Etiket: Tevfik Haccar Taşçı

  • Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V

    Arşivlerde dolaşırken, araya gündeme dair diğer olayları da katarak, Fenerbahçe ve Türk spor tarihi haberlerini derliyorduk. Günün birinde her yıl için bir almanak haline gelebilir mi, bilemeyiz ama sitede bir araya toplayalım istedik. 1929 ile başlıyoruz… Huzurlarınızda “Tarih ve Fenerbahçe 1929 – V”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    ÇOCUK BAYRAMI! [1]

    Çocuk Bayramı bir hafta sürdü ve bitti. Bu bir hafta müsamereler, balolar, eğlentilerle geçen tam bir bayram oldu, fakat ne yazık ki her günleri zaten bir bayram olan zengin çocuklarının bayramı…

    Çocuk bayramı yapmak fikrini Garptan aldık; fakat yarım aldık, yalnız eğlence ve zevk kısmını aldık, vazife ve şefkat kısmını bıraktık… Bu bayram, zengini, fakiri ayırmayan, daha ziyade hasta, fakir, kimsesiz yavruları düşünen bir bayram olacaktı… Maalesef olamadı, nazarı dikkati celbettiğimiz halde, gene olmadı ve bayram bir hafta sürdükten sonra masrafla, yorgunlukla biten uzun bir eğlentiden ibaret kaldı. İnşallah gelecek seneki Çocuk Bayramı daha ziyade bütün sene yüzü gülmeyen bedbaht ve talihsiz yavruların bayramı olur.

    SPORCULARIMIZ MÜHİM MAÇLAR ARİFESİNDEDİR [2]

    Hemen bir seneden beri ecnebi takımlarla karşılaşmamış olan futbolcularımız önümüzdeki haftalar içinde iki mühim maç yapacaklardır. Bu müsabakaların birisi 10-12 Mayıs’ta Mısır’ın “Arsenal” takımıyla yapılacaktır.

    Dünkü nüshamızda da yazdığımız üzere Arsenal takımı 8 Mayıs’ta şehrimizde bulunacak, 10 Mayıs Cuma, 12 Mayıs Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe takımlarıyla karşılaşacaktır. Arsenal Mısır’ın kuvvetli takımlarından biri olduğundan bu müsabakalar çok enteresan olacaktır.

    Mısırlılarla yapılacak bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı bu müsabaka aynı zamanda Viyana’nın en kuvvetli takımlarından olan “Osturya” takımıyla kurban bayramında yapılacak müsabakalar için ciddi bir antrenman yerine geçecektir.

    Filhakika Osturya takımı çok kuvvetli bir takımdır. Bu takım on seneden beri beş defa Avusturya kupasını kazanmış, lig maçlarında sekiz defa finale kalmış, 1918’den beri 3 defa birinci, 5 defa ikinci olmuştur. (…)

    GALATASARAY MEKTEP ŞAMPİYONASI [3]

    Bugün Taksim Stadyumu’nda saat on beş buçukta mühim atletizm müsabakaları yapılacaktır. Bu müsabakalar Galatasaray Mektep Şampiyonası finalleridir.

    Galatasaray kulübünün atletizm şubesine mensup gençlerin çoğunu Galatasaray lisesindeki atletler teşkil ettiği halde bu seneye kadar sırf bu atletlere münhasır bir mektep şampiyonası yapılmamaktaydı. Galatasaray atletizm şubesinin musip bir teşebbüsü olmak üzere bu sene ilk defa olarak mektep şampiyona müsabakaları ihdas edildi.

    Bu müsabakaların seçmeleri geçen Cuma Kadıköy İttihat Spor çayırında, dömi-finaller de Salı günü stadyumda yapılmıştı.

    Gerek seçmelerde ve gerek dömi-finallerde gençlerin gösterdikleri alaka ve gayret bugünkü final müsabakalarının çok güzel ve hararetli olacağına en büyük delildir. Bilhassa Salı günkü müsabakalarda Galatasaray’ın maruf yüz metrecisi Semih’in elde ettiği netayiç bu mevsim zarfında bu gençten çok iyi dereceler bekleyebileceğimizi göstermektedir.

    Bugünkü müsabakalar program sırasıyla şunlardır: 800 metre gülle atma, 400 metre disk atma, 1500 metre üç adım atlama, 200 metre uzun atlama, 4×100 ve 4×400 bayrak koşuları.

    Müsabakalar yazdığımız gibi ilk defa olmak üzere mektep şampiyonası unvanı altında yapılacağı için elde edilecek dereceler de mektebin ilk ve yeni rekorları olacaktır. Bakalım bu şeref hangi atletlere nasip olacak.

    Genç atletlere muvaffakiyet temenni eyleriz.

    ŞEKSPİR PERESTLER AYAKLANDI [4]

    Alay Köşkü Müntesiplerinden 22 Zat Hüseyin Suat Bey’i Protesto Ediyorlar

    Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi’nden, sanat ve matbuat âlemimize mensup 25 imza ile şubemize varit olan aşağıdaki protesto mektubunu bütün matbuatımıza tevdi ediyoruz:

    “Cihan edebiyatının en büyük ve ebedi simalarından biri olan Vilyam Şekspir’in eserlerinin zamanı geçmiş antika şeyler olduğu, Şekspir’in olsa olsa İngilizler için kıymeti tarihiyesi bulunduğu, Türkiye’de bunları kimsenin anlayamayacağı tarzında Akşam gazetesinde bazı sözler söyleyen Hüseyin Suat Bey’in ancak kendi fikrinin ve zevkinin seviyesi hakkında müspet beynebir vesikadan başka manası ve şümulü olmayan beyanatını hem beynelmilel bir edebi bir simaya karşı hem de Türk milletinin seviyesine karşı tevcih edilmiş bir bühtan saydığımız için protesto ederiz.”

    Etem İzzet, Ziya Refik, Sadri Etem, Refik Ahmet, Suat Derviş, Elif Naci, Reşat Nuri, Nahit Sırrı, Peyami Safa, Vasfi Raşit, Sabiha Zekeriya, Nizamettin Nazif, Mesut Cemil, Muhittin Sadık, Abdullah Cevdet, Emin Ali, Halit Fahri, Vedat Nedim, İlhami Safa, Mehmet Nurettin, M.Zekeriya, Nazım Hikmet, Hakkı Süha, Necip Fazıl.

    DÜNKÜ FUTBOL MAÇLARI [5]

    Dün Taksim Stadyumu’nda lig maçlarına devam edilmiştir. Fikstür mucibince ilk maç Galatasaray ile Vefa arasında yapılmıştır. Vefalıların Galatasaray’a karşı ne kadar şanslı olduklarına dün işaret etmiştik. Dünkü müsabaka bu hakikati bir defa daha teyit etmiştir.

    Bu müsabaka baştan nihayete kadar iki tafın da kati bir hâkimiyetine girmeden tam bir tevazun içinde cereyan etmiş, sıfır sıfıra nihayet bulmuştur.

    Vefalılar, takdire seza şuurlu bir oyun sistemi takip ederek Galatasaray’ın akınlarını durdurmuşlar, her fırsatta kendileri de güzel hücumlarla Galatasaray kalesini sık sık ziyaret etmişlerdir. Vefalılar bu hücumlar esnasında birkaç da sayı fırsatı kaçırmışlardır.

    İki tarafın da mütekabilen devam eden bu akınları hiçbir netice vermemiş, oyun sıfır sıfıra berabere neticelenmiştir.

    (…) Son müsabaka Beşiktaş ile Beykoz arasında olmuştur. Bu oyun çok hararetli cereyan etmiş, Beykozlular dün güzel bir oyun göstererek Beşiktaşlılara mağlup olmamışlardır. Bu oyunun birinci devresi sıfır sıfıra bitmiş, ikinci derecede ilk golü Beşiktaş yapmıştır.

    Beykozlular biraz sonra buna mukabele ederek oyunu beraberlikle bitirmeye muvaffak olmuşlardır.

    Beşiktaş takımı dün eksik bir kadro ile sahaya çıkmakla beraber kendisinden beklenilen oyunu gösterememiştir.

    Hilal takımı dün Kadıköyü sahasında Beylerbeyi takımıyla bir müsabaka yapmış 2-1 galip gelmiştir.

    SÜLEYMANİYE – FENERBAHÇE [6]

    İkinci maçı Fenerbahçe-Süleymaniye takımları yaptılar. Tarafeyn sahaya şöyle çıkmışlardı:

    Fenerbahçe: Rıza, Kadri, Füruzan, Cevat, Sadi, Reşat, Ali, Muzaffer, Zeki, Fikret, Ziya.

    Süleymaniye: Mansur, Hüsnü, Sadi, Ruhi, Murat, Ekrem, Sadi, İhsan, Burhan, Halit, Necati.

    Müsabaka ekseriyetle Fener’in hâkimiyet altında cereyan etti ve Süleymaniye 6-2 mağlup oldu. Fenerliler başta Reşat olduğu halde birkaç oyuncularının idmansızlığı yüzünden beklenildiği kadar iyi oynayamadılar.

    ARSENAL BU HAFTA GELEMİYOR [7]

    Bu hafta şehrimize gelerek Cuma ve Pazar günleri Galatasaray ve Fenerbahçe ile iki maç yapması esas itibariyle takarrür etmiş olan Mısır’ın meşhur Arsenal takımı, bu hafta şehrimize gelemeyeceğini bildirmiştir.

    Arsenal Kurban Bayramı’nda gelebilecekse de o zaman Osturya takımı da geleceğinden Mısırlılara Haziran’ın ilk Cumasında gelmeleri teklif edilecektir. Binaenaleyh bu Cuma lig maçlarına devam edilecek ve Galatasaray’la Fener karşılaşacaktır.

    ŞEKSPİRCİLER [8]

    Bir bu eksikti. Bir takım zevat Hüseyin Suat Bey’in “Şekspir” ismindeki İngiliz edibi hakkındaki sözlerine kızmışlar, gazetelere 22 imzalı bir protesto göndermişler. Bir bu eksikti. Hüseyin Suat Bey de bunlara cevap verirken bunların Şekspir’i tanımadıklarını söylemiş. Ben Şekspircilerden biriyle görüştüm:

    • Nasıl tanımam yahu. Dünyanın bildiği Amerikalı musikişinas Şeksper’i tanımaz olur muyum? Dedi.

    Latife bertaraf, ben bizi üdebamızdan yirmiyi mütecaviz kimsenin Şekspir gibi bir kikirik hakkında tarafgirlik göstermelerini hamiyete mugayir bulurum. Her şeyde yerli malı kullanalım derken Şekspir’in eserleriyle oynamak doğru mudur? Şah İsmail, Köroğlu, Arabüzengi ne güne duruyor?

    SON HAFTAKİ NETİCELER VAZİYETİ KARIŞTIRDI [9]

    (…) Şampiyonluk ihtimalinin gittikçe dumanlı bir vaziyet almasına mukabil küme sonuncusu olacak ekibin hangisi olacağı taayyün etmiş gibidir. Birinci devredeki vaziyete nazaran sonunculuk Vefa ve Süleymaniye arasında muhayyerdi. Fakat Vefalılar ikinci devrede gösterdikleri gayretle Süleymaniye’nin küme sonuncusu olması artık tamamen mukarrerdir.

    Birinci küme sonuncusu olan takımın ikinci küme şampiyonu ile yerini değiştirmesi evvelden mukarrer olduğuna göre Süleymaniye gibi tarihi spor tarihimizin başlangıcına kadar uzayan bir kulüp için bu hal şayanı eseftir.

    İkinci küme şampiyonluğunu kazanacak takıma gelince, bu hususta tahminatta bulunmak kelimenin tam manası ile imkânsızdır. Bütün takımların mütekabilen birbirlerini yenmeleri ortaya karışık, girift bir vaziyet çıkarmıştır. Maçlar hemen hemen hitama yaklaştığı halde 3-4 takım puan itibariyle at başı gitmektedirler. Bu kararsız vaziyetin ortaya bir sürpriz çıkarması da muhtemeldir.

    TEŞBİH VE İSTİARE [10]

    Edebiyat anketinde, hayvan teşbihleri çoğaldı. Geçenlerde bir aygır teşbihi vardı, dün de ceylan ve öküz istiareleri görüldü.

    Şair Necip Fazıl, Peyami Safa’yı anlamayanların asılları öküz olduğunu söylüyor. Allah’a şükür ki öteden beri Peyami’yi anlayanlardanım.

    Geçen gün bu nevi teşbihler devam derse edebiyat meydanının at pazarına döneceğinden endişe ettiğimi yazarken küçük bir hata etmişim: hayvan pazarı demek lazım imiş.

    Anketin sonuna kadar, bakalım bu teşbih pazarında daha hangi cins hayvanları göreceğiz? Yarın bir edip veya şairin diğer bir meslektaşını uyuz eşeğe benzettiğini görürsek hiç şaşmayalım; hatta hiç kızmayalım!

    ŞAMPİYONLUK KİMİN? [11]

    Maruf tabiri biraz değiştirebiliriz; “Bu Cuma şampiyonluk davasının kuyruğu kopuyor!”

    Bakalım bu yağlı kuyruk her sene olduğu gibi Galatasaray’ın elinde mi kalacak yoksa dört seneden sonra sahibini değiştirerek Fenerbahçe’nin eline mi geçecek?

    Galatasaraylılar en kuvvetli takımlarını çıkarmak ve puan meselesinin ince noktalarını düşünüp biraz ehemmiyet vermek suretiyle Vefa ile berabere kalmamış olsalardı, yukarıdaki suali irat kimsenin aklından bile geçmezdi.

    Fakat ne yapalım ki Galatasaraylılar, buna bile bile ve yahut da hiç de farkında olmayarak meydan verdikten sonra, suali irat etmemek tabiatıyla bize düşmez. Şimdi geriye bu sualin cevabı kalır. Bunu da az çok doğru verebilmek için her takımın vaziyetini tespit etmek lazım gelir.

    Galatasaray’ın son yani Vefa ile berabere kalan şeklini ele alalım. O gün bütün oyuncuların fena oynamış olmasıyla beraber ademi muvaffakiyetin en mühim amili takımın fena teşkil edilmiş olmasıdır. Bu sui teşekkül esas itibariyle üç noktadadır. Mithat’ın müdafaaya alınarak sol muavin yerine Vahi’nin ikamesi, sağ için merkez muhacim yerine ve merkez muhacimin sağ iç yerine getirilerek ikincisinin de oyununun bozulması, Leblei Mehmet’in (belki de bir mecburiyet tahtında) onun yerini orada hiç tutamayacak bir oyuncuyla istihlafı.

    Galatasaray bu hatalarını ikinci devrede fark etti, fakat oyuncuları boş yere yorulup bir şey yapmayacak vaziyete düştükten sonra!

    Binaenaleyh Galatasaray Fener’e yenilip şampiyonluğu kaybetmemek için bu Cuma aynı veya buna benzer hatalara düşmemek mecburiyetindedir. Müdafaa eskisi gibi Burhan, Mehmet Nazif, Nihat ve Suphi’den mürekkep olursa en dayanıklı bir müdafaaya malik olur. Muhacim hattına gelince en zayıf noktası sağ açıktır. Leblebi Mehmet oynayamadığı takdirde, diğer gençlerden birini oynatmak Vefa maçındaki topu bir defa bile stop etmek meziyetini kaybetmiş oyuncuyu oynatmaktan iyidir.

    Takım teşkilindeki hataları ve zayıf noktaları saydık, bunları ıslah veya bunlarda ısrar Galatasaray’a aittir. Fakat ısrar halinde neticenin yüzde seksen hüsran olacağını söylemek de bize…

    Fenerbahçe’ye gelince bunun da son, yani geçen Cuma Süleymaniye’yi 6-2 mağlup eden şeklini nazarı itibara alacağız.

    Fenerbahçe muhacim hattı tesanüt ve hücum itibariyle geçen hafta Galatasaray’a yüzde doksan faikti. Bu faikıyet bilhassa Zeki’nn güzel tevziatında, Muzaffer’in kuvvetli bir oyuncu olmasında ve beş muhacimin (yüzleri daima hedefe müteveccih olarak) hep birden hücum etmesinde mündemiçti. Ancak bu muhacim hattının geçen hafta çok zayıf bir müdafaa önünde oynadığını unutmamak lazım gelir. Bu muhacim hattı yukarıda teşkilini tavsiye ettiğimiz Galatasaray müdafaası karşısında aynı sehil muvaffakiyeti elde edebilir mi? Buna biz değil, bizzat Fenerliler bile evet cevabını veremezler.

    Galatasaray’ın beş maruf müdafaa oyuncusu arasında eski formalarında olmayanlar da bulunmakla beraber, Zeki’ye mükemmel pas tevziatı yaptırmayacak oyuncuları kaleye iki metreye kadar yaklaştırmayacak ve mesela geçen hafta olduğu gibi Alâ’nın merkeze kadar sokulmasına meydan verilmeyecek derecede bu işin sırrına vakıf oldukları inkar kabul etmez bir hakikattir.

    Fener müdafaasına gelince iş görebilecek gayretli bir hücum hattı için geçilmez bir hat değildir. Geçen hafta Süleymaniyelilerin dört akında iki sayı yapmaları buna en parlak misaldir.

    Diğer taraftan Fener’in müdafaa hattında zayıf noktaları sahaya tekrar Sabih ve Bedri’yi çıkarmak suretiyle ıslak edecekleri söyleniyor. Bize kalırsa bu biraz “İşleyen demir ışıldar” sözüne münafi bir hareket olur.

    Hülasa etmek lazım gelirse eldeki unsurlarla her iki takım da en iyi ve en kuvvetli şekillerde çıkarsa Galatasaray’ın muvaffakiyet ihtimali ağır basar.

    TENZİLATTAN İSTİFADE [12]

    İstanbul Mıntıkası Riyaseti’nden:

    Kulüp hüviyet varakaları hakkında Mart 929 tarihinde gazetelerle yapılan tebligat mucibince 10 Mayıs 929 tarihinden itibaren yeni hüviyet varakaları esası üzerinden stadyuma kulüp mensubinine tenzilat icra kılınacaktır. Mektepli bileti mülgadır. Kulüplere ait hüviyet varakalarının şekli de tebligatımız dâhilinde olmadıkça makbul ve muteber olmayacağı berayı malumat arz olunur.

    GALATASARAY MI, FENERBAHÇE Mİ? [13]

    Bugün stadyumda şampiyonluk üzerine müessir bir maç yapılacak.

    Ezeli iki rakip olan Galatasaray, Fenerbahçe ile bugün tekrar karşılaşacak. Bu sefer kim kazanacak?

    Son lig maçlarında alınan neticelere bakılırsa mantık, Fenerbahçe’nin galibiyetini natıktır. Ancak Galatasaray-Fener maçlarında havaya mantıktan ziyade bir nevi asabiyet hâkim olduğu için netice üzerinde kati bir hüküm yürütmek kabil olamaz. Mahaza 5 seneden beri devam eden mantıksızlığın bu sefer akim kalması ve tekniğin asabiyete ve gelişi güzel hamlelere galebe çalması ihtimali de müştebal sayılmamalıdır. Biz bu kanaatteyiz.

    Fener-Galatasaray maçını idare etmek için mıntıka Futbol Heyetince Vefa kulübünden Saim Turgut Bey intihap olunmuştur. Saim Turgut Bey bu maçı idare etmek istemediğini ve mazur görülmesini Futbol Heyeti riyasetine bildirmiştir. Saim Turgut Bey ısrar ederse maçı başka bir hakem idare edecektir.

    EDEBİ ÖLÜLER ÇOĞALIYOR! [14]

    İbnirrefik Ahmet Nuri Bey de…

    Vedat Nedim Bey’le arkadaşları, Hüseyin Suat Bey’in Şekispir meselesinde verdiği cevapla ölmüş olduğunu ilan etmişlerdi. Hüseyin Suat Bey bu karara vakıf olduktan sonra Cumhuriyet refikimizde bir cevap neşretti.

    Zannediyorduk ki Hüseyin Suat Bey hakkındaki edebi idam kararına şiddetle itiraz edecektir; fakat öyle yapmadı. Bilakis bunu büyük bir tevekkülle karşıladı ve muarızlarına “Eğer ölümümde ısrar ederseniz ben de cesedimi tıpkı tıbbiye teşrih masasına yatırılmış faideli bir ölü gibi vakfederim. Ve bununla iftihar eylerim” şeklinde bir mukabelede bulundu.

    Acaba muarızları Hüseyin Suat Bey’in büyük bir feragatı nefis ile kendisini vakfetmesine ne diyeceklerdir? Hakikaten hadise çok meraklı bir mecraya girmiştir. İhtimal ki Abdullah Cevdet Bey bu fırsattan istifade ederek Hüseyin Suat Bey’in naaşının etrafında yeni nesli toplayarak “edebi ölümlerin alameti” hakkında bir ders verecektir!

    Fakat işin mühim noktası şudur:

    Eğer “Ben Şekispir’den zevk almam” demek edebi ölüm alametlerinin biri ise Hüseyin Suat Bey’den sonra “İbnirrefik Ahmet Nuri” Bey’i de “edebi ölüler” arasına katmak lazım gelecektir; çünkü o da dün verdiği bir mülakatta ne diyeyim bilmem ki ben de Hüseyin Suat Bey’in fikrindeyim!” demiştir.

    DÜNKÜ MAÇ TATSIZ OLDU [15]

    Samimi Bir Hava İçinde Başlayan Maç Facia ile Nihayet Bulacak Kadar Müessif Sahneler Geçirdi

    Lig maçlarının en mühimi olan Galatasaray-Fenerbahçe müsabakası dün Taksim Stadyumu’nda kesif bir seyirci huzurunda büyük bir gürültü ve asabiyet içinde oynandı ve Galatasaray takımı 1-2 ile galip geldi.

    Senenin bu en mühim müsabakası tam bir samimiyetle başladı, maalesef çok çirkin safahat geçirdikten sonra üzüntü ve ıztırap ile hitam buldu.

    Müsabakanın tafsilatına geçmeden evvel, stadyumda bulunanlara üzüntü ve ıztırap veren bu hadisatı hikâye edelim: Müsabaka başladıktan on dakika sonra Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’in bir çarpışma neticesinde kolu kırıldı, baygın bir halde sahadan çıkarıldı, ikinci devrenin 12nci dakikasında Galatasaray müdafilerinden Mehmet Nazif Bey, Zeki Bey ile çarpıştı, bir ayağı çok fena sakatlandı, sedye ile o da dışarı çıkarıldı; bu hadiselerden biraz sonra Alâettin ile Mithat arasında bir dövüşme oldu, hadise büyüdü.

    Oyuncuların ekserisi birbirine girdi, saha kenarında bulunan seyircilerden birçokları sahaya atlayarak kavgaya iştirak ettiler ki bunlar arasında en ziyade mektepli gençler vardı. Bu kavga da bir müddet devam ettikten sonra, nispeten sükunet hâsıl oldu. Son dakikalarda hakem Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı ve nihayet bu mühim maç kargaşalıklar arasında hitam buldu.

    Müsabaka esnasında güzeran eden bu hadisatı okuduktan sonra maçın nasıl bir haleti ruhiye tahtında cereyan ettiğini tahmin etmek müşkül değildir, mamafih bu musaraanın sureti cereyanını aldığımız notlara bakarak berveçhi ati yazıyoruz:

    Oyuncular alkışlar arasında sahaya çıktıktan sonra Galatasaray, o sırada şiddetle esen rüzgâr aleyhine olarak oyuna başladı.

    Fenerliler şu takımla sahaya çıkmışlardı: Rıza, Sabih, Kadri, Cevat, Fikret, Reşat, Alaettin, Seyfi, Zeki, Muzaffer, Nevzat.

    Galatasaray da: Rasim, Mehmet, Burhan, Suphi, Nihat, Mithat, Kemal, Latif, Necdet, K.Faruki, L.Mehmet.

    Rüzgâr Galatasaraylıların aleyhinde olduğu için Fenerliler bundan istifade ederek hücuma başladılar. Bu akınlar Fenerlilerin iyi günlerini hatırlattıracak kadar güzel oluyordu. Galatasaray müdafaası bu akınları tevkif ediyor, topu kaleden uzaklaştırarak kendi muhacimlerine gönderiyordu. İşte bu sırada Kadri dışarı çıktı, Fener müdafaası tek bekle kaldı. Oyun mütevazin bir şekle girdi.

    Nihat topu kaparak Fener kalesine kadar sokuldu, güzel bir gol yaptı. Bu gol oyuna heyecan verdi, akınlar şiddetlendi. Fakat Galatasaray muhacim hattının iki cenahı da layıkıyla işlemiyor, üç ortanın ihzar ettiği fırsatlar kaçıyordu. Buna mukabil Fener muhacim hattının da sol tarafı, bilhassa sol açık bütün fırsatları kaçırmaya memur imiş gibi fena oynuyordu.

    Fenerliler on kişi oynamalarına rağmen ezilmiyor, bilakis sağ cenahlarından akın yapıyorlardı. Galatasaray müdafileri, Fener muhacimlerine gayet iyi marke ettiklerinden bunlara sayı fırsatı vermiyorlardı. Devre nihayetinde Alaettin güzel bir sıyrılışla Galatasaray’a yegâne golü yaptı ve birinci devre bu vaziyette bitti.

    İkinci devreye aynı hararetle başlandı. Hariçteki asabiyet havası yavaş yavaş oyunculara sirayet ediyordu. İki tarafın da yaptığı akınlar bir netice vermeden devam ederken Zeki ile Mehmet Nazif çarpıştılar. Bu müsademe neticesinde Mehmet Nazif’in ayağı sakatlandı, o da dışarı çıkarıldıktan sonra takımlar onar oyuncu ile kaldı. Asabiyet artmış, ufak tefek hadiseler baş göstermeye başlamıştı. Bu sırada bir hücum esnasında Mithat, Alaettin’in ayağından topu alırken Alaettin yere düştü ve kalkarak Mithat’a bir tekme ve bir de tokat attı. Kavgaya oyunculardan bazıları da iştirak ettiler ve müessif hadiseyi meydana çıkardılar.

    Hadise sükûnet bulduktan sonra oyunun fenni bir kıymeti kalmamıştı. 20 kişinin oynadığı oyun fenni bir futbol değil bir musaraa şeklini almıştı.

    Oyuncular, berabere olan bu vaziyeti kendi lehlerine halletmek için bütün gayretleri ile çalışıyorlardı. Hakem bu sırada Galatasaraylı bir oyuncuyu dışarı çıkardı.

    Fenerliler korkulu hücumlarına başlamışlardı. Galatasaray aleyhine bir penaltı oldu, herkes galibiyet golünü Fenerlilerin yapacağını ümit ediyordu. Fikret’in attığı penaltıyı Rasim tam bir soğukkanlılıkla karşılayarak kurtardı. Oyunun bitmesine üç dakika varken Latif galibiyet sayısını Galatasaray hesabına yaptı ve oyun da bu şekilde hitam buldu.

    Bu maçı umumî surette tetkik lazım gelirse Fenerliler Galatasaray’dan daha iyi oynamışlar, fakat çok güzel fırsatlar kaçırmışlardır.

    GALATASARAY’LA FENERBAHÇE DÜN ÇARPIŞTILAR [16]

    (…) Nihayet on Galatasaraylı, on Fenerli… Yumruk yumruğa, tokat tokata, tekme tekmeye… Sarı Kırmızı ve Sarı Lacivert forma, ortada boğuşuyor! Yirmi kadar polis sahanın kenarından ortaya yürüyor. Ne elim hal!

    Polis sporcuları ayırmaya koşuyor… Ne oldu bilmem, ortadaki kavga dairesi genişledi, asker elbiseli adamlar, lacivert elbiseli göğüsleri kordonlu mektep talebeleri birbirlerine girdiler. Şimdi yumruk ve tekmelerin arasından bel kayışları, tokalar da fark oluyor.

    Polis ve jandarma hadiseyi bastırdı. Hakemin düdüğü öttü. Oyun yine devam ediyor. Neticede Galatasaray bire karşı iki ile galip… Bir netice de şu:

    Mehmet Nazif Fransız Hastanesi’nde, Kadri Fransız Hastanesi’nde, Küçük Kemal Amerikan Hastanesi’nde tahtı tedaviye alınmışlardır. Taksim merkezi kavga meselesini tahkik etmektedir. Kavgaya iştiraki sabit olan seyircileri isticvap etmiştir.

    ÇELEBİ BÖYLE OLUR, BİZDE DE SPOR DEDİĞİN… [17]

    Galatasaray ile Fenerbahçe Cuma günü sözde bir spor müsabakası yaptılar. Fener’den bir oyuncunun omuzu çıktı, Galatasaray’dan bir oyuncunun bacağı kırıldı, bir diğerinin karaciğeri bir tekme ile ezildi. İki taraf, müteaddit defalar sille, tokat, yumruk yumruğa dövüştüler. Bazı kendini bilmez seyirciler, oyuncuların bir kısmını taşa tuttular ve nihayet müsabakadan sonra üzerlerine hücum ettiler. Hülasa müsabaka muharebe şeklinde bitti.

    Spor, ruh ve bedeni terbiye ve tehzip için yapılır, derler. Fakat galiz küfürler içinde cereyan eden bu ağlanacak kadar feci ve çirkin boğuşmaları gördükten sonra artık: Uzun söze ne hacet! Düşünelim ve ibret alalım!

    GALATASARAY-FENER MUHAREBESİNİN KURBANLARI [18]

    Galatasaray-Fener muharebesinin kurbanlarından Kadri Bey’in omzu çıkmıştır, epey müddet tedaviye muhtaçtır.

    Zeki Bey’den bir tekme yiyerek Fransız hastanesine kaldırılmış olan Galatasaraylı Mehmet Nazif Bey’in sağ ayağının iki kemiği birden kırılmış olup alçıya konulacaktır; Mehmet Nazif asgari iki ay yatakta kalmaya mahkumdur.

    Sabih Bey’den bir tekme yemiş ve o gece saat 12’ye kadar baygın yatmış olan Galatasaraylı küçük Kemal Bey’in karaciğeri zedelendiği için hali hayli vahimdir. Doktorlar bir ihtilat olmadığı takdirde hayatının kurtulacağını söylüyorlar. Kemal Nişantaşı Amerika hastanesindedir.

    Kemal Faruki’ye bacaklarındaki yaralardan dolayı dün tetanos serumu yapılmıştır.

    O elim ve feci maçın zavallı kurbanlarına seri afiyet temenni ederiz.

    Bu hadise etrafında dün alakadarlar arasında tahkikatta bulunduk. İki taraf da bu vahim neticeden müteessirdir. Mamafih kabahati kimse üstüne almamakta, yekdiğerine atfetmektedir.

    Zabıta hadiseye vaziyet ederek tahkikata başlamıştır. Dün sabah Zeki Bey’in ifadesi alınmış, hastanede bulunan Mehmet Nazif, Kadri, Kemal Beyler de dinlenmiştir.

    Söylenildiğine göre Mehmet Nazif Bey kendisine kasten tekme vurmak iddiasıyla Zeki Bey aleyhine bir dava ikame edecektir. Fenerliler de bilmukabele dava açacaklarını söylemektedirler. Bu haberler tahakkuk ederse adliye tarihi şayanı dikkat bir dava rü’yet edecektir.

    Cuma günkü musaraanın kurbanları yalnız hastanede yatanlar değildir, geride kalan oyuncular da hemen umumiyetle muhtelif yerlerinden ağır ve hafif yaralıdırlar.

    Bu hadise hakkında zabıta şu raporu neşretmiştir:

    “Dün stadyum dahilinde bulunan Galatasaray-Fenerbahçe kulüpleri arasında yapılan maç esnasında Fenerbahçe’den Zeki Efendi topla Galatasaray kalesine gelmekte iken oyun beki Mehmet’in bacağına tekme vurmak suretiyle mecruhiyetine, diğer Fenerbahçe’den Kadri Efendi Galatasaray’dan Latif’ten topu almak üzere yekdiğeriyle müsademe neticesi Kadri’nin sukut ve kolunun mafsalından çıkmasına, diğer Kemal Efendi dahi stadyumdan çıkarken ahar tarafından tekme ile vurulmak suretiyle bayılmış olduğu iddia edilmiş, mecruhlar hastaneye sevk edilerek tahkikata devam olunmaktadır.”

    Zabıta raporunun son kısmında K.Kemal’in stadyumdan çıkarken yediği bir tekme yüzünden hastaneye yatırıldığı beyan ediliyorsa da çocuğun stadyumdan çıkarken yanında bulunanların verdikleri ifadeye nazaran böyle bir hadise vuku bulmamış ve K.Kemal bidayette yediği tekmeden bayılarak hastaneye yatırılmıştır.

    FUTBOLCU ZEKİ NE DİYOR? [19]

    Cuma günü oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçı dün sporla alakadar muhitlerde günün en hararetli meselesi halinde idi. Fener’den Kadri’nin ve Galatasaray’dan Mehmet Nazif’in sakatlanmaları ile neticelenen müsabakanın tarzı cereyanı hakkında herkes bir fikir söylüyordu.

    Kaç defa milli takımda oynamış bu iki gencin mühim bir ecnebi maçı arifesinde sakatlanmaları müşterek teessürü arttıran başka bir sebep oluyordu.

    Esasen Galatasaray-Fenerbahçe lig maçının böyle mühim bir ecnebi müsabakasından bir hafta evvelki tarihte icrasının tespiti dahi büyük bir hata idi. Bu hataya daima olduğu gibi sert ve kırıcı oyunla rakibi yıldırıp maçı kazanmak fikri inzimam edince korkulan müessif sakatlıklar husule geldi. Kadri Fener’in en yılmaz ve Mehmet Nazif ise Galatasaray’ın bilhassa Fener maçları için ihtimam ettiği ve en çok güvendiği birer oyuncusu oldukları içindir ki hadise bahsettiğimiz büyük alakayı tevlit etti.

    Ancak hadiseyi böyle kulüp telakkileri noktai nazarından değil de daha umumi bir zaviyeden mütalaa etmek elbet ki daha doğru olur.

    Haddizatında haluk, mert ve iyi bir çocuk olan Mehmet Nazif, tribünlerde oturup “Kır, öldür!” diye bağıran ve ne söylediklerini bilmeyecek kadar asabiyetten bunalmış olan arkadaşlarının teşvik ve teşcileri yüzündendir ki bu sakatlığa maruz kaldı. Çünkü öteden beri Mehmet Nazif’e “Fenerbahçe için biçilmiş kaftan” sıfatı veriliyor ve her maça çıkmadan evvel arkadaşları da kendisi de olacağı evvelden bildirir gibi kahinane tavırlar almaktan zevk duyuyordu.

    Senelerden beri bütün muhitinin ümidini nefsinde taşımak telkini altında yaşayan bu iyi çocuk, ne yazık ki, oynadığı sert oyunla, tribünlerde oturan ve kendisini yakından tanıyan insanlar nazarında kırasıya oyun oynayan ve karşısındakine acımayan bir futbolcu tesiri bırakıyordu.

    Bunun içindir ki her hareketi mütemadi bir takbihe maruz oluyordu. Bu satırları şu son kazadan dolayı çok derin bir teessür duyduğumuz Mehmet Nazif’in uğradığı sakatlığa asıl sebebi göstermek için yazıyoruz.

    Daima Galatasaray kalesi önündeki ceza sahası dâhilinde dolaşan Mehmet Nazif, arkadaşlarının tabirince, o sahayı Fener muhacimleri için mıntıkai memnua haline koymuştu. O sahaya girmek cüretinde bulunacak olanların her ne pahasına olursa olsun, menedileceğini bazen şaka ile bazen ciddi ve bazen de hiddetli, fakat her fırsatta ve her maç arifesinde söylüyordu.

    İşte sakatlık o sahanın içine girilmek istendiği bir anda ve bu haleti ruhiyenin tesiri altında vuku buldu. Sert oyunla hatalı oyunu daima birbirine karıştıran ve “Sert oynuyorsunuz, çok faul yapıyorsunuz, kaza çıkacak, daha düzgün oynayınız” ihtarlarına, mütemadiyen “Futbol sert oyun demektir, bilardo oynamıyoruz” mukabelesinde bulunan yanlış görüşlü kulüpçülerin noktai nazarlarıdır ki oyunları bu kadar sert ve bu derece kazalı yapıyor.

    Bu zaruri mukaddemeden sonra Fener kaptanı Zeki’nin anlattıklarını nakledelim:

    “Bu oynanan oyunun futbol olmadığını her vesile ile müteaddit defalar söyledim. Fakat cereyanın önüne geçmek maalesef kabil olmadı. Bunun sebebi Galatasaray’ın artık anane haline gelen ve taraftarlarının da teşvikine mazhar olan sert ve pür hata oyun sistemidir. Müsabakayı kazanmak için her çareyi ve her vasıtayı mubah gören bu zihniyetin bu şekilde neticeler vermesi ilk defa değildir. Fakat müteaddit ve şayanı ibret hadiselere rağmen Galatasaray’ın itiyadını tashih etmesi kabil olmamıştır.

    Eğer bu böyle devam ederse yetişmiş ve yetişecek bütün oyuncuların futbolu sakat bir zihniyetle anlamaları ve oyun sahasında bazen kasde, bazen kazaya kurban olmaları bir emrivaki olacaktır. Dünkü feci neticelerden ders alarak bu tarzın tamamen ortadan kalkmasını temin edecek esbabı aramak lazımdır. Bu vazife Federasyon’a ve kulüplerin fenni idaresini deruhte edenlere düşer. Alakadar teşekküllerin artık harekete gelmesi gençlik namına elzemdir.

    Kazalara gelince: Latif’in gelişigüzel topun üzerine gitmesi ve sağına soluna bakmadan tehlikeli vaziyetlerde topa girmesi Kadri’nin düşerek omuz kemiğinin kırılmasını intaç etti. Hakem bu hadisede doğrudan doğruya Latif’i hatalı addederek Galatasaray aleyhine bir ceza vuruşu verdi.

    İkinci kazaya da Mehmet Nazif kurban oldu. Vaziyeti tarif edeyim:

    İkimizin arasına düşen topu kapmak için harekete geçmiştim. Mehmet Nazif her zaman mutadı olduğu veçhile topla beraber rakibi de tekmelemek arzusuna tabi olarak koştuğunu görüyorum. Hem tekmeden korunmak hem de topu kaçırmamak icap ediyordu. Bu vaziyette ayağımı topa koymaklığım lazım geldi ve öyle yaptım. Mehmet topa ayağımı koyduğumu gördü, fakat ya çok sert gelişinden korkarak ayağımı çekeceğimi zannettiğinden yahut topla beraber ayağımı da sökeceği ümidine düştüğünden hareketimi nazarı dikkate almadı ve bacağını bütün kuvvetiyle salladı. İşte bacağının kırılmasını intaç eden kazaya bu sebeple uğradı. Hareketimde hiçbir hata yoktu.

    Ne söylediğini bilmeyen bazı budala ve adi ruhlu insanlara nazaran ben bunu kasten yapmışım. 18 seneden beri herkesin iyi bildiği futbol hayatım içinde hiçkimsenin burnunu bile kanatmadım. Hâlbuki üç defa ehemmiyetle uğradığım gibi hiçbir maçtan 5-6 yara almadan çıktığımı hatırlamam. Beni tanıyanlar böyle şeylere sebep olmayacağımı bilirler.

    Futbolun daha nazik oynanması lazım geldiğini senelerden beri söylüyorum. Fakat bu tavsiyelerim benim sert oyun oynayamadığım şeklinde teklakki ediliyor. İşte dünkü maçın kurbanlarını gören muarızlarım eserleriyle iftihar etsinler.”

    Zeki Bey’in pek haklı olarak dediği gibi dünkü maçın şekli bile baştanbaşa faciadır. Kadri, Mehmet, Kemal Şefik, Rıza ehemmiyetli surette yaralandıkları gibi değil oyuncuların hepsi arızaya uğramışlardır.

    Zeki Bey’in bile biri boynunda olmak üzere vücudunun muhtelif aksamında tam 12 tekme yarası vardır.

    GALATASARAY – FENER MÜSADEMESİ!? [20]

    Paydos Efendiler paydos! Türk milleti tekme tokat değil, centilmenlere yakışan bir oyun tarzı istiyor ve… Bunu bize verecek yeni kuvvetlerimiz var!

    Soruyoruz: Bu cana kıyan ikiliğin sonu geldi mi? Cuma günü kırılan kol ve bacaklardan akan kan şimdiye kadar yapılan günahları ödedi mi?

    Evvelki gün Taksim Stadyumu’nda yapılan Galatasaray-Fenerbahçe maçının tafsilatını dün yazmıştık. Üç oyuncunun hastaneye kaldırılması ve dört beşinin de mecruhiyeti ile neticelenen ve Türk sporculuğunda bir leke teşkil eden bu hadiseye bugün tekrar avdete mecbur oluyoruz. On gün sonra Avusturya takımı ile çarpışacak olan milli takımı teşkil edecek olan oyuncuların birbirlerini öldürürcesine maç yapmaları şüphe yok ki umumi bir teessür uyandırmıştır.

    Tekme ve küfürle başlayıp mecruhiyet ve arbede ile neticelenen hadise hakkında polis tahkikat yapmaktadır.

    Mecruhlardan hastaneye kaldırılanlar Fenerbahçe’den Kadri, Galatasaray’dan Kemal ve Mehmet Nazif’tir. Ancak dün akşam kendine gelebilen Kemal polise şu ifadeyi vermiştir:

    • Birinci haftaymda Sabih’ten gayrikasdi bir tekme yedim, oyunun sonunda kendimi kaybettim.

    Kemal Bey Amerikan hastanesinde tedavi edilmektedir. Yine polis tahkikatında Fener’den Kadri Bey Latif’le çarpışmış ve bunun üzerine Kadri’nin kolu üç yerinden kırılmıştır.

    Tahkikata nazaran Zeki Bey Galatasaray’dan Mehmet Bey’e kasdi bir tekme atmış ve demiştir ki:

    • Keşke iki ayağı kırılsaydı!

    Zeki Bey bir muharririmize “Böyle bir şey söylemedim!” demiştir.

    Polis tahkikatına nazaran kabahat müşterektir.

    Bu hadisede Sabih, Latif, Zeki Beyler maznundur. Maznunlar dün isticvap edilmişler ve kefalete rapten tahliye edilmişlerdir.

    Sahaya atılıp arbede çıkarmak isteyen Kuleli talebesi de Merkez kumandanlığına teslim edilmişlerdir.

    Hadise esnasında yaralanmayan bir oyuncu kalmamıştır.

    Diğer taraftan maç esnasındaki müessif vakalar nöbetçi müddei umumiliğine polisçe ihbar edilmiş olduğundan Adliye’ce tahkikata başlanmıştır.

    Müddei umumi muavinlerinden Necmettin Bey tahkikata memur edilmiştir. Necmettin Bey, dün Taksim merkezinden, hadisenin muhtelif safahatına dair malumat almış, hastanede bulunan yaralıların da ahvali sıhhiyelerini sormuştur.

    Maçın ilk dakikalarında Galatasaraylı Latif Bey tarafından düşürülen Fenerbahçe müdafii Kadri Bey’le, Fenerli Zeki Bey’le bir karşılaşma esnasında yuvarlanan Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in vaziyetlerinin vehamet kesbetmediği, kendilerinin ifade verebilecek bir halde bulundukları Taksim merkezi tarafından müddei umumiliğe bildirilmiştir.

    Gerek Kadri, gerek Mehmet Nazif Bey’lerin kast ile mi yoksa kazaen mi bu hale geldikleri de tespit olunacak, muhtelif şahitlerin de bilhassa hakem Vefa kulübünden Necmeddin Bey’in de malumatına müracaat olunacaktır.

    Bu hadise hakkında Fenerbahçe kaptanı Zeki Bey bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Galatasaray kulübünün kuvvetine müsavi bir kuvvet tesis edildiği zaman bunlarla maç yapılamaz. Çünkü onlar için her vasıta mubahtır. Oyunda asabiyet havası esiyordu. Çünkü Galatasaray oyuncuları en müstehcen küfürleri söylüyorlardı.
    • Dünkü hadiseye Alaaddin Bey’in sebebiyet verdiğini söylüyorlar.
    • Zevcesinin ırzına kadar küfür ederek Alaaddin’i kızdırmışlardır. Galatasaray iyi tekme atanları takımında koç gibi besliyor, icabında en müstehcen küfürleri de yapıyorlar.
    • Hadisede hakemin de kusuru var mıdır?
    • Sebebiyet veren Necmi Bey’dir. Avrupalı bir hakem böyle bir oyuna bir dakika bile müsaade etmezdi. Öyle bir oyun ki dayak yiyen ve atan belli değildi. Federasyona müracaat edeceğiz ve bu oyuncuların diskalifiye edilmesini isteyeceğiz. Aynı zamanda mahkemeye de müracaat edeceğiz.
    • Kolları ve bacakları kırılan oyuncular sigortalı mıydı?
    • Fener, Galatasaray maçı için hiçbir sigorta şirketinin böyle bir teklifi kabul etmeyeceğini zannediyorum.

    Zeki Bey’i her tarafı yara içindedir. Ensesi de Nihat Bey’in manikürlü tırnakları ile yırtılmıştır.

    Galatasaray kaptanı Nihat Bey de bir muharririmize şunları söylemiştir:

    • Kabahat bizim muhacimlerdedir. Evvela sıfıra karşı altı sayı yapsalardı, Fener de dünkü küstahlığa yeltenmezdi. Dayak hakkında bir şey söyleyemem. Bu hadise Alaaddin’den çıkmıştır ve bir plan dâhilinde tertip edilmiştir. Kemal Şefik’in ciğeri patladı, Mehmed’in ayağı kırıldı.

    ACINACAK ŞEY [21]

    Bu sütunlar alelmutad, daha ziyade neşeli yazılara mahsustur, lakin ara sıra elemlerimizi, endişelerimizi de burada söylemekle kariin istemediği bir şey yapmadığımıza kaniyiz.

    Cuma günü (mutadın hilafına olarak) Galatasaray-Fenerbahçe takımlarının senelik müsabakalarından ikincisini seyre gittim. Şahit olduğum manzara bana elim bir inkisar hissi verdi.

    Senelerca rekabet etmiş bu iki büyük kulübün arasındaki maçta tarafeynden üç kişi sakatlanarak hastaneye götürüldü.

    Oyuncular birbirlerine karşı, nizamın ve insanlığın müsaade etmediği şekilde sert ve kaba oynamayı kâfi görmeyerek binlerce kişi önünde dövüştüler ve polisle ayrılmaya mecburiyet hâsıl oldu.

    Unutmayın ki bu birbirini bir Poruk iftirasıyla harap etmeye çalışan ve maalesef kısmen de muvaffak olan iki takım on gün sonra Avrupa’nın en kuvvetli futbolcularından Avusturya takımına karşı Türk futbolunun şerefini müdafaa edecek.

    Esasen her zaman lüzumundan fazla şişirilen bu maçlarda senelerin biriktirdiği ananevi rekabet, kontrolsüz ve baskısız kaldıkça böyle feci netice verdiği sporla edna mertebe meşgul olanlarca bile malum idi. Buna rağmen bu tehlikeli maçın idaresi futbol sahasının en zayıf, en mütereddit ve en korkak hakemine tevdi edilmişti. Eğer bu işte bir kasıt yoksa idaresizlik, basiretsizlik olduğu muhakkaktır. Cuma günü kendi başlarına bırakılmış yirmi iki tane müteheyyiç genç eğer daha berbat bir vaziyete düşmedilerse bunu içlerinde soğukkanlılığını muhafaza edebilen birkaçına medyundurlar, hakemin ötmeyen düdüğüne değil!

    İbretle gördüm ki sahada bu facialar cereyan eder ve polisler bir hukuk umumiye mücrimine olduğu gibi oyuncularla temasa geçerlerken bu işin zorla başına geçenler ve futbolun idaresiyle birinci derecede mesul olanlar, uzaktan ama çok uzaktan bu yanan ateşi seyrediyorlardı.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN BİR REDDİYESİ [22]

    Galatasaray Kulübünden:

    Son müessif hadise münasebetiyle gazetelerde cereyan eden dedikodular arasında alakadarlardan birinin Galatasaray birinci takım oyuncularından, Fenerli arkadaşlarının zevcelerinin ırzlarına küfür ettiklerini söylediği teessüfle görüldü.

    Galatasaraylılar hemen hepsi bu memleketin en büyük irfan müesseselerinden biri olan Galatasaray Lisesi’nde terbiye görmüş münevver gençlerdir. Bu gençlerin, küfürbaz tulumbacılar menzelesine indirilmesini nefretle karşılarız.

    Maçta kırılan ve yaralananların mesuliyetini tayin hususunun ise kime ait olduğunu Cumhuriyet hâkimlerinin adaletine tevdi ediyoruz.

    HAZİN FAKAT DOĞRU [23]

    Galatasaray umumi kaptanının gazetemize hazin fakat doğru bir itirafı vardır. O iş işten geçtikten sonra şunu söylüyor:

    • Dövüşmeyelim. Kusur ve kabahat kimde olursa olsun dövüşmeyelim. Çünkü sporculuk nezahet ve civanmertliği mahvoluyor. Hem herkeste de futbol müsabakalarının menini isteyecek kadar iğrençlik hissi hâsıl oluyor.

    Bu söz doğrudur. Onun için biz de diyoruz ki:

    • Gün bugündür. Kangren olan uzuvları keselim. Hatta elimiz, ayağımız olsa bile. Türk sporunun nezahetini yükseltecek ve ona tekrar layık olduğu mevkii verecek taze kuvvetlere malikiz. Hem de gene Galatasaray-Fener içindeki taze kuvvetler başta olmak üzere.

    ŞU SUALLERE CEVAP İSTERDİK [24]

    Futbol işleri ile meşgul olan heyet yirmi seneden beri takip olan iki kulübün maçı için tedabir ittihaz etmiş midir? Bilhassa sert oyunu ile maruf olan Galatasaray’ın maçı için neden gevşek bir hakem intihap etti? Oyun bir dövüş halini aldıktan sonra maçı seyreden mıntıka Futbol Heyeti reisleri hadiseye neden müdahale etmişdiler? Maçın tatili için hakemin nazarı dikkatini neden celbetmediler? Öteden beri sert oyunlarıyla maruz olan bazı oyuncular şimdiye kadar neden tecziye edilmediler? Türk sporculuğunun şerefi mevzubahis olan bu hadisede alakadarlar neden bati davranıyor? Mesuller ne vakit tayin edilecek?

    Sporculuğumuzun istikbale mevzubahis olan bu hadise hakkında alakadardan yukarıki suallere cevap istedik. Çünkü artık hadisenin kökünden halledilmesine ihtiyaç var.

    Bu suallere ilk önce İstanbul mıntıkası reisi ve federasyon umumi katibi Şeref Bey şu cevapları vermiştir:

    • Ben de umumi teessüre iştirak ediyorum. Hadiseye müdahale edemezdim, beynelmilel kavait mucibince bu kabil hadiselere hakemden başka kimse müdahale edemez. Bu hadise ile Türk sporculuğunun şerefinin alakası yoktur, iki üç kişi dövüşmüştür, bu kadar! (!?) Galatasaray-Fenerbahçe maçları tatil edilemez, çünkü bu oyuncuların şahsiyeti maneviyelerine tecavüz etmek demektir. Hakem aleyhinde bir şey söyleyemem çünkü ben de hakemim. Hakem mütehassıs bir heyet tarafından intihap edilmiştir.
    • Siz de hakemsiniz, maçı idare etse idiniz böyle bir hadise olur mu idi?
    • Herhalde olmazdı, maç devam ederdi.
    • Ne yapardınız?
    • Düdük çalardım.
    • Necmi Bey de çalmış!
    • Benim düdüğüm fazla öterdi. Hadise mesullerinin anlaşılması için heyetin hakem raporunu tetkik etmesi lazımdır. Hakem raporunu bugün verecektir. Heyet bugün toplanarak mühim ve cezri kararlar alacaktır.

    GALATASARAY UMUMİ KAPTANI DİYOR Kİ [25]

    Dün bir muharririmizi Galatasaray kulübü ikinci reisi ve futbol başkaptanı Abidin Daver Bey’e gönderdik ve fikirlerini sorduk. Abidin Daver Bey dedi ki

    “Spor hayatımızda ara sıra vuku bulan bu gibi çirkin hadiselere müteessir ve müteessif olmamak kabil değildir.

    Oyuncuları milli takımlarda daima yan yana oynamış, zaferlerin zevkini mağlubiyetlerin acısını beraberce tatmış olan Türk gençlerinin yekdiğerini kırıp dökmesi çok feci bir haldir. Bu Cuma günü Avusturyalılarla yapılacak bir maç arifesinde Fener’den bir oyuncunun omzu çıkmış, Galatasaray’dan bir oyuncunun ayağı kırılmıştır, bir diğeri de ölüm halinde yatıyor.

    Bunu kim ister?

    Ben 25 sene evvel ilk müessislerinden bulunduğum Galatasaray kulübünde ahiren resmi bir vazife deruhte ettiğim günden beri kırıcı ve dövüşlü oyun oynanmamasına rağmen bütün gayretimle çalışıyordum. O vakitten beri (FENER)le yapılan üç maçta hakem Şeref Bey’in de yardımı ile hiçbir dövüş olmadı, fakat dördüncü maçta iş çığırından çıktı.

    Galatasaray’la Fener’i dövüştüren en mühim amil, bir kısım spor terbiyesi noksan seyirciler ile hakemin gevşekliğidir. Böyle hararetli maçları idare edecek hakemlerimiz gayet azdır. Öyle olduğu halde bu maçlar nadiren erbabına idare ettirilir.

    Maçın en hararetli bir zamanında duhuliye tarafındaki bazı taşkın seyirciler Galatasaray muhacim hattı oyuncularını taşa tuttular. Buna ne hakem, ne de inzibatı temine memur olanlar aldırmadılar.

    Hakem bütün dövüşlere rağmen oyunu sonuna kadar devam ettirdi.

    Halktan oyunculara sirayet eden asabiyet bazı oyuncuları şuursuz bir hale getirdiği gibi bazı meşhur oyunculara da halk bizimle beraberdir, diye büyük bir cesaret veriyor.

    Ayağı kırılan oyuncunun bu hale gelmesinden gene onu mesul tutmak “Sorsalar mağdurunu gaddar kendini gösterir” sözünü hatırlatıyor. Mehmet Nazif o gün o kadar dürüst bir oyun oynamıştır ki hakem kendisine hemen hemen hiçbir ceza vermemiştir. Mehmet kendisinin adı çıktığını bildiği için azami dikkatle oynuyordu.

    Haksız yere iddia edildiği gibi kırıcı bir oyun oynasaydı bugün belki hastanede bulunmazdı.

    Ya Küçük Kemal’in karaciğerini patlatan tekmeye ne diyelim?

    O da Mehmet gibi mi oynuyordu?

    Kavgalara gelince, bütün seyircilerin gördüğü gibi bunların hepsine evvela Fener oyuncuları başlamışlardır.

    Alaettin Bey’in Mithat’a bir tekme bir de tokat vurduğunu herkes gördü, ondan sonra tekme ve tokatın cezasız kaldığını görünce Fikret Bey de Necdet’e bir tekme yapıştırdı.

    Burada Galatasaraylıların kabahati mukabele etmeleridir. Hepsi tokat karşısında Kemal Faruki gibi soğukkanlı ve sabırlı olsaydı mesele çıkmazdı.

    Galatasaraylılar, Alaattin Bey’in refikasına küfür ettikleri iddiası çok çirkin bir şeydir. Galatasaraylıları, külhanbeyi ve tulumbacı addetmek herkesten evvel onların arkadaşlarına yaraşmaz. Çünkü Galatasaraylı ve Fenerli oyuncular gece gündüz beraber gezen arkadaşlardır.

    Bu mütalaalarımı Galatasaraylı olduğum için tarafgirane telakki edecekler olacaktır.

    Ben bu bahsin gazetelere düşmesinde mahzur gördüğüm için kendi gazetemde bile şu mesul, bu mesul diye bir şey yazmadım. Fakat nihayet kırılan bacaklardan, yapılan dövüşlerden, asgari Galatasaraylılar kadar mesul olan Fenerli arkadaşlarımızın davayı gazete sütunlarında kazanmak istediklerini görünce bu cevapları vermek mecburiyetinde kaldım.

    FACİANIN İKİNCİ PERDESİ [26]

    Türkiye’de futbol biraz tebellür etti edeli bir Fener-Galatasaray rekabeti vardır. Bu rekabet hissi bu iki kulübün başında bulunan müdürlerin karakterleriyle artar ve eksilirdi. Herkes bilirdi ki Galatasaray-Fener maçı patırtılı, dövüşlü bir maçtır. Bu maç her zaman fena şekil almak tabiatında bir maçtır. Eğer her defa geçen Cumaki gibi yaralı ve dövüşlü olmuyorsa bu sükun hakemin diriliğinden veya tarafeynden birinin mağlubiyeti daha evvelinden kabul etmiş olmasından ileri geliyordu. Bu defa öyle olmadı ve iş feci şekil aldı. Lakin bütün bu fecaata bir de uzun uzadı gazeteci mülakatları yaparak sahadaki kargaşalığın tekrar devamına müsaade etmemeliyiz. Hele filan, falan dava açacakmış diye saçma fikirlere revaç vermemeliyiz. Zaten sahada dövüşerek çirkin bir iş yaptık, şimdi bir de mahkemelere düşerek Türk sporunu maznun sandalyasına oturtmayalım. Ayıptır.

    ESKİ BİR SPOR HADİSESİ NASIL TAHLİL EDİLİYOR [27]

    Eski ve maruf sporcularımızdan Sait Selahattin Bey’i tanımayan yoktur. Türk spor tarihinin bir faslını hatıratıyla dolduran Sait Bey futbolda, teniste, hokeyde, denizcilikte ve en nihayet avcılıktan büyük muvaffakiyetler yaratmıştır. Sait Bey, son Galatasaray-Fenerbahçe maçında vukua gelen hadisat ve onun polis ve matbuata akseden safahatı hakkında kendisiyle görüşen bir muharririmize şayanı dikkat beyanatta bulunmuştur.

    Zuhur eden hadisenin hakiki sebebini izah eden bu beyanatı aynen derç ediyoruz:

    “Müessif hadisenin zuhurunda en büyük amil hakemin bariz idaresizliği olmuştur. Futbol hiç şüphe yok ki bir kadın sporu değildir, sert oynanabilir. Fakat maalesef bizde sert oyun “hatalı oyun” olarak telakki olunuyor. Böyle mühim ve oyuncuların asabının gergin olduğu maçlarda hakemin çok müteyakkız bulunması ve en ufak hatayı tecziye etmesi lazım gelir. Halbuki hakem bu pek tabii vazifesini yapmamıştır. Kasti hatalar iptizale uğradığı halde hata sahipleri oyunun sonuna kadar sahada kalabilmişler, tekme, yumruk, tokat taatı edildiği zaman topun yalnız havaya atılması ile iktifa olunmak garabeti gösterilmiştir. Mesela yaptığı hareketle rakibini baygın bir halde hastaneye gitmesini intaç eden oyuncunun hatası kabul ve cezaya çarptırıldığı halde sahada kalabilmek hakemin yerinde olmayan lütufkârlığından başka hiçbir şeyle izah edilemez.

    Mamafih bütün mesuliyeti yalnızca hakeme yükletmek ve adeta fedakârlık denecek bir feragati nefisle maçı idareyi kabul eden bir adamı rencide etmek doğru değildir. Hepsi de münevver ve mevkii içtimai sahibi olan tarafeyn oyuncularının da bütün mantıki düşünce ve şuurdan mahrum bir kütle halinde yalnız sevk ve idareye muhtaç olmamaları lazım gelirdi. Fakat Fenerbahçe-Galatasaray maçları, maalesef açılmış yanlış bir çığır yüzünden, bu futbol müsabakalarından ziyade bir sinir mücadelesine inkılap ediyor.

    Bunun sebeplerini, eski ve vaziyeti tahlil etmiş bir sporcu sıfatı ile anlatmak isterim.

    Vaziyetin bu şekli almasının en büyük sebebi münhasıran Galatasaraylıların gururudur. Kulüplerine misafir gidenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” vehmini verecek ezici bir göz hapsine alacak kadar mağrur ve kendilerini cemiyetin fevkinde sayan sarı-kırmızı mensubini mağlubiyeti haysiyetsizlik telakki eden bir zihniyete sahiptirler. İşte bu tarzı tefekkürün sevkiyledir ki kazanmak için her çareye başvuruyor ve her şeyi mubah görüyorlar. Galatasaray-Fener rekabetinin çirkin bir şekil aldığı ve sahada dövüşmenin moda olduğu son beş senenin tarihini tetkih edenlerin hatıralarını intibaha davet ederim: Fenerbahçe’nin büyük sayı farkları ile mağlup olduğu maçlarda en küçük bir hadise bile zuhur etmemiştir.

    Fakat Fenerbahçe ne zaman tehlikeli olmuşsa, ne vakit galibiyete yaklaşmışsa tekme ve tahvif siyaseti başlamış, fena akıbetler zuhur etmiştir. Eğer kavgaya sebebiyet verenler Fenerliler olsaydı gürültülerin sarı-lacivert takımın müşkül vaziyetlerde olduğu zamanlar çıkması lazım gelmez miydi? Galatasaraylılar da Fenerli rakipleri gibi mağlubiyeti sportmence bir tevekkülle kabul etmek nezaketini gösterebilseler mesele kalmaz.

    Fakat Galatasaray’ın sahadan mağlup çıkmayı bir haysiyet meselesi haline sokan zihniyeti işte bu tokatların, tekmelerin, kırılan kol ve bacakların hakiki ve yegâne sebebidir.

    Misal ve ispat mı istersiniz? İşte Galatasaray kaptanının Pazar günkü Milliyet gazetesindeki beyanatı… Nihat Bey diyor ki: “Eğer bizim muhacimlerimiz sıfıra karşı altı sayı yapsalardı mesele kalmazdı. Kabahat onlarda…”

    Demek hadise Galatasaray muhacimlerinin 6 sayı yapamamasından tevellüt etmiş. Kabahat o halde Galatasaraylıların değil, onları tıkır tıkır gol yapmaya bırakmayan Fenerlilerin olacak!!

    Memleketten bu zihniyet kalkmazsa spor yapılamaz.”

    ORHAN BEY NE DİYOR? [28]

    Son maç münasebetiyle Galatasaraylılarla Fenerliler mesuliyeti yekdiğerine atfetmektedirler. Biz düşündük, alakadarlardan ziyade bitaraf zevatın fikirlerini soralım dedik ve İstanbul Futbol Heyeti reisi, dürüstlüğüyle maruf Orhan Bey’le görüştük. Orhan Bey’le spor muharririmiz arasında cereyan eden mülakatı atiye dercediyoruz:

    • Siz bu müsabakayı baştan nihayete kadar seyrettiniz. Kavganın esbabı hakkındaki mütalaanız nedir?
    • Alaaddin ile Mithat arasında çıkan kavga hadiseye sebep olmuştur. Bu kavganın müsebbibi Alaaddin Bey’dir. Çünkü ilk defa olarak Mithat’a bir tekme, bir de tokat atmıştır. Mithat da ona mukabele etmiştir. Mamafih etmemesi lazımdı.
    • Vukua gelen müessif kazalar hakkında mütalaanız nedir?
    • Hakem, raporunda kazaları gayrikasti olarak gösteriyor. Filhakika Kadri Bey’in her zamanki gibi topa sert çıkışı, Latif’in de ondan kaçması kendisinin düşüp sakatlanmasına sebep olmuştur. Mehmet Bey’in sakatlanmasına gelince: Mehmet’in kuvvetle salladığı ayağına Zeki, ayak kaymak suretiyle kazaya sebebiyet vermiştir. Zeki Bey bu kazaya (Mehmet’in oyun tarzını bilmesi itibariyle) mani olabilirdi. Fakat ya topu kaçırmamak yahut da bu ayak sallayıştan korkmamış olmak için ayağını çekmemiştir.
    • Bu şekilde ayak kaynak doğru mudur?
    • Bu şekilde ayak kaynak böyle mühlik kazaları intaç edeceğinden katiyen doğru değildir. Hakem, bu şekilde ayak konduğu için ceza verebilir.
    • Kemal Şefik Bey’in yaralanması nasıl olmuştur?
    • Sabih Bey aut çizgisi haricinde bulunan bir oyuncuya tekme atmak ve tamamen futbol nizamatına muhalif hareket etmek suretiyle Kemal’in rahatsızlanmasına sebep olmuştur. Bütün bu hareketler esasen beynelmilel futbol nizamatınca men edilmiş ve mütecasirleri hakkında muhtelif cezalar vazolunmuştur. Bunlar aynı zamanda zabıta ve adliyeyi tahrik edecek cürüm olmaktan evvel spor nizamatınca da bir cürümdür.
    • Hadiseden kim mesul? Bu itibarla hadisenin bu şekle girmesinde Fenerliler mi amil olmuştur?
    • Galatasaray-Fener oyunları bir anane şeklinde öteden beri sert oynanmaktadır. Galatasaray ötenden beri canlı ve kuvvetli bir oyun sistemi kabul etmiştir. Fenerliler kendi usullerini Galatasaray oyun sistemine benzetmek, onlara bu yolda mukabele etmek için aynı tedbirlere müracaat etmişler ve bunun için sureti mahsusada adam yetiştirmişlerdir. Bu maçta hataların ekserisinin Fenerliler tarafından yapıldığı nazarı dikkate alınırsa bu mukabelede Fenerlilerin haddi aştıklarını görürüz.

    MÜTEVELLİ MEHMET BEY NE DİYOR? [29]

    Fenerbahçe’nin eski futbolcularından ve rüesasından Sait Bey, dün bir gazetede Galatasaray-Fener hadisesinden bahsetmiş ve kabahati kamilen Galatasaray oyuncularına yüklemiştir. Sait Bey’in bu sözleri hakkında Galatasaray kulübü idare heyetinden Mütevelli Mehmet Bey’in fikrini sorduk. Dedi ki:

    “Sait Bey’in kabahati Galatasaraylılara yüklemek istemesini mazur ve tabii görmek lazımdır. Zeki Bey, zavallı Mehmet’in bacağını kırdıktan sonra kabahati Mehmet’e yüklemeye kalkışmadı mı? Aynı şeyi Sait Bey neden yapmasın? Galatasaraylılar mesuliyetlerin kime raci olduğunu tayin keyfiyetini Cumhuriyet adliyesine bırakmışlardır.

    Bu hususta fazla söze hacet yoktu. Kemal Şefik ile Mehmet’in hali hangi tarafın daha hatalı ve kırıcı oynadığını ispat eder.

    Bizim Fener’e yenildiğimiz seneler hiç kavga çıkmazdı; Fener’in yenilmeye başladığı beş seneden beri ise kavgasız maç olmuyor. Galibiyet gibi mağlubiyete de sportmence tahammül eden tarafın hangisi olduğunu bu mukayese gösterir.

    Bizim kulübümüze misafir gelenleri bile “Bu adamın burada ne işi var?” der gibi ezici bir göz hapsine aldığımız iddiasına gelince, Sait Bey’in bu sözlerine sadece güleriz. Mahalle kahvesi dedikodusu yapmaya terbiyemiz müsait değildir.

    Yalnız şu kadar söyleyeyim ki Galatasaray kulübünün kapıları ardına kadar bütün sporculara açıktır. Herkes gelir, salonumuzdan, duşumuzdan, binamızdan istifade eder; hatta Fenerli arkadaşlarımız bile birçok maçlarda orada soyunup giyinirler, Bayram maçlarında Alaaddin Bey bile kulübümüze misafir olmuşlardı.

    Bizzat Sait Bey en çok hürmetle karşıladığımız bir arkadaştır.

    Biz Fenerli arkadaşımız bizi küfürbaz tulumbacılarla aynı dereceye indirmişti, bir ikincisi de kulübümüze misafir gelen arkadaşları göz hapsine alacak kadar terbiyesiz gösteriyor.

    Cuma günkü maça kadar elimizi sıkan, bizimle arkadaşlık eden bu zevatın sözlerine karşı:

    • Bu kadar fena insanlardık da bizim ile neden senelerden beri dost ve arkadaş idiniz, diye sormaya hakkımız yok mu?

    O müessif hadiseden beri bazı Fenerli zevatın gazete sütunlarında mütemadiyen Galatasaraylılara hakaret etmekte olanları Fenerli arkadaşlarımızın bize karşı ne fena hisler beslediklerini gösteren ibrete layık bir haldir.”

    FUTBOL HEYETİNİN MUKARRERATI [30]

    İstanbul Futbol Heyeti dün akşam geç vakit içtima ederek mühim mukarrerat ittihaz etmiştir. Bu içtimada hakem raporu tetkik edilmiş ve rapora nazaran maçtaki kazalarda kasıt olmadığına karar vermiştir. Futbol Heyeti bu gibi hadiselerin tekerrür etmemesi için bir tebliğ neşretmeye de karar vermiştir. Bu tebliğde oyuncuların sert oyun tarzına veda etmeleri lazım geldiğini ve seyircilerin müsabakaları ihlal edecek harekette bulunmamalarını tebliğ eyleyecektir.

    Bundan başka Futbol Heyeti Galatasaray-Fenerbahçe arasında bir dostluk maçı yapılmasına, bu maçın Şeref Bey tarafından idare edilmesine, maç hasılatının Beşiktaş kulübünden olup geçen sene bir tekme yüzünden vefat eden Adil Bey’in ailesiyle Mehmet Nazif, Kadri ve Kemal Bey’lerin tedavilerine sarf edilmesine karar verilmiştir.

    TENİS FAALİYETİ [31]

    “1929” Mevsimi Büyük Tenis Turnuvaları, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından tertip edilmiştir. Baş Hakem: Galip Bey.

    Müsabakalar Fenerbahçe kulübünün Kadıköyü’ndeki sahalarında icra edilecektir.

    Müsabakalar: Tek Erkek, Çift Erkek, Handikapsız.

    Müsabakalara her ayın ilk Cuması başlanacak ve Pazar’a bitecek.

    İştirak arzusunda olanlar her ayın 25inci günü akşamına kadar.

    1. Kadıköyü’nde kulüp merkezinde Galip Bey
    2. İstanbul’da Zeki Rıza Spor Mağazası’na müracaatları.

    Turnuvaların icra edileceği tarihler:

    1. 7 Haziran 1929
    2. 5 Temmuz 1929
    3. 2 Ağustos 1929
    4. 6 Eylül 1929

    Şeraiti duhul: Her müsabaka için -1- liradır.

    Müsabakalar için DÜNLOP ve SPOLDİNG topları kullanılacaktır.

    YAZIK OLUYOR! [32]

    Galatasaray-Fener hadisesi maalesef bir zabıta vakası şekline sokuldu ve o şekilde devam edip gidiyor. Bu iki büyük kulübün müdiranı pek ala bilirler ki şimdi ihdas edilmek istenen hava bundan dört beş sene evvel daha şiddetli esiyordu. Lakin bundan her iki tarafa olduğu kadar memleket sporuna da ne büyük zarar geldiğini acı delillerle gördükleri için bu iki kulüp badema, her şeye rağmen dost geçinmeye karar vermişlerdi. O zaman bu mesut neticenin istihsaline hadim naçiz bir uzuv sıfatıyla şimdiki manzaraya büyük bir elemle şahit oluyorum.

    Vakıa vaktiyle Fener-Galatasaray husumetinden istifade etmek isteyenler vardı, ummak hakkımızdır ki beş senelik hadisatın verdiği terbiye artık içimizde bu zihniyette kimse bırakmamıştır. Bu işle meşgul olanların bence yapacakları en hayırlı iş, şu dedikodunun önüne geçmektir.

    HAKİKAT NEDİR? [33]

    Fenerbahçeliler Vaziyeti Tasrih Ediyorlar

    [Son Galatasaray-Fenerbahçe maçı hadisesi uzadı. Bazı rüfekamızın muayyen maksatlarla işi alevlendirmeye çalışması ve bu yolda yapılan neşriyat efkarı umumiyede haklı bir şüphe uyandırmaya başlamıştı. Fenerbahçe katibi umumiliğinden aldığımız atideki beyanname vaziyeti tenvir etmektedir.]

    “Geçen Cuma günü Taksim Stadyumu’nda Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız lig maçı esnasında vukua gelen malum ve müessif kazalar üzerine Galatasaray kulübü tarafından birkaç günden beri gazetelerde beyanname ve tahkikat şeklinde yaptırılmakta olan ve efkarı umumiyede Galatasaray müdafii Mehmet Nazif Bey’in ayağının takımımız kaptanı Zeki Bey tarafından kasten kırıldığı zehabını uyandırmak maksadına matuf bulunan sistematik neşriyat üzerine bu elim bahis üzerinde ilk ve son söz olarak berveçhi ati beyannamenin neşri Fenerbahçeliler için bir şeref ve haysiyet meselesi olmuştur:

    Galatasaray birinci futbol takımı ile yaptığımız maçların daima bir sertlik ve huşunet havası içinde cereyan etmesi geçen Cuma gününe mahsus yeni bir hadise değildir. Yirmi beş seneden beri bu takımla yaptığımız maçların hepsi Galatasaray kulübünün kendisi mukaddes anane haline koyduğu sert ve kırıcı oyun sistemi yüzünden aynı haşin eşkal ve şerait dairesinde cereyan etmiştir. Ve binlerce Fenerbahçe takımına karşı hiçbir suretle sarsılmayan muhabbet ve teveccühün doğması ve artması ve bugünkü azim vüsati alması ve bu kırıcı oyuna daima teknik oyunu tercih etmekliğimizden ve mağlubiyetleri sportmence ve efendice kabul etmeyi bilmekliğimizden ileri gelmiştir.

    İki takım arasında yirmi beş seneden beri bizim gördüğümüz yegane ayrılık noktası fenni oyunumuza onların daima bu sert ve muvaffakiyete esas addettikleri yıldırıcı oyun sistemiyle mukabele etmeleridir. Ancak bu ayrılıktır ki maçları seyreden halk üzerinde iki kulüp arasında şiddetli bir husumet olduğu kanaatini hasıl etmiş ve görünen köy kılavuz istemediği için ecnebi takımlara karşı yapamadıkları sertliği bize karşı yapmaktan kaçınmadıklarını gören halk arasında bu telakki kolaylıkla yer almıştır.

    Tavzih etmek istediğimiz nokta hülasatan şudur ki:

    Bizim oyunumuza bakanlar onlara karşı husumet görmemiş, fakat bize karşı onların oynadıklarını oyunu görenler bu husumetin varlığına daima ve bihakkın hükmetmiştir. Mamafih bu noktayı tavzih etmekle senede birkaç kere ve binlerce insanın gözü önünde cereyan eden Galatasaray-Fenerbahçe maçlarından doğan hadiselere ait manvi mesuliyetin hangi tarafta olduğuna dair kimseye yeni bir şey öğretmiyoruz.

    Fakat belki o ananevi sisteminin tabii bir neticesi olarak kazaen kırılan bir ayağın üzerine yüklenmek istenen lekesinin asıl kimlere ait olduğunu tespit ediyoruz. On beş seneden beri futbol oynayan ve temiz bir oyuncumuz olduğu kadar civanmert ve haluk bir genç olan Zeki’nin, Mehmet Nazif’in ayağını kasten kırdığı yollu şayiatı bu suretle ve nefretle reddederken, Galatasaray kulübü tarafından neşredilen ve Mehmet Nazif’in ayağının kırılması iddiasını Cumhuriyet adliyesine havala edileceğini bildiren tebliğine karşı alenen beyanı teessüf etmemek kabil değildir.

    Binlerce seyircinin gözü önünde cereyan etmiş ve hiçbir kaste makrum olmadığı hakem raporu ve raporu tetkik eden selahiyettar heyetlerin kararıyla tebeyyün eden bir kaza hadisesini her ne suretle olursa olsun bir zabıta vakası haline sokmaya çalışan ve senelerce karşılarında ve ecnebi takımlarına karşı yanlarında oynamış ve bütün memleketçe tanınmış temiz bir genci fırsat bu fırsattır diye hukuku umumiye maznun sırasına koymak gayretkeşliğini her hissin fevkinde tutmak keyfiyetinin o beyannamede tefahür edilen ilim ve faziletle ne derece uygun düştüğü de ayrıca şayanı temessül bir keyfiyettir.

    Sporcu şeref ve haysiyetini korumayı bilen, rakiplerine karşı hiçbir zaman kasten fenalık yapacak tıynette olmayan, hatta oyuncularından birinin aynı maçta kolu kırıldığı halde bunun için rakibine kast atfederek adliyeye müracaatı aklından bile geçirmeyen kulübümüz alelade bir spor kazasını bir hukuk umumiye vakası haline sokmak isteyen bu çirkin temayül karşısında kendisine mensup gençleri isnadatı vakıadan tenzih eyler ve cumhuriyet adliyesinin adil kararına hürmetle intizar eder.

    Umumi Kaptan Hayri Celalettin

    MÜHENDİS MEKTEBİNDE 60 TALEBENİN TARDEDİLDİ  [34]

    Mühendis mektebinde zuhur eden hadiselerin mahiyeti hakkında bir muharririmiz tahkikat yapmıştır. Bu hadiselerin başlıca sebeplerinden biri de Galatasaray-Fener münaferetidir. Mektebin voleybol takımlarının iyi oyuncularının bir kısmı, hariçta Galatasaray ve diğer kısmı da Fenerbahçe’ye mensuptur. Bu iki parti arasında birçok anlaşamamazlıklar olmuş ve mektebin gerek talebe cemiyetinde, gerek idman yurdunda idare heyetini kazanmak rekabetine müncer olmuştur.

    Bu meseleler için için kaynarken ekseriyeti kazanmaya zemini müsait bulan dördüncü sınıftan iki kişi bir ay kadar evvel kongre akdine dair bir takrir gezdiriyor ve imza topluyorlar. Muvaffak oluyorlar. Beyoğlu Fırka merkezinde toplanan kongrede dördüncü sınıf idare heyetini kazanıyor ve bütün sınıflara çalışkan ve fedakar gözükmek için bir de yemek meselesi çıkarıyorlar, hararetle ve ateşin içtimalarla birinci ve ikinci sınıfların tam müzaharetini temin ediyorlar. Ankara’ya iki murahhas gönderiyorlar.

    Bunun üzerine mektepte tahkikat başlıyor. Dördüncü sınıf ve bu sınıftan müşevvik olanlar da işin sarpa sardığını görerek izharı nedamet ediyorlar. Elebaşıların bu rücatini bilmeyen ikinci sınıf, mektep inzibat meclisi huzurunda evet yiyeceklerimiz fenadır diyorlar ve mektep idaresi bunlardan altı kişiyi tardediyor.

    Binaenaleyh ikinci sınıf, esasta alakadar olmadığı halde kendi arkadaşlarından altısının atılmasını hayretle karşılamışlar. İki şubeden ibaret talebe “Ya arkadaşlarımız mektebe alınır yahut biz derse girmeziz” demişlerdir.

    Bu yeni vaziyet karşısında inzibat meclisi ikinci bir kararla bu derse girmeyen altmış efendiyi tardetmiş ve mektep dahiline talik edilen bir ilanda bunlar da pişman olup derse devama başlayacakların affedileceğini beyan etmiştir. Son vaziyet budur.

    İKİNCİ İDMAN BAYRAMI [35]

    Dünkü Bayrama 3.000 Mektepli İştirak Etti

    Mektepliler arasında tertip edilen idman bayramı dün sabah Taksim Stadyumu’nda 15.000 seyircinin huzurunda yapılmıştır.

    İkinci defa olarak yapılan bu bayram geçen sene yapılan bayramdan daha çok alaka uyandırmış, aynı zamanda daha muntazam olmuştur.

    Taksim Stadyumu daha sabahtan itibaren dolmaya başlamıştı. Bayrama iştirak edecek mektepliler muntazam kafileler halinde stadyuma gelerek kendilerine tahsis edilen mevkilerde yer almışlar, bu bayramı görmek için gelenler de tribünlere ve sahanın etrafına yerleşmişlerdir. Mektepliler kafilesi tamamen geldikten sonra Selim Sırrı Bey saha kenarına konulan kürsüye çıkarak bir nutuk söylemiştir.

    Selim Sırrı Bey bu nutkunda iki seneden beri yapılmakta olan idman bayramlarının gayesinden bahsetmiş ve bu münasebetle merhum Necati Bey’in namını hürmetle yadetmiştir.

    Selim Sırrı Bey’in şiddetle alkışlanan nutkundan sonra mızıka istiklal marşını terennüm etmiştir.

    Bu merasimden sonra idman harekatına başlanmıştır.

    2.000 erkek 1.000 kız talebenin ayrı ayrı yaptıkları muhtelif beden hareketleri stadyumu dolduran 15 bin seyirci tarafından şiddetle alkışlanmıştır. Kız ve erkek talebe bu beden hareketlerinde gösterdikleri ahenk ve intizam itibariyle hakikaten muvaffak olmuşlardır.

    Mektep talebelerinin harekatından sonra Çapa terbiyei bedeniye kursu kız ve erkek talebeleri Matmazel Everman ve M. Conso’nun nezaret ve kumandaları altında şayanı dikkat beden harekatı yapmışlardır.

    Yarım saatten fazla süren bu harekat esnasında kurs talebeleri çok muvaffakiyetli şeyler göstermişlerdir.

    Bundan sonra Selim Sırrı Bey tekrar kürsüye çıkarak bayrama iştirak eden talebeyi Türkiye Cumhuriyeti ve onun banisi büyük Gazi’yi selamlamaya davet etmiş, 3.000 talebe ve 15.000 halk hep bir ağızdan üç defa “yaşa” diye bağırmıştır.

    Bu harekatın hitamından sonra mektepliler arasında umumi bir geçit resmi yapılmış, ikinci idman bayramı bu suretle hitam bulmuştur.

    OSTURYA DÜN İLK MAÇINI YAPTI [36]

    Galatasaray 1’e Karşı 3 Sayıyla Mağlup Oldu

    (…) Fener ve Vefalı küçükler arasındaki ilk maç bire karşı iki ile Fenerbahçe tarafından kazanıldıktan sonra, takımların sahaya çıkması on yedi buçuğa kadar gecikti. Nihayet Osturyalılar tribünleri ve sahayı dolduran halkın alkışları arasında sahaya geldiler, arkasından kıpkırmızı ve sapsarı renklerden yapılmış yeni gömlekleriyle Galatasaraylılar.

    Viyanalı oyuncular beyaz kollu mor fanilalar giyiyorlardı. Saha ortasında kendilerine merasimle buket verildi ve maça başlandı.

    Galatasaray takımı: Rasim, Burhan, Vahi, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Şadi, Necdet, Latif, Rebii.

    Ovusturya takımı: Yoki, Regnoht, Tantler, Moğ, Graf, Gol, Snayder, Ropan, Sindila, Çiser, Firtu.

    İlk yirmi beş dakika mütekabil akınlarla neticesiz geçti. Nihayet top bizim bir müdafile onların koşan muhacimleri arasından sıçrayıp içeri giriverdi. İlk golü bu suretle yaptılar.

    İkinci devrenin on dördüncü dakikasında Muslih’in himmetiyle ve Şadi’nin ayağıyla bir golümüzü yaptık. Bu ara Galatasaray çok muvaffakiyetli oynuyordu. Devrenin sonlarına doğru üçüncü golü de yine bir hücumla kazandılar. Oyun bu netice ile bitti.

    Hakeme gelince: Hamdi Emin Bey dün bize güzel bir hakem idaresinin nasıl olabileceğini gösterdi.

    AVUSTURYALILARIN DÜNKÜ VE BUGÜNKÜ TENEZZÜHLERİ [37]

    Osturya takımı oyuncuları dün refakatlerinde Galatasaraylı mihmandarları olduğu halde sabahleyin Galatasaray Lisesi’ne giderek mektebi ve spor teşkilatının müzesini gezmişler, öğleyin de Büyükada’ya gitmişlerdir. Bugün de akşama kadar şehrin muhtelif yerlerini gezdikten sonra saat beşte Galatasaray kulübü tarafından, denizcilik şubesinin Bebek’teki merkezinde şereflerine verilecek olan çay ziyafetinde hazır bulunacaklardır. Bayramın birinci günü de saat beşte Fener takımı ile ikinci maçlarını yapacaklardır.

    GALATASARAY KULÜBÜNÜN CEVABI [38]

    Galatasaray Kulübünden: Geçen maçta vukua gelen müessif hadise münasebetiyle Fenerbahçe kulübünün neşrettiği beyannameyi teessüfle okuduk. Senelerce karşı karşıya, yan yana oynadığımız, ellerini sıktığımız ve arkadaş ve kardeş bildiğimiz Fenerbahçelilerin, kulübümüze karşı yirmi beş senedir spor terbiyesiyle gayri kabili telif bir husumet beslediklerini her satırında ayrı ayrı ifade eden bu garip beyannameye uzun uzadıya cevap vermeyi lüzumsuz addederiz.

    Galatasaray’a karşı hatır ve hayale gelmez birçok ithamları ihtiva eden bu beyannameye bilhassa Fenerli arkadaşlarımızla yan yana bir ecnebi takımına karşı maç yapacağımız günün arifesinde cevap vermek birbirine hürmet ve muhabbet beslemeleri sporun en tabii neticelerinden olması lazım gelen gençler arasında yeni münaferetler uyandırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

    Onun için bir Türk kulübünün diğer bir Türk kulübü hakkında vaki olan ve spor tarihimizde bir misli görülmemiş bulunan bu lüzumsuz hücumları vakalar zikrederek red ve cerhetmek kolay olmakla beraber sükutun terbiyemizle daha mütenasip ve müreccah olduğuna kani olarak susuyoruz.

    Cumhuriyet: Geçen gün Fenerbahçe kulübünün beyannamesini dercetmiştik. Bugün de Galatasaraylıların gönderdikleri beyannameyi neşrediyoruz. Bu iki güzide kulübümüzden bir haftadan beri efkarı umumiyeti ve gazeteleri işgal eden bu lüzumsuz münakaşaları kesmelerini temenni ederiz.

    MÜHENDİS MEKTEBİNDEKİ HADİSE ve FENERBAHÇELİLER [39]

    Fenerbahçe umumi katipliğinden: “18 Mayıs 920 tarihli gazetenizde Mühendis Mektebindeki hadise münasebetiyle bir fıkra neşredilmiştir.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’ne mensup voleybolcuların bu mesele ile alakaları olmadığından keyfiyetin tashihini rica ederim efendim.”

    BAYRAMDAKİ MAÇLAR [40]

    Osturyalılar Fenerbahçe’yi ve Muhtelit Takımı Mağlup Ettiler

    Bayram spor noktayı nazarından faaliyetle geçti. Ecnebi bir takımın şehrimizde bulunması dolayısıyla futbol meraklılarının çoktan beri özledikleri fırsat zuhur etmiş demektir. Onun içindir ki Taksim Stadyumu bayramın birinci ve üçüncü günleri kalabalık bir manzara arz ediyordu.

    Birinci günü Fenerbahçe takımı misafirleriyle karşılaşacaktı. Fenerbahçe’nin ecnebi takımlara karşı daima muvaffak olan oyun sistemi ve bu ekibin ekseriyetle en iyi neticeleri elde etmekle maruf olması stadyuma çok kalabalık bir halk kitlesi toplamıştı.

    Günün ilk oyununu Galatasaray-Beşiktaş küçükleri yaptılar. Evvela çok düzgün oynayan Beşiktaşlılar hâkim ve faik bir vaziyet aldılarsa da ikinci devrede bu faikiyeti muhafaza edemediler ve 1-4 mağlup oldular.

    Tam muayyen saatte Fener ve Osturya takımları küçük fasılalarla sahaya çıktılar. Mutat merasimden sonra takımlar karşılaştığı zaman Fenerbahçe’nin şu teşekkülle sahaya çıktığı görülüyordu:

    Rıza, Sabih, Füruzan, Mahmut, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Fikret, Muzaffer

    Osturyalılar orta muhacim mevkiinde Şafer’i oynatak suretiyle takımlarında küçük bir tebeddül yapmışlardı. Oyuna Şeref Bey’in idaresinde başlandı. İlk dakikalarda hücuma geçen Fenerliler süratle Osturyalıların kalesine indiler ve üçüncü dakikada Alaaddin’in çok güzel bir vuruşu ile ilk golü yaptılar. Bu sayı stadyumu dolduran binlerce halk tarafından alkışlar, takdir ve meserret avazeleri ile karşılandı.

    Daha ilk dakikada kaydedilen bu sayı Osturyalıların maneviyatı üzerinde gözle görülen bir tesir yaptı.

    Fakat Fener’in hücum hattı birkaç dakika süren afallamadan bir menfaat temin edemedi.

    Aradan kısa bir müddet geçmemişti ki Osturyalılar muvazenelerini buldular. Artık oyun merkezi sikleti Fenerbahçe kalesinin önüne intikal etmişti. Gayretle oynayan Fener defansının bütün mesaisine rağmen Osturyalılar sıkı ve sert hamlelerle mütemadiyen tehlikeli vaziyetler ihdas ediyorlardı. Nitekim böyle anlardan birinde Şafer’den yerinde bir pas alan sol iç kısa mesafeden sert bir şut attı. Fener kalecisi kucağına düşen topu bloke edemedi ve Osturyalılar müsavatı temin eden sayıyı böyle bedavadan kazandılar. Müsavat sayısı Fenerlilerin gayretini tahrik etti ve bu sefer de Osturyalılar sıkışmaya başladılar.

    Aradan birkaç dakika geçmemişti ki bugün en güzel oyunlarından birini oynayan Alaaddin sayısız driplinglerle kaleye kadar götürdüğü topu ağlara taktı. Tefevvuk yine Fenerlilere geçmişti.

    Arka arkaya yapılan bu sayılar heyecanı azami haddine getirmişti. Basit hareketler bile alkışlanıyor, takdir nidaları, teşvik sesleri bir türlü nihayete ermiyordu. Devrenin hitamına kadar faik vaziyetini idameye muvaffak olan Fenerbahçe, yine kalecinin hatasından bir sayı daha kaybetti ve 2-0 galibiyetle bitirebileceği ilk devreyi 2-2 müsavatla nihayete erdirdi.

    İkinci devre her iki takımın mütevali hücumları ile geçti.

    Her iki takım neticeyi kendi lehine çevirmek için kabiliyetinin üstüne çıkmaya çalışıyor, didiniyor, terliyordu.

    Muntazam paslar, seri hamlelerle baştan başa bir futbol şaheseri halinde devam eden oyun seyircilerin alaka ve heyecandan büyüyen gözleri önünde bütün hızıyla devam ediyor, herkes canla başla oynuyordu.

    Devre ortalarına doğru sağ içten güzel bir pas alan Osturya sağ açığı mükemmel bir sayı yaptı. Fenerliler müsavatı temin edecek sayıyı yapmak için çok çalışıyorlardı. Fakat bir defasında Zeki’nin direğe çarpan enfes bir şutunu Niyazi’nin kafasıyla boş kaleye sokamamasından, bir defa Zeki’nin boş kaleye plase şut atmak arzusu ile topu kaptırmasından, yine bir defa da Zeki’nin tam biçiminde sol ayağına gelen topu Niyazi’nin kaparak kalecinin kolları arasına atmasından bu müsavat sayısı bir türlü yapılamadı.

    Bayramın üçüncü günü misafirlerimizle üçüncü maç yapıldı. Bu son maçta Osturyalıların önüne Fener-Galatasaray muhteliti çıkartıldı. Son maça en son ümidimizi sakladığımız için stadyuma çok kalabalık toplanmıştı. Muhtelit takım sahaya çıktığı zaman şu şekilde idi: Rıza, Burhan, Sabih, Suphi, Nihat, Mithat, Muslih, Ala, Zeki, Kemal, Fikret.

    Bu teşekkülün ümit edildiği kuvvette olmadığı derhal gözüküyordu. İlk devre baştan başa Osturyalıların hakimiyeti altında geçti. Misafirlerin 3 sayısına mukabil ancak bir gol yapabilmiştik. İkinci devrede biri bariz ofsayttan, diğeri de penaltıdan iki sayı yapabildik ve 3-4 mağlup olduk.

    Üçüncü maç günü çok çirkin iki hadise oldu.

    Birinci hadiseye muhtelit takım oyuncularından küçük Fikret’in babası yerinde bir rakip oyuncuya tokat atması sebep oldu. Güzel futbol oynayan bu gence bu çirkin itiyattan vazgeçmesini tavsiye ederiz.

    İkinci hadise daha garip ve belki daha çirkin düştü.

    Sahada sıfat ve selahiyeti meçhul şişman bir adam, kendi takımının kalesi yanına gitmek isteyen antrenör Şafer’i polis vasıtasıyla sahadan harice atmaya kalkıştı. Eğer vaziyetin nezaketini kavrayan birkaç kişi müdahale etmeseydi çok çirkin bir hadise olacaktı. Kendimizi Osturya’ya tanıtmak için celbettiğimiz takımların oyuncularını tokatlar ve antrenörünü polise teslim edersek acaba nasıl bir tesir hasıl etmek istiyoruz?

    Bu çirkin ve insanı spordan artık hakikaten iğrendiren hallere bir nihayet versek iyi ederiz fikrindeyiz.

    LİG MAÇLARI DÜN BİTTİ [41]

    Galatasaray İstanbul Şampiyonu, Fenerbahçe de İkinci Oldular

    Lig maçları dün yapılan müsabakalardan sonra hitam bulmuş addolunabilir. Yalnız, gelecek hafta Vefa-Fenerbahçe müsabakası yapılacaktır ki bu maçın neticesi ne olursa olsun, altı aydan beri iki devre üzerine devam eden müsabakalar neticesinde Galatasaray bu sene de İstanbul şampiyonu olmuştur.

    Galatasaray dün son maçını Süleymaniye ile yapmıştır. Bu maçın ilk devresini Süleymaniye 3-1 galibiyetle bitirmiş, fakat ikinci devrede Galatasaray 7 gol yaparak 3-8 galip gelmiş ve şampiyonluğu kazanmıştır.

    Bundan sonra Vefa-Beykoz karşılaşmıştır. Vefalılar güzel bir oyundan sonra Beykoz’u 0-3 yenmişlerdir.

    Son maç Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında yapılmıştır. Beşiktaşlılar güzel bir oyun oynamalarına rağmen 3-1 mağlup olarak ikinciliği Fenerlilere vermişlerdir.

    (…) Fenerbahçe, gelecek hafta Vefa’ya yenilse bile 22 puanla ikinci olacaktır.

    Bu sene de şampiyon olan Galatasaray, askeri kümenin şampiyonu ve teamül mucibince İstanbul muhteliti ile birer maç yapacaktır.

    İstanbul şampiyonunu tebrik ederiz.

    Dün bu maçlardan evvel Harbiye ile Halıcıoğlu takımları karşılaşmış, Harbiye 3-1 galip gelmiştir.

    FENERBAHÇE BEŞİKTAŞ’I 3-1 MAĞLUP ETTİ [42]

    (…) Son maç günün en mühim karşılaşmasını teşkil ediyordu. Beşiktaş ve Fenerbahçe bu maçta ikincilik meselesini halledecekti.

    Galatasaray’dan Adil Giray Bey’in hakemliği ile iki takım sahaya çıktılar. Takımlar şöyle teşkil edilmiş:

    Beşiktaş: Osman, Tevfik, Adnan, Hüsnü, Rıdvan, Rüştü, Hayati, İbrahim, Şükrü, Eşref, Salah.

    Fenerbahçe: Rıza, Sabih, Füruzan, Nihat, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Muzaffer, Fikret.

    İlk devrede Beşiktaş rüzgarı lehine almış ve hücuma geçmişti. Fakat Fener müdafaası sık bir tabiye ile bu hücumları akamete uğratmaya muvaffak oldu. Kaleleri etrafındaki tazyiki kaldırarak hücuma geçen Fenerliler 12nci dakikada Zeki’nin güzel bir şutu ile ilk sayıyı yaptılar. Bu golden sonra faaliyetlerini arttıran Beşiktaşlılar mükemmel bir eşape ile sıyrılan Eşref’in ayağı ile müsavat sayısını yaptılar. Bu sayıdan sonra faik bir oyun oynamaya başlayan Beşiktaş, birkaç fırsat kaçırdı ve devre 1-1’e müsavatla bitti.

    İkinci devrede Fenerliler rüzgârı da lehlerine alıyorlardı. Bu avantaj tabii semeresini verdi ve iki sayı daha yapan Fenerbahçeliler maçı 3-1 galibiyetle bitirdiler.

    HAKEM ENCÜMENİ REİSİ FUAT HÜSNÜ BEY NE DİYOR? [43]

    [Türkler arasında futbolu ilk oynayan ve tamimine çalışanlardan biri Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Bey’dir. Futbolun nazariyatına derin vukufu herkesçe teslim olunan bu zat, aynı zamanda teşkilat içinde de mühim bir mevki sahibidir.

    Son Galatasaray-Fenerbahçe maçının, bütün emsali gibi, baştanbaşa hata içinde geçen safahatından sonra Fuat Hüsnü Bey’den bir mektup almıştık. Çok kıymetli bir tetkik mahsulü esaslı fikirleri ihtiva eden bu mektubun neşrini dedikodu safhasının kapanmasına talik etmiştik. Artık münasip zamanın hülul ettiğini tahmin ederek mektubu aynen neşrediyoruz.]

    Futbolda Hata ve Ceza: Asabiyet, hüküm ve kararla itidal ve basiretin düşmanıdır. Bir oyuncu oyunda asabiyete kapıldı mı hatadan hataya düşer, oyunu hem hasmına, hem kendine ve hatta arkadaşına tehlikeli olur. Asabi vuruşlarla nereye gideceğini düşünmeden topu tekmeler durur, bu şuursuz harekâtıyla oyunun ahengini bozar, lüzumsuz hamlelerle hasmın, hatta göz kararmasıyla arkadaşının üstüne atılır. Bu manasız hareketleriyle ya hasmını yaralar yahut kendi yaralanır. Kendi yaralanırsa amelinin cezasını çekmiş olur, fakat hasmını yaralarsa hakem tarafından oyundan kovulur.

    Tehlikeli Oyun: Futbol baştan nihayete kadar tehlike ile dolu bir oyundur. Bunun için futbol hakemlerinin vazifesi gayet mühimdir.

    Hakem futbol kavaidini emri tatbikinde küçük bir teseyyübü büyük felaketler doğurur. Bahusus yan hakemlerinin hakemin gözünden kaçan mugayiri nizam harekâta nazarı lakaydi ile bakması yalnız oyunun intizamını bozmakla kalmaz; belki bir an sonra vuku bulacak büyük bir felaketin masdarı olur. Zira yaptığı bir hatadan dolayı ceza görmeyen bir oyuncu ikinci defasında daha büyük bir hata yapmaya pek müstaittir. Futbol nizamatı yalnız felaket doğuracak tehlikeli oyunları değil, mugayiri nezaket harekâtı bile tecziyeyi amirdir. Hakemin kararı ne derece muta ise nizamname de o derece sarihtir. Şu halde hakem kuvvei nufüziye sahibi ve azimkâr olur ve emrini infaz için kuvvei teyidiyesi olursa ya tehlikeli oyun büsbütün tatil olunur yahut kaza tevlit edebilecek mikroplar oyundan çıkarılır.

    Hasmı Tutmak ve Topa Elle Dokunmak: Oyunda yapılacak bu hatalar filhakika başlıca tehlike tevlid etmez. Fakat bu küçük hataların hakem tarafından lakaydi ile karşılanması daha büyük felaketlerin zuhuruna en birinci sebeptir.

    Zira ceza sahası dâhilinde şut çekmek üzere bulunan bir oyuncunun hasmı tarafından gayri nizami bir şekilde harekatına mümanaat olunması ve bu hareketin cezasız kalması tabiatıyla o oyuncu üzerinde fena bir tesir bırakır ve bu oyuncu ikinci defa böyle bir muameleye maruz kalınca (asabiyetten veya yine cürmün cezasız kalacağı zannına düşmesinden) hatayı bizzat tecziyeye kalkar ve tokat, dirsek, yahut tekmeye müracaatla oyunun nizam ve intizamını ihlal eder.

    Çelme Takmak, Tekme Atmak: Bu iki hareketten tevellüt edecek netice vücutta ve ayakta sükûtun ve darbenin tesirine göre mütenevvidir. Sükût hafif veya şedit olduğuna göre bere, incik, iltihabat veya kırık, çıkık muhakkak olduğu gibi tekmenin şiddetine göre de incik, mafsal çıkması, kemik kırılması bir emri vakidir.

    Bu gibi sui harekâta meyyal oyuncular, ekseriyetle hasmına başka türlü ve meşru şekilde galebe çalmayanlardır.

    DÜN BİR KADIN ZEVCİNİ SOKAKTA DÖVDÜ [44]

    Dün, Ankara caddesinde, Vilayet konağının tam karşısında, herkesin gözü önünde şık giyinmiş genç bir hanımın gözlüklü bir erkeği adam akıllı dövdüğü görülmüştür.

    Erkek, yediği dayağa mütevekillane ses çıkarmıyor, sadece etrafını ihata eden kalabalığı “Şahitsiniz ya” demekle iktifa ediyordu. Kadın, her darbede hiddeti artarak şemsiyesini erkeğin kafasına indirmekte devam ediyor ve “Şahit olsunlar, hele sen şu dayağı ye de!” diyordu.

    Dayak yiyen erkek, polis 3üncü şübe ikinci sınıf ketebesinden Adil Efendi, dayak atan da 40ıncı İlk Mektep Müdiresi Süheyla Hanımdır.

    Adil Efendi ve Süheyla Hanım evlenmişler, üç çocuk sahibi olmuşlar. Bir gün Adil Efendi karısını, Taksim’de, çocuklarına hususi ders verdiği bir erkekle otomobile binerken görmüş, karakola düşmüşler. Şimdi mahkemededirler.

    Dün Süheyla Hanım’ın babası, torunlarından biriyle Polis merkezine gitmiş, hizmetçi arıyormuş, Adil Efendi kendi çocuğunu görünce yanına almış, sevmiş ve bir şıra içirmek için sokağa çıkarmış. Fena bir tesadüf eseri Süheyla Hanım o sırada otomobille geçiyormuş, aşağı inmiş, çocuğu babasından alırken arada fena bazı sözler sarfedilmiş ve netice darp hadisesine müncer olmuştur.

    GALATASARAY-FENER MUHTELİTİNDE KUVVET KALMADI [45]

    (…) Galatasaray-Fenerbahçe maçından sonra sıra Osturya ekibiyle yaptığımız maçlara geliyor. Bu takımın şimdiye kadar İstanbul’a gelen takımların (Sparta ve Slavya’dan sonra) en kuvvetlilerinden biri olduğu muhakkak bulunmakla beraber aldığımız neticelerin, bilhassa Galatasaray-Fener muhtelitinin aldığı neticenin pek de tabii bir netice olmadığını da kabul etmek lazım gelir.

    Bu gayritabii netice evvela Galatasaray-Fener muhtelitinin iyi teşkil edilmemesinden, saniyen bu muhtelitin birkaç sene evvele nazaran çok yıpranmış ve kuvvetini çok zayi etmiş olmasından ileri gelmektedir. Galatasaray ve Fener’in en maruf oyuncularını ihtiva eden bu son çıkarılandan biraz daha kuvvetli bir Galatasaray-Fener muhtelitinin bir iki ay evvel Beşiktaş takımı karşısında uğradığı acı mağlubiyet dahi, artın bundan sonrası için ecnebi takımlara karşı bu muhtelitten hiçbir şey ümit etmemek lazım geldiğine kâfi bir delil idi.

    Bilhassa iki takımdan bir muhtelit teşkili münakaşa edilirken henüz topa vurmasını bilmeyen bilnisbe tecrübesiz oyuncuları “Çok atılgandır!” gibi mülahazalarla takıma sokmak arzuları da araya girince, netice, son beynelmilel maçta olduğu gibi mağlubiyet oluyor. Bütün bu hadiseler artık tadı tuzu kaçan Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin ve bu rekabete müstenit Galatasaray-Fener kombinezonlarının külliyen terk edilmesi zamanının geldiğini, hatta son maça nazaran geçtiğini açıktan gösteriyor. Futbol hayatımızda bir merhale olan ve yeni bir dönüm noktası teşkil eden bu vaziyetin diğer safhasını başka bir yazımızda mütalaa ederiz.

    İSTANBUL BÜYÜK GAZİ’Yİ İSTİKBAL İÇİN HAZIRLANIYOR [46]

    Program için Bir Komisyon Toplanacak

    Reisicumhur Hazretlerinin İstanbul’u teşrif buyuracakları gün yaklaşmaktadır. Gazi Hazretleri’nin Büyük Millet Meclisi’nin tatilinden sonra şehrimizi teşrif edecekleri anlaşılmaktadır. Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarındaki noksanlar ikmal edilmektedir. Büyük müncinin istikbal programını tanzim için muhtelif devair mümesillerinden mürekkep olarak bugünlerde bir komisyon teşkil edileceği haber alınmıştır.

    Ankara 27 (Hususi Muhabir) – Gazi Hazretleri’nin 1 Haziran’da Marmara köşkünde vereceği garden parti için yapılan hazırlıklar bitmiştir. Davetli Sefirler Ankara’ya gelmeye başlamışlardır.

    İSTANBUL-İZMİR TENİS MAÇLARI BU CUMA YAPILACAK [47]

    İstanbul-İzmir tenis maçlarının bu hafta yapılacağından bahsetmiştik. İzmirli tenisçiler bugün Adnan vapuru ile şehrimize gelecekler ve ilk maçlarını Cuma günü Taksim’deki “Lavn Tenis Kulüp”te yapacaklardır. İstanbul’la İzmir arasında yapılan temasların üçüncüsünü teşkil eden bu maçlar çok mühim olacaktır. Çünkü bundan evvel yapılan diğer iki maç İzmirlilerin lehine neticelenmişti.

    Filhakika içlerinde C.Jiro, Şarno, H.Jiro gibi beynelmilel tenis âleminde tanınmış simalara malik bulunan İzmir ekibine mukabil, İstanbul takımı kuvvetli bir manzara arz etmekten uzak kalıyor, mukavemet edemeden yeniliyordu. Esasen bundan evvelki seneler İstanbul takımının mümessilleri arasında İstanbullu tenisçilerden ziyade İngilizler bulunuyordu. Halbuki geçen seneler içinde çok kıymetli tenisçiler yetişmiş ve bu seferki İstanbul-İzmir maçına hakikaten İstanbullu bir takım çıkarmak imkanı hâsıl olmuştur.

    Cuma günü yapılacak İstanbul-İzmir maçı şimdiye kadar yapılan bütün emsalinden daha heyecanlı ve alakabahş olacaktır. Bunun esbabı basittir:

    1. İstanbul ekibi tamamen İstanbullulardan mürekkeptir. Bu itibarla hadiseyi daha yakından alakadarız.
    2. İstanbul takımı bu sefer geçen defalara nazaran galibiyete daha çok kuvvetli namzettir. Hatta bu defaki neticenin yüzde yetmiş beş İstanbul takımı lehine tahmin olunması çok hatalı olmaz. Çünkü İzmir takımının hemen hemen aynı rakip olmasına rağmen İstanbul takımı eskisine nazaran çok kuvvetlidir. Bahusus İzmir takımının esaslı galibiyet elemanlarından olan C.Jiro bu sefer gelememektedir. Jiro’nun gelememesiyle zayıflayan İzmir takımı karşısında kuvvetli bir İstanbul takımı bulacaktır.

    İzmir’den gelen oyuncular şunlardır: C.Jiro, Şarno, Alpoti, Jiro’nun iki oğlu ve bir İngiliz. İstanbul takımını teşkil edecek oyuncular şunlardır: Suat, Sedat, Şirinyan, Şadvar, Karakaş, Ratyani. Maçların hakemleri: Başhakem Rins, hakem Tevfik Haccar.

    EŞREF’İN KIT’ALARI VE HİKÂYELERİ [48]

    Bir gün Şair Eşref, İzmir’de avukat Mehmet Şeref Bey’e sormuştu:

    • Ben padişaha söversem bana ne yaparlar?
    • Tam üç ay kaparlar ama sen oradan artık çıkabilir misin bilemem!

    Eşref, bu cevap üzerine:

    • Öyle ise ben de işi değiştiririm… Ya vükelâya söversem ne yaparlar? diye sordu.
    • Ceza kanununda bunun cezası sarihtir, cezayı naktî alırlar!

    Eşref, cevap üzerine şu kıt’ayı söyledi:

    Bize kanunu ceza vermiş iken hakkı sarih,

    Vükelânın ….lim avradını milletçe..

    Verelim her ne ise bunda cezayı naktî,

    Gaib olmaz gene irat yazılır devletçe!

    VEFA – FENERBAHÇE [49]

    Bugün yapılacak Vefa-Fenerbahçe maçından dün bahsetmiştik. Bugün Taksim Stadyumu’nda icrası mukarrer olan bu müsabaka cidden heyecanlı olacaktır.

    Maçın netice itibariyle şampiyona tasnifi üzerinde müessir olamayacağını izah etmiştik. Vefa-Fener maçı, bu tesirsizliğine rağmen çok alaka uyandırmaktadır.

    Vefa takımı bugün sahaya kuvvetli bir şekilde çıkacaktır. Esasen ikinci devre maçlarında Vefa’nın gösterdiği muvaffakiyetler bu takımın ihmali caiz olmadığını anlatmaktadır.

    Fenerbahçe’ye gelince; Fenerliler Vefa maçına lig maçlarında çıkardıkları en zayıf takımlardan birisiyle çıkacaklardır. Son Galatasaray maçında sakatlanan Kadri’den mahrumiyet Fener defansını zayıflatmışken Çarşamba günü de Sabih’in Uşak hareketi bu hatta büsbütün mefluç bir hale getirmiştir. Buna inzimamen Beşiktaş maçında ayağı sakatlanan Sadi’nin bugün oynayamayacak bir vaziyette bulunması, Cevad’ın takıma iltihakının imkansızlığı, Fenerbahçe müdafaa ve muavin hatlarının tecrübesiz oyuncularla teşkilini zaruri kılmaktadır. Bu vaziyet muvacehesinde, Vefa gibi kuvvetli bir rakibe galebe çalmak için, her şeyden ziyade Fenerbahçe hücum hattının çok çalışması, kendi defansının hatalarını bu fazla faaliyetiyle telafi etmesi lazım gelmektedir. Fenerbahçe’nin zayıf bir teşekkülle sahaya çıkması Vefa’nın muvaffakıyetli bir netice alabilmesini teshil edecek bir amil olmakla beraber bu vaziyeti Vefa için muhakkak bir galebe vesilesi olarak kabul etmek de hatalı olur. Geçen devre maçlarında Vefa yine Fenerbahçe’yi Zeki ve Sadi’den mahrum bir halde yakalamış, oyunun daha başında üst üste iki sayı yapmasına rağmen vaziyeti idame edememiş ve mağlup olmuştu.


    [1] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [2] 1 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [3] 2 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [4] 3 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [5]

    [6]

    [7] 5 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [8] 5 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [9] 6 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [10] 7 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi (Abidin Daver)

    [11] 8 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Sadun Galip)

    [12] 9 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [13] 10 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [14] 10 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [15] 11 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [16] 11 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi (T.M.)

    [17] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [18] 12 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [19] 12 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [20] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [21] 12 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [22] 13 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [23] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [24] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [25] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi

    [26] 13 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [27] 14 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [28] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [29] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [30] 15 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [31] 16 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [32] 16 Mayıs 1929 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)

    [33] 17 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [34] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [35] 18 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [36] 18 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [37] 19 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [38] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [39] 20 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [40] 24 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [41] 25 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [42] 25 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [43] 26 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [44] 27 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [45] 27 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

    [46] 28 Mayıs 1929 – Cumhuriyet Gazetesi

    [47]

    [48] 30 Mayıs 1929 – Vakit Gazetesi

    [49] 31 Mayıs 1929 – İkdam Gazetesi

  • Zeki Rıza Sporel Arşivi

    Zeki Rıza Sporel Arşivi

    Zeki Rıza Sporel, Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin en büyük golcüsü… Sevgili kızı Feyhan Sporel Hanımefendi ve muhterem oğulları Fehmi Zorlu ve Zeki Rıza Zorlu beyefendiler sayesinde aşağıdaki müthiş fotoğraflara ulaştık ve yayınlama müsaadesi aldık. Kendilerine sonsuz teşekkür ederiz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Görsellerde Bulunan Kişiler: Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Alaaddin Baydar, Basri Dirimlili, Bedri Gürsoy, Burhan Sargın, Cihat Arman, Faruk Ilgaz, Fehmi Sporel, Feyhan Sporel, Hasan Kamil Sporel, Hayri Celal Atamer, Hazel Sporel, Ignac Molnar, İsmet Uluğ, Kral II. Faysal, Mesut Eyison, Muvaffak Menemencioğlu, Münir Nurettin Selçuk, Nedim Kaleci, Özcan Arkoç, Rabia Kutay, Sabih Arca, Sait Selahattin Cihanoğlu, Şükrü Ersoy, Şükrü Saracoğlu, Tevfik Haccar Taşçı, Tevfik Rüştü Aras, Ulvi Yenal, Zeki Rıza Sporel


  • Tevfik Taşçı Arşivi

    Tevfik Taşçı Arşivi

    Tevfik Taşçı, Fenerbahçe’nin kurucu başkanlarından… Ve aynı zamanda Musavver Muhit dergisinde kulüp tarihinin ilk fotoğrafında yer alanlardan biri… Kardeşi Vecihe (Taşçı) Gökçen ise Fenerbahçe’nin ilk kadın sporcusu… Aşağıda göreceğiniz fotoğrafları ile Tevfik Taşçı arşivi, Sırma Darkot Kafalı hanımefendi ve Ayşegül Gökçen hanımefendi sayesinde Fenerbahçe tarihine armağan ediliyor… Sonsuz şükranlarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • Tenisin Kalbi Sende Atar

    Tenisin Kalbi Sende Atar

    24 Haziran 1923 tarihli Vatan gazetesindeki bir haber, Fenerbahçelilere “Tenisin Kalbi Sende Atar” dedirtiyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cuma Günkü Tenis Maçları

    Bugünkü Büyük Futbol Müsabakası

    Fenerbahçe, İngiliz Muhtelit Takımının Davetini Kabul Etti.

    Evvelce haber verdiğimiz veçhile Fenerbahçe tenisçileriyle Harbiye’deki İngiliz zabitleri arasındaki tenis maçları Cuma günü icra edilmiş ve hemen cümlesinde Türk gençleri muvaffak olmuşlardır. Tek (singl) müsabakalarda beşe karşı yedi ile Fenerbahçe Tevfik Bey (mumaileyh İstanbul Tenis Federasyonu Reisidir), dörde karşı altı ile Said Bey, beşe karşı yedi ile Zeki Bey, dörde karşı altı ile Galip Bey, dörde karşı altı ile Fuad Bey kazanmış ve yalnız sekize karşı yedi ile Şefik Bey mağlup olmuştur.

    Çift (dabl) müsabakalarda Said ve Tevfik Beyler takımı dörde karşı altı ile, Zeki ve Galip Beyler takımı üçe karşı altı ile, Fuad ve Reşad Beyler takımı beşe karşı yedi ile, Kemal ve Şefik Beyler takımı bire karşı Altı ile İsmet ve Suad Beyler takımı ikiye karşı altı ile galip gelmişler ve yalnız Semih ve Sabih Beyler takımı altıya karşı iki ile yenilmişlerdir.

    Kadınlar arasındaki tek müsabakalarda Fenerbahçe’den Matmazel Lusi, Miss Diana’yı bire karşı altı ile, Matmael Roza, Miss Beta’yı dörde karşı altı ile mağlup etmişlerdir.

    Kadın erkek muhtelit müsabakalarda Said Bey’le Matmazel Lusi takımı bire karşı altı ile ve Zeki Bey’le Matmazel Roza takımı keza bire karşı altı ile ihraz-ı galibiyet etmişlerdir.

    Fenerbahçeliler Cuma günü yaptıkları bu on altı maçtan on dördünü kazanmışlar ve rakiplerinin elli sekiz oyununa mukabil doksan altı oyun yapmışlardır.

    Müsabakaların nihayetinde İngilizler tarafından bir çay ziyafeti verilmiş ve Türk gençlerinin teniste kendilerine tefevvuk ettikleri beyan edilerek cümlesi ayrı ayrı tebrik edilmişlerdir.

    İngiliz oyunu olan teniste kendilerine mütefevvik oldukları bizzat İngilizler tarafından itiraf olunan gençlerimizin bu muvaffakiyetlerinden dolayı ne kadar iftihar edilse azdır.


    Bugün Taksim Stadyumu’nda Altınordu kulübü ile İngilizler arasında bir futbol müsabakası icra edileceğini yazmıştık. Türk kulübüne karşı çıkacak olan takım İngiliz topçu kıtaatının futbol takımıdır. Bu takım Fenerbahçe ile müsabaka icra etmiş olan topçu takımı ise pek kuvvetlidir. Mamafih Altınordu da en kuvvetli takımını tekrar tesis ve Refik Bey gibi maruf futbolistlerin iştirakini temin eylemiştir. Oyunun heyecanlı olacağını umarız. Neticeyi karilerimize arz edeceğiz.


    Turnuva şampiyonluğunu kazandığı için Fenerbahçe’yi maça davet ederek galip geldiği takdirde bir de kupa vadeden İngiliz takımının Irish Guard, Grenadier Guard ve Coldstream Guard’dan mürekkeb bir muhtelit takım olduğu tahakkuk etmiştir. Her biri ayrı ayrı mühim bir kuvvet olan bu İngiliz takımlarının birleştikleri takdirde arz edecekleri manzara ancak “müthiş” kelimesiyle tarif olunabilir ve Fenerbahçe’nin bu muhtelit takımı yenmesi müstehildir denilebilir. Mamafih bu Cuma günü Taksim’de icra edilecek olan bu müsabakadan -çok gayret ederlerse- gençlerimizin mahcup olarak çıkmayacaklarını ümit ederiz.


    Bugünkü Büyük Futbol Müsabakası

    Bugün Taksim Stadyumu’nda saat beş buçukta Altınordu ile İngiliz topçuları arasında icra edilecek futbol müsabakası bilumum spor müntesiplerini meraklı ve heyecanlı zamanlar geçirtecektir. Altınordululara galibiyet temenni olunur.

    24 Haziran 1923 – Vatan Gazetesi

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Yıldızlar Geçidi

    Yıldızlar Geçidi

    Kısacık bir haber ama resmen yıldızlar geçidi… Spor Âlemi mecmuasının 16 Kasım 1922 tarihli nüshasında yayınlanan metin; Papazın Çayırı, Union Club, İttihat Spor Kulübü ve Fenerbahçe Stadyumu isimleriyle günümüze kadar gelen spor sahasının tarihini yazacaklar için önemli bir not…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Not: Yukarıdaki karikatürün konuyla ilgisi yok ama derginin aynı sayısında yer aldığı için kaybolmasın istedik. Altında “Fener’in Şakşukası” yazıyor. “Kim bu Şakşuka?” diyeceksiniz. Sizi Nasuhi Baydar’ın bir yazısına götürelim ve hatırlayalım:

    “(Elkatipzade) Mustafa, geze dolaşa, Fenerbahçe’ye nice sol açıklar, kaleciler bulmuş, bunlardan takımlar kurmuş, hepimizin beğendiğimiz meşhurları meydana çıkarmıştır. Kendi kardeşim Alaeddin’e (Alâ’ya) varıncaya kadar…

    Mustafa, Tunuslu bir fes taciri olan Yusuf Elkâtip Bey’in çok müreffeh oğlu idi.

    Saint-Joseph Koleji’nde talebe iken Fener’e ilk girenlerdendi.

    Kulüp arkadaşlarını sık sık evine çağırır, çaylar içirir, bol biberli, bol salçalı yemekler ikram ederdi. Bu yemeklerden pek lezzetli birinin adı olan “şakşuka” aramızda tekrarlana tekrarlana, Mustafa’nın lakabı olmuştu : Şakşuka aşağı, Şakşuka yukarı…”


    İttihat Spor Çayırı

    İttihat Spor Kulübü geçen haftadan itibaren harp esnasında Hazine-i Hassa’dan akdeylediği mukavele ile taht-ı icarında bulunduran Basri Bey’in vekili Emin Bey’in idaresine geçmiş ve yeni faaliyetlerine başlamıştır. Ali Sami, Cevdet, Tevfik Haccar Beylerden mürekkep bir heyet-i idare ve kulübün imarı için de Fenerbahçe Kulübü’nden Galip Bey’in fikrinden istifade edeceklerini kemal-i memnuniyetle istihbar ettik. Memleketimizde şimdiye kadar ihmal edilen saha meselesi inşallah bundan sonra muntazam bir şekil alacaktır.

    Spor Âlemi – 16 Kasım 1338 (1922)

  • Galip Ağabey

    Galip Ağabey

    Galip Kulaksızoğlu’nu; Nasuhi Baydar’dan, Bedri Gürsoy’dan, Ragıp Ziya Mağden’den, Cem Atabeyoğlu’ndan ve Memduh Eren’den dinlemiştik. Bir de Şevket Soley’den okuyalım… Galip Kulaksızoğlu’nun heykelinin kulüp girişine dikilmediği bir Fenerbahçe, eksik bir Fenerbahçe’dir. Çok eksik… Nur içinde yat, Galip ağabey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Merhum Galip Ağabey

    Bir zamanlar Fenerbahçe’nin her şeyi olan bizim bir Galip ağabeyimiz vardı.

    1.80’den fazla boylu, kırmızı yüzlü, sert bakışlı, dik vücutlu, daima saçı ve sakalı matruştu. Gayet ciddi ve otoriterdi.

    Bizim ondan ödümüz kopardı. Ne zaman yüksek sesle konuşsak veya arkadaşlarla şakalasırken biraz sözlerimizin ayarını kaçırsak, hemen yanımızda peyda olur bizi bir güzel azarladıktan sonra bazan da kovardı. (Fakat biz kapıdan kovulsak bacadan girerdik. Şimdikiler gibi para ile arttıranın üstünde kalmazdık.)

    Onu biraz kızmış görsek, kedi görmüş fare gibi kaçardık. Hepimizi sık sık payladığı halde biz ona yine bayılırdık. Hele bizi bazan adam yerine koyup da bir iki lâkırdı edecek olsa, hemen yılışır, kedi gibi yanına sokulur, etrafında dolaşırdık.

    Yanan kulübün salonunda Galip ağabey, Sait Salâhaddin bey, Yavuz İsmet, Dr. Hamit bey, Zeki Rıza Sporel ve diğer kodamanlar oturuyorlarsa biz salona giremez kapıdan bakardık. İçlerinden küçüklere karşı en çok alâka ve Güleryüz gösteren Sait Salâhaddin bey, bizi ekseriya içeriye dâvet ederdi. Hepimiz önümüzü ilikleyip ayaklarımızın ucuna basarak içeriye girer, onların konuştuklarını duyabilecek bir yere büzülür hic lâfa karışmazdık, Konuştuklarını safi kulak kesilip dinler, zevkten kendimizden geçerdik.

    Galip ağabey, kulüpten on para almadan kendini Sarı-Lâciverde vakfetmişti, Onun anası, babası, evlâdı, karısı velhasıl her şeyi Fenerbahçe idi.

    Çok titizdi. Kulübün bahçıvanı Barba’nın yaptıklarını beğenmezdi. Onu yanında yamak olarak kullanırdı. Yanan kulüpte ve şimdiki staddaki ağacların ekserisini kendi eliyle dikmişti. Topları, raketleri, fileleri o tamir ederdi. Kulübün badanasını bile o yapar sobayı da o kurardı. Lambo ile sahanın çizgilerini cizer, kale direklerini boyar, ağları örer, çimenleri biçerdi.

    Fitaları, kürekleri hep o yağJar, temizler onlara evlât gibi bakardı.

    Birinci takımda gözünü, kolunu, bacağını esirgemeden, canını dişine takarak, hem de takımın on bir yerinde aynı muvaffakiyetle oynardı. En kızdığı şey, korkak ve şişen futbolcu idi. Çok sert ve asabi olduğu halde hiç kimse onun kasdi bir faul yaptığını, maçta kavga ettiğini veya hakeme itiraz ettiğini görmemiştir.

    Fevkalâde tenisçi, kürekçi, hokeyci, balıkçı ve avcı idi. En iyi arkadaşları Sait Salâhaddin, Tevfik Haccar, Yahya bey, Şakir bey, Dr. İsmet, Zeki Rıza idi.

    Galip ağabey genç denecek yaşta birdenbire olüverdi. Ben bunu duyunca inanmadım. O aslan gibi adam nasıl ölürdü? Beni bir sıksa suyumu çıkarırdı. Benim gibi bir sıska yaşarken o dev gibi adam ölür müydü hiç? Fakat öldüğünün hakikat olduğunu anlayınca, bizi sık sık hırpalayan bu adam için, babam ve ağabeyim öldüğü zaman da o kadar ağlamıştım. Daha hâlâ babam ve ağabeyimi hatırlayınca içim nasıl yanarsa, Galip ağabeyi de hatırlayınca içim aynı derecede yanar ve kanar.

    Galatasaraylılar Ali Sami’lerini, Beşiktaşlılar Şeref ve Hüsnülerini, Vefalılar Saim’lerini unutmadılar. Her sene toplu olarak gidip kabirlerinl ziyaret ediyorlar. Kulüplerini kuran, yaşatan ve yükselten insanlara karşı, Galatasaraylıların, Beşiktaşlıların ve Vefalıların vefakârlığını gıpta ile seyrediyorum ve diyorum ki:

    Her kongrede ismini hürmetle, minnetle andığımız halde, neden bugüne kadar biz de toplu bir halde gidip, Galip ağabeyimizin kabrini ziyaret ederek, mezarının üstünü bürüyen otları ellerimizle temizleyerek, yeni çiçeklerle süslemiyoruz. Buna önayak olmak idarecilerin vazifesidir. Bugüne kadar bunu ihmal eden idarecilere teessüf etmemek imkânsızdır. Fakat yeni idare heyetinin reisi sayın Zeki Rıza, Galip ağabeyin en yakın arkadaşlarındandır. Sevgili Galip ağabeyimizin sonbaharda ölümünün yıldönümüdür. Zeki Rızadan o gün bütün Fenerbahçelileri toplayarak bizi Galib ağabeyimizin mezarına götürmesini ve bunun her sene tekrarlanmasını kendisinden rica ediyorum.

    Şevket Soley – 27 Haziran 1955 – Akşam Gazetesi

  • Üsküdar’a Gazel

    Üsküdar’a Gazel

    Twitter’da Fenerbahçe’nin 1900’lerin sonunda yaşadığı (ve Ayetullah Bey tarafından yok olmaktan kurtarıldığı) meşhur birleşme toplantısı hakkında sayın Mehmet Doğan ve sayın Ata Gülercan ile biraz hasbıhal edince Burhan Felek’in “Üsküdar’a Gazel” isimli yazı dizisi aklımıza geldi.

    Merhum Burhan Felek, her ne kadar Fenerbahçe’yi pek sevmese bile, kendisinin “gücü inkar edilemez” kaleminden faydalanmamak doğru olmaz. Bazı tarihsel yanlışları olduğunu gözden kaçırmadan… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Üsküdar’a Gazel

    Anadolu Kulübü, Üsküdar’da kurulmuş bir kulüptü. Ne yeri vardı, ne yurdu. Oyuncuları ve kurucuları Üsküdar’ın iskele civarı olan Rumî Mehmet Paşa Mahallesi’nden Kaptan Paşa ve îhsaniye Mahallesine kadar dağılmış olduğundan maça giderken — tabii yaya olarak— birbirimizi toplayarak giderdik. Takımın formda ve kunduralarım güçlükle tedarik ettik. Kulüp, dediğim gibi 1907’de kuruldu. Kulübe ait işleri görüşmek için bizim îhsaniye’deki evimizin selâmlık kısmında toplanırdık. Kulübün Üsküdar’da idman yapacak sahası yoktu. Onun için Haydarpaşa Çayırının alt kısmında o devirde “Ayrılık Çeşmesi” denilen ve sefere giden orduların İstanbul’dan ayrıldığı yer olarak tanınan yerdeki çayırda idman yapardık. Burada bir Rum kahveci vardı. Bize soğuk havalarda çay hazırlardı.

    Anadolu Kulübü’nün Üsküdar’da o devirde büyük bir taraftar zümresi yoktu. Daha doğrusu, Üsküdar halkı o devirde futbol ve sporla ilgilenecek seviyede olmadığı gibi, saltanat devri de böyle kulüp ve toplantı hareketlerine karşı olduğundan bizim bazılarımızın aileleri değilse de, babalan bu işe karşı idiler. Meselâ takımın en faal oyuncularından olan merhum Hafız Nasuhi ve Hafız Macit adındaki oyuncular, isimleri de gösteriyor, hafız-ı Kur’an idiler. Babaları meşhur Huzur Hocalarından pek muhterem bir zat olan merhum Kaptan Paşa Camii imamı Hafız Nazif Efendi idi. Hafız Nazif Efendi bizim Üsküdar idadisinden hocamızdı. Tabiî böyle futbol falan gibi şeylere karşı idi.

    Bütün bunlara rağmen Üsküdarlı bu 10-15 genç kırdık, sardık, takıma Hereke fabrikasında ince yünden 12 adet yeşil fanila ördürdük ve göğüslerine evlerimizde annelerimize alâmet-i farikaları diktirdik. O devirde yerli futbol ayakkabısı yapılmazdı. İngiltere’den gelen 12 futbol ayakkabısını Beyker adındaki İngiliz mağazasından satın aldık ve bunları koymak için de bir bavul tedarik ettik. Bütün bu takımları o bavula koyardık ve arkadaşlardan daha ziyade kuvvetli olanlar nöbetleşe bu takımları bizim evden alıp sırtlarında maçların yapıldığı Papazın Çayırı veya Kuşdili Çayırına kadar götürürdük. Bu yolculuk ortalama bir buçuk saat sürerdi.

    “Hürriyet” adını verdiğimiz II. Meşrutiyetten [1908] bir yıl önce kurulmuş olan Anadolu Kulübü 1908’de kendini göstermeye ve maçlar yaparak adını duyurmaya muvaffak olmuştu. Ama hâlâ bir yeri yurdu yoktu. Meşrutiyetten hemen sonra, bir gece bizim evde toplanmıştık. Gece yarısından sonra dağılan arkadaşları civarda tertibat almış polisler birer birer yakalayıp karakola götürmüşler. Ben ertesi gün öğrendim. Toplantının mahiyetini sormuşlar. Onlar da Anadolu futbol kulübünün azası olduklarını ve kulüp işlerini görüştüklerini söylemişler. Onun üzerine bana polisten haber gönderdiler ve o âna kadar haberdar olmadığımız Cemiyetler Kanunu’na göre kulübün tescil edilmesini tavsiye ettiler. Biz de 1908 senesinde Anadolu Kulübü nizamnamesini hükümete verdik ve kulübü Cemiyetler Kanunu’na göre tescil ettirdik. Bu sebeple kulübün hakikî kuruluş tarihi 1907 iken, bu tescil tarihinin resmî bir vesika olması sebebiyle 1908 senesi kurulmuş olması kabul edilmiştir.

    Anadolu Kulübü 1907’den 1914 tarihine kadar Türkiye’de bilhassa Kadıköy’de kurulmuş olan yabancı veya Galatasaray ve Fenerbahçe,sonradan adını“Altın- ordu” yapan Progre kulüpleri gibi Türk kulüplerinin oynadıkları ve futbolun asıl hareket sahası olan “Pazar Ligi”ne giremedik. Bütün bu kulüplerin büyük bir kısmı Moda ve Kadıköy, Ingilizlerin sefaret gemisi mürettebatının Bahran, Kadıköylü Rum ve Yunanlıların Helpus Stroglers gibi isimlerle kurdukları takımlar pazar günü oynarlardı. O devirde bütün bankalar ve İktisadî, ticarî teşekküller gayrimüslimlerin elinde olduğundan pazar günleri âdeta resmî tatil gibiydi. Biz ise maçlarımızı cuma günleri yapardık.

    1908 civarlarında Anadolu Kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldı idi. Bu işi ne suretle tanıdığımı hatırlamadığım Fenerbahçe ve Moda kulüpleri başkanlıklarında bulunmuş ve geçen sene bir göz ameliyatı için gittiği Ankara’da oranın basıncına dayanamayarak hayata gözlerini yummuş olan pek aziz dostum ve yaşıtım Tevfik Taşçı Bey’in delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü gencin cemiyet ve toplumdaki vazife ve telakkileri birbirinden ayrı idi. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık.

    Anadolu Kulübü bir mahalle takımından, hâlâ kullanılan deyimle federe bir kulüp oldu. Lâkin hâlâ resmî idare merkezi bizim ev olarak görünüyordu. Gerçekten de paramız olmadığı gibi, ailelerimiz arasında veya kulübü himaye edenler meyanında zengin kişiler de yoktu. Fakir bir kulüpçülüğün ne demek olduğunu siz bana sorun! Anadolu Kulübü II. Meşrutiyetten sonra tescilli bir kulüp olarak gelişirken, İstanbul’un başka semtlerinde de başka Türk kulüpleri teşekkül etti. Aklımda kaldığına göre bunların sayısı sekizdi. Adlarım yazmaya çalışacağım. Anadolu, Nişantaşı, Hilâl [İstanbul Göztepe’sinde], Şehremini, Karagümrük, Beşiktaş (?), Beykoz, Anadolu Hisarı… Bir tane fazla geldi. Hangisi hatırlamıyorum. Bu kulüpler o devirde “Cuma Ligi”ni kurdular ve muntazam bir fikstürle maç yapmaya başladılar. Maçlarımız cuma günleri yapıldığı için yabancıların pazar maçlarım yaptığı sahalardan muayyen şartlar altında biz de istifade etmeye başladık.

    Burhan Felek

  • Ayetullah Bey : Fenerbahçe Benim!

    Ayetullah Bey : Fenerbahçe Benim!

    Fenerbahçe’nin kurucularından Ayetullah Bey’in Kuruluş yıllarındaki rolü “Fenerbahçe Benim!” sözüyle özetlenebilir. Ayetullah Bey, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki görevlerini bırakmasından sonra yaşanan zor günlerde idareyi ele almış ve sahada alınan başarısız sonuçlarla günden güne kötüye giden kulübü ayakta tutmayı başarmıştır. Başkanlığı ile beraber kulübün renklerinin sarı – lacivert olarak değişmesi de, Kuruluş yıllarına bıraktığı izlerden bir diğeridir. Ayetullah Bey’in başkanlığındaki bu iki önemli meseleyi ele aldıktan sonra, geçtiğimiz aylarda yayınladığımız ailesi hakkındaki bilgileri ve ilk kez sitemizde yayınlanan fotoğrafları tekrar sizlerle buluşturacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Değişen Renkler

    Fenerbahçe’nin değişen renklerinden önce, ilk renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bilgilere ve varsayımlara göz atalım.

    Fenerbahçe Tarih yazımı; kulübün renklerinin seçilme hikayesini Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabına dayandırmış, zamanla romantik öğelerle süslenen bu hikayeden bir “papatya” anlatısı yaratılmıştır. Dağlaroğlu’na göre renklerin seçilmesinde temsil ettikleri anlamlar etkili olmuştu:

    “Ayetullah ve Necip’in kıskançlık ve asalet timsali sarı-lacivert’ine karşı Ziya, kıskançlık ve temizlik manasına gelen sarı-beyaz’ı ileri sürdü ve ısrarla savundu”

    Günümüzde Fenerbahçe resmi web sitesinde yer alan “formalarındaki renkleri ise Fenerbahçesi’ndeki ilkbaharın sevimli müjdecisi papatyaların kıskançlık ve temizlik sembolü olan renklerinden yani sarı ile beyazdan alacaklardı” ifadesi ise bahsettiğimiz romantik anlatımı yansıtmaktadır.

    Kuruluş günlerinde Fenerbahçe burnundaki çayırda yapılan idmanlar, Nasuhi Esat Baydar, Sait Cihanoğlu gibi dönemin tanıkları tarafından aktarılsa da bu kişilerin satırlarında ne papatya detayına ne de renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Kulübün renklerinin nasıl seçildiği üzerine ikinci varsayım ise, Saint Joseph Lisesi’ne dayanmaktadır.

    Defaten belirttiğimiz gibi, Fenerbahçe’nin kuruluşunda Saint Joseph’in önemli bir etkisi vardır. İlk Başkan Nurizade Ziya Bey sözü edilen okuldan mezundur. Okulun renklerinin de sarı – beyaz olması, bu etkiyle beraber düşünüldüğünde; Fenerbahçe’nin renklerinin Saint Joseph’in renklerinden geldiği tezi öne sürülebilir.

    Renklerin değişimi ile ilgili en net bilgimiz Ziya Bey hala kulüpteyken sarı – lacivert ile değiştirildiğidir. Kuruluş renklerinin Saint Joseph’den geldiğini kabul ettiğimiz takdirde şu değerlendirmeyi dikkate alabiliriz: “Yakın bir zamana kadar Saint Joseph Lisesi mezunu olduğunu birçok kaynaktan okuduğumuz Ayetullah Bey’in Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nden mezun olduğunu 2007 yılında yayınlanan Asr-ı Fener kitabındaki belgelerden öğrenmiş bulunuyoruz. Ayetullah Bey’in Saint Josephli olmaması, Meşrutiyet ile beraber ülke siyasetinde İngiliz etkisinin artması ve bir Fransız misyon okulu olan Saint Joseph ile organik bağ kurmanın yükselen milliyetçilik akımı ile ters düşmesi bu renk değişime bir sebep olarak öne sürülebilir.” 

    Renklerin değişimi ile ilgili diğer varsayım ise Gazeteci Selahattin Duman tarafından 1996 yılında Sabah gazetesinde yayınlanan “Fenerbahçe’nin Gizli Tarihi” adlı yazı dizisinde öne sürülmüştür. Büyük maddi hataların yer aldığı bu yazı dizisindeki teze göre yeni forma almak isteyen Fenerbahçe idarecileri, Mösyö Baker’in mağazasında sarı – beyaz forma bulamamışlar ve en yakın renk olarak sarı – lacivert’i tercih etmişlerdir.

    Sarı Lacivert renklerin Musaver Muhit dergisinin 31 Aralık 1908 tarihli sayısında takımın ilk fotoğrafındaki formalarda yer aldığına göre, renklerin değişimi Ziya Bey henüz kulüpten istifa etmeden gerçekleşmiştir. Kurucu Başkanı henüz kulüpteyken, üstelik sahada formalı olarak yer alırken renklerin değişiminin bir zorunluluktan kaynaklandığı varsayımını akıllara getirmektedir. Şüphesiz bu zorunluluk da o dönemde spor malzemelerini bulmanın kolay olmamasından kaynaklanmaktadır. Yazdıklarımızı özetleyecek olursak, Fenerbahçe’nin renkleri 1908 yılında, Ziya Bey hala kulüpteyken, muhtemelen başkanlığı Ayetullah’a Bey’e bırakma aşamasındayken değiştirilmiştir.

    Mühürdar Gazinosu

    Ayetullah Bey başkan olduktan sonra Fenerbahçe tarihinin ilk bunalımını yaşamaya başladı. Takım alınan kötü sonuçlarla dağılma aşamasına gelmişti. Bu aşamada çevredeki diğer kulüplerle birleşmek çözüm olarak düşünüldü. Bu birleşmelerden ilki 1908 yılının sonuna doğru Kadıköy Futbol Kulübü ile gerçekleşti.

    Yukarıda da sözünü ettiğimiz Musavver Muhit Dergisi, 31 Aralık 1908’te yayınladığı Fenerbahçe’nin ilk fotoğrafının altına “Fenerbahçe ve Kadıköy Futbol Kulübü” yazmıştı. O döneme ilişkin bilgilerimizin kısıtlı olması bu birleşmenin hangi şartlarla gerçekleştiğine ilişkin bir değerlendirme yapmamızı olanaksız kılsa da, devam eden dönemde iki kulübün adının yan yana geldiği her hangi bir ifadeye ya da bilgiye en azından şimdilik rastlamamış olmamız bu birleşmenin sadece “bir maçlık” olduğunu düşünmemizi sağlamaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinde “birleşme” konu başlığı altında akla ilk gelen olay Ayetullah Bey’in Üsküdar Kulübü ile Mühürdar Gazinosu’nda yaptığı toplantıdır. Bu toplantının tarihi ile ilgili Burhan Felek 1908 tarihini, Rüştü Dağlaroğlu ise 1910 tarihini vermektedir. Miladi takvimin yürürlüğe girmesinden önce kullanılan Hicri ve Rumi takvimler arasındaki farkın bu ikili tarihlendirmeye sebep olduğu açıktır.

    Birleşme ile ilgili en net bilgileri Nasuhi Esat Baydar’ın satırlarından öğreniyoruz. Nasuhi Esat, 1940’lı yıllarda; Öz Fenerbahçe Dergisi ve Türkiye Spor Ansiklopedisi’nde toplantının detaylarını vermiştir. Aşağıda, bu bilgilerin yer aldığı iki yazının parçalarını bir araya getirdik.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    “İlk günlerin Hasanlı, Hüseyinli, İzzili, (Devrin en meşhur futbolcuları) şatafatlı takımı, lig maçları arifesinde (öncesinde) dağılıvermişti. Ortada Galip ve onun etrafında, futbolculuğu bile henüz belirmemiş biz gençler, kulübün zayıf bünyesini korumaya çabalıyorduk. Gün oluyordu ki on bir kişi bir araya gelip sahaya nasıl çıkacağımızı düşünerek kıvranıyorduk.

    O zamanın muin-i şiarı (destekleyici sloganı) ittihat (birlik) kuvvetiydi. Biz de bu umdeye (prensibe) uyduk. Kuvvetlenmek için bizden daha kudretsizleri, “Pazar Yolu Kulübü” ve “Üsküdar Kulübü” ile birleştik. Artık kalabalıktık. Takımın her hattında bir iki yedeği vardı. Bizimle ittifak eden zevat (kişiler) arasında şimdi Felek namı müstearı altında yüksek mizah yapan Atletizm Federasyonu Reisi Burhaneddin Bey de (Burhan Felek) vardı.

    Lâkin yeni gelenlerle bir türlü bağdaşamıyorduk. Aramızda sebebi ifade edilemeyen bir geçimsizlik devam ediyordu. Belki biz, eski Fenerbahçeliler, biri birimizin çok yakın dostu idik, yenilerle müşterek (ortak) fikirlerimiz ve hislerimiz yoktu, belki ayrı muhitlerde yetişmekte idik. Velhasıl (sonuç olarak) uzlaşamıyor, az çok ayrı bir küme halinde yaşıyorduk. Esasen birleştiğimiz yer de ancak futbol sahası idi. Henüz lokal sahibi değildik. Şurada burada toplanıyor, işlerimizi hep beraber görüyorduk. Daha geniş hükümleri (maddeleri) olan bir nizamnameye (tüzüğe), idare mesuliyetini (yönetici sorumluluğunu) hakkıyla taşıyan bir heyete ihtiyacımız aşikardı.

    Bu yeni arkadaşlarla birlikte birkaç egzersiz yaptık. Bir gün yeni idare heyeti (yönetim kurulu) teşkil etmek (oluşturmak) üzere bir tatil günü sabahı, Mühürdar Gazinosu’nda toplandık. Vaki (Zaten) birleşmenin umumi şeraiti (genel şartları) esas itibariyle takarrür etmişti (kararlaştırılmıştı). Bu şartlarda Üsküdarlı rüfekadan (arkadaşlardan) birkaçını idareci olarak intihap (seçme) ve idare tarzına müteallik (ilişkin) bir takım teferruatı (ayrıntıları) tespit etmekten ibaretti. Fakat daha içtimaya (toplantıya) başlarken Fenerbahçelilerin bir arada, Üsküdarlıların da ayrı bir grup halinde bulunmaları gösterdi ki ittihat (birleşme) planı arzu ediliyor; fakat bu samimi değildir.

    Nihayet, hazırlanan nizamnameyi müzakere ve bir idare heyeti teşkil etmek üzere,. Usule göre bir reis ve iki katip seçerek görüşmelere başladık. İlk madde üzerinde uzun duruldu. Kulübün adı Fenerbahçe mi, Üsküdar Pazaryolu mu, Fenerbahçe-Pazaryolu mu, yahut büsbütün başka mı olacaktı? Nitekim bize iltihak eden (katılan) arkadaşlar evvela kulüp isminin Üsküdar Fenerbahçe olmazsa, Fenerbahçe Üsküdar şekline ifrağını (dönmesini) teklif ettiler. Birleşmek arzusu kendi taraflarından izhar edildiğine (ortaya konulduğuna) göre Fenerbahçe namını tebdile (değiştirmeye) lüzum olmadığı cevabı verildi. O halde isimleri büsbütün değiştirelim dediler ve Kadıköy ile Üsküdar arasında ne kadar marufça (bilinen) semt ismi varsa saydılar ve aynı cevabı verdik. O zaman idare heyeti azasının adedi ile beş veya yedi azadan kaçının Fenerbahçe’den ve kaçının Üsküdar’dan olacağı görüşülmek istenildi.

    En tehlikeli mevzuya temas edilmiş ve pürüzlü mütalaaların (görüşlerin) fena neticeler vermesine imkan bırakmamak zamanı artık gelmişti. Zira bu iki karanlık nokta tenvir edilmezse (aydınlatılmazsa) Üsküdarlılar bizden kalabalık oldukları için öyle bir emrivaki meydana gelirdi ki Fenerbahçe Futbol Kulübü’nün mevcudiyetinden vazgeçerdik. Bizi biz yapan her şeyi kaybedebilirdik. Fakat o küçük mevcudiyeti (varlığı) bir iki seneden beri beslemiş olan kuvvetli kıymet ve dostluk da zail olur (yok olur) giderdi. Binaenaleyh (Bu yüzden) Üsküdarlı arkadaşlardan muratlarının (niyetlerini) ne olduğunu sarahatle (açıklıkla) söylemelerini talep ettik. Maksatları Fenerbahçe’yi yok etmek miydi yahut suret-i haktan görünüp (erdemli görünüp) birleşme arzusunu izhar ettikten (ortaya koyduktan) sonra Üsküdar Kulübü’ne Fener’in birkaç iyi futbolcusunu almak için bir manevra mı çevirmek istiyorlardı.

    Muarızlarımız (bize karşı gelenler) arasında birkaç hukuk talebesi vardı ki hazmedemedikleri hukuk nazariyatının (kavrayamadıkları hukuk teorilerinin) cemiyetlere, içtimalara, müzakere (görüşmelere) ve intihablara dair ne kadar kaideleri (kuralları) varsa bunları serdederek (dile getirerek) haklarını ispat etmek istediler. Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di (en ihtiyarımız, 23-24 yaşlarında, sarışın ve miyop bir delikanlı). Bu zat Fransız mekteplerinde tahsil etmiş ve hep ecnebi muhitlerinde yaşamış olduğu için Türkçe’yi suhuletle (kolaylıkla) söyleyemezdi. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp aynı selasetle (akıcılıkla) cevap vermekten aciz kalınca ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”

    Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi :
    – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır”
    Sonra bir teklif ile geldi:
    – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”

    Ayetullah, birdenbire, köpürdü:
    – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz”
    Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu :
    – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?”
    “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”

    Bu celadet (yiğitlik) karşısında biz şaşırıp birbirimize bakmaya başladık. Üsküdarlılardan biri “Fenerbahçeli arkadaşlar reylerini (oylarını) beyan etmemişken reis beyin hangi hakka istinaden (dayanarak) idare heyetinin değiştirilmeyeceğini bu kadar kat’iyetle beyana (kesin ifade etmeye) cesaret ettiğini bizlere dönerek ve hususiyetimizden istiane ederek (yardım umarak)” sordu. Fenerbahçe’nin mevcudiyetini (varlığını) bu kadar şiddetle müdafaa eden (savunan) Ayetullah Bey’i hukuk nazariyatına feda edemezdik. Fakat bir de müzakere adabı vardı. Sekiz on kişi fikirlerini söylememişken reisin müstebit (despot) bir hükümdar gibi müzakereyi kesivermesi hiç olmazsa ayıptı. Bizler bu düşünce içinde mütehayyir (şaşkın) ve kararsız iken Üsküdarlılar aynı zemberekle müteharrik imişçesine (hareket edermişçesine) hep birden ayağa kalktılar ve gazinoyu terk ettiler.

    Birleşme akim (sonuçsuz) kaldı. Üsküdarlılar biraz daha sabretselerdi ruhlarımızdaki ani buhrandan istifade ederek (yararlanarak)  belki muratlarına nail olacaklardı (ereceklerdi). “Fenerbahçe benimdir” cevabı, On beşinci Louis’nin meşhur sözü idi, ama Fenerbahçe reisinin uzağı görmesi sayesinde, bir müzakere oyununa gelmemiş, dağılmak vartasından (tehlikesinden)kurtulmuştu.


    Fenerbahçe, kırk yıllık ömründe, yine Ayetullah kıratında (gibi değerli) idarecilerinin uzak görüşleriyle, buna benzer hadiselerden daha kuvvetlenmiş olarak çıkacaktır. Fenerbahçe’yi bu vartadan kurtarmış olan merhum Ayetullah Bey’in hatırasını her Fenerbahçeli rahmetle yad etmelidir.

    Salt Araştırma arşivinden

    “Olmadı ve Ayrıldık”

    Ayetullah Bey’in adeta devleştiği o toplantının bir diğer tanıdığı da Nasuhi Esat’ın satırlarında bahsettiği Burhan Bey’dir. Burhan Felek, yıllar sonra yazdığı bir yazıda o güne ait gözlemlerini şöyle dile getirmiştir:

    “1908 civarlarında Anadolu Kulübü (Üsküdar) bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldıydı. Bu işi Tevfik Taşçı Bey’in (Fenerbahçe Kurucu kadrosundan) delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü bir gencin cemiyet ve toplumdaki vazife (görev) ve telakkileri (görüşleri, bakış açıları) birbirinden ayrıydı. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık”

    Burhan Felek’in satırlarında, birleşme toplantısında Haccarzade Tevfik Bey’in de olduğu ayrıntısı göze çarpmaktadır. Bu ayrıntıdan daha önemlisi Burhan Felek’in, Nasuhi Esat’ın dile getirdiği, antrenman yapmak için sahada gerçekleşen birleşmeye rağmen iki kulübün oyuncularının arasında hakim olan “sebebi ifade edilemeyen geçimsizliği” açıklayıcı ifadeleridir.

    Bugüne kadar Kadıköy’ün demografik yapısı üzerine yaptığımız değerlendirmeler bu ifadelerle daha anlaşılır hale gelmiştir. Üzerinde önemle durulması gereken nokta ise, yabancı nüfusunun hakim olduğu ve nüfusun semtte yerleşik Türkleri fazlaca etkilediği bu dönemin; Üsküdar gibi bu etkinin olmadığı semtlerle yapılmaya çalışılan koalisyonlara tanıklık etmesidir. Bunun da altında Fenerbahçe’nin gelişmeye aday bir kulüp olarak günden güne daha fazla sporcuya ihtiyaç duymasıdır.

    Ayetullah Bey’in Ailesi

    Kuruluş döneminde Fenerbahçe’yi yok olmaktan kurtaran bu özel insan hakkında bildiklerimiz sınırlıydı.

    1888 Yılında İstanbul’da doğduğu, Ferik (General) Şevki Paşa’nın oğlu olduğu, Fenerbahçe’nin ilk kadrolarında defans ve savunmada forma giydiği, 1918 yılında henüz 30 yaşındayken İspanyol gribi salgınında hayatını kaybettiği, Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında yazılıydı.

    Asr-ı Fener’de ise ailesi özelinde yeni bir bilgi verilmiyordu. Araştırmalarımızı bir diğer kurucu Necip Okaner üzerinde yoğunlaştırdığımız sırada, güzel bir tesadüf eseri Ayetullah Bey’in ailesini bulduk. Önce yukarıda bahsettiğimiz kitapların ayrıldığı noktaya göz atalım.

    İki kitap da Ayetullah Bey’in Piyade Feriki Şevki Paşa’nın oğlu olduğunu yazarken, okuduğu okullar konusunda birbirlerinden ayrılmışlardır. Rüştü Dağlaroğlu, Ayetullah Bey’in St. Joseph Lisesi’ni bitirdiğini söylerken, Asr-ı Fener’in görüşü ise Mekteb-i Sultani’de başlayıp Moda Faure Fransız Lisesi’ni bitirdiği yönündeydi. Asr-ı Fener’in Ayetullah Bey’in Osmanlı Bankası sicil kayıtlarına dayanarak kanıtladığı bu bilgiyi doğru kabul ederek kendi tarih yazımımızda da kullanmaya başladık. Osmanlı Arşivlerinde o dönem için yaptığımız taramalarda Moda’da yer alan okullar arasındaki öğrenci geçişlerinden bahseden belgelere rastladık. Bu belgeler Ayetullah Bey’in sözü edilen her iki okulda da farklı dönemlerde okumuş olma olasılığını da ortaya koydu.

    Ayetullah Bey’in ve ailesinin daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış fotoğraflarının bulunma hikayesi ile devam edelim.

    28 Mayıs 1983 tarihli Milliyet gazetesinde bir ölüm ilanına rastladık. Nilüfer Lüy’ün 26 Mayıs 1983’de vefat ettiğini söyleyen bu ilan , Fenerbahçe tarihi için çok önemli soruların cevaplarını beraberinde getirdi ve heyecan veren yeni soruların ortaya çıkmasını sağladı. İlanda şöyle yazıyordu:

    “Merhum Korgeneral Şevki ve Müveddet Arz’ın kızı, merhum Yüzbaşı Raşit ve İsmet Loğa’nın gelini, Fenerbahçe Kulübü kurucularından Ayetullah’ın kardeşi, Necip Okaner’in yeğeni, merhum Reşat ve Abdi Loğa’nın yengesi, Maskat Sultanı Tarık Alsait’in teyzesi, Celasin-Fahriye Lüy’ün annesi, merhum süvari Rıdvan Lüy’ün eşi, Lüy, Zembilci, Atman, Çakır, Akkeskin, İncesu, Ersev, Oçbe, Big ailelerinin teyzesi, yengesi, halası Nilüfer Lüy, 26 Mayıs 1983 günü vefat etmiştir. 28 Mayıs 1983 günü ikinci namazından sonra Kanlıca Camii’nden ebedi istirahatgahına defnedilecektir”

    İlanda Atman soyadını görünce aklımıza (Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel‘in de yakın arkadaşı olan) merhum Ahmet Atman ve onun torunu, sayın Lale Atman geldi. Meydana çıkan yeni sorulara yanıt vermesi ümidiyle kendisine yazdık. Ve ondan, araştırmalarımıza çok yardımcı olacak şu cevapları aldık.

    “Nilüfer Lüy, Rıdvan Lüy ile evliydi. Tek çocukları olmuştu, adı Celasin. O da tenisçiydi ve Fenerbahçe’de oynardı. Hatta 1945 senesinde olaylı bir Fenerbahçe-Galatasaray tenis turnuvası olmuş. Nilüfer Teyze’nin ailesi Maşukiye civarındandı ve Çerkes olduklarını biliyoruz. Dedesi Osmanlı’da katipmiş. Ahmet Atman ve Necmiye Atman’ın (dedemiz ve babaannemiz) çok yakın dostlarıydı. Öyle ki eşi Rıdvan Lüy vefat ettikten sonra gelip birkaç sene bizimle kalmıştı. Sonra halam Esin Zembilci’nin kızı Ela doğunca halamlarda, babaannem ile birlikte kaldı. Vefat edene kadar orada kaldı ve Kanlıca mezarlığında gömülüdür. Fransız okulunda okumuş, son derece kibar, görgü kurallarına riayet eden, disiplinli, ufak tefek, zayıf ve çok hoş bir insandı. Hepimizde emeği çoktur. Babam ona Neylüfer teyze derdi. Ve dediğiniz gibi hepimizin çok sevip saydığı aile büyüğümüzdü. Eşi Rıdvan Lüy (Türkiye Jokey Kulübü) TJK’da bir dönem yanlış hatırlamıyorsak saha komiserliği yapmıştı.”

    Nilüfer Hanım’ın vefat ilanından ve Lale Hanım’ın anlattıklarından yaptığımız çıkarımları şu şekilde sıralayabiliriz:

    -Ayetullah Bey’in babasının adını ve rütbesini biliyoruz ama hangi Şevki Paşa olduğunu bilmiyoruz.

    -Eğer bir “üvey kardeşlik” durumu yoksa, Ayetullah Bey’in annesinin adı Müveddet.

    -Fenerbahçe tüzüğünde ismi geçen beş kurucudan ikisi, Ayetullah Bey ile Necip Okaner “bir şekilde, büyük olasılıkla anneleri tarafından” yeğenler.

    -Fenerbahçe’nin ünlü tenisçilerinden Celasin Lüy, Ayetullah Bey’in kız kardeşinin oğlu.

    Bir ölüm ilanından ortaya çıkan bu bağlantılar, Kuruluş dönemi ile ilgili bilgi ve belgelere ulaşmanın düşünüldüğü kadar zor olmadığını ortaya koyuyor. Eminiz gün yüzüne çıkardığımız bu belgeler, yeni bilgileri ortaya çıkarmak için gösterilen çabaları arttıracaktır. Bu sayede Fenerbahçe camiası olarak sıkışıp kaldığımız kalıplardan da çıkmış olacağız. 

    Ayetullah Bey ve ailesinin daha önce hiç yayınlanmamış fotoğraflarının ortaya çıkmasında teşekkür etmemiz gereken isimler var. Bu isimlerin başında Ayetullah Bey’in resimlerini aile albümünden çıkararak bizimle paylaşan Sayın Mehmet Auf ve Kıymetli Eşleri Ebru İpek Auf geliyor. Bozkurt K. Yılmaz ise Auf Ailesi ile olan arkadaşlığını bu büyük emeğe aracı ederek teşekkürle beraber minnetlerimizi de hakediyor. İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihî simaları olan Ayetullah Bey’i, babası Piyade Feriki Şevki Paşa’yı, kız kardeşi Nilüfer Lüy’ü, kız kardeşinin eşi Rıdvan Lüy’ü ve yeğeni Fenerbahçeli tenisçi Celasin Lüy’ü saygıyla anarak;  sizleri, Ayetullah Bey ve ailesinin tarihi fotoğrafları ile tekrar başbaşa bırakıyoruz.

    Barış Kenaroğlu

    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip, yeniden yazılması gereken tarihi meseleleri de içerisinde barındırır. Kulübün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikayeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri; ‘Fenerbahçe’nin Kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için yeniden yazdığım Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Bir süredir üzerinde çalıştığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşu” adlı kapsamlı araştırmanın giriş kısmı bu satırlarla başlıyor. Detayları önümüzdeki aylarda araştırma yayınlandığında gün yüzüne çıkacak olan birçok “mesele” var bu dönem ile ilgili. Bugün, Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesinin en önemli meselesini bu yazının konusu olarak sunmak istiyoruz: “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca”

    Kadıköy, Saint Joseph ve Fenerbahçe

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol, Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin kuruluşu, 1864 yılından beri Moda’da faaliyet gösteren bu okulun varlığı ile yakından ilgilidir.

    Moda ve Kadıköy, İstanbul’un “Küçük Britanya” diye anılan, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy bu demografik yapısı nedeniyle başkent genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit kaynaklı baskıdan etkilenmemekte; semtte, şehrin geri kalanına göre “Liberal” bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. Gittikçe zayıflayan devlet mekanizmasının varlığını sürdürebilmesi için yabancı devletlerle kurduğu ilişkilerde “denge” politikasını benimseyen Padişah, genellikle onları kızdırmamak için kendi topraklarında yaşayan yabancıların özgürlüklerine dokunmuyordu.

    Futbol, İstanbul’da, bu koşulların bir araya gelmesiyle Kadıköy’de doğdu. Bu doğumun hangi yıla denk geldiği tartışmalı olsa da İstanbul’da yabancılara yönelik yayın yapan Levant Herald Gazetesi’nin 1 Aralık 1906 tarihli sayısında yer alan şu ifadelerin tartışmayı bitirecek nitelikte olduğu düşünülebilir. “Futbol, çok uzun yıllardır İstanbul’da oynanmasına rağmen, 1895-1897 yılları arasında şehri ziyaret eden İngiliz Kraliyet gemilerinin mürettebatıyla yapılan maçlarla başarılı bir şekilde hayatımıza giriş yapmıştır.”

    Gazetenin değerlendirmesine göre artık Kadıköy’ün genç nesli futboldan başka bir şey düşünmemekte, havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını önemsemeyen 5000’e yakın kişi önemli maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

    Futbol Sıkı Takip Altında

    Yabancıların özgürce futbol oynadıkları Kadıköy’de Türklerin bu spora ilgi duymamaları düşünülemez. Ancak ülkede yaşayan yabancılara ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı izlenen hoşgörülü politikadan, Türkler faydalanamıyor, Black Stockings örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile cezalandırılıyordu. Özetle, bu dönemde futbol “sıkı takip altındaydı.”

    Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol oynamaya başlamasında iki büyük etken vardır. Bunlar, 1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile eğitimde modernleşme kapsamında açılan okullar ve 1902 yılından sonra ülkede siyasi iklimin değişmesidir.

    1854’te Beyoğlu’nda ilk açtığı binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve 1870’de bugünkü yerine geçen Saint Joseph Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani, Fransız eğitim sistemine göre dizayn edilmişti.  Arnavutköy’de 1863 yılında açılan Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı. Bu üç okulun yapısı birbirinden farklı olsa da Türk futbolunun doğuşunda rolleri büyüktür.

    Müslüman olmayan öğrencilerden kurulu Robert Kolej’in futbol takımı İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı. Kolejin öğretmenlerinden Reşat Danyal, Black Stockings’i kuran kadroda yer almış ve kısa ömürlü bu kulübün başkanlığını yapmıştı.

    Osmanlı Devlet mekanizmasına memur yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Sultani 1905 yılında bünyesinden Galatasaray Futbol Takımı’nı çıkarmış ve bu takım ilk Türk takımı olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı.

    Okullar Hafiye Baskısından Kurtuluyor

    Peki Türk gençleri daha birkaç sene önce peşlerindeki hafiyelerin baskısından top oynamaya korkarken nasıl oldu da takım kuracak kadar cesaret buldular?

    Bu sorunun yanıtı gelişen siyasi olaylarda gizlidir. Devlet, bu yıllarda doğuda çıkan ve hızla yayılan vergi isyanları, Balkanlar’daki kaynaşmalar, Ermeni ayaklanmaları, yurtdışına kaçan Jön Türkler’in faaliyetleri ile uğraşıyordu. Bozulan ekonomiyi de hesaba katarsak, Türklerin futbol oynaması bu sayılanların yanında dikkate alınacak bir tehlike değildi. Ki zaten Mekteb-i Sultani, Osmanlı seçkinlerinin çocuklarını devlete memur olarak yetiştiren bir okuldu. Bu sebeple başlayan sportif faaliyetlere engel olunmaması okulun öğrencilerine bürokrasinin tanıdığı bir ayrıcalıktı. Moda’da eğitim veren Saint Joseph ise, tıpkı Robert Kolej gibi yabancı misyonu tarafından kurulmuş, bu özelliği ile Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olmadan eğitim veriyordu.

    Kurthan Fişek’in Türkiye Spor Tarihi adlı kitabındaki analizi bu dönemde okulları ile kurulan futbol takımları arasındaki ilişkiyi net bir şekilde açıklamaktadır: “Takımların büyük bölümünün mektepli oluşu, her türlü örgütlenme ve kalabalıklaşmanın yasak olduğu bu dönemde, okul duvarları arkasında ve spor yapılmasının sağladığı güvenceyle açıklanabilir.”

    Her üç okulun öğrenci sayılarını incelediğimizde Müslüman öğrenci sayısının en fazla olduğu okul Mekteb-i Sultani’ydi. Saint Joseph’in Türk futbolunun başlamasına en büyük etkisi Fenerbahçe’nin kuruluşundaki payından birkaç yıl önce Mekteb-i Sultani’nin futbol topu ile tanışmasıyla ortaya çıktı.  Saint Josephli bir öğretmenin Fransa’dan getirdiği futbol topu, bir öğrenci aracılığıyla Mekteb-i Sultani’ye gelmişti. Bu olaydan yıllar sonra Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, 1904 yılında Kadıköy’de izlediği maçtan sonra bir takım oluşturmaya karar verdi. Galatasaray ve Robert Kolej gibi okul takımlarının da içinde olduğu İstanbul Futbol Ligi’nin karşılaşmaları bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde oynanıyordu.

    Yabancıların tekelinden çıksa da hakimiyetlerinde oynanan ve çoğu kez de üstünlükleriyle biten lig maçlarının izleyicileri arasında Kadıköylü Türk gençleri de vardı. Bu gençlerin 1907 yılına gelindiğinde Fenerbahçe’yi kuran kadroyu oluşturduklarını açıklıkla söyleyebiliriz. Peki Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Hoca bu kadronun neresinde yer alıyordu? Enver Hoca bugün neden Fenerbahçe Tarihi’nin bir meselesi olarak değerlendiriliyor?

    Enver Yetiker’in Hayatı

    Basit bir internet aramasında karşımıza çıkan biyografisinin ötesinde bir hayat hikayesi var Enver Yetiker’in. Bu hikaye ile beraber kendisi hakkında daha önce sorulmamış soruları sorup, yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Hayatının Fenerbahçe ile kesişen döneminden öncesini aktarmadan önce bir teşekkür ile başlamak istiyorum. Barış Eymen’in saatlerce yaptığı arşiv taramalarından bulduğu vesika olmasaydı, Enver Hoca ile ilgili soruları asla soramayacağımızı bilmenizi isterim. Binlerce sayfalık “Sicill-i Ahval” defterlerinden birinde bulduğu Enver Hoca’nın sicil kaydını transkripte ederken duyduğum heyecanı, umarım satırlarıma da yansıtabilirim.

    Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne göre; Enver Efendi, 1869 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Ayasofya Dersiamlarından Adilcevazlı Abdurrahman Hulusi Efendi’dir. Dersiamlık, zamanın medreselerine özel bir sınavla alınan ve dini ve sosyal alanlarda ders verebilen özel statülü müderrislere verilen isimdi. Bu mesleğin önemi devletin istihdam ettiği dersiamların tüm ülke sınırları içerisinde toplamda 120 kişi olmasıyla açıklanabilir.

    Enver Efendi orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra, Mülkiye Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda İstanbul’da eğitim veriyordu.  1892 yılında 23 yaşındayken okulu bitiren Enver Efendi, ‘gümrük memuru’ olarak göreve başladı. Kayıtlara göre, Arapça ve Fransızca biliyordu. 1907 yılının Ağustos ayında ‘istatistik kalemi müdür yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘müfettiş yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırına atandı. Enver Efendi’nin sicili kayıtları 1912 yılına kadar geliyor ve gümrük müfettişi olarak yürüttüğü kariyerinin aşamalarını ortaya koyuyor.

    Saint Joseph Lisesi’nde Bir Türkçe Öğretmeni

    Görüldüğü üzere Enver Efendi’nin sicilinde öğretmenlik yaptığı ile ilgili bir kayıt yok. Biz ise Enver Hoca’nın 1904 yılından itibaren  Saint Joseph Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını, özel arşivlerde ulaştığımız fotoğraflarından biliyoruz. Peki Saint Joseph ile devletin ilişkileri nasıldı? Bahsedildiği gibi Saint Joseph, Fransa merkezli bir misyon okuluydu. Arşivleri incelediğimizde okul ile ilgili bazı vesikalara rastladık. Zaptiye ve Maarif Bakanlıkları memurlarının hazırladıkları raporların yer aldığı bu vesikalarda, okulda okutulan bazı kitapların İslam dinine hakaret ettiği iddiaları yer alırken, Müslüman ailelerin çocuklarını bu okula göndermesinin engellenmesi istenmekteydi. Bu bilgiler ışığında Enver Hoca’nın hayatının buraya kadar kısmı ile ilgili sormamız gereken bir soru var:

    “Bir devlet memuru olan Enver Efendi, devletin alenen karşısında durduğu bir okulda nasıl öğretmenlik yapabilmektedir ve bu görev sicil kayıtlarında neden yer almamaktadır?”

    Bu soruya yanıt verebilmek için önce Enver Hoca’nın öğretmenlik günlerine dönmemiz gerekiyor. Enver Hoca’nın iki öğrencisinin anlattıkları hem o günlerde Saint Joseph’in yapısı hem de öğretmenleri ile ilgili değerli bilgiler veriyor.

    Öğrencileri Anlatıyor

    Bu öğrencilerden ilki Said Selahattin Cihanoğlu. 1971 yılında “Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayınladığı anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905 senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi talebelerden birincilik koparmak bir mesele idi, buna hep hasret içinde idik.”

    Cihanoğlu’nun anlattıklarından anlıyoruz ki, okulda zaten azınlıkta olan Türk öğrenciler, sportif yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisindeler ve bu durum onları bir hayli rahatsız ediyor. Yüzyılın başından itibaren özellikle Balkanlarda yükselen milliyetçilik akımının, başkent topraklarında da yaygınlaşmaya başladığını, Jön Türkler’in de etkisiyle özellikle genç kuşakta bir uyanış olduğunu da değerlendirmeye almalıyız. Öğrencileri futbol topu ile tanışmış hatta bunu karşı kıyıdaki Mekteb-i Sultani ile de tanıştırmış olsa da bu dönemde Saint Joseph’ten belirli bir düzen içerisinde çıkmış bir futbol takımına rastlamıyoruz.

    Futbolun doğduğu toprakların merkezinde oldukları düşünülürse öğrencilerin bu spora ilgili oldukları yönünde fikir yürütebiliriz. Nitekim bu yolla giden araştırmacılar, Moda’daki bir başka Fransız okulu olan Faure Mektebi’nin Rum oyunculardan oluşan futbol takımını, Saint Joseph futbol takımı ile karıştırmışlar, hatta Mekteb-i Sultani öğrencilerinin futbol takımının ilk maçlarını Saint Joseph ile yaptığını ileri sürmüşlerdir.

    Bugün Faure Mektebi’nin varlığı ve Galatasaray’ın ilk futbol maçını bu okulun takımı ile yaptığı ortaya çıkmasına rağmen, birçok kaynakta ve Fenerbahçe resmi internet sitesinde bu yanlış bilgi yer almaktadır. Saint Josephli Türk öğrencilerin yabancı arkadaşlarına özenerek ve onların gerisinde kaldıkları için rahatsızlık hissederek geçirdikleri günlerde karşılarına Enver Hoca çıkmıştır.

    Bir diğer öğrencisi Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca’yı şöyle tarif ediyor: “Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız. Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin ‘Niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük”

    Belgeler

    Okuldaki Türk öğrencilerin psikolojisini ve Enver Hoca’nın karakteri hakkındaki izlenimlerini gördükten sonra sorduğumuz soruların yanıtlarına geçebiliriz. Bu soruların ortaya çıkma nedeninin Enver Hoca’nın sicil kaydında Saint Joseph’de öğretmen olarak yaptığı görevin yazılı olmaması olduğu söylenmişti. Dikkat çeken bu bilginin üzerine okul hakkında resmi makamlarca yazılan raporların içeriği de eklenince Enver Hoca’nın öğretmenliği hakkında aydınlatılması gereken bir şüphe oluşmuş oldu. Bu şüpheyi girmek için Saint Joseph Lisesi arşiv kayıtlarına bakma yönündeki çabamız sonuçsuz kaldı. Nihayetinde Salt Arşivi’nde karşımıza çıkan bir belge Enver Hoca’nın Saint Joseph’de öğretmenlik yaptığını kanıtlamamızı sağladı. Bu belge, Osmanlı Bankası’na ait bir mevduat cüzdanıydı ve Enver Hoca’nın karşısında “Saint Joseph Koleji Türkçe Öğretmeni” yazıyordu. Bu aşamada devam eden arşiv taramasında karşımıza çıkan bir vesika, oluşan soruların yanıtlarına ulaşmamızı sağladı.

    Vesika 1897 yılına aitti ve Gümrük Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılmış bir raporu konu ediyordu. Raporda, Saint Joseph Lisesi’ne Fransa’dan gelen kitapların içeriklerinin kontrol edilmesi sırasında okul tarafından gönderilen görevli ile çıkan tartışma detaylı şekilde anlatılıyordu.

    Bu rapor Gümrük Nezareti’nin okul ile olan ilişkisini ortaya çıkarması anlamında büyük öneme sahip. Çünkü rapor yazıldıktan birkaç yıl sonra bir gümrük memuru olan Enver Efendi’nin okulda öğretmenliğe başlamasının sebebi bu raporda gizli. Gerek bu bilgiler gerekse o dönemin öğrencilerinin aktardıkları birleşince Enver Efendi’nin Enver Hoca olarak okula girmesinin bir görevlendirme sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor.

    Devlet Tarafından Görevlendirilen Bir Memur

    Okulu dışardan kontrol etmenin zorluğuna karşın devlet otoritesinin, içeriye bir kişi sokarak olan biteni öğrenmek istemesi sorunun yanıtıdır. Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi de göz önünde bulundurduğumuzda ortaya attığımız tez böylece bir temele oturmuş oluyordu. Enver Hoca, devlet tarafından görevlendirilen bir memur olarak Saint Joseph’e girmişti. Nitekim Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi adlı eserinin 1987 yılındaki genişletilmiş baskısında yer verdiği Enver Hoca’nın şu ifadeleri de tezimizi destekleyecek nitelikteydi. “Rolüm, istibdat içinde kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamaktı. Futbol toplantıları bu iş için en uygun zamanlardı.”

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol Saint Joseph’de öğretmen olmasıyla başladı. Kulübün tarih yazımında farklı dönemlerde değişik şekillerde değerlendirilen bu rol, günümüze kadar hep tartışıldı.

    Enver Hoca kendi deyimiyle “baskıcı düzen içerisinde ezilen” Türk gençlerine hürriyet düşüncesini aşılamak için futbolu seçmişti. Abdülhamit’in bir memuru olarak görevlendirildiği okulda “Hürriyet” fikrini benimsetmeye çalışması ilk bakışta bir tezat olarak görülebilir. Ancak mezun olduğu Mülkiye’nin Jön Türk fikirlerinin yaygınlaştığı bir okul olması bu durumu biraz da olsa açıklığa kavuşturmaktadır.

    Enver Hoca’nın 1913 yılında dönemin İttihatçı Maliye Bakanı Cavit Bey döneminde İngiliz Crawford isimli bir gümrük uzmanına hazırlatılan sınavı kazanarak müfettiş olan üç kişiden biri olduğu da düşünülürse fikren Abdülhamit ideolojisinden uzak olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerinden Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca ile bir derste yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor. “Bir gün derste arkadaşlardan biri: ‘Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece ortaya çıkmış. Bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu?’ dedi. Yaman bir psikolog olan, bize daima ölçülü olmamızı tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile benimsetme yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi: ‘Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir’”

    Enver Hoca’nın futbol hakkında sorulan soruya verdiği yanıttan, öğrencileri arasında futbolun popüler olduğu, top oynamak istense de sosyal ve dini baskılardan oynanamadığı anlaşılıyor. Şüphesiz Saint Josephli Türk gençleri lig maçlarını takip ediyorlardı. Kurulan takımlardan da haberdardılar.

    Enver Hoca Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nerede?

    Bu paragraf ile birlikte Enver Yetiker’in Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolü üzerine yapılan tartışmaları ve karşıt görüşleri değerlendireceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Enver Hoca’yı Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu sayanlar Saint Josephli Türk öğrencileri. Yaptığım alıntılarda da görüldüğü üzere Nasuhi Esat Baydar ve Sait Selahattin Cihanoğlu bu görüşü anılarında aktarıyorlar.

    Karşı tarafta ise kulübün bir diğer kurucusu Necip Okaner’in yazdığı mektup aracılığı ile bu görüşe karşı çıkışı var.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    Nasuhi Esat Baydar’ın İdman Dergisi’nde 1913’te yazdığı yazıda belirttiği görüşü ile Necip Okaner’in 1952 yılında yazdığı mektup arasında geçen 39 yılda Enver Yetiker’in kuruluştaki rolü kaynaklardaki farklılıklardan da görüleceği üzere hep tartışmalı kalmış.

    İlk görüşü destekler ifadeleri aktararak başlayalım. Kuruluşun 6.yılında, Nasuhi Esat şunları söylüyor: “1907 yılında Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Bey, eski öğrencilerinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp kurmak arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları katılmış ve akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı. Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları oluşturdukları kadroya bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir siyasi fikre mal edilmemesi için Fenerbahçe ismini bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına hız verdi, böylece dört beş ay içinde üye sayısı yirmiye ulaştı. Biraz sonra Enver Bey ‘Fahri Başkanlık’ makamından çekildi. Kulübün yönetimi, girişken ve faal olan Nurizade Ziya Bey’e verildi.”  

    Nasuhi Esat Baydar, 1913 yılında anlattığı kuruluş hikayesini 1944 yılında Öz Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği röportajda detaylandırıp, son cümlesiyle de bir anlamda tamamlıyor: “Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık. Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize oranla yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, Enver Bey’i bulduk. İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun toplumsal faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda yardımlaşma ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe Kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neşelenmeleri amacıyla Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.”

    Sait Selahattin Cihanoğlu Anlatıyor

    Said Selahattin Cihanoğlu ise Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolünü şöyle anlatıyor: “Türkçe hocamız Enver Bey isminde çok sevdiğimiz ve kendisine büyük bir hürmetle bağlandığımız bir kişi vardı. Enver Bey her cumartesi günleri, öğleden sonra bizi Fenerbahçe’ye futbol oynamaya götürürdü. İki takım yapardı. Birinin ismi Fenerbahçe, diğeri de Sen Jozef olurdu. o devirde Abdülhamit korkusuyla kulüp ismini vermeye kimse cesaret edemezdi. Türk öğrenciler arasına yabancı ve yerli gayrimüslim öğrencileri doldururdu. Yıllar böylece pek çabuk geçmişti. 1907’de Nurizade Ziya Bey, Ayetullah, Bahriyeli Enver (Yazarın Notu: Necip Okaner’in ön adı Enver’di) ve Hakkı Beyler Fenerbahçe Kulübü’nü kurma girişiminde bulundular. Enver Hoca kulübün isminin Fenerbahçe olması konusunda ısrar ediyordu. Özel bir yaratılışta ve Avrupai zihniyette bir kişi olan Ziya Bey Reis oldu. Çok mükemmel İngilizce bilen Ziya Bey Moda’daki İngilizlerle derhal temasa geçerek kulübü geliştirdi.”

    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İki öğrencisinin aktardığı bilgilerin benzerini 1949 yılında Enver Yetiker ile yaptığı röportajdan sonra Öz Fenerbahçe Dergisi’nde yazdığı uzun yazıda dile getiren Rüştü Dağlaroğlu ise, onun kulübü kuran bir numaralı üye olduğunu ilan etmişti. Yazıda dikkat çeken iki konu vardı. Birincisi Enver Hoca’nın kulübün renkleri olarak kırmızı-beyaz’ı seçmeyi düşünse de bu renklerden “milliyet”i temsil ettiği için vazgeçerek Fenerbahçe çayırındaki papatyalardan esinlenerek sarı-beyaz’da karar kıldığıydı. İkinci konu ise kulübün idare heyeti seçilirken Nurizade Ziya Bey’in başkan olduğu, Enver Hoca’nın resmi bir görev almadığıydı. Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu olduğunu öne süren bu görüşleri 4 madde ile özetleyebiliriz:

    – Saint Joseph’de öğretmenlik yaparken bir futbol kulübü kurma fikri Enver Hoca’ya aitti.

    – Enver Hoca, öğrencileri arasından birçok kişiyi kulübe kazandırmıştı.

    – Kulübün adı ve renkleri Enver Hoca tarafından belirlenmişti.

    – Enver Hoca, kulübün ilk idare heyetinde görev almamış,  sadece Fahri Başkanlık görevini yürütmüştür.

    Karşıt Görüşler ve 1 Numara Kim Sorusu

    Bu görüşlere karşı Necip Okaner’in 1952 yılında Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektuptaki ifadeleri koyabiliriz. Okaner mektubunda “Enver Bey’in kulüpte hiçbir zaman resmî olarak görev almadığını, kulübün kuruluşu ile bir alakası olmadığını” belirtmiştir.

    Bu görüşü paylaşanlardan biri de 2007’de yayınlanan Asr-ı Fener’in yayın kuruludur. Kitapta Enver Hoca’nın kurucu olduğunu söyleyen Nasuhi Esat’ın bu iddiasının diğer tanıklarca doğrulanmadığı, Nasuhi Esat’ın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi olarak da kendisini Fenerbahçe’ye kazandıran kişinin Enver Hoca olması yazmaktadır. Kitaba göre Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişi Nurizade Ziya Bey’dir. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1949 yılında benimsediği görüşünden vazgeçtiği de kitapta yer alan bir diğer ifadedir.

    Gerçekte Dağlaroğlu, 1949 yılındaki düşüncelerinden Necip Okaner’in 1952 yılında kendisine yazdığı mektuptan hemen sonra vazgeçmemiştir. Bunun en büyük kanıtı Enver Yetiker’in 1955 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı veda yazısıdır. Bu yazı “Fenerbahçe Kulübü büyük ve muhterem kurucusu ve 1 numaralı üyesini kaybetmiş bulunuyor” diye sonlanmaktadır.

    Fenerbahçe’nin tarihini 1957 yılında kitaplaştıran Dağlaroğlu’nun görüşünü Enver Yetiker’in ölümünden sonra değiştirdiği kesindir. Kapsamlı eserinde Enver Yetiker için “Öğrencilerinin Fenerbahçe’yi kurmasına içten yardımcı olmuş ve kulübün ilk üyeleri arasında yerini almıştır.” ifadesini kullanması görüşünü değiştirdiği tarihi belirlememizi sağlamıştır.

    Kitabını 1987 yılında, o yıla kadar genişleterek yeniden yayınlayan Dağlaroğlu, Bu kez Enver Yetiker’i kurucular sıralamasında 4.sıraya yerleştirmiştir. Yazılanlar ışığında Enver Hoca’nın kurucu olmadığını ileri sürenlerin görüşleri üç maddede özetlenebilir:

    – Enver Hoca’nın kurucu olduğu iddiası öğrencisi Nasuhi Esat Baydar’a aittir ve diğer tanıklarca desteklenmemektedir.

    – Enver Hoca, Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırarak kulübe katkı sağlamıştır.

    – Fenerbahçe’yi  iki arkadaşı ile beraber kuran Nurizade Ziya Bey, Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişidir.

    Kulübün Enver Yetiker’e Bakışı

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü kurumsal olarak Enver Yetiker’e nasıl bakmaktadır? Bu sorunun yanıtı için bakmamız gereken ilk yer şüphesiz kulübün tüzükleri. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü 1913 yılında yazılmış ve içerisinde kurucuların isimlerine yer verilmemiş. 1923’te yazılan ikinci tüzükte ise kurucular kıdemlerine göre şu sırayla yer almıştır:

    1. Nurizade Ziya (Songülen)
    2. Enver Bey (Yetiker)
    3. Galip Bey (Kulaksızoğlu)
    4. Nasuhi Esat Bey (Baydar)
    5. Haccarzade Tevfik Bey (Taşçı)

    Şimdi de 2016 yılında kabul edilen kulübün son tüzüğünün 2.maddesinde yer verilen kurucuları sıralayalım:

    1. Ziya Songülen
    2. Ayetullah Bey
    3. Necip Okaner
    4. Asaf Beşpınar 
    5. Enver Yetiker

    İlk tüzük ile son tüzükte yer alan kurucular listesi arasındaki fark dikkat çekici durumdadır. 1923’te 2.sırada yer verilen Enver Bey, 2016’da 5.sırada kendine yer bulmuş gözüküyor. İki listenin de ortak tarafları Nurizade Ziya Songülen’in kurucular listesinde ilk sırada olması ve sırası değişse de Enver Hoca’nın her iki listede de yer almasıdır.

    Şüphesiz kurucular listelerindeki tutarsızlıklar, yıllara göre silinen ve eklenen isimler bambaşka bir araştırmanın konusu. Asıl konumuza dönecek olursak, Enver Yetiker’in kulüple 1949 yılına kadar kaynaklarda yer alan hiçbir teması olmamıştır. Bu tarihte ise Fenerbahçe Stadı’nın açılışında, açılışı yapan kişilerden biri olarak fotoğraf karelerine girmiştir. Enver Hoca’nın 1955’teki ölümünün ardından kulübün gazetelere verdiği ölüm ilanında kendisinden “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi” diye bahsedilmiştir. Yüksek olasılıkla Rüştü Dağlaroğlu tarafından kaleme alınan bu ilan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurumsal olarak Enver Yetiker’i son kez anmasıdır.

    Günümüzde resmi internet sitesinde yer alan tarihçede Enver Yetiker’den şu şekilde bahsedilmektedir: “Kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver (Yetiker) Bey üstleniyordu.” Bu ifadeden, Fenerbahçe kurumsal tarih tezinin, önceki sayfalarda sözü edilen ikinci görüşe paralel olduğu; Enver Hoca’nın kulüp kuruluşundaki katkısının, takıma oyuncu bulmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır.

    İstiklal Madalyalı Kurucu

    Enver Hoca’nın hayatının Fenerbahçe ile kesişmeyen yıllarında yaşadıklarını sıralayarak meselenin çözümleme bölümüne geçelim. Enver Bey, 1909 yılında müfettiş yardımcısı olarak Bulgaristan sınırına atandı. 1913 yılında girdiği sınavı kazanarak müfettiş oldu ve sırasıyla Trabzon ve İzmir’de görev aldı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yılda görev yeri Sirkeci, görevi ise gümrük müdürlüğü idi. Anadolu’ya silah kaçırılmasında aktif görev alması sebebiyle 1938 yılında İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ölene kadar Kızıltoprak İstasyon Caddesi’nde yaşadı.

    Enver Hoca için yapılan tartışmalar ve yıllar içerisinde değişen değerlendirmeler böylece sona eriyor. Çalışmanın sonuç kısmında değerlendirmelerimizi aktaracağız.

    Sonuç

    Öncelikle  iki zıt görüşün düşüncelerinin tek ortak noktası Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırmasıdır. İki yıl önce kurulan ve Galatasaray adını alan Mekteb-i Sultani futbol takımında top oynamaya başlayan Galip (Kulaksızoğlu) onun son sınıftaki öğrencilerindendi. Galip’in Galatasaray’dan ayrılarak yeni kurulan Fenerbahçe’ye gelmesinde Enver Hoca’nın payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kuvvetli varsayımın yanında alt sınıflardaki öğrencileri Galip ile temas ettirerek Fenerbahçe için idman yapmalarını sağladığı dönemin iki tanığı tarafından teyit edilmiş bir gerçektir. Galip’in ortaokulu Mekteb-i Sultani’de okuduktan sonra liseye Saint Joseph’de başlaması ve kısa süre Galatasaray’da top oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye katılmasını “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar kurdu” şeklinde değerlendirmelere karşı Enver Hoca’nın kişiliği ve Saint Joseph’deki faaliyetleri, öne sürülecek kuvvetli bir olarak argüman olarak elimizdedir.

    Enver Hoca’nın Büyük Rolü

    Enver Hoca’nın gerçek kuruculardan olmadığını öne sürenlerin en etkili söylemi olan Nasuhi Esat Baydar’dan başka tanık olmadığı görüşü de Sait Selahattin Cihanoğlu’nun aktardıklarıyla çürümektedir. Kulübün adı, renkleri gibi daha detaylı araştırma ve farklı kaynaklardan onay gerektiren konular üzerinde olmasa da, takım oluşturma aşamasında Enver Hoca’nın katkısı konusunda şüphe yoktur. Özellikle Sait Selahattin’in ilerleyen yaşına rağmen berrak bir zihne sahip olduğu bilgisi, Enver Hoca’nın rolü hakkında yaptığımız değerlendirmelere dayanak olmuştur.

    Mektup

    Her iki tanığın da Saint Josephli olması sübjektif değerlendirme yaptıkları şüphesini doğursa da, son tüzükte adları sıralanan 5 kurucudan sadece Necip Okaner’in Saint Joseph ile ilgisi yoktur. (Okaner’in 1952’de Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektup düşünüldüğünde bu ayrıntı daha da önemli hale gelmektedir. Bugün Dağlaroğlu Ailesi’nde bulunan mektubun deşifre edilmesi konunun açıklığa kavuşması için önemlidir) Dolayısıyla Fenerbahçe’nin, kurulduğu semtin bu en büyük okulu ile inkar edilemez bir bağı vardır. Kulübün kuruluşundan kısa bir süre geçtikten sonra başlayan Meşrutiyet dönemi ve devamında İttihat ve Terakki rejiminin de etkisiyle zayıflatılmaya çalışılan bu bağ şüphesiz okulun Fransız misyonunu temsil etmesinden kaynaklanmaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinin En Önemli Noktası

    Meşrutiyet devrinin temellerini atan Jön Türkler’in başat aktörlerinden Mizancı Murat’ın yakın geçmişte verdiği tarih derslerinin etkisinin sürdüğü bir ortamda Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün altyapısını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır.

    Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir.

    1923 Tüzüğünde sıralanan kurucular listesi şüphesiz hatalıdır. Ancak ilk iki sırada yer alan Nurizade Ziya Bey ve Enver Bey isimleri bu hatalı sıralamanın içerisinde doğru yerleştirilmiş iki isimdir. Kulübün maddi ihtiyaçları, 1903 yılında Saint Joseph’den mezun olduktan sonra eğitimini İngiltere’de tamamlayıp yurda dönen Ziya Bey tarafından sağlanmış, Enver Hoca ise kulübe insan kaynağı bulmuş, öğrencilerini kulübe yönlendirmiştir. Ziya Bey’in gerek maddi gücü gerekse popüler bir kişi olması bu görev dağılımında etkili olmuştur. Kulübün kuruluşunda yer alan bu iki isim, tıpkı diğer kurucu Necip Okaner gibi kuruluştan 1 yıl sonra kulüp yönetiminden ayrılarak bir daha aktif  görev almamışlardır. Bu ayrılışlar ve kulübün girdiği bunalım, tamamlanacak olan çalışmamızın içerisinde detaylarıyla analiz edilecek konu başlıklarından biridir.

    Barış Kenaroğlu


    Fotoğraflar