Öz Fenerbahçe dergisinin fotoğraf albümü özelliğinden istifade ederek yazlık bir seriye başlıyoruz… Huzurlarınızda 1955 Fenerbahçe Hatıraları I. Keyifli seyirler…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu










Öz Fenerbahçe dergisinin fotoğraf albümü özelliğinden istifade ederek yazlık bir seriye başlıyoruz… Huzurlarınızda 1955 Fenerbahçe Hatıraları I. Keyifli seyirler…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu










Fenerbahçe’nin 4 Türkiye Şampiyonluğu sahibi, büyük golcüsü Yüksel Gündüz’ün birbirinden güzel fotoğrafları ihtiva eden arşivi, kıymetli oğlu Mehmet Ali Gündüz Beyefendi sayesinde Fenerbahçe tarihi ile buluşuyor… Sonsuz teşekkürlerimizle…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Fotoğraflarda Bulunanlar: Agah Erozan, Ahmet Erol, Altan Tetik, Avni Kalkavan, Ayhan Elmastaşoğlu, Özcan Arkoç, Basri Dirimlili, Beşiktaş, Can Bartu, Candan Dumanlı, Cenap Doruk, Dario Moreno, Doğan Andaç, Emin Tokgöz, Ergun Öztuna, Fenerbahçe, Fikret Kırcan, Galatasaray, Gürcan Berk, Ignace Molnar, Lefter Küçükandonyadis, Müslim Bağcılar, Mehmet Ali Gündüz, Muhittin Bulgurlu, Mustafa Güven, Naci Erdem, Necdet Atsüren, Necdet Çoruh, Necmi Mutlu, Nedim Günar, Oral Keçilioğlu, Orhan Yüksel, Reşat Dermanver, Selahattin Torkal, Selim Soydan, Talat Yörük, Turgay Şeren, Vecihi Kayaökten, Vural Yılmaz, Yüksel Gündüz, Yunus Ceyhan, Yıldırım İper, Yılmaz Gökdel, Yılmaz Tuncel, Şükrü Ersoy, Şehmus Eraslan, Şeref Has, Şevki Ürgen



























































1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Dört Futbolcu” başlıklı üçüncüsü… Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Şükrü dedi ki: “Bırakın bana Fenerbahçemi,,
Basri konuşma yerini ağlayarak terk etti…
Fenerbahçe Kulübü, kongreden kongreye iskemleleri sahip değiştiren “İdare Heyeti Odası” değildi. Üstelik o “İdare Heyeti Odası” iki gün önce bırakın diğerlerini, 17 yıllık bir Fenerbahçeli için bu derece hain bir “Darağacı” olmamalı idi.
Ne demişti, Şükrü Ersoy?
“Bırakın bana Fenerbahçe’mi… Para istemiyorum. Gerekirse, forma ve top ayakkabılarımı da cebimden alayım. Sadece hayatımın en güzel yıllarını dolduran o çimenlerden beni mahrum etmeyin. İdmana çıkayım Bu sevgiyi İsmet Abi (İsmet Uluğ) çok iyi bilir. Onu koparıp almaya hakkınız yok. Futbolcu olarak belki takıma yaramayabilirim, ama üye Şükrü Ersoy olarak Fenerbahçe’ye hizmet etmek kararındayım.”
Ve cevap yeryüzünün ilk cinayetini işleyen o malûm “çene kemiği”nden bile çirkindir:
“Tespit edilen 22 kişilik kadroda yoksun. Antrenmanlara çıkamazsın.”
Şimdi bir soru:
“Acaba yasak, sadece Fenerbahçe’nin idman yapacağı saatlere mi, yoksa bütün günlere mi teşmil edilecek?”
“Ebedi yasak” ise yaşadık. Demek Fenerbahçe’de farkında olmadığımız bir toprak reformu (!) yapılmış. Koca stada yeni bir isim bulunmuş: “Mehmet Ağa”nın bağı…
Şükrü bir kenara çekilip kendisine şöyle denemez mi idi?
“Evlât! Bu yuvaya 17 yıllık bir hizmetin var. Ama artık Fenerbahçe ve futbol için çok yaşlandın. Gel senin önümüzdeki futbol mevsimi başında jübileni yapalım.”
Her halde Fenerbahçe’de 17 yıllık bir emeğe verilecek paslı bir kupanın faturasını ödeyecek cüzdan bulunurdu.
Fenerbahçe İdare Heyetinin iki gün önce satış listesindekilerle yaptığı konuşmada Artin ve Basri’ye de aynı şey söylenmişti. Artin boynunu bükmüş, Basri ise kapıyı açarak gözyaşları arasında dışarıya fırlamıştı.
İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

Zeki Rıza Sporel, Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin en büyük golcüsü… Sevgili kızı Feyhan Sporel Hanımefendi ve muhterem oğulları Fehmi Zorlu ve Zeki Rıza Zorlu beyefendiler sayesinde aşağıdaki müthiş fotoğraflara ulaştık ve yayınlama müsaadesi aldık. Kendilerine sonsuz teşekkür ederiz.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Görsellerde Bulunan Kişiler: Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Alaaddin Baydar, Basri Dirimlili, Bedri Gürsoy, Burhan Sargın, Cihat Arman, Faruk Ilgaz, Fehmi Sporel, Feyhan Sporel, Hasan Kamil Sporel, Hayri Celal Atamer, Hazel Sporel, Ignac Molnar, İsmet Uluğ, Kral II. Faysal, Mesut Eyison, Muvaffak Menemencioğlu, Münir Nurettin Selçuk, Nedim Kaleci, Özcan Arkoç, Rabia Kutay, Sabih Arca, Sait Selahattin Cihanoğlu, Şükrü Ersoy, Şükrü Saracoğlu, Tevfik Haccar Taşçı, Tevfik Rüştü Aras, Ulvi Yenal, Zeki Rıza Sporel





















































Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yüksel Gündüz röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Nasıl Fenerbahçeli oldunuz?
Fenerbahçeli olmak için İstanbullu olmak gerekmiyordu. 1937’de Kütahya’nın Tavşanlı kazasında bir Fenerbahçeli olarak doğdum.
7- 8 yaşında babamın vazifesi dolayısıyla Ankara’ya taşındık. Babam laboranttı. 1950’li yılların başında Ankara’da Dışkapı takımında futbola başladım, aynı zamanda atletizm de yapıyordum. Disk atma ve güllede de iki birinciliğim vardı.
1954 yılında daha sonra Güneşspor’a transfer oldum. 6 Nisan 1955’te Yugoslavya’ya karşı Gençler Avrupa Şampiyonası Grup Elemeleri’nde ilk kez genç milli formayı giydim. 1957 yılına kadar Güneşspor’da devam ettim. O zaman birinci ligdeydik.
Fenerbahçe Spor Kulübü’ne transferiniz nasıl gerçekleşti?
Fenerbahçe idarecilerinden aynı zamanda eski kalecilerimizden Hüsamettin Böke beni Güneşspor’dan transfer etti.
Fenerbahçe’ye gelmem olaylı oldu. Çünkü o zamanlarda Güneşspor beni Galatasaray’a vermek istiyordu. Galatasaray’ın iki katı para teklifine karşın ben Galatasaray’a gitmek istemiyordum. Gönlüm Fenerbahçe’deydi. Onun için Hüsamettin Böke beni ailemle beraber Karamürsel’e getirdi. Orada bir nevi saklayarak misafir ettiler. Kaçırmışlardı beni.
Orada bir yaz sezonu geçirdik. İstanbul’a trenle geldim. Yol hiç bitmiyordu. Geçtiğimiz yolda ağaçlar villalar derken yolu bitirdim, heyecanım hiç geçmiyordu. Fenerbahçe’de oynayacaktım.
Birinci sezon geçtikten sonra Acıbadem’de Anadolu Lisesi’ne kaydımı yaptılar. Son sınıftaydım, mezun olduktan sonra prosedür sorunları yüzünden bir sene top oynayamadım. Bir sene boyunca sadece özel maçlarda oynattılar beni. Özel şartlara bağlı olarak futbol federasyonunun koyduğu şartlardı.
1958 yılında normal transferim yapıldı. Osman Göktan, Mikro Mustafa onlarla beraber oynadım. Böylece transferim gerçekleşmiş oldu, o sene şampiyon olduk. 1958 -59 sezonunda milli lig şampiyonu olduk. Futbola 1965 yılına kadar devam ettim.
Fenerbahçe’ye geldiğimde çok gençtim. O kadar değerli futbolcuların arasında oynama şansımın olacağını hiç düşünmemiştim. Lefter, Avni, Şeref, Can, Basri, Nedim, Naci, Akgün hepsi çok kıymetli futbolculardı. Ve onlarla aynı topun arkasında koşturmayı ne mutlu ki başardım. İlk on birin sol kanadında oynadım. Ve Fenerbahçe’de yıllarca tek santrfor olarak oynadım. Her iki ayağımı da iyi kullanabiliyordum. Çok da iyi sıçrar, kafa gollerinden de kaçmazdım.
Fenerbahçe’de kaç sene oynadınız?
8 sene oldu.115 gol atmışım, 268 maçta oynamışım.
Osman, Mikro Mustafa, kaleci Şükrü en yakın arkadaşlarımdandı ama hepsiyle çok iyi anlaşıyordum. O zamanlar herkesin birbirine sevgi ve saygısı vardı.
Takımın her iki açık mevkiinde de yer alıyordum. Hem liseyi bitirip, futbolun yanı sıra İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden de mezun oldum.
O zamanlara dair en hoşunuza giden bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
En büyük anılarımdan birisi 1958-59 yıllarında Galatasaray’la iki sefer karşılaşmamız oldu.
İlk maçı Galatasaray 1-0 kazanmıştı. Hani o meşhur Metin Oktay’ın ağları delen golü vardı.
3 gün sonra da rövanşta Galatasaray’ı 4-0 yenmiştik. Kupayı aldık. İlk golü ben atmıştım.
Lakin o ilk yenilgimiz tam bir kâbustu bizim için. Ne uyku uyuyabiliyorduk ne de herhangi bir şey yapabiliyorduk. Bir an önce o gün gelsin maçımızı oynayalım, bütün her şeyimizi ortaya koyalım istiyorduk. Ve hakikaten de öyle oldu. Oradaki heyecanımızı hiç unutamıyorum ve dört tane golle süsledik olayı.
Futboldan arta kalan zamanınızda neler yapardınız?
O zamanlar bir pul koleksiyonuna sahiptim. Boş zamanlarımda pulları ortaya çıkarır onları odanın her tarafına yayar, saatlerce onlarla vakit geçirirdim.
Müziğe de büyük merakım vardı. Halen de var.
Bir de antrenman sonrası Moda’daki kütüphaneye uğrar birkaç kitap alır onları okuyarak zamanımı değerlendirirdim.
O yıllarda sizin izleniminizle tribünler, takım içi dayanışma nasıldı?
O zamanlarda tribünlerde seyirciler hepsi yan yana otururlardı. Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi ya da Beşiktaşlısı. Oradaki dostluklar saha dışında da devam ederdi. Şimdiki gibi kavgalar- yoktu tabii ki. Oyun içinde taraftarlar arasında güzel rekabetler olurdu.
Yine bir anımı anlatayım: Bir Galatasaray maçında bizim kaptan Naci ve Metin Oktay aynı anda topa kafa çıktılar ve Metin Oktay o topu aldı ve sonra bizim kaleye gol attı, durum 1-0 oldu.
Bu duruma çok üzülen Naci yere çömelip başını iki elinin arasına alıp öylesine kala kaldı. Bu durumu görünce ben koştum yanına gidip “Kaptan kalk sen üzülme şimdi ben bir gol atarım telafi ederiz.” dedim. Hakikaten 5 dakika sonra ben bir gol attım ve maçı 2 -1 kazandık.
Milli takımda da görev aldınız…
Tabii milli takımda da oynadım. Macaristan ve İspanya’da da oynadım, o zaman genç milli takımdaydım. A milli takımında Metin Oktay oynadığında, ben hep yedekte kalıyordum. Sadece Macaristan maçında oynadım.
Ayrıca askerlik nedeniyle ordudayken ordu milli takımında da oynadım. 1963 yılında ordu takımı için Atina’da oynadık ve dünya ikincisi olduk.
Ne zaman jübile yaptınız?
1964 yılında evlendim. Bir sene daha Fenerbahçe’de oynadıktan sonra 1965 yılında futbolu bırakmak zorunda kaldım.
Ömrümüz hep maçlarda ve kamplarda geçtiğinden dolayı ailemle doğru dürüst beraber olamıyordum.
O ara çok jübile vardı. Metin Oktay’ın falan… Kulübün teklif etmesine rağmen ben jübile yapmayı istemeden futbolu bıraktım. Çok sıkıntılar çekmemize rağmen para yönünü hiç düşünmemiştim.
Futbolu bıraktıktan sonra neler yaptınız?
Sonra özel şirketlerde çalıştım, müdürlük yaptım. İlaç firması kurdum. İki oğlum var, onlar da ilaç sektöründe çalışıyorlar.
Fenerbahçe sevdalısı bir eski futbolcu olarak taraftarımıza mesajınız nedir?
Taraftarlarımız hem fedakâr hem de cefakârlar her zaman olduğu gibi. Kulüplerine oldukça bağlılar. Onları her zaman çok sevdim. Futbol hayatım bittiğinden beri de onların oturduğu koltuğa oturup maç seyrederek neler hissettiklerini çok iyi anlayabiliyorum.
Fenerbahçe’nin taraftarı her zaman çok farklıdır. Futbolcuları derseniz Fenerbahçe’nin kendilerine verdiği o şöhretten dolayı her yerde itibar kazanıyorlar. Ben 50 sene oldu bırakalı hala unutulmuyorum. Nereye gitsek yine tanıyan çıkıyor yani.
Fenerbahçe’nin kredisi bitmiyor. Fenerbahçe bir zirve ve bütün futbolcular oraya tırmanmak ister. Başka kulüplerde oynayan futbolcularımız bugün bile halen ziyaretimize geliyorlar. Bizden kopamıyorlar. Fenerbahçe’ye karşı hep bir özlemleri var.
Fenerbahçe’de oynarken en çok hangi futbolcuyu beğenip, örnek alırdınız?
En büyük Lefter’di tabii. Beraber aynı takımda yan yana oynamamıza rağmen maçta bile onun oyunu seyrederdim. Lefter’le aram çok iyiydi, birbirimizi çok iyi anladığımızdan hem paslaşıp gol atar ya da gol attırırdık, ayrıca ben kendisine çok şeker taşımışımdır.
Benim en büyük ve tek gayem Fenerbahçe’de oynamaktı. Yedeklerimiz bile çok kıymetliydi. Fenerbahçe’nin başarılı olması en büyük temennimizdi. Biz bu kadar mücadele ettik, şimdi de yine onların başarılarıyla öğünmek istiyoruz.
Lakabınız var mıydı?
Bana “Fırtına” lakabı takmışlardı.
Ya şimdi Fenerbahçe Spor Kulübü’ne baktığınızda gururlanıyor musunuz?
Fenerbahçe ruhu Başkanımızla çağ atladı. İlkel durumumuzdan şu günlere gelmemize inanamıyorum. Başarılarımız, güzel tesislerimiz oldu. Topuk Yaylası çok nefis ve güzel olmuş, havası da çok temiz. Lefter Dereağzı Tesisleri’ni çok beğeniyoruz ve sıkça gidiyoruz.
Bugün oynanan futbolu beğenmediğim oluyor. Belki de futbolun endüstriyelleşmesinden dolayı bizim futbola verdiğimiz o amatör sevgi kalmamış. Şehirler, takımlar birbirine küsmüşler, sporun üstü buzdağı altı para olmuş, bütün her şey bundan kaynaklanıyor.
Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şükrü Ersoy röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şükrü Bey?
1943 yılıydı, çocukluğumda dayım futbola meraklıydı. Onun sayesinde ben de spora merak sardım. Hangi spor dalını yapayım diye karar vermekte zorlanıyordum.
Sporun gelişmemiş oluşu ve o yıllarda okullarda spor yapmak yasak olduğundan zaten spor yapma gibi bir olanağımız da yoktu. Bugün olimpiyatlarda yeteri kadar derecemiz yoksa bunun da nedeni Türk sporunun bu yasaklar neticesinde az gelişmiş olmasıdır. Ama bizler yine kaçak olarak ilgilendik.
İlk mektebi bitirdim. O zamanlar Talimhane’de Beyoğlu’nda oturuyorduk. İlkokula gidiyordum. İlk mektebi bitirdikten sonra annem bana “Seni nereye hangi okula verelim?” diye sordu. Ben de “Hangi okulda spor iyiyse beni o okula verin.” dedim.
Böylece orta mektep için Haydarpaşa Lisesi’ne yazdırdılar. Zaten Kadıköylüyüm. Fenerbahçe Stadı’na giderken sizlerin de gördüğü o demir köprünün başındaki köşkte doğmuşum.
Bütün hayatımız okul, yatak sonra da mektep koridorlarında geçti. Oralarda top oynardık.
İlk önce hangi spor dalına yazılayım diye düşündüm fakat sonra boks dışında hiçbir spor kolunda yer olmadığını görünce boksa başladım. Boksta duruş, gard hareketleri yaptırıyorlardı. Hoşuma gitti. Çocuk aklı işte mahallede çocuklara karşı “Ben böyle boksörüm” esprisi başladı. Hava atmaya başladık. Artık yavaş yavaş eldiven giydim.
Bir keresinde burnuma bir yumruk yedim. Burnum çok acıyınca “Ben boks yapamam.” dedim. Ve mektebin koridorlarında futbola başladım.
O zaman top yok, çoraplarımızın içine kâğıt doldurup, onu topa benzeterek kendi aramızda oynardık. Sınıf arkadaşlarımız arasında takım kurar, sınıflar arası top oynardık. Bu bir müddet devam etti. Zamanla göze batmaya başladım. Mahalle futbolu oynardık. Cihangir, Beykoz gibi semtlerde mahalle aralarında boş alanlar vardı. O sıralarda Adalar’da Lefter de futbol oynardı.
Fenerbahçe’deki spor hayatınız nasıl başladı?
Bir gün Adalarla, Cihangir arasında futbol maçı yapmıştık. Bu yazlık maçlarda yine bir gün bizim Cihangir takımımızın Anadoluhisar’la maçı vardı. Kalecilik yapıyordum. Atlıyorum, zıplıyorum, hopluyorum…
Sabri Kiraz Ağabey beni gördü. Benim hayatımda çok büyük rol oynadı. Beni teşvik edip öncülük eden Sabri Ağabey’dir.
Bana “Sen kimsin, ne yapıyorsun?” diye sordu.
Ben de anlattım.
“Seni Fenerbahçe’ye alalım” dediğinde çok sevinip hemen kabul ettim. Zaten taraftarı olduğum kulüptü.
Küçüklüğümde yine bir gün stada gitmiştim. Fenerbahçe’de o zamanlar tahta tribünler var, yönetim kurulu orada toplanırdı. Mahallede kendime diğer arkadaşlarımdan ayrıcalıklı hissettirmek için idare heyetinin toplandığı yerde koltukların arkasına saklandım. Biraz sonra yönetim kurulu toplandı. Bunlar ne konuşuyorlar dinleyeyim diye yanaştım.
O zamanlar Zeki Rıza Sporel başkandı.
Birden beni gördü. “Ne arıyorsun burada?” diye sordu
Korkudan nasıl kaçacağımı şaşırmıştım.
Benim maksadım orada konuşulanları duyayım da mahalleye geldiğimde “Ben bu haberleri duydum” diyerek ayrıcalık hissetmekti. Fenerbahçe sevgisi her şeyi yaptırıyordu, çok utanmıştım.
Sonra Sabri Ağabey beni genç takıma aldı. Beni yetiştirdi. Orta mektep biterken ben kaleci olarak başladım.
Sabri Ağabey o kadar değerliydi ki şimdi bakıyorum da 50–60 sene sonrası kalecisinin öğreneceklerini taa o zamandan bana öğretmişti.
Ben orta mektepte mahsustan 3 dersten kalmıştım. Böylece bir sene boşta kalıyorsun. O bir senede de futbolda büyük gelişme gösterdim. Fenerbahçe’nin tam anlamıyla kalecisi ve kısa bir süre kaptanı oldum.
O zamanlarda Fenerbahçe takımının futbolcularını Boğaziçi Lisesi’nde okuturlardı. Sabri Ağabey “Seni Boğaziçi Lisesi’ne yatılı olarak verelim” dedi.
“Memnuniyetle.” dedim.
“Senin paranı Fenerbahçe Spor Kulübü verecek.” dediler.
Bir sene aradan sonra Fenerbahçe’ye kendimi kabul ettirdikten sonra Boğaziçi Lisesi’nde okumaya başladım. Hem mektep takımında hem de Fenerbahçe genç takımında oynuyordum.
Vücudum spora çok yatkındı. Koşu yaptım. 200 m.– 400 m. derecelerim vardı. Voleybol, basketbol oynadım. Turgay Şeren’le o Galatasaray Lisesi’nde, ben Boğaziçi Lisesi’nde iki takım maç yapıp karşılıklı oynuyorduk. Tabii hayatımda en çok kaleciliği yaptım ve sevdim.
Cihat Arman Ağabey’in de son zamanlarıydı. Beni çok severdi. Örnek olarak da Cihat Ağabey’i aldım. Kaleiçi kalecisiyim. Cihat Ağabey sarı kazağını bana verdi.
1949 yılında “Ben sporu bırakıyorum” dediğinde, sezonun bitmesine son 3–4 maçı vardı.
“Benim yerime kaleye sen geçeceksin.” dedi.
Sevinçten havalara uçtum. Elim ayağım titredi.
Naci Erdem Ağabey takım kaptanıydı. Benim kaleci olmama itiraz ederek “Biz çoluk çocukla mı oynayacağız?” dedi.
Sabri Ağabey geldi ve bana “Sen ona uyma, biraz aksidir.” dedi.
Şeref Stadı’nda 2–0 maçı kazandık. Ligin son maçıydı. Naci Ağabey bana “ Şükrü Şükrü sen ne iyi kaleciymişsin. Aferin…” dedi. O sezon öylece bitti.
Vefa’ya gidişiniz nasıl gerçekleşti?
Melih Ilgaz rahmetli çok iyi arkadaşımdır.
“Ya dedi sen burada enayi gibi… Erdal’ı transfer ettiler, yeni sezonda seni oynatmayacaklar.” dedi. Ve beni aldı, Vefa’ya götürdü.
1949–1950 sezonu orada oynadım. Fakat Fenerbahçe’de Erdal Kocaçimen sakatlandı ve futbolu bıraktı.
“Keşke Vefa’ya gitmeseydim.” dedim kendi kendime.
Bir baktım ilk idmanda Hüsnü Ağabey de Vefa’da… O da Vefa’ya gelmiş. Vefa o sene milli takıma çok futbolcu verdi, çok iyi takımdı. Hatırladığım kadarıyla; Selahattin, Rahmi, Kazma İsmet ve ben gitmiştik.
Sonra vatani görev mi?
Evet, 1952 yılında askere gittim. Orada Ordu Takımı’na girdim. Finallere katıldım. 13 defa Ordu Milli Takımı’nda oynadım.
Sonra Müslüm Bağcılar vardı. 1957’de Fenerbahçe’ye döndüm. 1962’ye kadar oynadım. Sakatlandım. Bir Galatasaray maçında dizim döndü. Top oynayamayacağım doktorlar tarafından söylenince Fenerbahçe doğal olarak mukavelemi yenilemedi, böylece Fenerbahçe’deki futbol hayatımı noktaladım.
Yurtdışı başarılarınızdan söz edebilir miyiz?
Molnar, beni Avrupa’ya çağırdı. 1962 yılında Avrupa’ya Salzburg’a gittim. Sahalarımız çok güzeldi. Orada iki kez Avrupa’nın en başarılı kalecisi seçildim. 1967 yılına kadar Avusturya takımında kalecilik yaptım.
Sonra Almanya da 8 ay antrenörlük eğitimi aldım. Türkiye’ye döndükten sonra Balıkesir, Manisa, Aydın, Altay, Kayseri, Sivas sonra Trabzonspor’da antrenörlük görevi yaptım.
1975 yılında ilk defa lig şampiyonu olan Trabzonspor’da teknik direktörlük görevini üstlenmiştim. Sonra Sakaryaspor, Düzce ve Karagümrük takımları…
Daha sonra Futbol Federasyonu’na çağrıldım. Orada Genç Milli Takım antrenörlüğü yaptıktan sonra İstanbul bölge antrenörü ve bayan milli takım antrenörlüğü…
Baktım gençler etrafımda dolaşıyorlar ve ne zaman ayrılacağım diye merak ediyorlardı. 2004 senesinde artık yaş nedeniyle ayrıldım. 37 sene bilfiil antrenörlük yapmışım.
Fenerbahçe’nin üç dönem yönetim kurulu üyeliğinde bulundum. İki keresinde Faruk Ilgaz başkandı. Bir dönem de Güven Sazak başkandı. Kısa bir süre de Fenerbahçe’nin de teknik direktörlüğünü yaptım.
Sizi dinledikçe Fenerbahçeli olmanın gerçekten de bir ayrıcalık olduğunun iyice farkına varıyoruz.
Evet, her açıdan bir ayrıcalık. Fenerbahçe sevgisi çok farklı bir sevgi.
“Futbol nankördür.” derler ama ben hiçbir nankörlüğünü görmedim.
Ben Fenerbahçe’nin içinde büyüdüm. Babam askeri eczacıydı ama ben futbolu tercih ettim. Çok dayak yedim. Fakat sonra da semeresini gördüm. Önceleri kızan annem daha sonra, tramvaya her bindiğinde “Ben Şükrü Ersoy’un annesiyim.” derdi. Anneme susmasını, ayıp olduğunu söylerdim. Ama o beni hiç dinlemez benimle övünürdü.
Babam paşaydı. Annem öldüğünde cenaze merasiminin hep törenle olmasını isterdi. Ne kadar temiz kalpliymiş ki benim o dönemlerde Fenerbahçe Yönetim Kurulu’nda olmam sıfatıyla cenazesi tıklım tıklımdı. Ve bandoyla gitti. Allah rahmet eylesin…
Kaleci olmanın sorumluluklarının, ruhsal yönden de çok ağır olduğunu düşünüyorum… Neler söyleyeceksiniz?
Takımla bütünleşir, takımın bir parçası olursun. Futbolcuların herhangi biri, bir hata yaptı mı, diğerinin, arkadaşını telafi şansı olabilir. Kaleciye gelince golü yer ve günlerce kalecinin o golü nasıl yediği kritik edilir. Bir tane yesen de dalga geçilir “Bir tane top geldi, onu da yedin.” derler.
Kalecilik de bir ayrıcalıktır. 11 kişinin içinde kalecinin bir hatasıyla gol olur. Futbolcularda böyle değil. Zor bir yerdir. Antrenörün verdiği taktik üzerine kaleci, arkadaki bütün savunmayı ve hücuma dayalı organizasyonun başlangıcını tayin eder. Bunu da arkadan konuşarak halleder. Sonucunda takım böyle oynarsa rahat eder. Bu nedenle kaleci devreye girer. Ama bunun için kalecinin de lider özelliklerine sahip olması gerekir. Bazen öyle bir kurtarış yapar ki bütün takımı rahat ettirir.
Maça çıkmadan önce uğur getiren herhangi bir simgeniz veya hareketiniz var mıydı?
Uğur olarak maça sağ ayakla çıkardım. Siyah çorap, şort giyerdim. Bazıları solmuş olurdu ama uğurumdu o. Çevremdekilerse merak eder “Başka şortun yok mu?” derlerdi.
Kaç kez milli maça çıktınız?
Milli takımda 13 defa oynadım. Turgay Şeren mektep arkadaşımdır. Milli takımda da kaleciliği beraber yaptık.
Ülkemiz genelindeki yabancı futbolcuları nasıl buluyorsunuz?
Yabancı futbolcu oynatılmasıyla ilgili söylemem gerekirse; bazı yabancı futbolculara ülkemizde oynamaları için haklarından daha yüksek paralar veriyoruz.
Ben genç futbolcuların getirilmesinden yanayım ama genelde yorgun futbolcular, adalesi yıpranmış futbolcular getiriyorlar. Genç, dinamik oyuncular bulmalıyız. Adı duyulsun veya duyulmasın önemli değil.
Galatasaray- Fenerbahçe maçlarının her zaman bir ayrıcalığı vardır… Sizler neler yaşadınız?
Lig şampiyonu olmayalım ama Galatasaray’ı yenelim. Fenerbahçe taraftarı bir lig şampiyonluğunu bu şampiyonluğa feda ederdi…
Yine bir Fenerbahçe- Galatasaray şampiyonluk maçı… Beykoz’la berabere kaldık. Galatasaray’ı yenmemiz lazım. Dolmabahçe’de 1–0 galiptik. Metin Oktay’ın vuruşları geliyor fakat her vuruşu engelleyebiliyordum. O maçı 3–0 aldık…
Maç bitiminde Müslüm Bağcılar geldi ve “Ver o güzel elini öpeyim Şükrü” dedi. Bundan daha büyük bir övünç olabilir miydi?
Ya kamplarınız nasıl geçerdi?
Zamanımızda kamplarımız çok uzun olurdu. Birbirimizi çok severdik. Çok neşeli geçerdi.
Avrupa’ya maça giderdik. Dakikalarca sahanın çimenlerine bakardık. Bizde nerde o zamanlar çimen saha!
Ali Ersan, o zamanların en ünlü foto muhabiriydi. Çok güzel fotoğraf çekerdi. Teknik bugünkü gibi olmadığından golleri yakalayabilmek için tüm fotoğrafçılar kale arkasında yer alırdı. Ben de uçan kaleci gibi iyi pozlar verirdim.
Hatırladığınız bir anınızı paylaşır mısınız?
Yine bir maça çıkacağımız gün “Şimdi Şükrü çıksın, koşsun biz duralım, bekleyelim.” demişler.
Ben bir çıktım, koştum, orta sahaya geldim, bir baktım ki arkamda hiç kimse yok.
Yine Can Bartu’nun şakasıydı… Canım arkadaşım. Bizleri her zaman şakalarıyla güldürmeyi, eğlendirmeyi başarıyordu. Tabii efsane bir oyuncu olduğunu da unutmamak gerek.
Moda’da Mona Palas vardı. Burada uzun kamplarımız olurdu. Aramızda rekabet yoktu.
“Sen bunu aldın, ben bunu aldım” demezdik. Hepimiz hemen hemen aynı maddi koşullara sahiptik. Her şey çok güzeldi. Şimdi bakıyorum hep transferler ve para mevzuları var. Şimdilerde mütevazılık kalmadı. Verilen rakamın karşılığını da sahalarda göremiyoruz.
Şimdiki formalara bakın; su gibi terleme yok, forma kupkuru, şu tesislerin muhteşemliğine bak, Fenerium’lara bak. Eskiden bir soyunma odası vardı, duş sırası beklerdik. Şimdi bakıyorum jakuziler, modern banyolar, saunalar.
Bazen küvete sıcak su doldurulur, sırası gelen içine girer, kas dinlendirirdi. Ama herkes aynı suyun içine girdiğinden çamurun içine girer, çıkardık. 25 kişi aynı küvete sırayla… Şimdilerde düşünebiliyor musunuz? Şimdi sağlık kontrolleri, MR’lar her şey planlı ve muhteşem.
Biz bazen kampa Bursa’daki Çekirge bölgesine giderdik. Eski hamamlar vardı. Orada havuza girerdik. En büyük lüksümüz oydu.
Bir de bizim ilginç bir sauna hikayemiz var. Rahmetli doktorumuz Reşat Dermanver, bir elektrik tedavisi yöntemi bulmuştu. Tahtanın üzerinde ampuller… İyi ki bizleri elektrik çarpmadı. Kalbimiz de sağlammış demek. O ampullerin sıcağında oturduktan sonra “Tamam terlediniz çıkın.” derlerdi.
Taraftarlar için neler söyleyeceksiniz?
Taraftarlar artık yan yana oturmalı tıpkı eskisi gibi. O deplasman, bu deplasman diye ayrılmamalı. Eskiden farklı takım taraftarları yan yana oturur, şakalaşırlardı. Ama şimdi böyle bir şey yok. Herkes hakemin her çaldığı düdüğe itiraz ediyor. Taraftarlar tribünü bölüyorlar.
Dünya Kupaları’nda görüyorum. Brezilyalı sağımda Fransız solumda oturuyor ama hiç kavga etmiyorlar. Otobüste bile şakalaşarak gidiliyor.
Taraftar profili değişmeli… Özellikle Fenerbahçe taraftarı her zaman birlik ve beraberlik içinde olmalı takımını ve kulübünü her daim desteklemelidir.
Sayın Aziz Yıldırım’ın yeniden yapılanmayla yarattığı kulübümüz bu noktaya kolay gelmedi. İskambil kağıtlarından yapılan bir kule olarak inşa edilmedi. Hepimizin birlikteliğiyle büyük bir emek harcandı. İyi ve kötü gün ayırımı yapılmadan verilen bir destek bizi her zaman daha güzele götürecektir. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki Fenerbahçe futbol kulübü değil, çeşitli branşların yer aldığı Türkiye’nin en çok taraftarı olan bir spor kulübüdür.
Eşiniz Dilek Hanım ve oğlunuz Murat’la yazları uzun bir dönem Kuşadası’nda, kışlarıysa İstanbul’da yaşıyorsunuz. Memnun musunuz?
Burada keyifli bir ortamımız var. Gördüğünüz gibi Ekim sonlarındayız ve hala güzel bir havaya sahibiz. Denizin en sıcak olduğu dönem…
Oğlum Murat’ın aktif faaliyetleri var… Hiç sıkılmıyoruz. Murat da sporcu. Özürlü Olimpiyatları’nın koşu ve yürüyüş dallarında bir adet altın ve 8 adet de gümüş, bronz madalyalar kazandı. Eşim Dilek Hanım ve ben onunla gurur duyuyoruz.
Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Osman Göktan röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Spor hayatınız nasıl başladı?
Çocukluktan başlarsak; 1934 yılında Trabzon’da doğdum.
Ortaokulu bitirdikten sonra, o sıralar annem vefat etmişti. Ağabeyim de eşiyle İstanbul’da yaşıyordu. 1950 yazında iki, üç aylığına İstanbul’a onların yanına geldim. Geliş o geliş…
Annem de olmadığı için ağabeyim beni bırakmadı, Vefa Lisesi’ne yazdırdı. Vefa Lisesi evimize çok ters bir yerdeydi. Okula yürüyerek gidip gelmek zorundaydım.
Sonra Beyoğlu Anadolu Lisesi’ne geldim. Tünelspor diye bir takımı vardı. Önceleri mahalle arasında oynanan futbol, bu kulübe girmemle benim için profesyonelliğin ilk adımı oldu.
Trabzon’dan bir de arkadaşım sonradan Beşiktaş’ın kaptanı olacak Nazmi Bilge vardı. Hepsinin arasından ikimiz sivrildik. Ben defans, o forvet oynardı.
O sene Liseler arası İstanbul Şampiyonu olduk. Kuleli Askeri Lisesi’ni yendik.
Kısa dönem Kasımpaşa takımından sonra Emniyetspor’a geçtim. İktisat Fakültesi’ne giderken de Emniyetspor’da oynuyordum. Antrenmanlar çok sıkı olmadığından üniversite eğitimimi çok kolay tamamladım. Tamamen müstakil bir kulüptü.
Galatasaray Kulübü’nde santrafor oynayan Bülent Eken Beyoğluspor takımını yönetiyordu. Takım karşılaşma için Danimarka’ya gidiyordu.
“Gelir misin?” diye sordular.
Ben de “ Bülent Ağabey bıktım küçük takımlarda oynamaktan maçlar 8-7 bitiyor. Biraz da şansımı büyük kulüplerde deneyeceğim.” diye cevap verdim.
Fazla ısrar etmedi. Ben Emniyetspor’da oynarken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün doktoru rahmetli Reşat Dermanver’in muayenesi Beyoğlu’ndaydı. Sakatlandığımızda biz de ona giderdik. O da bana çok ısrar ediyordu. Beni illaki Fenerbahçe’ye almak istiyordu. Benim hayalimse zaten Fenerbahçe’ydi.
Ve hayaliniz gerçekleşti…
Kim istemez ki Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamayı…
1958 senesi Naciler, Lefterler, Basriler, Canlar, Şükrüler eski ve oturaklı bir takımdı.
“Tamam” dedik, gittik kulübe…
Hiçbir şey konuşmadan “İmzala” dediler, imzaladık ne para ne pul hiçbir şey sormak yok. Yeter ki Fenerbahçe olsun.
Öğrenciydim, ev de geçindirmiyordum. Paranın da pek önemi yoktu.
Böylece 1958-59 sezonu Fenerbahçe’ye girdim. O sezon da çok iyi gidiyoruz. Bütün sezon her maçı da kazandık. Bayağı da iyi oynuyoruz. Öyle ki diğer takımlar bizden korkuyor ve “Fenerbahçe’den ilk 20 dakika gol yemezsek maçın berabere kalma ihtimali var.” derlerdi. % 90 da her maçı kazanırdık.
Unutamadığınız maçlar hangileriydi o dönem?
O sene, bir gruptan Galatasaray; bir gruptan da biz birinci çıktık. İlk maçta Metin Oktay’ın ağları yırtan o gol oldu ve maç 1-0 yenildik.
Dolmabahçe’de oynuyoruz. Ağlar şimdi olsa yırtılmaz da işte o zamanlar sökmüyorlar bir sene asılı dururdu. Kar, yağmur, çamur çürümüş tabii…
Neyse o bize büyük bir darbe oldu. “Biz bu maçı kazanacağız, nasıl kazanacağız” diye de konuşuyoruz.
Bir maç Çarşamba diğeri ise pazardı. O maça çıktık. Çınar Oteli’inde kamptaydık. Ondan önce ben sağ bek oynuyordum. O maçta benim isteğimle santrhaf oynattı beni Fikret Kırcan ağabey. Molnar da antrenördü.
Fikret Kırcan’a “Ağabey ben Metin’le oynayayım onun stilini çözdüm, ben varken nefes bile alamaz” dedim. O da kabul etti, o pazar günü ikinci maça çıktık. Ve çok rahat bir şekilde bu final maçını aldık. 4-0 Galatasaray’ı yendik. Bu iki maçı asla unutamam.
Bu arada Lefter gibi futbolun ordinaryüsü ile de oynama şansı elde ettiniz.
Lefter bizim için o kadar önemliydi ki, Lefter’le maça çıktığımız zaman hiç korkmuyorduk. Tüm maçları alacağımızdan emindik.
“Lefter ne yapar eder maçı aldırır” diye düşünürdük hep.
“En azından bir gol atar” derdik.
İşte Lefter bize böyle bir güven verirdi. Lefter başka bir futbolcuydu. Onunla oynama bahtiyarlığa da ulaştık. Nur içinde yatsın. Onun gibi bir futbolcu gelmedi sahalara…
Bir de bir Lefter’le bir anınız varsa paylaşabilir misiniz bizlerle?
Var tabii, olmaz mı?
Bir sene Beşiktaş’la üç maç yapacaktık. Bir İstanbul, bir Ankara, bir de Adana. Özel bir turnuvaydı. İstanbul’da, Ankara’da yendik. Son maçımız da Adana. Çok sıcak bir mevsimdi.
Lefter çok cinlikler yapar hepimizi güldürürdü. Otelde odada oturuyorum. Öyle yukarıda bavulların konulduğu bir yer vardı. Ben de o sırada yatağın üzerinde oturuyorum. “Tak” diye bir yumurta düştü yanıma, nereden geldi anlamadım, biraz sonra baktım bir tane daha düştü. Bir baktım Lefter valizlerin konduğu yere çıkmış oradan kafamıza pişmemiş yumurta atıyor. “Sen ne yapıyorsun?” dedim kaçtı odadan ben de bir yumurta aldım elime lobide dolaşıp onu arıyorum. Onu görünce attım kafasına yumurtayı, yumurta kafasından akıyor. Aman beni bir kovaladı, Adana’da 100 metre yarış olsa birinci olacağız yani. Öyle bir anımız vardı.
Fenerbahçe’de kaç sene forma giydiniz?
Zaman içinde Fenerbahçe’de demirbaş olduk. 10 sene oynadım. Ve 340 maça çıktım. O zamanlar defans oyuncularının santrayı geçmesi yasaktı, o nedenle gol sayım çok azdır.
Antrenör bağırırdı. “Santrayı geçmeyeceksin” derdi.
Ara sıra penaltı atardım. Beğenirlerdi. Ama asıl penaltıcı yine Lefter’di.
Yalnız Ankara’da bir son şampiyonluk maçında Lefter yok muydu tam olarak hatırlamıyorum bir penaltı oldu, attım ve o maçla şampiyon olduk. Zaten şampiyonluğa gidiyorduk fakat o penaltıyla şampiyonlukta hisse sahibi olmuştum.
Bu 10 sene içinde kaç defa şampiyonluk yaşadınız?
5 şampiyonluk gördüm. Bunların hepsi de benim için ayrı bir önem taşır.
Sizin döneminizde WM sistemi ile oynanırdı. Yani kalecilik dışında defansın her yerinde görev aldınız. Sizi zorlar mıydı?
Ben her iki ayağımı da rahat kullanan bir oyuncu olduğum için bu beni hiç zorlamadı. Santrhaf, sağ bek, sol bek oynadım.
Futbol oynarken mi evlendiniz?
1962 yılında evlendim. Evli olunca takip altındaydınız. Hatta bazı maçları aldık mı hep beraber eğlenmeye gazinolara giderdik.
Bir ağabeyimiz rahmetli Müslüm Bağcılar vardı “Fenerbahçe’de evliyim” diye bana takılırdı. Hepimizin hesabını da verir öyle giderdi.
Çocuklarınızın sporu erken bırakmanızla ilgisi oldu mu?
İki tane de evladım oldu.
1967’de tamamen futbolu bıraktım. Evliydim. Deplasmanlara gidiyordum, artık çocuk olunca da ihmal etmek istemiyordum. Futbol hayatımı noktaladım.
Fakat futbolu Fenerbahçe’de bırakmak benim için hep bir onur kaynağı oldu. Spor hayatım bittikten sonra bile adım her zaman “Fenerbahçeli Osman” oldu. Bunun da değeri para ile ölçülemez.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nde bir de yöneticilik geçmişiniz var, anlatabilir misiniz?
Futbolu bıraktıktan on sene sonra yönetim kuruluna seçildik. Faruk Ilgaz başkandı. İki sene yöneticilik yaptık. O iki senede de bir şampiyonluk, bir ikincilik gördüm.
Rahmetli Ahmet Erol vardı. Yönetimdeydi. İkimiz futbol takımına karışırdık. Ben sahaya çıkardım.
7-8 sene sonra da Fenerbahçe Yüksek Divan Kurulu’na seçildim. Adnan Alptekin as başkandı. İki sene de öyle çalıştım. Orada da yine bir şampiyonluk, bir ikincilik gördüm. Şansımıza çok güzel geçti.
Teknik direktörlük yapmak istemediniz mi?
Maalesef hayır, çünkü çocuklarım çok küçüktü. Çalışacağım yer de İstanbul dışı ve mutlaka bir Anadolu takımı olacaktı. Çocuklarımı da götürmek istemedim.
Zaten çocuklar da çok iyi okudular. Oğlum, Alman Lisesi’ni bitirdi. İTÜ’de okudu, master yaptı. Futbolla da ilgisi olmadı. Benim için şartlar çok zordu. İstanbul’daki büyük takımlar ise hep yabancı hocalarla çalışıyordu.
Milli takımda kaç kez forma giydiniz?
Milli takımda dokuz kez oynadım. O zamanlar milli maçlar o kadar çok oynanmıyordu.
Bir de benim askerlik dönemimde Ordulararası şampiyonluğum var. Maçlar 1960 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel zamanında Ankara’da oynandı. O sırada Ankara’da Hollanda ile de bir milli maç oynadık. Ankara’da kampa girmiştik. Oradan da milli takımla Dünya Şampiyonası için Rusya, Norveç’e gidecektik. Bir taraftan da ordular arası dünya şampiyonası oynanıyor üç maçtı. Türkiye, Fransa, Hollanda, Belçika vardı. Dört takım finale kalanlar. Ankara’da ilk iki maçı ordu adına oynadım bu iki maçı kazanarak aslında Ordulararası şampiyonluğumuz belli olmuştu.
Sonra ben A milli ye seçilince kamptan beni aldılar. Milli takımın kampına gideceğiz, askerim de…
Almanya’da kamp yaptık, oradan Norveç’e geçtik, milli maç oynadık oradan Moskova’ya geçtik orada da Lenin Stadı’nda ikinci milli maçı oynadık Dünya Kupası için.
Her şey bitince, Türkiye’ye döndük. Bir gün evimdeyken bir baktım kapı çaldı, askerlikten firarımı vermişler “Haber vermeden yurt dışına çıkmış.” dediler. Gittiğim takım milli takım “Orduya haber vermedi.” demişler. Ve mahkemeye verdiler. Sonra her şey açıklığa kavuştu. Bu da bir anıydı benim için.
Deplasmanlarda genelde kimle aynı odayı paylaşırdınız?
Mikro Mustafa ile aynı odayı paylaşırdık. Ben de o da çok uykucuyduk. Kafamızı vurduk mu uyurduk. O nedenle beraber kalırdık.
1958-59’ da Mikro Mustafa, Özcan Erkoç, Yüksel Gündüz hep beraber aynı sene geldik. Takımda oynamaya başladık. Hepsini de çok severdim.
Kulübümüzün bugünkü şartlarında oynamak ister miydiniz?
Tabii ki, kim istemez ki?
Şimdi kulübe baktığımda çok büyüdü. Fenerbahçe’de olmadı ama Emniyetspor’dayken formamı getiriyor, evde yıkatıyordum.
Fenerbahçe’de o zaman böyle değildi tabii.
Şimdi formalar havada kapışılıyor.
Bizde bir forma vardı. “Terledim, bu formayı arada değişeyim” diye bir şey yoktu.
O zaman bu kadar para da yoktu. Sahaya sezon başında çim ekerlerdi, sezon ortalarına doğru sahada çim falan kalmazdı, toprak sahada çamur içinde oynamak zorunda kalırdınız. Mukayese bile edilmez.
Taraftara mesajınızı alabilir miyiz?
Fenerbahçe taraftarını dünyaya değişmem. Kulübünü bu kadar seven taraftar görmedim. Taraftarımız hep takımını seviyor ve hep kazanmak istiyor. Ben seyircimizi çok seviyorum. Oynarken de bir problem yaşamadım. Zaten taraftarla problem varsa o takımda barınamazsınız.
Maçlara gelebiliyor musunuz?
Maçlara geliyorum. Ve aynı heyecanla seyrediyorum.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
4 tane dünya tatlısı torunum var. Hepsi de dedeleri gibi Fenerbahçeli, bundan dolay çok büyük bir mutluluk duyuyorum.
Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir “Mikro” Mustafa Güven röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Mustafa Bey, siz sadece Fenerbahçeli olarak doğmadınız, ayrıca takımımızın formasını da giydiniz. Nasıl başladı Fenerbahçe serüveniniz?
Sonradan olmaz Fenerbahçelilik. Biz doğuştan Fenerbahçeliyiz.
Biz boş mukaveleye imza atardık. Öyle bir adet olsa ve zengin bir çocuk olsam Fenerbahçe formasını giymek için para verirdim. Fenerbahçe formasını senelerce giymişim; Beşiktaş’a, Galatasaray’a gollerimi atmışım, layık olmuşum bu formaya…
Fenerbahçelilik hikâyeme gelince;
1936 yılında Giresun’da doğdum, babamın işi icabı sonra Bursa’ya yerleştik. 2 yaşından itibaren çocukluğum Bursa’da geçti.
Henüz 7-8 yaşındayken futbola ilkokulda başladım. 15 yaşına kadar ortaokulda mahalle arasında hep takım kaptanı olarak maçlar yaptım. Biz dört kardeştik. Ağabeyim hariç, üç kardeş hepimiz aynı takımdaydık. Bu büyük avantajdı bizim için.
O zamanlar efsane futbolcu Lefter vardı. Bana “Küçük Lefter” demeye başladılar.
15 yaşımda Bursa ikinci amatör kümedeki Yıldırımspor’da oynadım.
Bana bir pantolon diktirdiler, bunun karşılığında İstiklal Kulübe transfer oldum. Ondan sonra Bursa’da 1. Lig’de oynayan Çelikspor’a transfer oldum. Ayda 50 Lira alıyordum. Bu iyi bir paraydı. Kendi elbiselerimi kendim yaptırabiliyordum.
Derken 1955 senesinde Adana Milli Mensucat Takımı beni transfer etti. Adana Demirspor’u 35 sene sonra ilk biz yendik. Adana’da yer yerinden oynadı. Şampiyon olduk. Ben de 47 golle gol kralı oldum. 19 yaşıma geldiğimde, artık İstanbul kulüp temsilcileri beni araştırmaya başlamışlardı.
Bu arada ordu takımında sağ açık eksik vardı. Bu yüzden beni bir sene evvelden askere aldılar. Ankara Ordu Milli Takımı’nda 1956 senesinde Amerika’yı 19-0 yendiğimizde ben dört gol attım. Ve Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi kulüpler benimle temasa geçmeye başladı.
Tabii askerliğim devam ediyordu. Bu arada Dünya ordular arası şampiyonu olduk. Bu takımda Şeref Has da vardı. Fenerbahçe’de teknik direktör Molnar beni beğendi. Ahmet Erol da menajerdi. Askerliğimin son zamanlarında Fenerbahçe bana 100 Lira para yollamaya başladı.
Böylece Fenerbahçe Spor Kulübü’ne adım atmış oldunuz.
Evet. Bir yerde Fenerbahçe ile anlaşmış olduk. Benim için hayatta en büyük olay Fenerbahçe’ye transferimdi.
Büyük Fikret, kulüp müdürüydü. Bana “Sana bir şey söyleyeceğim ama kızma, sen bu boyla Fenerbahçe’de oynayamazsın. İstanbulspor Beykoz’a gitsen daha iyi olur.” dedi.
Ben de dedim ki “Kendime güveniyorum.” Sonra “8.000 lira sana transfer parası” dedi. Bu arada Adaletspor bana 20.000 teklif etmişti.
Anadolu’daki futbolcuların ideali milli takım değildir, Fenerbahçe’de, Galatasaray’da, Beşiktaş’ta oynamaktır.
Çocukluğumdan beri dört kardeş de futbolcuyduk; Fenerbahçe idealimizdi. Oranın 20.000 lirası beni enterese etmiyordu. 8.000 Lira’ya Fenerbahçe’ye “Evet” dedim.
O sene 34 maç oynadık. Yaz – kış aynı örme formayı giyerdik. 3 sene Cumartesi – Pazar maç oynardık. Hem de 11 kişi oynardık. Yedek yoktu. Diğerleri tribüne çıkardı. Oyuncu değişme yoktu. Bazen Can Bartu, Şükrü Ağabey sakatlandığında kaleye geçerdi. Ve topların ağırlığı 900 gram falandı, şimdiki gibi 400 gram top yoktu. İzmir’e gideriz iki deplasman yaparız; oyuncu değişikliği olmazdı.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nde toplam kaç kez forma giydiniz?
1964 senesine kadar 7 sene, 268 maçta, 74 gol atmışım. 34 golü de kafayla. 1.60’lık bir adam için zordur kafa golü atmak. Sıçrama kabiliyetime borçluyum sanırım.
Milli takım formasında kaç kez maç yaptınız?
A milli takım, B milli takım, amatör takımda oynadım. Benim zamanımda senede bir maç oynanırdı. 13 kez milli takım forması giydim.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nden sonra bir dış transferiniz olmuştu…
Bir sene Viyana’da Admira takımında oynadım.
Beykoz’da antrenör futbolcu olarak oynadım. 3. Lig’den 2. Lige çıkardım
Ve en sonunda sporu Malatyaspor’da 1969 yılında bıraktım. Yurtdışındaki takımın bana en büyük şansı eşimle tanışmamdı. 1966 senesinde Viyana’da tanıştık. Bir ataşenin kızıydı. 45 senelik evliyim. 40 yaşında oğlum var. Yurt dışında yaşıyor, mimar oldu. O da sıkı bir Fenerbahçeli. İtalya’ya sık sık giderim Inter – Milan maçlarını seyrederim.
Deplasmanlarda oda arkadaşınız kimdi?
Evet, takımda arkadaşlık çok önemliydi, perşembe kampa girerdik. Çınar Oteli’nde olurdu. Ben daha çok sağ bek Osman Göktan’la kalırdım, çünkü o da kitap okumasını sever ben de severdim; o da uyumasını sever ben de severdim. Uykusuz geçen bir gecenin sonunda Fenerbahçe formasını giymek kötüdür. Osman’la uyuşurduk.
Milli takımda da daha çok Metin Oktay’la beraberdim, asker arkadaşımdı. Dört dörtlük bir insandı. Galatasaraylıydı ama en samimi arkadaşımdı.
Coşkun, Turgay, Metin, ben, Lefter… Çok şakalaşırdık. Kampta da zaten Şeref, Can, ben, Ergun, Yüksel hep beraberdik. Hatta Puşkaş Ergun’un annesi bize yemekler hazırlardı. Bizim o dönemdeki dostluklarımız hala devam ediyor. Rakiplerimizle bile hala görüşüyoruz. Benim oğlumun ismi de Can Bartu’dan dolayı Can’dır.
Uğurlarınız var mıydı?
55 seneden beri bu kolyem var hiç çıkarmam boynumdan. Bir de maça sağ ayakla çıkarım. Lefter’i biz Cumaları Eyüp Sultan’a götürürdük.
Biraz da derbi maçı öncesinden bahseder misiniz?
Öyle enteresandır ki başkanı bir transferlerde görürdük. Bir de derbi maç öncesi soyunma odasında yanımızda görürdük. Bu maç şampiyonluktan da önemli derlerdi bu maçı alın şampiyon olun olmayın önemli değil, derbi maçı kaliteli olmaz iki takımın futbolcuları strese girer, uyku hapım vardı onu alırdım, derbi öncesi uyku tutmaz.
Ya şu futbolcuya bak ne kötüydü acaba düşünüyor mu anası mı hasta, babası mı, çocuğu mu? Bunun olumsuzluğunu sahaya yansıtır mı, futbolcu olmayan bilmez. Bir de forvet oyuncularına 1Gol atamazsanız Fenerbahçe formasını giymiş ad edilmesiniz.” denirdi.
Maça çıktığınızda taraftarın olumlu ya da olumsuz tepkilerini o sesleri duyar mıydınız?
İlk 10 dakika her şeyi duyarsın, sonra hiçbir şey duymazsın, babanı görsen tanımazsın, antrenörü bile duymazsın, kaba oyundur eskiden de küfür vardı. Bilerek ya da bilmeyerek içerdeki atmosfere uyarsın. Devre arasında antrenörü dinlersin, birer çay içerdik. Taktiği saha içinde futbolcular yapar, kendine güvenen gole yürürdü.
Peki ya seyirci olarak durumunuz nasıl?
15 senedir seyrediyorum, “Sen ne biçim futbolcusun bağırmıyorsun, çağırmıyorsun” diyorlar. Ben de derim ki; “Duyurmayacağımı biliyorum.” Sakin sakin seyrederim, derbi seyirci penceresi vardır. Kilit adamlarla maç biter, üstün oyunlarıyla maçı kazanırsın. Kazanacaksın, kaybedeceksin, berabere bitecek bu bir şovdur, harp değildir.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün eski bir sporcusu olarak 2011’in kulübünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben size bir şey söyleyeyim mi? 20 tane başkan gördüm. Dünyayla rekabet var, şimdi çıtamız çok yükseldi.
Geçen hafta başkan sağ olsun kokteyl yaptı. Can Bartu Tesisleri’ni ziyaret ettik. Futbolcuları idmanda izledik, sahaya indik, böylesini rüyamızda görmedik.
Devre arasında masör bize masaj yapacağına ayakkabımızın çivilerini çekiçle içeri atmaya çalışırdı. Şimdi hava durumuna göre her futbolcunun dörder beşer ayakkabısı var.
Avrupa’da bile bu tesisler yok, bu çok güzel bir olay: Localar, tesisler… Sayın Aziz Yıldırım çok başarılı. Böyle bir başkan böyle bir idare gelmedi. Gelirler yükseldi, binlerce insan çalışıyor bunların hepsini kulüp geliri karşılıyor. Topuk Yaylası’nda tesisler, Ataşehir’de tesisler, stat zaten başlı başına bir olay. Bu güzellikleri yapan bir insana ancak minnet duyarım. Gelmiş geçmiş en iyi başkandır; başka başkan tanımam.
Mikro Mustafa” lakabını nasıl aldınız?
1953 senesinde Sakız Adası’na maça gitmiştik 17 yaşlarındaydım. 3-1 kazandık. Ben iki gol atmıştım. Maçın ardından Yunan halkı beni omuzlarına alarak “Zito Mikro” diye bağırarak otele kadar sırtında taşıdılar.
Sonradan öğrendim ki Mikro “Küçük” Zito da “Yaşa” demekmiş. O zamanlar futbolda çok fanatizm ve aşırı milliyetçilik yoktu. Gazeteci Kamil Yaman bana bu lakabı taktı. Ondan sonra bu lakapla anıldım. Hatta Halit Kıvanç maç anlatırken “Mikro” dediği için TRT’den ihtar almıştı.
Ayrıca Almanya’da “Klein Mustafa” İtalya da ise “Bambino Mustafa” olarak çağrıldım.
Hangi futbolcu size benzer?
Ben çabuk oyuncuydum. Rıdvan’a benzer bir stilim, Alex tarzı da bir tekniğim vardı.
Bir anınızı bizimle paylaşın lütfen…
Futboldan hiçbir maddi kazancım olmadı. Bizim dönemimiz Türk ekonomisinin en kötü zamanıydı. Ne hakem, ne antrenör, ne de futbolcu geçimlerini futboldan kazanmazdı. Futbolun geliri çok azdı. Herkesin ikinci bir işi vardı.
10 yaşlarındayken en popüler spor futboldu. Futbolcuların resimlerini görürdük. Erol, Suphi, Lefter, Fikret, gibi oyuncular Bursa’ya gelmişlerdi. O dönem ben gazete satardım. Oynadıkları maçı seyrettim. Maçı izlerken gazetelerimi satamamıştım. Bursa’da tek bir restaurant vardı. Orada futbolcuları beklerken Ahmet Erol beni gördü.
“Oğlum ne bekliyorsun?” dedi.
Ben de onlara “Sizleri görmek istedim.” dedim. Saçımı okşadı, beni içeri davet etti. O gün hep birlikte yemek yedik. İnanamıyordum. Elimde kalan bütün gazeteleri de satın aldılar. Fenerbahçe hastalığım o dönemde daha da pekişti. Ne önüme gelen yemeğin ne olduğunu ne de yediğimi hatırlamıyorum.
Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Çok uzun zamandır bir “Can Bartu Kitabı” için çalışmaya çalışıyoruz fakat, gaile-i hayat, bihakkın bir proje için gereken zamanın ayrılması mümkün olmadı… Bununla beraber, bu müthiş ismin fotoğraf arşivi yani (tabiri caizse) “Can Bartu Hazinesi” için de bir şey düşünmek gerekiyordu.
Sevgili eşi Güler Bartu Hanımefendinin teveccühü sayesinde tamamını dijital hale getirdiğimiz fotoğrafları Fenerbahçe ve Türk spor tarihi ile buluşturmak yerinde olacaktı. Merhum Can Bartu’nun ruhu şâd olsun. Saygıdeğer Güler Bartu’ya, kelimenin tam anlamıyla, sonsuz teşekkürlerimizle…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Can Bartu: 1936’da İstanbul’da doğdu. Futbola Fenerbahçe’de başladı. 1961’de profesyonel kadroda iken, antrenör Szekely’nin aracılığıyla, İtalya’nın Lazio kulübüne gitti ve bu transferden Fenerbahçe Kulübü 17 bin dolar aldı. İtalya’da 6 yıl futbol oynayan Can, 1967’de tekrar Fenerbahçe’ye dönmüş ve 1970 Temmuz’unda futbolu bırakmıştır. Fenerbahçe’de 330 maç yapıp 162 gol atan Can, 28 kez yer aldığı ve 5 gol attığı milli takımın da 6 kez kaptanlığını yapmıştır. Basketbolda da millidir. (Rüştü Dağlaroğlu | 1907-1987 Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi)




































































































Fenerbahçe basketbol/voleybol tarihinin en önemli sporcularından biri olan Nazmiye Kor ile 1956 yılında yapılan röportajı bulunca, yayınlayalım istedik. Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Nazmiye Kor
“Erkeklerin milli futbol ve voleybol maçlarında şampiyon veya şampiyon namzedi olan Galatasaray esas olarak ele alındığı halde İstanbul kızlar voleybol muhteliti için takımımız niçin tercih edilmiyor da ancak 2 oyuncu alınıyor?”
Renklerimize bu sene iltihak eden ve bilhassa İstanbul birinciliklerindeki Moda maçı galibiyetinde büyük payı bulunan bu genç arkadaş hâlen Çamlıca Kız Lisesinin voleybol kaptanlığını yapmaktadır.
Hem okulda hem de antrenmanda bulamayınca telefona sarıldık. (Telefon numarasını vermeye lüzum görmüyorum. Çünkü her zaman dersleriyle o kadar meşgulmüş ki telefona daima annesi bakarmış!)
İlk olarak gaybubet sebeplerini öğrenmek istedik. Derslerden veya antrenmandan kaçıyor zannederek günahına girmişiz. Meğer 3 günden beri hasta imiş. Geç oldu ama geçmiş olsun…
Şimdi telefon muhaveremizin nakline geliyorum. Lâf aramızda Nazmiye’nin sesi hiç de fena değil hani!
Oyunda hiç konuşmayan ve umumiyetle gayet soğukkanlı gözüken Nazmiye’ye ilk olarak heyecanlanıp heyecanlanmadığını sordum.
Kandilli ve Moda maçlarinda, bilhassa servis atarken çok heyecanlanırım.
Maça girerken, oynarken ve çıkarken ne düşünürsün?
Girerken yeneceğimizi düşünür, bazen de korkarım. Maç esnasında gözüm bir şey görmez!
(Aman Nazmiyeciğim. Ben korktum senden. Ya gözün bir kere görmeye başlarsa karşı takımın hali nice olur!)
Maçtan sonra, galip gelmişsek çok sevinirim. Aksi halde ağzımı bıçak açmaz.
(Bu ne büyük lâflar yavrucuğum. Anlaşıldı her zaman kapalı olan ağzını telefon iyi açtı galiba…)
Uğura inanır mısın?
Hayır. Ve bilhassa 13’ü uğursuz saymam.
İstanbul Üniversitesine yenil…
(Bitirmeme müsaade etmeden) Yenilmemiz pek feci, keşki aklıma getirmeseydiniz. Sebepleri oldukça çok. Karşımızdaki takımı küçümsemek (Hâlbuki ben de büyültmekten şikâyetçiyim) işi ciddiye alarak iyi çalışmamak, kafasız oynamak!
(Hepsine evet ama vallahi kafalarımız yerindeydi!)
Boş vakitlerini nasıl geçirirsin?
Kedi ve köpeklerle oynamakla…
Beğendiğin yemek ve tatlılar?
Kuzu pirzolası, pilâv ve tulumba tatlısı.
(Nasıl da belli öğle yemeklerini mektepte yediği…)
Sinemaya sık sık giden ve “Caniler Avcısı” filmini pek beğenen Nazmiye artistlerden de şunları sayıyor:
Rossana Brazzi, Victorio Gassman, Stewart Granger, Marlon Brando, Ingrid Bergman, Prenses Kelly!
Beğendiğin sporcular?
Basketbolculardan Altan, Yalçın, Can, Turan ve Partener’i; futbolculardan da: Şükrü, Turgay, Lefter, Naci ve Mustafa’yı beğenirim. Fakat derslerim dolayısıyla maçlara her zaman gidemiyorum.
Modayı takip eder misin?
İhtiyaç hissetmiyorum. Çünkü umumiyetle spor giyinirim.
Tekrar spor bahislerine döndük:
Spora ne kadar zaman devam etmek niyetindesin?
Yapabildiğim müddetçe.
Tabii sen de arkadaşlar gibi milli maçların yapılmasını vs. yi isteyeceksin…
Bu şekilde yapılacaksa yapılmaması daha iyidir. İşittiğime göre Galatasaray’dan 4, Moda’dan 2-4, İstanbul Üniversitesi’nden 3 namzet seçiliyor da İstanbul ve Türkiye’nin şampiyonu olan takımdan İstanbul muhtelitine ancak 2 kişi çağrılıyor. Milli futbol ve voleybol takımları seçilirken en formda olan Galatasaray takımı esas olarak alınıyor da kızlarda niçin Fenerbahçe tercih edilmiyor anlamıyorum.
Bu hususu ben de anlayamadım. İnşallah ilgililer pek yakında hepimizi aydınlatırlar…
16 Nisan 1956 – Fenerbahçe Spor Gazetesi | Röportaj: Ayten Salih