Menü Kapat

Açık Mektup

Açık Mektup

13 Mart 1948 tarihli “Sarı Lacivert” dergisinde Galatasaraylı Muvakkar Ekrem Talu, Galatasaraylı Muslih Peykoğlu’na hitaben zehir zemberek bir açık mektup kaleme almış.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Muslih Peykoğlu’na Açık Mektup

Bayım!

Seni birkaç dershane yukarımızdaki birisi olarak yirmi beş sene evvel tanıdım. Futbola çabuk bağlanmış çocuk ruhumla senin beceriksiz de olsa nihayet “futbolcu” hüviyetin ve bir miktar yaş farkın sana “ağabey” alaka ve saygısını göstermemi sağlıyordu.

Aramızda şahsi hiçbir alıp verecek geçmeden hayata, cemiyet hayatına karıştık. Ben senin de başına gelebilecek ve son yazında alaya aldığın bir cilve-i kaderle aktivitemi kaybedip sporla alakamı sadece yazı sahasına inhisar ettirdiğim devrede senin esasen bir kıymet ifade etmeyen futbolculuk hayatın son günlerini yaşıyordu. Bugün de üzerinde titizlikle durduğum prensip ve yazıcılık karakterimle seni; sevdiğim, saydığım ve renginden olduğum halde “iyi oynamıyor” diye tenkit ettim. Yalan mı söylüyordum?

Sen değil de, galiba futbol seni bıraktığı günlerde –hatta çok evvelinden- idarecilik hayatına girdin. Mümeyyiz vasfın “kulübünü çıldırasıya sevmek”ten başka ne idi? Bu “sevgi”; şekil, hararet ve tezahür bakımlarından benim ezelî ve ebedî prensip ve telakkilerime uymamakla beraber, içimden: “Aferin diyordum. Çocuk sapına kadar erkek çıktı. Yetiştiği muhitin gönüllü hadimi, sadık adamı…  Hizmet ve himmeti meşkûr olsun…” Ve böyle düşünerek senden o cemiyete, dolayısıyla Türk spor bünyesine hayırlı, faydalı, müsbet hareketler umuyordum. Sen yine Galatasaraylıların bir ifade ve teşbihi üzere yavrularını nihayet ağuşunda boğup öldürecek bir tarzı muhabbet besleyen ve tatbik eden ana kedi gibi, kulübünde alelacayip hisler ve tatbiklerle içinde veya başında bulunduğun devreler o muazzez ocağa fayda yerine namütehani zarar iras ettin.

Bu Yeniköy Palas’ta karısını yaralayan tüccar, Kadıköyü’nde bir rüya kabusu ertesi eşini boğazlayan bahçıvanın “sevmek” tarzını andıran haletinle kulübüne öyle zararlar getirdin ki bu hareketler karşısında bir Galatasaraylı olmaktan ziyade bir cemiyetçi olarak sana lisanımla isyan eder oldum. Ciddi –fakat yazı adabı çerçevesinde- birkaç makalemle senin şahsını değil, ef’alini tenkit ettim. Seni seviyor, fakat yaptıklarını, tuttuğun yolu beğenmiyordum. Koskoca Galatasaray’ı baltalayacak her türlü fenalığı senden sudûr eder görüyordum. Sen üstelik bunu müfrit kulüpçü ve cemiyetçi olarak yapıyor, bünyeyi içinden sarsıyor, sureti haktan görünerek kemirmede devam ediyordun.

Mektep yavrularını kulüpçü kaydıyla rey sahibi kılarak topladığın bir ekseriyetle hakim-i mutlak kesilerek giriştiğin icraatın en kötüsü şu olmuştu: Yusuf Ziya’yı kulüpten kaçırtmak…

Yusuf Ziya sadece Galatasaray’da değil, Türk cemiyetinin bütününde her bakımdan bir “kıymet”ken onu Galatasaray’dan, Galatasaray’ı da ondan soğutmaya kalkmak hata idi. Sen bu hatanın tek müsebbibisin. Yalan mı?

Galatasaray’dan, hiç olmazsa Galatasaray’a hizmetten beri kıldığın sadece Yusuf Ziya mıdır?

Suat Hayri’leri, Nihat’ları, Adil Giray’ları, Kemal Rifat’ları, Eşref Şefik’leri, Tahir Kevkep’leri, Adnan Akıska’ları, Ulvi’leri, Eczacı Arif’leri, Osman Müeyyed’leri ve daha nice nice Galatasaraylı kıymetleri senin kah gizli kah aleni istiskallerin kulüpten kaçırmıştır. Bugün bile Suphi gibi milletçe seçilmeye layık görülen değerli bir varlığı kulüp başkanlığından atlatmak için mücadeleye girişmiş olduğunu biliyorum.

Sen bir yazı daha yazdın. Senelerce kullandığın zehirli dilini kağıda dökmek fırsatını bulmuştun. Bugün aharın haysiyeti üzerinde hassasiyetle durulmasını arzulayan sen, o yazında Zeki Nuri Bosut, Şazi, Adnan, Samih gibi cemiyet hayatının “efendi” tanıdığı müstakim vatandaşları bir nevi dalaverecei mevkiine koyup ilan ettin. Dolayısıyla Fenerbahçe teşekkülüne karşı klasik nefretini ayrıca tekrar ettin. O yüce varlığa ağır ithamlarda bulundun. Fenerbahçe büyük, çok büyük, senin tahmininden de fazla bir vatandaş ekseriyetinin sevdiği, saydığı mensup olduğu bir Türk cemiyetidir. Sen ona ikide bir ne hakla hakaret edersin?.. Hem de bir mekteb-i irfanda “hoca”lık etmedesin. Yani senin dirayet, talim ve terbiyene mevdû halk çocuklarına canlı fakat kötü örnek teşkil eden bir hoca… Tek taraflı görüş, tek taraflı düşünüş, tek taraflı muhakeme… Senden olmayan, -Türk dahi olsa- sence kafir, sence menfur!

İşte Türk yavrularına bu sakim telakki ve prensibi aşılamakta olan bir maarifçi!.. Gel de bu sözlerimi amme huzurunda inkar et bakalım!

Sen o mahut “birinci yazın” içerisinde mizahçı bozmaları filan da diyerek bir takım herzeler yumurtlarken “Satır”da çıkan bir yazıdan alınmışsın. O yazıda “Muslih” adına en ufak bir ima yokken sen o “Kırk katır mı, kırk satır mı” mevzuunda kendi ef’al ve karakterinle neden bir münasebet tevehhüm ettin de o tasvir ve teşrihi benimseyiverdin?

Ya sen osun, ya değilsin?

O ve öyle isen sözüm yok! Şayet değilsen o kırk katıra ve kırk satıra tesahüp neden?

Şimdi senin adı bence çok muhterem bir dergide yediğin nanelere işaret edeyim. “Mikrop şebekesi”, “ahlaksız”, “namussuz”, “bayağının bayağısı”, “aşağının aşağısı”, “kuyruklarına basınca saldıran”, “deri değiştiren”, “küspede ısınan”, “sümüklü kulüp yedibaşısı”, “ödlek”, “buldog”, “çomar”, “foksteriyer”, “penguen”, “fino”, ilâh…Cehennemmekan “Ali Kemal”in üslubunu hatırlatan bu sözleri ben nihayet lüzumsuz hiddete kapılan bir kardeş!! hitabı olarak telakki edip şahsımı doğrudan doğruya alakadar eden birkaç paragrafa cevap vererek uzayan yazımı bitirmek istiyorum.

Satır gazetesinde çıktığımız günden beri aylardır imzasız neşriyat yapılmaktadır. Bunun manevi ve kanuni mesulleri gazetenin başında musarrahtır. Kimseden hüviyetimizi gizlemiş değiliz.

İkimiz arasında geçen bir hadise sebebiyle dedemin mektep bahçesinde kadirşinas Galatasaray topluluğunun bir hatırayı ıhlâsı olarak mezkûr heykelinden, kız kardeşime kadar taallûkatımı mevzu içre etmek senin yazı adabı kadar soğuk ve terbiye adabına da derece-i vukufunu ispat eder.

İstitraden şunu da söyleyeyim ki bugün diline doladığın “Recai zade”nin Galatasaray’daki hocalık hüviyet ve kıymetini inşallah sen de kesbedersin de senin de ileride –Allah geçinden versin- bir heykelin rekzedilir.

“Ailesine hürmeten şimdilik cevap vermiyorum” diyerek “sayın peder”imize varıncaya kadar dil uzatan sen “kırk üçlük bebek” şimdi bu cevabıma karşılık verir de o usta! üslup ve beyanınla yine bir sürü hayvan fasilesi sayacak olursan seni temelinden sarsacak iki fiilini –maalesef- açığa vurmak mevkiinde kalacağım. Bilmiş ol!

“Bacak arasında dolaşma”nın bana vergi bir karakter olmadığını çömezin Haluk San’a söylediğin bir söze göre tecrübe ettin bilirsin.

Yazını şu cümle ile bitirmişsin: “Karşıma erkekleştiğiniz zaman çıkın!”

Merak etme! Biz senin tab’ına göre erkek! Hiçbir zaman olamayız.

Şimdilik bu kadar hocam!

Muvakkar Ekrem Talu

Bir Cevap Yazın