Menü Kapat

Artık 140 Yıl Önce

Artık 140 Yıl Önce

1934 yılında Haber gazetesinde “50 Yıl Önce Galatasaray ve Fenerbahçe!” başlıklı bir yazı yayınlanmış. Bugünden baktığımızda artık 140 yıl önce eder. Bakalım Hikmet Münir Ebcioğlu’na göre, 1880’li yıllarda futbol nasıl oynanırmış? Keyifli okumalar…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


50 Yıl Önce Galatasaray ve Fenerbahçe!

Galatasaray ve Fenerbahçe’nin elli sene evvel mevcut olmadığını pek âlâ bilirim. Fakat bizde futbol deyince hatıra gelen, bu iki kuvvetli kulüptür. Bu iki kuvvetli kulübün de adı geçince, muhakkak bir ayak topunun, yirmi iki kişi arasında harp edercesine o yana bu yana ve nihayet arkası ağlı iki direk arasına sürüklenip hamlelerle çıkarıldığı, düdükler çalındığı “Yaşa, vur! Şandelle, şut!” diye içerden, dışardan güçlü kuvvetli sesler işitildiği derhal hatıra gelir… Bu, futbol oyunudur.

Elli sene evvel İngiltere’de, bugünkü Fenerbahçe – Galatasaray’ımız gibi muntazam ve muayyen hisler besleyen kulüpler yoktu. Fakat bizde futbol ananesinin anası sayılan bu geniş ve çok taraftarlı futbol hareketinin elli sene evvel Avrupa şehirlerinde ne gibi bir manzara arz ettiğini anlatmak isterim.

Elli sene evvel top nasıl oynanırdı. Elli sene evvelin Zekisi, Nihadı, Bekiri, Rebiisi Avrupa’da ne idi? Alek Ceksonu, Pudi Futu, ne biçim tiplerdi? Nasıl giyinir, ne suretle ileri geri koşarlardı.

Elli sene evvelki futbolcuyu size tarif etsem şaşacaksınız!

Yukardaki resimde de görüldüğü veçhile, futbolcunun kendisine göre hafif, fakat şimdiki kıyafete nispetle, önü ilikli bir kapıcı elbisesi kadar yüklü ve mazbut giyinişleri vardı. Vücutlarının üst yanı, sıkı örülü ve yol yol renkli, göğüsleri kapalı devrik yakalı gömlekle örtülüydü. Alt yana pantolon giyilirdi. Bir futbolcunun pantolonu elli sene evvel, dizlerini muhakkak surette kapatır ve gene dizlere kadar da kalın çoraplar çekilirdi.

Şimdi olduğu gibi belli başlı, altı çivili bir futbol potini icat edilmiş değildi. Ekseriyetle, mektep çocuklarının oynadığı şekilde, sokak fotinleriyle top oynanır ve bazen eski ayakkabılardan bir çift bilhassa futbola tahsis edilir. Maça, öğle yemeği sarılmış gibi bu potinler bir kâğıt içinde mahfuz olarak getirilirdi.

Hakem denen adam, bir suareye gidiyormuş gibi, tam kıyafetle; yani ceketi, pantolonu, yeleği, kolalı yakalığı her şeyi takılmış, takıştırılmış olduğu halde sahaya gelir ve bütün oyun müddetince zorlu bir hayat yaşardı.

Top sürmek, körlemesine bir takım itelemeler, delicesine şutlar, hatta ayağın altında şöylece bir kontrole almadan yuvarlak meşini birbirlerine devrederek iki direğin arasına doğru hücum etmekten ibaretti.

Kale iki direkti. Yüksekten giren topun vaziyetini tayin için, iki direğin üstü muayyen bir yükseklikte sonradan birleştirilmiş, çatı haline getirilmiştir, arkasındaki ağ ise, resimde görüldüğü halde daha sonraları konmuş ve adeta bir ihtira kıymetinde görülerek büyük nümayişlerle karşılanmış, umumileşmiştir.

Seyirciler, şimdikinden daha ziyade kavgadan hoşlanırlardı. Onun için münakaşalar, oldukça hararetli ileri geri saldırmalar eksik olmazdı.

Gol olmaya görsün! Kalecinin -hele iki direğin arkasında ağ da bulunmadığı zaman- golü yapanın ayağının tekme kuvveti uzunluğunca koşup kale artlarından büyük bir muvaffakıyet hissiyle o topu tekrar oyun sahasına kavuşturuşu bir hâdiseydi. Bazen bu, hayli uzun sürer, halk bir miktar, yerlerinden de ayrılarak, sahanın az açıklarında hava alır, soğukluklar içer, birbiriyle sohbet veya oyun üzerine bir çekişme yapardı.

Elli sene evvelki top oyununun en mühim hâdisesi, bir ara, oyun kıyafetinde futbolcuların küçük bir yenilik göstermesi olmuştur. Bu nedir sanırsınız? Ayakkabılarını mı değiştirdiler? Gömleklerine biraz daha renk mi ilave ettiler? Hayır! Futbolcular, uzun pantolonlarıyla çoraplarının birleştiği yerden dizlerini bir parça açmış, havalandırmışlardı. Sen misin bunu yapan! Zaten baş göstermiş olan elbiseleri kısaltmak eskisinden daha pratik bir hale sokmak hareketi aldı yürüdü. Kadın, erkek, o zaman için katiyen “uygunsuz” sayılabilecek bir takım “yeni” kıyafetler ihdas ettiler. İçtimaî bir rezalet halini aldı. Bunun üzerine İngiltere’nin “Futbol Cemiyeti” derhal sıkı bir tedbir almış ve futbol oynayanların dizlerini kapattırmıştır. Sonraları bu nizam, kuvvetini kaybedinceye kadar, futbolcular, dizleri ve dirsekleri kapalı olduğu halde bir fırın içindeymiş gibi, alınlarından leblebi büyüklüğünde terler dökerek mücadelelerinde devam edip durmuşlardır.

Yarım asır önceki futbolcuların yüzleri de kendilerine has ve pek heybetli bir manzara gösterirdi. Yan taraflardan sakallı olanları çoktu. Bıyık muhakkak lâzımdı. Yani, bundan elli sene evvel Londra’da az çok bugünkü manasıyla bir Nihat meydana gelmiş olsaydı, manzarası şu olacaktı: Kulak memelerine doğru sevimli bir kıvrım yapan gür bıyıklar, yandan sakallar ve hatta tahammül edebilirse tam bir heybet ve ehliyetli oyuncu şekli gösterebilmek için çepeçevre sakal…

Futbol oyunu, bu sahada ilk adımı atanların saç, sakal ve bıyıktan kurtulması gibi temizlenmiş, fazlası ayıklanmıştır. Ancak, mücadele noktasından, elli seneden biraz daha evvelki devrelere kadar arada bir gittiği görülüyorsa, bu, futbol oyununun mirassız bir cenaze alayından her halde biraz Farklı olduğunu göstermek içindir.

25 Ekim 1934 – Haber: Akşam Postası Gazetesi (Hikmet Münir)

Bir Cevap Yazın