Etiket: Sabiha Rıfat Gürayman

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – I

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – I”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    MİLLET MEKTEPLERİ BUGÜN MERASİMLE AÇILACAK [1]

    Millet mektepleri bu akşam açılıyor… Bu mekteplere ait bütün ihrazat dün ikmal edilmiştir. Her mektep birbiriyle rekabet edercesine süslenmiştir. Birçok mekteplerde elektrik tesisatı harici cephelerine kadar teşmil edilmiştir. Bu akşam mektepler baştan aşağı tenvir edilecektir. Maarif Müdüriyeti’nin tamimi üzerine dün mekteplerde tedrisat icra edilmeyerek çocuklar tezyinat ve müsamere hazırlıklarıyla meşgul edilmiştir.

    Halkın kaydolunmak üzere mekteplere müracaatı son dereceyi bulmuştur. Yalnız dün akşama kadar İstanbul tarafındaki mekteplere müracaat edenler on bini mütecavizdir. Kadıköy mıntıkası müfettişi İzzet Bey, Kadıköyü’nde açılan 73 dershaneye yazılanların üç bini tecavüz ettiğini bildirmiştir.

    Kadıköy’de her mektepte bugün beşten sekize kadar muntazam bir program tahtında müsamereler verilecektir. Bu müsamerelere erkân-ı hükümet, mebuslar ve diğer zevat ve çocuk velileri davet edilmiştir. Üsküdar Askeri Fırka Kumandanlığı da bu merasime mızıka gönderecektir. Resmi küşadı müteakip haziruna muallimler, cazip bir numune dersi vereceklerdir.

    Elektrik alamayan mekteplerin tenvir vasıtaları da Üsküdar Kaza Heyeti tarafından temin edilmiştir. Bu heyet Üsküdar Kaymakamı’nın riyasetinde bu sabah da toplanacak, bir noksan olup olmadığını kontrol edecektir.

    Vali Vekili ve Maarif Emini ve Müdür Beyler ve diğer Vilayet Heyeti azası mekteplerin resmi küşadında bulunacaklardır. Bugün Taksim Meydanı’nda bulunacak olan bilumum yatılı mektepleriyle lise izcileri ve ilk mektepler talebesi Vali Bey’le Maarif Müdürü Bey’in nezareti altında, ellerinde Devlet Matbaası’nda bastırılan afişler olduğu halde mekteplere tamim edilen Türk harfleri marşını söyleyerek Bayezid’e kadar gelecekler ve muhtelif tezahürat yapacaklardır. (…)

    TESELLİ KABUL ETMEZ BİR ACI [2]

    Maarif Vekili Necati Bey’i Kaybettik

    Karilerimize bir matem haberi vermekle müteellimiz!

    Sevgili Necati’nin ansızın hastalandığını, kendisine apandisit ameliyatı yapıldığını dün yazmıştık. Maalesef hastalığın teşhis edilmemesi genç ve değerli bir inkılap uzvundan memleketi mahrum etmiş, zavallı Necati dün öğleye doğru hayata gözlerini yummuştur.

    Cumhuriyet hükümetine, Büyük Meclis’e, Cumhuriyet Halk Fırkası’na, irfan ve gençlik âlemine, bütün kan ve fikir ailesinin efradına taziyetler arz ederiz.

    MERHUM NECATİ BEY’İN TERCÜME-İ HALİ [3]

    Mustafa Necati Bey 1894 senesinde İzmir’de doğmuştu. Tali tahsilini İzmir İdadisi’nde bitirdikten sonra İstanbul’a hukuk mektebine girmiş, buradan çıktıktan sonra da İzmir’de Darülmuallimin ve Darülmuallimat’ta muallimlik almak suretiyle maarife intisap etmişti.

    1915’den 1918 senesine kadar İzmir’de hususi Şark Mektebi müdürlüğünde bulunmuş, burada şimdi Moskova elçimiz olan Vasıf Bey’le beraber çalışmıştır. Bu arada İzmir-Aydın demir yolları hukuk müşavirliğinde çalışmış, dava vekâleti yapmıştır. 1919’da İzmir’in işgali üzerine milli mücadele teşkiline dâhil olarak İstanbul’da (şimdi Büyük Millet Meclisi Reisi) Kazım Paşa hazretlerinin kumandan olduğu mıntıkada kuvayı milliye müfrezeleri kumandanlığında bulundu ve Anzavur takibatına iştirak etti. 1920’de Saruhan mebusu olarak Büyük Millet Meclisi’ne geldi ve bir müddet sonra Kastamonu İstiklal Mahkemesi’ne reis olarak Samsun-İzmir arasındaki sahada milli mücadelenin muvaffak olmasında kıymetli hizmetler etti. 1923’te İmar ve İskân ve Mübadele Vekâleti’nin teessüsünde hem amil, hem bu vekâletin ilk vekili oldu ve bilahare İsmet Paşa kabinesinde Adliye Vekâleti’ne geçti ve kabine çekilirken Necati Bey de istifa etti. Bir müddet sonra Hamdullah Suphi Bey’in yerine Maarif Vekili oldu.

    NECATİ! [4]

    İnkılap neslinin kulaktozuna bir hançer saplandı. İstiklalin müebbet temelini kurmaya çalışan irfan amelesinin neşeden ve feragattan kalbine ilk matem çöktü. En büyüğümüzün yüreğinden en küçük bana kadar şu hudutların içinde dışında ürpermeyen benlik kalmadı. Çünkü ziftten zifirden bir haber patladı: Maarif Vekili’nden evvel büyük ve civanmert olan Necati öldü!

    Büyük ve civanmert insanlara karşı ecelin ne sefil ne korkak ne kelbi olduğunu bilirdim ama bu kadar kahpeliğini hiç işitmemiş, görmemiştim.

    Necati o gönül mânialarından idi ki her kımıldanışında etrafında ve arkasında binlerce taze ve temiz kalp harekete gelirdi. Akdenizin bu tatlı esmer evladına yalnız İzmir, sade Ankara değil fakat bütün inkılap tarihi ağlayacaktır.

    Ameliyat muvaffakıyetle neticelendi. Fakat yüksük kadar küçük bir kör olası kör bağırsak bir cihandan büyük ve Türk adı kadar sağlam Necati’yi aldı götürdü. İnsan hayatın bu anlaşılmaz sırları önünde ve kulaktozuna yediği hançerin acısı altında kızamıyor, ağlayamıyor, inanamıyor… Demek bu ölüm sahidir.

    Necati! Uzun senelerimin en has, en mahrem, en mert dostu!

    Necati! Demek sahi öldün. Vah bize! Vah bize.

    ZAVALLI NECATİ [5]

    Elime kalemi aldım. Fakat ne yazacağımı bilmiyorum. Maarif Vekili Necati Bey’in bütün arkadaşlarını şaşırtan nagihani ölümünü “Vakit” karilerine nasıl anlatabileceğimi bir türlü tayin edemiyorum.

    Evet, henüz otuz dört yaşında aslan gibi kuvvetli bir genç aramızdan çekilip gitti. Daha cumartesi günü Maarif Vekâleti’ne gidenler Necati Bey’i Vekâlet masası başında 1 Kanunisani için büyük bir şevk ve heyecan ile çalıştığını görmüşlerdi. Çünkü 1 Kanunisani günü her tarafta olduğu gibi Ankara’da da Millet Mektepleri’nin resmi küşadı yapılacaktı.

    Necati Bey aylardan beri yaptığı hazırlıkların mesut neticesini o gün alacaktı. Maalesef talih en büyük milli bir bayramı teside hazırlanır gibi aylardan beri Millet Mektepleri’nin küşadını temin için çalışan Necati’ye bu emelinde yar olmadı.

    Millet Mektepleri’ni 1 Kanunisani’de açmaya hazırlanan Necati, bugün vakitsiz bir ölümün bedbaht darbesine uğradı.

    Necati Bey belki ideal bir Maarif Vekili olmak için icap eden teknik bilgilere tamamen sahip değildi; fakat mektepçiliğin bir ihtisas işi olduğuna, her işi ehline vermek lazım geldiğine samimi olarak kani idi. Bu kanaat üzerinden yorulmak bilmeyen bir gayret ile çalışmayı kendisine şiar edinmişti.

    Fazla olarak İzmir’in Yunan işgaline geçtiği günlerde anayurdundan ayrılarak milli harekâta iştirak etmiş, mücahede-i milliyenin her safhasında fedakarane bir gayretle çalışmış, uzak ve yakın bütün arkadaşlarının hürmet ve muhabbetini kazanmıştı.

    Bu itibarla memleket ve millet Necati’nin istikbalinden daha çok hizmetler bekleyebiliyordu. Yazık ki insafsız ölüm bu ümitleri kırdı.

    Dün Millet Meclisi koridorlarında Necati Bey’e tehlikeli bir apandisit ameliyatı yapıldığı şüyu bulunca herkeste derin bir teessür uyanmıştı. Bütün arkadaşlar sıhhi vaziyeti hakkında malumat almak için birbirine soruşturuyordu.

    En doğru haber olarak yirmi dört saatlik bir tehlike devri bulunduğu anlaşılıyordu. Ameliyattan sonra yirmi dört saat iyi geçerse ölüm tehlikesinin bertaraf olacağı söyleniyordu. Fakat çok yazık ki bu son ümit boşa çıktı. Aradan yirmi dört saat geçmeden Necati kayboldu.

    Zavallı Necati ölümüne takaddüm eden bütün geceyi Millet Mektepleri’ne ait tertibat ve teşkilattan bahsederek geçirmiştir.

    Son nefesinde de “1 Kanunisani, 1 Kanunisani!” diyerek gözlerini kapamıştır.

    Bu hal Necati’nin ruhunda vatan ve vazife aşkının ne kadar derin bir surette kökleşmiş olduğunu göstermeye kâfi geliyor.

    NECATİ’NİN ÖLÜMÜ KARŞISINDA [6]

    Hayatımda, bu kadar umulmayan bir felaketle karşılaştığımı bilmiyorum!

    Telefonda onun ölümü haberini alınca ellerim titredi, boğazım kurudu; boğuk bir sesle tekrar tekrar sordum. Kalbim bu zalim habere bir türlü inanmak istemedi.

    Fakat matemli bir sesle inildeyen kısık, muttarit telefon darbeleri bu acı hakikati bütün çıplaklığıyla haykırıyordu:

    “Necati’yi kaybettik! Necati’yi!”

    Her kara haber gibi bu felaket haberi de doğru çıkmıştı…

    Evet, bu bir hakikat idi…

    Daima hayat ve ümit dolu gür sesinin akisleri daha kulaklarımızda titrerken, bu zalim hakikatle karşılaşıyorduk! O kadar genç, o kadar dinç, adeta bir hayat kaynağı gibi taşkın bir insanı birdenbire aramızdan eksilmiş görmek, umulmaz bir faciadır, yarabbi…

    Bu ani felaket darbesi altında dimağım hala uyuşuk duruyor… Bu dost ölümünün kalbimde açtığı yara, sanıyorum ki ilelebet kanayacak!

    Şu perişan satırları yazarken, Ankara’da onun taze mezarı başında samimiyetle ağlayan sesleri duyuyorum…

    İnkılabın zaferi için onunla aynı safta çalışan insanların, en büyüğünden en küçüğüne kadar, ne derin bir matemle sarsıldıklarını çok yakından hissediyorum…

    Milletin gözyaşlarıyla ıslanan bu muazzez mezar üstündeki çiçekler, altında yatan ölünün temiz, asil ruhu gibi, henüz terütaze duruyor…

    Eğer şu dakikada Ankara’da olsaydım, mezarının başında diz çöker ve kalbimin hıçkıran sesi ile ona derdim ki:

    “Necati, sevgili dost, inkılabın aziz çocuğu!

    Asil ruhunla, açık alnın ve temiz vicdanınla, milletinin ve yüksek, ne muhterem bir mevki kazandığını görüyor musun?

    Mertliğine, insanlığına hayran olarak sana candan bağlanan dostlarının kalbinde daima yaşayacağını anlıyor musun?

    Daha hayattan nasibini almadan, inkılabın kuvvetli omuzlarına yüklettiği mukaddes vazifeleri tamamlamak saadetini daha görmeden, zalim ecel seni kara topraklara çekti götürdü!

    Orada sevgili ananın kolları arasında sakin ve müsterih uyu. Türk gençliği ölümünle saflarında açılan boşluğu doldurmak için daima senin bu aziz hatırandan kuvvet alacak…”

    ONUN ÖLÜMÜ [7]

    Bir yanar dağ, ansızın söndü…

    Aylardan beri hazırlandığı bayram, meğer onun son günü imiş…

    Bir Kanunisani’yi tesit için toplanan taburlar, onun tabutu arkasına dizildi.

    Necati Bey’in ölümü kadar hiçbir ölüm, bana ölümü bu kadar korkunç göstermemiştir. Bu zeybek huylu ve zeybek boylu vatan çocuğunu toprağa düşüren pençenin rüzgarı, bütün Türk elinin bağrından geçti.

    Onu bir kere, heyecanla bir nutuk söylerken dinlemiştim:

    Dağ dağa vuruyor sandımdı!

    Bu genç ölünün matemi karşısında acı acı düşünüyorum: Aylardan beri, tababet, Londra’da bir ölüyü yaşatırken, Ankara’da bir diriyi öldürüyor!

    İşte matemimizin asıl teselli bulmayan tarafı!

    GALATASARAYLILARIN TAZİYETİ [8]

    Galatasaray terbiye-i bedeniye Kulübü riyasetinden:

    “Ani vefatı devlet ve millet için bir zıya olan, bütün maarif erbabını derin hüzünlere düşüren Kulübümüzün Fahri Reisi Necati Bey’in ebedi gaybubeti, Galatasaraylılar için büyük bir matem teşkil ediyor.

    Galatasaray Kulübü, kıymetli reisinin vefatından dolayı samimi teessürlerini ilan ederken, merhumun ailesi efradına, hükümet ve mesai arkadaşlarına da taziyetlerini arz eder.

    Galatasaray Kulübü bu matemini izhar için bir ay müddetle bütün spor faaliyetini tatil etmiştir.”

    BUGÜNKÜ SPOR FAALİYETİ [9]

    Bugün şehrin muhtelif mahallerinde spor müsabakaları yapılacaktır. Evvelce tafsilat verdiğimiz bu müsabakaları sporcu karilerimize bir defa daha hatırlatalım.

    Kadıköyü’nde Fenerbahçe üçüncü takımı, Bahriye futbol takımı ile Fenerbahçe birinci takımı, Süleymaniye birinci futbol takımı ile.

    Taksim Stadyumu’nda Beşiktaş birinci takımı, Bursa muhtelit takımı ile.

    Eskrim salonunda Vılıç maçlarının finali, flöre maçlarının iptidası.

    REİSİCUMHUR HAZRETLERİNİN TEŞEKKÜRLERİ [10]

    Ankara, 4 (A.A.) – Riyaseticumhur kâtibi umumiliğinden:

    Reisicumhur hazretleri, Maarif Vekili Necati Bey’in vefatı münasebetiyle taziyet telgrafnameleri göndermek suretiyle derin teessürlerine iştirak buyuran zevatı kirama, ilim müesseselerine, sair memleket teşkilatına bu hazin vesile ile izhar buyurdukları yüksek hissiyattan, büyük bir vatansevere karşı beslenilen samimi muhabbet nişanesinden dolayı teşekkürlerinin iblağına Anadolu Ajansı’nı tavsit buyurmuşlardır.

    BEŞİKTAŞ 6 – 3 BURSALILAR [11]

    Dün İstanbul oldukça kesif bir spor faaliyetine şahit oldu.

    Taksim, Kadıköy ve Eskrim salonunda yapılan müsabakalar oldukça hararetli bir alaka uyandırmıştır.

    Her tarafta kalabalık bir halk kitlesi tarafından seyredilen bu maçlar İstanbul’un spor meraklılarına zevkli bir gün yaşattı.

    Taksim’de

    Taksim’de Beşiktaş birinci futbol takımı Bursa muhtelitiyle karşılaştı. Şüphe yok ki ehemmiyetli bir temas teşkil eden bu maç ciddi bir alaka ile karşılanıyordu. Çünkü kalabalık bir seyirci kümesi sahanın etrafını kuşattı.

    Oyun heyeti umumiyesiyle cazip, ahenktar ve tam manasıyla zevkli oldu. Her iki taraf da güzel oynadılar. Beşiktaş oyuncularından ekserisinin idmandan mahrumiyetine mukabil Bursa oyuncularının antrenman üzerinde olduğu göze çarpıyordu.

    Netice itibarıyla Beşiktaş 6-3 Bursa takımına galip geldi.

    Kadıköyü’nde

    Fenerbahçe-Süleymaniye maçı heyecanlı oldu.

    Tarafeyn şu teşkilatla sahaya çıkmışlardı.

    Fenerbahçe:

    Hüsnü, Nejat, Füruzan, Kadri, Sadi, Reşat, Alâ, Muzaffer, Zeki, Fikret, Refik

    Süleymaniye:

    Mansur, Necdet, Sadi, Vecihi, Selahattin, Yusuf, Sabri, Sadi, İhsan, Necati, Halit.

    Oyun heyeti umumiyesiyle Fenerbahçe’nin hakimiyeti altında oynandı ve Sarı-Lacivert takım 10-0 galip geldi.

    SÜLEYMAN NAZİF’İN MEZARINDA [12]

    Dün büyük şair üstat Süleyman Nazif merhumun aramızdan müebbeden ayrıldığı günün üçüncü yıl dönümüne müsadifti. Nazif merhumun Edirnekapı şehitliği karşısındaki mezarı, dün bazı dostları ve irfanına müştak mektepliler tarafından gözyaşlarıyla ziyaret edilmiştir.

    “Dinim kinimdir” ve “Ruhum, benim oldukça bu imanla beraber üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler” şaheserlerinin kaili olan büyük ölünün mezarı başında toplananlar arasında Filorinalı Nazım Bey’le birkaç muhibbinden başka ne yazık ki kendi hemneslinden kimseler yoktu. Bu unutkanlıktan şüphesiz Nazif’in duyduğu teessürü, ihtifale gözyaşlarını tutamayarak iştirak eden birçok gençlerin, Darüşşafaka ve Kuleli Askerli Lisesi talebesinden birçoklarının huzuru tadil etmiş olacaktır.

    İhtifalde Fatihalar okunduktan sonra, Filorinalı Nazım Bey, derdesti intişar bulunan 200 sahifeye yakın yeni bir eserini hemen tamamen okumuştur. Bu meyanda dahi Abdülhak Hamit, Sami Paşa zade Sezai ve Cenap Şehabettin Beylerin merhum hakkında, vefatını müteakip yazdıkları evvelce intişar etmiş çok müheyyiç parçalar da vardı.

    Filorinalı Nazim Bey’i müteakip Kuleli Lisesi talebesinden Şükrü Kaya Efendi tarafından merhumun hayatına dair bazı parçalar anlatılmış ve bütün hazirunun bir an evvel Şehremaneti’nce kabrin inşa ettirilmesi temennileri arasında ihtifale nihayet vermişlerdir.

    GEÇMİŞ OLSUN! [13]

    Üstadı tıraş Filorinalı Nazım Bey, Tevfik Fikret ihtifalleri kâfi gelmediği için şimdi bir de Süleyman Nazif ihtifalleri tertibine başladı. Dün sine sine yağmaya başlayan bir yağmurun altında üstat, tam 200 sahifelik matbu bir kitap teşkil eden bir nutuk okuyarak ihtifale iştirak edenleri de Süleyman Nazif merhumun ruhunu da doya doya tıraş ve perdah etmiş.

    200 sahifelik tıraş, haddi marufu geçtiği için Süleyman Nazif’in ateşin ruhu tahammül edememiş ve mezarında feryada, şikâyete başlamış: “Sükûtu bir mezarın bir derin feryattır müthiş”

    Bu müthiş feryadı, şikâyeti göklerde Mikail aleyhisselam duymuş ve şiddetli bir yağmur yağdırmaya başlamış… Süleyman Nazif’in gözyaşları böyle kızgın bir yağmur halinde dökülmeye başlayınca hatip de tıraşı kısa kesmeye mecbur olmuş… Süleyman Nazif merhuma geçmiş olsun!

    Bu nutkun içinde benim de ismimi zikretmek lütfunda bulunduğu için ben de makamı teşekkürde şu satırları yazdım.

    CUMA GÜNKÜ MAÇLAR [14]

    Fenerbahçe birinci ve ikinci takımları Robert Kolej’de maç yapacaklardır. Robert Kolej yalnız atletizmde değil, futbolda da ehemmiyetli bir rakiptir. Bu itibarla Fenerlilerin elde edecekleri netice şayanı dikkat olacaktır. Galatasaraylılar da Taksim Stadyumu’nda bir Rum takımıyla karşılaşacaktır.

    Voleybol

    Beyoğlu Amerikan Kulübünde voleybol turnuvasının final maçı, Fenerbahçe ve Kabataş takımları arasında yapılacaktır. Galip takım turnuva şampiyonu olacaktır.

    Fenerbahçe Müessisleri

    Fenerbahçe müessisleri geçen Cuma, Kulübün Kadıköyü’ndeki merkezinde toplanmışlardır. Çok samimi geçen içtimada Kulübün mali vaziyeti tetkik ve şayanı takdir görülmüştü. Eski idare heyetine teşekkür edilmiş ve vazifesine devam etmesi rica edilmiştir.

    LİG MAÇLARININ İKİNCİ DEVRESİ MART’A KALDI [15]

    (Birinci devrede) Galatasaray mağlup olmamış, Vefa galibiyet almamış, Süleymaniye en fazla yenilmiştir. Fenerbahçe ile Beykoz’un galibi ve mağlubiyetleri makusen mütenasiptir. Galibiyet, mağlubiyet ve beraberliği nefsinde cem eden Beşiktaş olmuştur.

    Futbol Heyeti hafta içinde bir karar verdi: Lig maçlarının birinci devresi bitmiştir, ikinci devreye de Mart’ta devam edilecektir. Biz münasip zamanlarda maçların icrasını daha doğru bulmakla beraber, rastgele tehirler yüzünde kulüplerin yekdiğerini gafil avlamamaları için Futbol Heyetinin kati bir karar vermiş olmasını kulüplerimiz ve futbolcularımız hesabına memnuniyetle karşılıyoruz. Bu suretle hiç olmazsa kulüpler hattıhareketlerini tayin edecekleri gibi iyi havalarda hususi maçlar yapılabilecektir.

    Birinci devrenin hitamında birinci kümeye mensup sivil ve askeri takımların vaziyetlerini aşağıya dercettiğimiz şekillerle karilerimize arz ediyoruz. Soldaki şekil sivil kümeye, sağdaki ise askeri kümeye aittir.

    Her iki şeklin solundaki cetvellerde birinci devre zarfında her takımın attığı ve yediği gollerini adedini bulmak kabildir. Siyah hatların yükseldiği son numara atılan gol adedini, mürabbalı hatların yükseldiği son numaralar da aksini göstermektedir. Mesela Beşiktaş en fazla sayı yapan (18 gol), Süleymaniye de en az sayı yapan (4 gol) takımdır. En fazla gol yiyen Süleymaniye (17 gol), en az gol yiyen de Galatasaray (6 gol) takımıdır.

    Her iki şeklin sağındaki cetveller galibiyet, mağlubiyet, beraberlik, puan adetleriyle soldan sağa olmak üzere takımların elde ettikleri dereceleri göstermektedir. Sivil kümede Galatasaray, askeri kümede Kuleli birincidirler.

    Siyahlar galibiyet, ufki çizgiler beraberlik, mail çizgiler de mağlubiyet adetlerine işaret etmektedir.

    Karilerimiz bu şekilleri bir tarafta saklarlarsa Mart’ta ikinci devre başladığı zaman her takımın vaziyetini kolayca hatırlayabilirler.

    Maçların netayicini de ayrıca kaydediyoruz.

    AĞA, EFENDİ, BEY, PAŞA [16]

    Monsieur (müsyü)nün Türkçesi var mı? Olmasa gerek.

    Ağa, sırf Türkçedir. Okuması olmayanlarla taşralarda ileri gelenlere verilen unvandır.

    Efendi, halis, muhlis, Yunanca bir kelimedir. “Afthendis” manası asil, necip demek olup Fransızca “Authentique” aynı cezirden geliyor. Bir Osmanlı unvanı olan Efendi, okuryazarlara verilir.

    Bey, öz Türkçedir. Vaktiyle hükümdar, emir, prens demekti. O derece müptezel oldu ki zamanımızda aşçı çırağı, seyis yamağı, şoför muavini, hatta külhanbeyi de Bey, belki de beyefendidir.

    İngilizce “Sir”, “Gentleman” lakapları da böyle iptizale uğramıştı. “Gentleman” mukabili Fransızca “Gentilhomme” asilzade manasına gelir. “Sir” ise “Sire” şeklinde hükümdar anlamında kullanılır. Demek ki Britanya adalarında herkes kibarlaştı, avam kalmadı. Bizdeki beyler gibi.

    Evvelce Bey unvanı resmen tevcih olunurdu; şimdi Paşa’dan başka resmi unvan kalmadı. Bu da jeneral demektir. Sivil paşalar ölünce bu tabir liva, ferik ve müşire muhtas olacak. Eskiden “Çelebi” gibi bazı unvanlar daha vardı. Bunlar unutuldu.

    Bu unvan bolluğu arasında “Monsieur”, “Herr”, “Mister”, “Signor” mukabili istisnasız herkese verilen bir kelimemizin bulunmaması gariptir. “Bey” kelimesinde Derebeyliğinden kalma bir şemme var! “Efendi” hem Rumluğu, hem softalığı andırıyor. (Ağa) azıcık cehalet kokusu veriyor. (Müsyü) ise Frenk’i Türkten ayırmaktadır.

    Dil kendi haline kalsa Türkiye’de sakin 6 milyon 584 bin 474 erkeğin hepsi (Beyefendi) 7 milyon 75 bin 801 kadının cümlesi (Hanımefendi) olacak. Çamaşırcı Fatma Hanımefendi, ölü yıkayıcı Ayşe Hanımefendi.

    Tunalı Hilmi merhum herkese seviyen (Ağa) denilmesi hakkında yedi kanun layıhası vermişti, yedisi de sürekli kahkahalar ve alkışlar arasında reddedildi. Sonra düşündü: Erkeklere (Er) hatunlara (Kadın) deyelim, dedi. Mesela Ahmet Er, Cemile Kadın. Çok şükür kü (Madame) mukabili Türkçede bir kelime mevcuttur: Hanım.

    Avrupa’da ileri fikirliler, feministler evli kadınlarla evlenmemişlere ayrı ayrı unvanlar verilmesini, Madam, Matmazel denilmesini kadınlık namına doğru bulmuyorlar ve her ikisine de şamil bizim (hanım) kelimesini pek beğeniyorlar.

    Eğer bir kanun bu meseleyi halletmezse ihtiva ettiği kurun vusta kokusuna rağmen (Bey) lakabının umumileşeceğine ihtimal veriyorum. Tunus beyi, Susam bey,, Eflak beyi, Saman pazarında nalbant Ali Bey?

    BALO VERECEKLER [17]

    Galatasaray Spor Kulübü ile Kadınlar Birliği balo için Vilayet’e müracaat etmişlerdir.

    KILIÇLA MÜBAREZE [18]

    İstanbul mıntıkası Eskrim ve Boks Heyeti’nden:

    28 Aralık 928 tarihinde başlamış olan Eskrim müsabakalarından kılıçla mübareze kısmı itmam edilmiş ve atideki netayici vermiştir:

    Beşiktaş’tan Enver Bey 15 müsabakada 75 vuruş vurmuş, 15 vuruş almış, bütün mübarezelerde de galip geldiğinden birinciliği kazanmıştır.

    Harbiye’den Kemal Bey 14 müsabakada 8 galibiyet kazanmış, 6 mağlubiyete uğramış, 57 vuruşa mukabil 44 vuruş almış ve ikinci addedilmiştir.

    Galatasaray’dan Kamil Bey ise 15 müsabakadan 11’ini kazanmış, 4’ünü kaybetmiş, aldığı 39 vuruşa mukabil 64 vuruş vurmuş ve üçüncü sayılmıştır.

    İhtar: Robert Kolej’den Lavrof Efendi bu müsabakalarda 45 vuruşa mukabil 60 vuruş ve 10 galibiyet 4 mağlubiyet ile ikincilik derecesine vasıl olmuş ise de ittifak nizamname-i mucibince derecesi muteber addedilmemiştir.

    Cetvelde ikinci Kemal ve üçüncü Kamil Bey’lerin aldıkları dereceler arasındaki fark birinin ayıklama grubuna nispeten zayıf müsabıklar isabet ettiği halde final müsabakalarında Kemal Bey baladaki dereceye liyakat kesbetmiştir.

    Netice: Enver Bey (Beşiktaş) 1928 İstanbul mıntıkası kılıçla mübareze şampiyonu, Kemal Bey (Harbiye) İstanbul ikincisi ve Kamil Bey (Galatasaray) İstanbul üçüncüsü derecelerini ihraz etmişlerdir.

    Flore müsabakaları 11 Ocak 1929 Cuma günü saat 15’de Beyoğlu Cumhuriyet Halk Fırkası binasının üst kat salonunda intaç edilecektir.

    İSTANBUL SPORUNDA GÖRÜLEN HAREKETSİZLİK [19]

    Spor hayatımızda umumi bir hareketsizlik müşahede edilmektedir. Her sene bu mevsimde azami faaliyet haddine varan futbol bile, bu sene felce uğramış bir vaziyettedir. Bu ataletin yegâne sebebi olmak üzere elde saha mevcut olmadığını söyleyenlerin nazariyesini tamamen doğru olarak kabul etmek makul olamaz çünkü her sene, gene aynı sahasızlık derdi içinde ve gene bugünkü sahalarda faaliyet gösterildi. Şurası muhakkaktır ki spor, bilhassa futbol İstanbul’da inhitata doğru gidiyor. Memleket sporculuğu için hiç de şayanı arzu olmayan bu hale mani olmak için lazım gelen tedbirin ittihazı lazımdır.

    BEYKOZ KULÜBÜ’NDE [20]

    Kendi muhitinin menbalarından başka hiçbir istinatgâha malik olmadığı halde azimkârane mesaisiyle memlekette spor noktayı nazarından kıymetli bir mevki kazanan Beykozluların kulüp idare tarzlarında bazı tebeddülat yapacaklarını yazmıştık. Ahiren aldığımız malumata nazaran bu tasavvur mevkii fiile çıkarılmıştır. Kulübün fenni idare şekli, badema selahiyeti vasiayı haiz bir heyet tarafından tespit edilecektir. Bu heyet, fenni hususatta umumi kapitenin de fevkinde olacak ve sporun bilumum şubelerindeki faaliyete müdahale edilecektir. Beykozluları bu heyeti teşkile sevk eden sebep teknik mesailde görülen idaresizlikti.

    FENA MI ETMİŞ? [21]

    İlk hanım avukatımız Beyhan Hanım bir talâk davasında kocanın vekâletini deruhte etmiş, gazeteci arkadaşlarımızdan biri bunu erkeklik gururuna yedirememiş olacak ki Beyhan Hanım’a hücum ediyor.

    Benim fikrimce avukat hanım hiç de fena bir şey yapmamıştır. Evvela kendine şöhret temini için bu en muvafık bir harekettir. Sonra bu talak davasında Beyhan Hanım talak temin ederse hemcinslerinden birini geçinemediği bir erkekle beraber yaşamak gibi bir felaketten kurtarmış olmuyor mu?

    Avukat demek bir cincin müdafii demek değil; herhangi bir davada tarafeynden birinin müdafii demektir. Hem, senelerden beri kadınların hukukunu erkeklere karşı gene erkek avukatlar müdafaa ettiler; bundan sonra da kadınlara karşı erkeklerin hakkını biraz da kadın avukatlar müdafaa ederlerse kıyamet kopmaz ya!

    Bu hadisenin manası şudur: Beyhan Hanım kadınların elinden erkeklerin çok zahmet çektiklerine kail olan çok munsif bir hanım olduğu için kadına karşı erkeği müdafaa ediyor. Allah böyle avukat hanımların adedini arttırsın.

    MİLLET MEKTEPLERİNDE DERS GÖRENLER [22]

    İstanbul Vilayeti’nde evvelki gün akşamına kadar açılmış olan Millet Mektepleri dershanesi 2.197 tanedir.

    Bu dershanelere devam eden kadınlar “48.453”, erkekler ise “39.442” kişidir.

    Millet mekteplerinde yeniden açılmakta olan dershanelerin levazımatını temin için Maarif İdaresi azami faaliyet göstermektedir. Maarif mıntıka müfettişleri; millet mektepleri hakkındaki haftalık raporlarını Maarif idaresine tevdi etmişlerdir. Bu raporda muallimlerin mefkurevi bir aşk ile halkın muhtelif seviyesini daima nazarı dikkate alarak çalıştıklarını ve halkın da heves ve iştiyakla derse koştuklarını beyan etmektedirler.

    KULÜPLER ARASINDA BİR TURNUVA YAPILACAKTIR [23]

    Lig maçlarının tatilinden sonra İstanbul futbolculuğunda bariz bir hareketsizlik görülmeye başladı. Her memlekette futbol noktayı nazarından azami faaliyet gösterilirken bizde müşahede edilen bu atalet artık nazarı dikkate çarpacak bir hal aldı. Mıntıka Futbol Heyetinin, bu hareketsizliğe mani olmak için, birinci kümeye mensup kulüplerin iştirak edeceği bir turnuva tertip etmek tasavvurunda olduğunu haber aldık. Bu turnuva önümüzdeki bir aylık müddet zarfında yapılacak ve kabil olursa bir günde itmam ve intaç edilecektir.

    Galatasaray Kulübü Maarif Vekili Necati Bey merhumun hatırasına hürmeten bir ay tatili faaliyet ettiği için bu turnuvaya iştirak etmeyeceğinden, turnuva Fenerbahçe, Beşiktaş, Süleymaniye, Beykoz, Vefa kulüpleri arasında yapılacaktır. Mıntıka Futbol Heyeti bu turnuva teşebbüsünü ilk içtimaında bir karara raptedecektir.

    Bugünkü Maçlar

    (…) Bugünkü futbol maçlarının en mühimini Fenerbahçe birinci takımının Robert Kolej’de yapacağı maç teşkil eder. Son haftalar içinde mütemadiyen maç yapmak suretiyle bir eseri faaliyet gösteren Fenerlilerin Amerikan mektebi takımıyla yapacağı maç, her halde zevkli olacaktır.

    Kadıköyü’ndeki sahada da Fenerbahçe’nin küçükleri Beyoğlu muhitinde teknik kıymetleriyle temeyyüz eden “Yeniyıldız” takımı ile karşılaşacaktır.

    Taksim Stadyumu’nda da Beşiktaş küçüklerinin Vefalı küçüklerle maç yapmaları mukarrerdir.

    Voleybol turnuvasının final maçı, bu akşam Beyoğlu Amerikan Kulübünün salonlarında yapılacaktır. Final maçı Fenerbahçe-Kabataş takımları arasında icra edilecektir.

    BOKS BİRİNCİLİKLERİ [24]

    Sporcuların Gelmemesi Dolayısıyla Yapılamadı

    Dün Galatasaray Kulübünün üst salonunda İstanbul Boks Birinciliklerine başlanması mukarrerdi. Boksörlerimizin Rusya’da yaptıkları beynelmilel temaslardan ne gibi istifadeler temin ettiklerini ve memlekette tamimine çalışılan bu sporla uğraşanları görmek emeliyle muayyen saatte Galatasaray Kulübünde birçok meraklılar toplanmıştı. Üst salona kurulan mükemmel bir “Ring” İstanbul birincilikleri maçlarına ehemmiyet verildiğini ve hazırlıkların itmam edildiğini gösteriyordu.

    Fakat muayyen saat geldi, geçti, akşam oldu. Ve Galatasaray Kulübünün kapısına dikilen gözler bir boksör kafası göremediler.

    Sporcu beylerin toptan mazeretlerinin ne olduğu meçhuldür. Fakat malum olan bir nokta vardır: Galatasaray Kulübünün üst salonunda dövüşmenin Rusya seyahati kadar cazip olduğu, Rusya’ya habersizce ne için gittikleri sualine maruz kalan boksörlerden ekserisi, Federasyon reisinin sözleriyle hareket ettiklerini söylemişlerdi.

    Bu efendilerin federasyon reisinin sözlerini ne kadar dinlediklerini, bu zatı beş ring karşısında elleri böğründe bırakmaları, kâfi derecede ispat eder.

    Birde “Boks neden sönüyor?” diyoruz. Zavallı boks… Sönmesin de ne yapsın?

    (Futbolda) Fenerbahçe birinci takımı Robert Kolej takımını mağlup ettiği gibi üçüncü takım da “Yeni Yıldız” takımını 5-2 yenmiştir.

    DARÜLBEDAYİ’DE [25]

    İstanbul şehrinin bazı müzmin dertleri vardır: Terkos suyu derdi, ekmek derdi, mezbaha, hal, süt derdi… Fakat dertler bunlarla bitmez. Şehrin mühim dertleri arasında bir de Darülbedayi vardır.

    Hafta, hatta gün geçmez ki darülbedayide bir mesele çıkmasın.

    Kâh rejisör isyan bayrağını çeker, dünyaya meydan okur. Kâh artistler birbirine geçer. Şehir halkı ikide bir can sıkıcı bir dedikodu karşısında bırakılır.

    Ekmek, su ve süt derdine katlanmaya mecburuz. Çünkü bunlar birer ihtiyaçtır. Fakat tiyatro derdine neden katlanalım? Şehir halkı Darülbedayi’ye bedava tiyatro binası verdi. Tahsisat veriyor. Her türlü yardımı yapıyor. Niçin? Şehir halkının tiyatro ihtiyacını tatmin etmek, terbiyei fikriyesine hizmet ve onu eğlendirmek için… Yoksa şehrin başına dert olmak için değil…

    Sanat için olsa, bu derde katlanalım. Fakat son piyesler göstermiştir ki işin içinde sanat da yoktur. O halde kendi paramızla neden başımıza bir dert alalım?

    BETERİN BETERİ [26]

    Dün akşam, bir dostumla beraber Kadıköyü’ne gidecektik. Yağışlı bir kış havası içinde, iskeleye geldiğimiz zaman, yolcuların, ip merdivenden karanlık bir kuyuya iner gibi vapura aktıklarını hayret ve dehşetle gördüm…

    Bir an durakladım. Vapurla iskele arasından, çırpıntılı, hırçın bir deniz parçası görünüyordu. Bir yanlış adımla, bu kır saçlı, yeşil gözlü canavarın vahşi ağzına düşmek pek mümkündü…

    Tüylerim diken diken oldu, elimi arkadaşıma uzattım, gözlerimi yumdum ve titreyerek yürüdüm. Loş, rutubetli, soğuk bir salon. Yolcular, paltoları arkalarında, şapkaları başlarında, eldivenleri ellerinde, yakaları kalkık, sımsıkı dizilmişler. Biz de küçük bir yer bulup, iliştik.

    Vakit geldi. Düdükler imdat ister gibi acı acı öttü. Çarklar, vahşi bir denizaygırı gibi esnedi, gerindi, kımıldandı. Gemi, sarsak bir ihtiyar gibi bir ileri gitti, bir geri geldi. Kalktı. Ve dura kalka, kalka dura, biraz da dalgaların ve rüzgârın yardımıyla, neden sonra Kadıköyü’ne geldi.

    Meğer vapurdan çıkmak, vapura girmekten daha güçmüş. Köprüde indiğim yokuş, şimdi tersine dönmüştü.

    Bu seyahat bana anlattı ki Seyrisefainin yolcuları için yalnız bilet parasına malik olmak kâfi değildir. Biraz canbaz, biraz perendebaz, biraz sihirbaz olmak da lazımdır.

    Yolda arkadaşım sordu:

    • Nasıl, sizin Boğaziçi vapurlarıyla bizim Kadıköy vapırları arasında fark var mı?

    Ona şu fıkrayı anlattım:

    “Bir zenginin, çok çirkin bir dalkavuğu varmış. Bir gün bu dalkavuk, Efendisinin huzuruna birini çıkarıp:

    • Bu zatın bana pek büyük iyiliği vardır, demiş, kendisine yüz lira ihsan buyurmanızı rica ederim.

    Efendi:

    • “Nasıl bir iyilik?” diye sorunca,

    Dalkavuk:

    • “Ah velinimetim” demiş “Bu adamı gördükten sonra, meğer benden de çirkin olanlar varmış, diye teselli buldum!”

    Onun gibi, ben de Kadıköyü vapuruna bindikten sonradır ki biraz teselli buldum.

    Boğaziçililer… Halimize şükredelim. Beterin beteri varmış!

    SPORDA BUHRAN [27]

    Memleket sporculuğunun en şayanı dikkat faaliyet merkezi İstanbul’dur. Bugün Ankara ve İzmir’in spor noktayı nazarından İstanbul’a karşı rakip bir vaziyette oldukları kabul edilse bile, bu rekabetin yakın atilerde büyük bir kıymet kazanması muhtemel değildir. İstanbul sporunun memleket sporculuğunun merkezi sıkletini teşkil etmesine nazaran İstanbul sporunun vaziyetini tetkik etmek, umumi vaziyet hakkında hakikata karip bir fikir verebilir.

    İstanbul sporunun vaziyeti umumiyesi şudur:

    Futbol

    İstanbul’da en sevilen spor hiç şüphe yok ki futboldur. Kısa bir müddet içinde halkın azami rağbetiyle karşılaşan futbol, gene bu kısa müddet içinde beynelmilel bir mevki de kazanmıştı. Arkası arkasına kazanılan muvaffakiyetler, atılan iri terakki hatveleri muhitte bariz bir alaka uyandırmıştı. Bu alaka zamanla kuvvet buldu ve öyle bir zaman geldi ki futbol bir nevi milli spor oldu.

    Son iki sene içinde İstanbul sporunun gözle görülür bir buhran ve inhitat içinde bulunduğu muhakkaktır. Neşesizlik ve isteksizlik evvela sporculardan başladı ve süratle teşkilata, halka sirayet etti. Bu isteksizliğin esbabı muhteliftir. Fakat bunların e mühimlerini hülasa edelim:

    1. Şurası muhakkaktır ki futbol, eski samimi ve spora aşkla merbut müntesiplere malik değildir. Bundan 10-15 sene evvelki, umumi harbe ve teşkilatın teessüsüne tekaddüm eden zamanı idrak edenler çok iyi bilirler ki o zaman ve o devirde futbolcular temiz ve menfaatsiz bir hevesle çalışırlardı. Ne bir bankaya kayırılmak emeli ve ne de bedava bir seyahat gayesi, sporcunun kalbine giremezdi. Hâlbuki bugün vaziyet maalesef böyle değildir. Ayağına topu alan, temiz bir sporcu olmaktan ziyade, sivrilmiş bir futbolcu olmak ve bu suretle hayatını kazanabileceği bir yere sahip olmak arzusundadır. Spor, maişet derdiyle karışırsa, sporcu aykırı emeller peşinde koşarsa bundan tevellüt edecek mahzurlar sayılamayacak derecede çok olur. Fakat bunların birleşeceği netice şudur: memleket sporculuğu mahvolur.
    2. Sayılamayacak kadar muhtelif sebepler dolayısıyla bugünkü sporcu nesilde, matlup azimkarlığa tesadüf edemiyoruz. Son seneler içinde birdenbire parlayan ve sonra anlaşılmayan bahanelerle istidatlarını körleterek futbolu terk eden futbolcuların adedi pek çoktur.
    3. Saha derdi, kulüp derdi, hakem derdi, velhasıl sporculuğa musallat olan birçok püsküllü belalar sporcunun hevesini ifna ediyor.

    İşte İstanbul futbolunu buhran içinde bulunduran sebepler ve işte netayici:

    Uzun seneler içinde bir Alaattin, bir Zeki, bir Bekir yetiştiremedik. Öyle ki şu artık ihtiyarladı diye beğenmemeye kalktığımız bu oyuncuları milli takıma koymazsak, onların yarı değerinde adam bulup yerlerine ikame edemeyiz.

    Atletizm

    Galatasaray, Beşiktaş gibi sivil, Harbiye, Kuleli gibi askeri teşekküllerin himmetiyle bugün atletizmde oldukça canlı bir varlık gösterilmektedir. Bu mesai bugünkü şekliyle devam ederse yakın bir atide memleket bir Atletizm kazanmış olur.

    Güreş

    Hali hazırda vücuduyla iftihar edeceğimiz sporların başına güreş bulunmaktadır. Yavaş yavaş, fakat emin adımlarla ilerleyen güreşçiler her türlü takdirin fevkindedirler.

    Denizcilik

    Mergup bir spor olan denizcilik, gayretle çalışan denizcilerin elinde mütemadiyen ilerliyor.

    Diğer Sporlar

    Eskrim, Voleybol, Boks henüz iptida halindedir. Vaziyetin ıslahı için teşkilat kadar kulüpler ve şahıslara teveccüh eden vazifeler vardır.

    BİLDİKLERİM (5) [28]

    Evet; daima ileri sürülen bir isim vardı: Fikret…

    Bu çocuğun çok genç olduğu halde Muvaffak Bey tarafından iltizam edilmekte olduğu ve bunun federasyon için bir ayıp teşkil edeceği söylenip duruyordu. Hâlbuki biz neleri gönderdik de ne ayıp ettiğimizin farkına varmadık. Benim takririmi Muvaffak Bey hoş görmedi.

    Bütün bu hengâmede nazarı dikkatimi celbeden şey “Gol” gazetesinin sahibi Refik Bey’in Beşiktaş takımındaki faal vaziyeti idi. Bu çocuk kâh gençlik, kâh sporun eski başıbozukluk devrinden kalma namüstakir bir itiyat tesiriyle bir iki sene evvel teşkilata karşı isyan etmiş ve ağır yazılar yazmıştı. O zaman bu hareketinden dolayı teşkilatla alakasını kesmişti.

    Şimdi iadei alakaya çalışıyor ve bunu da en ziyade Muvaffak Bey istiyordu. O kadar ki bir müracaatı tetkik olunduğu sırada Divanı Temyiz’de azadan Taip Servet’le münakaşa etmişler ve Taip o zaman Muvaffak Bey’i “Refik’i iltizam ediyor” diye itham ederek istifa eylemişti.

    Refik’in o zamanki teşebbüsü müsmir olamayacağını anladım. Merkezi umumi reisi Ali Sami Bey de ilelebet bir gencin uzakta kalmasını istemediği için bana mülayim gelen bu mülahazaya binaen o zaman reisi olduğum İstanbul mıntıkası merkezinde Refik Bey’in cezası refedilmişti. Ben Refik’in futbol kabiliyetinin mürtefi olduğundan o kadar emin idim ki bu iadei münasebet kararından hiçbir tehlike sezmedik.

    Bu ufak istitrattan sonra hikâyeme devam ediyorum.

    Şeref Bey milli takımın teşkili sırasında bizim antrenörden başka sabık milli takım ve halen Galatasaray antrenörü Mister Bill Hanter’in de dinlenilmesini teklif etti. Söz dinlemeyi daima faideli bir şey addettiğim için kabul ettim.

    Mart’ın son haftasında bir gün Mister Hanter geldi, biz de elimizdeki futbolcuları yazdık. Birer birer sorduk, mütalaasını beyan etti. Bu meyanda üç şey hatırımdadır.

    1. Alaattin iyi vaziyette değildir.
    2. Mehmet Nazif idmansızdır. Bundan sonra yetiştirilemez.
    3. Refik’ten istifade edilebilir, gidebilir.

    Ertesi gün Tot Bela’yı dineldik. Bu adamın etrafındaki şayia Fenerbahçe Kulübünün tamamen nüfuzu altında Zeki’nin emrine tabi olduğu merkezinde idi. Hâlbuki federasyonda söylediği mülahazalar, bilhassa hatırımda kalan bir iki şey bunun tamamen yalan olduğunu gösteriyordu:

    1. Bedri ihtiyat olarak götürülebilir. Muslih gitmelidir.
    2. Ulvi, Fehmi’den iyidir. Fehmi üçüncü bir kaleci olarak gitmelidir.
    3. Ankara’dan Şevki ve Ali gitmelidir.

    Bu mülahazaların diğerlerine ne tesir yaptığını bilmem, beni az çok tenvir etti. Yalnız Refik bahsi müstesna… Bu çocuğun eski kabiliyeti gayri kabili inkâr olmasına rağmen artık kendisi futbolda bir “sahifei tarih” olmuştu: Parlak veya sönük!

    Bundan sonra reyi hafi ile yirmi üç kişi intihabına karar verildi ve intihaba geçtik… Beş kişinin rey vermesi kadar kolay ne olabilir?

    Rey pusulalarını açtık. Ben ârayı tasnif ediyordum. Gördüm ki içimizde üç zat tesadüfen (!) aynı adamlara rey vermişlerdir ve daha garip bir tesadüf olarak bu üç rey Mister Bill Hanter’in reyi idi.

    Ben reyler toplanırken bu tesadüfe nazarı dikkati celbettim. Doğrusunu söylemek lazım gelirse tecrübedide bir adama yakışmayacak bir safdillikle ben bunu bir tesadüfe hamlediyordum. Tesadüfen beraber rey verenler Şeref, Orhan ve Abdullah Beylerdi.

    Reylerde 18 kişide ittifak etmiştik.

    Bu ittifak edilenler: Ulvi, Fehmi, Osman, Galatasaraylı Burhan, Kadri. Beşiktaşlı Hüsnü, Vahyi, Nihat, İsmet. Fener’den Cevat, Galatasaray’dan Suphi, Leblebi Mehmet. Alaattin, Zeki, Kemal Faruki, Muslih, Bedri, Şükrü Beylerdi.

    Dörder rey alanlar: Ankara’dan Talat, Selahattin, Galatasaray’dan Latif, Beşiktaş’tan Hayati Beylerdi.

    Refik Bey de yalnız üç rey almıştı. Yani dört rey alanlardan bir kısmına ben, bir kısmına Muvaffak Bey iltihak ettiği için bir eksik reyleri vardı.

    Muvaffak Bey bu takımın şekli itibariyle noksan olduğunu ve bunun yegâne mesuliyeti reyi hafi teklif eden bana raci bulunduğunu söyledi.

    HAVADİS HASRETİ [29]

    İstanbul’dan ayrılalı kaç gün oldu bilmiyorum, belki on gün, belki on sene, belki on asır… O kadar uzun geldi ki.

    Bahusus mesleği gazetecilik, yani fassallık olanların normal hayata hiç tahammülleri yoktur. Daima hareket, daima hadise ve havadis isterler. Havadis olsun da isterse mübadele işleri düzelecek, düzeliyor gibi sade suya kaynayan havadislerden olsun, ister Çin jenerali Hankkong birbiri üstüne iki çay içti kabilinden gayet mühim havadis olsun, olsun da ne olursa olsun.

    Hâlbuki Ankara’da bunlar yok. Herkes işinde gücünde, akşamları dost içtimaları, sonra gene iş. Havadis hasreti kaç gündür içimi yakıyor, ben bir şey yazamadım, bari siz bana bildiriniz, siz ki yüz bin türlü haberin, havadisin ortasındasınız, mesela bana lütfen söyleyiniz:

    • Süt işleri ne oldu? Yeni şirket de süt güğümlerini kediye yükletti mi?
    • Baytar beyle sıhhat müdürü bey hala halkın kuş sütü içtiğine kani midirler?
    • Çeşmelerden hala balık, deve, fil, gergedan, devanası falan çıkıyor mu?
    • Kömürcü develeri, kamyonlar gene kanalizasyon çukurlarına batıp boğuluyor mu?
    • Otomobiller hala adam doğruyor ve tramvaylar çarpışıyor mu?
    • Kadıköy vapurlarının dümenleri gene kopuyor mu?
    • İnhisarcılar gene berayı tetkik Avrupa sehayatine çıkıyorlar mı?
    • Cabi sokağına asfalt döşendi mi?
    • Belediyenin hakkı huzur işi tatlıya bağlandı mı?
    • Raşit Rıza “Bizim lokanta” için sabaha kadar izin alabildi mi?
    • Köprüden hala para ile mi geçiliyor?
    • Tenkihat ve tensikata uğrayan muharrirler Çakır’ın kahvesinde mi pinekliyorlar?

    İstanbul’un belli başlı yedek havadislerinden birkaçını sümmettedarik yazdım işte. Zannediyorum ki bu meselelerin halledilmesi İstanbul’un matbuata karşı beslediği teveccühten ileri geliyor, eğer bunlar kati surette halledilmiş olsa gazetelere yazacak havadis kalmayacak. Ve ümit ediyorum ki torunlarımızın torunları yüzer sahifeli ve milyon tirajlı gazetelerini son sistem rotatiflerde çıkarmaya başladıkları vakit bu meseleler gene gazetelerinin en başında bulunacaktır.

    Bu noktai nazardan matbuatımız cidden bahtiyardır, nasıl olmasın ki İzmir’de incir, üzüm, elektrik; Zonguldak’ta kömür; Samsun’da fındık; Seyhan Ceyhan, Sakarya boylarında susuzluk; Ankara’da mesken pahalılığı gibi bitip tükenmez, artar eksilmez havadis depoları vardır.

    Meksika’da fırkacılık, Çinde jeneral, Balkanlarda komita, Fransa’da skandal, Türkiye’de belediye işleri ve meseleleri varken gazeteciler zeval mi bulur?

    VOLEYBOL TURNUVASI [30]

    Bu Cuma Ateş-Kabataş Final Maçı Yapılacak

    Geçen hafta tehir edilen voleybol turnuvasının final maçı, bu Cuma günü Beyoğlu Amerikan Kulübünün salonunda yapılacaktır.

    Final maçı, Fenerbahçe oyuncularından müteşekkil Ateş takımıyla Kabataş takımı arasında yapılacaktır. Müsabaka, İstanbul’un en kuvvetli iki voleybol takımını karşılaştırdığı için çok şayanı dikkat olacaktır.

    Ateş takımı, şimdiye kadar yaptığı bütün maçları kazanmıştır. Kabataş takımının Galatasaray’a karşı bir mağlubiyeti olduğu için, Cuma günü yapılacak maçı kazansa bile turnuvanın galibi olmak için Ateş takımını bir defa daha yenmesi lazım gelmektedir. Mamafih “Ateş” takımının çok kuvvetli olması, galebesi ihtimalini çok artırmaktadır.

    HAZIRLANAN FİLM [31]

    İstanbulumuzun Emsalsiz Güzelliğini Tanıtmaktan Çok Uzaktır

    Filmi Satın Almamak Kâfi Değildir. Hariçte Gösterilmemesi için İmha Etmek İcap Eder

    Uzun zamandan beri bir Alman operatör tarafından İstanbul menazırını göstermek üzere hazırlanan film nihayet ikmal edilmiştir. Film dün öğleden sonra Ekler sinemasında gazetecilere emanet erkânı, Cemiyeti belediye azasından birçok zevatın huzurunda gösterildi.

    Fakat evvelce de yazdığımız gibi ne mükemmel vesait ve ihtisasa, ne de memleket hakkında cüzi bir vukufa sahip olmayan müteşebbisler, muvaffakiyetten çok uzak kalmışlardır.

    Emanet namına filmi tetkik eden Hamit Bey ne münferit manzaralar ne de panorama halinde bir şey ifade edemeyen bu kurdelanın satın alınamayacağını bildirmiştir. Esasen operatör mukavele şeraitine riayet ve filmi vaktinde teslim etmediği için mukavele feshedilecektir.

    Fakat bu kâfi değildir. Sinemacılığın harikalar yarattığı bu devirde bu film İstanbul manzarasıdır diye gösterilemez. Bu suretle şehrimize gelmek isteyen seyyahları da caydırır.

    Şehrin güzelliklerini dünyaya tanıtmak için iyi bir şey yapamıyorsak, bari onun efsanevi şöhretini kırmaktan, hülyavi tasvirini bozmaktan içtinap edelim.

    Şehremaneti bu filmi reddetmemeli, satın almalı, fakat imza etmelidir.

    BİR GÖÇ [32]

    Kar yağıyor ve hava pek kıyasıya soğudu.

    Bu mevsim vakıa göç mevsimi değildir.

    Fakat buna rağmen dostum “Yusuf Ziya”nın “İkdam”dan “Cumhuriyet”e göç ettiğini gördük. Bu naklin sebebini sorduk.

    Ziya dedi ki:

    “Malum ya son günlerde fazlaca şişmanladım. İkdam’da her tarafları Celal Nuri Bey kapladı. Sıkıştık, çıktım”

    BEDEN TERBİYESİ MEKTEBİNDE [33]

    Dün Mükemmel Bir Müsamere Verildi

    Çapa’daki Beden Terbiyesi Mektebi’nin birinci sömestrin hitam bulması münasebetiyle dün parlak bir müsamere verilmiştir.

    Müsamereye ortaya getirilen Türk bayrağına karşı selam vaziyeti alınarak kaimen dinlenilen İstiklal marşıyla başlandı.

    Bundan sonra kız talebeye Matmazel Nerman bir numune dersi tatbikatı yaptırdı.

    Memleketimizin her tarafındaki Orta mekteplere dağılarak kendileri gibi cevval ve ateşli vatan anaları yetiştirecek bu hanımlar şiddetle alkışlandılar.

    Muallim hanımların orkestra refakatiyle ve cazip figürlerden mürekkep bedii raksları çok beğenildi.

    Müteakiben salona erkek talebe geldiler.

    Muallim Yanson talebesini bir işaretiyle en hassas bir makine gibi idare ediyordu. On birer kişiden mürekkep iki grup arasında heyecanlı bir futbol maçı icra edildi ve müsamereye nihayet verildi.

    Bilahare yemek salonuna geçilerek davetlilere çay ikram edildi.

    Müsamereden sonra Beden Terbiyesi Müfettişi Umumisi Selim Sırrı Bey bir muharririmize demiştir ki:

    “Şu yaratıcı kabiliyet; bize bir kere daha ispat etmiştir ki Türk nesli bozulmamıştır, iyi idare edilir, iyi yol gösterilirse dünyanın en müterakki milletleriyle atbaşı beraber gidebilir.

    Bu sene yerimi Nizamettin Bey’e terk etmekle müftehirim. Gördüm ki İsveç’te üç sene fevkalade bir emek sarf etmiş ve her manasıyla mükemmel yetişmiştir.”

    BİRAZ İNSAF [34]

    Bakırköy yangını yalnız dört beş evin yanmasıyla neticelendiyse ve yüzlerce vatandaş, bu karda kışta sokak ortasında kalmaktan kurtulduysa bunu, o günkü lodos fırtınasına değil, itfaiye kumandan ve efradının fedakârlığına medyunuz.

    Onlar kendilerini alev saçan binaların içine, kızgın duvarların altına atmasalardı ve içlerinden dört beş tanesinin kafası gözü patlamasaydı Bakırköyü’nde yalnız dört beş değil, dört beş yüz ev yanardı.

    Bakırköy yangınında enkaz altında kalarak yaralanan itfaiye efrat ve zabitleri harp meydanında yaralanan kahramanlardan farksızdırlar. Her ikisi de vatanı ve vatandaşları muhafaza için kendilerini tehlikeye atan fedakârlardır.

    Hâlbuki bu fedakârlığın resmi kıymeti beş liradan ibaretmiş. Çünkü bu insanlara yalnız beşer lira mükâfat verildi. Yanmış bir vücudun, ezilmiş bir bacağın, kırılmış bir kolun kıymeti beş lira öyle mi?

    Beş yüz evi yanmaktan, beş yüz aileyi sefaletten, beş yüz bin liralık serveti mahvolmaktan kurtaran bu fedakârlığa beş lira kıymet takdir eden kıymet bilmezlere sesimiz çıktığı kadar haykıralım: Biraz insaf!

    VOLEYBOL TURNUVASI [35]

    Ateş Takımı Hiç Mağlup Olmadan Turnuva Birincisi Oldu

    Beyoğlu Amerikan Kulübü tarafından tertip edilen voleybol müsabakaları, dün aynı kulüp salonunda Ateş ve Kabataş takımları arasında yapılan final maçıyla neticelenmiş oldu. Müsabakalar, baştanbaşa heyecan ve alaka ile takip olunuyordu. Bilhassa final yaklaştıkça ve netice tebellür etmeye başlayınca, maçların etrafında biriken hararet ve alaka da tekâsüf etmeye başlamıştı. Mamafih müsabakaların tarzı cereyanını dikkatle takip edenler, turnuvada şehrimizin en kuvvetli teşekküllerini temsil eden ekipler içinde bilhassa “Ateş” namı altında turnuvaya giren Fenerbahçe oyuncularının neticeye en kuvvetli namzet olduklarını görüyorlardı.

    Üç-dört senedir yapılan bütün resmi ve gayri resmi müsabakalarda temayüz eden Fenerbahçeli voleybolcular, Ateş namı altında girdikleri bu turnuvada da hakikaten ateş gibi oynayarak nazarı dikkati celbe muvaffak oldular. Ateş takımının bütün rakipleri yenmek suretiyle finale yaklaştığı sırada karşısında iki kuvvetli rakip vardı: Kabataş, Galatasaray…

    Kabataş takımı, Beşiktaş kulübünün voleybolcularını ihtiva eden kuvvetli bir teşekküldür. Galatasaray’a gelince, Kabataş’ı mağlup etmek suretiyle Ateş’in karşısında dömi finale kalmıştı. Ateş-Galatasaray maçında Galatasaray abandone ederek mağlup oldu. Finale Ateş-Kabataş kalmışlardı. Mamafih bütün maçlarını kazanan Ateş’in vaziyeti, Galatasaray’a bir mağlubiyeti olan Kabataş’a nazaran daha çok emindi.

    Dün Amerikan Kulübü’nde hakem M. Grodetski’nin idaresinde, bu çok ehemmiyetli maçı yapmak için karşılaşan iki rakibin takımları şöyle idi:

    Ateş – Bedi (Kaptan), Yusuf, İsmet, Sadi, Aziz, Lütfi.

    Kabataş – İbrahim (Kaptan), Sadi, Edip, İhsan, Vildan, Osman.

    İlk devre Ateş’in mahsus faikiyeti altında 12-15 bitti. İkinci devrede Ateş’in tefevvuku daha kuvvetle hissolunuyordu. Nitekim bu devrede Ateş takımının 15 puanına karşı, Kabataşlılar ancak 4 puan yapabildiler.

    Ateş takımı bu suretle hakkı olan birinciliği almış oldu. Tebrik ederiz. Yapılan tasnife nazaran Kabataş ikinci ve Galatasaray da üçüncüdür.

    FİL VE KADIN [36]

    Ayazda, poyrazda çıplak bacak ve açık göğüsle dolaşan, ince bir kombinezonla bütün kış hastalıklarına meydan okuyan şu kadınların mukavemeti şayanı hayret değil midir? Kuvvetli ve dayanıklı olmak şöhretini haksız yere taşıyan erkek, kadına nazaran hakikatte sinekten bile daha zayıftır. Erkek kışa karşı koymak için, vücudunu kalın elbiseyle bir müstahkem kale haline getirmeye mecburdur.

    Palto kolları olan bir yorgan ve iç fanilalar vücuda intibak edecek hale getirilmiş birer battaniyeden başka nedir?

    Erkek adeta yatağını sırtında taşıyarak yaşayan iki ayaklı bir kaplumbağadır.

    Onu giyindirmek için altı yedi koyunun yünü kifayet etmez. Hâlbuki en karışık bir kadın kıyafeti için bir düzine ipek böceğinin salyası çoktur bile!

    Erkekler arasında bazı kuvvetli numuneler yok değil. Fakat bunlar o kadar nadir ki kendilerine hususi bir isim verilir: Sporcu!

    Sporcu nedir?

    “Bir genç kadın gibi, romatizma olmadan veya satlıcana tutulmadan, kış yaz hafif giyinebilen bir erkektir.”

    Bütün kıllı ve tüylü hayvanlar ancak tabiatın kendilerine verdiği kalın kürkler sayesinde kış mevsiminin şiddetlerine dayanabilirler. Gerçi fil gibi tüysüz hayvanlar da var. Fakat fil ancak sıcak iklimlerde yaşar ve esasen derisi vücudu etrafında üç dört parmak kalınlığında bir zırh teşkil eder. Bütün canlı mahlûkat içinde ince, pembe, yumuşak derisiyle yaşayabilen insanın dişisi, kadındır.

    Netice: Kadın filden bile mukavemetlidir.

    ÜÇ SPORCUNUN MACERASI [37]

    Dün sabah Adalar ile Kartal arasında garip bir deniz kazası olmuştur.

    Dün sabah sporcu gençlerden üçü lodosun şiddetle devam ettiği esnada bir yarış kotrası ile Kartal’dan Heybeliada’ya geçmeye karar vermiş ve denize açılmışlardır.

    Sporcu gençler fırtına ve tipinin şiddetine rağmen Heybeliada’ya kadar gelmişler ve bundan sonra tekrar adadan Kartal’a doğru açılmışlardır.

    Yolun yarısında kotranın ince direği kırılmış ve kotra tehlikeli bir vaziyette dalgalar arasında kalarak etraftan istimdada başlamıştır.

    Bunun üzerine Maltepe ile Adalar’dan motorlar ile imdada gidilerek sporcu gençler kotraları ile birlikte kurtarılmışlardır.

    FUTBOL KURBANI [38]

    Bir futbol maçı esnasında tekme vurarak sporcu Adil Bey’in vefatına sebebiyet vermekle maznun Askeri Sanayi Mektebi’nden Hüsamettin efendinin muhakemesine dün 3. Ceza Mahkemesi’nde devam edilmiştir.

    Mahkeme maç esnasında tekme atanın baiz olup olmadığını tetkik için bir ehli vukuf henüz teşekkül etmemiştir. Ehli vukufun teşkili için muhakeme başka bir güne kalmıştır.

    ANKARA’DA 5000 METRELİK MÜSABAKAYI KİM KAZANDI? [39]

    Ankara Atletizm Heyeti tarafından, uzun mesafeli bir bayrak koşusu tertip edilmiş ve bu koşuya iki kulüp atletleri iştirak etmiştir.

    Havanın fırtınalı olmasına rağmen büyük bir muvaffakiyetle cereyan eden yarış Gazi Çiftliği’nden başlamış, 5000 metre üzerinde cereyan etmiş Gençlerbirliği 32 dakika 30 saniyede birinci, Çankaya 34 dakikada ikinci gelmişlerdir.

    ATEŞ! [40]

    Akif ile beraber dün tekrar ettim:

    “Nur istiyoruz sen bize ateş veriyorsun”

    İşte Tatavla yangını! Yine beş altı yüz aile açıkta kaldı.

    Şair Eşref merhum bundan yirmi, yirmi beş sene evvel:

    “Beladır yangını İstanbul’un nisbet olundukta kalır yanında ehven ateşi Nemrudu nadanın!” beytini söylemiş.

    O zamandan beri kim bilir İstanbul kaç defa yandı ve Eşref’in bu sözünün ihtiva ettiği hakikat değişmedi.

    Dün Tatavla’da 500 ev yandığını öğrenince düşündüm: İstanbul’da ateş deymemiş mahalle kalmadı ve ateşin bu seyrine nazaran İstanbul birkaç sene sonra artık yepyeni bir şehir olmaya başlayacaktır.

    Yazın yangın olduğu zaman: “Efendim üç aydır yağmur yağmadı, ortalık pek kurumuş idi, patlıcan mevsimi de! Onun için ateş çokmuş ve büyümüş!” denirdi.

    Son yangında yerde ve damlarda iki karış kar vardı, tahta binalar ateşe karşı en az müteessir bir şekilde ıslak idi, etfaiyemiz yeni vasaitle mücehhez bulunuyordu.

    Bütün bunlara rağmen 500 ev yandı. Buna karşı şu cevap verileceği muhakkaktır: “Efendim! Evler ahşap ve sık idi!”

    Doğru söz. Lakin oradaki hüner yangını söndürmektir, değil mi?

    SEVİLEN SPOR [41]

    Yarın, Beyoğlu’ndaki Amerikan Kulübü’nde voleybol ve basketbol maçlarına başlanacaktır.

    Memleketimizde henüz taammüm etmeye başlayan bu iki sporun kısa bir müddet zarfında kazandığı alaka çok şayanı dikkat bir dereceyi bulmuş ve hatta geçmiştir.

    Hemen hemen bütün erkek ve kız mekteplerinde kabul ve tatbik edilen bu iki spor filhakika karşılaştığı rağbete layık zarafettedirler.

    Bilhassa voleybol, yeni yetişen sporcu neslin çok sevdiği bir spordur.

    Amerikan Kulübü’nün salonunda başlayan müsabakalar resmi mahiyeti haiz olacak ve İstanbul birincilikleri mevzubahis olacaktır.

    Bu sporları idare eden federasyon Türkiye birincilikleri yapıldığı sıralarda bu iki sporun da programa ithali için çalışmaktadır.

    KADIN SPORCULAR [42]

    Denizcilik ve atletizmle meşgul ve sırf kadınlara ait olmak üzere bir kulüp açılacaktır. Kadınların sporla alakası günden güne arttığı için bu kulübün birçok müntesip kazanacağı şüphesizdir.

    VOLEYBOL BİRİNCİLİK MAÇLARI DÜN BAŞLADI [43]

    İstanbul mıntıkası resmi voleybol birinciliği müsabakalarına dün başlanmış ve ilk üç müsabakanın neticesi alınmıştır.

    Vefa ile Taksim Yeni Yıldız müsabakası 17’ye karşı 30 puanla Vefa takımı tarafından kazanılmıştır.

    Fenerbahçe ile Kasımpaşa arasındaki ikinci maçta Fenerbahçe 24’e karşı 37 puanla galip gelmiştir.

    Müteakiben Hilal takımı gelmediği için İstanbulspor hükmen galip ilan edilmiştir.

    İZMİR FUTBOLCULARI [44]

    İstanbul Futbol Takımını Davet Ediyorlar

    İzmir Futbol Heyeti, İstanbul muhtelit futbol takımını iki müsabaka yapmak üzere İzmir’e davet etmiştir. Eğer işin mali cihetleri halledilebilirse bu müsabakalar için bayram içinde 13 ve 15 Mart günleri tespit edilmek istenmektedir.

    NE ÇABUK! [45]

    İşgal senelerinde İstanbul sokaklarını köpürmüş bir deniz gibi kaplayan mavi-beyaz, günün birinde İzmit sırtlarından yükselen binlerce şehit kanıyla yoğurulmuş zafer güneşinin akisleriyle derhal kızarıvermişti.

    Zitoların, yaşasınlara kalbolduğu o sevinç hengâmesinden, maalesef unuttuğumuz eski acıların üstünden henüz çok zaman geçmedi. Dünkü gazetelerde hayretle okuduk ki Tatavla’da evleri yanan Rumlara yardım için İngiliz sefiri gelmiş ve Patrikhane de meşhur Yunan milyoneri Zaharof’a telgraf çekmiş.

    İbadette Yunanistan’ı, siyasette Yunanistan’ı, ticarette Yunanistan’ı düşünen vatandaşlarımızın, felakette de Yunanistan’ hatırlamaları aklıma şu fıkrayı getirdi.

    Nasrettin Hoca bir gün kendi önde, eşeği arkada yolda giderken, külhanbeyinin biri, yavaşçacık merkebin yularını çözüp kendi boynuna takmış.

    Biraz sonra başını çeviren hoca bir de ne görsün? Eşeği yerinde bir insan var!

    • Ayol, demiş, sen kimsin?

    Külhanbeyi cevap vermiş:

    • Ah, Hoca efendiciğim, hiç sorma… Ben vaktiyle sizin gibi bir adam oğlu idim. Bir gün nasılsa şeytana uydum. Anama, babama karşı geldim. Velinimetlerimin sözlerini dinlemedim. Onlar da bana beddua ettiler, insanken eşek oldum! Beni affetmişler ki sayelerinde tekrar insan oldum.

    Nasrettin Hoca:

    • Pek ala, demiş, öyle ise haydi git ama artık edebinle otur.

    Ve külhanbeyinin boynundaki yuları çözüp, herifi serbest bırakmış. Biraz sonra çarşıdan geçen hoca, bir kenarda eşeğinin anırdığını görünce, hemen kulağına eğilip:

    • Ulan, demiş, ne çabuk anana, babana karşı geldin de, gene eşek oldun?

    Bu kıssadan hisseyi patrik efendi çıkarsın.

    DÜN MAÇ YAPILMADI [46]

    Dünkü güzel hava, spor noktai nazarından heder oldu ve şehrin kupkuru iki sahası tamamen bomboş durdu.

    Yalnız her hafta yaptıkları maçlarla günün yegâne hareketini temin eden Fenerbahçeliler, Kadıköy sahasında hususi mahiyette bir maç icra ettiler. Küçüklerden mürekkep Fenerbahçe takımı, Moda Rum kulübüne karşı oynadığı bu maçı 10-6 kazandı. Bu müsabaka istisna edilirse dün İstanbul futbolcuları için her halde takdire layık olmayan bir atalet günü olarak kabul edilmelidir.

    Çok güzel bir hava, azami derecede futbola müsait bir saha. İşte hakiki ve sportmen ruhlu futbolcunun beklediği ve ikisinin nadiren bir araya geldiği bu iki fırsat böylece kaçırıldı. Dün her iki sahanın bomboş manzarası karşısında bizi en ziyade müteessir eden nokta, sahalarda hiç de olmazsa egzersiz yapan iki gence tesadüf edemeyişimizdir. Haydi, maç takarrür etmedi, ya neden egzersiz yapmak bile hiç kimsenin aklına gelmiyor?

    Futbolculuğun atisinden herkesin ümidini kesen cihet de bu ya!

    KUMKAPI TERBİYEİ BEDENİYE KULÜBÜ’NDE [47]

    Kumkapı Terbiyei Bedeniye Kulübü senelik kongresini Kumkapı’da Cumhuriyet Halk Fırkası Kumkapı nahiye merkezi binasında dün akdetmiştir.

    Kongreye Cumhuriyet Halk Fırkası Vilayet idare heyetinden Cevdet Bey ve Şehremaneti umumi müfettişi Tevfik Bey ve daha birçok zevat iştirak etmiş ve Cevdet Kerim Bey gençlik ve spor hakkında heyecanlı bir hitabede bulunmuştur. Müteakiben mümaileyh kulübün reisi fahriliğini kabul etmiştir.

    Heyeti idare intihabatından sonra 928 senesi güreş birincilik müsabakalarında ibrazı ehliyet eden güreşçiler madalya tevzii suretiyle taltif edilmişlerdir. Kulübün bu seneki müntahap idare heyeti azası berveçhiatidir:

    Reis: Muallim İsmail Hakkı Bey

    İkinci Reis: Ömer Faruk Bey

    Kâtip: İhsan Tacettin Bey

    Mühasip ve Veznedar: Raşit Bey

    BASKETBOL [48]

    Tatavla kulübünün yanması dolayısıyla basketbol maçlarının talik edilmesi zarureti hasıl olduğunu yazmıştık. Bu maçlar için müsait bir yer aranmakta idi. Haber aldığımıza göre basketbol maçlarının Galatasaray kulübünde yapılması takarrür etmiştir.

    GELECEK MEVSİM İÇİN [49]

    Önümüzdeki mevsim için vasi bir faaliyet programı hazırlayan denizcilerimiz, deniz mevsiminden azami fayda temini için kayık yarışlarının gerek idari ve gerek fenni noksanlarını ikmak için bir proje hazırlamaktadırlar. Tasavvur edildiğine göre:

    1. İstanbul birincilik yarışlarının herhangi bir menfaat temini kaygısından ziyade, sporcuların ihtiyaçlarını düşünecek ve ona cevap verecek bir teşebbüs haline ifrağı daha muvafık görülmektedir. Eğer icap ederse, gene emri hayra muavenet zamında ayrı bir yarış icrası mukarrerdir.
    2. Yarışların daha salim bir surette icrası için, hakem heyetinin teşkil tarzını ıslah etmek lazım gelmektedir. Bu heyete ecnebiler de ithal edilecektir.
    3. Yarışçılara en ziyade müşkülat gösteren ve hakem heyetini mütemadi itirazlarla işgal eden nokta şamandırayı dönmek cihetidir. Bu mahzuru kaldırmak için yarışın düz bir sahada icrası muvafık addolunmaktadır.

    REFİK OSMAN BEY’E BİR TAVZİH [50]

    Yazılarım hakkındaki cevabınızı “Gol”de okudum. Futbol Federasyonu’na girmiş olmamdan dolayı beni tahtiede tamamen haklısınız.

    Eğer Futbol Federasyonu’nun sizi olimpiyatlara götüreceğini evvelden tahmin edebilseydim oradan bucak bucak kaçardım. Lakin bunu kim zannederdi!

    VEKÂLETEN [51]

    Heyeti müttehidelerden bir kısmının reis ve azalarının istifa etmiş olması spor işlerimizin layıkıyla tedvirine mani teşkil etmektedir.

    Beynelmilel federasyonlara dâhil olan bu heyetlerin bu vaziyeti merkezi umuminin de nazarı dikkatini celbetmiştir.

    Sporla alakadar mesul ve gayrı mesul bazı zevat bu vaziyete nihayet vermek çarelerini derpiş için hususi bir surette toplanmışlardır.

    Neticede istifa edenlerin yerini dolduracak mükemmel aza mevcut olduğundan umumi kongrenin akdi imkânı da şimdilik bulunmadığından bu heyetlerin vekâleten idaresinden başka çare bulunamamıştır.

    HATIRALAR [52]

    Üzeri siyah tülle örtülmüş kırık tepeli abidenin önünde, heyecan ve kudreti birbiriyle bağdaştırarak söz söyleyen genç zabitin karşısındayım.

    Onu dinliyorum. Ve Amman sırtlarında aylarca beraber yaşadığımız iki tayyare bölüğünü hatırlıyorum.

    Daha Türk tayyareciliğinin bugünkü kadar ilerlemediği o günlerde kırık bir tayyareyi kendi eliyle çölün vasıtasız bir noktasında tamir ederek düşman hatlarının üzerinden uçan bir arkadaşım çehresini gözümün önün getirdim. Semanın haşmetini gösteren bulut yığınları acaba bu silah arkadaşlarının tunç yüzlerine çerçeve olmak için yaratılmamış mıdır?

    Fethi’nin, Sadık’ın, Nuri’nin mezarlarını ziyaret hatırası daha kalbimde yepyeni ve sımsıcaktır. Selahattini Eyyubi’nin yattığı türbenin bahçesinde onlar yan yana, üzerinde birer ay yıldız taşıyan üç mezar taşının altında uyuyorlar. O kardeş ve kahraman mezarlarının üzerinden beş ay evvel kopardığım bir çiçeğin kökü belki hala büsbütün kaybolmamıştır.

    Bugün, bu hava şehitlerinin hatırasını andığımız günde o üç mezarın gözümden silinmeyen hayali önünde de eğildim.

    Sonra zavallı Arif, yiğit ve civanmert kardeşim, senin bir his ve gönül meselesinden bahseden mektubuna cevap yazmak üzere iken gazetede senin için okunacak mevlüt haberini okumuştum.

    Genç silah arkadaşım abidenin önünde heyecanlarını bana dinletirken seni de anıp ağladım Arif, öldüğüne inanamayarak…

    Zaten siz, hanginiz öldünüz, mukaddes kartallarımız…

    VOLEYBOL BİRİNCİLİĞİ [53]

    Şampiyona Maçlarında da Fenerbahçelilerin Kazanması Kuvvetle Muhtemeldir.

    İstanbul mıntıkası voleybol şampiyonası maçlarına bu Cuma günü Beyoğlu Amerikan Kulübü salonunda devam edilecektir.

    İlk maç Fenerbahçe-Taksim Yeni Yıldız takımları arasındadır. Fenerbahçe takımı, geçen turnuvaya “Ateş” namı altında iştirak ederek bütün rakiplerini büyük farklarla yenen oyunculardan müteşekkil olduğu için, birincilik maçlarında da şampiyonanın en kuvvetli namzetlerindendir.

    Fenerbahçe takımının hususiyetlerinden biri de oyuncuları arasında Sabiha Rıfat Hanım’ın bulunmasıdır. Sabiha Hanım, erkeklerle birlikte cemi ve resmi sporlara iştirak eden ilk hanım olduğu için, Fenerbahçe’nin bu yeniliği, spor tarihimizde başlı başına bir inkılap teşkil etmektedir. Sabiha Hanım, şampiyon arkadaşları arasında oynamaya layık olduğunu gösteren bir nüfuzu nazar göstermektedir.

    Günün mühim maçlarından biri de kırmızı kümenin en kuvvetli iki rakibi olan Beşiktaş-Galatasaray arasındadır. Amerikan Kulübü turnuvasında, finale kalan Kabataş oyuncuları (ki Beşiktaş voleybol takımı onlardan mürekkeptir) Galatasaray’a mağlup olmuşlardı.

    Onun içindir ki bu maçın vereceği netice merak edilmektedir. Mamafih Galatasaray’ın, turnuvadaki neticeyi elde edebilmesi için çok çalışması lazım gelmektedir.

    BİR ALMAN TAKIMI [54]

    “Emden” Takımı Şubat’ın On Beşinde İstanbul’da Maç Yapacak

    Yaptığı büyük bir seyahat dolayısıyla İstanbul’a da uğraması mukarrer olan Almanya’nın “Emden” kruvazörü, Şubat’ın on beşinde limanımızda bulunacak.

    İstanbul’daki Almanların ekseriyetle toplandığı “Totonya” kulübü, Alman kruvazörünün şehrimizde bulunacağı müddet zarfında bir futbol maçı yapmak istediğini mıntıka Futbol Heyetine bildirmiştir.

    “Totonya” kulübünün mıntıka Futbol Heyetine bildirdiğine göre, “Emden” takımının Taksim Stadyumu’nda yapacağı maç, fevkalade merasimle icra olunacaktır.

    “Totonya” kulübünün mektubuna nazaran, “Emden” çok mükemmel bir bandoya malik bulunmaktadır. Bando, maç günü merasime iştirak edecek ve muntazam yürüyüşle Taksim’deki abidenin önüne gelerek orada Türk milli marşını çalmak suretiyle abideyi selamlayacaktır. Sonra Taksim Stadyumu’na gidecek ve maçın imtidadınca konser verecektir.

    Emden’in İstanbul’da bir maç yapması şüphe yok ki çok şayanı arzudur.

    Mütarekeyi takip eden senelerden sonra Türk futbolcuları Alaman arkadaşlarıyla karşılaşmak fırsatına çok defa malik oldular. Fakat bu maçların hiçbiri burada yapılmadığı için, şehrimizde yapılacak bir temas oldukça alaka uyandıracaktır.

    Emden’in karşısına bir İstanbul muhteliti çıkarılması çok muhtemeldir. Fakat Emden takımının kuvveti hakkında malumat mevcut olmadığı için bu muhtelitin şekli ve tarzı tertibi şimdilik tayin edilmemiştir.

    Eğer kruvazörün takımı kuvvetli ise karşısına tam bir muhtelit çıkarılacak, kuvvetli değilse ikinci sınıf bir muhtelit teşkil olunacaktır.

    Mamafih Almanların herhangi bir takımla maç yapmak arzusunu serdetmeleri ve bir kulüp takımıyla karşılaşmaları da muhtemeldir.


    [1] 1 Ocak 1929 – Cumhuriyet

    [2] 2 Ocak 1929 – Vakit

    [3] 2 Ocak 1929 – Vakit

    [4] 2 Ocak 1929 – Cumhuriyet (Aka Gündüz)

    [5] 2 Ocak 1929 – Vakit (Mehmet Asım)

    [6] 3 Ocak 1929 – Cumhuriyet (Köprülüzade Mehmet Fuat)

    [7] 3 Ocak 1929 – İkdam (Yusuf Ziya)

    [8] 3 Ocak 1929 – İkdam

    [9] 4 Ocak 1929 – ikdam

    [10] 5 Ocak 1929 – İkdam

    [11] 5 Ocak 1929 – İkdam

    [12] 6 Ocak 1929 – Cumhuriyet

    [13] 6 Ocak 1929 –Cumhuriyet (Abidin Daver)

    [14] 7 Ocak 1929 – İkdam

    [15] 7 Ocak 1929 – Milliyet

    [16] 8 Ocak 1929 – İkdam (Celal Nuri)

    [17] 8 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [18] 8 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [19] 9 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 9 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [21] 10 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [22] 11 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [23] 11 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [24] 12 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [25] 13 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [26] 14 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [27] 14 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 14 Ocak 1929 – Milliyet (Burhan Felek)

    [29] 15 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Aka Gündüz)

    [30] 16 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [31] 16 Ocak 1929 – Son Posta Gazetesi

    [32] 17 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [33] 18 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [34] 18 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [35] 19 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [36] 20 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi (Ahmet Haşim)

    [37] 21 Ocak 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [38] 22 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [39] 22 Ocak 1929 – Son Saat Gazetesi

    [40] 23 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [41] 24 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [42] 24 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 25 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi

    [44] 25 Ocak 1929 – Son Posta Gazetesi

    [45] 26 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi (Yusuf Ziya)

    [46] 26 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [47] 27 Ocak 1929 – Son Saat Gazetesi

    [48] 28 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [49] 28 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [50] 28 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [51] 28 Ocak 1929 – Milliyet Gazetesi

    [52] 29 Ocak 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

    [53] 30 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

    [54] 31 Ocak 1929 – İkdam Gazetesi

  • Cem Atabeyoğlu Röportajı

    Cem Atabeyoğlu Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, müthiş bir Cem Atabeyoğlu röportajı ile karşınızda… Nur içinde yatsın, Cem ağabey’in anlattıkları insanın yüzünde güller açtırıyor fakat bir yandan da kaybedilenleri düşündükçe insanı hüzün sarıyor.

    Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    O Cumhuriyetimizin İlk Kuşağından

    Mustafa Kemal Atatürk; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir; şayet yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtıcı mahiyet alır” demişti. Bu sözler sporun duayeni Sayın Cem Atabeyoğlu’nun her daim ışığı oldu.

    Fenerbahçe adının geçtiği her an, hepimizin gözleri parlar. Ardından bir tutku bir heyecan… Cem Atabeyoğlu röportajını okuduğunuzda yaşadığınız bu duygularla beraber gururunuz da iki kat artacak.

    “Fenerbahçe işgal takımlarına toz attıran takımdır…” diye başlıyor söze.

    Bugün seksen iki yaşında ve halen aynı hazzı alıyor. Nice geceler biz en derin uykudayken o daktilosunun tuşlarına sabaha dek dokunarak bize muhteşem tarihimizi en doğru şekilde ulaştırmaya çalışıyordu hep yıllar boyu.

    Sadece Fenerbahçe tarihi mi? Sporun tüm branşlarında tam kırk dört kitap ve tefrikalar. Takdiri çok, inanması zor…

    “Fenerbahçe’ye hizmet bitmez” diyor. O zaman daha çok düşünüyoruz, kendi payımıza düşen katkı ve hizmetlerimizi. Ve ne kadar yetersiz kaldığımızı anlıyoruz bu büyük ulu çınarın yanında. Cumhuriyetin ilk kuşağı olan sizinle çok daha anlamlı bu Ekim sayımız Sayın Cem Atabeyoğlu. Teşekkür ederiz. Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.


    Cem Atabeyoğlu Röportajı

    – Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Cem Bey?

    Fenerbahçelilik malum sonradan olunmuyor.

    Ben kalabalık bir aileden geliyorum. Eski İstanbul evleri üç katlı evler. Tüm aile dayım, babam, dedem, teyzem hep beraber aynı evde kiracı olarak kalıyorduk. Dayım Galatasaray Lisesi’nde okuyordu. Teyzem ise kız ve erkek çocuklarının arasındaki rekabetin tesirinden olacak Fenerbahçeli oldu. Fenerbahçe takımının sağlam taraftarlarından biriydi. O kadar ki dayımla beraber Fenerbahçe-Galatasaray maçlarına gittiklerinde dayım Galatasaray tribününde, teyzem Fenerbahçe tribününde otururdu.

    Ben teyzemin etkisinde kaldım. Yıl 1932, ilkokula başlayacağımın bir gün öncesi teyzem beni aldı postanenin karşısındaki Kızılay Caddesi Vakıf Han’da bir mağazaya götürdü. Mağazaya girdiğimizde hiç unutmam tezgâhtara “Yeğenim yarın okula başlıyor, ona bir Fenerbahçe rozeti hediye etmek istiyorum” dedi. Bizim bu konuşmalarımızı duyan kasadaki bey yerinden kalktı, yanımıza geldi. “Hanımefendi sizi tebrik ederim, bizim Fenerbahçe’nin işte böyle kuşaklara ihtiyacı var” dedi. O kişi Zeki Rıza Sporel’di. Teyzemin aldığı rozeti kendi eliyle göğsüme taktı.

    Artık bu benim Fenerbahçe’ye bir tescilim oldu.

    – “Her yerde inlesin gürleyen sesin / İstanbul Yıldızı Erkek Lisesi” marşınız. Fenerbahçe’nin ayrı bir yeri vardır İstanbul Erkek Lisesi tarihinde. O günleri anlatır mısınız?

    İstanbul Erkek Lisesi bir defa lise olarak en eski liselerinden biri. Bir de Galatasaray Lisesi vardı. Bu iki lise arasında her zaman rekabet vardır.

    Galatasaray Lisesi “Zadegân” dediğimiz yüksek tabaka çocuklarının mektebiydi. Onlara Galatasaraylı olmanın ayrıcalık olduğunu öğretirlerdi.

    İstanbul Erkek Lisesi ise halk lisesiydi. Memur çocuğu, esnaf çocukları gibi. Belirli semtlerin mektebiydi. Beyazıt, Çemberlitaş, Sirkeci, Eminönü Sultanahmet, Aksaray’dan öğrenciler gelirdi. Hatta Bakırköy’den bile trenle gelirlerdi. Münir Özkul da Bakırköy’den gelenlerdendi.

    – Sizin döneminizdeki Fenerbahçeli okul arkadaşlarınız kimlerdi?

    Sadri Alışık vardı. Oğlu Kerem Alışık da Fenerbahçelidir. Sadri tam bir deli Fenerbahçeliydi. Sadri’nin en keyifli anları Galatasaray’ın yenildiği Fenerbahçe maçlarıydı. “Oh ömrüme ömür kattı” derdi. Dünya tatlısıydı.

    Bir diğeri Eşref Aydın atletimiz sonra yönetimde de yer alıp 70 senesini Fenerbahçe’ye adadı. Onun da sonra nikâh şahidi ben olmuştum. Halen bildiğiniz gibi Eski Sporcular Derneği başkanı.

    Hababam Sınıfı filmlerinin de yapımcısı Nahit Ataman da Fenerbahçeliydi. O da başka bir Fenerbahçeliydi. O kadar Fenerbahçeliydi ki her filminde bir Fenerbahçe konusu olurdu.

    İstanbul Erkek Lisesi çok sporcu çıkardı. Yine Fenerbahçeli Neriman Tekil, Selim Duru gibi kıymetli öğretmenler vardı.

    Necmettin Erbakan da bizim okuldaydı ama onun sporla alakası yoktu. Hepsi arkadaşımızdı.

    – Ya Galatasaraylılar?

    İstanbul Erkek Lisesi’nde bizim dönemimizde bir tane Galatasaraylı vardı. O da Halit Narin’di.

    – “Bir Baba Hindi”nin hikâyesini bir de sizden dinleyebilir miyiz?

    Fenerbahçeli hocamız Selim Duru okulun yönetim kurulundaydı. Beş ayrı kolda değerlendirirdi bizleri. 100 metre koştururdu 10-12 saniyede. Gülle atma, yüksek atlama, uzun atlama yaptırır, ondan sonra o notları toplar, beşe böler, yıllık karne notu çıkardı. Futbol o zamanda ön plandaydı. Öğretmenimiz Selim Duru ile izci oymağında Sakarya’da çıkan yemek öncesi söylenirdi.

    Sonraları İstanbul Erkek Lisesi’nden Süha Erge bizim dönemimizde “Bir Baba Hindi”yi Fenerbahçe tribününe taşımıştır.

    “Bir baba hindi, hey yallah!
    Olaydı şimdi, hey yallah!
    Pilavla zerde, hey Allah!
    Kaşık da nerde, hey Allah!
    Yallah yallah!
    Hey yallah, başlıyoruz billah
    Karavana yallah
    Hey yallah”

    O zaman şeker yoktu ki zerde olsun, hiçbir şey yoktu kuru fasulyeden başka. O günleri yaşamayanlara bu günleri anlatabilmek çok zordur. Hey gidi günler hey…

    Cem Atabeyoğlu Röportajı

    – Spor tarihinin duayenisiniz. Yazarlığınız babanızdan geçti… Çalışma hayatınıza nasıl başladınız?

    İstanbul Erkek Lisesi’ne giderken Fenerbahçe tarihine alaka göstermeye başladım.

    O zaman “Kırmızı Beyaz” spor dergisi çıkıyordu. Dergiyi çıkaran Talat Mithat’ın kardeşi İlhan da bizimle aynı okulda öğrenciydi. Bir gün İlhan’a “Okulda eli kalem tutan, sporla alakası bilgisi olan biri varsa bana gönder, ben onları cumartesi günkü amatör faaliyete göndereyim. Pazar günkü büyük maça da davetiye veririm.” diyor.

    Biz üç kişi böylece başladık. Bugün onlardan bir tek ben kaldım. İstanbul Erkek Lisesi son okulum oldu zaten. Böyle başladı benim spor muhabirliği hayatım.

    Babama gelince Türkiye’nin Emile Zola’sı. Salâhaddin Enis Bey. Babamın “Son posta” gazetesindeki son durağı, benim profesyonel meslek hayatımın ilk durağı oldu.

    1942’de muhabir olarak girdim 50 TL para veriyorlardı. Haftanın beş günü adliye muhabirliği, cumartesi – pazar ise spor muhabirliği yapardık.

    Sonrasında 1945-1964 Cumhuriyet gazetesinde çalıştım. Ve spor servisini kurdum.

    Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra Haldun Simavi’nin, Babıali’de ilk kez ofset tekniğini kullanarak çıkardığı “Günaydın” gazetesinin kadrosuna katıldım.

    Günaydın gazetesinde belli bir süre çalıştıktan sonra ayrılıp serbest çalışmaya başladım.

    Futbol, Fener, Öz Fenerbahçe, Fotospor, Türkspor, Spor Haber, Spor 21 gazete ve dergilerinde yazılar yazdım.

    1973’te ise Hayat Spor’un Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendim. Taa ki iki yıl sürecek greve kadar. Hayat Spor’da iki sene süren grev olduğunda o sürede maaş alamadım. İşimi değiştirebilir oradan ayrılabilirdim. Fakat kendi ekibim iş bulmadan benim başka yere geçmem şahsi vicdani meselemdi. O nedenle bekledim.

    1973-1977 yılları arasında TSYD müdürlüğünü yaptım.

    1978’de emekli olduktan sonra çalışmadığım gazete kalmadı. Hürriyet, Milliyet, Tercüman gazetelerinin ilavelerine araştırma yazıları, Milliyet’in çıkardığı Türkiye Ansiklopedisi’nin spor maddeleri yazarlığı, Tercüman’ın hazırladığı üç ciltlik Spor Ansiklopedisi…

    1981’de Günaydın tekrar beni çağırınca yeniden gazeteye dönüp, spor yazarlığı yaptım. Spor yazarlığının yanında da Günaydın’ın Almanya baskısına pehlivan tefrikaları, 50 büyük Türk zaferi, umut kapıları, evliyalar, yatırlar ve türbeler, şifalı sular ve kaplıcalarla ilgili dizi yazıları hazırladım.

    1991’de Fotospor, 1995’te ise Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Bilgi Birikim Merkezi’ni kurdum. Altı sene yönettim.

    Ve 2002’de anjiyo ile başlayan sağlık bozukluğum By-Pass ameliyatıyla sonuçlandı. 

    – Bir gazeteyi “giydirdiniz”…

    O zaman Tan gazetesi vardı. Diğer gazetelere o zamana nazaran çok açık saçık bir gazeteydi. “Bu gazeteyi giydireceksin” dediler.

    Asil Nadir vardı gazetenin başında ama gazetenin sorumlusu Noyan Yiğit “Ne yapacaksın, sen ne düşünüyorsun?” dedi. Çok tehlikeliydi. Tüm tirajla oynayacaktım.

    O yıl Fenerbahçe şampiyon olmuştu. “Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe” diye bir dizi yaptım ve eski fotoğraflar buldum. Eski futbolcuların çoğu yaşıyordu.

    Bir patlama yaptı gazete. Onu televizyon reklamlarıyla duyurdu. Ve Asil Nadir benim için “Gözlerinden öpün” dedi. Bir milyon lira maaşımdan hariç para verdi. Hayatımda ilk defa 1.000.000 TL gördüm. 400-500 TL’ye çalışıyorduk.

    – Çalışma disiplininiz nasıldır?

    Bir bilgi birikimim, düzenli bir arşivim var.

    Atatürk’ün bir sözünün ışığı altında yazdım tüm yazılarımı. Belgesi olmayan hiçbir şey söylemedim, yazmadım hayatım boyunca…

    Atatürk’ün bir sözü var “Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir, şayet yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtıcı mahiyet alır.”

    Tarihi yapana sadık kalarak yazdım. Her kitabım her tefrikam bu ışığın altındadır. Size gösterdiğim bu Atatürk heykeli de bunun işaretidir; İstanbul Gazeteciler Cemiyeti tarafından cumhuriyetin ilk kuşağı olan gazetecilere verilen bir heykeldir.

    – Hiç Atatürk’ü görme şerefine nail oldunuz mu?

    Altı defa çok yakından gördüm.

    Biz 1920 kuşağının içindeyiz. 1925 doğumluyum Cumhuriyet çocuklarıyız.

    Florya plajında kumda güneşlenirken gözümüz Florya köşkünün verandasında olurdu. Atatürk’le aynı güneşle güneşlenmek müthiş haz verirdi. O denize girer girmez biz de denize girerdik. Onunla aynı denizde yüzmek bile bizim için büyük bir onurdu.

    – Sporun her dalında 44 adet kitap yazdınız. Ve çok büyük değerli düzenli bir arşiviniz var. Bir röportajınızda bu arşivi yakacağınızı söylediniz. Bu düşünceniz hala geçerli mi?

    Arşivimi yakmayacağım. O an için söylenmiş bir sözdü, öyle bir niyetim yok. Fakat halen ne yapacağıma karar vermiş değilim. Oğlum karar vermeli. Eşimin, çocuğumun haklarını yemeyeceğim, onlara bırakacağım. Onlar kararlarını versinler. Ben 65 sene amatör bir aşkla çalıştım. Profesyonel olmanın icaplarını yerine getirdiğimi zannetmiyorum. Kötü bir profesyonelim.

    – Türkiye’deki spor yazarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Türk Spor Yazarları Derneği’nin üyesiyim ama karşıyım. Onların hepsi spor yazarı mı? Futbol yazarı mı? Türkiye Futbol Yazarları Derneği yapın, değiştirin adını.

    Bende yüzme, atletizm, kayakçılık, avcılık, yelkencilik hepsi var. Karşıma yelkenci geliyor “Yelken sporu tarihini sizin kitabınızdan öğrendim” diyor. “Madem spor yazarıyım, sporun bütün branşlarıyla ilgilenmeliyim” denmesi lazım. Sadece futbolla kalınmamalı.

    – Yazmakta en zorlandığınız kitabınız?

    Fotospor’ a yaptığım 600 sayfalık Türk Spor Kronolojisi beni epeyce zorladı. Çok dikkat harcamak gerektiren bir kitaptı. Çok sabahladığım gece oldu. Elimde şu an ne yazık ki bu kitaptan bir adet kaldı. Artık kızım mı alır oğlum mu bilemiyorum. Gazetenin binasına gelirken 10 tonluk kitap yüklü kamyon kayboldu. Allah bilir artık. Kupon mukabelesinde dağılacaktı.

    – Fenerbahçe Spor Kulübü’ nün hemen hemen ilk üyelerindensiniz…

    İstanbul Erkek Lisesi’nin spor basketbol takımında her beş kişiden üçü Fenerbahçe’de Yüksek Divan Kurulu üyesi oldu. Benim de Fenerbahçe Spor Kulübü’nde numaram 327 idi. Divan üyesiyim. Bir de şimdi ulaştığı sayıyı düşünün…

    – En sevdiğiniz spor branşı hangisidir?

    40 yılımdan fazlasını basketbola verdim. Tabii Fenerbahçe’de basketbolu kurmamız da bunda büyük rol oynadı. Hakemlik ve antrenörlük de yaptım. Ayrıca basketbol, atletizm ve yüzmede de hakemliğim var. Bütün talimatnameleri de okumuşumdur.

    1956 senesinde o zaman basketbol spor oyunları federasyonu, voleybol, tenis, hentbol ve masa tenisi ile beraber spor federasyon üyeliği, federasyonda basın temsilciliği, 1968’de Türkiye Basketbol Federasyonunda Asbaşkanlık yaptım.1981’e kadar devam etti. 1981’de bıraktım.

    1970 yılında Uluslararası Spor Yazarları Derneği “AIPS”e (Basketbol Komitesi) seçildim. İlk Türk üyesi oldum.

    1956 Yapı ve Kredi Bankası “En Başarılı Spor Yazarı” armağanı, 1965-1977 yılları arasında katıldığım 6 yarışmada “Türkiye Spor Yazarları Derneği” armağanı (4 birincilik, 2 ikincilik), 1986 “Haliç’in Öyküsü” eseriyle Haliç Rotary Kulübü armağanını kazandım. 

    Cem Atabeyoğlu Röportajı

    – Fenerbahçe Spor Kulübü basketbol şubesinin kurulumu nasıl gerçekleşti?

    Harp yılları; pamuk yok ekmek yok bunlar olmadığı gibi arpa buğday yok, süpürge tohumundan yapılmış ekmek üç gün yiyeceksin, bütün bunlar zor ve sıkıntılı yıllardı. Devlet pamuğa el koymuş, pamuklu elbise yoktu. Tüm gençler askere alınmıştı. Üç dönümlük toprağın bir dönümüne devlet el koymuştu.

    Savaş bittikten sonra 1945’de Haydarpaşa Lisesi’nde Muhtar Sencer idare memuruydu. Fenerbahçe’de hentbol takımını kurmuştu. İstanbul şampiyonu, Türkiye ikincisi olmuştu. Sonra Haydarpaşa Lisesi’nde talebeler mezun olunca takım dağıldı.

    Muhtar Sencer “Bana yardım edersen basketbol takımını kuralım” dedi. Ve sonunda kurduk. Basketbolda çok emeğim var. O zamanlar pek çok kişi karşı duruyordu

    Bir tek yardım eden Rüştü Dağlaroğlu oldu. Onaylayan yoktu. Hatta bir büyük Fenerbahçe-Galatasaray maçından önce gazeteye beyanat verilmiş “Takım motor sporlarına devir edilecek” diye. Tüm sporcular çok üzgündü. Sonra ben “Ne oluyorsunuz, çıkıp Galatasaray’ı yeneceğiz” dedim. Ve bir sayı farkla yenildik. Biz çok yeni bir takımdık. Tek farkla yenilgi kurulma aşamasında olan bir takım için büyük bir başarıydı. Basketbol çok daha zor spor çünkü bir saniyede her şey değişebilir.

    – Bir anınızı anlatabilir misiniz?

    Bir milli takım maçındayız. İspanya’da İsrail’le oynuyoruz. Bir sayı farkla kazandığımız maçtı. Yanımızda bir tek Türk seyirci Barcelona başkonsolosumuz var. Ben de Türkiye Basketbol federasyonu as başkanıydım.

    Maç uzatmada berabere ve maçın bitimine 3 dakika var. Top gitti, çembere oturdu, bir tur attı. 2. turu attı çemberin üzerinde içine düştü. Bir anda altı, yedi kişiyi üzerimde buldum.

    O heyecanla tribünde tek büyüğümüz konsolosumuz Şevki Beye dönmeye çalıştım “Eyvah” dedim. Vücudum hareket şansını kaybetti. Bir eğildim baktım; Doğan Hakyemez bacaklarımın üzerinde yüzükoyun yatmış. “Doğan bırak ayaklarımı” dedim. Bıraktı. Şevki beye döndüm ne yapıyor diye. Kendinden geçmiş tribünlere bir takım hareketler yapıyor, yanına gittim. “Aman Şevki Bey yapma” dedim. Sonra soyunma odasına geldi. Sen bu işle kaç senedir uğraşıyorsun” dedi “30 senenin üstünde” dedim. “Maşallah iyi kalbin var” dedi. 

    – Çok ilginçtir ki bugüne kadar hiçbir olimpiyatı izlemeye gitmediniz…

    Evet, hiç gitmedim, çalıştığım gazetelerde ajanslarda gelen haberler bende toplanıyordu. O yüzden gidemiyordum. Hep “Sen gidersen biz ne yaparız?” derlerdi. .

    Olimpiyat denince aklıma bir de 1948’de Olimpiyat üçüncüsü olan Ruhi Sarıalp gelir. Çok zor şartlar altında hazırlanmış, Fenerbahçe kulübünün verdiği bodrum katında günleri geçmişti. Olimpiyatlara gidemedim ama basketbol maçlarına Avrupa’ya çok gittim. Basketbol Federasyonu asbaşkanlığım sırasında kafile başkanı olarak takımı götürürdüm.

    – En beğendiğiniz ve en yakın olduğunuz futbolcular kimlerdi?

    Fenerbahçeli oyunculara karşı her zaman sınırsız bir sevgim var. Küçük Fikret canciğerimdi.

    Bapçum modası vardı. İlk taklit edenlerden birisiydi. Uzun ceket, top ense saç, nokta kravat. Yakışıklı bir adamdı o. Aramıza katıldığında “Bapçum aşağı Bapçum yukarı”

    Cihat Arman vardı, canım ciğerimdi. Bir de kitabı vardı. “Ben kitap çıkarıyorsam sensiz olmaz” dedi. Sizce bir kaleci nasıl uçar? O bir efsane! Sarı kazağıyla 90 derece tabir ettiğimiz yere uçuyor, topu tutuyor. Şeref Stadı’nda bütün saha “Uç sarı kanaryam benim” diye bağırıyor. Sarı kanarya Cihat’la geliyor Fenerbahçe’ye. Sarı kanarya sarı kazakla uçuşundan geliyor. Takılan lakaplar boş değil.

    Anlatacak o kadar çok şey vardır ki hangi çocuğu beğenmem?

    Ogün Altıparmak, Lefter, İsmail Kurt, Can Bartu, Küçük Fikret, Büyük Fikret ve sayamadıklarım… Hepsi çok büyük insanlar, o kulüpte yetiştiler, o kulüpte bıraktılar.

    Düşünün ki Eşref Aydın, ben, kaç senedir şu kulübün içindeyiz. Bunlar yaşanmış olaylar, unutulmaması gereken olaylar. Ama şunu söylerim o zamanki futbol daha kaliteliydi.

    – Bir dönem üye kayıt defteri gözden geçirilmesi nedeniyle göreve çağrıldınız…

    Şerefli vazifeyi ifa daveti 16.11.1959’da kongre azası genel sekreter Faruk Ilgaz’dan geldi.

    Üye kayıt defterinin felaket hale geldiği söyleniyordu. Beş kişilik bir komite belirlendi.

    En büyük şansımız eski Fenerbahçelilerin hepsinin hayatta olmasıydı. Selahattin Bey’e, Hasan Kamil Bey’e gittik. En büyük kazancımızdı onların verdiği yolda yeni defter hazırladık, sonra o defter de felce uğradı.

    Donki Necdet vardı Galatasaraylı. Notere tasdik ettirelim derken vefat etti. O defter de kayba uğradı, güvenilir kişi olarak görev almak bir onurdu benim için

    – Fenerbahçe Spor Kulübü 50. yıl komitesinde, basın yayında, hem de tarih komitesinde yer aldınız…

    Evet, ilk toplantıda Zeki Bey efsane kaptandı. Zeki Rıza başkan ben geldiğimde gayet ilgi ile karşıladı. Bulunanlara döndü “Bakın tarih komitesinde genç bir arkadaşımız da var” dedi.

    Ben de Zeki Rıza Sporel’e dönüp yine aynı heyecanla “Sayın kaptan size eski bir sözünüzü hatırlatabilir miyim, 1932’de küçük bir çocuk teyzesinin elinde mağazanıza gelip de yeğenim yarın mektebe başlıyor ona bir Fenerbahçe rozeti hediye etmek istiyorum” demişti. 

    Ben sözümü bitirmeden “O sen misin yoksa” dedi. Sonra dönüp arkadaşlara “Yanlış mı konuşmuşum” dedi. O an ve o komitede görev almak benim için onur kaynağı oldu.

    -Türk sporu adına yazılan kitapları yeterli buluyor musunuz? Özellikle futbol içeren kitapları karşılaştırdığınızda farklı bilgiler insanı şüpheye düşürüyor… Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?

    Spor basınına inanmıyorum her branş var ama yazılara baktığınızda sadece futbol…

    Ayrıca bu futbol yazılarına da hiç kanaat getirmiyorum. Biri bir yıldız veriyor diğeri dört yıldız, biri üç biri beş yıldız, bu nasıl bir matematiktir. Bütün bunları üzülerek izliyorum.

    Bugüne kadar hep dokümanla konuştum.

    Federasyonda asbaşkanken bir maçta Fenerbahçe’nin attığı bir basketin bana kale hesabını yaparak şu kadar kare Fenerbahçe’nin attığı sayı sayılmaz dendi. “19.59’da maç bitiyor” dedim. 60 saniyenin dolması için bir 20 saniye daha lazım siz önce bir öğrenin. Bunu bilmeden karşıma geliyorsunuz önce öğren şu alet nasıl çalışıyor işten anlamayan ahkâm yürütenlerle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz, aldığınız resmi bir görev varsa.

    -Fenerbahçe Spor Kulübü yönetimini nasıl buluyorsunuz?

    Eski Fenerbahçeliler olarak Aziz Yıldırım’ı takdir ediyoruz. Yaptığı şeyler bizim aklımıza gelmezdi.

    “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” dedi. Bu yıl da büyük bir artış var taraftar sayısında.

    “Avrupa takımı olacak” dedi. Bunda hala biraz engeller görüyorum. Çünkü Avrupa’da 15-16 takıma karşı oynuyorsunuz.

    Yabancı oyuncu sınırlandırılması kalkmalı. Sen Türkiye’de genç oyuncu yetişmesini istiyorsan hala milli takıma Rüştü’yü çağırmak niye? Aklım ermiyor.

    Bir de Roberto Carlos var. O dünya çapında bizim milletin hayal bile edemediği bir oyuncuydu. Ama o kadar abarttılar ki o kadar büyüttüler ki bu bizim milletin mayasında var. O bir defans oyuncusu ama beklentiler abes. Adam ağzıyla kuş tutsa yaranamaz.

    – Spor kulübü olmanın özellikleri nedir? Spor kulübü olmayı kimler hak ediyor?

    Türkiye’de futboldan kazandığını diğer branşlara yatıran kulüplerle, futboldan kazandığını futbola yatıran kulüpler aynı kefeye konuyor. Sonunda da her ikisi de spor kulübü olarak karşımıza çıkıyor. Adalet yok.

    Fenerbahçe tam anlamıyla bir spor kulübü. En son 100. yılımıza bakın, en büyük başarısı sadece futbol değil. Atletizm, boks, voleybol yüzme, masa tenisi hepsinde şampiyon olmuş. Dereceye girmiştir. Örneğin bayan voleybolda 2. olmuş şampiyon olmamış ama dereceye çıkmıştır.

    Fenerbahçe Spor Kulübü futbol kulübü değil, spor kulübü adını taşıyor. Bunun şartlarını da mükemmel bir şekilde yerine getiriyor. Sadece Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ın amatör şubeleri var. Ama ligde bulunan tüm kulüpler spor kulübü diye geçiyor. Örneğin Ligdeki kulüplerin çoğunun futboldan başka ne branşı var? 2. bir şube yok neden bu adı alıyor. Arsenal Futbol Kulübü diye anılır. Avrupa’da bunlara dikkat edilir.

    Fenerbahçe bugün tesisi bakımından da Türkiye’nin en zengin tesislerine sahip. Spor dalları bakımından en fazla spor dalına sahip. O basketbol da örnek genç var, erkek var, bayan var, A takımı var… Lisanslı sayısına, yapılan spor faaliyetlerine bakarsanız diğer kulüpleri mat edecek kadar çoktur. Tekrar söylüyorum 100. yıl da olaydır. Fenerbahçe Spor Kulübü futboldan kazandığını Anadolu’nun çeşitli yerlerinde spor okulları açarak harcar. Neden büyüktür, işte bu yüzden büyüktür Fenerbahçe. Büyümek sadece futbolda şampiyon olmakla kalmamıştır. Şampiyonluk kazanamadığı dallarda da kürsüye çıktı; ya 2. ya 3. Bunları görmek örnek almak lazım…

    – Ve Şampiyonlar Ligi’ndeyiz? Teknik direktörümüz Sayın Zico’yu değerlendirir misiniz?

    Gene Fenerbahçe üzerine düşeni yapacak. Karşımızdaki yabancılar kaç yabancıyla oynuyorlar, biz kaç yabancıyla. Ayaklarımız eşit değil. Onların bacağı daha yüksek. Eşitsizliklerimiz, haksızlıklarımız çok. Fakat ben teknik bakımdan da, idari bakımdan da, futbolcular bakımından da her zaman kulübüme güvendim, yine güveneceğim. 100 yıllık şanlı şerefli kulübüme.

    Evet, Zico’yu tutuyorum. Futbol dünyasında Brezilya gibi bir ülkede Beyaz Pele lakabıyla ün yapmış futbol bilgisi yüksek, Didilerle, Pelelerle oynamış değerli bir futbolcuydu Zico.

    Carlos diyor ki; “Onun yanında bile çalışmak gururu verici”. Futbol bilgisi olan insanların ortak görüşü Zico futbol bilgisine sahip bir insan. Bunu hocalığı ile de ispatladı. İlk geldiği sene bir takımı şampiyon yaptı. Daum ilk geldiği sene şampiyon yapamadı. Doğru dürüst derbi bile kazanamadı. Birde Zico’ya bakın. Ben güveniyorum.

    Fenerbahçe 1922-23 yılında hiç gol yemeyen bir İstanbul takımı oldu. Oyuncuların hepsi yüksek tahsilli üniversite mezunlarıydı. Yavuz İsmet Uluğ Zeki Rıza Sporel Veteriner, Bedri Gürsoy Diş Hekimliği Fakültesi, Fahir Yeniçay Fen Fakültesi mezunu sonra profesör. Türkiye’nin tek atom profesörü Sonra Fen Fakültesi’ne dekan oldu. 58 atılan gole karşı hiç gol yemedi bu oyuncular. Böyledir Fenerbahçe takımı. Türk futbol tarihinde kırılmayan rekoru kırdılar. Fenerbahçeliler ne kadar övünseler azdır. Biz her şeyin üstesinden geliriz.

    – Fenerbahçe’nin yüz yıllık tarih kitabı yazılıyor. Bunda sizin de emeğiniz çok fazla…

    Hayatımın kitabı. Benim üzerime düşen görev bitti. Sanırım yakında çıkacak. En duygulandığım an Fenerbahçe 100. yıl kitabını yazma şerefine nail olmak ve bu görevi arkadaşım Sertaç Kayserilioğlu ile paylaşmış olmam. Ben bu katkılarımla 82 yaşında bu işin altından kalktığıma göre Fenerbahçe’ye hizmetin yaşı yoktur.

    Ayrıca torunumun Dünya Fenerbahçeliler günü olan 19 Temmuz ilan edilmeden 19.07.2000 günü doğmuş olması, yapılan üç tane Fenerbahçe görsel tarihinin içinde yer almam (ki bunlar: “Kuruluştan kurtuluşa”, “Bahçedeki Fener” ve “Bir Tutkunun Tarihi”)… Hepsi çok hoş rastlantılar. Bir insan için güzel hatıralar.

    – Fenerbahçe dergimiz hakkındaki düşünceleriniz ve önerileriniz eleştirileriniz?

    İlk sayısından beri inceliyorum. Her şeyiyle mükemmel. Baskı kalitesi de harika. Hacim olarak doyurucu, Fenerbahçe’den en doğru haberleri alabileceğimiz iki kaynaktan biri. Bir diğeri ise Fenerbahçe TV.

    Dergi vasıtasıyla her ay sonu ve dolayısıyla yılsonu haberlerin bir toplamı geçiyor elimize. Arşivimiz oluyor aynı zamanda. Kötünün bir sınırı vardır; “bundan kötüsü olmaz” deriz . Ama iyinin sınırı yoktur. Daha iyisi olur, onun da iyisi olur. Ölçü olarak tahlilim bu. Her şey için söyleriz. “Bundan iyisi can sağlığı” deriz. Ama kötü için noktayı koyarsın. Kötü kötüdür.

    Dergi hep iyiye gidiyor. Tatmin ediyor. Tüm branşlardan haberler veriyor. Gazetelere baktığınızda ise nerde yüzme? Nerde kürek? Nerde boks? Ama dergimizde hepsi var.

    1950’li yıllarda 4 kalecili bir takım vardı. Öz Fenerbahçe Dergisi futbol takımı. Futbolu bıraktıktan sonra bir araya gelip oynayan 4 kalecinin de yer aldığı takımdı. Sabri Kiraz, Cihat Arman (santrfor), Fecri Ebcioğlu (takımın kalecisi). Ortaköy’lü Behiç. Bu takım, tarihinde yenilgi görmedi.

    – Fenerbahçe’nin büyük taraftarına mesajınızı alabilir miyiz?

    Bizim zamanımızda kazanan-kaybeden hep birlikte maçtan sonra birbirimizi tebrik edip, akşam da eğlenceye giderdik. Mesajım şu;“En olgun taraftar olmak!” Bu Fenerbahçe’ye en çok yakışan şeydir. Bunun için ne kadar tahrik görürsen gör, efendiliğini kaybetme, hep destek tam destek, Fenerbahçe’nin en güzel işaretidir.

    Bir adamını ıslıklıyorsun, bu sana yakışacak olay değil, sana her şeyden önce hayran olduğun renklerine bağlılık lazım. Belki o beğenmediğin ıslıkladığın oyuncu attığı bir golle seni galip çıkaracak. Sen de hatırladığında mahcup olacaksın.

    Bunun örneklerini de çok yaşadık. Her zaman desteklersen bu çok daha iyi olacaktır. Fenerbahçe en çok taraftarı olan kulüptür. Bize yakışan duruşu her zaman muhafaza etmeliyiz.

    – Sizin bizimle paylaşmak istedikleriniz…

    Can Bartu benim basketbolcumdu. Bir gün basketboldan çocuklar Genç Milli Takım İstanbul şampiyonu olduklarının 40. yılında bir yemek hazırlamışlar. Faruk Ilgaz Tesisleri’ndeki bu yemeğe ben de gittim. Yemekte Atatürk sevgisi ve Fenerbahçe tarihi ile ilgili konuşmalar yapıldı. Orada da anlatmıştım.

    Fenerbahçe’nin tarihi o kadar geniş ki mesela gazetede bir haber okumuştum. Hemen kulübe haber vermiştim. Sabiha Rıfat İzmir’de vefat etmiş. Ve gazete ilanı onu sadece inşaat mühendisi kimliği ile belirtmişti. Hemen kulübe ilettim. Kulüp de çelenk göndermişti. Fenerbahçe tarihindeki kişiler bir efsanedir.

    Sabiha Rıfat’ı bilmeyen kişilere tanıtmak istiyorum. Kulübümüze hizmet veren her insan bizim için değerlidir. Yıl 1929 tamamı yüksek mühendis mektebi (teknik üniversite) öğrencilerinden kurulu Fenerbahçe’nin güçlü voleybol takımında bir de bayan sporcunun yer aldığı görüldü. O tarihlerde Türkiye’de henüz bir bayan voleybol takımı bulunmadığından teknik üniversitede öğrenim görmekte olan ve büyük bir voleybol yeteneğine sahip bulunan Sabiha Rıfat hanıma okul arkadaşları kendi aralarında yer vermişlerdi. Yönetmeliklerde bir bayan sporcunun erkek takımında yer alamayacağına dair bir maddenin bulunmaması yüzünden Sabiha Rıfat Hanım’a Fenerbahçe Spor Kulübü adına tescili yapılmıştı. Ve bu takım İstanbul şampiyonluğunu kazanmıştı. Dünyada ilk ve tekti. Ve Fenerbahçe Spor Kulübü umumi kaptanı genel sekreter vekili Hayri Celaleddin Atamer Sabiha Rıfat’a bir mektup göndermişti. Bu mektupta; “Bu memlekete ilk defa cem’i bir sporda erkek arkadaşlarla beraber olarak oynamak suretiyle gösterdiğiniz teceddüt ve muvaffakiyetten dolayı sizi Fenerbahçe gençliği ve Hey’et- i İdaresi namına hararetle tebrik ederim efendim” diye yazıyordu.

    Bir Türk kızının şampiyon bir erkek takımında yer alması Türk sporu adına büyük olaydı. 

    Daha sonraları Anıtkabir inşaatında da kontrol mühendisliği yapmıştı. Diyeceğim o ki; Fenerbahçeliler tarihlerini iyi bilsinler ve onları bu duruma getiren efsane insanları asla ve asla unutmasınlar…

    Röportaj: Sibel Kurt (Ekim 2007 – Fenerbahçe Resmî Dergisi)


    Bir İstanbul Vardı

    Ben, İstanbul’da doğdum. İstanbul’da büyüdüm.

    Yetmiş beş yılı aşan ömrüm hep İstanbul’da geçti.

    Çocukluğumun, delikanlılığımın, gençliğimin geçtiği bu şehirde arkamda bıraktım yaşlarımı.

    Ömrümün ihtiyarlık çağındayım şimdi. İstanbul’u yazarak tadını çıkarıyorum İstanbullu olmanın.

    Bir kez daha.

    Azrail’le randevum nerededir, bilinmez. Fakat yine de bu şehirde olmasını isterim kabrimin. Mezar taşımda İstanbullu yazmasını isterim.

    Bu şehirde diyorum. Çünkü benim yaşlandığım, toprağında yatmayı arzuladığım şehir, doğup büyüdüğüm o güzel İstanbul asla değil şimdi. İstanbul’um diyemeyeceğim bir garip diyar oldu burası

    Cem Atabeyoğlu

  • 1929 Voleybol Finali

    1929 Voleybol Finali

    Malumunuz, o yıllar Fenerbahçe ve Türk voleybol tarihi için eşsiz bir sürece sahne oluyor. Çünkü Fenerbahçe erkek voleybol takımında bir kadın sporcu da forma giyiyor. 1929 voleybol finali ile ilgili İkdam gazetesinde yayınlanan bu haber ileride voleybol tarihini yazacak araştırmacılar için de çok faydalı bilgiler içeriyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İstanbul Voleybol Şampiyonluğu Finali

    Voleybol şampiyonası finali dün Beyoğlu Amerikan kulübünde Fener-Beşiktaş takımları arasında yapıldı. İstanbul voleybol şampiyonluğunu halledecek olan bu maçı seyretmek için kalabalık bir seyirci kitlesi toplanmıştı. Takımlar alkışlar arasında sahaya çıktılar. Senelerden beri İstanbul voleybol şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe ile onun daimi finalist rakibi Beşiktaş arasında cereyan eden mücadelenin çok alaka uyandırdığı alkışların salonu titreten şiddetinden anlaşılıyordu.

    Sahaya çıkan Fenerbahçe takımı final maçına şu kadro ile çıkmıştı: Bedi, Yusuf, Aziz, Salih, Hikmet, Sıtkı.

    İhtiyatlar arasında resmî müsabakalara ilk iştirak eden Türk hanımı Sabiha Hanım da bulunuyordu.

    Maça maruf sporcumuz İlhami Bey’in hakemliği ile başlandı.

    İlk dakikalarda her iki takım müsait puanlar kazanıyorlardı. Fakat birkaç dakika aksayan Fenerlilerin gevşekliğinden istifade eden Beşiktaşlılar aradaki farkı birdenbire açtılar ve ilk seti 13-15 kazandılar.

    İkinci devre, senelerden beri muhafaza edilmiş bir şampiyonluğu kaybetmemek gayretiyle çalışan Fenerlilerin, gene senelerden beri takip edilen ümide yaklaşan Beşiktaşlılarla çetin bir mücadele yaptıkları görülüyordu. Filhakika mücadele çok heyecanlı bir mecra takip ediyordu. Neticede ikinci seti, 9-15 Fenerliler kazandılar.

    Üçüncü devre neticeyi belli edecekti. İki takım sahaya çıktığı vakit oyuncuların yüzünde asarı gözüken heyecanın seyircilere kadar sirayet ettiği gözüküyordu.

    Devre başlar başlamaz Beşiktaş oyuncularının faaliyete geçtikleri müşahede edildi. Bu faaliyet üst üste kazanılan dört sayı ile tevsik edilince artık Fenerli voleybolcuların senelerden beri muhafaza ettikleri şampiyonluğu kaybettikleri kanaatı hasıl olmaya başladı.

    Fakat oyun, gayretlerini artıran Fenerlilerin sevkiyle yeni bir mecraya girdi ve üst üste 15 sayı yapan sarı-lacivert takım, Beşiktaş’ı 4 sayıda bırakarak maçı 15-4 kazandı, İstanbul şampiyonu oldu.

    13 Nisan 1929 – İkdam Gazetesi (1929 Voleybol Finali)

  • 3 Mayıs

    3 Mayıs

    Fenerbahçe’nin kuruluşunun Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen dönem içerisinde özel bir anlamı vardır. Bu anlam, bir avuç gencin, yaşadıkları topraklarda yabancıların hakimiyetinde oynanan futbol oyununa, adeta isyan ederek, dahil olmalarında gizlidir.

    Nurizade Ziya, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Asaf adlı gençler, semtleri Kadıköy’ün en büyük okulu Saint Joseph Lisesi’nin Türkçe öğretmeni Enver Bey ile bir araya gelerek bu isyanı başlatanlardır.

    Çoğunlukla yabancıların yaşadığı Kadıköy’de, yine yabancı çocukların çoğunlukta olduğu bir okulda görev yapan bir Türk öğretmenin sözleriyle filizlenen “bağımsızlık” ve “eşitlik” gibi duygular; Fenerbahçe burnundaki çayırlarda yaptığı antrenmanlarla kendini göstermiş ve Fener’e ışık olmuştur.

    1907 yılının bahar aylarında Fenerbahçe Spor Kulübü’nü meydana getiren gençlerin taşıdığı duygular, kuruluş yıllarında çekilen zorluklara rağmen zayıflamamış; ülkemizin (Mustafa Kemal Paşa tarafından yakılan) bağımsızlık ateşinin etrafında pervane olmuştur.

    Fenerbahçe Spor Kulübü, “kendisine ebedi muvaffakiyetler” dileyen Mustafa Kemal Paşa’nın kulübü ziyaret günü olan 3 Mayıs’ı,  “Kuruluş Günü” olarak kutlamaktadır. İşte bugün 114 yaşına gelen Fenerbahçemizin içinde tarih yatan mazisinden satır başları….

    23 Temmuz 1908’de tekrar ilan edilen Meşrutiyet sonrasında Türkiye toprakları adeta cemiyetler ve kulüplerle dolup taşmıştı.

    Fenerbahçe’nin ismi 1908 yılı başlarından itibaren günlük gazetelerde maç haberleri görülmeye başlanmış, bugüne kadar tespit edilen ilk fotoğrafı ise, 1908’in Aralık ayında Musavver Muhit adlı dergide yayınlanmıştı.

    Bu sırada Padişaha ait olan Papazın Çayırı’nın bir bölümü Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Songülen’in de aralarında bulunduğu girişimciler tarafından kiralanarak “Union Club” kurulmuş, günümüzün Fenerbahçe Stadyumu’nun bir anlamda temeli atılmıştı.

    Bu tarihten kısa bir süre sonra Ayetullah Bey dışında kalan kurucular türlü nedenlerle kulüpten ayrıldılar. O zaman yüzbaşı olan Mustafa Kemal Bey Fransa’da, Picardie manevralarında iken, Fenerbahçe tarihinin ilk buhranını geçiriyordu.

    Sahaya çıkaracak sporcu bulamadığı için Üsküdar Pazaryolu Kulübü ile birleşen Fenerbahçe’nin, yapılan ilk toplantıda bağımsızlığının tehlikeye düşmesi üzerine ayağa kalkan Ayetullah Bey’in kulübü bu badireden nasıl kurtardığını, o gün o toplantıda bulunan Nasuhi Baydar’dan dinleyelim:

    Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di. …. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp…. ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”
    Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi :
    – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır”
    Sonra bir teklif ile geldi:
    – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”

    Ayetullah, birdenbire, köpürdü:
    – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz”
    Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu :
    – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?”
    “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”

    Fenerbahçe, bu tehlikeli dönemeçten iki sene sonra, 1912’de ilk şampiyonluğunu yaşadı.

    Mekteb-i Sultani’den ve Galatasaray takımından ayrılan Hasan Kamil Sporel ile birlikte daha da güçlenen Fenerbahçe’de; Elkatipzade Mustafa Bey, İstanbul çayırlarından topladığı futbolcularla Türkiye’nin ilk altyapı takımlarını oluşturarak, futbol tarihine ve Fenerbahçe’nin sonraki 20 yılına adeta tek başına damgasını vurdu.

    Nasuhi Baydar, bu büyük Fenerbahçeliyi şöyle anlatacaktı:

    “Gündüz mağazaya, gece eve gitmeyip Fenerbahçe’nin istikbal ve hali ile meşgul olduğu günler birbirini takip etti. Mustafa artık kulüpte yatıyor, kulüpte yiyor, yalnız kulübün işleriyle alakalanıyordu. Fenerbahçe’ye maddi veya manevi yardımda bulunabilecek kim varsa, Mustafa bunların hepsiyle dost oluyordu Filan yerde bir sandal, falan yerde iki kale filesi, şu gümrük ambarında birkaç çift spor kundurası, burada bir az tahsisat, hepsini Mustafa öğreniyor, Fenerbahçe’ye temin etmenin yolunu buluyordu. Ve böylece, Fenerbahçe varlıklı bir müessese olurken Mustafa da kendi varlığını kaybetti, babasının mirasını bile… Fenerbahçe Mustafa’ya neler borçlu değildir? Bunun muhasebesini değme mütehassıs tutamaz. Fakat, Mustafa bütün alacaklarını bir iki gole, bir şampiyonluğa çoktan helal etmiştir.”

    Ertesi sene 1913 tarihli tüzüğünü yazan Fenerbahçe, Cemiyetler Kanunu’na göre tescil edilen kulüpler arasına katıldı.

    Nafia Nazırı Mehmet Hulusi Bey’in ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Doktor Hamit Hüsnü Kayacan’ın, sırayla Başkan oldukları 1913-1915 yılları arasında Fenerbahçe başarıdan başarıya koşarken, kulüp tarihini asıl damga vuran isim ise Galip Kulaksızoğlu oldu.

    Seneler boyunca kulübe yeni gelen bütün genç sporcuları Atatürk’ün Fenerbahçe hatıra defterine yazdığı yazının karşısına götürüp onlara bu yazıyı okuyan, bütün çağdaşlarının deyimiyle “en büyük Türk sporcusu” Galip, Fenerbahçe’nin kuruluşundan itibaren bütün branşlarda spor yaptı. Genel kaptanlık, başkanlık, hatta stadyum müdürlüğü bile yaptı. Ölene kadar kulübüne hizmet etti, kulübü için yaşadı.

    1914 yılı, artık bir spor kulübü olan Fenerbahçe için alabildiğine hareketli geçti.

    O sene ilk Galatasaray galibiyeti alındı.

    1932’deki yangın felaketine kadar evimiz olacak ve birbirinden meşhur konukları ağırlayan Kuşdili Lokali açıldı.

    İkinci İstanbul Ligi şampiyonluğu kazanıldı ve Fenerbahçe ilk yurt dışı seyahatine, Rusya’ya gitti.

    Fakat 1914 yılı bitmeden dünya kelimenin tam anlamıyla birbirine girdi.

    Cumhuriyet döneminde bakanlık görevi de yapacak olan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kadıköy sorumlusu Sabri Toprak, savaş yıllarında kulübün başkanlığını yürüttü ve kulüp üyelerinin cepheden cepheye koştuğu seferberlik zamanlarında kulübe muazzam hizmetlerde bulundu. Sabri Toprak, aynı zamanda Fenerbahçe tarihinin en kıymetli misafirini kulübe getiren isim olacaktı.

    Savaş sona ermeden kısa bir süre önce, 3 Mayıs 1918 tarihinde, o dönem adı İttihat Spor Sahası olarak bilinen Kadıköy Fenerbahçe Stadı’nda bir İdman Bayramı yapılacaktı.

    Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, bir önceki geceyi, Fenerbahçe Başkanı olan, arkadaşı Sabri Bey’in evinde misafir olarak geçirdi.

    Öğlen saatlerinde de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kuşdili’ndeki lokalini ziyarete geldi ve burada saatlerce kaldı.

    Son dönemde yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gazete haberleri, Mustafa Kemal Paşa’nın sadece Fenerbahçe kulübü’ne değil, aynı zamanda Fenerbahçe Stadyumu’na da geldiğini böylece kanıtlamış oldu.

    Yalnızca 1 sene sonra millî mücadeleyi başlatmak için Anadolu’ya geçecek olan Atatürk, önce kulüp hatıra defterini imzaladı.

    Günün sonunda Elkatipzade Mustafa Bey’in idaresindeki futaya binip Sabri Bey’in Moda’daki evine geri dönmeden önce iskeleden kendisini uğurlayanlara dönerek “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler dilerim” dedi.

    O gün orada olanlardan biri de Münir Nurettin Selçuk’tu. Seneler sonra bir röportajında o günü anlattı :

    19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarına İstanbul’da destek verenler içinde Fenerbahçe Spor Kulübü de bulunuyordu.

    Mütareke ve işgal yıllarında esir şehrin moral kaynağı olan takım, Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık etmişti.

    Sabri Toprak uzun bir süre, diğer vatanseverlerle birlikte Malta’da sürgündü. Geri döner dönmez, Anadolu’ya geçti.

    1921 senesinde Londra’ya giden Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetinde, Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Bey bulunuyor, kulübün 1 numaralı üyesi Enver Yetiker, İstanbul gümrüğünde Milli Mücadele için çalışıyor, bir diğer kurucumuz Necip Okaner ise deniz subayı olarak çarpışıyordu.

    Fenerbahçeliler sadece sahada değil, Milli Mücadele’nin her cephesinde savaşıyorlardı.

    Teceddüt Fırkası - Malta Sürgünleri > Bilimdili.com

    1922 Türkiye için zaferin yılı oldu.

    Anadolu’da Milli Mücadele’yi kazanan Türk ordusu, aynı yılın Ekim ayında, başlarında Refet Paşa olduğu halde İstanbul’a giriyor, onları karşılayanlar arasında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı heyeti de bulunuyordu.

    Refet Paşa birkaç gün sonra, önce Fenerbahçe Stadyumu’na, sonra da kulübün Kuşdili’ndeki lokaline ziyarete gelecek, orada 4 sene önce Mustafa Kemal Paşa’nın imzaladığı deftere “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçelilere” yazacaktı.

    1923’de Fenerbahçe, artık onlarca şubesi olan çok büyük bir spor kulübü olarak, üçüncü tüzüğünü kaleme aldı.

    Cumhuriyet’in ilanından sonra, Fenerbahçe Atatürk’ün “Yeni Devlet, Yeni Toplum” idealine sıkı sıkı sarılacak, Atatürk’ün gösterdiği yolda, bütün inkılapları canı gönülden destekleyecekti.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında Bursa’da bir Fenerbahçe maçını izledi. Dönemin resmi gazetesi sayılan Hakimiyet-i Milliye’de yer alan habere göre Mustafa Kemal Paşa; Fenerbahçe ile Bursa ve Ankara karmasının karşı karşıya geldiği ve 1-1 sonuçlanan maçı, kendisi için özel olarak hazırlanan tribünde izlemişti.

    1926 Şubat ayında, Fenerbahçe Stadı’nda ilk Türkiye Kadınlar Atletizm müsabakaları yapılacak. Fenerbahçeli Mübeccel Argun da şampiyonlar arasında yerini alacaktı.

    1929 yılında, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendislerinden Sabiha Rıfat Ecebilge Gürayman, Fenerbahçe’nin şampiyon erkek voleybol takımında forma giydi.

    “Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır: “Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur” diyen Atatürk’ün aydınlık toplum ideali, Fenerbahçe’nin ışık saçan feneri oldu.

    1927 senesi, hem Fenerbahçe hem de İstanbul’un tarihi için önemli bir senedir.

    Cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayanlar arasında Fenerbahçe Spor Kulübü de vardır.

    Fenerbahçeli denizcilerin Moda açıklarına gelen Mustafa Kemal Paşa’ya kayıklarıyla yaptıkları karşılama dönem basınınca “emsalsiz” olarak nitelenmiştir. Bu karşılamadan sonra teknesi kıyıya yanaşan Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerden bir dürbün istemiş ve bir süre Fenerbahçe kıyılarını seyrettikten sonra “Şurası ne güzel bir yerdir” demiştir.

    1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından günler boyunca okunan “Nutuk” adlı eserin, seneler sonra Fenerbahçe Başkanlığı da yapacak olan, Fenerbahçeli futbolcu Bedii Yazıcı tarafından günümüz Türkçesine uyarlanması, Fenerbahçe ile Atatürk’ü tekrar bir araya getiren önemli bir olaydır.

    1931 ve 1932 yıllarında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı iki kararname ile Fenerbahçe Stadyumu önce 10 yıllığına Fenerbahçe’ye kiralandı, sonrasında ise Fenerbahçe’nin mülkü oldu.

    1932’nin 5 Haziran gecesini 6 Haziran sabahına bağlayan saatlerde, Fenerbahçe tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı.

    18 sene boyunca Fenerbahçe’nin bütün hatıralarına ev sahipliği yapan Kuşdili Lokali feci bir yangın neticesinde yok oldu. Türkiye’nin dört bir yanından taraftarların, gazetelerin bağış kampanyaları aracılığıyla yardıma koştuğu Fenerbahçe’ye en büyük bağış Mustafa Kemal Atatürk’ten geldi.

    1933 yılında Fenerbahçe, yurtta büyük yankı uyandıran, ilk Türkiye Şampiyonluğu’nu kazandı.

    Fenerbahçe Atatürk’ün sağlığında biri 1935, diğeri 1937 yıllarında olmak üzere iki ulusal şampiyonluk daha kazanacak, 28 şampiyonlukla bugüne kadar en çok Türkiye şampiyonu olan takım unvanını koruyacaktı.

    1934 senesinde, büyük bir törenle Fenerbahçe Stadyumu’na Atatürk’ün bir büstü konuldu.

    Fenerbahçeli sporcular, Atatürk’ün Fenerbahçeli çocukları, yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:

    “Büyük Atatürk, Senin açtığın yolda, senin göstereceğin hedefe yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ve mertliği ile senin peşinden geleceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.…

    Bundan sonra, uzun seneler boyunca ve 1938’de sonra gitgide artan bir özlemle, bütün kuruluş yıl dönümleri o büstün önünde kutlanacaktı.

    1935’de kurucuları arasında Celal Bayar’ın ve Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’in de bulunduğu Moda Deniz Kulübü kuruldu.

    Atatürk, çok sevdiği Kadıköy’e ve Fenerbahçe’ye her sene bir kez geliyordu. Fakat 17 Mayıs 1936’da Mustafa Kemal Atatürk Kadıköy ve Fenerbahçe semtlerine adeta bir güneş gibi doğdu.

    Bu ziyaretin bir fotoğrafı bugün Fenerbahçe Stadı’nı süslüyor. O mutlu günün diğer resimleri ise Suna ve İnan Kıraç Vakfı – İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinde ortaya çıktı.

    Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni iken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün temellerini atan Enver Yetiker, 1937 yılında İstiklal Madalyası aldı. Fenerbahçe’yi beraber kurduğu Nurizade Ziya Songülen, bir sene önce, 1936’da hayata veda etmişti… 1938’in Şubat ayında ise Sabri Toprak vefat etti…

    Birkaç ay sonra, Türkiye en büyük kaybını yaşayacaktı…

    10 Kasım 1938’de, sabah 09:05’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayata gözlerini yumdu. Hatırası sonsuza dek Türk halkının ve “takdirlerine ve tebriklerine mazhar olan” Fenerbahçe camiasının kalbinde yaşayacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Sabiha Rıfat Gürayman

    Sabiha Rıfat Gürayman

    Milliyet gazetesi’nde 20 Aralık 1973 tarihinde Güngör Gönültaş imzalı bir röportaj / yazı dizisine başlamış ve takip eden üç gün boyunca, okul yıllarında Fenerbahçe’nin erkek voleybol takımında oynayan, Türkiye’nin ilk kadın yüksek mühendisi Sabiha Rıfat Gürayman ve hayatı anlatılmış. İsmi geçenlerin hepsi nur içinde yatsın, diyerek… Keyifle okumanız dileğiyle..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not : Kendisinin evlenmeden önceki soyadının “Ecebilge” olduğunu tespit ettik. Bunu da yazmadan geçmeyelim.


    Sabiha Rıfat Gürayman

    Sabiha Rıfat (Gürayman) 50. yılına giren genç Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk kadın yüksek mühendisidir. Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal’in sosyal hayata soktuğu Türk kadınını, o, kendi görev alanında başarı ile temsil etmiştir.

    BİR ESKİ GAZETEDEN : “… Bayındırlık Bakanlığı adına yapının kontrol şefi bir kadındır : Yüksek Mühendis Sabiha Gürayman. Anıtkabir’in yapısı, Atatürk’ün kafes ardından, peçe altından kurtardığı, yargıçlıktan, mühendisliğe kadar bütün hayat kapılarını açtığı Türk kadınına teslim olunmuştur. (Bülent Ecevit, Ulus Gazetesi, 1952)

    Otuz yıllık meslek hayatında böylesine bir başarının da sahibi olan Sabiha Rıfat, şimdi Emirgân’daki evinin pencerelerinden denizi seyrederken eski anılarına dalıp gitmektedir.

    Manastır’da Başlayan Hayat

    “Ben, 1910 Manastır doğumlu Sabiha Rıfat, babamı Yüzbaşı Rıfat Bey’i, yaralı, yorgun bir savaşçı olarak anımsıyorum.. Kars’da, Filistin’de, Balkanlarda dövüşmüş, vurulup esir düşmüş babamı…”

    Baba, Hareket Ordusu ile İstanbul’a girdikten sonra, aldığı görev üzerine ailesini Manastır’dan getirtmiş ve Üsküdar’a yerleşmiştir.

    “Bir tartışma ve arkasından kaymakamın kafasında patlayan bir iskemle, Üsküdar’daki günlerimizin sonu oldu. Babamı Biga’ya sürmüşlerdi.”

    Sonra tekrar savaş ve yoksulluk yılları başlamıştır. Baba, yuvaya döndüğünde ise beraberinde Kurtuluş Savaşı’nı getirmiştir.

    “Küçük ilçe büyük kargaşanın içinde idi. Her gün silahlı olaylar çıkıyor, kardeş kanı akıyordu. Hayat, yokluk içinde geçiyordu. Gaz yoktu, tuz yoktu, şeker yoktu. Geceleri subay ailelerinden birinin evinde, küçük bir idarenin etrafında toplaşıp aydınlığı paylaşıyorduk.”

    Sabiha Rıfat beş yaşında idi o zamanlar. Annesi ise 21 yaşında zayıf, duygulu, ince bir kadındı. Evin tek güvencesi güngörmüş bir Türk kadını olan babaanne idi.

    “Yuvadaki hocamı, Tango Şevket hanımı anımsıyorum şimdi. Bir de sabahları sarımsak yutardık nedense.. Sonra her şey dağılıverdi. Ne Tango Şevket Hanım hocamız, ne de mevlitlerde şeker yerine dağıtılan nohutlar…”

    Sonda bütün subaylar ortadan kaybolmaya başladılar. Baba da bir gün emir aldığını ve hep birlikte Erdek’e gitmek zorunda olduklarını açıkladı.

    Milli Mücadele Yılları

    “Daha Karabiga’da etrafımızı Anzavur’un atlıları sardı. Bizi bir eve hapsettiler. Babamı sadece İstanbul’a gitmek şartı ile serbest bıraktılar. Vapurdan Tekirdağ’da indik. Babam, bir mavna kiraladı. Gece yola çıkıldı. Ne kötü bir gece idi. Şiddetli bir deniz vardı. Mavnadakilerin hepsi Rum balıkçılarıydı. 20 evlik bir Rum köyünün bulunduğu bir adaya sığındık. Babamın gözleri adamlarda, eli tabancasının üstünde idi. Yanımızda bir subayının babama emanet ettiği karısı, anneme sokulmuş ağlıyordu. Babaanneme usulca soruyordum : Keserler mi bunlar bizi?”

    1919’da birliğine doğru yola çıkan babanın ve ailesinin çilesi bitmemişti daha. Ertesi günü ve geceyi Erdek’te sadece dört duvarı kalmış bir dükkanın içinde geçirdiler. Baba, sabah kiraladığı talikalara onları ve eşyaları taşıdı. Yola çıktılar…

    “Talikalar, zeytin ağaçları ile dolu yeşil bir vadiyi izleyen yolda ilerliyordu. Birden yamaçlardan atlılar inmeye başladı. Silah sesleri geliyordu. Babam silahını çekip atladı. Etrafı bir sürü çeteci ile doldu. Dipçikliyor, tekmeliyor, yumrukluyorlardı babamı.. Malımızı yağmaladılar. Küçük rahlemde okuduğum Kur’ân toz toprak içinde ayaklar altında idi. Fırladım, kapıp aldım yerden, göğsüme bastırdım. Çetecilerden biri bir tekme attı bana, kendimi toprakların içinde buldum. Ağlıyordum. Çeteciler ise herkesi üzerindeki elbiselere kadar soyuyor, alıp götürüyorlardı.”

    1920’de artık İstanbul’a dönülmüştür. Baba, tevkif edilmiştir. Anne ve Sabiha Rıfat’ın küçük kardeşindeki hastalığın artık sabahları aç karnına sarımsak yemekle geçiştirilemeyeceğini söylemiştir doktor. Anne ve küçük kardeş tüberkülozdur. Çerkes Okulu ve Esma Sultan ilkokulundaki yılları gene de bitivermiştir Sabiha Rıfat’ın..

    “İlerici bir din dersi hocamız vardı. Sınıftaki davudi sesli bir kız öğrenciye tecvitle Kur’ân okuturdu. Hocalar dayanamaz, kapıları açarlardı. Koridorlarda gürül gürül dolaşırdı bu ses. Sonra dua ederdik. Küçücük ellerimizi kaldırıp hep birlikte ‘Allahuekber, Allahuekber, Ordumuz olsun daim muzaffer. Riyaziye hocamı anımsıyorum. Beni çok seven bu hocam, alıp büyük sınıflara götürür, problem çözdürürdü. Matematikçi, küçük bir talebe idim. Hocam kendisi gibi bir riyaziye öğretmeni olmamı istiyordu.”

    Dersaadet’te Saadet Yok

    İstanbul işgal altındaydı. Yürekli hocalar vardı. Halide Edip, Hürriyet-i Ebediye tepesinde konuşacaktı. O gün herkes, öğretmeninden, öğrencisinden, odacısına kadar oraya koştu.

    “İngilizler müsaade etmemişlerdi Halide Edip’in konuşmasına. Kalabalığı dağıttılar. Ama herkes Mustafa Kemal’i konuşuyordu. Her geçen gün bir arkadaş aramızdan kayboluyordu. ‘Babası ile Anadolu’ya geçti. Mustafa Kemal’in yanına’ diyorlardı. Gıpta ediyor, özlem duyuyor, birer kahraman olarak düşünüyorduk giden arkadaşlarımızı..”

    “Tam 14 yaşındayım. Gene de başım dönüyor, dönüyor, dönüyor. Her taraf kararıyor. Dünya tepeme iniyor sanki. Artık bütün umutlarım küçük bir çocuğun elinden uçuveren kırmızı bir balondur sanki. Oturmuş, riyaziye hocamın dizlerinde ağlıyorum, ağlıyorum. O da ağlıyor benimle, ağaçlar da…”

    Öğretmen olmak isteyen hem de şiddetle isteyen küçük Sabiha Rıfat artık hiçbir zaman Çapa Öğretmen Okulu’na giremeyecek. Boynundaki arıza nedeniyle doktor muayenesinde çürüğe çıkmıştır. Şimdi, Nişantaşı Kız Orta Okulu’na gitmektedir. Kurtuluş Savaşı bitmiştir. İstanbul, düşman işgalinden kurtuluşunun coşkulu günlerini yaşamaktadır. Onların ise ekonomik düzenleri bozulmuş, babaannenin sandığı boşalmış, anne ve küçük kardeşteki hastalık kötü sonu hazırlamaktadır.

    “Küçük kardeşim Mithat annemin kollarında her geçen gün büyüyeceğine küçülüyordu. Oysa annem hamile idi ve bir kardeş daha bekliyorduk. 1926’da Manastır’dan göç eden anneannemle dayımı kapıdan çıkan küçük bir tabut karşıladı. O kötü sonbahar gecesini hatırlıyorum şimdi. Sabaha karşı annem iyice ağırlaşmıştı. Acı, erken doğumu hazırlamış, sancılar içinde kıvranıyordu. Babaannem ve anneannem sabaha doğru ona doğum yaptırdılar. Tanrı, çocuğunu kaybeden anneye 14 saat sonra nur topu gibi bir erkek çocuğu daha armağan etmişti. Ancak bu doğum, annemin hayata karşı olan son direncini de alıp götürmüştü. Annem, dayımla birlikte dinlenmek üzere Denizli’ye gitti. Babam ise işi gereği Adapazarı’na dönmüş, ben ve babaannem İstanbul’da yine yapayalnız kalmıştık.”

    İstanbul Kız Lisesi’nde

    Ortaokul bitmiş, küçük Sabiha bir genç kız olmuştur. İstanbul Kız Lisesi’ne kaydını yaptırmıştır. Denizli’de bir süre dinlenmiş ve annesi ile tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir.

    “Okul arkadaşım Nesibe’ye uğramıştım. Atatürk’ün emri ile Mühendis Mektebi’ne bu yıl kız öğrenci alınacağını söyledi. Koşup gittik. Kayıtlar o gün kapanıyordu. Giriş sınavlarına ise iki gün kalmıştı. ‘Boşuna yorulma kızım’ dediler. Tepem atmıştı. ‘Beyefendi siz bana sadece kayıt şartlarını söyleyiniz’ dedim.”

    Mühendis Mektebi ve Fenerbahçe

    1927’de Mühendis Mektebi’ne giren iki kız öğrenciden biri Sabiha Rıfat’dı. Güç bela son dakikada okula kaydını yaptırmıştı. Sınavda ise başarılı olmuştu. Artık, büyük devrimcinin Türk kadınına açtığı yolda ilerlemeye çalışan yüzlerce Türk kadınından biri idi.

    “Okulda 350 erkek öğrencinin arasında iki kız talebe idik. Melek ve ben. Önceleri merakla izleniyorduk. Ama giderek her şey değişti. Artık erkek arkadaşlarımla spor yapabiliyordum. O yıllar Galatasaray ile Fenerbahçe takımları vardı. Birinci yılın sonunda okulun voleybol takımına seçildim. Sonra Fenerbahçe Kulübü’ne kaydedildim. İlk maçımızı Kabataş’la yapmıştık. Kaybedeceğiz ve sorumlu olacağız diye ödüm kopmuştu. Çok şükür kazandım. Sonra bir çok resmî maçta oynadım.

    Okul yıllarında ilk öğrenci hareketi oldu. Arkadaşlarım derslerimizin çoğunu notlardan izlemek zorunda kalıyorlardı. Laboratuvarlar yetersizdi. Yatılı öğrenciler bir çok şeyden yoksundular. Kitaplar, yemekler, giysiler gibi nedenler üzerinde ısrarla duruyorlardı. Bir süre yemekler ve dersleri boykot ettik. Olaylar okulda büyük bir neşesizlik yaratmıştı. Ve bu durum okul bitinceye kadar sürdü. Boykot yedi arkadaşımızın okuldan uzaklaştırılmalarına sebep oldu. Hiçbir şey de değişmedi. Not almaktan okul sonuna kadar canımız çıktı.

    Fransa’dan, o yıllar “Köprüler Allahı” diye tanınan bir öğretim üyesi gelmişti. Kendisine benden bahsettikleri için görmek istemiş. Bu sırada ben de voleybol antrenmanından dönüyordum. “Sabiha” diye bağırdılar durdum. Sakallı bir hoca idi. Üstüm başım toz toprak içindeydi. Hoca “Dinamit patladığı zaman korkmayacak mısınız?” diye takıldı. Fransa’ya davet etti.

    Okulun bana kazandırdığı en değerli şeylerden biri kuşkusuz eşimdir. O da inşaat mühendisliği tahsil ediyordu. O da iyi bir voleybolcu idi. Ancak okul yıllarımızda bir arkadaşlığın ötesinde hele bir evliliği hiç düşünmemiştik. Aslında ailemin gün geçtikçe bozulan ekonomik durumu beni o sıralar bunaltıp duruyordu. İstanbul’da kimsem kalmamıştı. Dayım bizlerle oturmak zorunda kalmıştı. Gece notları temize çekip ev işi yapmaktan anam ağlıyordu. Remzi ile başlayan arkadaşlığımız pekişmişti. Zaman zaman dertleşiyorduk. Ama erkekler inanın hep güzel şeylerin konuşulmasından hoşlanırlar…”

    Ve işte artık hayat başlıyordu. Kavgası ve barışı ile acısı ve mutlulukları ile…

    Sabiha Rıfat da artık okullu değildi.

    “Ooh işte okul bitti. Artık kimseye yük olmadan yaşayabileceğim.”

    Nafia Müdürlüğü’nde İşbaşı

    Gerçekten 6 yıla yaklaşan okul dönemi sona ermiştir. Mühendis Okulu’ndan 1933 Şubatında mezun olan Sabiha Rıfat, Ankara’ya Nafia Müdürlüğü’ne atanmıştır. Aynı dönemde mezun olan Melek Hanım ise Bursa’ya tâyin edilmiştir. Vali Üstündağ’dan diplomalarını aldıklarında, kız arkadaşının ve meslektaşının “Şimdi ne yapacağız?” sorusuna “Hiiiç” demiştir Sabiha Rıfat, “Herkes gibi, onlar ne yaparlarsa, biz de onu yapacağız!”

    “Erkek meslektaşlarıma aramızda bir ayrıcalık görmüyordum, yadırgamıyordum. Kimbilir belki de beni başarıya götüren önemli bir nedendi bu. Nisan 1933’de Remzi ile birlikte gittik Ankara’ya. Onun da tayini Ankara’ya çıkmıştı. Gidip Vali Nevzat Tandoğan’ı gördük. İkimiz de dal gibi idik. Arkadaşlar ‘Aman rüzgarlı havada sokağa çıkmayın’ diye takılırlardı bize. Vali Bey, baş mühendisin kulağına bir şeyler söyledi. Sonradan öğrendim, ‘Aman kıza fazla yüklenmeyin’ demiş. Cebeci’de babamla bir ev tuttuk, kardeşimi de yanımıza aldık.”

    Çalışma hayatının ilk yıllarında “Mühendis Hanım”a çıktı Sabiha Rıfat’ın adı. Önceleri pek kolay olmuyordu. Odaya giren mühendisi soruyor ve çıkıyordu. Sonra alıştılar. Sevdiler de…

    “Odacım yaşlı bir adamcağızdı. Bir gün işi için gelmiş bir vatandaşla konuşuyordu. ‘Bu mühendis hanım var ya’ diyordu, ‘Bir rapor verdi mi koca bir binayı yıktırır’. Daha sonraları çevremdeki ilgi ve sevgi saygıya dönüştü”

    1933-34 yıllarında Erzurum Çeşmesi semtinde ve Kaba Küllük’teki iki ortaokul projesini Sabiha Rıfat’a verdiler. Tatbikatını istediler. 1935’de okullar bitmiş ve kabulleri yapılmıştı bile. İnönü’nün oğlu da o yıl ortaokula başlayacaktı. Okula gittiğinde projeyi gösterdiler İnönü’ye. Projede Sabiha Rıfat adı yazılıydı. Yıllar sonra bir heyetle karşısına çıktığında İnönü “Ben sizi tanıyorum efendim”dedi. “Siz şu okulu yapan mühendis hanım değil misiniz?”

    “O yıl ilk defa mühendisleri kent dışındaki işlere de göndermeye başlamışlardı. Bu arada da iki köprü ihale edildi. Bunlardan biri Ankara-Beypazarı yolunun 86. kilometresinde idi. O yıllarda bu tür işler önemli işlerden sayılıyordu. Tecrübeli bir mühendis düşünülüyor ve daha çok kadın olduğum için ben hiç akla gelmiyordum. Başmühendise ‘Ben gitmek istiyorum’ dedim. ‘Dağ başında bir şantiyede kadın mühendis, olmaz’ dedi. Ancak direniyor ve her gün gitme isteğimi tekrarlıyordum.”

    Tutulamıyor

    Bir müdürler toplantısında Başmühendis, Vali Tandoğan’a durumu anlattı. “Tutamıyorum bu kızı” dedi. Tandoğan, toplantıdaki doktora döndü ve “Anlat” dedi. Doktor, Keskin’de doğum yapan bir kadının öldüğünü ve doğuma giden doktorun ölen kadının eşi tarafından öldürüldüğünü anlattı. Tandoğan Başmühendise döndü ve “Sabiha Hanıma anlatın bunu, bakalım gitmek isteyecek mi hâlâ”dedi.

    “Tabii, dedim. Gideceğim ve başaracağım. Öyle mutlu idim ki. Daha ilk günlerde şantiye ve çadır hayatına alışmıştım. Ustalar, ameleler ve çevre köylüleri ‘Mühendis Hanım’ diyor başkaca bir şey demiyorlardı. Büyük bir ilgi ve sevgi bulmuştum. Yakın köylerden yemek yapıp getirenler vardı. Golf pantolonumu ayağıma çekiyor ve sabahtan akşama kadar işin başında onlarla birlikte çalışıyordum. Bir gün yakın köylerden birindeki düğüne davet ettiler. Ayağımda pantolon, sırtımda ceket ve başım açıktı. Yemekte yeşil sarıklı, sakallı bir şeyh vardı. Beni ilgi ile karşılamıştı…”

    Kış bastırıyordu. Yollar bozuktu. İşin bir an önce bitirilmesi gerekiyordu.  Kar bastırırsa 2-3 ay mahsur kalabilirlerdi. İşçiler arasında da bir huzursuzluk başlamıştı. İşçiler zam istiyorlardı, müteahhit veremiyordu. O gece, yemeğini yemiş, çadırına çekilmişti Sabiha Rıfat. Birden içeri müteahhit girdi. “Gidiyorlar mühendis hanım”

    “Çırayı kaptığım gibi dışarı fırladım. Koştum, koştum. İncecik sesim, gecenin karanlığında yankı yapıyordu. Var gücümle ‘Durun, durum’ diye bağırdığımı anımsıyorum. ‘Nereye gidiyorsunuz?’ dedim. Daha iyi para alacaklarını, bu nedenle köydeki cami yapımına gittiklerini söylediler. Kış gelmişti. Karın da bastırmasından korkuyorlardı. ‘Yazıklar olsun’ dedim. ‘Kadınlığımdan utanın! Camiden çok bu köprünün yapımı gerekli, dönün bu işimizi bitirelim’ dedim. Aralarında konuştular. Birlikte başladık. Birlikte bitirdik. Köprü bitmişti. Vali olayları duymuş, başarıma sevinmişti. Yıllar sonra öğrenebildim. Bizim kemer köprüye “Kız Köprüsü” adını takmışlar, öyle diyorlarmış.. Ne kadar sevinmiştim duyunca…”

    Başkent’in Acar Mühendisi

    Sabiha Rıfat artık kendisini kabul ettirmiş bir mühendistir. Ankara’da bir çok yol ve köprü yapımında görev almıştır. Kendisini seven geniş bir çevresi olmuştur. Bu arada Ankara Valisi ve bazı milletvekillerinin de olduğu bir toplantıda siyasi hayata girmesi istenmiş, Sabiha Rıfat da bu teklife “Ben mesleğimi seviyorum” diyebilmiştir. 1935’de Çetinkaya’nın Nafia Vekilliği sırasında, Yapı ve İmar İşleri Reisliği kurulmuştur. Sabiha Rıfat, 1940’a kadar burada görev yapmıştır. 1938’de ihaleye çıkartılan TBMM yapımı durmuş, mukavele feshedilmiştir. Sabiha Rıfat yapının kendi dairesine verilmesi üzerine kontrol mühendisliğine getirilmiş ve yedinci kısmın ihalesi yapılana kadar da bu görevde kalmıştır. 1939’da okul arkadaşı Remzi Gürayman ile evlenmiş ve eşi ile 1.5 aylık bir Amerika seyahatine çıkmıştır.

    Amerika gezisinden döndükten sonra Sabiha Rıfat, masasının üstünde Müdürlüğünün resmî bir yazısını buldu…

    “Koordinasyon B. Şefliğine, Anıtkabir Kontrol Şefliği ödevini bugüne kadar başarı ile yapmış olan değerli arkadaşımız Y. Mühendis Ekrem Demirtaş’ın ayrılması dolayısıyla açılan Kontrol Şefliğine Yüksek Mühendis Sabiha Gürayman getirilmiştir.

    Sabiha Gürayman’ın bu yeni ödevinde de şimdiye kadar olduğu gibi, muvaffakiyet göstereceğine olan inancımı tekrarlarken, bütün arkadaşlarımın büyük tarihi yapının fevkalade olan önemini göz önüne alarak kendisine candan yardım etmelerini bilhassa rica ederim.

    Bayındırlık Bakanlığı, Yapı ve İmar İşleri Reisliği – 29.12.1945″

    Bu büyük ve mutlu bir olaydı. Karar, bir toplantıda alınmış ve Sabiha Rıfat Gürayman’ın bu göreve atanmasına bütün mühendis arkadaşları ittifakla karar vermişlerdi.

    “Atatürk mü? Peygamberimdi. Yazıyı okuyunca ağladım. O an, masamda işgal yıllarının içine uzanıp gittim. Yunanistan yanlısı resim hocamın gözlerine bakarak söylediğim şarkıyı anımsadım. Kocamla oturup bütün bir gece düşündük. 1945’de bir kış günü idi. Yollar bozuk olduğundan ancak bir at arabası ile Rasattepe’ye doğru yola çıktık. Yol çamur, hava buz gibi idi. Arazide içinde sobası bile olmayan bir rasat binası vardı. İşte burası o günden sonra şantiye binası olarak kullanılacaktı. O gün müteahhide inşaat sahasını teslim ettim. Müthiş duygulanmıştım. Geride bıraktığım uzun yılları ve yürüdüğüm yolu düşündüm. Büyük devrimciye olan borcumun ağırlığı altında eziliyordum. Bu borcun hiç değilse küçücük bir parçasını ödeyebilmek için bu ne kadar güzel bir rastlantı idi. Neden bilmiyorum, ilkokulda ezberlediğim iki mısra geldi aklıma : ‘Mezarımı derin kazın dar olsun, etrafında lâle sümbül bol olsun”. Ağlıyordum artık…”

    Anıtkabir

    Anıtkabir inşaatına ilk kazmayı Nafia Vekili Sırrı Day vurdu. Olay gerek yurtta, gerekse dış ülkelerde büyük ilgi görmüş, yakından izleniyordu. İkinci Dünya Savaşı sıralarında işlerde duraksamalar başgösterdi. İşi alan bazı firmalar çeşitli nedenlerle güçlük çıkartıyor, daha çok malzeme fiyatlarının artışı bir çok hukuki anlaşmazlığa yol açıyordu. Mahkemeler, sözleşmelerin feshi, iş uzayıp gidiyordu. Bu arada önemli bir ihale de yapılmış, ancak işi alan şirket diğer işleri nedeniyle çalışmaları bir türlü süratlendirememişti. Şikayetler zaman zaman Sabiha Rıfat’ta toplanıyordu. 1950’deki iktidar değişikliğinden yararlanmak isteyenler de Anıtkabir Kontrol Mühendisliğinden bu titiz mühendis hanımı uzaklaştıramadılar.

    “Anıtkabir ikindiden sonra bir başka güzeldir. Taşın sarımsı rengi ile güneşin altın ışıkları bir başka türlü kaynaşırlar. Bir sonbahar akşamında birden siyah bulutlarla doldu gökyüzü, yağmur, gökgürültüsü birbirini kovaladı. Gece olmuştu sanki, az sonra kor gibi bir kırmızılık siyah bulutlara karıştı. Anlatamayacağım muhteşem bir tablo idi bu. Herkes işi gücü bıraktı, toplaşıp seyretmeye başladık. Hiç kimse konuşmuyordu. Dalıp gitmişti herkes.. Akşamları paydos olunca taş çıtırtıları ve her türlü gürültü bitince, Rasattepe’de bir sessizlik gelip oturur. O anlarda günlük yaşantınızı unutuverirsiniz. Daha iyiyi, daha güzeli yaratmak özlemini duyarsınız ve size böyle bir görev verdiği için şükredersiniz Tanrı’ya…”

    On yıl geçmiştir bu görevde. Unutulmaz anılar bırakan on yıl. Anıtkabir’e gelen her kişinin karşısına yapının sorumlusu olarak o çıkarılmıştır. O bilgi vermiştir. “Bir kadın ha”diyerek şaşıranların arasında Yunanistan Başbakanı Venizelos da vardır.

    Anıtkabir’den ayrılırken Sabiha Rıfat’ın elini sıkmış ve “Hayatımda ilk defa böylesine büyük bir işin başında bir kadın görüyorum. Sizi tebrik ederim” demiştir.

    Emekliliğe Doğru

    Sonra aylar geçmiş, nakil töreni sırasında bir Yunanlı diplomat Sabiha Rıfat’ın yanına yaklaşmış ve “Sizinle kıvanç duyduk hanımefendi. Atina’da sayın başbakanımız sizden bahsettiler. Ona ‘Atatürk’e Türk kadınının şükran borcunu ödemek için bir vesile bulduğum için daha bir bahtiyarlık duyuyorum’ demişsiniz. Bu cevabınızı unutamıyoruz.”demiş.

    “Bir gün Bayındırlık Bakanı Sırrı Day, çalışmaları izlemiş ve bana dönmüştü. ‘Sabiha Hanım’ demişti ‘Biliyor musunuz? Atatürk başını kaldırıp da baksa idi. Türk kadınına açtığı yoldan yürüyerek buraya kadar gelmiş olan sizi görerek kim bilir ne kadar memnun olacaktı.”

    Anıtkabir, nakil töreninden bir süre sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Sabiha Rıfat da Yapı ve İmar İşleri Reisliği’nde Teknik Müşavirliğe getirildi. Siyasi ortam gün geçtikçe bozuluyordu. Zaman zaman zorlamalar oluyor, kadrolar değişiyordu. Meslekte tam otuz yılını doldurmuştu. Emekliliğini istedi. Ve gene bir gün masasının üstünde Bayındırlık Bakanı’nın imzalı bir mektubunu buldu.

    “Otuz senelik devlet hizmetinden sonra kendi arzunuzla emekliye ayrılmış bulunuyorsunuz. Meslek ve memuriyet hayatınızın tamamını vakfettiğiniz bakanlığımda bıraktığınız boşluk daima hissedilecektir. Anıtkabir gibi bir eserle taçlandırdığınız meslek hayatınızın aynı başarı ile devamını temenni eder, saygılarımı sunarım.”


    30 Mayıs 2020 Tarihli Ek – Tarihte Bir İlk

    Bugün Fenerbahçe tarihinde bir ilke imza atıyoruz. Daha doğrusu atılmış bir imzayı gün yüzüne çıkarıyoruz. Tarih : 1929 yılı Şubat ayı.

    Fenerbahçe erkek voleybol takımının bir resmi. Ayakta, ortada bu takımın kadın sporcusu : Sabiha Rıfat (Ecebilge) Gürayman…

    Elimizde yalnızca aşağıdaki bir haberde, birkaç cümle, bir de yukarıdaki 1973 yılında Milliyet gazetesine verdiği röportaj vardı. Artık takım arkadaşlarıyla birlikte fotoğrafı da var.

    Sabiha Rıfat Gürayman