Menü Kapat

Can Kozanoğlu’nun Datcu Röportajı

Can Kozanoğlu'nun Datcu Röportajı

Kıymetli büyüğümüz Can Kozanoğlu’nun Datcu röportajı, Mart 1987 tarihinde Yeni Gündem dergisinde yayınlanmış. Haluk Kılıç ağabeyin arşivinden çıkan bu değerli anıyla sizleri baş başa bırakalım…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


İlie’den İlyas’a 18 Yıl

Eski Fenerbahçe Kalecisi Mutlu Bir Türk Oldu

Yok, yok yanlış yazıyorlar. Benim isim hiç değişmedi. Türk tabiyetine geçmek için mecbur isim veriyorlar. Benim isim İlyas Datça oldu ama Türk tabiiyetine geçtikten bir ay sonra mahkeme kararıyla yine değiştirdim. Beni futbolcu olarak, antrenör olarak hiç kimse bilmez İlyas Datça diye. İsmim hâlâ aynı, Ilie Datcu.”

Spor sayfalarında, Kartalspor Teknik Direktörü İlyas Datça’nın demeçlerini görenler, eğer futbolla çok fazla içli dışlı değillerse, “‘bu da kim?”‘ deyip geçiyorlar. Ama Datça’nın kim olduğunu bilenler için iş değişiyor.

Prekazi kalsın mı, Pesiç gitsin mi? Yabancı antrenör getirelim mi, sahaları yalnızca Türklere mi bırakalım?

Son zamanlarda Türk futbolunun gündeminden hiç çıkmayan bu sorular, İlyas Datça’ya, yani Ilie Datcu’ya özel bir konum, ayrı bir önem kazandırıyor. 60’lı yılların sonundaki yabancılar furyasıyla Türkiye’ye gelen, sonra yabancılığını kadro dışı bırakıp Türk tabiiyetine geçen Datcu, tam on sekiz yıldır futbolumuzla iç içe yaşıyor. Romanya Milli Takımı’nın eski kalecisi Türkiye’de neler gördü, neler yaptı? Şampiyon Fenerbahçe’nin kalesinden, Üçüncü Lig takımı Kartal’ın teknik direktörlüğüne uzanan güzergâhta neler yaşadı, neler kazandı, neler kaybetti?

Futbolculuktan antrenörlüğe

“1969’da Fenerbahçe’ye geldim. 75’te jübile yaptım, 75-76’da, Giresunspor’da futbolcu oldum. 76-78 Fenerbahçe’de görev aldım. Sonra İstanbul takımları çalıştırdım, Vefa’ya antrenör oldum. 78-81 arası Almanya’da kaldım. Hem kurs için, hem bazı aile işleri için. 81’de Göztepe’ye geldim. Sonra iki yıl Karagümrük’te çalıştım, şampiyon yaptım. 84-85 yine Göztepe, ardından bir yıl Denizli ve bu yıl da Kartal.”

Datcu, bu uzun yol boyunca özel hayatında da önemli değişiklikler yapıyor. Türk vatandaşlığına geçiyor. Rumen eşinden boşanıyor, kızını kaybediyor, şimdiki eşi Nur’la evleniyor, yeniden baba oluyor.

Datcu, bu on sekiz yılı anlatırken hemen hiç yakınmıyor. Bol “canım”lı cümlelerle, hafif bozuk bir Türkçeyle konuşuyor ve hep gülümsüyor. Antrenörlükte en çok önem verdiği nokta, ortam. Hayatta hiçbir takımı iki üç maçta bırakıp gitmediğini söylüyor:

“Her iki taraf da memnun olacak biçimde çalışmak lazım. Parayı al, sonra git. Bu olmaz. Ben aldığımın karşılığını vermek isterim. İdarecilerle iyi anlaşmak lazım, sezon biterken, gelecek yeni yönetimi de düşünürüm ve hep efendi ayrılırım. ‘Bana müsaade, size teşekkür ederim. Belki yeni idareciler kendi adamlarıyla çalışmak isterler’ derim. Hep efendi, hep.”

Peki, bir Üçüncü Lig takımında çalışmak Datcu’yu rahatsız etmiyor mu?

Hayır: “Canım benim için bir problem olamaz.”

Datcu’nun eşi, İstanbul’da ailesinin yakınında olmak istiyor. Sezon başında İstanbul’a geliyorlar. ”Belki bir yıl dinlenirim” derken, Kartallı yöneticilerden Mehmet Özbek kapısını çalıyor, kıramıyor. Üstelik beklediğinden daha iyi bir ortam ve iyi tesisler buluyor: ‘Bu idareciler Üçüncü Lig’te kalırlarsa günah olur. İkinci Lig’e çıkarsak, belki on yıllık sözleşme bile yaparım.”

Elde kalanlar

Türkiye’de geçen yıllar Datcu’ya parasal açıdan ne vermiş? En azından geleceğini garantiye alabilmiş mi? Para kazanmak zorunda olduğunu biliyor, ama parayı her zaman ön planda görmüyor. Datcu bu konuda da memnun ve iyimser:

“Canım ben memnun. Yaşadığım aile hayatı, kazandığım para, her türlü memnunum. Öbür antrenörler gibi üç ev, beş ev istemiyorum. Şu anda kayınpederin yanındayız. Genellikle hayattan memnunum yani.”

Datcu için parayı ikinci plana iten bir sevgi de futbol. Hayatının en kötü günlerinin, jübileyi izleyen dönem olduğunu söylüyor:

“Futbolu bıraktıktan sonra günlerce insan değildim ben. Dolaştım dolaştım da evi bulamadım. Bana bir top verin ölünceye kadar öyle kalırım. O kadar seviyorum. Bir de yenildiğimiz zamanlar çok kötü olurum. Eve gelirim, karımla, çocuğumla konuşamam.”

Mağlubiyetlerin Datcu’yu ne kadar üzdüğünü anlayabilmek için, oğluyla konuşamamasının ne olduğunu bilmek lazım. Üç yaşındaki Kerem’e olağanüstü bir düşkünlüğü var:

“Bugün geldim, evi boş buldum, çıldırdım.”

Elli yaşındaki Datcu, Türkiye’de kurduğu yuvasını, aile hayatını, futbol camiasındaki ilişkilerini korumak istiyor. On sekiz yıl içinde buraları çok ama çok benimsemiş.

1969 yılında, “İki yıl oynarım, dönerim” düşüncesiyle terk ettiği, on altı kez milli formasını giydiği Romanya’ya sekiz yıldır gitmiyor. Vatandaşlık işlemleriyle ilgili sorunlar çözümlenirse bu yaz bir uğrayacak ama yalnızca kısa bir ziyaret için. Çünkü tekrarlamanın zararı yok, Türkiye’yi çok benimsemiş.

“‘Ben gerçek Fenerbahçeliyim”

Hem de ne kadar? Eğitim Dairesi’nin, kalecilik semineri için yaptığı çağrıyı, “Bu benim için milli bir görev” diye değerlendirecek kadar. Sonra Datcu’nun Fenerbahçe sevgisi var. “Ben gerçek Fenerbahçeliyim” diyor. Profesyonel çalıştırıcılığı bir yana, Fenerbahçeliliği bir yana koyunca ne oluyor?

Hani Galatasaray’dan, ya da Beşiktaş’tan bir teklif gelse:

“Çok düşünmek lazım ama zor, çok zor, Fenerbahçe’yi bırakabilmek çok zor.”

Datcu, Türkiye’deki en mutlu anlarını galibiyetler ve şampiyonluklar olarak görüyor. Jübile dışındaki en kötü anları ise mağlubiyetler, yediği kötü goller. Ama öyle, en kötü bir tek gol yok, çünkü: “Hatalı gol yemek beni üzer. Ama bir tane değil ki, çok yedim. Çok mağlubiyet aldım.”

Goller yemiş, mağlubiyetler, hezimetler görmüştü ama sonunda, nasıl başarabildiyse, mutlu bir Türkiyeli olmuştu. Eski bir yabancı futbolcu, yeni bir Türk antrenörü olarak, “Türkiye’nin yabancı antrenöre de, yabancı oyuncuya da ihtiyacı var ama kaliteli yabancılara, kolay uyum sağlayabilecek olanlara” diyor. Galiba, “benim gibi’ demek istiyor da alçakgönüllülüğünden söyleyemiyor.

Can KOZANOĞLU – Mart 1987 – Yeni Gündem Dergisi


Can Kozanoğlu'nun Datcu Röportajı

Bir Cevap Yazın