Etiket: Semiral Bilbaşar

  • Lefter Hayat’ta

    Lefter Hayat’ta

    Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Lefter Küçükandonyadis Hayat’ta!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Lefter Küçükandonyadis

    1953 yılının ılık bir ilkbahar günüydü. Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki sayfiye şehri Cannes, hareketli günlere girmişti. Festival Sarayının önünde kalabalık kaynaşıyor, yerli ve yabancı birçok kimse festivale katılmak için gelen artistleri görmeye çalışıyordu. Bu sırada kalabalığı yaran “Nice” plakalı bir araba tam sarayın önünde durdu. Otomobilden iki genç adam inip merdivenleri tırmandılar. Az sonra meşhur Amerikalı film yıldızı Jane Russell ile karşı karşıya konuşuyorlardı. Onlardan biri senelerdir sarı-lâcivertli forması ile futbol sahalarında alkışlanan Fenerbahçeli Lefter, diğeri de Nice Kulübünün ikinci başkanı idi.

    Altıncı Cannes Film Festivali o gün başlamıştı. Aynı günün öğleden sonrası, Lefter sahildeki plâjlardan birinde pazar günü oynayacakları maçı düşünmekteydi…

    “1952-1953 mevsiminde, yakında (Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası) münasebetiyle karşılaşacağımız Nice takımında oynamıştım.” diyen Lefter Küçükandonyadis sözlerine şöyle devam etti:

    “Futbola karşı ilk alakayı yedi yaşında duymuştum. O günden bu yana durmadan topla oynadım. İlk olarak Büyükada Gençlik Kulübüne intisap etmiştim. Daha sonra bunu Taksim Kulübü takip etti. O sıralarda henüz on beş yaşımda olduğum için kulüpler buna itiraz eder, ben ise sahte lisansla maçlara çıkardım. 1943 de asker oldum. Harp yıllarında bulunduğumuz için Diyarbakır’daki askerliğim dört yıl sürdü. 1947 yılında tekrar İstanbul’a dönmüştüm. O sene çok sevdiğim Fenerbahçe Kulübüne transfer oldum. Sırası gelmişken hemen herkesin sorduğu bir suali cevaplandırayım. Fenerbahçe’ye girişime Galatasaray’ın sol beki Ruhi kadar, Müslim Bağcılar’a vermiş olduğum söz sebep olmuştu. 1952 yılında önce İtalya’nın Fiorentina, oradan da Fransa’nın Nice Kulübüne transfer olmuştum, Bu iki sene içinde Avrupa’da yabancı formalarla sahaya çıktım. 1954 yılında tekrar çok sevdiğim Fenerbahçe Kulübüne döndüm.”

    51 defa milli formayı giymiş olan Lefter Küçükandonyadis, doğup büyüdüğü Büyükada’da oturmaktadır. Net bir günlük programı yok, Sabahları kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra antrenman için Fenerbahçe Stadı’na iner. Çalışma olmadığı günler ise açık yeşil Chevrolet’sine atlayıp İstanbul’da gezintiye çıkar. Kendisi için enteresan olan şeylerin başında balık avlamak geliyor. Meşhur futbolcu bu merakını şöyle izah etti:

    “Umumiyetle amatörler için balık tutmak bir dinlenme vasıtasıdır. Fakat bu benim için tamamıyla aksi. Balık tutarken bile, maç saatini düşünüyorum.”

    Lefter’in diğer hobby’si de Christ-Craft motoruna atlayıp, Marmara’da yalnız başına saatlerce dolaşmaktır.

    “Bütün maçlarım benim için bir heyecan kaynağı olmasına rağmen en enteresan ve zorlu bulduğum karşılaşma; Varşova’da Polonya Milli Takımını Mehmet Ali’nin gölüyle 1-0 yendiğimiz maçtır. Budapeşte’de oynadığımız Csepel maçı da zevkli bir mücadele halinde geçmişti.”

    1926 yılında Büyükada’da doğan Lefter’in, Aliki ve Ruhla isimli iki küçük kızı var. İkisi de bir zaman babalarının okuduğu ilkokulda okuyorlar. Lefter her ikisini de birbirlerinden ayırt edemeyecek kadar seviyor. Hatta sınıfta onlarla birlikte bir ders boyunca oturup geçmiş günlerini hatırladığı bile oluyor.

    Lefter Küçükandonyadis’in bu seneki Milli Lig hakkındaki fikri şöyle:

    “Bu sene formsuz durumdayız. Geçen yılki gibi hızlı başlayamadık. Biraz lâkayt oynamaktayız. 38 maçı çıkartmak kolay değil. Muhakkak ki düzeleceğiz, fakat bunun şampiyonluğumuza mâni olmasını istemiyorum.”

    Lefter bütün takım arkadaşlarını ve bu arada Basri ve Recebi örnek futbolcular olarak gösteriyor.

    Kendisi bugüne kadar bütün Avrupa’yı karış karış dolaşmış. En beğendiği ülke İsviçre. Daha sonra Montecarlo ve Nice. “Buraları hakikaten yaşanılacak yerler” diyor.

    Lefter yazısını bitirmeden evvel kendisinin başından geçen enteresan bir hadiseyi nakletmek yerinde olacak, Bu hâdiseyi şöyle anlattı:

    “İtalya’dayken küçük bir Topolino otomobilim vardı. Antrenmanlardan sonra atlar, yeni tanımaya başladığım Fiorentina şehrini dolaşırdım. Yine böyle bir gezinti esnasında idi. Az önce virajı hızla dönmüş, tramvay yoluna çıkmıştım. Bu anda, iliklerime kadar titrediğimi hissettim, Zira önümdeki tramvay ani bir fren yapmıştı. Birden kendimi onun üstünde buldum. Arabayı geri vitese takıp harekete getirmem bir an meselesi olmuştu. Hâdise yerini hemen terk etmeliydim. Öyle de yaptım. Bu sırada vatman beni tanımış olacak “Lefter, Lefter kaçma ben de Fiorentinalıyım. Otomobilinin tamponunu al da öyle git” diye bağırıyordu. Hakikaten benim arabanın ön tamponu tramvaya takılıp kalmıştı… Onu sonradan tramvay idaresine giderek aldım!…”

    Hayat Dergisi – 1959

    Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük


  • Can Hayat’ta

    Can Hayat’ta

    Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Can Bartu Hayat’ta!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Can Bartu

    Dundan birkaç yıl önce meşhur bir spor muharririmiz şöyle yazıyordu:

    “…bu genç sporcuya futbolu bir an önce bırakarak çok muvaffak olduğu basketbola hız vermesini tavsiye ederim. Zira Can’ın futbol hayatı hiç de muvaffakiyetli geçmeyecek.”

    Bu yazıyı aylar ve yıllar takip etti; şimdi Fenerbahçe’nin genç oyuncusu Can, sade Türkiye’de değil Avrupa’nın birçok memleketlerinde harika bir futbolcu olarak vasıflandırılıyor…

    1936 yılında Moda’da dünyaya gelen Can Bartu, Yeldeğirmeni Ortaokulu’ndayken basketbol ve voleybol oynamaya başlamıştı. Basketbolda şayanı hayret bir başarı gösteriyordu. 15 yaşında Fenerbahçe basketbol genç takımına alınan Can, pek az bir zaman içinde (A) takımına transfer oldu. Aradan iki sene geçmişti ki Can’ın (A) takımında millî olduğunu görüyoruz. Macarlara karşı oynadığı bu ilk maçta 12 sayı yapmıştı. Gazeteler hep ondan bahsediyordu.

    Can bu arada futbola da başlamıştı. Bunu kendisi söyle anlatıyor:

    “Topla elle oynamaktan bıkmıştım. Onu zıplatmadan yerde sürerek oynamak istiyordum, Birkaç ayak darbesi bunu mümkün kıldı… Futboldan bayağı hoşlanmıştım… Bu sıralarda B. Fikret ve basket antrenörü Önder Dai de futbola çalışmama önayak oluyorlardı. 18 yaşımda Fenerbahçe futbol takımının bazı maçlarında oynamaya başladım. Aynı sene her iki branşta birden milli olmuştum. Bugüne kadar da 14 defa basketbol, 16 defa da futbol milli takımında yer aldım.”

    Can’ın antrenman günleri dışında hiçbir programı yok. “Hayatın akışına göre kendimi bırakırım” diyor. Yalnız otomobiline atladığı gibi kendine gelişigüzel bir program çizdiği de olur.

    Halen vatani vazifesini yapan Can’a ilerdeki düşünceleri hakkında bir sual soracak olursanız muhakkak ki şöyle cevap verecektir: “İlk önce önümüzde bir transfer mevsimi var. Bu ayda her şey olabilir, zira hepimiz için bu mühim bir meseledir. Futbolu İtalya’da oynamak isterim, yaşamak meselesine gelince de tereddütsüz İsveç diyeceğim.”

    Şimdiki halde futbolun haricinde ayrı bir meşgalesi yok, “Sadece” diyor, “Akşam gazetesinde haftada bir, iki defa yazı yazıyorum.” Mamafih futbolu bırakmadan önce iş hayatına atılacağını da ilâve etmekten geri kalmıyor,

    Can, giyim hakkında fazlaca titiz. “Her sene” diyor “Avrupa’da bir hayli dolaşıyoruz. Bu sebeple ekseriyetle dışarıdan giyinmeye imkân buluyorum, Kışın İngiliz, yazın ise İtalyan stiline göre giyinirim.” Laf arasında bazı Avrupa şehirlerinde kupon elbise satan mağazaların müşterisi olduğunu da öğrenmek mümkün oluyor.

    Genç futbolcunun ismi Avrupa’da zaman zaman yanlış telâffuz ediliyor. Mesela son seyahatlerinde Macaristan’da “Gan”, Fransa’da ise “Kan” diye çağırılmıştı, Bu da ona fazlasıyla garip geliyormuş.

    Genç futbolcu, bugüne kadar oynadığı maçların en enteresanı olarak Amsterdam’da Hollanda’yı (2 – 1) mağlup ettikleri maçı şöyle anlatıyor:

    “90.000 kişi önünde oynuyorduk. 1 – 1 berabere durumdaydık. Sol bek İsmail’den bir top almıştım. Gerilerden ilerlemeye başladım, kimse üstüme gelmiyordu, 18 e girdim önüme gelenleri çalımlıyordum. Bu sırada Metin’in sola deplâse olduğunu gördüm ve topu ona doğru gönderdim… Az sonra arkadaşlarım ikimizi kucaklamışlardı, Metin galibiyet golümüzü atmıştı… O günü hala unutamam.”

    Akşamüstleri ekseriyetle Hilton’a çay içmeye gidiyor. Zaten müzikle ara si çok iyi. Bilhassa İtalyan parçalarından hoşlanıyor. Koleksiyonundaki son plâğı Julia. Mamafih bu son seyahatinde albümünün zenginleştiği söyleniyor.

    Yaz günlerinin kışa nazaran daha iç açıcı olması genç futbolcunun sıcak mevsimi tercih etmesine sebep oluyor. Bekâr olan Can’ın gerek kulübe, gerek gazeteye ve evine gelen mektupları cevaplandırması hayli zor oluyormuş.

    Son olarak kendisine, “Günün kadını nasıl olmalıdır?” şeklinde bir sual sormuştuk, genç futbolcu bunu da şöyle cevaplandırdı.

    “Günün kadını; sadelik ve şirinliği üstünde toplamış bir görünüşte olmalıdır. Ayrıca bana göre modern olmasını bilen her kadın güzeldir».

    Hayat Dergisi – 1959

    Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük


  • Basri Hayat’ta

    Basri Hayat’ta

    Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Basri Dirimlili Hayat’ta!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Basri Dirimlili

    Hayat futbol yıldızlarımızı, stadyumların dışında bütün hususiyetleri ve değişik fotoğraflarla anlatmaya devam ediyor. Bu ilgi çekici röportaj serimizde bu hafta da Fenerbahçeli Basri Dirimlili’yi sunuyoruz.

    1930 yılında Silistre’de doğan Basri Dirimlili, Jandarma Kumandanı olan babasının tayini ile küçük yaşta Eskişehir’e gelmişti. Daha çok küçük olduğu için sokaklarda oynuyor, akşama kadar eve girmek istemiyordu. Bir gün onu evinden hayli uzakta futbol sahasının kenarında oturmuş, sahada oyun oynayanları seyrederken buldular…

    Aradan zaman geçti… Küçük Basri ilkokulu bitirmiş, Sanat Enstitüsü’ne devam eden bir delikanlı olmuştu. Bu arada futbolla alâkadar oluyordu. Önce İstiklal takımında, daha sonra da Enstitü takımında ondan bahsedilmeye başlandı. Aradan kısa bir zaman daha geçmişti ki Basri, Eskişehir Demirsporu’na geçti, Genç futbolcu o seneleri şöyle anlatıyor:

    “Hocalarım Şükrü Duyar ve Adil Atal’ın devamlı teşvikleriyle antrenmanları hiç kaçırmadan futbola devam ediyordum. 1945 – 1946 yıllarında Demirspor’a geçişim bence futbol hayatımın ilk adımı sayılabilir. O zamanlar Eskişehir’deki takımlar çok kuvvetliydiler. Belki bana öyle geliyordu… Yalnız şu var ki çok sıkı maçlar oluyordu. Bir taraftan futbol oynarken, diğer taraftan da Demirspor’da oksijen kaynakçısı olarak çalışmaktaydım.

    1950 yılında askerlik dolayısıyla Havagücü’ne girdim ve burada iki sene devamlı olarak oynadım. Bu sıralardaydı Milli takım ve Ankara karmasına çağırıldım. Sırası gelmişken söyleyeyim. En çekindiğim oyuncu Gündüz Ağabeydir (Kılıç). Havagücü’nde oynadığım ikinci seneydi, Galatasaray’la karşılaşıyorduk. 4 – 2 galip çıktığımız o günkü maçta karşısında oynadığım ‘Baba’ bana hayli korkulu dakikalar geçirtmişti.

    Ordudan ayrılışım 1952 yılına rastlar. Terhis edilir edilmez, ilk işim Fenerbahçe’ye girmek oldu. Zaten Sarı-Lâcivert renklere karşı büyük bir sempati duyuyordum, Ayrıca o zaman Hava Generali olan Feyzi Uçaner de Fenerbahçe’ye intisap etmem için beni teşvik ediyordu. Böylece 1952 – 1953 mevsiminde Sarı – Lâcivertli forma ile birinci takımda oynamaya başladım. Santrhafta yer alıyordum ve bu camianın uzun zaman bir parçası olacağımı o zamandan anlamıştım. Fenerbahçe’yi hakikaten çok seviyorum.”

    Basri Dirimlili sabahları erken kalkıyor. İlk işi Kadıköy’de, Bahariye’deki evinin verandasına çıkıp temiz hava almaktır. Sonra doğruca mutfağa gidip iki nar ve iki portakalı prese koyup suyunu içmek de ikinci işi. Bunları ses alma makinesinden gelen hafif müzikle kültür-fizik hareketleri takip ediyor. Bu da bittikten sonra yatağına girip şöyle yarım saat kadar gazete ve mecmuaları devretmesi her sabah yaptığı işlerden. “Her gün, diyor. Akşam ve Hürriyeti okurum. Cuma günleri de tabiî Hayat’ı”

    Basri, şimdilik futboldan başka bir şey düşünmüyorum demesine rağmen Eskişehir’deki tekstil makineleriyle de alâkadar oluyor. Kısacası bir taraftan futbol oynarken diğer taraftan da istikbalini düşünüyor denilebilir. Bekâr olan meşhur futbolcunun evi Avrupa’dan aldığı ve zaman zaman kendine hediye edilen eşya ile dolu. Evin diğer kısmında kalmakta olan Mikro Mustafa “Basri ağabeyin çeyizi hazır bekliyor. Ama bakalım ne zaman?” diye arkadaşına takılmaktan geri kalmıyor.

    Bugüne kadar 30 defa millî olan Basri dört kardeşin ikincisi. “Biz” diyor “İki erkek, iki kızkardeşiz. En küçük kız kardeşim Erenköy Kız Lisesi’nde okuyor. Her cumartesi onu mektepten alıp gezdirip eğlendirmek birinci vazifemdir. Kardeşlerimi çok severim.”

    O da bütün diğer arkadaşları gibi Avrupa’da futbol oynamak istiyor ama şimdilik buna imkân olmadığını da ilâve ediyor arkasından. Evlilik hakkındaki fikri müspet. “Zamanı gelince insan ister istemez evlenmeye mecbur” diyor. Diğer taraftan giyim ve moda mevzuundaki fikirleri ise şöyle: “Temiz giyinmek tabii ki iyi bir şey. Moda derseniz ona uymaya mecburuz. Zaten her Avrupa’ya gidişimizde ister istemez modayı takip etmek zorunda kalıyoruz.”

    Basri’nin en çok hoşlandığı memleketler: İsviçre ve İsveç. Günün melodilerini de takip ediyor. Zaten ses alma makinesinin bantları onlarla dolu. Boş vakitlerinde müzikle alâkadar oluyor. Fakat bütün uğraşmalarımıza rağmen en çok sevdiği parçayı açıklamadı bir türlü. “Bu” diyor “Sırdır”.

    Meşhur futbolcu son olarak Millî Lig için şunları söyledi “Bütün idealimiz geçen seneki gibi Sarı-Lâcivert renklere bir şampiyonluk kazandırmaktır.”

    Hayat Dergisi – 1959

    Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük


  • Güle Güle Yüksel Gündüz

    Güle Güle Yüksel Gündüz

    Bir Fenerbahçe kahramanını daha kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz… Güle Güle Yüksel Gündüz. Seni asla unutmayacağız, unutturmayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Fotoğraflar ve Hayat dergisi mecmuası “yukselgunduz.blogspot.com” adresinden alınmıştır.


    Hayat Mecmuası Röportajı

    Röportaj : Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar : İnal Tengizman

    Genç futbolcuları tanıtmak ve okuyucularımıza onların hususi hayatlarından küçük bilgiler verebilmek için hazırladığımız röportaj serisinin beşinci yazısında bu hafta Fenerbahçe santrforu Yüksel Gündüz’ü bulacaksınız…

    Tren İstanbul istikametinde hızla ilerliyordu. Fenerbahçe’nin genç futbolcularından Yüksel Gündüz kompartımanda yalnız başına oturmuş gözleriyle pencerenin dışında durmadan değişen manzarayı seyrediyordu. Tekerleklerin ray üzerinde çıkarttığı muntazam vuruşlar genç futbolcuyu hayal âlemine doğru çekip götürmüştü. Düşünceler ve hayaller birbirini kovalıyor, İstanbul onun için biraz yabancı bir şehir. Orada hem futbol oynayıp hayatını kazanacak hem de tahsiline devam edecekti. Bunlar kolay yapılacak şeyler değildi tabii. Sonrasında bir müddet düşünmekten vazgeçiyor. Tren küçük bir istasyonda duruyor, okuldan henüz çıkmış gri önlüklü çocuklar yolun kenarında el ele tutuşmuş oyun oynuyorlardı. Genç futbolcu gayri ihtiyari gene eski günlere dalıp gidiyor, çocukluk günlerine…

    Kütahya’nın bir kazası olan Tavşanlı’da 1937 senesinde ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelen Yüksel ilkokula orada başlamıştı. Kendisinden küçük olan kız kardeşi evin bahçesinde oynarken o çantasını yüklenip bir elini gri önlüğünün cebine sokarak mektebe giderdi. Yüksel ikinci sınıfı henüz bitirmişti ki ailesiyle Ankara’ya göçtüler. Artık Yenimahalle’de oturuyorlardı. Küçük Yüksel önce Dumlupınar ilkokulunu bitirmiş daha sonrada Cebeci ortaokulundan mezun olmuştu. Orta mektepteyken futbola başlamıştı. O zaman futbol oynamasının tahsiline mani olacağını söylemişlerdi ama şimdi o İstanbul’a futboldan kazanacağı para ile okumaya gidiyordu…

    Genç futbolcu önce Dışkapı kulübünde oynamaya başlamış 1954 yılında Ankara genç karmasına çağrılmıştı. Daha sonra Gazi lisesine başladığı sırada Güneş kulübüne de girmiş bulunuyordu. Yüksel’in futbol hayatının dönem noktası Genç milli takıma çağrılması ile başladı denebilir. Junior takımımızın güvenilir bir elemanı olan Yüksel önce İtalya’ya sonrada Macaristan’a gitmişti. İtalya’ya gidişini bir türlü unutamıyor. Bu onun ilk gezisiydi ve İtalya’da ne kadar güzel bir ülkeydi… Güzel günler geçirmişlerdi orada…

    Macaristan’dan döndükleri zaman Fenerbahçeli idareciler kendisiyle alakadar olmuştu. O da zaten Fenerbahçe’yi diğer kulüplerden çok daha fazla seviyordu. Bu sebeple kontrat imzalamakta tereddüt etmedi. Formaliteler tamamlanmıştı ama Yüksel, Fenerbahçe’de oynayamıyordu. Çünkü eski kulübü Güneş bazı güçlükler çıkartmıştı. Böylece genç futbolcu bir yıl beklemek ve bu arada sadece Fenerbahçe’nin özel maçlarında oynamak zorunda kalmıştı. Nihayet 1958-1959 sezonunda artık muntazam oynamak üzere İstanbul’a gidiyordu.

    Vakitte hiç ilerlemiyordu… Tren tekerleklerinin raylarda çıkarttığı seste genç futbolcunun asabını bozmaya başlamıştı. Sonra saatler birbirini kovaladı iki taraflı köşkler ve villaların süslediği tren yolunun hemen kenarından Fenerbahçe stadyumunun tribünlerini görünce büyük bir heyecan duydu. Bu sahada antrenman ve maçlar yapacaktı…

    1958-1959 mevsimi Yüksel için iyi bir başlangıç olmuştu. Takımın her iki açık mevkiinde yer alıyor ve başarılı maçlar çıkarıyordu. Mevsim sonunda B milli takımına seçilmekte gecikmedi. Genç futbolcu geçen yıl Anadolu lisesinden mezun olarak bu yılda İktisat ve ticari ilimler akademisine devam etmeye başladı.

    Sabahları genellikle 7.30’da kalkar. Antrenman olmadığı zaman mektebe gider. Bu itibarla kendine belirli bir program yapabilmesi imkânsız. Kadıköy Mühürdar’da oturuyor. Kışın bekâr hayatı geçirmesine mukabil yazın annesi ve kız kardeşini İstanbul’a getirtiyor.

    Yüksel Gündüz’ün okul ve meslek hayatı dışında en fazla alaka duyduğu şey pul koleksiyonunu zenginleştirmektir. Zaman zaman pullarını odanın içine yayıp saatlerce onların başında zaman geçirir. Alaturka ve alafranga müzikten hoşlanıyor, bol bol kitap okuyor. Ders kitapları haricinde klasiklere de rastlamak mümkün. 1,73 boyunda ve 64 kg olan Yüksel henüz askerliğini yapmamış. Evlenmeyi düşünmediği gibi “daha zaman çok erken” demekten geri kalmıyor. Futbol dışında iki sene atletizmle meşgul olan genç futbolcunun Ankara’da gülle ve disk atmada iki birinciliği var. Avrupa’ya gittiği zamanlar “giyim ve ev eşyasından başka şey almam.” diyor.


    Fotoğrafları