Menü Kapat

Şeref Has’ın Jübilesi

Şeref Has'ın Jübilesi

Tuncay Yavuz, Fenerbahçe tarihinin (hem sporculuğu, hem insanlığı, hem de mütevazılığıyla) en büyük futbolcularından Şeref Has’ın jübilesi için yazılanları derledi… Keyifli okumalar…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Futbolu Sırtında Taşıyan Adam: Şeref

Futbol beni bıraktı…

Kadri, elini Şeref’in omzuna koydu: “Ne denir Şerefciğim” dedi. “Futbolu aynı zamanda bırakmamız kaderde yazılıymış…” Oturduğu yerden başını kaldırıp arkadaşını süzdü Şeref. Mahzun mahzun başını salladı, dudağının sol köşesinde tomurcuklanan şey gülümseme değil bir hıçkırık gibiydi. “Yanlışın var” dedi Kadri’ye, “Futbolu sen bırakıyorsun, Metin bırakıyor, oysa benim hikayem başka… Futbol beni bıraktı. Sen ve Metin isteyerek, bilerek bir karar verdiniz. Ben hiç istemediğim halde futbol tarafından terk edildim.”

Birdenbire susakaldık hepimiz. Kara sevdalı bir genç adam, terk edilmişliğin hüznünü yaşıyordu. Bundan 26-27 yıl önce Beykoz çayırında başlayan büyük sevgi, bu genç adamın bütün hayatı olmuştu. Ve vermişti her şeyi sevdiğine. İstemeden, karşılığında çok şey beklemeden vermişti. Didinmiş, çırpınmış, çabalamış ve vermiş, vermiş, vermişti… Birçok arkadaşları gibi karşılığında çok şey de almamıştı. Sevgilisinin bütün yükünü ve ağırlığını yıllar yılı taşımız ve bir gün bu yükü taşıyamaz hale gelmişti. Hem de kendi kusuru olmaksızın gene büyük sevdasının uğruna.

Bütün futbol hayatı boyunca saha içinde veya saha dışında en ufak bir fantezi yapmadan, züppeliğe kaçmadan futbola verebileceği her şeyi veren Şeref Has, futbolun kendisine verdiği sakatlıkların zoruyla, en büyük aşkı futbol denilen büyük sevgilisi tarafından terk edilmişti.

Hüzün yalnız onun değil, onu ve futbolu seven herkesin yüreğini dolduracaktı tabi…

Sevimli, uysal, büyük sözü dinleyen, ağırbaşlı, kısa sürmüş yedekliğinde de uzun sürmüş kaptanlığında da hiçbir entrikaya ve dedikoduya karışmamış, futbol sahasındaki fedakarlığını, saha dışında “En Efendi adam” sıfatıyla birleştirmiş bir sporcu tipinin en güzel örneği idi Şeref…

15 yılı Fenerbahçe’de geçmiş 18 yıllık futbol hayatında hiç ceza aldın mı diye sordum Şeref’e. Evet, diye cevap verdi, iki defa aldım. İster misiniz Şeref’in iki defa aldığı cezanın olduğunu derhal size de anlatalım:

Birincisi çok ağır bir suç ve çok ağır bir ceza! Futbolu terk ettiği zaman kendisiyle röportaj yapan gazeteciye gizlemeye teşebbüs bile edemeden itiraf edilecek cinsten: Bir maçta ayakkabısının bağı çözüldü Şeref’in. Yakınında olan yan hakemine sordu: “Bağlayabilir miyim?” Yan hakemi evet dedi, bağlarsın. Şeref de yürüdü çıktı taç çizgisinin dışına eğilip bağladı. Hakem geldi, sordu neden kendisinden izin almadan dışarı çıktı diye. Ve Şeref’i oyundan attı. Yan hakemi ise, “Ben ayakkabını bağla dedim, sahadan çık demedim” diyordu.

İkinci ceza ise Gençlerbirliği ile Fenerbahçe’nin olaylarla dolu 3-3’lük maçında oldu. Yedi Fenerbahçeli ceza almıştı o maçta ve Şeref’in suçu sahaya giren bir sivil adama kargaşalıkta, “Kim oluyorsun?” demekti. Bilemezdi onun, maçlarda olay çıkarsa hakemler lehine şahitlik etmek için dolaşan bir casus hakem olduğunu. Böylece Ceza Kurulu 15 gün ceza verdi Şeref’e.

Ve bütün futbol hayatında “ceza” adındaki leke bu iki pire pisliğinden ibaret kaldı.

Başkasının adıyla şöhrete gidiş…

Kadıköy’ün Kuşdili çayırı, Taksim’in Talimhane meydanı, Beşiktaş’ın Fulya Tarlası, Karagümrük’ün Çukurbostan’ı ve Beykoz çayırı. Bugünkü kuşaklar bu meydan adlarının Türk futbolu için ne demek olduğunu bilmezler. Altmış yıllık futbol tarihimiz işte bu çayırlarda top kovalamış bızdıkların eseridir. Onlar hep öyle “Bızdık” kalmadılar. Büyüdüler delikanlı oldular, yıldız oldular, spor tarihine geçtiler.

İşte Beykoz çayırında bundan tam 27 yıl önce kale arkasında çıplak ayakla dolaşan, kaçan topları toplayan 6-7 yaşlarında bızdıkları arasındaki o kara oğlan da her zaman öyle bacaksız kalmadı.

Büyüdü, önce Bahadır, Şahap, Mehmet Ali, Ekerbiçer gibi tanınmış ağabeylerin top koşturduğu çayıra çıktı kale arkasındaki yerinden. Paşabahçe’de mahalle arkadaşlarının kurduğu takımla Beykozlulara karşı oynadı. Sonra Beykoz Ortaokulu takımının kaptanlığını yaptı aynı çayırda. Bir gün Taksim’deki Beden Terbiyesi Bölge binasına girip doktor muayenesinden geçti, lisans alıyordu artık. O zamanlar üçüncü kümede oynayan Paşabahçe takımında oynayacaktı. Bir yıl o formayı giydi 1951-52 sezonunda.

Ertesi yıl bir yaş daha büyümüştü ve ikinci kümeye terfi etmişti. Paşabahçe takımından Beylerbeyi’ne transfer olarak. Özel hayatında son derece sakin ve uysal olan bu karayağız delikanlı, futbol sahasında bir panter oluyordu. Onu Kırmızı-Yeşil Beylerbeyi forması altında görmüş olan tecrübeli bir futbol adamı o sırada antrenörü olduğu Beyoğluspor’un yöneticilerine bu afacanı almalarını söylemişti. Böylece bizim kara yumurcak resmi futbol hayatına üçüncü kümede başlıyor, ertesi yıl ikinci kümede oynadıktan sonra birinci kümeye geçiyordu. Şimdi artık İstanbul’da futbol çevreleri Beyoğluspor’da oynayan Şeref Has’ı yakından tanımaya başlamışlardı.

Ama henüz kimse onu adıyla tanımıyordu, daha doğru bir deyişle Şeref şöhret basamaklarını kendi adıyla çıkmadı. Büyüyor, başarı kazanıyor, ilerliyor fakat herkes tarafından “Şeref” diye değil “Mehmet Ali’nin kardeşi” diye tanınıyordu. Hatta onu Beylerbeyi’nden alıp Junior Milli Takım’a seçen sonra da Beyoğlusporlu yönetici Niko Zervudakis’e tavsiye eden antrenör Cihat Arman bile ondan bahsederken “Beylerbeyi’nden Mehmet Ali’nin kardeşini alın” demişti.

Mehmet Ali’nin kardeşi olmak küçük Şeref’in şöhret basamaklarında yükselmesini önlemiyor, aksine faydalı oluyordu. Çünkü ağabey Has (Tarzan), Türk futbolunun yetiştirdiği az bulunur değerlerden biriydi ve Mehmet Ali’nin kardeşi olmak, Milli takım kaptanı olduktan sonra bile Şeref için gurur verici bir sıfat oldu.

Yıllarca ağabeyinin ayakkabısını taşımıştı Şeref, bu ayakkabıları yağlardı, bakardı onlara, maç günleri M. Ali’nin çantası Şeref’in elinde gelirdi stada. Merhum Kelle İbrahim bu küçük malzemeciye bakıp kim bilir kaç kere sormuştu M. Ali’ye “Ne zaman alıyoruz bunu bizim takıma?” diye.

Şeref hızla ilerliyordu. Cihat Arman’ın seçip Almanya’ya götürdüğü Junior Milli Takım’da Metin, Varol, Tayyar, K. Ali, K. Erol, Altaylı Coşkun ile birlikte oynayan Şeref o yıl Beyoğluspor’da bir sezon geçirdi. Gerilerde bir derece tuttu Beyoğluspor fakat onun genç ve acar forveti Şeref gol krallığında dördüncülüğü almıştı.

Sezon sonunda ağabeyinin yakın arkadaşları eski Fenerbahçeli Erol ve Selahattin’in de oynadığı Adalet takımı Şeref’i kadrosuna almaya karar vermişti. Ankara’ya götürdüler Şeref’i. Hacettepe ve Ankaragücü ile iki hazırlık maçı yapacaklardı. Şeref iki maçta 8 gol attı. Futbolu iyi bilen, usta hazırlayıcılar arasında bu yırtıcı adam tutulmaz olmuştu.

Bu iki maçı Ankara’da seyreden yetkili bir Fenerbahçeli teşhisi koymuştu artık: M. Ali’nin kardeşi iyi bir kadro içinde oynarsa bir dev olmaya adaydı.

Hemen harekete geçti Fenerbahçeli yetkili…

Fenerbahçe’de ilk maç

“1955 yılı Temmuz ayının bugünkü yirmibirinci Perşembe günü dairemde huzura gelen…”

Şeref’in Fenerbahçeli oluşu işte yukarıdaki cümleyle başlayan bir anlaşmadan doğmuştur. O Perşembe günü saat 15’te notere gelen Şeref ve Mehmet Ali Has kardeşler aynı anda iki mukavele yapmışlardı. Gene de Şeref’in attığı imza ikinci derecede kalmıştı o gün. Çünkü Mehmet Ali kulübünden istifa ederek Vefa’ya gidecekti. Günlerce ortalık bu haberle kaynayıp durmuştu. Sonunda Has’ların büyüğü kulübünde kalmaya razı olmuş, bu arada kardeşinin de Fenerbahçe ile anlaşması için onun aracılığı sağlanmıştı. Oysa bu sırada Şeref, Adaletli idarecilerle anlaşmış bulunuyordu. Tartışmalar oldu o gün noterde. Ama artık olan olmuş ve Şeref 14 yıl sırtında taşıyacağı Sarı Lacivert formanın adamı olmuştu.

1955/56 sezonunu Fenerbahçe 14 Ağustos’ta yaptığı çift maçla açtı. Sarı Lacivertliler bir takımlarıyla Hilal’i o gün 9-1 yenerken, Fikret, Lefter, Şeref, Burhan, Hüsamettin’den kurulu forvetiyle de Karagümrük’e 3 gol atıyordu. Üçüncü gol Şeref’in ayağından kazanıldı ve bu Şeref’in yıllarca zaferden zafere koşarken en büyük yükü sırtında taşımış olduğu Fenerbahçe hesabına attığı ilk gol oldu.

O yıl Fenerbahçe ilk lig maçında Beykoz’la karşılaştı. O maçta Şeref sağaçıktı. K. Fikret yoktu takımda. Şeref, Lefter, M. Ali, Çetin, Niyazi şeklindeki forvet Beykoz’a ancak M. Ali’nin ayağından bir gol atıyor ve 1-1 berabere kalıyordu. En yeni Fenerbahçeli Şeref bu maçta çok kötü oynamıştı. Bundan sonraki maçta kadroda yoktu.

Oysa ilk çalışmalarda antrenör Markoş, Lefterlerin, Küçük Fikretlerin, Mehmet Alilerin bulunduğu kalabalık bir grupta parmağı ile Şeref’i göstererek “Bu çocuk hepinizden büyük bir kabiliyet taşıyor” demişti. Ama Şeref’in böyle bir iddiası yoktu. Onun bir tek iddiası vardı: “Daha iyi olmak” Ve bütün futbol hayatında bu iddia ile çalıştı, didindi, çırpındı: Daha iyi olacağım. Daya iyi olacağım. Daha iyi olacağım.

Ve daha iyi olmak için birçok şeylere sahipti. Önce hem hırsı hem tevazusu vardı, sonra da hem uysal ve saygılı hem de çok sevilen Tarzan’ın kardeşi idi. Bundan şu sonuç çıkardı ki, Şeref takım içinde bütün ağabeylerin ve bütün arkadaşların en çok sevdikleri adam olmuştu. Seviliyor ve şımarmıyordu. Şımarmıyor ve daha fazla seviliyordu. Bütün hataları en yumuşak ikazlarla düzeltiliyordu. Onun gelişmesini ve pişmesini görmek bütün takım arkadaşlarını sevindiriyordu.

Büyük takıma girmenin ve orada kendini sevdirmenin ne demek olduğunu böyle bir macerayı yaşamış olanlar bilirler: Vahşi bir ormanda tek başına kalmak kadar korkunçtur bu. Yalnız kalmış bir sporcunun ise başarı şansı o kadar azalır ki. Şeref asla yalnız kalmayacak adamdı ve kalmadı.

Fenerbahçe takımında bir yıl bazı maçlarda oynayıp birçok maçlarda kadro dışında olmak onu üzmedi. Çalıştı ve sabretti.

Sonra ertesi yıl 1956/57 sezonunda takıma yerleşiverdi. Öylesine yerleşti ki, 32 lig maçının hepsinde vardı. O günden sonra her yıl lig maçlarında en çok yer alan Fenerbahçeli o oldu. Sahada hiçbir mücadeleden kaçmıyor, hiçbir maçtan sonra da sakatlanıp takımdan dışarda kalmıyordu. Ağırlık yavaş yavaş bu kudretli bünyenin üstüne yıkılmaya başladı.

Eğilmedi vücudu, ezilmedi, yılmadı. Takımında en büyük yükü taşıyan adam olmak onu isyan ettirmedi. Bir taraftan futbola olan aşkı gittikçe bir alev haline geliyor, bir taraftan kendisini Fenerbahçe’nin bir organı bir hücresi gibi görmeye başlıyordu. Futbol bir sevgiliydi ki, ondan ayrılamaz, Fenerbahçe bir büyük vücuttu ki, ondan kopamaz.

Onu iyi tanımak ve unutmamak gerekir

Futbolcu vardı, ince ve zarif stiliyle tarihe geçer, Lefter gibi, M. Ali gibi, Kadri gibi, Büyük ve Küçük Fikretler gibi, Boduri gibi, Can gibi… Futbolcu vardır, kısa yoldan sonuca gidişiyle başarı ve şöhret kazanır, adını zaferle birlikte yazdırır, Zeki Rıza gibi, Hakkı Yeten gibi, Beşiktaş’ın eski kartalları Şükrü, Kemal, Şakir gibi, nihayet Metin gibi…

Ve futbolcu vardır: Şeref gibi…

Ne göz dolduran – ya da göz aldatan – kişisel bir futbol üslubu vardır, ne de sonuca giden kesin bir vuruculuk vasfı. Sahada onun için tek rol ve amaç kalmıştır. Nasıl, nereden, kimin üzerinden olursa olsun takımın başarısı.

Ne bir hareket cambazlığının şiirini seyredersiniz onda, ne de 11 kişinin çabasından elde edilen egoist bir kahramanlığı… Oysa her başarıda onun yapıcılığı, her ileri gidişte onun iticiliği vardır. Bu bir futbolcu tipidir ki artist değildir, fakat askerdir bir bakıma.

İşte Şeref o futbolculardandı. İşte bunun içindir ki Şeref’e futbolun ve takımının “hamalı” dedi Türk esprisi. Ve biz bunun içindir ki bu yazı serisinin başlığını böyle koyduk: “Futbolu Sırtında Taşıyan Adam”.

Şeref Fenerbahçe’ye girdiğinden bu yana hangi maçları oynadı, bu maçlarda neler yaptı, Junior Milli Takım formasından sonra giydiği Ay Yıldızlı forma altında döktüğü ter o formaya neler kazandırdı. Bunları tek tek ele alıp değerlendirmenin önemi yok şimdi. Önemli olan Şeref’i iyi tanımak ve unutmamaktır.

Bir adam ki, ikisi Junior, üçü B, geri kalan 42’si A takımında olmak üzere 47 defa milli formayı taşımıştır. Bir adam ki son 20 yılda Fenerbahçe gibi bir takımın formasını en fazla taşımış olan sporcuların ikincisidir Lefter’den sonra… Bir adam ki, 18 yıllık futbol hayatının hiç değilse 7-8 yılında takımının yaptığı bütün resmi maçların hepsinde yer almıştır… Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

Bir adam ki, katıldığı bütün maçlarda aynı fonksiyonu, yılmak bilmez bir irade, tükenmek bilmez bir enerji ile aksamadan yapmış, yani takımının yükünü severek omuzlarına almıştır.

Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

Bir adam ki, Küçük Fikret’in, Lefter’in, Ergun’un, Can’ın, Naci’nin, Basri’nin, Yılmaz’ın ve daha pek çok “Büyük” futbol yıldızının yanında oynamış fakat onların her birinden daha çok FENERBAHE’Yİ OMUZLARINDA TAŞIMIŞ OLAN ADAM olmuştur.

Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

Bir adam ki, Büyük Fenerbahçe’nin yaşı yüzyılları geçtikten sonra bile, kulübün tarihinin şeref sahifeleri içinde, onun adı “en fazla hizmet etmiş kişiler” arasında pırıl pırıl parlayacaktır.

Bu adamı iyi tanımak ve unutmamak gerekir.

Ve Şeref Has, Türk futbolunun ve Fenerbahçe’nin hiçbir zaman unutulmayacak temel taşlarından biridir.

Şeref Has karakterinde Şeref Has’ın ruh ve fizik yapısında bir futbolcu ile aynı devirde yaşamamış olanlar, biliniz ki futbol zevki bakımından bir şeyler kaybetmişlerdir.

Büyük sevgilisi futbolu ve – bir hücre bir organizmaya nasıl bağlıysa öylesine bağlı olduğu – Fenerbahçe’yi sağlam ve gurursuz omuzlarında isteyerek taşımış olan adam!

Selam sana!

Kahraman Bapçum 18-21 Haziran 1969 – Milliyet…


Has Şeref

Seneler farkına varmadan geçiveriyor. Biraz geçmiş günleri düşünmeye niyetlenseniz her şey daha başka, her şey daha taze ve her şey daha renkli görünüyor insanın gözüne. Spor servisinde gördüğüm bir sporcu beni 15 sene evveline götürmüştü bile. Vefa Stadı’nın diz boyu suyla kaplı sahasında 100’e yakın genç arasından İstanbul genç karma seçmesini yaparken gözüme tertemiz yüzlü, efendi yapılı, istidatlı ve canlı bir genç ilişmişti. Bu genç canlılığı, hareketliliği, cesaretli hareketleriyle karmaya girmiş, İzmir’de yapılan şehirlerarası karma maçlarında da göz doldurarak kadroya alınmış ve 1954 Nisan’ında Almanya’daki Avrupa Genç takım şampiyonasına iştirak edip iki maçta da yer almıştı.

Seyahat dönüşü Beyoğluspor kulübüne antrenör olmuş, kadroya genç ve istidatlı gençler almak kararını vermiştim. Bu genci Beyoğluspor’a aldığımda bazı idareciler “Bu da alınır mı” gibi sözler etmişler, ben de “Onu 1-2 sene içinde milli takımda görürsünüz” diye karşılık vermiştim.

Nitekim kısa zamanda gelişen bu kabiliyetli genç Fenerbahçe tarafından transfer ediliverdi.

İşte üzerinde hassasiyetle durduğum bu futbolcu, Fenerbahçe’nin unutulmaz yıldızlarından Mehmet Ali Has’ın kardeşi Şeref Has’tı.

Kulüp ve renk sevgisini ön planda tutan Şeref ciddi çalışması ile sahalarımızın sevilen bir yıldızı oldu ve senelerce onsuz ne Fenerbahçe ne de milli takım akla gelmedi. Doksan dakika boyunca takımın bütün yükünü sırtına alarak çalışan, bütün gücünü ve terini çim sahalarda bırakan Şeref, uzun yıllar gerek Sarı Lacivertli renklerin gerekse milli takımın şerefi oldu.

Şimdi bu şerefli çocuk futbolu bırakıyor ve biliyorum ki ona doyamadan ayrılıyor. Daha doğrusu meşin top onu terk ediyor. Ama bu ayrılış sadece Fenerbahçe ve milli takımdaki oyunculuğu olacak. Onu, bu vazifelerin bitimini müteakip yeni vazifeler bekliyor. Onun bugüne kadar yetişmesinde nasıl hizmet edenler olmuşsa o da bundan sonra birçok gençlerin yetişmesinde vazifeli olacak ve memleket sporuna yararlı olmaya devam edecektir.

Seni memleket futboluna Şeref Has olarak verdim, Has Şeref olarak ayrılıyorsun.

İleriki günlerin mutlu ve başarılı olsun.

Cihat Arman 21 Haziran 1969 – Milliyet

Bir Cevap Yazın