Menü Kapat

Kalamış

Sermet Muhtar Alus‘un Kadıköy semtlerini anlattığı yazılarda sırada Kalamış var… Keyifle okuyacaksınız.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Kalamış

İstanbul’u fethimizin 500üncü yıldönümüne kadar, yani 7 sene içinde, Fenerbahçe önünden Haydarpaşa açıklarına bir dalgakıran uzatılacağı; gerisine vinçler, antrepolar, gümrük daireleri yapılacağı, hülasa modern İstanbul limanının burada kurulacağı rivayetlerinin ortalığa yayılması üzerine Akşam’ın “Akşamdan Akşama” sütununda “Kalamış’a ve Moda’ya elveda” diye nefis bir fıkra çıktı. Dört gün de “Aslı yok, fakat” başlığıyla enfes bir “Hafta konuşması” onu takip etti.

Bu mevzu hakkında daha âlâ, daha tesirli yazı yazılamaz. Münasebet düştüğü için, şimdi ben burada Kalamış koyundan, eski günlerinden bahsedeceğim:

Lügat kitabı Kalamış kelimesini “Deniz kenarında bulunan sazlık, kamışlık” diye tarif ediyor. Fransızcadaki “la jonchaie” veya “la jonchere”, Almancadaki “das Binsengebüseh”, tam karşılığıdır. Her şeyde bilgiçlik taslayan bazı ukala dümbelekleri kelimenin kokulu yağı çıkarılan kalemis’ten türediğini iddia ederler, sebep olarak da etraftaki çayır çimenlerin, çiçeklerin latif rayihalarını ileri sürerlerdi.

Yazın Fenerbahçe civarında oturan ecnebi kırmaları, Stanboul, Levant Herald gazetelerindeki vapur tarifelerinden belledikleri Kalamış adını güya beceremez, daha doğrusu dilimizi hor gördükleri için, bile bile bozarlardı. Beyoğlu’nda doğma büyüme tatlı su frenkleri içinde bile Bavyera şehri Münich’te olduğu gibi -nihayetindeki (ch)i (k) telaffuz ederek Kalamick diyenlere; Alman ve Avusturya Yahudileri arasında da -Zürich misali- (ch)i (h) okuyarak Kalamih şekline sokanlara az rastlamadık.


Vaktiyle Kurbağalıdere vadisinin verimli toprakları boydan boya incir ağaçları, bağ kütükleri, geniş bostanlarla dolu imiş. Emsalsiz incirler, çavuş üzümleri, turfanda sebzeler yetiştirirmiş. Vadinin deniz kıyısı da sazlık ve kamışlıkmış.

İstanbulun fethinden önce Kalamış koy’una Eutropios denildiğini; Moda’nın olduğu yerde Finikelilerin büyük bir ticaret merkezi ve mal depoları bulunduğunu tarihler kaydetmektedir. Fenerbahçe yarımadasına, Hera’nın mabedi bulunuşu dolayısiyle Herion denirmiş. Grek mitolojisine göre Heria, kadın tanrılardan biridir. Kardeşi, bütün tanrıların babası ve hakimi Zeus’un karısıdır.

Şark İmparatoru I. Justinianus (527-565) Fenerbahçe’de, fener kulesinin bulunduğu noktaya yazlık saray, yakınına hamamlar, küçük kiliseler yaptırmış. Aktrislikten imparatoriçeliğe yükselen mahut Theodora yazı ekseriya o sarayda geçirirmiş.

Kanuni Sultan Süleyman da etrafın fevkalade manzarasından hoşlanarak burada Mimar Sinan’a bir kasır kurdurmuş. Kasır, I. Mahmut zamanına kadar (1730 – 1754) mamur halde iken, artık kimsenin semtine uğramaması üzerine, müştemilâtından iki havuzla iki çemen sofa kalarak nihayet onlar da ortadan yok olmuş.


Yaz akşamları, hele cuma ve pazarları Kalamış koy’u sandallar, yelkenlilerle dolardı. Fenerbahçe’ye taşınan taşınana, açıklarında dolaşan dolaşana. Hıdrellez, 1 Mayıs, Gül Bayramı gibi mesirenin halkla mahşer kesildiği günlerde kafile kafile büyük kayıklar, alamanalar, salapuryalar. İçlerinde Kadıköyü’nün, Üsküdar’ın, İstanbul’un esnaf, omuzdaş, bıçkın takımları. Tıpkı Kâğıthane’ye gidişvari zurnalar, kıraneteler, sazlar, utlar, heyheyler; kalkıp şıkır şıkır oynıyanlar. Yarımadanın şimal tarafındaki uzun taş iskeleye rampa ederek inerler; ağaçların altına küme küme toplanırlar. Gelsin çakıntı, tura, oruspu bohçası, uzun eşek, birdir bir oyunları.

Şimdi tatsız kaçacaksa da acıklı bir vakayı anlatmadan geçemiyeceğim:

Tanıdıklardan Etyemezli bir ebe hanım vardı. Vasıf ismindeki oğlu da Harbiye mektebinde talebe. Bir Hıdrellez günü, üç arkadaşiyle beraber, Fenerbahçe âlemi yapmağa niyetleniyorlar. Narlıkapıdan bir sandala binip kayıkçıyı almıyorlar. Dördü de çakı gibi delikanlı; kürek çekmekte, yüzmekte hepsi usta. Hafif lodos esiyorsa da aldıran kim? İsabet, püfür püfür giderler.

Açılıyorlar denize. Lodos arttıkça artmada. Yelkeni indirerek küreklere yapışıp boca, saatlerce çalkanıyorlar. Moda burnunu aşar aşmaz sandal alabura oluveriyor. Dalgalar öyle azgın ki yüzme müzme para eder gibi değil. Zavallıların üçü denizin dibini boylayıp, biri de su yüzünde, yarı baygın halde çırpınırken tren istasyonunun aşağısındaki kulübemsi kahveden balıkçılar farkına varıyor; kayığa atlayıp kurtarıyorlar.

Evlâtcığının acısı yüreğine işliyen biçare ebe hanım o günden sonra ölünceye kadar deniz, sandal görmeğe tahammül edemez, mahalle aralarından öteye ayak atamaz olmuştu.

Küçük Modaya, Şifaya, Bakla tarlasına, Kızıltoprağın deniz tarafına rağbetin baş sebebi, güzelim Kalamış koy’unun oralardan tabak gibi görülmesiydi. Fenerbahçe kulesinden de kuş bakışı seyrine varanlar çoktu. Joanne’in Fransızca, Meyer’in Almanca İstanbul rehberlerinde methü senasını okuyan yabancı seyyahlardan haylisi oraya seğirtirlerdi. Karadeniz uşağı, kır traşları uzamış, hâlâ Tersanede nefer iki bekçiye çeyrek toka edilerek kuleye çıkılır. Harikulâde panoramaya doyabilirsen doy!..

Fenerbahçe piyasalarını hiç kaçırmıyan beyler, hanımlar fazla toza bulandılar mı, bunları süpürmek; yahut acıkıp mideleri kazınmağa başladı mı, Sebastiano otelinin yanındaki bakkaldan aldıkları Graviyera peyniriyle francala yemek için tenha taraflara, şimdiki mendireğin karşı cihetine arabalarını çekiyorlar, koy’a bir kerecik olsun göz kaydırmak hatırlarına gelmeden; üstü başı süpürür, safra bastırırlardı.

Ressam Civanyan’m çinko üzerine yapılmışlarını iki çeyreğe, muşambalı büyüklerini iki mecidiyeye sattığı yağlı boya resimlerinin yarısı Fenerbahçeye, Kalamış koy’una, Moda burnuna aitti. O devrin (Güzel sanatlar akademisi) demek olan Sanayi-i nefise mektebinde muallim Varnia’ya, Beyoğlunun sayılı ressamlarından İtalyalı Denango’ya kaç kere rastlamışımdır. Fener kulesinin, bir sakız ağacının veya selvinin altına şövalelerini diker, çala fırça çalışırlardı.

İstanbulun kayık yarışları üç yerde olurdu. Modada, Büyükderede, Beykozda. En hoşu, tadı çıkarılanı Moda vapur iskelesi hizasından Kalamış koy’una doğru yapılanı idi.

Ötekilerde olduğu gibi kayıklarda, yandan çarklı vapurlarda, kıyılarda balık istifliği, havasızlıktan bunalmak, güneşten pişmek yok. (Moda Palas) otelinin önündeki ağaçların serin gölgelerine yerleş, kahveyi, Kayışdağı suyunu, dondurmayı yahut buz gibi birayı masaya getirt; devrini alıp yarışı, can kurtaran sandalcılarının marifetlerini, yağlı direkten cumburlop olanları temaşa et.

Haziran ayı girdi mi Kalamış’ta, vapur iskelesinin sağına; biri erkekler biri kadınlar için. 100 – 150 adım aralı, salaş İki deniz hamamı çatılırdı. Sahibi Samatyalı, kibar kuyumcular kılıklı bir Ermeni, Haydarpaşa ve Fenerbahçedekileri de işleten o. Modada deniz hamamı arama.

Kalamıştaki Vasil’in gazinosu meşhurdu. Erbaplar,

— Düz rakısına, mastikasına uyar yok; halis kayıp düzü, Sakız mahsulü. Mezelerinin lezzeti, temizliği de caba. Öyle hıyar turşusu, çiroz salatası, batlıcan kızartması, tarator nerede görülmüş? derlerdi.

Oranın bas müşterisi, Ahmet Rasim merhumdu. Akşamlığı, daire dönüşü. vapurdan çıkan beylerin ehlikeyifleri mutlaka gazinoya uğrarlardı.

Anadolu iskelelerine işleyen 17 numaralı Şahin, Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe, Erenköy’de sayfiyeleri olan ekâbir ve rical ile tıklım tıklım. Trene binmemenin, arabayı iskelede bekletmenin, bu vapura rağbetin sebebi şu: Deniz havası almak, Kalamış koyunun letafetinden tatmak; ipincecik fistanlarla, göğüs ve kollar çıplak, sere serpe kıyafetteki madamlara, matmazellere ceşmiçerez…

Sermet Muhtar Alus / Kalamış

Bir Cevap Yazın