Menü Kapat

Mehmetçik Terhis Oluyor

Necmi Tanyolaç, “Mehmetçik Terhis Oluyor” başlığının altında Basri Dirimlili için (böyle büyük bir jübileye çok yakışan) muazzam bir yazı kaleme almış. Bu metin Tuncay Yavuz sayesinde bizlerle buluşuyor.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Fenerbahçeli Basri

Önümde bir yığın kağıt… Bir yığın not… Basri’nin hayatı var bu notların arasında…

Notlara bakacağım ve sizlere Fenerbahçeli Basri’nin hayatını anlatmaya çalışacağım…

Kendi kendime soruyorum; sığar mı, sığdırabilir misin? Sonra yine kendi kendime cevap veriyorum: Yüz yıllık bir hikayeyi, yüz satırın içerisine sıkıştıramazsın tabi! Gerçekten de öyle… O koca Basri, bu küçük hikayenin içerisine sığamazdı. Sahalara sığamadıktan sonra…

Nereden Buldunuz Bu İskeleti?

Basri Dirimlili 1952 yılında Fenerbahçe’ye geldi. Havagücü’nde oynarken Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Osman Kavrakoğlu’nun dikkatini çekmiş ve ilk teklifi ondan almıştı. Kavrakoğlu, Basri’ye daha ilk görüşünde bayılmıştı. Futbolcu değil ateş parçasıydı bu çocuk. Bir an evvel askerliği bitmeli ve Fenerbahçe’de oynamalıydı.

İlk Fenerbahçe formasını başkentte özel bir maçta Demirspor’a karşı giydi. Tesadüfen maça gelen iki Fenerbahçeli üye, takımın başındaki idarecilere futbolcular sahaya çıkarken Basri’yi işaret etmiş ve “Nereden buldunuz bu iskeleti?” demişlerdi. Sarı-Lacivertli takımın yeni santrhafının üstünde et namına hiçbir şey gözükmüyordu. İncecik gövdesi, sıskacık kolları ve kürdan gibi çöp bacaklarıyla Basri’ye futbolcu denemezdi. Bir atlet bile onun yanında şişman gözükürdü. Basri çıktı sahaya. Uzun yıllardır o takımın adamıymış gibi, rahat, sakin işini gördü. İlk deneme ilk imtihan başarılı geçmişti. Fenerbahçe maça çıkarken “nereden buldunuz bu iskeleti, bu morga yarar” diye konuşan Fenerbahçeliler çark etmiş ve sonunda “Bu çocukta çok iş var. Aman kaçırmayın.” sözünü sarfetmişlerdi.

Basri lop incir gibi Fenerbahçe’nin ortasına düştü. Daha askerliğini bitirmeden 8 defa milli takımda oynamış, futbolun vücutla değil, kafayla, beyinle, irade gücüyle oynandığını göstermişti. İskelet enerjiyle, hırsla, klasla, stille doluydu. Bu güçlü delikanlı, bu hırslı futbolcu pek kısa bir zaman sonra Fenerbahçe’nin değişmez adamı olacak ve İstanbul seyircisi ayaklarını bir raket gibi kullanan Basri’yi avuçları patlarcasına alkışlayacaktı.

Galatasaray Değil, Fenerbahçe!

Basri’nin Fenerbahçe’ye gelişi garip bir olayla başlamıştır. 1940 senesinde Eskişehir’in İstiklal kulübünde ilk kulüp formasını giyen ve 1947’de Demirspor’a geçen Basri, Havagücü’nde oynarken Fenerbahçe’den evvel Galatasaray’ın ilgisini çekmişti. Bu kısmı size kendisi anlatsın:

“Her futbolcunun hayatında bir kulübün, bir rengin izi vardır. Kader bazan insanı başka yönlere itebilir. Küçükken Galatasaray’ı tutarsın, büyürsün Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a girersin. Böyle şeyler çok olmuştur. Ben Fenerbahçeliydim. Daha çocuktum, Fenerbahçe için deli olurdum. Kavrakoğlu Fenerbahçe için teklifte bulunduğu gün elim, ayağım buz kesilmişti. Yolda yürümüyor, uçuyordum. Her şey tavındaydı. Mukavele imzalayacaktım. Dayım benim adıma Galatasaray’la mukavele imzalamamış mı? Ayıkla pirincin taşını. Tabi, özür diledik, yalvardık, yakardık, işi düzelttik. Beşiktaş da peşimdeydi. Fenerbahçe’den 5.500 lira transfer ücreti aldım. Bu benim için servetti.”

Basri Fenerbahçe’de fazla yabancılık çekmedi. Donanma Kamil, Selahattin Torkal ve Melih Ilgaz ilk arkadaşlarıydılar. Basri’yi Sarı-Lacivertli kulüpte sıcak bir çevrenin içine ilk sürükleyenler onlardı. Yavaş yavaş heyecanını attı. Seyirciyle anlaştı, seyirciyle sevişti. Tribünlerin sevgilisi oldu. Ve Basri’nin yer aldığı Fenerbahçe 1951/52 sezonunu şampiyon olarak bitirdi.

Basri Fenerbahçe şampiyon olduğu gün şu inanca varmıştı: Fenerbahçe’nin seyircisi çok büyük kuvvet, çok büyük bir destekti. Sahaya çıktıkları anda bütün bir stad ayağa kalkıyordu. Bu gürültü, Fenerbahçe futbolcuları için avantajdı. Fenerbahçe’nin yeni santrhafı “Şampiyonluk güzel şey, ama Fenerbahçe de çok güzel bir şey” demişti.

Mehmetçik

Basri’nin futbol hayatı bir savaş halinde geçmiştir. Halk ona değişik isimlerle seslenmiş, “deli” demiş, “Leyla” demiş, sonunda “Mehmetçik”te birliğe varmıştır.

Aslında kendini oyuna ve takımına bu kadar ölesiye veren, en kahredici darbelere kafasını, bacağını uzatan bu futbolcuya takılacak en iyi isim bu olmalıydı: Mehmetçik… Basri seneler senesi bir “Mehmetçik” gibi dövüştü. Futbolcu değil, bir askerdi. “Mehmetçik” ünvanını tam 10 sene bir şeref ünvanı gibi asaletle taşıdı, ünvanının üzerine toz düşürmedi. Mehmetçik gibi çıktı sahaya, Mehmetçik gibi yaralandı. Ölümlerden kurtuldu.

Futbolcu şöhrete erişmişse, ona sorulacak suallerin başında kaç defa milli takımda oynadığı sorusu gelir. Basri’ye ise hayatı boyunca kaç kere milli olduğu değil, kaç defa sakatlandığı sorulmuştur. Şimdi Basri’nin önümüze serdiği bilançoya ibretle bakınız. Sonunda şu hükme varacağınıza bahse girerim. Ölüp ölüp dirilen bir futbolcunun dramıdır bu.

“Bir defa çenem kırıldı” diye girdi lafa Mehmetçik. “Ankaragücü’ne karşı oldu. Bir topa sıçradım, Yücel’le çarpıştık. Kafası çeneme çarptı. Kulaklarım uğulduyordu. Sonra bir patlama oldu. Derhal hastaneye kaldırdılar. Üç buçuk ay yattım, çenem bağlı olarak.”

“Adana’da Demirspor’la oynarken burnum kırıldı. Bir başka maçta kaşım patladı. Legia maçında kolum döndü. Galatasaray maçında Naci’nin şutu kaşıma isabet etti. Gözümde iç kanama başladı, gözüm görmedi, iki ay gözüme hava verdiler. Bir kör gibi karanlık bir dünyada yaşıyordum ve hiç görmeyeceğim endişesiyle eriyordum. Tam iki ay hiç kimseyi görmedim.”

Adale eziklikleri, lif kopuklukları, kanlı yara ve bereler, kulak zarının patlaması, sinüzit. Bunlar hesaba dahil değil.

Basri’nin fedakarlığı üzerinde bizim Şükrü Gülesin geçenlerde bir küçük hatırasını anlattı. Şükrü, bir Fenerbahçe-Beykoz maçına gitmiş. İki deli karşı karşıya, bir yanda Nusret, karşısında da Basri. Birden ikisi birbirlerine girmişler. Şükrü: “Havada iki avcı uçağı çarpıştı sandım” dedi. “İkisi de paramparça oldular. Basri kalktı oyununa devam etti, Nusret’i ise kafatası çatladığı için hastaneye kaldırdılar!”

14 Yılın En İyi Fenerbahçesi

Basri Dirimlili Fenerbahçe’de 14 sene oynadı. Araya Kıbrıs işi, bazı tatsızlıklar girdi ve sahalardan çekilme kararı verdi. Fiziği, yaşı, klası Basri’ye bu sahada en azından dört sene ekmek parası kazandırırdı. Ama bir işi zamanında bırakmanın doğru olduğuna inanıyordu. “Seyirciler beni senelerce alkışladılar. Onların önünde daima vazifesini yapan futbolcu oalrak yaşadım. Bir gün ‘Aaa, Basri’ye bak ne hale gelmiş’ dememeleri için futbola veda ediyorum” diyordu.

Fenerbahçe’deki 14 yılı Basri’ye çok şeyler kazandırdı. Maddi yönden de gözü arkada kalmadı. 14 yıl içerisinde eline geçen transfer bedeli toplamı 150 bin lirayı geçiyordu. Fakat, milyon verse Fenerbahçe onun hakkını ödeyemezdi. Bu süre içerisinde arkadaşlıklar kurdu. Fenerbahçe’yi bütün olarak seviyordu. Fakat her cemiyette olduğu gibi onun da içten bağlandığı, kader birliği ettiği arkadaşları olacaktı. Lefter, Naci, Can, Dr. Melih, Niyazi, Mehmet Ali, kaleci Şükrü, Şeref’le kendi deyimiyle yıllarca “aynı bardaktan su içti.”

14 yıl boyunca değişik tertiplerde yer almış, yeni yeni isimlerle arkadaşlık yapmıştı. Beraber oynadığı arkadaşlarından 14 yılın Fenerbahçe’sini şöyle kuruyordu Basri: “Özcan (Şükrü) – Müzdat, İsmail Kurt – Şeref, Melih, Akgün – Fikret Kırcan, Lefter, Burhan, Can, Hilmi.”

14 Yılın Antrenörü : Molnar

Basri geçmişi yaşıyordu artık. Bu gece Sarı-Lacivertli formayı son defa giyecek ve sonra o terli formayı 14 yılın şeref armağanı olarak saklayacaktı.

14 yılın en faydalı antrenörü olarak Molnar’ı hatırlıyordu. Molnar, Türk futboluna ve Fenerbahçe’ye yön veren yabancıydı Basri için. Ve Basri, futbolu bıraktıktan sonra futbol hayatı boyunca elde edemediği iki hakka, ömrü boyunca yanıp tutuşacaktı.

50. Milli maçını oynamadığına, İtalyan kulüplerinde, mesela Juventus’ta, mesela Fiorentina’da hiç değilse iki senecik futbol oynamadığına! 1951’de Viyana’nın Rapid kulübünden aldığı transfer teklifi ise bir başka burukluğuydu Basri’nin…

Kıbrıs

Kıbrıs’ın Lefke Türkspor kulübüne antrenör-oyuncu olarak girmişti. Fenerbahçe’deki gibi bir hava bulmuştu Basri Lefke’de de. Futbol oynuyor ve öğretiyordu. Mert delikanlılar arasındaydı. Kavgacı, mücadeleci ve yırtıcı tabiatını onlara da aşıladı. Lefke günden güne kuvvetleniyordu. Kıbrıs’taki Türk kulüpleri arasında rekabet havası yaratılmıştı.

Kader günün birinde bizim Mehmetçik’i Kıbrıs’a sürükledi.

1963’ün sonlarına doğru ajansın Türkiye’ye verdiği radyo-foto Kıbrıs’tı. Rumlara karşı açılan savaşta Basri’nin de elde silah dövüştüğünü gösteriyordu. Sahalarımızın İnce Mehmet’i, “Mücahit Basri” olmuştu.

Kıbrıs’ta her taraf kan, barut ve ateş kokuyordu. Bizim “kavgacı” delikanlı, bu büyük kavganın dışında kalamamıştı tabi. Silahı kaptığı gibi mücahitlerin arasına katıldı.

Kıbrıs’ta kan gövdeyi götürüyor ve güler yüzü sakalla örtülü Basri de…

Ölmemek için Öldürmek Gerek

Basri’yle konuşuyoruz, ben soruyorum: “Basri, Kıbrıs’ta silah attığını biliyoruz ama öldürüp öldürmediğini söylemedin.”

Düşünceli düşünceli cevap verdi: “Ecel o günlerde çok yakınımızdaydı. O ana baba günlerinde bir köşeye çekilip oturulmazdı ki. Ölmemek için öldürmek gerek. Bugün yaşıyorsak, bunu silahlarımıza ve yüreğimize borçluyuz.”

Daha fazla konuşmadı Mehmetçik. Doğrusu da buydu aslında.

20 Yılın Son Gecesi

Basri 1929 senesinde Silistre’de dünyaya geldi. Eskişehir’de büyüdü, Eskişehir’de futbol oynamaya başladı. Havagücü, Ordu takımı, Fenerbahçe, Milli takım ve Kıbrıs. İki ucun arası tam 20 yıldı. Röportajın başında Basri’nin hayatını bu küçük hikayenin içine sıkıştırmak mümkün değil demiştim. Bazı hikayeler vardır ki, yazılamaz anlatılır. Biz yaşadığımız müddetçe Basri’yi anlatmaya devam edeceğiz.

20 yıldır gözümüzün önünde yaşayan Basri bu gece Mithatpaşa’da son maçını oynuyor. Onu bu gece Sarı-Lacivertli forma altında son defa seyredecekler, hangi kulübün taraftarı olurlarsa olsunlar, futbolculuğunun en parlak günlerindeki gibi alışlayacaklar ve içlerinde bir burukluk duyacaklar. Basri’yi bir daha göremeyecekleri için.

Bu hikaye burada bitiyor. 20 yılın son gecesinde, futbol hayatı pırıl pırıl, tertemiz bir futbolcudan ayrılıyoruz. 20 yılın aydınlattığı son gecede Basri’yi Fenerbahçe formasıyla bir kez daha alkışlayacağız. Ve hep beraber bir hakkı teslim edeceğiz: “Keşke daha 20 yıl oynayabilseydi!”

Necmi Tanyolaç – Milliyet Gazetesi – Temmuz 1965 (Aktaran : Tuncay Yavuz)

Bir Cevap Yazın