Menü Kapat

Can Hayat’ta

Can Hayat'ta

Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Can Bartu Hayat’ta!

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Can Bartu

Dundan birkaç yıl önce meşhur bir spor muharririmiz şöyle yazıyordu:

“…bu genç sporcuya futbolu bir an önce bırakarak çok muvaffak olduğu basketbola hız vermesini tavsiye ederim. Zira Can’ın futbol hayatı hiç de muvaffakiyetli geçmeyecek.”

Bu yazıyı aylar ve yıllar takip etti; şimdi Fenerbahçe’nin genç oyuncusu Can, sade Türkiye’de değil Avrupa’nın birçok memleketlerinde harika bir futbolcu olarak vasıflandırılıyor…

1936 yılında Moda’da dünyaya gelen Can Bartu, Yeldeğirmeni Ortaokulu’ndayken basketbol ve voleybol oynamaya başlamıştı. Basketbolda şayanı hayret bir başarı gösteriyordu. 15 yaşında Fenerbahçe basketbol genç takımına alınan Can, pek az bir zaman içinde (A) takımına transfer oldu. Aradan iki sene geçmişti ki Can’ın (A) takımında millî olduğunu görüyoruz. Macarlara karşı oynadığı bu ilk maçta 12 sayı yapmıştı. Gazeteler hep ondan bahsediyordu.

Can bu arada futbola da başlamıştı. Bunu kendisi söyle anlatıyor:

“Topla elle oynamaktan bıkmıştım. Onu zıplatmadan yerde sürerek oynamak istiyordum, Birkaç ayak darbesi bunu mümkün kıldı… Futboldan bayağı hoşlanmıştım… Bu sıralarda B. Fikret ve basket antrenörü Önder Dai de futbola çalışmama önayak oluyorlardı. 18 yaşımda Fenerbahçe futbol takımının bazı maçlarında oynamaya başladım. Aynı sene her iki branşta birden milli olmuştum. Bugüne kadar da 14 defa basketbol, 16 defa da futbol milli takımında yer aldım.”

Can’ın antrenman günleri dışında hiçbir programı yok. “Hayatın akışına göre kendimi bırakırım” diyor. Yalnız otomobiline atladığı gibi kendine gelişigüzel bir program çizdiği de olur.

Halen vatani vazifesini yapan Can’a ilerdeki düşünceleri hakkında bir sual soracak olursanız muhakkak ki şöyle cevap verecektir: “İlk önce önümüzde bir transfer mevsimi var. Bu ayda her şey olabilir, zira hepimiz için bu mühim bir meseledir. Futbolu İtalya’da oynamak isterim, yaşamak meselesine gelince de tereddütsüz İsveç diyeceğim.”

Şimdiki halde futbolun haricinde ayrı bir meşgalesi yok, “Sadece” diyor, “Akşam gazetesinde haftada bir, iki defa yazı yazıyorum.” Mamafih futbolu bırakmadan önce iş hayatına atılacağını da ilâve etmekten geri kalmıyor,

Can, giyim hakkında fazlaca titiz. “Her sene” diyor “Avrupa’da bir hayli dolaşıyoruz. Bu sebeple ekseriyetle dışarıdan giyinmeye imkân buluyorum, Kışın İngiliz, yazın ise İtalyan stiline göre giyinirim.” Laf arasında bazı Avrupa şehirlerinde kupon elbise satan mağazaların müşterisi olduğunu da öğrenmek mümkün oluyor.

Genç futbolcunun ismi Avrupa’da zaman zaman yanlış telâffuz ediliyor. Mesela son seyahatlerinde Macaristan’da “Gan”, Fransa’da ise “Kan” diye çağırılmıştı, Bu da ona fazlasıyla garip geliyormuş.

Genç futbolcu, bugüne kadar oynadığı maçların en enteresanı olarak Amsterdam’da Hollanda’yı (2 – 1) mağlup ettikleri maçı şöyle anlatıyor:

“90.000 kişi önünde oynuyorduk. 1 – 1 berabere durumdaydık. Sol bek İsmail’den bir top almıştım. Gerilerden ilerlemeye başladım, kimse üstüme gelmiyordu, 18 e girdim önüme gelenleri çalımlıyordum. Bu sırada Metin’in sola deplâse olduğunu gördüm ve topu ona doğru gönderdim… Az sonra arkadaşlarım ikimizi kucaklamışlardı, Metin galibiyet golümüzü atmıştı… O günü hala unutamam.”

Akşamüstleri ekseriyetle Hilton’a çay içmeye gidiyor. Zaten müzikle ara si çok iyi. Bilhassa İtalyan parçalarından hoşlanıyor. Koleksiyonundaki son plâğı Julia. Mamafih bu son seyahatinde albümünün zenginleştiği söyleniyor.

Yaz günlerinin kışa nazaran daha iç açıcı olması genç futbolcunun sıcak mevsimi tercih etmesine sebep oluyor. Bekâr olan Can’ın gerek kulübe, gerek gazeteye ve evine gelen mektupları cevaplandırması hayli zor oluyormuş.

Son olarak kendisine, “Günün kadını nasıl olmalıdır?” şeklinde bir sual sormuştuk, genç futbolcu bunu da şöyle cevaplandırdı.

“Günün kadını; sadelik ve şirinliği üstünde toplamış bir görünüşte olmalıdır. Ayrıca bana göre modern olmasını bilen her kadın güzeldir».

Hayat Dergisi – 1959

Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük


Bir Cevap Yazın