Menü Kapat

Lefter Küçükandonyadis Röportajı

Lefter Küçükandonyadis Röportajı

Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Lefter Küçükandonyadis röportajı ile karşınızda…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Fener Aşkı İçin

Fenerbahçe sevginiz nasıl oluştu?

Ben Fenerbahçeli doğdum sayılır. Kimileri benim Fenerbahçe’de oynadığım zaman Fenerbahçeli olduğumu sanıyor fakat ben de doğuştan Fenerbahçeliyim.

Büyükada doğumluyum. Sekiz, on yaşlarındaydım. Buradaki arkadaşlarım bana sen de Fenerbahçeli ol dediler. Ben zaten Fenerbahçeliyim dedim. Bana bir forma verdiler. Bir takım kurduk, kendi aramızda maçlar yapıyorduk hatta Büyükada A Takımı’nı bile yeniyorduk. Fenerbahçe’ye karşı sevgim o kadar büyük ki bu sezonun sonunda Avrupa’dayken manastırda boyum kadar mum yaktım. “Allah’ım sen büyüksün, sen bilirsin” diye yalvardım. Yalvardım ama 81 yaşındaki adamı çocuklar gibi ağlattılar.

En son seyahatimde İtalya’ya, Yunanistan’a gittim, maçları seyrediyordum. Floransa’da sarı lacivertli takım renklerini gördüğümde ağlıyordum. Avrupa’da oynadığım zamanlarda da sarı- lacivert forma giyen takımı Fenerbahçe zanneder, psikolojik olarak oyundan kesilirdim.

Bu sevgi bana nereden geldi bilmiyorum. Eski günlerden daha yoğun yaşıyorum. Oynarken belki içindeydim, zaten Fenerbahçeliydim ama şimdi gece yatarken dua ediyorum, sabah kalktığımda dua ediyorum. Fenerbahçe galip geldiğinde dünyalar benim oluyor. Yenildiğimizde veya beraberliklerde benimle evde kimse konuşamıyor. 

Sağlığınız nedeniyle heyecanlanmamanız gerekiyor. Maçları izleyebiliyor musunuz?

Kalp rahatsızlığım ve şekerim var. Doktorum maçları izlemeye, röportaj yapmama izin vermiyor. Eskisi kadar kolay olmuyor. Sağlığım nedeniyle heyecanlanmamam gerektiğinden önce maçın gidişatını sorarak uzaktan takip ediyorum. Mesela 4-0 önde gidiyorsak televizyonu açıp izlemeye başlıyorum. Mağlup olma gibi bir gidişat varsa izleyemiyorum. Kalbim dayanmıyor.

Futbolda başarının sırrı nedir dersem, nasıl sıralarsınız?

Rakibi her alanda psikolojik olarak ezmeniz gerekiyor. Ona enerji vermeyeceksiniz. Aynı zamanda hep bir adım önde olup kendi ayaklarına son derece hâkim olacaksın. Beynin ayaklarınla konuşmalı ki yaptığın pozisyonlara yön verebilirsin. Hızlı olacaksın, atak olacaksın, koşacaksın, koşacaksın, durmak yok. Takımına bağlı olup onu çok seveceksin.

Futbol oyuncularına neler söylemek istersiniz? Önerileriniz?

İyi huylu olan tüm futbolcuları severim. Ne olursa olsun, hangi takım olursa olsun.

Bugün çalışma ortamı olsun, oynadıkları statların muhteşemliği olsun, çok rahatlar. Büyük paralar alıyorlar.

Biz o zamanlar bileğe kadar çamurlara bulanıyor, çamurlu sahalarda oynuyor, ayakkabılarımızı kaybediyorduk.

Geçen sene Ali Koç, Mustafa Koç ve Tuncay beni ziyarete geldiler. Biraz doldurdum Tuncay’ı, ondan sonraki haftalarda çok güzel goller çıktı. Tuncay’ı şöyle uyardım: “Yavrum sen topu alıyorsun, adamın üstüne üstüne gidiyorsun, ‘olursa olur’ diyorsun”.

Tuncay’ı çok beğeniyorum ama daha disiplinli oynamasını istiyorum. Çok genç daha… Futbolcular maça kendilerini daha çok vermeli. Appiah’ı hırsından dolayı beğenip onu gözümde doğuştan Fenerbahçeli olarak görüyorum. Onun da ağlaması beni çok etkiledi.

Anelka’yı, Fransa’da daha çok beğeniyordum. Fakat Fenerbahçe’de istediğim verimi alamadım.

Tüm oyuncularımızı çok seviyor, çok daha iyi yerlerde görmek istiyorum. Bilhassa antrenmanlara başlayacağı zaman kendilerine çok iyi bakmaları gerekir. Sakatlanmalara, beslenme düzenine, özel hayatlarına dikkat etmeliler. Bunlara dikkat ederlerse hem kendileri için hem de takım için çok daha iyi olacak. 

Bir futbol oyuncusu, bir maçın sonunda yenildiğinde neler hisseder?

Takımını çok seven bir sporcuysa çok mutsuz olur. O sorumluluğun altında çok üzülür. Ama bakacak, sonucu değerlendirecek ve bir dahaki maç için kendisini hazırlayacak. Özel zevklerinden uzak kalacak. Antrenman çok çok önemli, antrenman öncesinde gezmeyecek, eğlenmeyecek, yorulmayacak. Antrenmanlardan kopmak demek maçlar başlamadan iplerin kopması demek.

Size en çok benzettiğiniz, size en yakın gelen futbolcu kim dersek?

Kendime yakın gördüğüm, oyun stilime benzettiğim futbolcu Rıdvan Dilmen derim…

Lefter Küçükandonyadis’in hayatına baktığımızda hırslı ve mağlubiyeti kabullenmeyen bir yapınız var…

Doğru asla mağlubiyeti kabullenmezdim. Ve çok hırslıydım. Biraz da agresif futbol oynardım. Bu soruya bir anımla cevap vereceğim.

Milli Takım – Yugoslavya maçıydı. O maçta da diğer arkadaşlarımda olduğu gibi benden çok şey bekleniyordu. Yugoslav takımının defans oyuncusuna benim hakkımda çok şey anlatılmış, maçı bırakıp sadece benimle ilgilenmesi ve beni adeta kilitlemesi tembihlenmişti. Gerçekten de bir süre kadar rahat hareket edemedim. Ve en sonunda hırsıma yenik düştüm.

Şeref Tribünü tarafından taç kullanacaktık. Takım arkadaşıma “Topu kafama at dedim”. Nasıl olsa yanımdaki Türkçe bilmiyordu. Top kafamla tam buluşurken dönerek aniden beni maç boyunca tutan oyuncuya bir kafa attım. Sonra da “Şimdi daha iyi tutarsın” dedim. O gün Yugoslavya’yı 3-0 yenerek ayrıldık.

Rakip takımların antrenörleri taktiklerini benim üzerime göre kurarlardı. Oyuncularına “Lefter nereye siz oraya” derdi. Futbol hayatım süresince ciddi sakatlıklar geçirmedim. Beşiktaş’ta oynayan bir Nusret vardı. Her maçta pozisyona yatıp bileklerimi tekmelerdi.

Bugün mümkün olsa oynamak ister miydiniz?

Bugün oynamak isterdim ama Galatasaray karşısına. Çok şampiyonluklar yaşadım. Galatasaray’a karşı alınmış bir galibiyet sevinci şampiyonluk sevincine bedeldi. Bu her zaman Galatasaraylılar için de böyle olmuştur. Fenerbahçe-Galatasaray maçı dünyanın en büyük derbilerinden biri sayılır. Galatasaray karşısına otuz üzerinde golüm var. Bir de kafayla golüm var ama kafayla atılan gollerim sayılmıyor. (Gülüyor) 

Rahmetli Adnan Menderes’le geçen anınız…

Ankara’ya gittiğimizde Menderes beni çağırdı

“Niye çağırdım seni biliyor musun?” dedi.

“Bilmiyorum” dedim.

“Verecekler Lefter’ e, o da yazacak deftere” dedi. 

Kulübümüz hakkındaki görüşleriniz?

Her şeyiyle mükemmel. Böyle başkan bulunur mu hiç? Yönetim değişmesin kimsenin bu yönetimden bir şikâyeti yok. Başkan Aziz Yıldırım dört dörtlük bir insan. Ben Fenerbahçe’de ne başkanlar gördüm ama böylesini hiç görmedim. Yeni gelen başkanlar da Aziz Yıldırım’ı örnek alsınlar.

Bir oyuncu hastalanır, hastaneye gider. Her şeyden haberi vardır.

Yenilenen tesislerimiz, stadımız, müzemiz… Hepsi muhteşem. Biz çamurlu sahalarda oynuyorduk, çamurlu sularda yıkanıyorduk. Oynadığımız sahanın arkasında iki tane kuyu vardı. Onlar bir doldu mu yandık demekti. Tek düşündüğümüz giydiğimiz formanın hakkını vermekti.

Kıymet görmek için kıymet bilmek lazım. Şimdi ki koşullar şahane.

Uzun seneler antrenörlük yaptığınızı biliyoruz…

1965-1966 sezonunda futbolculuğuma noktayı koyduğumda antrenörlük yapmaya başladım. Anadolu’da çok takım çalıştırdım. Samsunspor, Boluspor, Orduspor, Sivasspor, Mersinspor’da antrenörlük yaptım. Bolu ve Mersin’i 1. kümeye çıkardım.

Antrenörlüğüm 11 sene devam etti. Antrenör, futbolcusu karşıdan gelirken onu anlamalı, maçta ise futbolcu antrenörünün bir bakışından çok şey çıkartmalı. Sonra gazeteciliğe başladım. Tabii taraflı bir gazetecilik oldu.

En beğendiğiniz Türk antrenör?

Aykut Kocaman.

Fenerbahçe’de takım kaptanlığı yaptınız? Takım ruhunu nasıl oluştururdunuz?

Fenerbahçe maçları oynanacağı zaman maçlara çıkarken soyunma odasında sarılırdık birbirimize. “Ölüm var dönmek yok” diyorduk. Birbirimize bu maçı alacağız, topu kaybeden koşacak, kovalayacak, rakibini rahat oynatmayacak. Dediğimizi yapıyorduk, maçı da alıyorduk.

Sonra bir tarzımız daha vardı. Sahaya çıkıldığı zaman golleri de attıktan sonra herkes bildiği atraksiyonları yapardı.

Bir Ankara maçında Mehmet Ali çalım atarken güneşin battığı bir zamanda gözüne güneş vurdu. Mehmet Ali, direği adam zannetti gitti çarptı direğe. Sonra başına yara aldı.

Maçın ardından soyunma odasında ilk sorusu “Lefter bana kim vurdu?” oldu.

Ben de “Kimse vurmadı sen direğe çarptın” dediğimde kahkahalar yükseliyordu.

Her zaman takım ruhu içinde oynuyorduk. Her zaman da motive olurduk. Herkes ayrı birer kıymetti. Hep birlikte çok iyi mücadele ederdik. Herkesten de saygı ve sevgi görürdük.

Maça çıkarken uğur getiren bir hareket veya taşıdığınız bir simgeniz var mıydı? 

Her maçta soyunma odasından çıkarken, o merdivenlerden önce sol ayağımı atıyordum. O hareketi yaptığımda benim için bitmişti, artık kaçışı yoktu, maç kesin bizimdi.

“At sol ayağı sonra yürü İnönü stadının merdivenlerinden!”

Formada en sevdiğim benimle bütünleşen numara 10 numaraydı. 10 numaraya çok hırsım vardı. 10 numaralı Fenerbahçe formamı giydiğimde bir canavar kesiliyordum. Ayrıca 11-7-8 numaralı formaları da giydim.

Avrupa takımlarında oynayarak tüm tribünleri “Turco Turco Lefter” diye inleterek gurur kaynağımız oldunuz.

1953 senesinde İtalya’da Fiorentina takımında forvet oynadım. Fiorentina’ya gittiğim zaman yaz mevsimiydi. Yazın İtalya, transfer yapılacak, dışarıdan gelecek oyuncuları denemek için antrenmana tabii tutardı. Bende ne deneme ne bir şey! Buradan sadece ayakkabılarımı alarak uçağa bindim. Otele girdim. İtalyan’ın büyük antrenörü Perona beni antrenmana tabii tuttu orada.

Türkiye’den kim gidecek, kim oynar, ne oynar, neci beni ilk gün çıkarttı. Bir salkım üzüm getirdi. Antrenmanlarda hep üzüm getirirdi. Antrenmanımızı gördü, top atıyor, çalım yapıyor, 18’e vuruyorum ayaklarım kuvvetliydi, çabuktum. Öyle bir beğendi ki, sonra deniz kenarında bir restaurantta götürdüler. Artık ne balık istersen… Istakoz, karides büyük bir ziyafet verdiler. Herkesle mukaveleler, pazarlık yaptılar hep benden çok aşağı oldu. Benimle büyük miktarda anlaşma yaptılar. İtalya’da çıkan 3 yabancı oyuncu sınırlaması kanunu nedeniyle Fransa’nın Nice takımına transfer oldum. Sonra bir sene de Afrika- Johannesburg’da antrenör futbolcu olarak görev yaptım. İstanbul’a dönüşümde Fenerbahçe’nin ısrarıyla bir süre daha Fenerbahçe’de oynadıktan sonra İstanbulspor maçıyla, oyuncu olarak futbol hayatımı noktaladım. 19 senelik Fenerbahçe geçmişimi 700’e yakın golle tamamladım. 50 kez Milli formayı giydim.

Peki şimdi, bir gününüz nasıl geçiyor?

Evde olduğum zamanlar televizyon izliyorum. İtalyan, Avrupa kanallarını izliyorum.

Tabii ki Fenerbahçe TV’yi de izliyorum. Armamızı gördüm mü o bana yetiyor. Çok keyif alıyorum.

Güzel havalarda iskelede Prinkipo’da oturuyor, bazen burada çay içiyor, öğlen yemeği yiyorum. Yürüyüşe ve yokuş çıkmama müsaade yok. Heyecan yok.

Tüm Fenerbahçe taraftarları için mesajınızı alabilir miyiz ?

Taraftarlara diyeceğim hiçbir şey yok. Şahane insanlar, hepsi şahane. Hepsi takımına çok bağlı. İnsan o sevgiyi gördükçe ne bileyim “Bu kadar sevgi olur mu?” diyorum. Bu taraftara söylenebilecek hiç söz yok. Her zaman takımlarını sevsinler, desteklesinler. Her şeyin en iyisini, en güzelini hak ediyorlar.

Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Bir Cevap Yazın