış, göl halini almış…

    Çukurbostan’ın şehir stadyumu olduğunu, ölmez de görürsek, kışın karlar eridiği ve sonbaharda yağmurlar yağdığı zaman futbol sahası oyuncuların yarı beline kadar su ile dolacak demek…

    Tabii o zaman Şehremaneti Muavini Şerif Bey’e gazeteciler ve sporcular müracaat edecekler ve şu cevabı alacaklardır.

    • Fena mı efendim? Hem futbol oynarsınız, hem yüzme müsabakaları hem de kayık yarışları yaparsınız. Böyle efradını cami bir stadyumu Amerika’da bile bulamazsınız. İcap ederse çeşmelerde çıkan balıkları da orada üretiriz.

    BAYRAMDA FUTBOL MAÇLARI YAPILACAK [19]

    Fakat Acaba Hava Müsaade Edecek mi?

    Bayram bizi epeydir uzak kaldığımız futbola kavuşturacak mı?

    Bayram malum olduğu üzere, hemen her gelişinde yeni spor faaliyetine, bilhassa futbol temaslarına yol açar. Futbol takımları arasında turnuvalar olur. Fakat bu sene bayramın karakışın içinde geçmesi ve daha iki gün evveline kadar karın ve soğuğun şiddetinden bir şey kaybetmemiş olması bu hususiyet etrafında tereddüt uyandırdı.

    İşte onun için yazımıza bu tereddüte işaret eden bir sual cümlesiyle başladık. Filhakika dünden beri yağışsız giden havanın yarın dondurucu bir tipi halini almayacağı temin edilmeyeceği için, şehrimizde bayram günleri maç yapılıp yapılmayacağını kestirmek mümkün değildir. Eğer buna imkân olursa evvelce yazdığımız gibi ilk gün Fener-Beşiktaş muhteliti ile Galatasaray, üçüncü gün de Galatasaray-Beşiktaş muhtelitiyle Fenerbahçe oynayacaktır.

    Diğer taraftan öğrendiğimize nazaran, Kuleli birinci futbol takımı Sanatkaran Gücü ile karşılaşmak üzere dün Bursa’ya gitmiştir. Darüşşafaka birinci takımı da bayramın ikinci günü İzmit muhtelitiyle maç yapmak üzere İzmit’e gidecektir.

    Bunlardan başka İzmir kulüpleriyle Süleymaniye takımı arasındaki muhabere müspet bir netice vermiş ve Süleymaniye birinci takım oyuncuları başlarında kulüp erkânından iki zat olduğu halde Anafarta vapuruyla İzmir’e müteveccihen şehrimizden ayrılmıştır. Süleymaniye İzmir’de birinci sınıf iki takımla iki maç yapacaktır.

    Bittabi bütün bu maçların icrası bayramda havanın güzel bir yüz göstermesine bağlıdır.

    YENİ ZEVKLER [20]

    Kadim devirlerde yaşayan insanlar, bizim bugün tanıdığımız zevklerin cümlesini tanırlardı. Mısırlılar, Fenikeliler, Asuriler, Gildaniler, Yunaniler, Romalılar, her türlü mücevheratı, güzel kokuları, ipekli kumaşları ve içkilerin her nevini bilirlerdi.

    Onların meçhulü ve bizim aşinası olduğumuz yeni zevkler şunlardır: Tütün, kahve, çay… Fakat bugünün fenni, gerek tütünün gerekse çay ve kahvenin birer tehlikeli zehir olduğunu söylüyor ve bunlardan sakınmayı tavsiye ediyor.

    O halde binlerce sene sonra dünyaya gelmiş olmanın bizim için ne karı kalıyor?

    BAYRAM GÜNLERİ YAPILAN MAÇLAR HEYECANLI OLDU [21]

    Dün hava daha güzel, soğuk daha az, saha daha kuru, kalabalık daha fazla idi. Galatasaray-Beşiktaş muhteliti Fenerbahçe ile karşılaşıyor. Hakem de böyle nispeten mühim maçlar için bir sima: Salahattin Bey.

    Mamafih kale önünde herkes faul ve hentbolla müterafk birbirine girerken öyle hoş bir durup seyredişi var ki etliye sütlüye pek karışılmaması lazım gelen maçlar için iyi bir hakem olacağını gösteriyor.

    Takımlar şöyle:

    Galatasaray-Beşiktaş: Halis, Burhan, Hüsnü, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Mehmet, Necdet, Eşref, Rebii.

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Mehmet Reşat, Alâ, Muzaffer, Zeki, Fikret, Nevzat

    Muhtelitin iyi bir şekilde olmamasına mukabil Fener en iyi bir şekildeydi. İlk devre başlar başlamaz muhtelit Leblebi’nin ayağıyla bir sayı kaydetti. Bunu epey zaman sonra Fener’in bir sayısı takip etti. Bu müsavat, devrenin ve oyunun nihayetine kadar devam etti. Fener’in daha seri, daha canlı ve umumiyetle hâkim oynamasına rağmen netice değişmedi.

    Muhtelit hücum hattındaki anlaşamamazlığa ve bu hatta bir oyuncunun topu iki metre ileriye vuramayacak kadar halsiz olmasına mukabil Fener muhacim hattı çok muvaffak oluyordu. Muhtelit müdafaası biraz ağır bastığından oyunun neticesine hâkim olan müsavat teessüs etti. Böylece bu maç birer sayıyla ve beraberlikle bitti.

    İki maçta gördüğümüz oyunculardan oyunlarından, vaziyetlerinden ayrıca bahsedeceğiz.

    Bayramın Diğer Maçları

    Bayram 1. Çarşamba. Keskin bir ayaz, bununla beraber güneşli ve bulutsuz bir hava. Saha daha yeni erimiş karların tesiriyle oldukça çamurlu. Hele kalelerden birinin önü oyuncuları zaman zaman şaşırtacak bir şekilde. Bugün İstanbul şampiyonu Galatasaray kendisinden sonra en kuvvetli iki takımın muhtelitiyle karşılaşacak: Fenerbahçe-Beşiktaş muhteliti.

    Hakem Adil Giray Bey.

    Takımlar şöyle:

    Galatasaray: Rasim, Mehmet N., Burhan, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Mehmet, Necdet, Latif, Kemal

    Fenerbahçe-Beşiktaş: Halis, Kadri, Zeki, M.Reşat, Hüsnü, Cevat, Alâ, Şükrü, Zeki, Fikret, Eşref.

    Futbolcuların uzun bir zamandır muattal kalmış olması maçı seyre gelenlerde evvela tatsız bir müsabaka seyredileceği zannını tevlit etmiştir. Hâlbuki daha oyun başlar başlamaz bunun aksi tezahür etti. Ve maçlar baştan nihayete kadar çok zevkli ve hararetli oldu.

    Hiç ümit edilmediği halde Galatasaraylılar ilk devrede denilebilir ki umumiyetle hâkim oynadılar ve muhtelit kalesini mütemadi bir tazyik altında bulundurdular. Mamafih bu devrede sahanın kendi hücumlarına daha müsait olmasından istifade edemediler, belki de netice üzerine müessir olabilecek fırsatları kaçırdılar. Bu devrede ilk sayıyı Zeki’nin ayağıyla muhtelit yaptı. Biraz sonra da Nihad’ın direğe çarpan şiddetli bir şutundan sonra Leblebi Gaşatasaray hesabına müsavatı temin etti.

    İkinci devrede Galatasaray takımında idmansızlığı dolayısıyla yorulan Latif’in yerine Rıfat girmişti. Buna mukabil muhtelit Sadi ve Rıdvan’la iki taze kuvvet almıştı. Gerek bu keyfiyet, gerekse Galatasaray’ın ilk devredeki müsait vaziyetten istifade edememesi buna zamimeten Rasim’in bariz idmansızlık yüzünden yaptığı hatalar muhtelit lehine oldu ve daha ikinci devre başlar başlamaz üst üste yapılan iki sayı Galatasaraylıların kuvvei maneviyesine müessir oldu. Bununla beraber Nihat muhtelitin dört muavin ve müdafiini tek başına geçerek adeta cebren Galatasaray’ın ikinci sayısını yaptı. Üçüncü bir gol de tam kale çizgisini üstünde çamura saplanarak kaldı.

    İlk mağlubiyet muhtelitin yaptığı bir sayıdan sonra oyun 2-4 Galatasaray aleyhine neticelendi. Galatasaray altı senedir İstanbul’da ilk defa mağlup oluyordu. Mamafih son oyun Galatasaray’ın lig maçlarında hasımları düşündüreceğini gösteriyor.

    İZMİR’DE BİR İSTANBUL TAKIMI [22]

    Dün İzmir’den gelen bir telgraf İzmir’de yapılan bir maçta İstanbul muhtelitinin oynadığını ve mağlup olduğunu bildirmekte idi. Akşam gazetelerinde intişar eden bu haber İstanbul’un sporla alakadar mehafilinde hayretle karşılanmıştır.

    Hele evvelce bayram münasebetiyle İstanbul takımının İzmir’e gitmesi bir aralık mevzubahis de olduğu için, bu haberi olduğu gibi kabul edenler bile olmuştur. Hâlbuki mesele şudur: İzmir’de filhakika bir İstanbul takımı vardır. Fakat bu İstanbul muhteliti değil, Süleymaniye takımıdır.

    Takım oyuncuları arasında Beşiktaş’ın üçüncü takımından da üç oyuncu vardır. İzmir muhtelitiyle oynamış ve sıfır bir gibi pek fena addedilmeyecek bir netice almıştır. Filhakika maçın telgrafta kaydedilen neticesi İzmir takımının karşısındaki rakibin İstanbul takımı olmadığını kâfi derecede gösteriyorsa da bu noktayı şu suretle tespit etmeyi münasip gördük. Mahut telgraf şudur:

    İzmir, 15 (A.A.) – İstanbul muhtelit takımı ile İzmir Altay-Karşıyaka muhtelit takımı arasında yapılan maçta İstanbul sıfıra karşı birle mağlup olmuştur.

    SPOR İŞLERİ [23]

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul mıntıkasından:

    Badema yapılacak bilumum müsabakalarda kulüp mensuplarına fotoğraflı hüviyet varakaları mukabilinde nısıf tenzilat için yeni hüviyet varakası şekli kabul olunmuş ve Stadyum idaresine de bu bapta tebligat yapılmıştır. Kulüp hüviyet varakaları şekli mıntıka merkezindedir. Kulüplerin her gün dörtten sonra mıntıka merkezine müracaat ederek mezkur hüviyet varakaları şeklini görmeleri ehemmiyetle tebliğ olunur.

    BİZDE TENİS [24]

    Türkiye’de en çabuk taammüm eden ve en çok sevilen sporların başında tenis vardır. Orta ve yüksek tabakanın hemen hemen en temiz eğlencesini teşkil eden tenis, bütün yaz gençliği çok meşgul etmektedir.

    Kısa bir müddetten beri aramızda yerleşmiş olmasına rağmen yaz mevsiminde hemen hemen yer hafta birçok yerlerde tenis turnuvaları yapılır, kupalar kazanılır. Tenisin memleketimize girdiği zamandan beri çok az bir müddet geçtiği halde Türk gençleri arasında çok kıymetli elemanlar yetişmiştir. Fenerbahçeli Zeki, Sedat, Suat, Galip, Mehmet ve Tevfik en mütemayiz tenisçilerimizdir.

    16 MART’I UNUTMADIK FAKAT MEŞHEDİ UNUTTUK [25]

    16 Mart faciasının cereyan ettiği yeri, bilmem, gördünüz mü? Şehzadebaşı’ndan geçenler Letafet apartmanının yanında küçük bir meydan ve burada ikiye ayrılan sokakların arkasında, tel örgülerle çevrilmiş, çirkin bir harabe görülür. İşte orası, evvelki gün mezarlarında merasim yapılan 16 Mart şehitlerinin mübarek kanlarının döküldüğü yerdir.

    16 Mart sabahı bilhassa ziyaret ettiğim bu harabe, İstanbul’un, Mücadele ve İnkılap senelerinin en kutsi, en muhterem, en tarihi köşesidir.

    Orada dökülen 5-6 mazlum Türk neferinin kanı, kara bir milletin gazabını taşıran, coşkun bir sel haline getiren son damlalar oldu.

    İşte her İstanbullunun ziyaret etmesi lazım gelen bu Şehitlik, dokuz seneden beri çirkin, kirli bir harabe halinde, orada duruyor. 16 Mart’ı unutmuyoruz, 16 Mart şehitlerinin mezarlarını ziyaret etmeyi unutmuyoruz; fakat o aziz şehitlerin azgın bir zulme kurban oldukları yeri unutuyoruz, önünden geçerken utancımızdan bakamayacak kadar unutuyoruz! (…)

    TÜRKİYE FUTBOL FEDERASYONU’NDAN [26]

    1929 senesi 1 Haziran’ında hitam bulmak üzere Futbol (Hakem Kursu) küşat edilecektir. Her hafta Perşembe, Pazartesi akşamları şimdilik saat on yedi buçukta başlanacak olan derslerin birincisi 25 Mart 1929 Perşembe günüdür. Kaydolmak isteyen zevatın her gün saat dörtten sonra Eminönü Rıhtım Hanı’nda 9 numarada Federasyonlar merkezi kitabetine lüzumu müracaatları tebliğ olunur.

    HAKEM DERDİ [27]

    (…) Hakem şahadetnamesi alanlar içinde futbolla alakası yalnız oyunu seyretmekten ibaret kalmış mektep çocukları bulunduğu için bu gibi hakemlerin idare etmek namı altında çorbaya çevirdikleri maçlar şahadetnamelerin itibarını kırdı ve teşkilatın selahiyet vesikasını taşımak cehle alamet telakki edildi.

    Hakem derdini halletmek memleket sporuna ciddi bir hizmet ifa etmek olacaktır. Fakat bu iş alelade bir kurs açmakla yapılamaz. Çünkü yalnız vukuf maksadı temine kifayet edemez. Biz vukuf ve selahiyeti münakaşa edilemez öyle hakemler gördük ki galibin kazandığı zaferde, kendine bizzat galipten fazla şeref hissesi ayıracak kadar gayretkeşlik göstermiştir. Şu halde hakem meselesi yalnız vukuf noktasından tetkik edilmemelidir.

    Bir hakemde:

    1. Futbolu oynamış bulunmak,
    2. İdare kabiliyetini haiz olmak,
    3. Hüsnü niyetinden şüpheye düşülmeyecek derecede sporcu ruhunu kavradığı muhakkak olmak vasıfları bulunması lazım geldiğine göre bir kurs açarken, lalettayin her müracaatçının kabulü cihetine gidilmemesi lazımdır.

    Futbolu oynamamış olanların hakemlik edebilmeleri nasıl kabil değilse nüfuzunazar ve idare ettiği maçlarda tarafeyn üzerinde iyi bir tesir bırakamayacak olanların da hakem olabilmeleri o nispette gayri kabildir. Federasyonun bu ciheti nazarı dikkate alarak yeni açtığı kursu mektep çocuklarıyla doldurmaması şayanı temennidir.

    BEKÂRLIK VERGİSİ [28]

    Muhterem mebuslarımızdan biri bekârlardan vergi alınması için Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun layıhası vermiş. Bekâr kalmayı tercih ederek evlenmeyenler, elbette bir düşünce ve sebeple aile teşkil etmekten çekiniyorlardır.

    Bekârlığın sebepleri muhteliftir. Bütün ömürlerini bir tek kadına hasretmek istemeyenler, bir ailenin maddi ve manevi zahmetlerini zevklerinden ağır bulanlar, her zaman hür ve serazat yaşamak isteyenler, sevdiklerinin hatıralarına sadık kalmaya azmetmiş olanlar, bir kadını mesut edemeyeceğine ve kendisinin de mesut olmayacağına kani bulunanlar, bir defa evlenip de evlilikten ağzı yananlar ve nihayet bu hayat ve maişet darlığında kendini zor geçindirirken bir ailenin de yükünü taşıyacak kudrette olmayanlar ki bekârların ekseriyetini bunlar teşkil eder.

    Evlenmek istemeyenlerle istedikleri halde evlenemeyenleri böyle bir kanunla evlendirmenin imkânı var mıdır?

    Zorla güzellik olmayacağı gibi, zorla da kimse evlendirilemez. Parası olanlar bekârlık vergisini verir, canı istemiyorsa yine evlenmez. Parası olmadığı için evlenmeyenler ise her halde bir aileyi geçindirmeye sarf edilecek paradan çok az olacak olan vergiyi vererek yine bekâr kalır, fakat biraz daha maişet darlığına uğrarlar…

    Hem, hiç cebren kurulmak istenilen ailelerden hayır mı gelir? Bu çeşit mecburiyetler vaz’ı kaş yapayım derken göz çıkarmak kabilinden bir iş olur. Çünkü zorla kurulan aile yuvaları, içtimai faciaları çoğaltmaktan başka bir şeye yaramaz.

    İzdivaçları çoğaltmak için bekârlardan vergi almak para etmez, refahı çoğaltmak lazım gelir.

    Buna benzer bir teklif, beş altı sene evvel Erzurum mebusu Salih Hoca tarafından ortaya atılmış fakat Hoca Efendiye şöhret temin etmekten başka bir şeye yaramamıştı. Yeni layihadan da birincisinden fazla bir fayda beklemiyoruz.

    BİR SPORCU AİLESİ [29]

    Eski ve maruf beynelmilel futbolcularımızdan Fenerbahçeli İsmet Bey’in elyevm Adana merkez hastanesinde göz mütahassısı olarak Adana’da bulunduğu malûmdur. İsmet Bey’in ahiren Hüseyin Hüsnü Emir Paşa’nın yeğenleri Yıldız Hanım’la nişanlandıklarını haber aldık. Yeni nişanlılara saadet temenni ederiz.

    FUTBOLDA ÖLÜM [30]

    Bir oyun esnasında Beşiktaş kulübünden sporcu Adil Bey’in ölümüne sebebiyet vermekle maznun bulunan Sanayi Mektebi talebesinden Hüsamettin Bey hakkındaki davaya dün üçüncü ceza mahkemesinde devam edilmiştir.

    Geçenki celsede oyun esnasında tekme vurmakta fenni bir lüzum olup olmadığının tespiti için mahkeme azasından Zarifi Bey’in riyasetinde ve Federasyon katibi umumisi Şerafeddin, güreş heyetinden Ahmet, Adnan Beylerden mürekkep olmak üzere bir ehlivukuf teşkiline karar verilmişti. Bu heyet dün içtima ederek bu hususta raporunu tanzim eylemiştir. Heyeti hakime raporu tetkik ettikten sonra kararını verecektir.

    FENER-GALATASARAY, MUHTELİTLE KARŞILAŞIYOR [31]

    Bu Cuma günü Taksim Stadyumu nadir tesadüf edilir derecede ehemmiyetli bir müsabakaya sahne olacaktır. Herkesin alaka ile karşılayacağı bu maç, Fenerbahçe-Galatasaray muhteliti ile diğer İstanbul takımlarının teşkil edecekleri kombinezon arasında yapılacaktır.

    Fener-Galatasaray muhtelitinin Türk milli takımının onda dokuzu olduğuna göre yapılacak maç şayanı dikkat olacaktır.

    İstanbul takımlarının teşkil edeceği muhtelitin Fener-Galatasaray kombinezonuna muadil bir kuvvette olacağı şüphesizdir. Milli ve temsili maçlara iştirak etmedikleri halde, edenlere müsavi kıymette olan birçok oyuncular vardır ki onların teşkil edecekleri takım, herhalde tehlikeli bir rakip olacaktır.

    Fenerbahçe-Galatasaray muhtelitinin Cuma’ya alacağı şekil ağlebi ihtimal şöyle olacaktır:

    Rıza, Kadri, Burhan, Mithat, Nihat, Reşat, Alâ, Mehmet, Zeki, Fikret, Rebii

    Bu takıma mukabil muhtelitin alacağı şekil henüz muayyen değildir. Mamafih muhtelitin de sahaya kuvvetli bir teşekkül halinde çıkacağı muhakkaktır.

    DAVET [32]

    Galatasaray-Fenerbahçe Muhtelit Takımı Kaptanlığından:

    22 Mart Cuma günü icrası mukarrer muhtelit takım müsabakasına iştirak etmek üzere zirde esamisi muharrer oyuncuların yevmü mezkurda saat on dörtte Galatasaray kulübünde hazır bulunmaları rica olunur.

    Galatasaray’dan: Rasim, Burhan, M.Nazif, Suphi, Nihat, Mithat, Mehmet, Rebii, Muslih. Fenerbahçe’den: Rıza, Kadri, Reşat, Zeki, Alaaddin, Fikret.

    GİŞE [33]

    Türkçeye girmiş aslı Fransızca olan bazı kelimelerin, yeni harflerle yazılırken, hatalı bir telaffuz tarzına göre tespit edildiği görülüyor. Mesela “gişe” kelimesi. Yeni imla lugatında bu, “kişe”dir.

    Sebep? Gerçi bir sınıf halk bunu böyle söyler. Fakat bu telaffuz organik Türk şivesinin icabı değil, eski imlanın kusurundan ileri geliyordu. Zira eskiden alelade yazılarda “K” ile “G”yi birbirinden ayıracak bir işaret kullanılmıyordu. Bu yüzden “gişe” kelimesinin Fransızcadaki imlasından haberdar olmayanlar, harflere aldanarak bunu “kişe” diye okurlardı. Ecnebi bir kelimenin lisanımızdaki bu istihalesine başka bir sebep gösterilebileceğini zannetmiyoruz.

    Türkçede “g” harfi yok değildir ki “gişe”deki “g”yi telaffuz zarureti için “k”ya kalbetmek lüzumu mevcut olsun.

    Tiyatro, sinema, banka, vapur ve istasyon bulunmayan bütün yerlerin halkı bu kelimenin vücudundan bile haberdar değildir. Ecnebi lisanlarına vakıf olan büyük bir halk kitlesi ise bunu “gişe” diye söyler. Binaenaleyh “kişe” telaffuzu gayet dar bir sahaya, yani büyük şehirlerin okuması, yazması az olan mahtut bir halk tabakasına münhasır kalıyor. Bu, yanlış bir telaffuza, resmi bir mevcudiyet vermeye kafi mi?

    BEŞİKTAŞLILAR 1’E KARŞI 5 SAYI İLE GALİP GELDİ [34]

    Çalışanların Çalışmayanlara Galebesi

    Dün yapılan maç pek heyecanlı oldu. Bunu bilhassa söylüyoruz. Hiç mübalağa etmeden tekrar edelim ki dün yapılan ve her spor için büyük bir hadise teşkil eden Beşiktaş ve Galatasaray-Fener muhteliti arasındaki maç azami heyecanla temaşa edilmiş, netice ise bir çoğumuzun kolaylıkla ihtimal vermediği bir surette bitmiştir. Maçı görmeyen karilerimize bu neticeyi haber verelim de onlar da bizimle beraber bu oyunun ehemmiyetini takdir etsinler.

    Evet… Dünkü maçta Beşiktaş tam 5 sayı gibi mühim bir sayı ile karşısındaki muhtelit takıma galip gelmiştir. Netice şudur:

    Beşiktaş 5, Galatasaray ve Fener muhteliti:1…

    Şimdi bu muvaffakiyet üzerine Beşiktaş gençlerini samimi bir surette tebrik ederken şunu da kaydedelim ki bu netice her ne kadar birçoğumuzun ihtimal vermedikleri bir netice olsa bile şunu düşünmeli ki çalışmak kadar büyük bir muvaffakiyet amili olamaz. İşte bu basit fakat ölmez hakikattir ki Beşiktaş’ın dünkü galebesini izah edebilir. Çalışıp kazananlara ne mutlu!

    Galatasaray-Fenerbahçe muhteliti dün diğer kulüplerin oyuncularıyla takviye edilmiş Beşiktaş’la yani bir muhtelitle karşılaşacaktı. Halbuki kendi kuvvet ve idmanına güvenen Beşiktaş, kısmen de kendi oyuncuları arasındaki tesanüdü bozmamak için başka oyuncu almayarak kendi oyuncularıyla çıkmıştı. Bu suretle Galatasaray-Fenerbahçe muhteliti, bir muhtelitle değil fakat doğrudan doğruya Beşiktaş’la karşılaştı.

    Her zaman için İstanbul’un en kuvvetli futbol takımlarına malik olmakla maruf bulunan bu iki kulüp muhteliti (maçı görmeyen karilerimiz hayret etmesinler!) Beşiktaş’a karşı feci bir mağlubiyete uğradılar: 5-1.

    Bu netice sarahatla ve bir defa daha ispat etti ki çalışanların da çalışmayanlar üzerinde bir hakkı galebesi vardır. Futbolda olduğu kadar her sporda da filhakika iyi namın muvaffakıyette az çok bir yardımı vardır. Meharet galebeyi temin eden avamildedir. Fakat çalıştırılmamış, işlenmemiş bir mehareti çok çalışmışlar karşısında büyük bir nam bile kurtaramaz. Beşiktaşlılar belki dünkü hasımları kadar tecrübeli mahir değildiler; fakat her halde boş durmamışlar, çalışmışlardır.

    Hakikatten başka bir şey ifade etmeyen dünkü netice iki maruf kulüp futbolcularının nazarından kaçmamalıdır. Bilhassa 5 Nisan’da Beşiktaş’la ikinci devrenin ilk lig maçını yapacak olan Galatasaray, Beşiktaş’ın kendilerini iki puanla takip ettiğini unutmamalıdırlar. Beşiktaş’ı dünkü mühim muvaffakiyetinden dolayı samimiyetle tebrik ederken her zaman için böyle çalışmalarını tavsiye eyleriz.

    Biraz da maçtan bahsedelim.

    Beşiktaş: Zeki, Adnan, Hüsnü, Tahir, Rüştü, Hayati, Nafi, Şükrü, Eşref, Selahattin.

    Galatasaray-Fenerbahçe: Rıza, M.Nazif, Burhan, Reşat, Nihat, Mithat, Alâ, Mehmet, Zeki, Fikret, Muslih.

    İlk devrede muhtelitin müdafaası az çok iyi olmasına rağmen muhacim hattının baştan başa tesirsiz ve cansız oyunu derhal Beşiktaş’ın hakimiyetini temin etti. Bu devrede Beşiktaş bir sayı yaptı.

    İkinci devrede muhtelit müdafaasında yapılan tebeddül büsbütün muhtelit aleyhine oldu. Çok canlı ve candan oynayan Beşiktaşlılar bu devrede de muhtelitin yegane sayısına dört golle mukabele etti.

    Dün bu maçta evvel Galatasaray-Fenerbahçe küçükleri bir maç yapacaktılar. Bu maç evvelden takarrür etmiş olmasına rağmen Fenerliler ancak Perşembe akşamı geç vakit, bu maçı gelecek hafta yapabileceklerini haber verdiklerinden Galatasaraylılar Esayan Ermeni takımıyla bir maç yaptılar ve 6-0 galip geldiler.

    SABIK ŞÖHRETLERİN MAĞLUBİYETİ! [35]

    Cuma günü yapılan maç Olimpiyat hezimetlerinin bir tekerrürü oldu. Milli takımı teşkil eden oyuncular, Mısır milli takımının karşısında neden yenildilerse dün de Beşiktaş takımının karşısında yine ondan yenildiler.

    Bir tarafta sabık şöhretler ve çalışmayı ihmal edenler, diğer tarafta ise gayretli, çalışkan ve mefkûre sahibi gençler vardı. Tabiidir ki sabık şöhretler ve idman zahmetine katlanmayanlar bu idmanla ve ateşli gençlerin karşısında aciz kaldılar, yenildiler.

    Beşiktaşlılar şampiyon olmak mefkûresi ve galip gelmek azmi, Türkiye’nin en kuvvetli kulübü olmak emeliyle gece gündüz çalışıyorlar. Galatasaraylılar ve Fenerliler bu gayelere vasıl olmak istemiyor değillerdir; fakat onlar, bunun için yalnız, oynuyorlar, o kadar…

    Bu maç şu hakikati bir daha ispat etti:

    Sabık şöhretlerine istinat eden binnisbe ihtiyarlamış oyuncularla çalışmadan, nefsini devamlı ve zahmetli bir idmana tabi tutacak, zevkinden, eğlencesinden vazgeçecek kadar sporcu feragatine malik olmayanlar veya bu meziyetlerini kaybeden gençler için muvaffak olmanın imkânı yoktur.

    Beşiktaş takımı dün sporculara:

    “Zafer çalışanın, mağlubiyet tembelindir.” Hakikatini öğrettiği için tebrik ve takdire layıktır.

    Spor kulüpleri ve teşkilat erkânı, artık gözlerini maziden istikbale, tembellerden çalışkanlara çevirmek lüzumunu artık anlamışlardır, sanırız.

    BOŞO EFENDİ [36]

    Bir Zamanlar Osmanlı Bankası Kadar Osmanlı Olduğunu Söyleyen Adam Öldü

    Bir zamanlar Makedonya’da ticaretle iştigal ederken meşrutiyetin ilanı üzerine Serfiçe’den mebus intihap olunarak Osmanlı Meclisi Mebusanı’na giren Boşo’yu tanırsınız.

    Bu adam, o senelerin parlamento hayatında ismi üzerinde hayli dedikodu yaptırmıştı. O zamanki mizahi ve ciddi gazeteler Boşo Efendi’den uzun uzun bahsetmişlerdi.

    Mesela bu adam bir gün kürsüye çıkmış ve “Efendiler, Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise ben de o kadar Osmanlıyım!” demek cüretinde bulunmuştu da kimse bu küstahı defetmemişti.

    Bir başka gün de merhum Babanzade Hakkı Bey’den bahsederek “Yabanzade” demiş ve merhumdan şu güzel cevabı almıştı: “Babandır!”

    İşte bu Boşo, nihayet Yunanistan’a gitmiş ve orada mühimce mevkiler işgal etmişti.

    Dün aldığımız bir habere göre bu açıkgöz ve küstah adamın bir ameliyat neticesinde gözlerini macera dolu hayatına kapamıştır. Haber şudur:

    Atina-24 (Apo, Matini) Sabık mebuslardan kirye Boşo bir ameliyat neticesinde vefat etmiştir.

    TÜRK KADINININ İNTİHAP HAKKI [37]

    Kadınlardan da mebus çıkarılması meselesinin en hararetli müdafii olan Nezihe Muhittin Hanımla görüşen bir muharririmiz diyor ki:

    Dün Nezihe Muhittin hanımla tekrar görüştüm. Türkiye’deki kadın mefkûrelerinden birinin, hatta en birincisinin tahakkuk etmek üzere bulunması, kadınlar birliğinin sabık reisesini helecan ve heyecana gark ediyordu. Nezihe Hanım, sevinç ve telaş içinde bize şu izahatı verdi:

    “Çoktan beri uğrunda mücadele ettiğim gayelerimden en mühimi artık tahakkuk sahasına girdi. Heyecanımı maruz görünüz, içimde hayallerini hakikat halinde görmeye muvaffak olan bir insan sevinci var.

    Cumhuriyet hükümetinin kadınlara tabii hakkını er, geç vereceğine kaniydim. Artık bir medeniyet lazımesi halini alan bu inkılapta, en müşkül inkılapları bile başaran cumhuriyet hükümetinin daha ziyade gecikmesi kabil olamazdı.”

    FENERBAHÇE-GALATASARAY [38]

    Bu İki Rakibin Küçükleri Maç Yapacaklar

    İsimlerinin karşılaşması bile diğer maçlardan başka bir heyecan veren bu iki kulübün küçükleri Cuma günü bir maç yapacaklardır. Her iki takım küçüklerimiz arasında mütemayiz birer kuvvet teşkil ettikleri için bunların yapacakları maç hususi bir ehemmiyete maliktir.

    Galatasaray takımı son maçlardaki muvaffakiyetleriyle tamamen hazırlıklı bir vaziyette olduğunu ispat etmiştir.

    Fenerbahçe küçükleri bir aralık her hafta maç yaptıkları halde son zamanlarda görünmez olmuşlardır. Bu itibarla Fenerli küçüklerin hakiki vaziyetleri meçhuldür.

    Haber aldığımıza göre her iki takım tam kadrolarla ve azami kuvvetle sahaya çıkacaklardır.

    Mesela Galatasaray’dan Necdet, Şadi, Rufat, Kemal; Fenerbahçe’den de Fikret, Muzaffer, Reşat, Nejat gibi müteaddit defalar birinci takımda oynadıkları için artık birinci takımlar kadrosuna ithal edilmiş küçükler de Cuma günkü maçta oynayacaklardır.

    Her iki takımın, temsil ettikleri müessesenin bütün yarınki yıldızlarıyla karşı karşıya gelmeleri heyecanlı bir temaşanın mevzusu olacaktır.

    GALATASARAY-RUM MUHTELİTİ [39]

    Galatasaray birinci futbol takımı yarın Taksim Stadyumu’nda Rum muhtelit takımıyla bir maç yapacaktır. Yaklaşan lig maçlarının ilk teması malum olduğu veçhile Beşiktaş-Galatasaray müsabakasıdır. Neticesi İstanbul şampiyonluğu üzerinde büyük bir tesir yapacak bir ehemmiyete malik olan bu maça hazırlık olmak üzere bu hafta Rumlarla karşılaşan Galatasaraylılar, son vaziyete nazaran hakiki kuvvetlerini göstermiş olacaklardır.

    ZEPLİN! [40]

    Geliyor, gelecek, derken geçti gitti ve bize uğramadı. Bu vefasızlığın sebebi “muhalif rüzgâr” imiş. Hepimiz onu bayram ayı bekleyenler gibi ufuklarda araştırdık, meğer o aykırı geçmiş. Şimdi Berlin’den gelen bir tel bize zeplinin Nisan’da geleceğini haber veriyor. Demek “Vuslat yine mi kaldı güzel faslı bahare?” diyebiliriz.

    İki dost birbirine soruşuyorlardı:

    • Nasıl gördün mü balonu?
    • Görmedim ama görmüş kadar oldum.
    • Ne gibi?
    • Ne gibi olacak? Enayi gibi! Herkes Eminönü’nde havaya bakıyordu, ben de bakarken uçmuş, farkında olmadan!
    • Balon mu?
    • Hayır! Benim saat!

    DÜN HAKİKİ BİR SPOR GÜNÜ OLARAK GEÇTİ [41]

    Dün İstanbul sporcuları için hakiki bir faaliyet günü olarak geçti. Taksim sahasında muhtelif takımlar arasında futbol maçları yapıldığı gibi Robert Kolej’de kır koşusu icra edilmiştir.

    Taksim stadyumunda yapılan maçların birincisi ve aynı zamanda en mühimi Galatasaray-Fenerbahçe küçükleri arasında yapıldı. Kuvvet, teknik itibariyle birbirinin dengi olan bu iki takım şehrin küçük takımları arasında esas itibariyle mütemayiz bir kuvvet teşkil etmektedirler.

    Bu maça verilen ehemmiyet dolayısıyla her iki ekip azami kuvvetiyle sahaya çıkmışlardı. Birinci takımlarda birçok defalar oynamaları itibariyle artık o takımların esas kadrolarına girmiş bulunmaları icap eden Fikret, Muzaffer, Reşat, Necdet, Rıfat, Şadi gibi oyuncular, mensup bulundukları kulüplerin müstakbel yıldızları olmak sıfatıyla küçükler arasında oynamakta idiler.

    Oyun çok heyecanlı oldu. Refik Bey’in tarafeynin en küçük şiddetini bile tecziye etmesine rağmen dünkü küçüklerin maçı çok sert oldu, demek hiç de hatalı olmaz.

    İlk devrede Fenerliler rüzgâr altında oynamakta idiler. Buna rağmen devreyi beraberlikle bitirmeye muvaffak oldular.

    İkinci devre çok daha şiddetli ve heyecanlı oldu. Daha ilk dakikalarda tazyike başlayan Galatasaraylılar kalecinin hatası yüzünden penaltıdan bir de sayı kazanınca Fenerlilerin artık mağlubiyeti bir emrivaki sayılmaya başlanmıştı. Fakat hiç de böyle olmadı ve faaliyete geçen küçük Fenerliler üst üste üç sayı yaparak maçı 3-1 galibiyetle bitirdiler.

    Dün küçüklerin maçında gördüğümüz bir hadise üzerinde tevekkuf etmeden geçmeyeceğiz.

    Maç iptidasında çok temiz bir cereyan takip ederek başlamıştı. Fakat tekme savurmayı müptezel bir hale getiren Galatasaraylı bir müdafaa oyuncusunu (kıyafetlerine nazaran efendi olması lazım gelen) bazı arkadaşlarının mütemadiyen teşvik etmesi ve tekme yiyenlerin istihzaya uğraması oyunu çığrından çıkardı ve zavallı Refik bu birbirinin canına susamış gibi oynayan iki takımı idare için çok müşkülat çekti.

    Sporda nezahatle oynanmış bir oyundaki mağlubiyetin çok zaman bir galebe kadar şerefli olduğunu unutan ve tekme atanları takdir, yiyenleri de istihzaya layık görenlerin hala mevcut olası şayanı hayrettir.

    “Spor zihniyetini kavramamış” diye tenkit ettiğimiz cahilleri takdis edelim. Bizzat münevver geçinen zümre daha feci hatalar yapıyor.

    KAPLUMBAĞA! [42]

    Allah Allah! Bu ne garibedir?

    Gümrük istatistiklerine nazaran Türkiye’ye bir sene zarfında 4 adet kaplumbağa ithal olunmuş.

    Ne için diye merak etmeyiniz! Yemek içinmiş.

    Geçen sene olimpiyatlar dolayısıyla Amsterdam’da otururken bize ikram olarak kaplumbağa çorbası verdilerdi. Evvela ne olduğunu bilmediğimiz için tatsız bir çorba diye içerken kaplumbağa olduğu anlaşılınca hepimiz el çekmiştik. Hele Çelebizade Sait bu lakırdıyı işittiği zaman ağzındaki lokmayı bile pek güçlükle yutmuştu.

    Bu havadisi okuduğum zaman o hadise aklıma geldi. Hala ben kaplumbağada ne tat olduğunu anlamış değilim.


    [1] 1 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [2] 1 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [3] 2 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [4] 2 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (M.S.)

    [5] 3 Mart 1929 – Son Saat Gazetesi

    [6] 4 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [7] 5 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [8] 6 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [9] 6 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [10] 7 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [11] 7 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [12] 7 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [13] 7 Mart 1929 – Vakit Gazetesi

    [14] 8 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [15] 9 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [16] 10 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [17] 11 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [18] 12 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [19] 12 Mart 1929 – Vakit Gazetesi

    [20] 13 Mart 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [21] 16 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [22] 17 Mart 1929 – Vakit Gazetesi

    [23] 18 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [24] 18 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [25] 18 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [26] 19 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi

    [27] 19 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 20 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [29] 20 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [30] 20 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 20 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 21 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [33] 22 Mart 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [34] 23 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (S.G.)

    [35] 24 Mart 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [36] 25 Mart 1929 – Vakit Gazaetesi

    [37] 26 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [38] 27 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [39] 28 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [40] 29 Mart 1929 – Millliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [41] 30 Mart 1929 – İkdam Gazetesi

    [42] 31 Mart 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

  • Galatasaraylı Fenerliler

    Galatasaraylı Fenerliler

    Muvakkar Ekrem Talu, bir gün vapurda yolculuk ederken “Galatasaraylı Fenerliler kimlerdir?” sorusu ile karşılaşmış ve şu aşağıdaki yanıtı vermiş… Faydalı bir liste…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaraylı Fenerliler

    “Olacak iş mi bu?”

    Öyle demeyin. Anlatacağım…

    Kadıköy vapurunda bana kendini tanıtan bir sayın generalimiz şunu yazmaklığımı istedi:

    “Galatasaray’da okuyup da Fenerbahçe renklerine hizmet etmiş futbolcular kimlerdir?”

    Çok olmasa gerek… Şöyle hatırladıklarım veya yakından bildiklerimi söyleyeyim:

    Aydınoğlu Raşit, Suat Subay, yanılmıyorsam Dr. İsmet Uluğ, Karga Halim, sağ haf Cevat, Rıza Nemli, bek mühendis Ziya, santrfor Suat, Rebii Erkal, Süleyman Tekil, Cihat Arman (evet o müthiş kaleci de) ve sınıf arkadaşım Sayın Fahri İşbay…

    Hâlen Fenerbahçe’nin idealist ve çok temiz bir idarecisi olan İşbay müthiş bir solaçıktı Onu Galatasaraylı yapmak için çok uğraşmıştım. Sınıf takımımızda idi ama Fener’den ayrılmadı. Dördüncü takımdan birinci takıma hak ede ede, çalışması ve emeği ile yükseldi. Karakter sahibi, sporu ve cemiyetçiliği Avrupalı kafası ile düşünen ve Fenerbahçe için canını veren bir kimsedir.

    Spor idarecilik hayatımızda bu tip elemanlara hele şu günlerde ne kadar ihtiyaç var…

    Muvakkar Ekrem Talu

  • Artık 140 Yıl Önce

    Artık 140 Yıl Önce

    1934 yılında Haber gazetesinde “50 Yıl Önce Galatasaray ve Fenerbahçe!” başlıklı bir yazı yayınlanmış. Bugünden baktığımızda artık 140 yıl önce eder. Bakalım Hikmet Münir Ebcioğlu’na göre, 1880’li yıllarda futbol nasıl oynanırmış? Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    50 Yıl Önce Galatasaray ve Fenerbahçe!

    Galatasaray ve Fenerbahçe’nin elli sene evvel mevcut olmadığını pek âlâ bilirim. Fakat bizde futbol deyince hatıra gelen, bu iki kuvvetli kulüptür. Bu iki kuvvetli kulübün de adı geçince, muhakkak bir ayak topunun, yirmi iki kişi arasında harp edercesine o yana bu yana ve nihayet arkası ağlı iki direk arasına sürüklenip hamlelerle çıkarıldığı, düdükler çalındığı “Yaşa, vur! Şandelle, şut!” diye içerden, dışardan güçlü kuvvetli sesler işitildiği derhal hatıra gelir… Bu, futbol oyunudur.

    Elli sene evvel İngiltere’de, bugünkü Fenerbahçe – Galatasaray’ımız gibi muntazam ve muayyen hisler besleyen kulüpler yoktu. Fakat bizde futbol ananesinin anası sayılan bu geniş ve çok taraftarlı futbol hareketinin elli sene evvel Avrupa şehirlerinde ne gibi bir manzara arz ettiğini anlatmak isterim.

    Elli sene evvel top nasıl oynanırdı. Elli sene evvelin Zekisi, Nihadı, Bekiri, Rebiisi Avrupa’da ne idi? Alek Ceksonu, Pudi Futu, ne biçim tiplerdi? Nasıl giyinir, ne suretle ileri geri koşarlardı.

    Elli sene evvelki futbolcuyu size tarif etsem şaşacaksınız!

    Yukardaki resimde de görüldüğü veçhile, futbolcunun kendisine göre hafif, fakat şimdiki kıyafete nispetle, önü ilikli bir kapıcı elbisesi kadar yüklü ve mazbut giyinişleri vardı. Vücutlarının üst yanı, sıkı örülü ve yol yol renkli, göğüsleri kapalı devrik yakalı gömlekle örtülüydü. Alt yana pantolon giyilirdi. Bir futbolcunun pantolonu elli sene evvel, dizlerini muhakkak surette kapatır ve gene dizlere kadar da kalın çoraplar çekilirdi.

    Şimdi olduğu gibi belli başlı, altı çivili bir futbol potini icat edilmiş değildi. Ekseriyetle, mektep çocuklarının oynadığı şekilde, sokak fotinleriyle top oynanır ve bazen eski ayakkabılardan bir çift bilhassa futbola tahsis edilir. Maça, öğle yemeği sarılmış gibi bu potinler bir kâğıt içinde mahfuz olarak getirilirdi.

    Hakem denen adam, bir suareye gidiyormuş gibi, tam kıyafetle; yani ceketi, pantolonu, yeleği, kolalı yakalığı her şeyi takılmış, takıştırılmış olduğu halde sahaya gelir ve bütün oyun müddetince zorlu bir hayat yaşardı.

    Top sürmek, körlemesine bir takım itelemeler, delicesine şutlar, hatta ayağın altında şöylece bir kontrole almadan yuvarlak meşini birbirlerine devrederek iki direğin arasına doğru hücum etmekten ibaretti.

    Kale iki direkti. Yüksekten giren topun vaziyetini tayin için, iki direğin üstü muayyen bir yükseklikte sonradan birleştirilmiş, çatı haline getirilmiştir, arkasındaki ağ ise, resimde görüldüğü halde daha sonraları konmuş ve adeta bir ihtira kıymetinde görülerek büyük nümayişlerle karşılanmış, umumileşmiştir.

    Seyirciler, şimdikinden daha ziyade kavgadan hoşlanırlardı. Onun için münakaşalar, oldukça hararetli ileri geri saldırmalar eksik olmazdı.

    Gol olmaya görsün! Kalecinin -hele iki direğin arkasında ağ da bulunmadığı zaman- golü yapanın ayağının tekme kuvveti uzunluğunca koşup kale artlarından büyük bir muvaffakıyet hissiyle o topu tekrar oyun sahasına kavuşturuşu bir hâdiseydi. Bazen bu, hayli uzun sürer, halk bir miktar, yerlerinden de ayrılarak, sahanın az açıklarında hava alır, soğukluklar içer, birbiriyle sohbet veya oyun üzerine bir çekişme yapardı.

    Elli sene evvelki top oyununun en mühim hâdisesi, bir ara, oyun kıyafetinde futbolcuların küçük bir yenilik göstermesi olmuştur. Bu nedir sanırsınız? Ayakkabılarını mı değiştirdiler? Gömleklerine biraz daha renk mi ilave ettiler? Hayır! Futbolcular, uzun pantolonlarıyla çoraplarının birleştiği yerden dizlerini bir parça açmış, havalandırmışlardı. Sen misin bunu yapan! Zaten baş göstermiş olan elbiseleri kısaltmak eskisinden daha pratik bir hale sokmak hareketi aldı yürüdü. Kadın, erkek, o zaman için katiyen “uygunsuz” sayılabilecek bir takım “yeni” kıyafetler ihdas ettiler. İçtimaî bir rezalet halini aldı. Bunun üzerine İngiltere’nin “Futbol Cemiyeti” derhal sıkı bir tedbir almış ve futbol oynayanların dizlerini kapattırmıştır. Sonraları bu nizam, kuvvetini kaybedinceye kadar, futbolcular, dizleri ve dirsekleri kapalı olduğu halde bir fırın içindeymiş gibi, alınlarından leblebi büyüklüğünde terler dökerek mücadelelerinde devam edip durmuşlardır.

    Yarım asır önceki futbolcuların yüzleri de kendilerine has ve pek heybetli bir manzara gösterirdi. Yan taraflardan sakallı olanları çoktu. Bıyık muhakkak lâzımdı. Yani, bundan elli sene evvel Londra’da az çok bugünkü manasıyla bir Nihat meydana gelmiş olsaydı, manzarası şu olacaktı: Kulak memelerine doğru sevimli bir kıvrım yapan gür bıyıklar, yandan sakallar ve hatta tahammül edebilirse tam bir heybet ve ehliyetli oyuncu şekli gösterebilmek için çepeçevre sakal…

    Futbol oyunu, bu sahada ilk adımı atanların saç, sakal ve bıyıktan kurtulması gibi temizlenmiş, fazlası ayıklanmıştır. Ancak, mücadele noktasından, elli seneden biraz daha evvelki devrelere kadar arada bir gittiği görülüyorsa, bu, futbol oyununun mirassız bir cenaze alayından her halde biraz Farklı olduğunu göstermek içindir.

    25 Ekim 1934 – Haber: Akşam Postası Gazetesi (Hikmet Münir)

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Güneş Spor Kulübü

    Güneş Spor Kulübü

    Türk sporu tarihinde Altınordu ile birlikte müstesna bir yere sahipken arşivlerde kaybolup giden iki kulüpten biri olan Güneş Spor Kulübü, Akşam gazetesinin bir serisinde (tabii kulüp kapandıktan sonra Fenerbahçe’ye geçen kahraman sporcuları ile birlikte) tanıtılmış.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Güneş Spor Kulübü

    Bugün de okuyucularımıza bu sütunlarda Güneş on birini tanıtıyoruz.

    Geçen seneki lige girerek bir senelik bir çalışma devresinden sonra ikinciliği elde etmeğe muvaffak olan Güneşliler arasında senelerce Milli formayı müdafaa etmiş kıymetli futbolcular vardır. Onların da tercümeihallerini şurada sıralayalım.

    Safa: 1912 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Hasib’dir. Futbola Samsun’da başlamıştır. Orada Halkspor’da oynuyordu. İstanbul’a tahsil için gelerek Fenerbahçe kulübüne girdi. Fenerbahçe B takımlarında oynuyordu, Güneş’e geçti ve birinci takımda kaleci olarak yer aldı. Son zamanlarda sakatlığı dolayısile oynayamıyordu. Tıp tahsil etmektedir. Mıntıkanın 4139 numarasında kayıtlıdır.

    Cihad: 1917 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Faik’tir. Ankara’da parladı ve senelerce Gençlerbirliği kalesini müdafaa etti. Ankara’dan İstanbul’a tahsile gelen Cihat Güneş kulübüne dâhil oldu. Geçen sene olimpiyatlara giderek milli takımda yer aldı. Bugün Boğaziçi Lisesi talebelerindendir, Mıntıkanın 6009 numarasında müsecceldir.

    Faruk: 1916 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Nazif’tir. İlk kulübü Beşiktaş, fakat ancak bir iki oyun oynadı. Oradan Galatasaray Lisesi’nde talebe olmak dolayısile Galatasaray kulübüne dâhil oldu ve bilahare de Güneş kulübüne geçti. Sağ müdafi oynar. Banka memurudur ve mıntıkanın 2326 numarasında müsecceldir.

    Reşad: 1914 senesinde İzmir’de doğmuştur. Babası Bay Mehmet’tir. Futbola İzmir’de başladı ve senelerce İzmirspor birinci takımında oynadı. İstanbul’a tahsil için gelmiş ve Güneş kulübüne dâhil olmuştur. Halen ticaret talebesidir. Sol müdafidir. Mıntıkanın 6001 numarasında müsecceldir.

    Yusuf: 1914 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay İsmail’dir. İlk kulübü Beykoz’dur. Bu sene Güneş’e geçti. Ancak son maçlara iştirak edebildi. Müdafi ve muavin oynar. Memurdur. Mıntıkanın 5262 numarasında müsecceldir.

    Rıza: 1913 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Mehmet Said’dir. Futbola Galatasaray Lisesi’nde başladı, İlk kuruluş gününden beri Güneşe mensuptur. Birinci takımda merkez muavindir. Mıntıkanın 1596 numarasında müsecceldir. Filim şirketinde memurdur.

    Daniş: 1915 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Zeki’dir. Futbola İzmir’de başladı. Bayraklı ve Altay kulüplerinde oynadı İstanbul’a tahsile geldi ve Güneşe girdi. Bazen muavin hattında bazen muhacim hattında oynuyor. Mühendis mektebi talebesidir. Mıntıkanın 6501 numarasında müsecceldir.

    İsmail: 1910 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Ali’dir. İlk kulübü Anadolu kulübüdür. Oradan Güneş’e dâhil olmuştur. Muavin hattında oynuyordu. Beşiktaş’a karşı sağ açık oynatılmıştır. Mıntıkanın 2202 numarasında kayıtlıdır.

    Rebii: 1908 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Süleyman’dır. İlk kulübü Galatasaray; esasen lisede talebe idi. Üçüncü takımdan birinci takıma geçti. Senelerce sol açık oynadı. Milli takımda defaatle yer aldı. Kuruluş gününden beri Güneş’e mensuptur ve birinci takımın kaptanıdır. Sol açık, bazen sol iç oynar. Kahve şirketinde memurdur. Mıntıkanın 1908 numarasında kayıtlıdır.

    İbrahim: 1914 senesinde İzmir’de doğmuştur. Babası Bay Süleyman’dır. Futbola İzmir’de başladı ve Karşıyaka birinci takımında oynadı. İstanbul’a tahsil için gelerek Galatasaray kulübüne girdi ve geçen sene de Güneş kulübüne geçti. Millî oyuncularımızdandır. Sol iç ve sol haf oynar. Halen ticaret talebesi bulunmaktadır. Mıntıkanın 4239 numarasında müsecceldir.

    Rasih: 1913 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Ahmet Tevfik’tir. Futbola Galatasaray Lisesi’nde başladı ve küçük takımlardan birinci takıma geçti. Bilahare Güneş’e dahil oldu. Milli oyuncularımızdandır. Takımın merkez muhacimidir. Paris’te tahsilini yapmaktadır. Mıntıkanın 1594 numarasında kayıtlıdır.

    Salahaddin: 1326 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Mehmet Behçet’tir. Futbola pek küçükken başlamış, ilk defa Altınmızrak’ta oynamıştı. İstanbul Lisesi’nde talebe idi. İstanbulspor teşekkül edince oraya geçti. Senelerce orada oynadı, umumi ve takım kaptanlıklarında da bulundu. Bir noktai nazar ihtilâfı yüzünden Güneşe geçti. Milli oyuncularımızdandır. Merkez bankasında memur bulunmaktadır. Mıntıkanın 318 numarasında müsecceldir.

    Melih: 1915 senesinde Bali kesirde doğmuştur. Babası Bay Yusuf’tur. Balıkesir’de futbol oynuyor ve atletizm yapıyordu. İstanbul’a gelerek Güneş’e futbolcu olarak intisab ettikten sonra atletizmde de kendisini gösterdi ve milli atletler arasına girerek Balkan oyunlarına iştirak etti. 400 metre İstanbul şampiyonudur. Futbola devam ettiği için Güneş’in birinci takımında sağ açık oynamaktadır, Merkez muhacim ve sol açık mevkilerinde de oynatılmıştır. Memurdur. Mıntıkanın 6418 numarasında müsecceldir.

    18 Şubat 1937 – Akşam Gazetesi


    Güneş Spor Kulübü
    Güneş Spor Kulübü
    Güneş Spor Kulübü

    Yukarıdan aşağıya, soldan sağa: Kaleci Cihat Arman, Sağ Müdafi Faruk Barlas, Sol Müdafi Reşad Aydınlı, Sağ Muavin İsmail Dinç, Merkez Muavin Rıza Köprülü, Sol Muavin Daniş Turanlı, Sağ Açık Melih Kotanca, Sağ İç Salahaddin Almay, Merkez Muhacim Rasih Minkari, Sol İç İbrahim Tusder, Sol Açık Rebii Erkal.

  • Lebip Elmas Arşivi

    Lebip Elmas Arşivi

    Lebip ağabeyin sevgili oğlu, kıymetli büyüğümüz Suavi Elmas’ın büyük teveccühüyle toplam 230 fotoğraftan oluşan muazzam bir koleksiyonu yayınlamanın mutluluğunu yaşıyoruz: Lebip Elmas Arşivi

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1987 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihçesi” kitabında, 1933-1944 yılları arasında 218 maçta forma giyip 10 gol attığı tarihe kaydedilen Lebip ağabey, Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunun 5 tanesinde pay sahibiydi:

    1935, 1937, 1940, 1943 ve 1944

    1933 yılında düzenlenen ve Fenerbahçe’nin ilk Türkiye şampiyonluğunu kazandığı sezonda ise forma giymemesine rağmen final maçı için İzmir’e giden kafiledeydi.

    Portreleri, ailesi ve dostları ile fotoğrafları, takım arkadaşlarıyla saha içi ve saha dışı resimleri derken eşsiz bir koleksiyona daha kavuşmanın heyecanını sizinle paylaşıyoruz.

    Fenerbahçe’nin şampiyonluklara en fazla iki sene uzak kaldığı yıllara ve başta Lebip Elmas olmak üzere bütün Fenerbahçe kahramanlarına saygıyla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Not: “Fotoğraflarda kimler, neler, nereler var?” diye soracak olursanız… Cevabı şöyle verebiliriz:

    Ahmet Erol, Ali Muhiddin Hacı Bekir, Ali Rıza Tansı, Aydın Bakanoğlu, Basri Taşkavak, Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, Bedii Yazıcı, Bülent Büyükyüksel, Cevat Sayit, Cihat Arman, Didi, Esat Kaner, Faruk Hızer, Fazıl Arzık, Fenerbahçe, Fenerbahçe Stadyumu, Fikret Arıcan, Fikret Kırcan, Füruzan Şansal, Hadi Tarlan, Halil Köksalan, Halit Deringör, Hayati Öney, Hüsamettin Böke, İbrahim İskeçe, İrfan Denever, Kasımpaşa, Kazım Bayülken, Kemal Onan, Lebip Elmas, Lütfi Boyer, Mehmet Reşat Nayır, Melih Kotanca, Moda Deniz Kulübü, Muammer Oraman, Muhtar Sencer, Murat Alyüz, Muzaffer Ateşçi, Muzaffer Çizer, Müzdat Yetkiner, Naci Bastoncu, Naim Şukal, Namık Erbay, Nazım Kayar, Necdet Dalay, Necdet Erdem, Niyazi Sel, Nuri Pekesen, Orhan Canpolat, Orhan Menemencioğlu, Oscar Hold, Osman Kavrakoğlu, Ömer Boncuk, Rasih Minkari, Razi Trak, Rebii Erkal, Recep Nurcan, Reşat Dermanver, Sadi Çoban, Safa Özyurt, Sedat Bayur, Semih Arıcan, Semih Bayülken, Suat Belgin, Suavi Elmas, Süleyman Tekil, Şaban Topkanlı, Şerafettin Doğan, Şeref Benibol, Şevket Demirtepe, Taci Ece, Taksim Stadyumu, Yaşar Alpaslan, Yaşar Yalçınpınar, Yorgo Angelidis, Zeki Rıza Sporel, Ziya Atamer


    Lebip Elmas Arşivi

  • Dörtler Kupası

    Dörtler Kupası

    1941 yılında Milli Küme’ye katılma hakkı kazanan dört İstanbul kulübü, Türkiye şampiyonluğu maçlarına hazırlanmak için bir “Dörtler Kupası” tertip etmişler. “Tarihte Bugün” maçları serisinin 9 Mart karşılaşması olarak bu derbiyi seçtik.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Fotoğraf Tan gazetesinden.


    Dörtler Kupası Maçları

    Fenerbahçe, Galatasaray’ı 2-0; Beşiktaş İstanbulspor’u 3-0 mağlup etti.

    Lig maçlarını dördüncülüğe kadar nihayetlendiren Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve İstanbulspor kulüpleri arasında milli kümeye hazırlık mahiyetinde tertip edilen kupa maçlarına dün Şeref stadında başlanmıştır, Havanın futbol maçlarına çok müsait oluşu ve milli küme arifesinde takımların yeni kadrolarını öğrenmek merakı stada sekiz bini aşan büyük bir kalabalığın toplanmasına sebep olmuştu.

    Yapılan her iki karşılaşma maalesef futbol zevki vermekten uzak bir şekilde geçmiş, heyecansız ve gelişi güzel bir oyundan sonra Beşiktaş, İstanbulspor’u 3-0, Fenerbahçe, Galatasaray’ı 2-0 mağlup etmiştir. Maçların tafsilâtını sırasile veriyoruz:

    Fenerbahçe – G. Saray

    Sıra günün ikinci ve mühim maçına geldiği zaman seyircilerdeki heyecan azami haddini bulmuştu. Nihayet 16.45’de halkın sürekli alkışları arasında takımlar göründü. Bir yenilik yaparak ipek Sarı Kırmızı gömleklerle sahaya çıkan Galatasaraylılar şu şekilde dizildiler:

    Osman, Faruk, Adnan, Musa, Enver, Eşfak, Mustafa, Salâhaddin, Nino, Salim, Sarafim.

    Buna mukabil Fenerbahçeliler Esad ve Niyazi’den mahrum olarak şu şekilde yer aldılar:

    Cihat Arman, Taci Ece, Murat Alyüz, Nazif Şengezer, Ömer Boncuk, Lebip Elmas, Fikret Kırcan, Nail, Yaşar Yalçınpınar, Fikret Arıcan, Rebii Erkal

    Hakem Samih’in idare ettiği oyuna Fenerlilerin soldan açılan seri bir hücumile başlandı. Galatasaray müdafaasında kesilen bu hücum derhal merkezden mukabele gördüyse de Salimin şutu avuta gitti,

    Dakikalar ilerledikçe oyunun mütevazin geçtiği və tarafeynin tefevvuku temin etmek için sarf ettiği gayretlerin boşa gittiği görülüyor ve zaman, zaman her iki kale de tehlike geçiriyordu.

    10 uncu dakikada küçük Fikret’in sağdan sürüklediği topu hiç beklenmedik bir şutla kaleye havale etmesi Galatasaray’a ilk gol tehlikesini yarattıysa da Osman’ın elinden kaçan topu Adnan kaleye girmek üzere iken kurtardı.

    Aynı vaziyette bir tehlikeyi Fenerliler hemen iki dakika sonra atlattılar. Ceza çizgisi üzerinden Selâhaddin’in bomba gibi bir şutla çektiği favulü Cihat âdeta uçarak kornere atmağa muvaffak oldu. Korner avutla neticelendi.

    20 nci dakikadan itibaren Galatasaraylılar nisbi bir üstünlük teminine muvaffak oldular. Müdafaanın desteklediği muhacimler kale önüne kadar çok seyyal bir şekilde geldikleri halde burada bir türlü netice alamayarak pozisyona giremiyorlardı, 35 inci dakikadan itibaren oyun tekrar mütevazin bir şekle girdi. Fenerliler de arada sırada yaptıkları ani akınlarla Galatasaray müdafaasını zorluyorlardı. Fakat bu hücumlar daha fazla sol taraftan Rebii ile yapılmak istendiği için müessir olamıyordu. Çünkü Rebii’nin tehlikeli bir oyuncu olduğunu bilen Galatasaray müdafii Faruk bilhassa Rebii’yi marke etmişti.

    Diğer Fener muhacimlerinin, sol tarafta Rebii’nin tutulduğunu gördükten sonra sağ tarafı ihmalde ısrarları aleyhlerine oluyordu. Bu şekilde ve karşılıklı akınlar altında geçen birinci devre bütün çalışmalara rağmen 0-0 berabere nihayetlendi.

    İkinci devreye her iki takım tadilât yaparak çıkmıştı. Galatasaray’da Selâhaddin’in yerine, Mehmet Ali, Osman’ın yerine Saim girmişti. Fenerbahçe’de de Fikret santrhafa, Ömer sağ hafa geçmiş ve Nazif’in yerine de Kadri (Ulukal) sağiçe alınmıştı.

    Oyuna Galatasaraylılar başladılar.

    İlk anlar birinci devrede olduğu gibi mütevazin ve her iki muhacim hattının müteaddit fırsatları öldürmeleriyle geçti, Onuncu dakikadan itibaren oyun sert bir şekil aldı, Bu sırada küçük Fikret’e tekme atan Galatasaraylı Adnan’ı hakem dışarı çıkardı.

    Galatasaray’ın 10 kişi ile oyuna devam etmesi Fenerlilerin işine yaradı. Üst üste yaptıkları akınlarla Galatasaray kalesini tazyike başladılar. On dokuzuncu dakikada Naci güzel bir sıyrılıştan sonra kaleci ile karşı karşıya kaldıysa da çektiği şut kalecinin kucağında kaldı.

    Bir dakika sonra Galatasaray’ın yaptığı bir akında, Fenerden Murad da sakatlanarak çıktıysa da biraz sonra tekrar girdi, Dakikalar ilerledikçe her iki taraf da gelişi güzel oynuyor ve oyun bu yüzden çok zevksiz oluyordu, Otuz beşinci dakikada Galatasaray kalesi yakınında top Salimin eline çarptı. Verilen frikiki küçük Fikret çok ustalıklı bir vuruşla kaleye havale etti. Faruk’un kaçınması kalecinin mütereddit kalması topun kaleye girmesini temin etti. Fenerliler bu suretle birinci gollerini kazandılar. Tam son dakikada yeni bir Fener hücumunda Rebii’den nefis bir pas alan Yaşar sıkı bir vuruşla takımının ikinci golünü de çıkardı ve bu suretle Fenerliler ezeli rakiplerini aynı sezonda ikinci defa olarak 2 – 0 mağlup ederek sahadan galip ayrıldılar.

    10 Mart 1941 – Akşam Gazetesi

  • Büyük Fikret Bölüm VII

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm VII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Yabancı Diyarlarda Top Oynama Teklifi

    Bulgaristan’ın Sofya kentinde yapılan Balkan Oyunları’ndan sonra Türkiye döndüğümüzde o zamanın İngiliz antrenörü Mister Pegnam beni yanına çağırarak, İngiltere’de top oynayıp oynamayacağımı sordu. Futbol tarzımın İngiltere için geçerli olduğunu söylüyordu. Kabul ettiğim takdirde profesyonel futbol hayatımda çok başarılı olacağımı ve maddi yönden hayli yüksek bir ücret alacağımı ima etti.

    Genç yaşta bu teklif cazip olabilirdi. Ancak geçim problemimi asla futbola bağlamak istemiyordum. Hemen reddettim.

    Daha sonra bir millî maçımıza hakem olarak gelen sonra da İtalya Federasyonuna Başkan veya üye olan Moro adlı bir futbol adamı da beni İtalya’ya götürmek istedi. Orada rahatlıkla oynayabileceğimi, daha da ileri giderek zamanın meşhur solaçıkları Bastin ve Osri kadar şöhret yapabileceğimi söyledi.

    Cevabım yine, “Hayır” oldu. Çünkü vatanımdan ayrılarak dilini bilmediğim bir ülkede garip kalmak istemiyordum. Bu durum futboluma muhakkak etki yapacak ve başarı kazanamayacaktım.

    Türkiye’den dış ülkelere dil bilmeden gidip başarı gösteren gencimiz yok gibidir. Ancak Türk olup futbol ve dillerini oralarda geliştirenler müstesna…

    Futbol hayatımın en başarılı devresi 1928-1939 yılları arasında. Bu devrede Avrupa Karması’na aday gösterilmem de bunun ispatıdır.

    İnançlarım

    Futbol hayatımda şimdi tasvip etmediğim batıl inançlarım vardı. Bunları üzerimden atana kadar çok mücadele ettim. Bu ise ancak yaşlandıktan ve aksi sabit olduktan sonra mümkün olabildi.

    Örneğin, kaptan olduktan sonra hakem tarafından yapılan kur’a atışlarına katılmak istemezdim. Karşı kaptanın kazandığını söyleyerek tercih yapmasını rica ederdim. Bir gün bunu fark eden bir kaptan arkadaşım, aynı benim yaptığım gibi yaptı, peşinen “Siz kazandınız” dedi. Ben de kendi teklifimin aynına olmaz diyemedim ve rüzgârla beraber olan kaleyi seçtim. Maçı kazandık. Böylece bu derdimden kurtulmuş oldum.

    Maça giderken yolda bir papaz veya cenaze görmek bana hiç yaramazdı, sanırdım. Allah’tan, kıyafet kanunu çıktı ve papazlar elbiselerini değiştirdiler, bu görüntüden kurtuldum. Fakat cenaze görmek çok uzun sürdü. İnanın maçlara gözüm kapalı giderdim. Çünkü kış günlerinde cenazeler maç saatlerinde kaldırılıyordu. Yöneticilik hayatımda da bir cenaze olayı vardır.

    Galatasaray’la Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı oynamak için Kızılcahamam’daki kamp yerinden Ankara’ya doğru yola çıkmıştık. Yanımda Cemil’in transferine adı karışan Sultan Demircan da vardı. Birden bir araba bizi solladı ve trafik sıkışınca önümüzde durdu. Bir de baktım arabanın bagajında bir tabut vardı. Sesim soluğum kesildi. Sultan ne sorsa, ne söylese cevap vermiyordum. O da bozuldu. Başladı önümüzde oturan çocukların çok sevdiği Bekir’e sataşmaya… Bekir eski güreşçi, Sultan kabadayı. İkisi de silahlı. “Eyvah…” dedim, “Cenaze hükmünü gösteriyor.” Neyse onları yatıştırdık. Maçı da aldık ve bu hoş olmayan itikadımdan kurtulmuş oldum. Ama uzun süre maçlara gözlerim kapalı gittiğimi unutamam.

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Unutamadığım Olaylar

    Macaristan’ın meşhur Ferençvaroş ekibi İstanbul’a gelecekti. O devrin Avrupa’da ün yapmış birçok futbolcusu ve şöhreti Şaroşi kardeşler takımla beraberdi. Maçlar özel olduğu için seyircileri memnun etmek isteyen yöneticiler bu iki kardeşin gelmesini şart koşmuşlardı. Ferençvaroş ve Şaroşi kardeşler İstanbul’a geldiler ve bu büyük takımı yendik. Yabancılara karşı markajdan kurtulduğum için en başarılı oyunlarımdan birini çıkarmıştım. Onlar da ülkelerine dönerken, “Siz de bize geldiğiniz zaman Fikret’te beraber gelecek…” şartını koşmuşlar. Bunu yazan gazete yazarının bir başka kulübe mensup olduğunu söylersem olayın değeri daha iyi anlaşılır sanırım.

    Arzulanması Hoş Olmayan Bir Olay

    Romanya’nın CFR futbol takımı İstanbul’a gelmişti. O zaman Galatasaray ve Beşiktaş’ı yendikten sonra son maçını bizimle oynadı.

    Güzel bir oyun tutturduk ve maçın son dakikasına kadar 2-1 galip durumda geldik. Son dakikada bizim ceza sahası yakınında bir taç kazanmıştık. Mehmet Reşat ağır davrandı atmak için… Bunu fırsat bilen Romenler topu elinden kaptılar ve taç atışını yaptılar. Çocuklar şaşkın bakarken top çoktan bizim filelere gitmişti. Açıkgöz misafir takım hemen orta noktaya toplandı halkı selamlayarak sahadan çıktı. Biz yine şaşkındık.

    Hakeme Müjdat Gezen’in babası Necdet Gezen’le itiraz ettik. Orta hakem Adnan Akın’dı. Durumun ne olduğunu sordum O’na… Akın, “Canım siz 2-1 galipsiniz…” dedi ama sahadaki görüntü öyle değildi.

    Hakemlere dönerek “Kabahat sizde değil, sizi hakem yapanlarda…” dedim. (Aman bunu Önder ve bazı isyankâr futbolcular duymasın). Tabii bu sözlerim rapor edildi, ceza aldım ve takımımı eksik bıraktım. Hoşa gitmeyen hareketlerimin göze batmaya başladığını hissediyordum. Bu ceza çok sürmedi. Milli maç nedeniyle affedildim ve bir daha yapmadım.

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Babamın Benim için Söyledikleri

    Cezadan sonraki milli maçta oynayacaktım. Maçtan önce çıkan Akşam gazetesinin birinci sayfasına, “Fikret oynuyor” diye yazmışlardı ve büyükçe bir fotoğrafımı basmışlardı. Aynı gazetenin aynı sayfasında yeni bir demiryolunun açılışını yapacak olan Başvekil İsmet İnönü’nün de fotoğrafı vardı. Babam gazeteyi görünce, “Bu memleket nereye gidiyor yahu?” diye söylendi. “Sen bir oyunbaz, o da memleketi kurtaranlardan biri… Hem de Başvekil… Rezalete bak…”

    Bu sözler o devrin taassubunu gösterir. Sonradan bütün gazeteler spor sayfalarını ayırdılar. Rahmetli babam sağ olup futbolcuların boy boy fotoğrafını görse acaba ne derdi bilmem…

    Eski Sporcuların Dürüstlüğü

    Takım arkadaşlarım ve kulübüme mensup sporcular kadar sahada bir buçuk saat mücadele ettiğim fakat çok yakın arkadaşlık yaptığım sporcular da vardı.

    Hakkı Yeten, Eşref Bilgiç, Şeref Görkey gibi Beşiktaşlılar, Leblebi Mehmet, Suphi Batur, Şadlı, Necdet Cici gibi Galatasaraylılar, Samih Duransoy, Nevzat ve Fahri gibi İstanbulsporluları sayabilirim. Ben, bu kardeşlerimle saha dışında ne kadar dost olmuşsam tabiatım icabı saha içinde o kadar hırçındım.

    Milli maç için seyahatte bulunuyordum. Bir takım arkadaşım, “Fikret” dedi, “İyi ki, bu seyahatte seni yakından tanıdım. Sahadaki haline hiç benzemiyorsun. Yani daha önce seni sokakta biriyle kavga ederken görsem onunla bir olup seni döverdim…”

    Bunlar bana hep ders olmuştur. Kendimi yaptığım işlerde hep haklı sanırdım. İtirazda bulunurdum. Fakat işler hiç de sandığım gibi değilmiş. Sporcuların dürüstlük ve tahammül göstermeleri gerekiyormuş. Bunun genç sporculara örnek olmasını dilerim.

    Dürüstlüğe bir misal vereyim. Bir Beşiktaş maçında Şükrü Erkuş gol atmıştı. Fakat bu gole karşı taraf oyuncuları itiraz ettiler. Ancak hakem gol kararı vermişti. Israrlar karşısında aynı hakem Şükrü Erkuş’un yanına giderek durumu sordu. O da topla eliyle oynadığını söyledi. Hakem de sayıyı iptal etti. Gençlerimizin bunun gibi olayları kendilerine örnek almalıdırlar.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) 1937’de Maarif Kupası da bizim oldu. Fotoğrafta, Niyazi, ben, Esat birlikte görülüyoruz.

    Fotoğraf-2) Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, Ali Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri. Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan.

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe dergisinde çıkan bir karikatür.

    Fotoğraf-4) Ankara’da yaptığımız maçlardan birinden önce ben, heykel önünde görülüyorum.

  • Büyük Fikret Bölüm V

    Büyük Fikret Bölüm V

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm V

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm V

    İlk Milli Maçım

    1930 yılı sonlarındaydık. Bulgaristan’da yapılacak Balkan Oyunları’na iştirakimiz kararlaştırılmıştı. Futbola Türkiye, Yugoslavya ve Bulgaristan katılıyordu. Kendi tahminlerimize göre, Yugoslavya’nın birinci, bizim ikinci, Bulgaristan’ın üçüncü olması gerekiyordu.

    Kur’a ile ilk maçımızı Bulgarlarla oynadık. O gün çok kötü oynayan Avni tam beş gol yedi ve maçı 5-1 kaybettik. Antrenör İngiliz Pegnam’dı.

    İkinci maçımızı Yugoslavlarla yapacaktık. Acayip bir forvetle sahaya çıktık. Forvetimizde üç solaçık, iki sağaçık yer alıyordu. Niyazi, Selahattin, ben, Rebii, Eşref…

    Oyun başladı ve 15. Dakika geldi. Rebii’nin sağ tarafına benim sol tarafıma bir top geldi. Ben ilerdeydim. Rebii bana doğru koşarken gözleri dönmüş vaziyette, “Bırak…” dedi. Ben de sanki korkudan bıraktım. Hiç kullanmadığı sağ ayağı ile öyle bir vurdu ki, kaleci uçtu fakat gol… Rebii yanıma geldi ve alnımdan öptü. Tabiatına uygun bir tarzda, “Allah senden razı olsun…” dedi.

    Bir süre sonra benim sağ ayağıma bir top geldi. Solak sayılırım. Ancak sağ vurdum. Yugoslav kaleci uçtu yine gol oldu: 2-0… Bu sonuca bizde şaşırmıştık… Ama canla başla oynuyorduk. Kalecimiz Hüsamettin’i malum şanslarından biri tutmuştu.

    Son on dakika oynanıyordu. Kaptan Nihat, “Fikret…  Fikret…” diye beni çağırdı. Merakla yanına gittim. Meğer tuvalete gitmek istermiş, “Yerime geç…” dedi. Sahadan rüzgâr gibi fırladı. Ancak yetişip yetişmediğini bilmiyorum. Son on dakika ben santrhaf oynadım.

    Ertesi günkü maçta Bulgarlar çok şanslıydılar. 2-0 yenik durumdan seyircinin gayretiyle 3-2 kazandılar. Yugoslavya maçını ve şampiyon oldular. Bizim yerimiz değişmemişti. Yugoslavya üçüncü oldu.

    Yine Bulgarlarla İstanbul’da milli maçımız vardı. Çok iyi oynadığımız halde hakemin kötü idaresi yüzünden 3-2 kaybettik. Aleyhimize verilen penaltı kararı enteresandı. Kaptan Nihat bir topu uzaklaştırmak isterken top yanından geçmekte olan Selahattin’in eline çarptı. Hakem hemen penaltıyı verdi.

    Yine bir akınımızda Alaaddin önünde iki hasım oyuncu bulunurken çaktı gol oldu. Fakat hakem buna da ofsayt verdi. Sebebini sorduk, Bulgar oyunculardan birinin kale çizgisinin içinde olduğunu ve oyun dışı sayıldığını söyledi.

    Daha sonra İzmir’e Türkiye Birinciliği için gelen Avusturyalı hakeme sordum, “Kale içinde olan oyuncu saha içi sayılır. Hakeme sormadan oyuna çıkılıp girilen yegâne yer burasıdır. Bundan dolayı attığınız goldür” dedi.

    Büyük Fikret Bölüm V

    Enteresan Anılarım

    İlk memuriyetim olan Türk Ticaret ve Sanayi Bankası’nda çalışıyordum. Bu bankanın sermayesinin çoğu Fransızlarındı. Her yıl bir Fransız gelir bankanın hesaplarını kontrol ederdi. Bir defa Cordorex gelmişti. Adamın burnu havada olduğu için konuşmak bir problemdi. Benim futbolcu olduğumu öğrenince kendisini önemli bir maça götürmemi adeta emretmişti. Tabii ki kabul ettim ve bir Fenerbahçe – Galatasaray maçına davet ettim.

    Onu Taksim Stadı’nın balkonuna oturtțuğum halde adamın staddan memnun olmadığını anlamıştım. O gün benim futbol hayatımın unutulmaz günlerinden biri oldu. Galatasaray takımında Mücteba adında dünyada her yere girmiş çıkmış bir oyuncu vardı. Sanırım beni sinirlendirmek için kendisine vazife verilmişti. Daha sahaya çıkar çıkmaz bildiği bütün küfürleri sıraladı ve ben kendimi kaybettim. Onunla uğraşmaktan görevimi yapamadım. Maç da berabere bitti.

    Ertesi gün bankaya gittiğimde misafir Fransız esprisi ile karşıma dikildi, “Yahu ben de maçtaydım. Sen oynuyor muydun., farkına varamadım?” dedi. Kızmıştım.

    Kaptan Zeki Bey’in mağazası çok yakındı. Oraya koştum. “Aman kaptan…” dedim, “Beni bir dahaki maça solhaf oynat…” Bana şöyle bir baktı ve “Iyi hazırlan, iyi çalış…” dedi. Anladım ki, kabul etmişti.

    Çok çalıştım ve Galatasaray’la olan rövanş maçında solhafa çıktım. Müçteba karşısında beni arıyordu. İçimden gülerek, “Ara bakalım. Sana küfür etmeyeceğim. Kalanı Leblebi Mehmet’le Kemal Faruki düşünsün…” dedim.

    Leblebi Mehmet’i kardeşim kadar severim. Fakat onu tutmak görevimdi. Mücteba’yı da sıkıca kolluyordum. Ama hiç küfür etmedim. Solaçık oynayan arkadaşıma, “Ben senden ileri inince hemen benim yerimi doldur… dedim. Solhafta insiyatif benim ayağımdaydı. Sık sık akınlara katıldım, rahat rahat top taşıdım forvete… Bu bir taktikti ve Galatasaray’ı 2-0 yendik.

    Ertesi günün basınında Yusuf Ziya’nın bir pomba ile Mücteba’yı şişirmesi çiziliyordu. Şişkinlik bir iğne ile patlamıştı. Bu olaydan sonra rahat bir gece uyudum. Ertesi gün bankaya gittiğimde bizim Fransız heyecanla yanıma geldi ve elimi sıkarak, “Dün seni gördüm. Oynuyordun…” dedi. Güldü ve gitti.

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm V

    Fotoğraf-1) Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı yendiği maçtan sonra Kırmızı-Beyaz’da çıkan bir karikatür: Galatasaray: Pot. Beşiktaş: Benden Paso. Fenerbahçe: Rest.

    Fotoğraf-2) Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi.

    Fotoğraf-3) 1930’da Balkan Oyunları’na katılan Milli Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…

    Fotoğraf-4) Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…

  • Büyük Fikret Bölüm IV

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm IV

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Genç Yaşta Takım Kaptanı Oluyorum

    Daha önce de sözünü ettiğim Galatasaray’la oynadığımız Gazi Büstü maçının son dakikasında geride oynamayı teklif ettiğim zaman kaptanımız Zeki Bey pek yanaşmamıştı buna… Sonradan oynayacağımız bir Beykoz maçının başlaması sırasında bana seslendi… “Git kaleyi al” dedi…

    Ben de oraya gitmeye üşeniyor da gitmiyor diye, “Hangi kaleyi alayım?” diye sordum. Bana ciddi ciddi bakarak, “Kaptansın hangi kaleyi istersen onu al…” dedi.

    Vaziyeti anlar gibi olmuştum. Maçtan sonra beni yanına çağırarak, “Ben yanında bulunurken takımı sevk ve idareye alış… Biz artık yaşlandık” diye konuştuk. Fakat iki yıldan fazla süre takımda Umumi Kaptan olarak yerini aldı… Ben de kaptanlık ettim… Bana, “Hemen hemen hiç müdahalede bulunmadı… Ve ilk nasihati şöyle verdi: “Takımda senden yaşlı ağabeylerin var. Onlar hakkındaki düşüncelerini önce bana söyle. Gerekli değişikliği ben onlara söylerim” dedi. Benden yaşlılar bu duruma itiraz edecek olmuşlar, onlara da, “Elbette bu takımın idaresi bir gün bir gencin eline kalacak. Bu çocuk mesuliyet hissine alışık’ demiş…

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Üzücü İki Olay

    Üzücü ve sevindirici olayların hemen hepsi Galatasaray maçlarında olmuştur.

    Bir Galatasaray maçı oynuyorduk. Zeki kaptan bana soyunma odasında, “Sen santrhaf oynayacaksın’ demişti… O kadar hazırlıklı değildim… Oda başıma yıkıldı sandım. O devirde Merkez Muavini denilen santrhaf hem defansa yardım eder hem de forvetin peşinden giderek hücum oynardı.

    Çok sert bir maç oldu. Oyunun başında Kadri ağabeyin bir düşüşte köprücük kemiği kırıldı. Bir süre sonra da Galatasaray beki Mehmet Nazif’in ayağı kırıldı. İki futbolcu da sahayı sedyede terk ettiler… Böyle iki kırıklı bir maç daha görmedim ve oynamadım…

    Yine bir Galatasaray maçıydı ve yine santrhaf oynuyordum. Bu oyunda galip geldiğimiz takdirde şampiyon olacaktık. Beraberlik Galatasaray’ı birinci yapıyordu… Maçın son dakikasına gelmiştik ve durum 1-1 berabere sürüyordu ki, Galatasaray aleyhine bir penaltı oldu. O gün çok yorulmuştum. İlk defa olarak Zeki kaptana, “Ben atmayayım” dedim… Sert sert yüzüme baktı, “Git at…” dedi… Galatasaray kalecisi sanırım Rasim’di. Atışı yaptım. Kaleci topun geleceği yeri anlamıştı yattı ve tuttu. Beynimden vurulmuşa döndüm… Dahası var… Derhal uzun bir degaj yaptı ve soliç Latif de bizim kaleye golü attı… Bu olay cereyan ederken ben daha yerime bile gitmemiştim. Maç bitti. Ben de bitmiştim. Zeki kaptan yanıma geldi, “Aldırma” dedi, “Futboldur bu… Olur böyle şeyler…” O kadarını hatırlıyorum. Gözümü açtığımda yatak odamda iki arkadaşımla, annem vardı. Ne kadar üzüldüğümü tarife imkân olmasa gerektir…

    Karacan’ın Bana İltifatı ve Hediyesi

    İlk oynadığım maçtan sonralarıydı… O zaman İdare Heyetinde bulunan Ali Naci Karacan beni yanına çağırarak parmağındaki çok değerli Fenerbahçe yüzüğünü, “Bu yüzük başarın için sana yakışır…” diye iltifat ederek verdi. Bu anın sevincini hiç unutamam…

    Büyük Fikret Bölüm IV

    Yunanistan Seyahati

    O devirlerde Galatasaray’la birlikte muhtelit kurar, çok maçlar yapardık, seyahatlere çıkardık. Bunlardan biri de bir Türk futbol takımının ilk defa Yunanistan’a gidişi halinde olmuştur…

    Seyahatimiz deniz yoluyla idi… Çok fırtınalı bir havada Kaplora denilen yerde öyle sallandık ki hepimizi deniz tuttu ve arkadaşlarımızın çoğu “Kendimizi denize atıp kurtulalım…” dediler. Neyse ki salimen kıyıya vardık ve oradan Atina’ya gittik.

    Yunanlı idareciler bize çok yakınlık gösteriyorlardı ancak otobüsümüze Türk bayrağını astırmadılar. İlk maçımızı oranın Olimpiakos-Aris karması ile oynadık… Maçı bir Bulgar hakem idare edecekti. Fakat kendisinin bütün ailesi Yunanlı imiş… Sanki Atina muhtelitinin 12’inci oyuncusu olarak oynadı bize karşı… Maçı açık farkla kaybettik. Ancak maçın ortalarına doğru kalecimiz Avni bir çıkış yaptı ve kafasına yediği bir darbe ile baygınlık geçirdi. Hakem bu olayı görmemezlikten geldi. Rakip oyuncu topu kaleye yolladı. Tam gol olurken yedekte bekleyen kaleci Ulvi Yenal çıkarak topu kaptı ve oyuna soktu. Hakem bunu da görmedi. Top kaleye girmediği için gol olmadı.

    Oyunun ikinci devresinde kaptan bana, “Sen solhafa geç…” dedi. Karşımdaki Mihakis diye Yunanistan’da yılın sporcusu seçilen çok süratli biri oynuyordu. Benim de canım sıkılmış ve çok yorulmuştum. Adamı durdurmak güçtü. Sahanın etrafında uzun bir tel örgü ile bir su kanalı vardı… Adamla boğuşurken bıraktım topu ve bir çarptım ona… Balıklama suyun içine uçtu… Az daha boğulacaktı… Bütün halk üstüme geldi…

    İkinci maçımızda hakeme itiraz ettik. Başka bir hakem bulundu. Yunan kalesinde İstanbul’dan gitme şımarık Yamalis adlı bir kaleci vardı. Sahada formasını değiştiriyor, oyunu durdurup acayip şeyler yapıyordu. Derken Zeki Bey kaleye arkası dönük müthiş bir gol yaptı. Bu golü kendisi gibi 20.000 kişi de görmedi. Böylece itibarımız ve hakiki değerimiz yerine geldi ve maç 2-2 berabere sonuçlandı.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…

    Fotoğraf-2) Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii, Saim, ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin, Fahri, Celal Şefik, Reşat.

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağa ayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret. Oturan: Natık.

    Fotoğraf-4) Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler. Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardeşler de yer almıştı.